JoomlaLock.com All4Share.net

ÎSAR

isar

Îsar - Veysel ÖZSALMAN

Sayı : 106 - Ekim 2016

 

Îsar

 

Ne yazık ki fedakarlık devrimizde herkesin sadece karşısındakinden beklediği ve bu istikametten gelmesi şartıyla hiç kimsenin asla geri çevirmeyeceği bir mefhum halini almıştır. Üstad Necip Fazıl’ın da söylediği üzere fedakarlık, artık herkesin yolunu gözlediği bir tevzî (dağıtma) memuru olmuştur; tahsil memuru değil.

Cemiyet hayatını düzenleyen diğer ilahi ölçülere olduğu gibi, veren elin alan elden üstün olduğunu belirten ilahi düsturun da unutulması, sadece para bahsinde değil akla gelebilecek her mevzuda cimriliğin tavan yapmasına sebep olmuştur. 

Maddeyi her şeyin ölçüsü yapan ve kıymetliyi, kıymetsizi bu yolla belirleyen insanın hasisliği tabi olarak maddeyle sınırlı kalmayarak bütün hayatına sirayet etmiştir. Sonuç olarak sevgiden, gayretten, arzudan ve heyecandan da cimrilik etmek kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bunu en yakın zamanda ve en belirgin şekliyle “Suriyeliler” meselesinde gördük. Sahi bizim “Suriyeliler” diye bir meselemiz vardı. Evvela ensar-muhacir edebiyatı yapan birçoklarının bile daha sonraları tahammül edemediği, hiçbir yere sığdıramadığımız Suriyeliler…

Çok değil üç ay öncesine kadar tek gündemimiz onlardı. Evde, işte, sokakta, televizyonda, gazetede, kahvede, pazarda, fırında ve diğer her yerde onlardan bahsediyorduk. Bize göre gençleri gidip toprakları için savaşmıyordu, kadın ve çocukları dileniyordu, yaşadıkları yerlerde sorun çıkarıyorlardı… Ayrıca devlet onlara ev verecekti, vatandaşlık verecekti, durumları bizden iyiydi…

Cemiyet olarak biz, onların başına gelen felaketin farkına varamamıştık. “Mü’minler ancak kardeştir.” (Hucurat 10) ilahi mesajının gereğini bir ibadet vecdiyle ifa edemez haldeydik. Oysaki Cenabı Mevlâ bizde görmeyi arzu ettiği ahlakı ve onun karşılığını Kur’an-ı Kerim’inde:

“Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız!’ (derler). İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (İnsan, 8-11) şeklinde beyan ediyorken “yokluğun değil bolluğun sınavında” bocalamaya başlamıştık.

Onların halini anlamamız, ne yazık ki onların haline düşmeye ramak kalana kadar mümkün olmadı. Hain darbe girişiminin ardından sanki ilahi bir el bizi silkeleyerek gaflet uykusundan uyandırdı ve yıllardır yanı başımızdaki yangının bizi de yutmamasının Cenabı Mevlâ’nın lütfundan başka bir şey olmadığını gösterdi. Ertesi sabah aliminden cahiline herkes “verilmiş sadakamız varmış” dedi ve bununla evvela memleketimizde barınan Suriyelileri kastetti. 

Bu din bize gelene kadar hep vermenin, daima vermenin, risk alarak korkusuzca vermenin, boyuna vermenin diniydi. Başta Efendimiz (sav) ve O’nun sahabesi daha sonra da Hakk’ın dostları, mahrum olmayı göze alarak vermenin misalleriyle dolu hayatlar sürmüşlerdir. Onlar vermeyi sadece para ve malla sınırlı tutmayıp Cenabı Mevlâ’nın nasip ettiği bütün nimetleri dağıttılar. Kendilerine verilen maddi manevi ne varsa büyük bir fedakarlıkla infakta bulundular. 

Onların bu hareketi cömertliğin zirvesi olan “îsar” olarak adlandırıldı. Çünkü cömertlik ancak malın fazlasını, kendisine lazım olmayanı vermek koşuluyla yapılan davranışın adıdır. Oysa îsarda kişinin kendisinin de muhtaç olduğu şeyi infak etmesi söz konusudur

“Îsar, peygamberlere ve Hakk’ın veli kullarına mahsus, fedakarlık ve cömertliğin zirvesi olan bir haslettir. Nefsinden fedakarlık yaparak veya hakkından vazgeçerek, kendisinin de muhtaç olduğu bir hakkı veya imkanı, diğer bir mümine devredebilmektir. Her halükarda kendinden önce din kardeşinin huzur ve saadetini düşünebilmektir. Yani benlikten diğergamlığa geçip “önce ben” yerine “önce o” diyebilmektir.” 

“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en iyiye eremezsiniz” (Al-i İmran 92) ayetiyle beyan olunduğu gibi, kişinin kendisi için sevdiği ve ihtiyaç duyduğu şeyi vermeden en iyiye yükselmesi mümkün değildir. Efendimiz (sav) ve sahabeleri (ra) bunun mümkün olduğunu İslam’ın henüz madde planında kuvvetlenmiş olmadığı bir dönemde tekrar ve tekrar sergilemişlerdir. 

Bizlere güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Peygamber Efendimiz bütün güzelliklerde olduğu gibi îsar hadisesinde de en mükemmel örneğimizdir. Bunu ispatlayan sayısız hadisenin en meşhurlarından birisini Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor:

Hz. Peygamber bir gün bir koyun kesmiş ve etinin yoksullara dağıtılmasını istemişti. Bir ara, biz aile fertlerine:

“Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Biz de şöyle cevap verdik:

“Sadece bir kürek kemiği kaldı.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şu ibretli cevabı verdi:

“Desene, bir kürek kemiği hariç hepsi bizim oldu!”

Efendimiz’in (sav) terbiyesi altında yetişen sahabelerinin hayatı da îsar konusunda müminlerin ufkunu açıcı hadiselerle doludur. Yine bunlar içerisinde en meşhuru ve bir o kadar acıklısı Yermük’te birbirleri uğruna susuzluktan ölmeleridir. Ebu Cehm bin Huzeyfe (ra) anlatıyor:

Yermük Savaşı’na katılan amcamın oğlunu aramaya çıkmıştım. “Belki o susamıştır, ona su veririm.” diye yanıma bir kırba su aldım. Derken onu bir yerde düşmüş, can çekişirken ve son nefeslerini vermek üzereyken gördüm. “Bir içim su vereyim mi?” diye sordum, işaretle “Evet!” dedi. O sırada ona yakın bir yerde ölmek üzere olan biri “Ah!” çekti. Onun sesini duyan amcamın oğlu onun yanına gitmem için işaret etti. Suyu alarak onun yanına gittim. O Hişam bin Ebi’l-As idi.

Yanına varmıştım ki onun yakınında üçüncü bir sahabi son nefesini veriyordu, “Ah!” diye inledi. Hişam ona gitmem için bana işaret etti. Ben suyu alıp yanına vardığımda o son nefesini vermişti. Hişam’ın yanına geri döndüğüm zaman, o da ruhunu teslim etmişti.

Oradan amcaoğlunun yanına döndüğümde onun da hayatı son bulmuştu. (M. Zekeriyya Kandehlevi, Fezâil-i Â’mâl, s.65)

Efendimiz ve O’nun sahabelerinin ahlakını ve yolunu bize ulaştıran Allah dostlarının da hayatı yine îsar örnekleriyle doludur. Bunların meşhurlarından birisini Hücvirî şu şekilde nakletmektedir: 

“Gulam Halil, sufiler cemaatine karşı beslediği düşmanlık duygularını ortaya koyup, her bir sufiye ayrı bir şekilde hasım olma yolunu tutunca, Nuri (Ebul Hüseyn en-Nûrî), Rakkam ve Ebu Hamza’yı yakaladılar, hilafet merkezine sevk ettiler. Gulam Halil (Halife Muvaffak’a): “İşte zındıklardan olan cemaat bunlardır, emiru’l-müminin bunların idam edilmeleri için ferman çıkarırsa, zındıklığın kökü yok edilmiş olur, zira hepsinin başı bunlardır. Şayet bu hayırlı iş onun eli ile icra edilirse çok sevap kazanacağına dair onu temin ederim!” dedi.

Bunun üzerine halife derhal boyunlarının vurmasına ferman çıkardı. Cellat geldi her üçünün de elini bağladı. Cellat, Rakkam’ı katletmeye kastedince Nuri ayağa kalktı, son derce neşeli ve gönüllü olarak gitti, Rakkam’ın yerine celladın önüne durdu. Halk bu harekete hayret etmişlerdi. Cellat: “Ey civanmert, sen öne atılıyorsun ama bu kılıç o kadar çok rağbet edilerek önüne çıkılacak cinsten bir şey değildir. Henüz sana nöbet gelmedi, neden acele ediyorsun?” dedi.

Nuri: “Evet ama benim yolum îsar üzerine kurulmuştur, en aziz ve en değerli şey yaşamaktır. Şu birkaç nefesi (ve soluk alacak vakti) bu biraderlerin (biraz daha fazla) yaşamaları için feda etmek istiyorum. Zira dünyadaki bir nefes, bir soluk alacak kadar vakit; benim için ahiretteki bin yıldan daha sevimli ve daha değerlidir. Çünkü burası hizmet yeridir, orası ise kurbet (ve Allah’a yakın olma) mahallidir. Kurbet ise hizmetle elde edilir.” (buna rağmen şu birkaç nefesimi de dostlarıma feda ediyorum), dedi. (Hücvirî, Hakikat Bilgisi, çev. Süleyman Uludağ, s. 254)

Belirttiğimiz gibi İslam tarihi hep vermenin, tükenme korkusu olmadan ve karşılıksız vermenin, sadece para ve mal ile sınırlı bir infak anlayışıyla değil tüm nimetleri ve hatta yeri geldiğinde canını bile feda ederek kendi nefsi yerine karşısındakini tercih etmenin, bol bulduğundan değil muhtaç olduğundan dağıtmanın örnekleriyle doludur.

Şimdi biz bu bolluk mevsiminde, tepemizden aşağı yağan nimetlere rağmen, daha para ve mal basamağında cimrilik edersek sonumuz ne olur? Bizim için değerli olanları dağıtmadıkça üstün emellerimizin hizasını nasıl yakalayacağız? “Bana neden verilmiyor?” diyerek gözümüzü, tepesine atılan bombalardan, akıl almaz zulümlerden kaçarak bize sığınanlara yahut “İmdat!” çığlıklarıyla sesini bize zar zor duyuranlara gönderilen yardımlara dikersek, hesap gününde, maddi manevi bütün varlıklarını müslümanlara adayanların yüzüne nasıl bakarız?

 

Yazar: Veysel ÖZSALMAN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort