JoomlaLock.com All4Share.net

İSLÂM’IN İLME VERDİĞİ DEĞER

İslâm dîni, programını Allâh’ın koyduğu, bütün insanları kuşatıcı / evrensel bir tâlim ve terbiye nizâmıdır.

İnsanlığın manevî dünyasını ve ölüm ötesini aydınlatacak bir Hakk kültürü, maddî hayatı tekâmül kanunları içerisinde geliştirecek ilâhî bir medeniyet projesi olan Kur’ân-ı Kerîm’de, dînimizin insanlığa yaptığı ilk mukaddes dâvet “Oku!” dur (Alak/1-5).

Neyin okunacağını açıkça vurgulamaksızın “oku” emrini veren Rabbimiz, öğrenilmesi mümkün ve faydalı olan bütün bilgileri insana öğrenilecek konu olarak sunmuştur.

Dînimiz Allâh’a ve âhiret gününe îman gibi İslâm dîni’nin itikadî temel dinamiklerini konu alan inanç ilmihâlini, Allâh’ın ve Peygamberi’nin emirlerini ve yasaklarını okuma ve öğrenmeyi farz-ı ayın kılmıştır. Rabbimizin nimetlerinden yararlandıracak ve insanlara fayda sağlayacak ilimleri ve sanatları öğrenmeyi de farz-ı kifâye kılmıştır.

İslâm dîni, farz-ı ayın olarak yüklediği ve teşvik ettiği ilmî çalışmayı yalnız erkeklere tahsis etmemiştir. Kadınların yetiştirilmesini de zarurî görmüş, umumî bir eğitim ve öğretimin tatbikini emretmiştir. Peygamber (as) şöyle buyurur: “İlim tahsil etmek, kadın - erkek her Müslüman’a farzdır.1”

Dînimizin faydalı bilgilerin öğrenim ve öğretimini farz kılması ve farz olmayan ibâdetlere üstün tutması her asırda Müslümanların ilim aşkını alevlendirmiştir. Her câmi bir öğretim ve eğitim yuvası hâline getirilmiştir. Emevîler, Endülüs Emevîleri, Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde, sayısız ilim külliyeleri, binlerce laboratuar ve rasathane kurulmuş, tıp, eczacılık, cebir, trigonometri, kimya, fizik, coğrafya, astronomi gibi müspet   ilimlerin temelleri atılmıştır. Bütün dünyaya ilim ve medeniyet nûrları saçılmıştır.

Avrupa ülkeleri tarih boyunca İslâm beldelerine karşı haçlı rûhu ile hareket ettikleri için, Avrupalı ilim adamları bilgi ve ilhâm aldıkları eserleri açıklamamışlardır. Böylece, Müslümanların asırlar önce yaptıkları pek çok keşif ve icatları kendilerine mal etmişlerdir.

Ne acıdır ki, eğitimimiz İslâm tarihine ve millî tarihimize kontra ve bir o kadar da lâkayt tutumundan ötürü, gerçek mânâda objektif medeniyet tarihi araştırıcıları yetiştirememiş ve bu hakîkatleri nesillerimize öğretmemiş / öğretememiştir.

Bunun içindir ki yeni kuşak, bir Toriçelli’yi, bir Paskal’ı, bir Newton’u, bir Pastör’ü, bir Kant’ı ve Ogust Comte’i tanır. Fakat bir İmâm-ı Azam’ı, bir Cabir b.Hayyan’ı, bir İbn-i Heysem’i, bir Ebubekir Razi’yi, hatta bir Ali Kuşçu ve Uluğ Bey’i, bir Sinan’ı ve Ebussuud’u bilmez.2”

Sonuç olarak diyoruz ki, hidâyet rehberimiz olan Kur’ân’ın ilme verdiği değer her türlü takdirin üstündedir. Kur’ân’ın inen ilk âyeti “Oku!” emriyle başlar; kâinattaki her bir zerre okunması gereken coşkulu birer kelime olarak sunulur; okumanın aracı olan kalemden, öğretimden söz eder, câhilliği karanlık, ilmi ise nûr kabul eder (Ra’d/16).

Kâinat, Allâh’ın bilinip ibâdet edilmesi için yaratılmıştır. Allâh’ı bilmek akılla, bilgi ile olur. Bu özellik ancak insanda vardır. Demek ki kâinatın yaratılmasındaki gaye, onun zübdesi (özü, özeti) olan insanın meydana gelmesidir. Bilgisinden ötürüdür ki Âdem (as) melekleri geride bırakmış, onların hizmet ve secde edeceği kadar kutsal bir mevki kazanmıştır. Hasan el-Basrî (ö.110/728) ilmin ve âlimin değerini anlatan bir sözünde şöyle der: “Eğer bilginler olmasaydı, insanlar, hayvanlar gibi olurdu.3”

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Kur’ân Ansiklopedik Bir Kitap Değildir

Îmanla inşa ettiği ideal medeniyet toplumunu ilimle tekâmül ettiren Allâh Resûlü (as) bir hadîslerinde, “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmine sahip olmak isteyen Kur’ân’a dalsın4”  buyurarak İslâm’ın modern ilmin kaynağı ve bu anlamda analiz edilmesi gereken esası olduğuna “işaret” etmiştir.

Gavvâs olana Kur’ân-ı Kerîm
Mücevher dolu ummândır derim

İbn-i Abbâs (ra) da, “Devemin yularını kaybetsem onu Kur’ân’da ararım” demektedir  ki5, hiçbir asırda bugünkü kadar müsbet ilimler Allâh’a ve dîne yaklaşmamışlardır.6

Yüce Mevlâ bir âyetinde buyuruyor ki: “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (En’âm/38). Bir başka âyetinde de: “Yaş ve kuru (hiçbir şey) müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm/59), bir diğer âyetinde ise şöyle buyurmaktadır: "Biz sana her şeyi açıklayan hidâyet rehberi, rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olan Kur'ân'ı indirdik” (Nahl/89).

İslâm âlimleri, bu iki âyette geçen “Kitâb” ve “Kitâb-ı Mübîn” tabirinden kasdedilen şeyin, sırrı ve mâhiyeti ancak Allâh tarafından bilinen ve içerisinde olmuş ve olacak her şeyin yazılı bulunduğu bir levhadır, diye tarif edilen levh-i mahfûz olduğunu anlamışlardır. Ancak, “Kur’ân”dır, diyen âlimlerin sayısı da az değildir. Bu durumda Levh-i Mahfûz’da her şey açıkça ve bütün detayıyla yazılmışken, Kur’ân-ı Kerîm’de de, âdeta dürülmüş, sıkıştırılmış (zipli) ve özetlenmiştir. Tıpkı ağacın çekirdekteki potansiyel mevcudiyeti ve genlerde canlıların programlanışı gibi.

Çü buldum ilm-i Kur’ânî
Ne lâzım ilm-i Yunanî

Bu bağlamda, merhum İzmirli İsmail Hakkı’nın (ö.1946) şu endişelerine yer vermek istiyorum. Hazret, haklı olarak şöyle demektedir: “Kur’ân bir fen kitabı değildir. Çünkü fen ilimleri tecrübeye dayalıdır ve sürekli değişime mâruzdur. Kur’ân ise ezelî ve ebedî bir hakikat olduğu için değişmez. Hiçbir zaman değişmeyen âyetleri her ân değişebilir olan nazariye ve faraziyelerle uzlaştırmaya çalışmak, yani âyetleri asıl maksatlarının dışına taşımak bizzat Kur’ân’ın rûhuna aykırıdır.7”  

Görülüyor ki İzmirli ve benzeri âlimler, kevnî (kozmosla ilgili) âyetlerin yorumuna karşı çıkarken işin ifrata vardırılmaması fikrindedirler. Çünkü Yüce Rabbimizin “Biz onlara hem dış âlemde, hem de kendi nefislerindeki âyetlerimizi yakından göstereceğiz. Böylelikle Kur’ân’ın hak olduğu kendilerine apaçık ortaya çıkacaktır.” (Fussilet/53) âyeti bizim dış âlemde ve nefislerimizde ortaya koyduğu delilleri bulup öğrenmeye, bunun üzerinde tefekküre dalmaya teşvik etmektedir. O hâlde, değil bunları terk etmek, aksine o hususlarda bilgimizi daha da genişletmemiz icap eder8.

Dolayısıyla, Kur’ânî hakikatleri iyi anlayabilmek ve sırlarına birazcık olsun nüfuz edebilmek için, Kur’ân’ın dilini bilmenin yanı sıra, tecrübî ilimlerden de faydalanmak, aklın ve tefekkürün gerekli kıldığı bir gerçektir. İzmirli’nin de ortaya koyduğu gibi, hatalı ve yanlış olan tutum, tecrübeye dayanan ilimlerin sonuçlarını ve bu sonuçlarla âyetlerin yorum ve izahlarını en son ve vazgeçilmez gerçeklermiş gibi kabul etmektir. Kur’ân’ın rûhuna ve İslâm’ın özüne aykırı olmamak şartıyla, îmana ve ahkâma ait âyetlerin dışındaki kevnî âyetlerin pozitif ilim ve bilimsel buluşlarla ya da teorilerle yorumlanması ve böylece mânaların daha iyi anlaşılması için yapılan tefsir ve yorumlar, makbul ve meşru sayılmıştır. Yeter ki bu tefsirler haddi aşmasın ve mâkul çerçeveyi taşmasın...

Kaldı ki, modern ilimlerin gelişmesiyle artan ilim, birçok Kur’ânî hakikatlerin kapılarını bize açmakta; geçmişte anlaşılamayan birçok âyetin sır ve inceliği, bugün bize sır olmaktan çıkmakta ve bu sayede birçok âyet daha iyi anlaşılmaktadır9.

Kasîde-i Lâmiye’de şöyle yazılıdır:

Cemîu’l-ilmi fi’l-Kur’âni lâkin
Tekaasere anhü efhâmü’r-ricâli

Yani “İlmin tamamı Kur’ân’dadır. Fakat insanların anlayışı buna erişememiştir / âciz kalmıştır.”

Tetkik edilip araştırıldığında, Kur’ân’ın ilmî ve fikrî içeriğinde şaşırtıcı bir durum ve yüksek bir âhenk keşfedilir ki, bu da onun âyetlerindeki saf bilgilerin kaynağını teşkil eder. Bundan dolayıdır ki, kâinatla ilgili âyetlerin üslup ve ifadelerindeki ilmî gerçekleri Kur’ân, insanlığın terakkisinden asırlarca önce haber vermiş ve bu gerçekleri ise ilim, ancak asrımızda bulabilmiştir10.  Böylece sonradan yapılan ilmî keşifler, Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Evet, Kur’ân’da her şey vardır. Ama Kur’ân, her şeyin birçoğundan serâheten (açık ve net ifadelerle) bahsetmez; o şeylerin özünü ve esasını zikreder, ayrıntılarına girmez. Yalnızca işarî mânalarla örülü fon ve ifadelerden o şeyler anlaşılır. Zira bütün ilimlerden ve eşyadan ayrı ayrı bahsetmiş olsaydı, Kur’ân’ın bir ansiklopedi kitabından farkı kalmayacak, bir modern bilimler ve buluşlar el kitabından ayrılır yanı olmayacaktı. Kaldı ki bu, onun hedefleri dışındadır11.  Zira Kur’ân’ın birincil hedefi, bu kâinat tablosundaki kelime, satır, paragraf ve kitaplarla o tablo sahibini tanıttırmak, O’nun üstün yaratma gücünün tezâhürlerini ortaya koymak, her türlü gücün ve ihtişamın nihaî kaynağının Allâh olduğunu vurgulamak, îman ve ibâdet yolunu açmak; bireysel ve toplumsal hayatı düzenlemek ve dünya mutluluğunun, âhirette dahi devamını sağlayarak insanı mutlak saâdete ulaştırmaktır.

Bikr-i fikr-i kâinatın çâk çâk oldu fakat
Perde-i ismette kaldı ma’nî-i Kur’ân

1-Et-Tebrizî, Mişkâtu’l-Mesabîh, Ha. 218
2-Bak. Demircan, age., c. 1, s. 129, 137-138
3-Bu konuda bak. Ateş, age., s. 245 vd.
4-İbnu’l Esîr, age., c. 1, s. 229; Abdullah b. Mes'ud'a nisbet edilen benzeri söz için bak. Suyutî, El-İtkan (trc.), c. 2, s. 470.
5-Elmalılı, age. (sad.), c. 7, s. 90.
6-Peyami Safa, age., s. 113
7-İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, s. 15-16
8-Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerim ve Modern İlimler (Seyyid Kutup, Fîzılâl’ dan naklen) s. 124
9-age., s. 125; Ayrıca bak. Bucaille, Tevrat, İnciller ve Kur'ân, s. 18
10-age.,  s. 127
11-Bu konuda bak. İbrahim Canan, Merak Ettikle-rimiz, s. 140 vd.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort