JoomlaLock.com All4Share.net

KUR’ÂN’IN MUHAFAZASI

Kur’ân’ı asıl koruyacak olan elbette ki Allâh’tır (cc). Ama beşerî düzlemde Kur’ân, önce titiz bir şekilde satırlara aktarılarak korunmuştur.1  Daha ilk nâzil olduğu sıralarda âyetler, Peygamberimiz’in konsantrasyonundan sonra, vahiy kâtipleri tarafından hurma dal ve yapraklarına, tabaklanmış koyun ve keçi deri ve kürek kemiklerine, yazıya elverişli bir cins beyaz taşlar, kırık porselenler2  ve papirüs kâğıtlarına yazılmak, yazılanlar da en mutena yerlerde saklanmak sûretiyle kayıt altına alınıp korunmuştur. Sahabe, ezberlemek için çaba sarf etmiyorlar, fakat o kadar çok ve sık okuyorlardı ki tabiî olarak sonuçta Kur’ân, hâfızalarında, tıpkı hayatlarında yer ettiği gibi yer ediyordu. Yani, sahabe, hayatına koymadığı âyeti kafasına koymuyordu. Bu yüzden İbni Ömer (ra) Bakara Sûresi’ni sekiz yılda öğrenmişti. Çünkü onu sekiz yılda anlayarak hayatına aktarabilmişti. Bu nedenledir ki, Hz.Peygamber’in vefatında Kur’ân’ın tamamını ezberleyen hâfızların sayısı bir hayli azdı ve birçoğu O’nun vefatından sonra hıfzını tamamlayabilmişti.3

Sahabenin, Kur’ân’ı öğrenmede bu tarzı benimsemelerinin esprisini, İbn Teymiye’nin (ö.728/1327) şu ifadelerinde görebiliyoruz:

“Kur’ân’dan bir sûreyi hatta Fâtiha gibi kısa bir sûreyi bile, tefekkür ederken her zaman yeni mânalar kendilerini açığa vurur. Onu okuyan kişi (okumadan önce) bu mânaların farkında bile değildir. Sonra bütün bu mânalar yeniden nâzil oluyor gibidirler.” 4
Bu konuda bir de İkbâl’in şu ifadelerine göz atalım:

“Kur’ân’ın mânası senin kalbine yeniden nâzil olmuyorsa, ne Râzî’nin tefsiri ne de Zemahşerî’nin Keşşâf’ı senin dertlerine çâre bulamaz.”5
Bütün bu ifadelerden anlıyoruz ki, Kur’ân’ı önce hayata aktarmanın ve onunla yaşantımızı şekillendirmenin gayreti içerisinde olmalıyız. Çünkü Kur’ân, insanı hedef almış, insan merkezli bir kitaptır. Cenâbı Hak, “O, insanlar için sırf hidâyettir.” (Bakara/182) buyurmuyor mu? Kur’ân’ın sunduğu toplum ve birey anlayışında, her veçhesiyle siyasî ve ekonomik yapılanmalar, îman ve tevhîd bilinci üzerinde yükselir. Muhammedî risâlet ve toplum yapılanması da böyle bir gelişme süreci izlemiştir.6  Dolayısıyla Kur’ân’ın ana gayesi, insan davranışını düzenlemek ve ona rehberlik etmektir. Bireysel düzeyde dindarlığı veya takvâyı yerleştirmek, toplumsal düzlemde ise sağlam bir ahlâkî temel üzerine inşa edilmiş sosyopolitik bir düzen tesis etmektir.7

Kur’ân’ın dağınık sahifeleri ilkin Hz.Ebû Bekir (ra) zamanında bir araya toplanmıştır. Bir anlamda Kur’ân insanlar için cemedilmiştir. Hz.Osman (ra) zamanında ise yeniden redaksiyonu yapılarak çoğaltılmış ve insanların Kur’ân etrafında toplanmaları sağlanmıştır.

Kur’ân’ın önceleri nokta ve harekeleri yoktu. Sonraları âlimlerimiz, zaruret ortaya çıkıp; Arapça’yı bilmeyenlerin yanlış okuma tehlikesi baş gösterince, âyetler Ebû’l-Esved ed-Düelî tarafından harekelenmiş, Yahya b. Ya’mer tarafından da noktalanarak Müslümanların istifadesine sunulmuştur.8
Her kim okutur sıbyâna Kur’ân
Müftü müderris hep ona kurban

Yahudi’yi Müslüman eden hâdise:

Hicrî ikinci asır sonlarında hilâfet makamına oturan Abbasî halîfelerinden El-Me’mun, engin görüşlü bir devlet adamıydı. Zamanında müslim/gayr-i müslim bütün ilim adamları ondan itibar görmüş, yabancı dildeki bilimsel çapta bütün kitaplar Arapça’ya tercüme edilerek bilgi alışverişinde bulunulmuştur. Me’mun, böylesi çalışmalar içinde bulunan ve cin fikirliliği ile dikkatini çeken bir Yahudi ilim adamına bir gün şöyle bir sual sordu:

-Mâdem hâdiseleri bu kadar akılcı bir anlayışla inceleyebiliyorsun, neden Müslüman olmuyorsun? Kur’ân’la İncil ve Tevrat arasındaki farkı bilmiyor musun? Yahudi şöyle cevap verdi:

-Bu mevzuda çalışma yapıyorum. Çalışmam bitince vardığım kararı size bildiririm.

Me’mun Yahudi’ye baskı yapmayı düşünmedi. Çünkü biliyordu ki baskıyla îmana gelinmez, korkuyla Müslüman olunmazdı.

Yahudiyi kendi hâline terk eden Me’mun, ona bir daha bu mevzuda sual sormadı. Aradan bir sene geçmiş ve Yahudi yine Me’mun’un meclisindeki ilim adamlarıyla   sohbete başlamıştı. Ancak, bu Yahudi, bir sene önceki Yahudi değildi. Bu defa İslâm’ı bütünüyle benimsemiş Kur’ân’ın ahkâmını tamamıyla kabullenmişti. Me’mun buna şaştı:

-Hayırdır inşâallah! Bir sene önceki Kur’ân’la bir sene sonraki Kur’ân arasında ne fark var ki o zaman îman etmediniz de bu sene İslâm’a girdiniz?

Yahudi şöyle îzah etti:
-Efendim, şüphesiz bir sene önceki Kur’ân’la bir sene sonraki Kur’ân arasında hiçbir fark yoktur. Beni İslâm’a yaklaştırıp îmana girmeme sebep olan da budur zaten.

-Nedir, Kur’ân’ın değişmezliği mi?

-Evet, bakın çalışmalarım nasıl cereyan etti ve ben nasıl bir sonuçla Müslüman oldum, onu arz edeyim sizlere. Ve şöyle devam etti:

-Önce evime çekildim. Günlerce İncil yazmaya koyuldum. Üç tane İncil nüshası yazdım. Birincide birkaç satırı eksik bıraktım. Ötekinde hiçbir eksik yoktu. Üçüncüsünde ise birkaç satır fazlaydı. Kendimden yapmıştım ilâveyi. Ben bu üç İncil’i de alıp kiliseye gittim. Papaza gösterdim. Papaz efendi üçünü de inceledi, tahkik etti. Sonunda satın aldı ve yaptığım hizmetten dolayı da beni tebrik etti. Dönüp geldim, aynı şeklide üç Tevrat nüshası yazdım. Bunun da birincisinde bazı âyetleri yazmadım. Eksik kaleme aldım. İkincisi noksansızdı. Üçüncüsünde de birkaç satır ilâve ederek olmayanları da var gösterdim. Bunu da Haham’a gösterdim. Haham inceledi, üçünü de beğendi, parasını vererek satın aldı, ayrıca da teşekkür etti. Bu defa sıra Kur’ân’daydı. Kur’ân büyüktü. Tamamını yazamazdım. Sadece üç cüz yazabildim. Birinci cüzünde birkaç satırını eksik bıraktım. İkinci cüzü tamam yazdım. Üçüncü cüzünü de birkaç satır ilâve ile olmayanı var göstererek yazdım.
Büyük bir tecessüs ve ihtimamla bütün dîn adamlarını gezdim. Hepsine de yazdığım Kur’ân’ı gösterdim, almalarını söyledim. Hepsi de önceden memnuniyetle alacaklarını söylediler. Ama şöyle bir bakıp inceleyince hepsi de aynı yerleri yakaladılar.
-Bu cüzde şu şu satırlar eksik, bu cüz ise tamam. Şu cüzde ise şu şu satırlar ilâve edilmiş, fazla yazılmış. Kur’ân’ın aslında böyle bir kelime yoktur. Hepsi de benim yazdığım Kur’ân’ı ezberlerinden eksiksiz okudular, tashih ettiler. Ben anladım ki Kur’ân nasıl nazil olmuşsa aynen zaptedilmiş, aynı tazelik ve sağlamlığını da muhafaza etmektedir. Kur’ân’da ilâve-noksan söz konusu değil. Nâzil olduğu şekli aynen koruyan en son kitabdır. Bundan sonra Müslüman oldum. İşte İslâm’a girmeme sebep olan araştırma böyle oldu.
O sırada Basra kadısı olan Yahya bin Eksem bu hâdiseyi hacca gittiğinde büyük velî Süfyân bin Uyeyne’ye (ö.198/813) anlatır. Süfyân Hazretleri şöyle cevap verir:
-Bu hâdise, Kur’ân’ın bir âyetinin de fiilî tasdikidır. Rabbimiz (Tevrat ve İncil’i) ben muhafaza edeceğim diye bir teminat vermemiştir. Ama Kur’ân-ı Kerîm için böyle bir teminât-ı İlâhiyye vardır. Hicr Sûresi’nin dokuzuncu âyetinde şöyle buyurur:
“Ku’rân’ı Biz indirdik, Biz. Onun koruyucuları da, şüphesiz ki, Biziz”.9

Kasîde-i Bürde sahibinin, Kur’ân’ın bazı özelliklerine dikkat çeken şu beyitleri ne kadar anlamlıdır:
“Lem yakterin bi zemânin vehye tuh    birunâ
Ani’l-meâdi ve an Âdin ve an İremi”

Yani “(Kur’ân’ın) mânaları bize, öldükten sonra dirilmeden, (gelip geçmiş olan) Âd kavminden ve İrem’den haber veriyor ki, böylece muayyen bir zamana mahsus değildir.”
“Dâmet ledeynâ fefâget külle mu’cizetin
Minennebiyyîne iz câet ve lem tedümi”

Yani “(Kur’ân) kıyâmete kadar tahrîf olunmadan, yanımızda daima korunmuş olmakla diğer peygamberlerin bütün mucizelerinden üstündür. Çünkü o peygamberlerle gelen mucizeler (zamanlarıyla sınırlı olup) sürekli olmamıştır.10”

1- Bu konudaki farklı yaklaşımlar için bk. Hasan Elik, Kur’ân’ın Korunmuşluğu Üzerine, s. 185.
2-Hamidullah, Kur’ân Tarihi, s. 50; Zerkanî, age., c. 1, s. 287
3-  Suyûtî, el-İtkan fî Ulûmi’l Kur’ân (trc.), c. 1, s. 170; Ayrıca bak. DİA., c. 26, s. 385.
4- Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân (Mecmûu Fetevâ’dan naklen) s. 8
5- age. (Bâl-i Cibril’den naklen), aynı yer.
6- Sadık Kılıç, İslam’da Sembolik Dil, s. 189.
7- Rahman, İslam Geleceğinde Sağlık ve Tıp, s. 24.
8- Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerîm Bilgileri,  s. 154
9-http://www.islammerkezi.com/ilmihal/kitaplaraiman;http://dinibilgiler.ravda.net/yahudimusluman (es-Süyûtî, Hasâis’den naklen); Osman Keskioğlu, Kur’an-ı Kerim Bilgileri, s. 323.
10-Harputî, Şerhu Kaside-i Bürde (Şeyhzâde Şerhi ile), s. 153-155

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort