JoomlaLock.com All4Share.net

KİTAPLARA İMAN -3-

Kur’ân-ı Kerîm’in i’câzını ve eşsizliğini gerektiren özellikler:

1) Lafzen Mucizelik (Arapça Olması):
Yani Arapların kendi dillerinde, ama orijinal bir ifade, ilginç bir söz örgüsü (nazım) ve üslup özelliğiyle (özel söz dizimiyle) indirilmiştir (Şuarâ/192-195).1
Arapça’nın kendinde bulunan fonetiğinden (telaffuz kolaylığından)2  ve ifade zenginliğinin (üslubu, dili ve fesâhatı) gücünden faydalanarak şiirde, fesâhat ve belâğatta3  alabildiğine ileri gitmiş olan bir topluma Arapça lafızlarla, ama eşsiz bir anlatım tarzı ve muhteva güzelliği ile inen Kur’ân’ın, Arapları ve onların söz ustalarını âciz bırakması, lafzen mucizeliktir.
Yani Kur’ân Arapların anladıkları dilde (Arapça) nâzil olacak, onlar onu anlamaktan ve ona nazîre (bir benzerini) getirmekten âciz kalacaklar. İşte bu, Kur’ân’ın lafzen mucizeliğidir.4
Kur’ân’ın Arapça olma özelliğine bakarak onun evrensel ve tüm insanlığa hidâyet olarak gönderilmiş bir kitap olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Arap olmayan milletler de kendilerini böylece mazur sayamazlar. Bu iddiada bulunanların Kur’ân’ı gerçek anlamda kavrayamadıkları ortadadır. Şunu hemen ifade edelim ki, Kur’ân’ın tarif edilemez, diller üstü bir anlatım üslubu vardır. Onun dili o kadar tabiîdir ki, baş kulağı ile dinlenilse bile, ancak gönül kulağı ile anlaşılır. Herhangi bir ırkın, bir kavmin, bir kültürün, bir medeniyetin diline sığmayacak kadar üst bir dildir. Ne var ki, bir kitap evrensel bir kılavuz olması durumunda bile, belli bir dilin gramatikal kelime gruplarını kullanmak durumundadır. Böyle olmalı ki o dili konuşan insanlar, kitabın, ilk hedef kitle (çekirdek toplum) olarak, öğretilerini anlayabilsinler, mesaj ve direktiflerini diğer insanlara iletebilsinler (Fussilet/44). Bu harekete dair mesajın evrensel ölçüde yaygınlaşmasının tek tabiî biçimi budur.5
Kitab’ın, Peygamberin kendi toplumunun diliyle gönderilmesi, mesajlarının evrensel olmadığı anlamına gelmez. Zira mesajlarının umumîliği, risâletin getirdiği ilkelerin genel oluşuna bağlıdır; Peygamberin veya kitabın özel lisanına değil… Meselâ, Kur’ân’ın Arap-Acem ya da doğu-batı ayrımı yapmadan “Ey insanlar!” diye başlayan kuşatıcı ve kucaklayıcı hitabını ele alacak olursak, bu bile tek başına onun evrenselliğine kâfi gelmektedir. Kaldı ki Kur'ân bizzat kendisi evrenselliğini ilân ediyor ve şöyle buyuruyor "Kur'ân, âlemler için ancak bir öğüttür" (Yusuf/104).
Kezâ kitabın sadece yazıldığı dildeki kitlelere faydalı olabileceği iddiası da doğru değildir. Böyle bir iddianın doğru kabul edilmesi hâlinde, bütün bilim tarihinin de yanlış kabul edilmesi gerekir. Gene insanoğlunun bütün ortak tarihî ve kültürel değerleri, dil yüzünden evrensel olmaktan çıkıp, yalnızca bulunduğu ülkeye özgü kılınması ve tabiî ki bu değerleri koruma adına kurulan (UNESCO gibi) dünya bilim ve kültür örgütlerinin de inkâr edilmesi gerekir. Bu mantığa göre, uluslararası enformasyon ve iletişim araçları da reddedilmelidir. Bu durumda şu iki sorunun cevaplanması gerekir: 1- –Hâşâ- Noksanlığı Arapça olarak gelmiş olması mıdır ki, Kur’ân Araplara ve Arap Yarımadasına mahsus kılınmaya çalışılmaktadır? 2- Latince ya da İngilizce’ye tanınan tolerans neden Arapça’ya tanınmamaktadır?
Günümüzde Kur’ân mesajını iletmenin en güzel ve kestirme yolu, şimdilik internet teknolojisi ve uydu aracılığıyla enformasyon gözükmektedir. Korkunç bir iletişim ağının olduğu böylesine son model teknolojik platformda, dilinin Arapça oluşu bahanesiyle Kur’ân öğretilerine kulak tıkamanın ya da ona gönlünü açmamanın mazur görülecek hiçbir yanının olmayacağı açıktır.

2)Mânen Mucizelik:
Yani, Kur’ân lafızlarının birkaç muhtemel mânaya yorumlanabilmesine rağmen, gerçek anlam ve maksat boyutlarının kullar tarafından bilinememesi. Birçok kelimenin kullanış keyfiyetinin bizzat Peygamber (as) tarafından Araplara bildirilmesi bunun açık ispatıdır.6
Bu bağlamda merhum Elmalılı’nın bir mütâlaasını sunmak istiyorum: “Allâh kelâmında, mânalar üzerinde söz ve kelimeler, çekici bir yüzün gül renkli cildi gibi anlamlı ve psikolojik dokusuna ezelî bir bağla bağlıdır. İşte bu mucizevî özelliğinden dolayı Kur’ân, benzeri yazılamadığı gibi aynen tercüme de edilemiyor. İlk önce seçkin ifâde üslubu kayboluyor ve tercümeler çekici bir güzelliğin derisini yüzüp altındaki organlara cansız bir elbise geçirmek gibi oluyor.”7

3)Peygamberimize İnmiş Olması:
Çünkü Peygamberimiz (as) müşrikler arasında doğup büyüdü. Ümmî bir toplumda ümmî olarak büyüdüğü (Ankebût/48) ve hiçbir ilim tahsilinde bulunmadığı hâlde, O’na böylesi çok yönlü mucize/eşsiz bir Kitab’ın indirilmiş olması ayrı bir mucizedir.

4)Tevâtür8  Yoluyla Bize Kadar Nakledilmiş Olması.

5)En Son Kitap Olması (Hem mesaj hem de zaman ve mekân açısından genele hitap edişi):
Daha önceki ilahî patentli (kaynağının sağlamlığı ilkesi) dînler de kuşkusuz bildirdikleri mesaj itibariyle evrenseldiler. Ama hüküm ve mesajlarının kıyâmete kadar devam ederek, hiçbir ayrımcılık ve kutuplaşmaya meydan vermeden, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak olması (evrensel yeterliliği/tüm zaman ve mekânları kucaklayıcılığı), hayat kitabı olan Kur’ân’ın başat özelliklerindendir. XXI. asrın dîni olma misyonu her geçen gün daha da belirginleşen9  İslâm’ı fıtrî (beşerî), tabiî ve evrensel yapan, son ve en mükemmel ilahî dîn oluşu (Mâide/3); yani, kendi kendine yeterli olup hiçbir sistem ve ideolojinin alternatifi olmaması; kutsal kitabının ilk nâzil olduğu gibi korunuşu (her türlü müdâheleden berî oluşu); mesajlarındaki akıl ve mantığa aykırı bir hususun bulunmayışı; her sosyal konumdaki ve farklı kültür düzeyindeki insanın fıtrat ve mizacına uygun anlam katmanlarını, fon ve motifleri barındırıyor olması; emir ve yasaklarının insanın fizikî ve ruhî yapısını yıpratmayacak bir kıvamda oluşu… gibi özellikleridir.10  Nitekim, ünlü Alman şairi Goethe, “Kur’ân’ın benim rûhuma uygun bir havası var" derken11  yüce dînimiz ve onun mu’ciz Kitabı’nın, ana sütü gibi her seviyedeki insana uygun gıdalar sunduğunun farkında olmalıdır (tenezzülât-ı Kur’âniye).12

6)Te’lif Yönündeki Eşsizliği:
Yirmi yılı aşkın süre içinde, aralıklarla, parça parça (tedrîcen) nâzil olmasına rağmen âyet ve sûreler arasında eşsiz bir âhenk, insicâm ve tutarlılık vardır. 13

7)Nâsih Oluşu:
Kur’ân, kendisinden önce gelen semâvî kitapların hepsinin hükümlerini nesh etmiş, yürürlükten kaldırmış ve geçersiz hâle getirmiştir. Şu ânda tek geçerli semâvî ve ilâhî kitap Kur’ân’dır.

8)Tâbiat İlimlerine Temas ve İşarette Bulunması:14
Kur’ân, ilim, tecrübe ve akılla sâbit olan gerçeklere ve kanunlara aykırı olmaması itibariyle de mucizedir. Kaldı ki, ilim ve teknik   ilerledikçe Kur’ân daha iyi anlaşılarak tâzeliğini korumaktadır.

9)Geçmiş, Gelecek ve Hâl ile İlgili Gaybî Haberlerinin Gerçekleşmesi.
Bu üç çeşide:
a)Eski milletlerin haberleri.
b)Hz. Peygamber zamanında içyüzleri açığa vurularak maskeleri düşürülen münâfıkların durumu.
c)Bizanslıların İran’la yapacakları savaşta gâlip gelecekleri haberi, misâl olarak verilebilir.15

10)Müjdeci ve Uyarıcı Olması, Kendisine İnanan ve Uyan İnsanları Yüksek Ahlak Seviyesine Ulaştırması:
Yani, bu kitap bir hayâl ürünü, felsefî  doktrinler veya bir edebiyat kitabı değildir ki, inkâr edip etmemek arasında bir fark olmasın. Bu kitap, kendisine tâbi olanları güzel bir sonun, karşı koyanları ise korkunç bir âkıbetin beklediğini açık açık anlatmaktadır. Dolayısıyla böyle bir kitabı hafife almak için ancak bir ahmak olmak gerekir.

11)Bu Kitap Akıl Sahiplerine Hitap Eder:
Yani ondan sadece akıl sahibi olanlar, bir başka ifadeyle aklını kullanan muttakîler (Kur’ânî ölçülere riâyet edenler) yararlanabilir (Bakara/3). Pırlanta ile taş arasındaki farkı ayırt edemeyen birisi için pırlanta nasıl bir yarar sağlamazsa, aklı kıt kalbi bulanık ve rûhu hasta olan câhiller için bu kitap da bir yarar sağlamaz.16

“Acı bulur, ağzında tadı olmayan hasta
İçtiği suyu âb-ı hayat olsa da tasta”

Kur’ân’ın parça parça indirilmiş olmasının sebepleri:

1)Kur’ân’ın her kelimesinin Hz. Peygamber (as) ve diğer Müslümanlar tarafından ezberlenebilmesine imkân vermek. Çünkü ümmî bir Peygamber yine çoğunluğu ümmî (okuma yazma bilmeyen) kişilere iletiyor, mesaj kulaktan kulağa yayın yapılıyordu.

2)Kur’ân’ın tebliğ, telkin, emir ve tâlimatının herkesçe iyi bilinmesine ve hatırlanmasına imkân vermek.

3)Kur’ân’ın emrettiği hayat tarzını insanlar için câzibeli kılmak ve böylece aralarında iyice yerleştirmek (Furkan/32).

4)İslâmî hareketin emekleme devresinde Hak ile bâtıl arasındaki savaş çetin bir şekilde devam ediyordu. Bunlar çok zor ve çileli günlerdi ve İslâmiyet’e henüz girmiş olanlardan bazılarının sürekli olarak teselli edilmesi ve bütün muhalefetlere karşı direnmelerini sağlamak gerekiyordu. Bu şartlarda Allâh tarafından bir defada gâyet hacimli bir kelâm grubunun gelmesi yerine, zamana ve olaylara bağlı olarak kısa ve tedricî vahiylerin gelmesi daha uygun ve pedagojik yararı hâizdi.


1- “Allâh Teâlâ, Kitabını Arapların diliyle indirmiştir, yoksa Arapların mânalarıyla indirmemiştir.” Yıldırım, Peygamberimizin Kur’an Tefsiri, s. 39. Zira birçok kelimenin kullanış keyfiyeti, Peygamber (a.s.) kendilerine bildirmeden önce, Araplarca bilinmemekteydi.
2-Çünkü Arapçada, sadece dört sesli harf kullanır. Dünya dilleri arasında en az sesli harf kullanan bir dil olması bakımından da dünyanın en kolay telâffuz edilebilen bir dilidir. Çünkü bir dilin telâffuzundaki zorluk, o dildeki sesli harflerin çokluğu ile ölçülür. Bilindiği gibi Türkçede sekiz sesli harf vardır. İngilizce ve Fransızca'da sesli harflerin sayısı 10'ün üstündedir. Diğer dünya dilleri de yedi, sekiz sesliden daha az değildir. Halbuki Arapça'da (A, E, İ ve U) olmak üzere yalnız dört sesli harf vardır, bunlar da, hemen hemen bütün dillerde bulunan ve en çok kullanılan seslilerdir. Bu itibarla bir Arap, başka bir dili öğrenmek ve iyi konuşabilmek için aslında kendi ana dilinde olmayan bazı sesleri de öğrenmek ve kendini bu seslere alıştırmak zorundadır. Hâlbuki aslen Arap olmayan biri, Arapçadaki seslere intibak bakımından hiçbir zorlukla karşı karşıya kalmayacaktır. Çünkü zaten Arapçadaki sesler, kendi dilinde de en çok kullanılan ana seslerdir. Kur'an-ı Kerîm'in namazda aslından okunması lüzumu ve bunun Arap olmayan diğer Müslümanlar için de bir farz olduğu düşünülürse, Kur'an'ın Arapça olması ile diğer Müslüman milletlere nasıl bir kolaylık sağlandığı ve İslâmiyetin neden cihanşümûl bir dîn olduğu daha iyi anlaşılmış olur. Böylece Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'i Arapça indirmekle, sadece anlaşılmak bakımından da en fazla kolaylık sağlayan bir dil seçmiştir: Çünkü, "Allâh size kolaylık diler, zorluk dilemez.." (Bakara/ 186). Bak. http://dinibilgiler.ravda.net/include. php?path=ilmihal/itikad/kitaplar. (Emin Işık, Kur'ân'ın Getirdiği adlı kitaptan).    
3- Fesâhat: Dil serbestliği, üslup akıcılığı; her türlü kapalılık, hata, lehçe bozukluğu ve telaffuz güçlüğü gibi eksikliklerden sâlim olmak, kısaca doğru ve hatasız söz söyleme demektir. Belâğat: Kelâmın doğru ve hatasız söylenmesi yanında, muktezâ-yı hâle uygun (yerinde ve adamına göre) olması. Hâl ve zâhirin gereğine göre, dil kurallarına uygun bir tarzda lafızların dizayn edilmesi. Bak. Hacımüftüoğlu İ’câz ve Belâğat Deyimleri, s. 12, 56, 114.
4-“Lafzan“ demek, “hat ve imlâ yönüyle” demek değildir. Bu yanlıştan hareketle Kur’ân’ın ahkâmı ve ameliyle ilgilenmeyenlerin, rakamsal (numerical) değerleri kullanıp ondan bir takım keyfî ve sübjektif anlamlar çıkararak bu yolla mucize aramalarının hiçbir ilmî ve tutarlı yanı yoktur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, tek tek kelime olarak değil, onu mu’ciz kılan nazm (sentaks, üslup ilişkisi; âyetleri oluşturan harf ve kelimelerin şaşırtıcı biçimdeki örgüsü; dil, fesâhat ve belâğat kurallarına göre tertip ve dizaynı) ve mâna yönünden ilahîdir. Ancak, beşer idrâkine uygun olarak ses ve harfle ifade edilmiş ve dünya dillerinden birine çevrilmiş olması, onun kelâm-ı ilahî olmasına engel teşkil etmez. Çünkü onda, Allâh’ın zâtı ile kaim olan kelâma delâlet ettiğinden, başka sözlerde bulunmayan mâna özellikleri mevcuttur. Yazımı ise, insan (vahiy kâtipleri) elinden çıktığı için, hat ve imlâ yönünden ilahî değildir.
5- Bak. Mevdudî, Tefhîm, c. 2, s. 441, c. 5, s. 177, 543; Akseki, İslam Dini., s. 81
6-Bak. Yıldırım, Peygamberimizin Kur’an Tefsiri., s. 39.
7-Elmalılı, Kur’an Dili. (sad), c. 1, s. 41-42
8-Tevâtür: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaata dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaata ait olan sağlam haber (Abdullâh Yeğin, Yeni Lügat).
9-Hıristiyanlık Avrupa’da her geçen gün kan kaybedip dururken (Zaman Gazetesi, 12 Nisan, 1994), 11 Eylül olaylarından sonra İslâm’a duyulan alâka, onu yeryüzünün birinci büyük dîni ve yükselen değeri konumuna getirmiştir (Mehmet S. Aydın, Zaman Gazetesi, 05 Kasım, 2001), Aktüel, 1 Nisan, 1999); Ayrıca Der Spiegel dergisinde yayınlanan harita için bak. www. Islam’ın Yükselişi. com.
10-Bu konudaki değerlendirmeler için bak. Montgomery Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi (çev. Mehmet S. Aydın), Ank.-1982; Günümüzde İslâm ve Hristiyanlık (çev. Turan Koç), İst.-1991; el-Kardavî, Müslümanın Temel Kültürü, s. 18-22; Muhittin Akgül, Kur'an'ın Evrenselliği 1, Yeni Ümit, Sayı: 52, 2001
11- http://www.karakalem.net. Kur'ân-ı Kerîm hakkındaki övgüleri için bak. Bayram Yılmaz, Goethe ve İslamiyet, s. 42, 92-93
12- Bk. Sadık Kılıç, İslam’da Sembolik Dil, s. 36
13- Bak. Ali Turgut, Tefsir Usulü ve Kaynakları, s. 166.
14- age., s. 166
15-age., s. 167; Hacımüftüoğlu, age., s. 144.
16-Mevdudî, age., aynı yer; Ayrıca bak. Mevdudî, Hz.Peygamberin Hayatı, c. 2, s. 448-453

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort