JoomlaLock.com All4Share.net

KADINLARIN EFENDİSİ HZ. FATIMATÜ’Z-ZEHRA BİNTİ MUHAMMED ALEYHİSSELAM (1)

O Fatıma idi...
Ateş O’ndan ve sevenlerinden uzaktır...
Kur'ân O’na “Kevser” dedi...

Doğumu, şirkin ölümüydü, hakkın ise apaydınlık devam edeceğinin müjdesi... O’nun doğumuyla batıl ümitsizliğe düştü, “Ebter”ler aşikâr oldu. Tıpkı velayetin müjdesi ile kâfirlerin ümitsizliğe düştüğü gibi...

O’nunla kadınlar izzet buldu... Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir ortamda, Rahmet Peygamberi’nin (sav), geldiğinde ayağa kalktığı ve şefkatle ellerini öperek yücelttiği bir kızdı O...

Âlem, kız çocuğuna sevgiyi, Allah Resûlü’nün O’na gösterdiği sevgiyle tanıdı... Merhametin zirvesiydi... Minicik elleri ile babası Rahmet Peygamberi’nin (sav) yaralarını saran, işlerine koşan ve “ümmü ebiha-babasının annesi” olandı O...

Evliliği, eş olarak davranışları, anneliği kısacası her şeyi ile putlaştırılmış gelenekleri birer birer devirdi... O, en iyi kız evlat, en iyi eş, en iyi anne ve tüm zamanların en iyi kadını idi... Öfkesi Allah’ın (cc) öfkesi, sevgisi Allah’ın (cc) sevgisi idi... O Allah’ın (cc) Habibi’nin (sav) canıydı... Eti O’nun etinden, kanı O’nun kanındandı...

O, iman için, Allah’a (cc) ve Resûlüne (sav) duyulan sevgi için ölçüydü... O’na gazaplanan, O’nu inciten, gerçekte Allah’ı (cc) ve Resûlü’nü (sav) incitmiş demekti... “Allah (cc) ve Resûlü’nü (sav) incitenlere Allah (cc), dünyada ve ahrette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzab-57)

Allah (cc) için sevmek ve Allah (cc) için gazaplanmak ile sevgisi Allah’ın (cc) sevgisi, gazabı Allah’ın (cc) gazabı olmak aynı şey değildir. İkincisi ancak “masumiyet” ve “seçilmiş olmak” ile mümkündür. Fatıma (ra) masumedir ve seçilmiştir. Buna Tathir ve Mübahale ayetleri şahittir.

O Sırat-el müstakim’dir. İhtilaflar O’nu izleyerek çözülür... O risalet evinin kızı, velayet evinin eşi ve imamların annesidir...

Hz. Fatıma’ya (ra) Hz. Peygamber (sav) ve yakın çevresi tarafından verilen lâkap ve sıfatlar, O’nun seçkinliğini, ahlâkî üstünlüğünü güzel bir şekilde anlatıyor. O’na İffet ve hayâ timsali, dünyadan kesilip Hakk’a yönelen… “Betül.” İbadete düşkünlüğü neticesi, ilâhî nurun yüzünde aksedişinden parlak bir yüze sahip olan, o kadar ki Hz. Aişe’nin (ra) “Ben karanlık gecede Hz. Fatıma’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim.” dediği “Zehra.” Vakar ve ağırbaşlılığıyla hanımların efendisi anlamında “Seyyi-dü’n-Nisâ.” Yürüyüşü, siması, ahlâkî tavırları Resûlullah’ı (sav) anımsattığından dolayı, babasının kızı anlamına gelen “Bint-i Ebiha”; üstün bir zekâya ve kavrayış gücüne sahip olduğundan dolayı “Zekiyye”; kimseyi incitmemeye gösterdiği özenden ve elinden geldiğince insanları hoşnut etmeye çalıştığından dolayı, razı olunan… “Marziyye” denmiştir.

Peygamberimiz (sav) “Kızım Fatıma’yı seveni cehennemden uzaklaştırdığı için ben ona Fâtıma ismini verdim.” buyurmuşlardır. Bu hadisi şerif ile Peygamberimiz (sav) Fatıma (ra) neslinden gelenlerin ve O’nu ve neslini sevenlerin cehennemden kurtulacağı müjdesini vermiştir.
O’na selam olsun... Evet, anlatılması zor bir şahaser… O’nu anlatmak fevkalade zevkli, bir o kadar da zor bir iş. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın mutlaka eksik bıraktığımız çok önemli şeyler kalacaktır. O, “Cennet Kadınlarının Efendisi”dir. Bu hali izaha ne kelimeler ne de nefesler yetebilir. Hz. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”

Yine Peygamberimiz (sav) buyurmuştur ki: “Fatıma ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadınlarının en üstünüdür.”

Peygamberimiz (sav), Hz. Fatıma’ya (ra) şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ (cc) senin gazabınla gazap eder, senin hoşnutluğunla da hoşnut olur.”

Başka bir hadisi şerif ise; “Fatıma bedenimin bir parçasıdır, ona eziyet Bana eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur ve Fatıma insanların bana en aziz olanıdır.”

Hz. FATIMA’NIN (ra) DOĞUMU:

Resûlullah (sav) ve Hz. Hatice’nin (ra) en küçük kızları olan Hz. Fatıma’nın (ra) doğumu, Kureyşlilerin Kâbe’yi yeniden yaptıkları yıla rastlar. Bu da Efendimiz’e (sav) Peygamberlik gelmeden beş yıl önce olup, o zaman Efendimiz (sav) otuz beş yaşında bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sav) diğer kızları gibi O’nun doğumunda da akika kurbanı kesip fakirlere dağıttı. Hz. Hatice (ra) annemiz Hz. Fatıma’yı (ra) sütanneye vermedi. Sütten kesilinceye kadar kendisi emzirdi.
Allahu Teâlâ (cc), Hz. Peygamberimiz’i (sav):  “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamberimiz (sav), Allah’ın (cc) vaadinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resûlullah'ın (sav) erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır, kendisinden sonra yolu da sönüp gider.” şeklindeki söylentiler çıkartarak Resûlullah’ı (sav) incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenabı Hak (cc) onlara cevap olarak Kevser Suresi’ni indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”

Evet, Allah’ın (cc) bu vaadi, Hz. Fatıma’nın (ra) dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allahu Teâlâ (cc), Peygamberimiz’in (sav) temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan (ra) vücuda gelmesini takdir eylemiştir.

Allah Resûlü’ne (sav) ilk vahiy geldiğinde henüz beş yaşında olan Hz. Fatıma (ra), o yaştan itibaren vahyin manevi atmosferinde büyüdü. İlk vahyin gelmesinden sonra üç yıl boyunca vahyin kesildiği fetret döneminde. Efendimiz’in (sav) ne kadar büyük bir sıkıntı çektiğini tam olarak anlamasa da bu manevi duyuşları hissede hissede büyüdü. Allah Resûlü’ne (sav) davet geldiğinde sekiz yaşında idi ve annesi tereddütsüz Müslüman olunca Hz. Fatıma’da (ra) hemen Müslüman oldu.

Çocukluğunun ilk yılları mücadelelerle geçen Hz. Fatıma (ra) babası, annesi ve Haşimoğulları’nın diğer mensuplarıyla birlikte Ebu Talip vadisinde ablukaya tabi tutuldukları dönemde çok acılar çekti. Anne babasının yüzüne bakmaya kıyamadığı o cevher, döküntüler arasında, yokluk ve açlık geçiriyordu. Müslümanların her acısını kendi acısı gibi bilen Allah Resûlünün (sav), evlatlarının düştüğü bu duruma nasıl üzüldüğünü tahmin bile edemeyiz. İnançlarından dolayı büyük çileler çekmelerine rağmen, yaşadıkları ev, yeryüzünde yaşayan her insanı imrendirecek kadar manevi güzellikler ve huzurla dolu, kutlu bir evdi. Babası Allah’ın (cc) Habibim dediği Resûlü, annesi kadınların mana sultanı idi. Hz. Fatıma (ra) henüz on yaşında iken annesi Hz. Hatice (ra) vefat etti. Evde iki kız kardeş kaldılar. Hz. Ümmü Gülsüm (ra) daha çok ev işleriyle uğraşırken, küçük olmasına rağmen Hz. Fatıma (ra) dışarıda babasını gözetmeye ve ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Hz. Fatıma (ra) çocukluk günlerinden itibaren Allah Resûlü’nün (sav) hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) her davranışıyla, sözü ve düşüncesiyle cahiliye geleneklerinin karşısında durduğu gibi, kızı ile aralarında da alışılmışın dışında bir yol takip ederek Arap toplumunda, aslında bütün o dönem halklarında var olan, kadına menfi bakış açısının değişmesini sağlamıştır.

Hz. Fatıma (ra) Nübüvvet ve Risalet evinde yetişti, babasından ilim ve marifet öğrendi. Efendimiz (sav) Hz. Fatıma’yı çok sever ve öperdi, ne zaman cennet kokusunu duymak istese O’nu koklardı. Bir gün birisi Peygamber Efendimiz’e (sav) sordu: Ya Resûlallah! Niçin Fatıma’ya davrandığın gibi başka evlat ve kızlarına davranmıyorsun? Peygamber Efendimiz (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sen Fatıma’yı tanımıyorsun. Ben ondan cennet kokusunu alıyorum. Fatıma’nın rızası, Allah’ın rızası; gazap ve öfkesi de Allah’ın gazap ve öfkesidir.”

O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa anneciği Hz. Hatice’nin (ra) vefatından sonra babacığının yanından hiç ayrılmadı. Bazen babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Bazen de babasının peşini takip etti. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babacığına yardımcı olmağa çalıştı. Abdulah b. Mes’ud şöyle anlatıyor:

“Bir gün Hz. Peygamber’le (sav) namaz kılarken Ebu Cehil, Utbe ve Şeybe, Ukbe b. Ebi Muayt, Ümeyye b. Halef ve iki kişi hepsi yedi kişiydi. Hicr’de oturuyorlardı. Peygamberimiz (sav) secdeye vardı ve secdeyi çok uzattı. Ebu Cehil “Hanginiz gidip de evde kesilen devenin işkembesini bize getirir ve onu Muhammed’in üzerine koyar?” dedi. Onların en şakisi olan Ukbe b. Ebi Muayt gitti, işkembeyi getirdi ve Resûlullah’ın (sav) omuzlarına attı. Resûlullah (sav) daha secde halinde idi. Bende orada bulunuyordum. Arkam olmadığı için bir kelime konuşmaya dahi gücüm yoktu. Bir de baktım ki Resûlullah’ın (sav) kızı Fatıma (ra) geldi ve babasının omuzlarından işkembeyi alıp attıktan sonra, Kureyşe yönelerek onlara bağırdı. Onlar Fatıma’ya (ra) bir cevap veremediler. Hz. Peygamber ise her zaman ne kadar secdede kalıyorsa, yine o kadar kaldıktan sonra başını kaldırdı ve namazını bitirdikten sonra üç defa ‘Ey Allah’ım, Kureyşi sana havale ettim. Allah’ım, Utbe’nin, Ebu Cehil’in, Şeybe ve Ukbe’nin hakkından gel!’ buyurdu.”

Yine bir gün Hz. Fatıma (ra) Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. Hz. Fatıma (ra) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi babasını savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resûlullah (sav) O’na, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti. Hz. Fatıma (ra) ile ilgili hadiseler tabiki bizim aktardıklarımızla sınırlı değil, İslam tarihini araştırıp okuduğumuzda daha geniş bilgiye sahip oluruz. Bu küçük beden ne büyük bir yürek ne eşsiz bir cesaret kaynağı barındırıyor bünyesinde. Gücünün yetmeyeceğini bildiği halde, adım adım izliyor babasını ve adeta gölgesi oluyor. Şöyle bir hayal edin; insanların en Güzeli’ni ve arkasında küçük ayaklarıyla dolaşan, kalbi kendinden büyük küçük kızı… Bizler orada yoktuk ama Fatıma (ra) babasına taşlar atılırken oradaydı, hakarete uğrarken oradaydı. Resûlullah (sav) destek aramak için etrafına her baktığında o kıymetli yavruyu görüyordu. O’nu görmek, İslam’ın bu küçük neferindeki cansiperane, fedakârı, sabrı ve metaneti görmek Efendimiz’in (sav) gücüne güç katıyordu.

Hz. Fatıma (ra) çok cesaretli idi. Mekke’nin en zalim insanı Ebu Cehil’in bile karşısına çıktı. Bir gün cehaletin babası Ebu Cehil haykırdı: “Ey Muhammed sen soyunun yüz karasısın…Yazıklar olsun…” diyerek hakaretlerde bulundu. Her münakaşada tarafları kızıştırmaya kendisine vazife edinmiş çığırtkanlar vardır. Onlardan birisi cehaletin babasını daha da kışkırtıcı sözler söyledi. Etrafta toplanmış kalabalık arasında, boyu onların beli hizasında, yarım adam uzunluğunda bir çocuk, Fatıma. O ne yürek ki O’nun cesaretine cahil marifeti diyemezsiniz, o ne kararlılık ki karşısındaki Ebu Cehil bile olsa mecalsiz kalırdı. Haykırıyordu, sesinin bütün kuvveti ile: “Asıl sana yazıklar olsun cehaletin babasııı! Söylediklerinin hepsi senin üzerindedir. Ağzından çıkan her fenalığı sana iade ediyorum. Kötülediğin o kişi, benim babam Muhammed Mustafa, Allah’ın Resûlü’dür. Sen ömrünü bu yolda harcasan da bu gerçeği değiştiremeyeceksin, elinde kalan sadece ziyan olmuş hayatın ve ahiretin olacak. Asıl hayf sana, asıl yazık sana, vah ve eyvah da sana olsun.”

Peygamber Efendimiz’in (sav) Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm’ın yayılması için bütün bu eza ve cefalara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o kendine yapılanlara aldırmaz, kin tutmaz ve kişileri Allah’a (cc) havale ederdi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, Efendimiz’in (sav) üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz (sav) eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fâtıma (ra), kapıyı açınca babacığını tanıyamadı ve ağlamağa başladı, ablaları da ağlıyordu. Peygamber babacığı ise kendilerine gülümsüyordu: “Zararı yok, su ile temizlenir.” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sükûnete kavuşturmağa çalışıyordu. Fakat küçük Fâtıma (ra) ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve O’na Allah'ın hıfz u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeğe çalıştı. Mekke'de Müslümanlara eza ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babacığına hicret izni verildi. Fakat Hz. Fatıma (ra) kardeşi Ümmü Gülsüm ve Sevde annemiz Mekke’de kaldılar. Günlerce süren kaygılı bekleyişten sonra, Efendimiz’in müşriklere yakalanmadan Medine’ye hicret ettiğini öğrendiler. Bu haber onları çok sevindirdi. Mekke’de çileleri henüz bitmemişti. Bundan sonra sekiz-on ay sürecek hasret dönemi başladı. Bu dönemi büyük bir kaygı ile geçiren annelerimiz müşriklerin arasında eşsiz bir sabır gösterdiler. Sonunda Efendimiz (sav) Zeyd b. Harise ve Ebu Rafi’yi ailesini getirmesi için Mekke’ye gönderdi. Artık hasret bitti, vuslat zamanı.  Fâtıma (ra) bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme'ye veda etti. Medine-i Münevvere'de huzurla yaşamağa başladılar. Babacığı Hz. Âişe (ra) annemizle, ablası da Hz. Osman (ra) ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış on dokuz-yirmi yaşlarına girmişti.

O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahipti. Üstün bir zekâsı, halim ve selim bir yapısı vardı. Son derece mütevazıydı. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci tanesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in (sav) bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten Hz. Fatıma’ya, Peygamberimiz’e (sav) hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için ashâbı kiramın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Nebiler Sultanı Efendimiz’in (sav) son çiçeğine tâlib olan ilk sahabe?…

Sevgi, muhabbet, fedakârlık bu olsa gerek. Seviyoruz derken şöyle bir duralım, “Acaba biz seviyor muyuz?” Ebu Cehiller hala var ise neden Fatıma’lar olmasın. Fatıma (ra) olamayız ama bizler yine de çıtamızı ona koymalıyız, O’nun gibi sevemesek de izini bulup yolundan gitmeliyiz. Rabbim bizlere daha çok sevebilmeyi nasip eylesin, bizleri sevsin, sevdiklerine sevdirsin, inşaallah. Âmin!

Kaynakça:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 1-2. Cilt, Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort