JoomlaLock.com All4Share.net

KÂİNATIN EFENDİSİ’NİN (sav) ANNESİ HZ. ÂMİNE (r.anha) -2

Yeni Doğan Çocukların Sütannelere Verilmesi Âdeti:
Yeni doğan çocukları sütanneye vermek, Kureyş ve diğer Arap eşrafının âdetleri idi. Bu da kadınların kocalarına daha iyi hizmet etmelerini ve çocukların kırda yaşayan Araplar içinde, özellikle havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini, düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi. Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl iki kez, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke'ye gelerek, yeni doğan çocukları ücretle emzirmek üzere alıp yurtlarına götürürlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselam’ı; Süveybe Hatun'dan sonra, Benî Sa'd b. Bekr kabilesinden sütannesi Halime Hatun götürüp emzirdi.

Halime Hatun, Kays b. Aylan’lardan Ebu Züeyb Abdullah b. Hâris'in kızı ve Sa'd b. Bekr b. Hevazinlilerden Haris b. Abduluzza'nın da zevcesi idi. Peygamberimiz Aleyhisselam’ın bu sütanne ve babadan kardeşleri de, Abdullah b. Haris, Üneyse binti Haris ve Şeyma binti Haris idi. Halime Hatun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sa'd b. Bekr kadınlarından da on kadın olduğu halde emzirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıkıp Mekke'ye geldiler. Halime Hatun der ki:

-İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim. Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu. Vallahi, o bize bir damla bile süt vermiyordu. Fakat biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umup duruyorduk. Üzerinde bulunduğum, zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı. Nihayet, Mekke'ye varıp emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de; ”Yetimdir!” denilince onu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor ve O’nun (Peygamber Aleyhisselam) hakkında da, “Yetimdir. Annesi ve dedesi, bize ne ihsan yapabilecek?” diyorduk. Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik.

Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı. O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz Aleyhisselam için sütannesi arayıp duruyordu. Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca, “Sen kimsin?” diye sordu. “Ben, Benî Sa'dlardan bir kadınım!” dedim. “İsmin nedir?” diye sordu “Halime!” dedim. Abdulmuttalib gülümsedi: “Ne güzel! Ne güzel! Sa'd ve hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şerefi de bunlardadır. Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, O’nu Benî Sa’d kadınlarına teklif ettim. Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz, diyerek, almaya yanaşmadılar. Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın? Belki onun yüzünden saadete, mutluluğa erersin.” dedi. Ben de; “Bana biraz müsaade et de kocama bir danışayım.” dedim. Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim ve:  “Mekke'de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün? Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum. Ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan dönmeyi istemiyorum. Vallahi, o yetime gideceğim, ve onu alacağım!” dedim. Kocam, “Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah (cc) onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder. Ey Halime! Git, al onu!” dedi.

Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib'i oturmuş, beni bekliyor bir halde buldum. Kendisine: “Haydi, çocuğu getir!” deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Hz. Âmine'nin evine götürdü. Hz. Âmine, bana “Hoş geldin! Safa geldin!” dedi. Beni Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın (sav) bulunduğu odaya götürdü. Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu geliyordu. Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum. Kendisini uykudan uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı. Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım. Hz. Âmine:

-Bana, üç gece: “Oğlunu, Benî Sa'd b. Bekr’lerde Ebu'z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!” denildi, dedi. Halime Hatun, “İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu'z-Züeyb'dir. O benim babamdır.” dedi. Hz. Âmine gerek hamilelik, gerek doğum sırasında gördüklerini haber verip “Oğlumu iyi koru!” diyerek Halime Hatun'a sıkı sıkı tembihte bulundu. Halime Hatun'un içi son derecede ferahladı, işittiği şeyler kendisini sevindirdi.
Halime Hatun'un Ailesinin Peygamberimiz Aleyhisselam Yüzünden Hayra ve Geçim Bolluğuna Kavuşması:
Halime Hatun, hatıralarını anlatmaya devamla der ki: “Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım. Binitimin ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona memelerimden dilediği kadar süt geldi! O da, onunla birlikte sütkardeşi de kanasıya emdiler ve uyudular. Hâlbuki bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmamıştı. Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Kendisi, ondan, içeceği kadar süt sağıp içti. Kendisiyle birlikte ben de içtim. Her ikimiz de süte kandık ve doyduk. Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik. Sabaha çıktığımız zaman, kocam bana: “Vallahi, ey Halime! İyi bil ki sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun.” dedi. “Vallahi ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum.” dedim. Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da kucağıma aldım. Hâris ise yaşlı devesinin üzerine bindi. Sirer vadisinde yol arkadaşlarına yetiştiler. Kadınlar: “Ey Halime! Ne yaptın?” diye sordular. “Vallahi, hayrı ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.” “Yoksa o kucağındaki, Abdulmuttalib'in oğlu (torunu) mu?” dediler. “Evet!” dedim. Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm. Vallahi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçtim. Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler. Nihayet, kadın arkadaşlarım, bana: “Ey Ebu Züeyb'in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesen, gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?” diyerek sesleniyorlar, ben de onlara: “Evet! Vallahi, işte o merkeptir.” diyordum. Şaşırıyorlar ve “Vallahi, buna şaşılacak bir şey olmuş!” diyorlardı. Nihayet, Benî Sa'd yurtlarındaki evlerimize geldik. Ben, Allah'ın (cc) yarattığı yerlerden, Benî Sa'd yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum. Fakat çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan süt sağıp içiyorduk. Hâlbuki hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu. Hatta kavmimizden, çevremizde bulunanlar, çobanlarına: “Yazıklar olsun size! Ebu Züeyb'in kızının çobanı nerede yayıyor, otlatıyorsa, siz de onunla birlikte yaysanız ya.” diyerek çıkışmakta idiler.” Yüce Allah (cc) bize, O’nun (Peygamberimiz Aleyhisselam’ın) yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu.

Peygamber Efendimiz’in (sav) büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu. Başka çocukların bir aydaki büyümelerini o bir günde büyüyor, başka çocukların bir yıldaki büyümelerini o bir ayda büyüyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam, daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu. Üç aylık olunca, ayağa kalkıp tay duruyordu. Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu. Beş aylık olunca, bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.  Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı. Yedi aylık iken konuşuyor, her tarafa gidip geliyordu. Sekiz aylık iken konuşuyor, konuşulanı anlıyordu. Dokuz aylık iken, açık ve düzgün konuşmaya başlamıştı. On aylık iken, çocuklarla ok atıyordu. Halime Hatun der ki, “İki yıl geçince, onu sütten kestim. Kendisi, iki yılı doldurduğu zaman, oldukça iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. O’nu annesine götürdük, ama biz, O’nun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, kendisini yanımızda bir müddet daha tutmaya istekli bulunuyorduk.”

Habeş Hristiyanları’nın Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Halime Hatun'un Elinden Almaya Kalkışmaları:
Sütannesi Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Medine’ye annesine götürürken, Sirer vadisinde Habeş Hristiyanları’ndan bazı kimselere rastlamıştı. Hristiyanlar, Halime Hatun'a nereye gittiğini sordular. Sonra Peygamberimiz Aleyhisselam’a dikkatli dikkatli baktılar. Arkasını döndürüp O’nun iki kürek kemiği arasındaki peygamberlik hatemine, gözlerinin beyazındaki kırmızılığa baktılar. Kırmızılık hakkında: “Gözlerinden bir şikâyeti, hastalığı var mı?” diye sordular. Halime Hatun, “Hayır! Bu kırmızılık gözlerinden hiç ayrılmaz.” dedi. Hristiyanlar, “Biz, bunu kralımıza, ülkemize götüreceğiz. Çünkü bunun bizimle ilgili hali, şanı vardır. Biz, onun işini biliyoruz.” dediler. Hristiyanlar, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında o kadar baskı yaptılar ki, Halime Hatun O’nu zorla elinden alacaklarından   korkmaya başladı. Fakat Yüce Allah (cc) O’nu onlardan korudu. Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı onların ellerinden güçlükle kurtarıp, Hz. Âmine'nin yanına götürebildi. Hz. Âmine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında bilgi verdi. onun uğurluluğu yüzünden gördükleri hayır ve bereketi anlattı. Habeş Hristiyanları’nın yaptıklarını da haber verdi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Benî Sa'd Yurduna Tekrar Götürülüşü:
Halime Hatun,  Hz. Âmine'ye: “Oğulcuğumu, iyice büyüyünceye kadar benim yanımda bıraksan iyi olur. Çünkü ben onun Mekke vebasına yakalanmasından korkuyorum!” dedim. Bu hususta o kadar ısrar ettim ki, nihayet, Hz. Âmine onu yanımızda bırakmaya razı oldu ve: “Oğlumla birlikte yurduna dön! Ben de O’nun Mekke vebasına tutulmasından korkuyorum. Vallahi, onun hali, şanı büyük olacak!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Atlattığı İkinci Tehlike:
Halime Hatun; yurtlarına uğrayan bir Yahudi cemaatine: “Siz, bu oğlum hakkında bana bir şey söylemeyecek misiniz?” deyip, Hz. Âmine'nin kendisine anlattığı gibi: “Ben ona hamile iken şöyle şöyle, onu doğurduğumda şöyle, rüyada da şöyle gördüm.” diyerek görülenleri anlatınca, Yahudiler birbirlerine: “Onu öldürünüz.” dediler. Halime Hatun'a da: “O, yetim midir?” diye sordular. Halime Hatun, “Hayır! Şu, onun babasıdır. Ben de annesiyim.” dedi. Yahudiler: “Eğer yetim olsaydı, onu muhakkak öldürürdük.” dediler. Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı hemen oradan götürüp kendi kendine: “Az kalsın emanetimi harap edecektim!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Göğsünün Melekler Tarafından Yarılışı ve Tartılışı:
Sütannesi Halime Hatun yemin ederek der ki: “Muhammed Aleyhisselam, süt-kardeşi Abdullah ile birlikte evimizin arkasında, küçük kuzularımızın yanında bulundukları sırada, sütkardeşi telaş ve heyecanla koşarak bize geldi. Bana ve babasına:

-Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, o Kureyşî kardeşimi tutup yere yatırdılar, kendisinin karnını yardılar! Şimdi, onun içini karıştırıyorlar.” dedi. Ben ve babası, hemen ona doğru vardık. Kendisini, ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulduk. Ben, hemen tutup onu bağrıma bastım. Babası da bağrına bastı. “Sana ne oldu yavrucuğum?” diye sorduk. “Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam gelip beni yatırdılar, karnımı yardılar. Karnımda, bilemediğim bir şey aradılar.” dedi. Birlikte, çadırımıza döndük. Sütbabası Haris, “Ey Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum, sen, başına bir felaket gelmeden önce, O’nu hemen ailesine götür teslim et!”dedi. Bu hadise, bazı kaynaklara göre Peygamberimiz Aleyhisselam’ın dört beş yaşlarında bulunduğu sırada vuku bulmuştur.

Peygamberimiz Aleyhisselam da bu hususta şu açıklamada bulunmuşlardır:

“Ben, Sa'd b. Bekr’lerde emzirilip büyütüldüm. O sıralarda, sütkardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kendimize ait küçük kuzuları yayıyor, otlatıyorduk. Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, içi kar dolu, altından bir leğen ile yanıma geldi. Beni tutup karnımı yardılar. Kalbimi çıkardılar. Onu da yardılar. Kalbimin içinden, kara, pıhtılaşmış bir kan parçası çıkarıp attılar. Sonra, kalbimi, karnımı, o karla iyice yıkayıp temizlediler. Sonra da, onlardan birisi, arkadaşına, “O’nu, ümmetinden on kişi ile tart!” dedi, beni onlarla tarttı. Ben onlardan ağır geldim. “O’nu ümmetinden yüz kişi ile tart!” dedi. Beni onlarla tarttı. Ben yine onlardan ağır geldim. “O’nu ümmetinden bin kişi ile tart!” dedi, beni onlarla tarttı. Ben onlardan da ağır geldim. Bunun üzerine, “Artık O’nu tartmayı bırak! Vallahi, O’nu bütün ümmeti ile tartacak olsan, yine de O ağır gelir, dedi.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort