JoomlaLock.com All4Share.net

MÜSLÜMANIN DİN ANLAYIŞI NASIL OLMALIDIR?-2

Mescitlerin Fonksiyonu ve Câmi Kültürü:
Bu bağlamda, bizi biz yapan, bize kimlik ve kişilik kazandıran câmiler ve fonksiyonlarından söz etmek yerinde olacaktır. Bizim kültürümüzde câmi, toplayıp yeni bir millet ve yepyeni bir medeniyet oluşturan müstesna bir sosyal kurumdur.

Siyer kitaplarına ve ilgili yorumlarına bakacak olursak Efendimiz (sav) zamanında mescidin / câminin şu işler için kullanıldığını görürüz:

1) İbâdet yeri.1
2) Millet meclisi, siyasî, idarî ve askerî mes’elelerin müzâkere edilip karara bağlandığı kamu yönetimi merkezi.2
3) Milletlerarası siyasî görüşme salonu; Benî Sakîf ve Necrân heyetlerinin burada karşılanması buna bir örnektir.3
4) Eğitim-öğretim ve kültür merkezi (okul); mescit en çok bu iş için kullanılmıştır.4
5) Kimsesizler yurdu, geçici barınak. Suffe ashabının durumu buna en güzel örnektir. Ayrıca, çeşitli sebeplerle evinden ayrılanlar da geçici olarak mescitte kalırlardı.5
6) Sosyal yardımlaşma ve dayanışma merkezi.6
7) Mahkeme salonu; genellikle dâvalara burada bakılır ve hükme varılırdı.7     
8) Geçici hastane, kızılay merkezi.8
9) Devlet misâfirhanesi; yabancı delegeler, temsilciler geldiği zaman burada ağırlanırdı. Bir nevi elçilik binasıydı da.9
10) Kültür ve sanat merkezi; mescitte zaman zaman çeşitli oyun ve gösteriler sergilenir, şiirler okunurdu.10

Mescidin yalnızca bir ibâdet yeri olarak kullanılmayıp da bu kadar geniş çerçeveli hizmetlere sahne olarak kullanılması iki hikmete dayansa gerek:

1- Müslüman’ın mescit içinde bir hayatının, mescit dışında bir hayâtının olmayacağı anlaşılmış oluyor. Çünkü Müslüman’ın hayatı bir bütündür. Mescit içinde de, mescit dışında da bir olan Allâh’a itaatımız söz konusudur. Yâni, mescit içerisinde Allâh’a kulluk arzederken, mescidin dışındaki yaşantımızda O’nun emir ve yasaklarıyla çelişen beşerî kurallara itaatımız bahis mevzûu olamaz.

Mescidin bu fonksiyonu, yani bu kadar işin mescitte toplanması, Müslüman’ın hayatındaki tevhîde ve bölünmezliğe işaret ediyor. Eğer bir iş günahsa, haramsa, mekrûhsa, Allâh’ın rızâsına aykırı ise, o ne mescitte yapılır, ne de mescit dışında...

2- Ey mescit ve câmi cemaatı!. Mescit merkezli teşkilatlarla insanları bir çatı altında bütünleştirin. Faaliyetleriniz bu merkezden sevk ve idâre edilsin. Güçlü bir organizeyle Allâh’a itaat sağlamak üzere âdetâ her yeri câmi gibi, mescit gibi bilin.11  Peygamber Efendimiz’in (sav) Kur’ân’dan başka bir tezi ve câmiden başka bir okulu yoktu. İslâm’ın ilk devirlerinde Halîfe hem ordu kumandanı olarak reisti, hem de câmide imâmdı. Hz.Peygamber (sav) ve aynı şekilde halîfeler, Müslümanlara dinî bir konuda va’zetmek istedikleri zaman siyasal bir nutuk yeri olan minbere çıkar ve Müslümanlara hitap ederlerdi. Aynı şekilde, herhangi bir düşmanla savaşmak için bir ordu gönderildiği zaman aynı minbere çıkıyor, siyasî ve tamamen maddî konulardan konuşuluyordu. Özetle, câmi bir ibâdet merkezi olduğu kadar, bir hareket ve faaliyet merkeziydi de...12  Namaz imâmı, Hz. Peygamber’in (sav) uygulamasına göre, dînin reisi olabildiği için, otomatik olarak hem dinî ve hem de siyasî bir boyut vardı namazda. Oysa ki namaz, tamamen manevî özelliktedir. Her bölgede, o bölgenin siyasî temsilcisi aynı zamanda câminin imâmıydı. Câmilerde görevli gibi görünen imâm ve hatipler, aslında siyasî-idarî yapıda görev alan kişiler olup birer kamu bürokratıdırlar.13 Bu sebeple, o bölgedeki Müslümanlardan herhangi birinin bir şikâyeti olsaydı, kadıya gideceğine doğrudan doğruya câmiye gider ve şikâyetini câminin imâmına bildirirdi. Çünkü imâm, o bölgenin mülkî idâre âmiri / vâlisiydi.14  Bu hikmete binâendir ki, cuma namazı bir devlet namazı olarak farz kılınmış olup imâmet için, özellikle Henefî fıkıhçılarınca, velâyet-i âmme sahibi olan
devlet başkanı şartı aranmıştır.15  

Câmiler, dünyanın en üstün ilim, edep, fazilet ve kendini tanıma bilgisinin verildiği; aynı zamanda da gösterildiği eğitim-öğretim yerleridir. Osmanlılar, en şanlı zamanlarında yalnız câmi kültürü ile yetişmişlerdir. O zamanlar câmiler hem ibâdet mahalli, hem de muhit ve memleket mes’elelerinin görüşüldüğü yerlerdir. Hükümetin tebliğleri özellikle sabah ve yatsı namazlarından sonra halka duyuruluyordu. Hükümetin bir ayağı câmide idi.

İslâm’da dîn ve dünya, cismanî ve uhrevî ayrımı yoktur. İslâm her bakımdan tevhîd dînidir. İnsanların temizlenmesi ile ilgili hükümler indiren Yüce Yaradan’ın, dünya işlerinin en önemlisi olan devlet idâresi ile ilgili hususlarda hak ölçüler koymamış olması mümkün müdür? İnsanın dünya ve âhiret mutluluğunu gâye edindiğini söyleyip dururken, İslâm’ın, devlet işleriyle ilgilenmediğini savunmak onun evrenselliğine halel getirmez mi?

İslâm’ın devlet anlayışında, devlet kavramı dînin içinde erimiş, dîn ile bütünleşmiştir. Bizde, muharref Hıristiyanlıkta olduğu gibi, dîn ve devlet yok; dîn-devlet vardır. İslâm devleti, cihanşümul (evrensel) bir barış devletidir. Toplumun refah ve mutluluğunu hedefleyen bir siyaset güder.     

Çâreler üretme bilgisi ve tekniği, toplumu yönetme sanatı olarak ele alınacak olursa, siyaset, faaliyet alanları ve gâyeleri itibariyle, bir anlamda dînle örtüşmektedir. Ne var ki İslâm, temel ilkelerin dışında siyaset modeli ve siyasetin keyfiyeti ve şekli konularında değişmez kural, öneri ve prensipler getirmemiştir.

“İster kral idâresi, ister halk idâresi
Dîn siyâsetten ayrıldı mı Cengizliktir gerisi” 16

Bu bağlamda, birilerinin “Peygamber devlet kurmak değil, dîn kurmak! İçin gönderilmiştir” ve “İslâm’ın yüzde doksan dokuzu bireyseldir, onun toplumsal ve siyasal yönü yoktur” tarzındaki söylemlerini de, Müslümanları sosyal hayattan tecrit etme ve onların başsız sürüler hâlinde yaşamalarının devamını sağlama adına söylenmiş lakırdılar olarak algılamak gerekir. Oysa Yüce Peygamberimiz’in (sav) şu sözü, yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır: “Ben insanları idâre etmek için gönderildim.” 17

İslâm dîni bir sosyal hareket olarak gelişmiş ve Peygamber’in hayatında örgütlenmiştir. İslâm’ın Medine dönemi tamamen bir siyasî-idarî hareket ve örgütlenme görünümündedir.

Hz.Peygamber (sav) hicretlerinden sonra sosyo-politik organizasyon (ümmet) gerçekleştirerek dinî ve dünyevî iktidarı şahsında birleştirmiş böylece tevhîd esasının bu alandaki görüntüsünü sağlamıştır. Ve tâbiî, büyük ölçüde kuvvetler ayrılığı ilkesinin en güzel örneğini vermiştir.18  Allâh Resûlü (sav), âhirete intikal ettiğinde hemen hemen bütün Arap yarımadasının kudretli peygamber-yöneticisi idi. O’nun yönetimi ya da yöneticiliği, bir tür peygamberlik görevini yerine getirme biçimi idi. Bu sebepledir ki, dîn (İslâm) beşer hayatının bütün sahalarını kuşatan ve yönlendiren bir olgudur. İslâm câmide ve savaş alanında bulunduğu kadar, çarşı-pazarda, okulda, yasama kurumunda da bulunmalıdır; çünkü bütün buralar İslâmî değerleri gösteren ve yorumlayıp uygulayan yerlerdir. Bütün bunları hesaba kattığımızda, siyasî aksiyonun, İslâm’ın ve onun hayatın kamu kesiminde temsil ettiği değerlerin bir unsuru, bir tezâhürü ve zorunlu bir vasıtası olduğunu söylemek zorundayız.19

Niçin Müslümanım?

 
En belirgin özelliklerinden olarak İslâmiyet;
1- Tüm eksikliklerden beri, tüm yüceliklerle vasıflı bir Rabb`e inanmayı öngördüğü için,
2- En son, en yeni, en mükemmel ve en mantıkî dîn olduğu; bilgi ve inancın sağlam ve kesin delillere dayanmasını ve taklîdle yetinilmemesini öngördüğü; akıl ile nakil, dîn ile dünya, fert ile toplum ve toplum ile devlet arasında tam bir âhenk kurduğu için,
3- Her çağın ihtiyacına cevap verecek mükemmellikte olup sağlıklı bir denge içinde dünya ve âhiret mutluluğunu hedeflediği için (Bakara/201, Kasas/77),
4- Çağlar üstü, zaman ve mekân boyutunda evrensel olup bütün insanlığa (Furkân/1) hitap ettiği; millî ve ırka dayalı bir dîn olmadığı için,20
5- Fıtrî bir dîn21  olup bütün hükümleri insanlığın yaratılışına uygun olduğu22  ve körü körüne bir îman istemediği; akılla hareket etmeyi (aklîliği),23  doğru düşünmeyi, araştırmayı24 ve bilimselliği öngördüğü,25  gerçeği bulmayı engelleyen vehim ve hurafelere, karışık ve ‘sır’ kabul edilen dogmalara yer vermediği için,
6- Kolaylık dîni olduğu, güçleştirmediği için,26
7- Ayrım gözetmeden herkese yardımı öngördüğü ve yardımın istismarına karşı çıktığı için,27
8- İslâm`a itaat eden bütün kadınları kutsal addettiği için,28    
9- Kurtuluşu sadece Allâh`ta gördüğü için,29
10- Temizliği emrettiği ve temiz olan her yerde ibâdeti öngördüğü için,
11- Dünya ve âhiret dengesini mantıkî bir şekilde kurduğu için,
12- İnsanların temelde eşit olduğunu ilan ederek ırk ve sınıf farkını, bunlara bağlı imtiyazları kaldırdığı, üstünlüğü akıl ve rûh kemâline, bilgi ve fazilete bağladığı için; buna paralel olarak insanlığı hilkatte eş, Müslümanları dînde kardeş kabul etmekle gayri müslimlere de hoşgörülü olduğu; onlara karşı emperyalist emeller gütmediği ve olumsuz bir misyon yürütmediği için,30  
13- Barış dîni olduğu için (Nahl/125),31
14- İbâdet ve tevbede aracı kabul etmediği için,
15- Doğuştan var olan haklarımı koruyucu tedbirler öngördüğü için,
16- Güzel ve en ideal ahlakı öngördüğü için,
17- Sosyal adâleti sağlayıcı ilkeler koyarak insanca yaşanan ideal bir toplumun oluşmasını hedeflediği için,
18- Kendinden önceki bütün ilâhî dînleri, o dînlerin peygamberlerini ve kutsal kitaplarını kabul edip yadsımadığı için (Mâide/68),
19- Her vesileyle bayraklaştırdığı ‘iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama’ ilkesiyle îmanın sosyal ve siyasal boyutuna vurgu yaptığı için (Tevbe/72),
20- Herkesi yalnız kendi günahlarından sorumlu tutarak suçun şahsîliğini savunan bir dîn olduğu için,
21- Hiçbir şahsa, kurum ve otoriteye muhtaç olmaması bakımından teokratik bir din olmadığı için,
22- İslâmiyet`te dîn o kadar erişilebilirdir ki, herkes aynı oranda bu dînin bilgisine sahip olabilir. Dolayısıyla dinî işlemlerin yürütülebilmesi için ruhbân sınıfına32  ihtiyaç olmadığına inandığım, bilakis ruhbânlığı ibâdette aşırılığa saparak dünya işlerinin ihmâlini önleyen bir hayat tarzı olarak gördüğüm için ve daha birçok sebeplerden ötürü cân-u gönülden Müslümanım ve gül gibi dînimi bir gül dalı nârinliği ve hassasiyetiyle yüreğimde koruyor ve her alanda yaşatmaya çalışıyorum.

1- Bak. Mustafa Ağırman, Hz.Muhammed Devrinde Mescid ve Fonksiyonları,  s. 111
2- Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.109; Ağırman, age., s.158, 173, 177; DİA, c. 7, s. 51-52
3- Ağırman, age. s. 159
4- age. s. 131; DİA, c. 7, s. 50-51
5- Münir Muhammed Gazban, Nebevî Hareket Metodu, c.1, s. 216;     Ağırman, age.,s. 146
6- Ağırman, age., s. 168; 7- age., s. 173; DİA, c. 7, s. 52
8- age., s. 165; 9- age., s. 159-160
10-  Karaman, İslâm Işığında Günün Meseleleri, c. 3, s. 83
11- Karaman, Türkiyede İslâmlaşma ve Önündeki Engeller, s. 21-23
12- Hamidullâh, İslâm Müesseselerine Giriş, s. 30
13-  Dursun, age., s.114,   14- age.,s.30
15- İbnu’l Humâm, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, s. 129; Ayrıca bak. Zebidî, Tecrîd-i Sarîh Trc., c. 3, s. 47 vd.
16- İkbâl, Cebrail’in Kanadı’ndan
17- İbn Kesîr, Tefsîru Kur'âni'l-Azîm, c. 1, s. 556; Münavî, age., c. 3, s. 203, Ha.: 3151, Aclûnî, age., Ha.: 918
18- Bak. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. 1, s. 191; c. 2, s. 888; Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s. 108.
19-  Fazlur Rahman, Allâh’ın Elçisi ve Mesajı (Makaleler 1), s. 60-61
20  Kuşkusuz, her asırda sömürünün (vahşi Batı) ileri karakolu işlevini görmüş bulunan Hıristiyanlıkla, millî dîn olan ve kendinden olmayanları sağmal inek gören, onların her şeyleri ile yağma ve talan edilmesine izin veren (Tesniye/20:13) Yahudiliğin evrensel nitelikte olması imkân dışıdır. Tevrat`ta Yahudiliğin evrensel olduğuna dair bir kayıt bulunmadığı gibi (Bak. Hezekiel/36:6; II. Kırallar/5:15; İşaya/54:3), Hıristiyanlık da İsâ`nın (a.s.) kendi ifadesiyle evrensel değil, yerel bir dîndir (Bak. Matta/15:24).
23- Müslim, Kader, 25.
24-  İnsan İslâm'la dindarlaşma kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır. İslâm'da akla ve insan tabiatına zıt hiçbir şey yoktur. Örneğin Roma hukukunda yer alan ve borçlunun alacaklıya kendini satma hakkı gibi doğal olmayan bir şey mevcut değildir. Bak.Mehmet Fehmi (sad. Niyazi Kahveci), İslâm Hukuk Felsefesi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ank.-1994, s. 9, 10.
25-Bak. Rûm/24, Bakara/44; 26-  Bak. Nahl/43, Hucûrât/6.
27-  Bak. Nahl/43. Ayrıca, Peygamberimizin (a.s.) sadece şu hadîsini bu anlamda kayda değer buluyorum: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın, âhireti isteyen ilme sarılsın, her ikisini isteyen ilme sarılsın”, “Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bun¬ları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun”. Taberânî, Mu'cemü's-Sağîr, (trc. İsmail Mutlu), Mutlu Yay. c. 1, Ha.: 541
28-  Bak. Bakara/185, 286; Buharî, İlim: 11, Edeb: 80; Müslim, Cihâd: 4.
Sadaka ve yardımda gizlilik esastır. Bak. Buharî, Zekât: 14 , Müslim, Zekât:1031,  
Bilindiği gibi Hıristiyanlıkta sadece rahibeler kutsal kabul edilir.
29-  Oysa diğer dînler ebedî kurtuluşu sadece kendilerine hasrederler (Bakara/111).
30-  Bak. Fussilet/34, Şuarâ/40
31-  İslâmiyet, filolojik yapısı ve lügat mânası itibariyle ‘barış’ anlamına gelmekle çok yönlü bir esenliği öngörür.
32-  Napoleon bile şöyle demiştir: "Eğer bir dînin dindârı olsaydım Müslüman olurdum. Zira Müslümanlıkta ruhbâniyet yoktur". (A.Vakit, Tefekkür, 6 Nisan, 2008, Pazar).

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort