JoomlaLock.com All4Share.net

VELÂYET MAKAMI

Velî, îman esaslarına inanan, Allâh’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınan, çokça tâata yönelen kimsedir.1

Velî, Allâh’ı seven, O’nu dost bilen, itaat hâlinde bulunan kul demektir.2

Velî, daimî ve ebedî olarak Hakk Teâlâ tarafından korunan ve himâye edilen kimse anlamına gelir. Velîyi koruma işini bizzat Allâh üzerine almıştır. Allâh, velî olan kulu için hizlân yaratmaz. Yani, âsi ve günahkâr olmak için ona kuvvet vermez; velî olan kuluna tevfikini devam ettirir, yani tâatta bulunmak için ona güç verir. Nitekim âyette “Allâh sâlih kullarının işini üzerine alır” (A’raf/196).3 buyurulmaktadır. Bununla birlikte evliyâ, peygamberler gibi mâsum olmadıkları için şeytanın etki alanından çıkmış değillerdir. Nitekim Bel’am b. Ba’ura, kerâmet konusunda başkalarının ulaşamadığı dereceye yükselmişken, Hz.Mûsâ’ya ihâneti yüzünden şâkî (îmansız) olarak dünyadan göçmüştür.4

a)Velâyette Gizlilik:
Ömer en-Nesefî, velînin velâyet iddiasında bulunmasının, yani “ben velîyim” demesinin câiz olmadığını, hatta bu iddiada bulunan bir kimsenin velâyet mertebesinden düşeceğini belirtir.5

İmâm Rabbânî (1034/1625), “Bir velînin, velî olduğunu bilmesinin aslâ şart olmadığını, evliyâullâhtan birçoklarının kendilerinin velâyetlerinden haberi olmadığını ve bunların kendilerinin velî olduklarını bilmediklerine göre başkalarının da bu zatların velî olduklarını bilmelerinin şart olmadığını” söyler.6

Cenâb-ı Hakk’ın velîlik sırlarını gizlemesindeki hikmet, dostlarının kadr-ü kıymetini halkın indinde yüceltmek, bir de şöhret öteden beri her şeyde âfet olduğu gibi, velâyetin örtülmesi de îman ehline bir tür rahmettir.

“Sanma taleb-i devlet-ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir yâr içün âh etmeye geldik”

Velâyette gizlilik esası üzerinde fazlaca duran sûfiler, kerâmeti hayz-ı ricâl (erkeklerin kadınlarda olduğu gibi hayız çamaşırlarını izhâr) olarak görmüşlerdir. Kerâmetin izhârı, onlarca, bu nispette çirkin kabul edilmiştir.7

Bu bağlamda, şunu da söyleyelim ki, câhil dervişlerin geçmişten bu güne, en çok istismar edegeldikleri konulardan biri, kerâmet konusu olmuş; müritler, şeyhleri için en tabiî olayları bile kerâmet olarak yorumlamışlardır. Bu karamizahı şu mısralar güzel dile getirir:

“Şeyh uçmazsa kerâmetle eğer
Mürit uçurur tâ bekamer” (aya kadar).

b)Velî Olan Zâtın Hareketleri İslâm’a Uygun Olmalıdır:
Klasik kitaplarımızda tayy-i mekânda (mekân mefhumunun ortadan kalkması) bulunmak, kalplerdeki gizli düşünceleri okumak, suda yürümek, duası süratle kabul olmak, insanların gözlerinden kaybolmak gibi hâller hep kerâmetten sayılmıştır.8

Fakat bütün bu olağandışılıklar kendisinde görülen zâtın yaşantısının İslâm’a uygun olması, Ehl-i Sünnet’e aykırı hareketlerinin bulunmaması gerekmektedir.9

İslâm dîniyle ilgisi ve îmandan nasibi olmayan kimselerde görülecek hârikalar, o kimsenin yetkinliğine ve velîler silsilesinden olduğuna delil olarak kabul edilemez.

Böyle bir kimse havada uçarken, deniz üzerinde yürürken, arpayı duvarda yürütürken ve ateş içinde yanmadan otururken görülse bile, bu hâller onun kerâmeti olarak asla kabul edilemez. Havada uçmak kuşlarda; denizde gezmek balıklarda; ateşten etkilenmemek şeytanlarda da görülebilir. Kendisinden pek çok kerâmet ve keşf hâli nakledilen Bâyezid-i Bistâmî (ö.234/848) olağanüstü hâllere önem verilmesini istemezdi. ‘Falan kişi tayy-i mekân ediyor’ denilince, ‘Allâh’ın lânetlediği şeytan ile leş yiyen kargalar da aynı şeyi yapıyor’ diyerek bunları önemsemediğini göstermiş ve aslolanın şeriat hükümlerine bağlı kalmak olduğuna işaret etmişti.10

Hind fakirlerinde veya sahne oyuncularında görülen ve hârika işlere benzerliği bulunan şeyler, ya sihir veya şâbeze11 denilen el çabukluğu türüne girerler. Mucize veya hârikayla alâkası yoktur, bir sanattır. Tabiat kanunlarının çok kurnazca insanlar tarafından bilinmeyen yol ve yöntemlerle kullanılması sonucunda ortaya çıkar. Öğrenmekle elde edilebilir.12

c)Velînin, Kerâmetini Bilmesi Gerekmez:
Kerâmet sahibinin, her zaman kerâmetinin bilincinde olması gerekmez. Yani bazan da kerâmet gösterdiğini bilmez. Kerâmetin evlâ ve kendi açısından selâmetli (sakıncasız) olan kısmı budur. Kerâmet olarak bilmediği için, nefsine nispet etme ihtimali yoktur.13

Evliyâya, Allâh’ın kerâmetlerinden bir şey zuhûr ettiği zaman Allâh’a karşı olan zillet, meskenet, korku, tevâzu, nefislerini hakir görme ve Allâh’ın üzerindeki haklarına riâyet etme gibi duyguları daha da artar. Bu ise, onların hizmetlerini çoğaltır, yaptıkları mücadelelerde kendileri için güç kaynağı olur, verdiği nimetlerden dolayı Allâh’a şükretmelerine vesile teşkil eder.14 Bu anlamda kerâmetin izhârı zarardır, ikrâmın izhârı ise bir tahdis-i nimet (nimeti açığa vurarak şükür getirmek)tir.15

d)Velîde Aranan Şartlar:
Velînin kerâmeti, hiçbir şekilde Nebî’nin şeriatının hükmüne aykırı düşmediği gibi, kendileri de rütbece onlardan üstün olamazlar.16 Zira onların derecelerine ulaşamazlar ki üstün de olsunlar. Çünkü Peygamberler mâsum oldukları gibi sû-i hâtimeden de emindirler. Vahiy ve melek müşahedesiyle şereflenmişlerdir. Evliyânın bütün yetkinliklerini bünyelerinde topladıktan sonra insanların irşadı ve ahkâmın tebliği ile memurdurlar.17 Velî, nübüvvet iddiasında bulunamaz. Bulunursa küfrüne hükmolunur.

Velî için aranan şartlardan birkaçı şöyledir:
1)Ahkâm-ı Şer’iyyeyi bilip, Kur’ân ve Sünnet’i muhafaza etmek.

2)Ahlâk-ı Muhammediye ile ahlâklanmak. Çünkü şer`î edeplerden birine aykırı davranan birine Allâh velîlik sırrını emânet etmez.18

3)İslâm dînini iyi bilmek.19

Bu sebepledir ki, İmâm Şafiî Hazretleri (ö.204/ 820) şöyle demiştir:

“Allâh, câhili velî (dost) edinmemiştir. Eğer onu velî edinecekse, önce onu âlim yapar (daha sonra dost edinir).” 20

e)Velîden Teklif Düşmez:
İslâm’dan önce mevcut olan irfâniye (gnostisizm)21 akımının etkisiyle söylenmiş olan “Abd-i sâlik mârifet makamına ulaşınca ibâdet teklifi düşer” sözü,22 öteden beri birçok hararetli tartışmanın odağı olmuştur. Evvelâ bilmelidir ki böyle bir hüküm İslâm`ın özüne aykırıdır; temel kaynaklarımız böyle bir anlayışı reddeder. Sonra insanın aklı başında olduğu sürece de ondan teklif düşmez, yükümlülüğü sona ermez.23

Kaldı ki, muhakkik âlimler, gayet iyi niyetle bu sözü tekrarlayan mutasavvufları da rencide etmemek için, eskilere dayanan bu tartışmaya şu mâkul yorumlarıyla son noktayı koymuşlardır:

“Teklif, ‘külfet’ten müştaktır (türemiştir). Külfet, meşakkat anlamınadır. Şu hâlde ârif ibâdet ederken külfet ve meşakkat şöyle dursun, lezzet duyar, kalbi tâatla inşirah bulur, şevki artar, saâdet sebebi olduğu için ibâdetle neş’elenir. Bu yüzden bazı meşâyih demişlerdir ki: “Dünya âhiretten efdaldir.” Çünkü dünya dâr-ı hizmet (hizmet yurdu), âhiret ise dâr-ı ni’mettir. Hizmet makamı, nimet mertebesinden üstündür. Hz.Ali’den şöyle nakledilir: “Şâyet cemaatle cennet arasında muhayyer bırakılsam, cemaati seçerim. Çünkü mescit Allâh hakkıdır. Cennet ise nefsin hazz ve lezzetidir.” Bu sebeple kimi evliyâ dünyada kalmayı, âhirete kavuşmak arzusuyla birlikte ölüme tercih etmişlerdir.”24

Anlaşıldığı gibi, tasavvufî terimlerin ve bu anlamda söylenmiş sözlerin esprisini kavramak, biraz da Arap lügatının zevkine varmağa bağlıdır. Aksi takdirde, bilmeden, Allâh’ın dostlarını töhmet altında bırakmış oluruz ki Ehl-i Sünnet olmanın bedeli bu olmasa gerektir.

Sehl b. Abdullâh Tusterî (ö.273/886), tasavvufun temel prensiplerini şöyle sıralıyor:
“Yolumuzun yedi temeli vardır: Kitaba bağlılık, sünnete uymak, helâl lokma yemek, başkalarını üzmekten kaçınmak, günahtan uzak durmak, sık sık tevbe etmek, herkesin hakkını gözetmek.”25

Cüneyd-i Bağdadî (ö.279/908) de diyor ki:
“Velîden teklif düşer, diyenler ağır bir cinâyet işliyorlar. O kadar ki, zina eden, hırsızlık yapan kimse bile bu sözü söyleyenlerden daha iyidir.” Yine aynı gönül sultanı sadece Kur`ân ve Sünnet çerçevesindeki mârifetin geçerli olduğunu vurgulama sadedinde şöyle der: “Peygamberimizin izinden gitmenin, O’nun sünnetine uyup bağlı kalmanın dışında her yol Allâh’a kapalıdır.”26

İmâm-ı Rabbânî (1034/1625) çölde yürürken, boşluktan gelen “Yâ İmâm senden namaz kaldırıldı” hitabını, taşımış olduğu bilgi ambarında tarayınca ağzına gelen cevaptan evvel, ayakları şişene kadar namaz kılan Şanlı Peygamber’i hatırlayıverdi ve “Ey laîn şeytan, bu ses senin sesin. Çünkü iki cihan serverinden kaldırılmayan namaz, benim gibi birinden mi kaldırılacak?” şeklinde karşılık verdi.

Şeytan; “Seni ilmin kurtardı. Ben nice kimseleri cehennemin esfel-i sâfilîne gönderdim” cevabını verdi.27

“Velîler rütbede ermez nebîye
Bedihîdir bu söz her bir zekîye
Sukût-u emr-ü nehy olmaz velîden
Hilâf-ı şer’ şey gelmez velîden”


1- Ebû Nasr Serrâc, el-Lüma’ (İslâm Tasavvufu), (trc. H.Kâmil Yılmaz), Altınoluk, İst.-1996, s. 529
2-Bu tarif, Velî kelimesinin ism-i fâil olmasına göredir.
3-Bu tarif de kelimenin ism-i mef’ûl  olmasına göredir. Bak. Abdulkerim Kuşeyrî, Risale, s. 536-537
4-Beycurî, Şerh-i Cevhere, s. 175
5-Ömer Nesefi, Akaid, s. 177; Ramazan Efendi, Hâşiyetü Şerhu’l-Akaid, s. 292-293
6-Bak. İmam Rabbânî, Mektubat, c. 2, s. 1219, Mektup: 405
7-Gümüşhanevî, Levamiu’l-Ukul, c. 1, s. 106; Cengiz Gündoğdu, Tasavvufta Velâyet Kavramı, Basılmamış Tez Çalışması, Erzurum, s. 86
8-Kelabazî, Taarruf (trc. Süleyman Uludağ), s. 106
9-Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yay., İst.-1990, s. 139
10-Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi (heyet), c. 14, s. 362; DİA, c. 5, s. 240
11-Bu kelimenin eşanlamları şunlardır: Şa’veze, hokkabazlık, gözbağıcılık, illüzyon, çeşm bendî, göz boyama, hiffet-i yed.
12-Namık Yazıcı, Peygamberimizin Mucizeleri, Ebru Yay., İst.-1987, s. 56
13-Yazıcı, age., aynı yer.
14-Kelabâzî, age., s.109
15-Bediuzzaman, Mektubât, s. 32
16-Taftazanî, Mekâsıd, c. 5, s. 77
17-İbn Kemâl, Risâletü’l-Münîre (Nevevî, Kırk Hadîs’le birlikte), s. 11
18-Bak. DİA, c. 5, s. 240
19-Bak.Uryanî, Kaside-i Nûniye Şerhi, s. 124
20- Aclunî, Keşfu’l-Hafâ., c. 1, Ha. 684’ün izahı; İbn Hacer, Fetevâ’l-Hadîsiye, s.128
21-İlahî sır ve hakikatlerin sülûk ve riyâzet neticesinde hâsıl olan ilhâmla bilineceğini, hatta irfân sahibi âriflerden ibâdet etme yükümlülüğünün düşeceğini savunun mistik akım. Bak. DİA., c. 28, s. 56.
22-Enterasandır ki bu iddia sahiplerinin âyetten getirdikleri delil, Ehl-i Sünnet`in onlar aleyhine öne sürdüğü şu âyettir: “Yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibâdet et” (Hicr/99). Onlara göre, “yakîn”, sözünü ettiğimiz anlamda “mârifet makamı”dır.
23-Bu konuda bak.  İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, s. 335.
24- Osman El-Evşî, Tuhfetu’l-Eâlî Alâ Şerhi Bed’il- Emâlî,  Ehter Mat. İst.-1308, s. 63
25-Gündoğdu, age., s. 88.
26-Gündoğdu, age., s. 88; Bu hususta bak. Gazzâlî, el-Munkızü mine’d-Dalâl Şerhi  (trc.Salih Uçan), s. 301; DİA., c. 28, s. 56; c. 3, s. 362
27-Mehmet Ali Aynî, Dâru’l-Funûn Tarihi, s. 22

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort