JoomlaLock.com All4Share.net

RAMAZAN ve ORUÇ

Ramazan ve Oruç

Ramazan ve Oruç - Şems-i Tâbân

Sayı : 113 - Mayıs 2017

Ramazan ve Oruç

 

İnsan, aday gösterildiği makama ulaşmaya hazır ve Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği özellikleri gerçekleştirmeye kabiliyetli yaratılmıştır. Allah Teala: 

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi...” (Ahzab 72) buyurmuştur. İnsanoğlu, almayı kabul ettiği emanet ile aslında yüce bir görevi kabul etmiş durumdadır. Bu görev insana bir yandan içinde yaşadığı dünyadaki sorumluluklarını, maddi ve manevi bakımını, mahlukat ile olan ilişkisini mükemmelen yerine getirmesini yüklerken bir yandan da Rabbi ile olan irtibatını sağlamlaştırmasını icap ettiriyor.

Rabbi tarafından verilen bu kadar yükümlülüğü kim yerine getirecek, serzenişi insan hayatında pek de yer bulamasa gerek. Çünkü Cenab-ı Hak: “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (Bakara 286) fermanı ile bize bunu açıklamış.

Allah Teala’nın hilafet verdiği tek varlık cinsi; insan.. Bazen çeşitli saiklerle azmi ve cesareti kırılsa da Hakk’ın layık gördüğü yerden uzaklaşsa da ümidini yitirmemeli insan. “...Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin...” (Zümer 53) Ümidi kesmemesi için hilafet makamında bulunan erbab-ı hilafete ve Rabbinin ona emrettiği rahmet vesilesi ibadetlerine dikkat etmeli.

İnsan, ruh ile bedenden ibaret.. Beden,insanı kendi merkezine çekmeye o merkezde bir hayat sürdürmeye, maddeye, dünyaya (en aşağı olana), katılığa sürüklemeye çalışır. Beden hakim olduğunda insana, artık insan nefsin isteklerinin, zevk ve tat almanın çukurlarında dolaşır ve insan onların delisi olur. Bundan sonra daha çok yiyebilmek, daha çok tüketmek için yaşar insan. Artık ibadet, Allah’ı zikretmek, bedenin zevklerinin peşinden koşana ağır gelir ve onları yük gibi hisseder.

Bu ise emaneti yüklenen insana yakışmayan bir durum: “İnkâr edenler ise dünyada zevklenmeye bakarlar ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.” (Muhammed 12)

Beden insanı nasıl kendi yapısına çağırıyorsa ruh da insanı kendi aslına ve özüne davet eder. Ona aday gösterildiği makamını, yaratılış amacını ve görevlerini hatırlatır. İnsanı katı ve ağır maddeciliğe isyan etmeye, hafiflemeye, altın kafesinden, dünyanın ağırlığından kurtarmaya çağırır. Senede bir ay da olsa insanı yemekten, içmekten kurtulmaya tüm bolluğuna rağmen aç ve susuz kalmaya üstüne üstlük bu durumdan ulvi lezzetler tatmaya davet eder. Ruh, insanı Allah’ın davet ettiği şeyden hoşlanır ve on açağırır.

Aslında bedenin de ruhun da rahat ve huzur bulması insanın Allah’a kulluğu nisbetindedir. Bir başka deyişle Allah Teala’nın bize emrettiklerini yapmak ve yasaklarından kaçınmak, Allah’a yakınlık kesbettiren her şey dünya ve ahiret hayatında huzura kavuşmayı ve her ikisinde de “hasene”yi elde etmeyi beraberinde getirir. Ruhun arzuladığı, bedenin rahatladığı günlere Ramazan-ı şerife ve oruca yaklaşıyoruz. Rabbimiz (cc) bize bir kere daha fırsat verecek inşaallah.

Ramazan-ı şerife hazırlık olsun diye öncesinde Receb ve Şaban aylarını mübarek kılmış Allah Teala. Biz de kutlu bir aya yaklaşmanın, içinde bulunan rahmet vesilelerinden istifadenin heyecanını taşımalıyız. Çünkü yaklaşan rahmet mevsiminde bizi özümüze döndürebilecek, ruhumuzu ve bedenimizi bir ömür boyu huzura vardıracak imkanlar mevcut. Hakkıyla değerlendirebilirsek ne mutlu. Bu imkanlardan birisi “Oruç”..

İmam Gazalî (ks) şöyle diyor: “Orucun amacı; olabildiğince melekleri taklid ederek, insanın arzu ve isteklerden elini eteğini çekmesidir. İnsan, her ne zaman arzularına galip gelirse o zaman en yüce makamlara erer ve adeta melekleşir.”

İbn Kayyım (r.aleyh) da bu konuda şöyle der: “Oruçtan amaçlanan şey; insanın, nefsin arzu ve alışkanlıklarının işkencesinden, eziyetinden kurtulabilmesidir. Orucun hedefi, insanın şeytana yolları dar etmesi, ahiret ve dünyasına zarar veren şeylerden organlarını, elini ayağını engellemesidir.” 

Kalbin ıslahı, manevi huzura bağlıdır. Fazla miktarda yeme, içme, insanlarla aşırı derecede içli dışlı olma, her zaman onlarla buluşma ve gerektiğinde fazla konuşma iç huzura zarar verir. Böylece insan Allah’tan koparak şaşkın şaşkın dolaşmaya başlar. Bu yüzden Allah kullarına merhamet etmiş ve orucu farz kılmıştır.

Oruç hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Yani müslümanların üzerinden şiddetin ve sıkıntıların dağıldığı, zorluk ve çaresizlik döneminin sona erdiği, müslümanların Medine’de rahat bir nefes aldığı, hayatlarını huzur içinde geçirmeye başladığı bir zamanda farz kılınmıştır. Bir başka deyişle tevhid inancını gönüllerine tam anlamıyla oturtmuş olan müminler namaz ibadetiyle yoğrulunca insanın ruh ve bedenine yönelik diğer bir ibadetin vakti gelmiştir.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takva sahibi olursunuz.” (Bakara 183)

Ayette belirtildiği üzere oruç önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Diğer bütün dinlerde olduğu gibi semavi dinlerde de oruç vardı. Ancak bu dinlerde şekli, zamanı, anlamı, maksadı değiştirilerek oruç tahrif edilmiştir. Oruca son şeklini Allah Teala, Efendimiz’e (as) tatbik ettirerek öğretmiştir. Efendimiz (as) oruç farz kılındıktan sonra dokuz sene Ramazan ayında oruç tutmuştur. Burada şunu da belirtmek gerekir ki birtakım müslümanlar eliyle de bilerek veya bilmeyerek farklı fetvalarla orucu tahrif hareketleri günümüzde aynen devam etmektedir.

Orucun amacı insanı sebepsiz yere sıkıntıya sokmak ve insanları anlamsız bir dayanıklılık testine tabi tutmak değildir. Ayetin sonunda orucun hedefini Allah Teala bize şöyle beyan etmektedir: “Umulur ki takva sahibi olursunuz.”

Nefsin terbiyesi, gönül ıslahı ve Allah’a ibadet ile takvaya erişmek. Oruç, ahlak eğitiminin yapıldığı bir ibadettir. İnsan onunla olgunlaşır, arzu ve iradelerine gem vurmayı öğrenir. Arzuları onu yönetmez aksine o, arzularını idare eder. Peki insan düşünmeli değil mi? Sırf Rabbi emretti diye helal ve mübah olan şeyleri terk ederken hayatının bundan sonraki kısmında niçin Rabbi’nin yasak ve haram kıldıklarına meyletsin? Allah’ın emrine itaat için leziz yiyecek ve içecekleri terk edebilen insan, haram ve temiz olmayana neden yönelsin? Oruçtan kasıt da budur: Helali Allah için terk eden, O’nun hoşlanmadığından uzak durur. Kısacası helali haramı gözetmekten kasıt insanın Rabbi’ni dikkate alması, O’nu ve sevgisini gözetmesidir.

Her amelin bilinen bir karşılığı vardır. Oruç ise böyle değildir. Onun sevabını kimse bilemez. Çünkü oruç tutan kendisini tamamen Allah’a vermiştir. Karşılığını da sadece Allah Teala bilir. Nitekim kudsi bir hadiste “Ademoğlunun her ameli kendisine aittir. Ancak oruç hariç. Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben veririm.” (İ. Hanbel, II, 266).

Allah Teala oruç ile sadece yemeyi, içmeyi ve cinsi münasebeti haram etmemiş, aksine orucun manasına aykırı olan onun hikmetlerine, manevi ve ahlaki yararlarına zarar veren her şeyi yasaklamıştır. Orucu edep ve takva ile, kalp, dil, el, göz ve diğer azaların temizliği ile tutulmasını emretmiştir. Efendimiz (as) şöyle buyuruyor: “Sizden biri oruçlu ise ne kötü söz söylesin, ne lüzumsuz boş yere konuşsun, ne de kavga gürültü çıkarsın. Eğer biri kendisine çirkin söz söyler de kavga yapmaya yeltenirse ona ‘ben oruçluyum’ desin.” (Buhari, Savm, 2)

Bir diğer hadiste de şöyle buyurulmuştur: “Yalan söylemeyi, yalanla amel etmeyi terk etmeyen kimsenin yemeyi ve içmeyi terk etmesine Allah Teala’nın hiçbir ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8)

Oruçlu iken akşama kadar oruca dayanamayan iki kadın, Efendimiz’den (as) oruçlarını açmak için izin almak üzere haber gönderdiler. Rasulullah (as) onlara bir kap göndererek, ona kusmalarını emir buyurdu. Onlardan biri, verilen kaba kustu. Kap et ve kanla yarıya kadar doldu. Diğeri de aynı şekilde kusunca kap tamamen doldu. Orada bulunanlar buna hayret ettiler. Efendimiz (as) şöyle buyurdu:

“Bu ikisi oruç tutmaya başladılar. Allah’ın kendilerine helal kıldığı fiillerden kendilerini korudular. Ama Allah’ın haram kıldığı şeylerden kendilerini korumadılar. Şöyle ki, onlardan biri diğerinin yanına gelip oturdu ve diğer insanları gıybet etmeye başladılar. İşte bu, onların gıybet ederek yemiş oldukları insan etleridir.” (İ. Hanbel, V, 431)

Bütün bunlardan başka orucun amaçları göz ardı edilerek türlü türlü adet ve alışkanlıklarla Ramazan orucu zedelenmektedir. Mesela iftar yapmak ve yemek yemede o kadar aşırılık ve çeşitlilik ortaya çıktı ki, oruçtan elde edilmesi gereken manevi kazançlar, onun arındırıcı terbiye edici gücünü yok etti ve zayıflattı.

İmam Gazalî bu konuda şöyle der: “İftar zamanı helal gıda da dahi ölçülü davranmalı. Artık bir lokmaya dahi yer kalmayacak derecede yememelidir. Oruçlu kimse iftar vaktinde gün boyu yiyemediklerini hepsini birden bir öğünde yese Allah’ın düşmanına üstün gelme ve şehvetini yok etme mücadelesinde oruçtan ne fayda sağlayabilir?”

Ramazan öncesinde yiyecek hazırlıkları yapılması, başka günlerde yenilmediği kadar güzel ve nefis yemekler yenilmesi yaygın bir hale geldi. Takvanın oluşmasına yardımcı olsun diye karnın boş tutulması ve nefsin isteklerinin çiğnenmesi unutuldu.

Ramazan geceleri, günah işleme gecelerine dönüştü. Ramazan programları adı altında televizyon kanallarında, belediye meydanlarında oyun ve eğlenceler arttı. Halbuki Ramazan ayı Rabbimizden ne kadar uzaklaştığımızı bize hatırlatıp O’na yeniden dönme fırsatı sunmaktaydı. Bu halimizle geçmiş ümmetlerin orucu ve oruç zamanlarını tahrif ettikleri gibi biz de Ramazan ayını ve orucu tahrif etmiş olmuyor muyuz?

Ve unutulmaya yüz tutan ibadetlerden birisi; “itikaf”. Ramazan ayının faydalarını ziyadeleştirmek için olan itikafın hedefi, kalbin Hakk’a bağlanması, iç huzurun elde edilmesi, mahlukat ile uğraşmaktan kurtulup Yaradan’a ibadet ile meşgul olması, bütün düşüncelerin, tereddütlerin yerini Allah’ı zikretmenin ve O’na muhabbet duymanın almasıdır. Mahlukat ile ünsiyet yerine Halık’a ünsiyet oluşturmasıdır. Kabirdeki yalnızlık ve ıssızlığın anlamının öğrenilmesidir. Bir başka amacı da bin aydan yani bir ömürden daha hayırlı bir geceyi yani Kadir Gecesi’ni bulmaya yardımcı olmasıdır.

Ramazan ayını on iki ayın sultanı yapan değerlerin başında hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmesidir. Ramazan ayına verilen değer Kur’an’a verilen değerdir. Kur’an’a verilen değer Allah’a verilen değerdir.

Orucuyla, hatimleriyle, teravihleriyle, iftarıyla, sahuruyla, itikafıyla, zikir ve tesbihatlarıyla, dostların Hak ve hakikate dair sohbetleriyle canımıza can katacak, kalbimizi cilalayacak, bedenimizi yenileyecek ve rahmetin esintileriyle müstefad olacağımız bir Ramazan geçirmemiz dileklerimizle...

 

Yazar: Şems-i Tâbân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort