JoomlaLock.com All4Share.net

ŞAH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİNİN FİKİRLERİ VE ANLAYIŞI -2

Şah ı Nakşibend Haz. Fikirleri ve Anlayışı 2

Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Fikirleri ve Anlayışı -2 - Vahdettin Şimşek

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Fikirleri ve Anlayışı -2

 

Mevlana Bahauddin Şah-ı Nakşibend (ks) hazretlerinin mübarek sözlerinden ve yaşantısından bahsetmeye devam ediyoruz.

Yine Alauddin Attar (ks) hazretleri nakleder ve şöyle der:

Bizim hocamız Bahaeddin Nakşibend Hazretleri buyurdular ki:

Tevbe ve inabetimin sebebi şudur ki; aileme çoluğuma çocuğuma karşı kalbimde meyil vardı. Bir gün halvet edip otururken iltifat ve muhabbet meyanında bazı davranışlarda bulundum. Ansızın hatiften bir nida geldi:

“Her şeyden beri olup geçmen, ümit yüzünü benim dergâhı izzetime döndürme zamanın daha gelmedi mi?”

Hitabı ile itab edildim. Bu sesten sonra halim çok değişti. Zihnim altüst oldu. Kararım kalmadı. Şaşkın bir halde dışarı çıktım yürüdüm. Buraya yakın bir ırmakta elbiselerini yıkadım. Tevbe niyetiyle guslettim. O eziklik halimle ve tazarru ile İki rekat namaz kıldım. Hakk’a karşı kulluk ve muhtaçlık duygusu içinde başımı o ilahi kapının eşiğine koyup dua ve yakarış da bulundum. Allah’a teveccüh edip kalbimin yönünü ona çevirdim. Sonra da bu kulluk halini ve saadet ipini salı vermedim. İşte benim bu yola girişim böyle başladı. Fakat nice yıllar var ki ben o iki rekat namazın arzusundayım.

Tarikattaki Yeri

Şah-ı Nakşibend Hazretleri Hanefi mezhebindendir. Nakşibendi silsilesinin Bahauddin hazretlerinden (ks) önceki devirleri hakkında bilgi veren kaynaklara göre tarikat Yusuf Hemedanî (ks) zamanından Şah-ı Nakşibend zamanına kadar Hemedanî’nin ve ardından gelenlerin taşıdığı Hâce lakabına işaret olarak “Tarikat-ı Hâcegân” diye anılmaktayken, Şah-ı Nakşibend hazretlerinden itibaren “Tarikat-ı Nakşibend” adıyla anılmış ve böylece tanınmıştır.

Dolayısıyla tarikatın büyüğü olarak da;

“Varis-i taht-ı tarikat, şah-ı alem-i Nakşibend, pirimiz Seyyid Bahaeddin Nakşibend” beytinde ifade edildiği gibi anılır.

Ancak daha öncede konusunda belirtildiği üzere bu silsile da emaneti zahiren Seyyid Emir Külal’den, batınen Hâce Abdulhalık Gücdevanî’den almışlardır ve emanetin bizzat şeyhi tarafından kendisine tevdi edilmesi de onu tarikattaki yetkinliğinin bir delilidir. Şah-ı Nakşibend (ks) mürşidi Seyyid Emir Külal hazretleri ahirete intikal edeceği zaman ashabına ihvanına ve müritlerine Hâce Muhammed Bahauddin’e tabi olup bağlanmalarını bildirmiş ve emretmiştir.

Kemâl ve marifetin hasep ve neseple değil, iktisapla olduğuna inanırdı. Bu yüzden kendisine: “Sizin silsileniz nereye ulaşır ve kime dayanır?” diye soran birine: “Silsile ile kimse bir yere ulaşamaz.” diye karşılık verdi.

Kur’an’daki: “Ey müminler Allah’a inanın.” (Nisa 136) ayetini: “Her göz açıp kapamada bu fani vücudu nefyedip mabud-i hakikiyi isbat etmektir.” diye yorumlamıştır. Masivaya aldanıp bağlanmayı bu yolda en büyük perde olarak görmüştür. “Kelime-i tevhiddeki ‘Lâ ilahe’ tabiat putunu nefydir. ‘İllallah’ gerçek mabudu isbattır. ‘Muhammedurrasulullah’ Hazret-i Rasule ittibadır. Bu yüzden zikirden maksat, bu sırra ermektir. Zikir sırasında masiva bilkülliye nefy olmalıdır, sayısının çok olması şart değildir.” buyurmuştur.

Şah-ı Nakşibend hazretleri, yolunun esasını “sohbet” olarak tanımlamıştır: “Yolumuz sohbetledir. Halvette şöhret vardır. Şöhrette de afet. Hayr ve felah cemiyette, halk arasına karışmaktadır. Sohbete devam, iman-ı hakikiye imkan sağlar. Bizim tarikimizde az amel ile çok fütuh olur. Çünkü sünnete ittiba zor iştir ve bizim yolumuz sünnet yoludur.”

Menkıbeleri

Hoca Bahauddin Nakşibend hazretleri bazen kendisine mürit olmak isteyenlerin samimiyetini imtihan ederdi. Bazen de müridi olduktan sonra dünya malına veya paraya karşı zaafı ve kalbi bağlılığı var mı diye kontrol ederdi.

Hoca Sekka-ı Semerkandî, Bahauddin Nakşibend’e mürid olmak niyetiyle Semerkand’dan Buhara’ya doğru yola çıkmıştı. Yola çıkarken annesi ona dört dinar para vermişti. Hoca Sekka Buhara’ya Şah-ı Nakşiben’din (ks) huzuruna gelip onun hizmetinde bulunmak istediğini söyleyince Bahauddin Nakşibend (ks) adeti olmadığı halde: “Bize dünyevi bir şey vermedikçe seni kabul etmeyiz!” dedi. Hoca Sekka kendisinin çok fakir ve beş parasız bir insan olduğunu ısrarla söyleyince Şah-ı Nakşibend müritlerine: “Bunun gömleğinin cebinde annesinin verdiği dört dinar var, bunu getirin!” diye emretti. Hoca Sekka bu durumu hayretle izlerken Hoca Bahauddin Nakşibend oradakilere dinarları almayıp orada oynayan küçük çocuklara verilmesini istedi. Çocuklar paralarla ilgilenmeyip bir kenara fırlatıp attılar. Hoca Sekka’nın mahcubiyeti bir kat daha arttı. Şah-ı Nakşibend ona: “Cimrilik kadar kötü bir huy yoktur. Hak yoluna talebe olmanın yanında dört dirhemin ne değeri var!” dediler ve sonra bu zatı müritliğe kabul ettiler.

Şah-ı Nakşibend müritlerinden biri şöyle anlatıyor: “Efendi hazretlerine intisap etmiştim. Bir gün alım satım yaptığım dükkanıma teşrif buyururlar. Bugün çok kazanç elde etmiştim. Efendi hazretleri bugün ne kazandın, diye sordu. Bilmiyorum ama hepsi budur diyerek huzurlarına getirdim. Bir önlüğe koydular ve alıp götürdüler. Evime geldiğimde etraftan ailem bazı sözler söyleyip dedikodu yaptılar. Ben de bazen onlara muvafakat ettim. Gece yarısı ansızın efendi hazretleri bir derviş ile önlüğü içindekilerle beraber geri gönderdiler. Beni büyük bir mahcubiyet ve sıkıntı sardı. Ama efendi hazretlerinin kerem ile sıkıntıdan kurtulup huzura kavuştum.”

Bu menkıbeler den anlaşıldığına göre Hoca Bahauddin hazretleri müritlerini dünya malına gönül vermeme konusunda eğitmek için bu şekilde davranmıştır. Ayrıca bazı müritlerinde de kibir duygusu hissederse onu kırmak için müridin nefsine zor gelecek işleri emrederdi. 

Baba Sahip Semerkandî’den nakledilmiştir: Hoca Bahauddin Nakşibend (ks) halk arasında meşhur olunca içinde onunla görüşme arzusu ve sohbetleriyle Müşerref olmak için Semerkand’dan Buhara’ya gittim. Buhara’ya vardığımda büyük bir kervansarayda konakladım. Orada dinlendikten sonra Hâce Hazretleri ile görüşmek için dışarı çıktım. Birkaç kişi yolda önümde gidiyordu. Onların derviş olduğunu anladım. Peşlerinden gitmeye başladım. O esnada hatırıma Hoca Hazretleri görüşme esnasında bana kaymak verip kimseyi de ortak etmesin diye bir düşünce geldi. Önümde yürüyen grup durdu. İçlerinden alında velilik nuru parlayan biri beni karşılayıp iki kere hoş geldin ey Baba Sahip Semerkandî, dediler. Halbuki daha önce onlarla hiç karşılaşmamıştım. Benim ismimi nereden bildi acaba, bu zat Hoca Bahauddin olmalı diye düşündüm. Yolda giderken bana Semerkand alimlerinin ahvalini sordular. Bir eve ulaştık bahçede hoş bir sohbet oldu. Sonra Hoca Hazretleri içeri girerek bir çörek ve bir miktar kaymak getirip önüme koydular. Yanıma oturup ye bu sene nasibindir ve sana kimse ortak değildir, dediler. Sonra yavaşça ariflerin gönlünü bu tür şeylerle yormak uygun değildir, dediler.

Hoca Alaaddin Attar hazretlerinden nakledilmiştir: Bir gün hocamız Bahauddin Nakşibend hazretlerinin yanındaydım. Hava kapalı ve bulutluydu. Hoca Hazretleri bana öğle namazı vaktinin girip girmediğini sordular. Ben henüz vakit girmedi deyince gökyüzüne doğru bak diye işaret buyurdular. Gökyüzüne baktığında perde tamamen açıldı o sırada meleklerin öğle namazının farzını kılmak ile meşgul olduklarını gördüm. Bunun üzerine Hoca Hazretleri: “Ne dersin öğle namazı vakti olmuş mu?” diye sorunca söylediğin sözden mahcup olup istiğfar ettim ve bir süre o utanç yükünü üzerimde taşıdım.

Hoca Bahauddin Nakşibend Kasr-ı Arifan köyünde iken müritlerinden Şeyh Şâdi Gadivetî ziyaretine geldi ve yaptığı kusurlardan dolayı özür diledi. Hoca Hazretleri şaka olarak karşılıksız özür kabul olunmaz bir şey vermen gerekir dediler. Şeyh Şâdi bir sığırım var unu size vereyim deyince Hoca Bahauddin: “Bu şekilde karşılığını ödeyemezsin. Ama Gadivet köyünde bir süre önce bir deliye gizlediğin kırk sekiz altını getirirsen özrün kabul edilir.” buyurdular. Şeyh Şadi kendi kendine: “Benim bu sırrımı kimse bilmiyordu, bu nasıl iştir?” diyerek Gadivet’e gitti. Duvar deliğine gizlediği altınlar alıp Hoca Bahauddin’e getirdi. Hoca Hazretleri altınları sayıp içlerinden bir tanesini ayırdılar ve onu Şeyh Şadi’ye verip: “Bu altın haramdır. Size nereden geldi!” dedikten sonra geriye kalan kırk yedi altını tekrar Şeyh Şadiye verip: “Git bu altınlarla sığırlar al, ziraatla meşgul ol. Kazandığın gelirle de Allah Teala’nın kullarına harca, onlara hizmet et.” buyurdular.

O bir altının durumu Şeyh Şadiye sorulunca: “Hâce Hazretlerine bağlanmadan önce kumardan bir altın kazanmıştım haram olan altın odur.” diye cevap vermişlerdi.

Ahlaki Şahsiyeti

Bahauddin Nakşibend hazretleri bir defasında Gadyut adlı yere gitti. Bir derviş önlerine yemek getirdi. Buyurdular ki: “Bizim bu yemeği yemeğimiz uygun düşmez. Zira bu yemek öfke ile pişirilmiştir. Onun ununu eleyen hamur yoğuran ve pişiren öfke üzeredir.” Eğer bir kevgiri öfke ve kerahet ile isteksizlikle bir çömleğe soksalar o yemeği de yemezdi ve: “Herhangi bir iş ki öfke, gaflet, kerahet ile zoraki yapılmıştır, onda hayır ve bereket yoktur. Nefsin ve şeytanın arzuları ona yol bulmuştur.” derdi.

Kısaca, iyi amellerin ve güzel işlerin meydana gelmesi helal yemektir. O da gaflet ile yenmeyip, kalbi huzurlu ve ayık olarak yenmelidir. Her zaman kalbi uyanık, yani gafletsiz bulunmak, bir tabiat, bir huy haline gelip insana yerleşirse, bu tavır ve bu hareket tarzı, namazda da kalp huzuru yaşanmasına vesile olur, derlerdi.

Bahauddin Nakşibend hazretleri ayıpları örter kusurları görmezdi ve şöyle buyururdu:

“Eğer Biz dostların kusurlarına baksaydık dostsuz kalırdık.

Yarsız kalır, cihânda ayıpsız yâr isteyen”

Mısrasının anlamı yaşanan bir gerçektir, tecrübe ile sabittir. Zira hiçbir kimse yoktur ki, güzel niteliklerden tamamen yoksun bulunsun.” Yani herkesin mutlaka beğenilecek bir iyi tarafı vardır.

Bilakis, kusurları görmemek suretiyle dost kazanmak, dostlukları ilerletmek de önemlidir ve gereklidir. Bu konuda da şöyle buyururlar:

“Bu yolun yükünü çekmek, dost kazanmak içindir. Nitekim din yolunda çokça dost kazan demişlerdir.” Hâce Abdulhalık Gucdevâni’den sordular ki: “Su ne şekilde yürür?” buyurdular ki: “Dostun yardımı ile yürür.” 

Nakledilmiştir ki, Hâce Hazretleri’nin oğlu vefat etmişti, buyurdular ki:

“Allah Teala’ya hamd olsun. Bu da Peygamberimizin sünnetindendir. Zira Peygamberimizin de oğlu vefat etmişti Bizim de öyle oldu Rasulullah’ın üzerlerinde cereyan eden işlerin hepsi, Allah’ın inayeti ve iradesiyle benim de üzerinde cereyan etti.”

Kendileri bir sohbetlerinde şöyle buyuruyorlar:

Abdulhalık Gucdevâni’den gelen bir tavsiyede buyurdular ki;

Herhalde durumda şeriat caddesi üzerinde, emir ve yasaklara riayet ederek, azimet ve sünnet üzere yürümek gerektir. Ruhsat ve bidatlerden uzak durmalı, hadis-i şerifler daima örnek ve rehber edilmelidir. Peygamber’e (sav) ve onun ashabına ait asar ve haberleri, bilgileri araştırıp öğrenmelidir.

Bu talimatı kendi üzerlerindeki etkisini söyle anlatırlar:

“Yukarıda geçen olaydan sonra bu hikmetli sözlerin eseri görülmeye başladı. Her yerde o vasiyet sebebiyle amelimin neticesini buldum ve emrolunduğun üzere Peygamber aleyhisselamın hadislerini ve sahabenin haberlerini araştırma hususunda çaba harcayarak ilim meclislerine devam edip hadis okudum ve sahabe eserlerini öğrendim. Her biri ile amel edip Allah’ın lütuf ve yardımıyla sonuçlarını kendimde gördüm.”

Yine şöyle buyurmuşlardır:

“Bizim Yolumuz az bulunur bir yoldur. Sağlam bir kulptur. İrade eli ve himmet pençesi ile Hz. Muhammed Mustafa’nın sünnetine tutunmak, ona sıkıca sarılmak ve ashabı kiramın yoluna uymaktır.

Bu yolda, az amel ile çok fetihler elde edilir. Fakat sünnet-i seniyyeye uymak ve bunu gözetmek de büyük iştir.”

Yine nakledilmiştir ki Hazreti Hâce’ye:

“Siz bu rütbeyi ne ile bulduğunuz?” diye sorulmuş. Buyurmuşlar ki:

“Rasulü Ekrem’e uymakla buldum.”

Hâce Nakşibend hazretleri anlatmıştır:

“Hak yoluna girişimin ilk zamanlarında, herhangi bir yerde iki kişinin konuşup sohbet ettiğini görsem, hemen aralarına gidip faydalanmak isterdim. Eğer sözleri Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya, Cenab-ı Peygamber’e ve Kur’an’a müteallik meseleler ise, o sohbetten memnun olur ferahlık duyardım. Eğer konuşmaları hakikat hasıl etmeyen faydası sözlerse o sohbetten dolayı üzüntü duyarak uzaklaştırdım. Ne zaman bende bir hal galebe gelse, bir aşina, bir dost arardım ki onu anlatayım. İsterdim ki birileri hep Hakk’ı hakikati konuşsa ben dinlesem. Yine ben Rabbimden söz etsem de beni bir dinleyen olsa.”

Muhterem kardeşlerim şunu bilmemiz gerekir ki, Şah-ı Nakşibend hazretleri ve onun gibi kümmelini evliyadan olan zatların, kemalatları, ilimleri ve mübarek yaşantılarını anlatmak deryadaki suyu bir yerden bir yere aktarmak gibidir. Bu nasıl mümkün değilse onların güzelliklerini, anlayışlarını ve fikirlerini anlatmakta aynı şekilde mümkün değildir. Bizler bu iki sayımızda onları yad etmek adına ve onlardan bereketlenmek adına, ruhaniyetlerinden özür dileyerek, deryada damla misali bahsetmeye çalıştık. Çünkü onlar Hz. Mevlamız tarafından bizlere rahmet olarak gönderilmişlerdir. Bu rahmetten istifade edebilmek için Şah-ı Nakşibend hazretlerini anlatmaya çalıştık. Kusurlarımız ve eksiklerimizden dolayı tekrar ruhaniyetlerinden özür diliyoruz.

Cenab-ı Hak Teala hazretleri Himmetlerini üzerimizden eksik etmesin. Her daim onların günümüzdeki arkadaşlarıyla birlikte eylesin.

 

Faydalanılan Kaynaklar:
Prof. Dr. Necdet Tosun, Şah-ı Nakşibend Hz.
Ekrem SAĞIROĞLU, Şah-ı Nakşibend, hayatı, sözleri, halifeleri www.ismailaga.org.tr/muhammed-bahauddin-sahi-naksibendi

 

Yazar: Vahdettin Şimşek

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort