JoomlaLock.com All4Share.net

SEHA, CÛD VE ÎSAR - 1

comert

Seha, Cûd ve Îsar - 1 - Yusuf YILDIRIM

Sayı : 81 - Eylül 2014

 

Seha, Cûd ve Îsar - 1

 

Cenâb-ı Hak (cc) buyuruyor:

“Onlar kendileri zaruret içinde bulunsalar bile başkalarını kendilerine tercih ederler.” (Haşr; 9)

Allah Resûlü (sav) de şöyle buyuruyor:

“Cömert, Allahu Teâlâ’ya yakındır halka yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri de Allahu Teâlâ’dan uzaktır, halktan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil fakat cömert olan kimse, Allah katında abid fakat cimri kimseden daha sevimlidir.” (Tirmizî)

Cûd ve Sehâ (Kerem ve Cömertlik)

Cûd ve Sehâ, lügatte aynı manaya gelir; yani, cömertlik demektir. Fakat cûd, sehâ’dan daha yüksektir. Çünkü yüce Allah, Cûd (Cevâd) ile isimlendirilmiştir. Sahî diye, malının bir kısmını fî sebilillâh verip, bir kısmını da kendisine alıkoyan kimseye denir. Cûd ise, çoğunu verip, azını kendine alıkoyandır. Cevâd, yani cûd sahibi kişi, layık olsun olmasın, herkese iyilik yapandır. Sahî, yani sehâ sahibi kişi ise yalnız layık olana iyilik yapar. Demek ki cûd genel ikram, sehâ özel ikramdır. Cûd bir deniz, sehâ ondan akan bir nehirdir. Cûd, fazilet ve keremden vermek; sehâ ise fazla olunca vermektir. Îsâr ise, meşakkat ve zaruretlere tahammül göstererek aşırı cömertlik edendir. Bunun için îsar, mertebelerin en yükseğidir. Cenâb-ı Hak bir ayeti kerimesinde bunları övmüş ve medh ü sena etmiş, müflihûndan (felaha, kurtuluşa erenler) olduklarını beyan etmiştir. 

Yukarıda belirtilen ayet ve hadiste; Allah’a imanın en güçlü belirtilerinden biri de nimet ve imkânları başkalarının yararına seferber etmektir. Buna en çok kullanılan tabiriyle cömertlik (cûd, seha) denir. Bir velinin, enbiya ve evliya mesleği diye ifade ettiği cömertlik, Allah’ın kudret, merhamet, lutuf ve ihsanından emin olmanın temel belirtisidir. Hırsların, kinlerin ve merhametsizliklerin kirletmediği gönüller berraklıklarını cömertlik şeklinde dışa vurmaktadırlar.

Eşya ve olayların Yüce Yaratıcı’nın isim ve sıfatlarının birer tecellisi olduğuna inanan insan, o isimlerden birinin de Rezzak (bütün varlıkların rızkını veren) olduğunu bilir ve Allah’ın bu isimle bütün varlıkları beslemeyi taahhüt ettiğine inanır; “Yeryüzündeki canlıların hepsinin rızıkları Allah’ın üstündedir. Onların duracak yerlerini de emanet edilen yerlerini de O bilir.” (Hûd; 6) Buna inanan bir vicdan elindekilerden bol bol vermekte hiçbir tehlike görmez, aksine bu hareketiyle bahtiyarlık duyar. “Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa işte kurtuluşa erenler onların ta kendileridir.” (Haşr; 10) Hırsı kırmak için cömert olmak lazım. Az veya çok, zenginken veya fakirken. Fakirliğinde vermeyen zenginliğinde hiç veremez. Miktara bakılmadan verilmelidir. Miktar, madde meselesidir. Hâlbuki istenen, verebilme gücüne ulaşmaktır. Vermek niyet meselesidir.

Cömertlik, ruhun bir melekesidir. İnsanları, muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevk eder. Bu melekeye sahip olan kişi, ferdî ve ictimaî alanda lüzumlu olan her şeye yardım eder. Hiçbir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı can ve gönülden ister. “Rızkı veren Allah’tır.” (Neml; 64, Zâriyât; 58) düşüncesi ile hareket ettiklerinden kalpleri de temiz ve zengindir (Leyl; 17-20). Kendi varlıklarıyla, her ne sûretle olursa olsun başkalarına faydalı olmağa çalışırlar. Allah Teâlâ’nın kendilerine fazl ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtaçların hakkı olduğuna inanırlar (Hüd; 6). Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zarurî ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler.

Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması (Haşr; 5, Hadid; 11-18, Maide; 13); karşılığında hizmet, övgü, mükâfat beklenilmemesi (İnsan; 8-10); yardım edeni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması (Bakara; 263-264); yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması (Âl-i İmrân; 92) gerekir.

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah’dan (ra) Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;

“İki kimseye gıpta edilir: Birisi Allah’ın kendisine Kur’ân öğrenmeyi nasib ettiği kimsedir ki gece gündüz onunla meşgul olur. Diğeri de Allah’ın kendisine mal verdiği kimse olup gece gündüz onu hayır yerlere sarf eder.”

Cömertliğiyle meşhur Abdullah ibn-i Cafer (ra) bir hurma bahçesine girmişler. Siyahî bir köleninin orada çalışmakta olduğunu görmüşler. O sırada bahçenin sahibi de gelmiş, köleye üç parça ekmek verip gitmişti. Bu üç parça ekmek kölenin günlük ücreti idi. Neredense oraya bir köpek geldi, köleye yaklaştı. Köle ekmeğinin birini ona verdi. Hayvan onu yedi, fakat doymadı. Bir parçasını daha verdi. Onu da yediği halde, yine bekliyordu. Köle son parçayı da verdi. Hayvan onu da yiyince gitti. 

Bu hâli merak eden Abdullah bin Cafer (ra) köleye sordu:

“Günlük ücretin nedir?”

Cevâben:

“Her gün şu gördüğün üç parça ekmektir.” dedi.

“O halde niçin bütün gıdanı köpeğe verdin?” dedi.

Köle de dedi ki:

“Bizim buralarda köpek bulunmaz. Anladım ki, bu hayvan uzaklardan gelmiştir ve açtır. Onu kovmak hoşuma gitmedi.”

Bunun üzerine:

“Peki sen ne yiyeceksin?” dedim.

“Yarına kadar karnımı sıkar ve sabrederim.” dedi.

O zaman anladı ki, bu köle kendisinden de cömerttir. Bunun üzerine Abdullah ibn-i Ca’fer (ra) o bahçeyi bütün âlât ve edevâtıyla beraber satın alıp, köleyi azad ederek, bahçeyi de ona hediye etti.

Cömertlik, ihtiyaçtan artanı vermektir. İhtiyaç duyulduğu hâlde başka kardeşini kendine tercih edip vermek daha faziletlidir. “Onlar kendileri zaruret içinde bulunsalar bile başkalarını kendilerine tercih ederler.” (Haşr; 9) ayeti kerimesi buna işaret eder. Bu, ensar ile muhacir arasındaki kardeşliğin temelidir.

Kur’ân-ı Kerim’de cömertlik, cihat ile aynı seviyede tutulmakta; Allah’ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir (Bakara; 254). Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir (Bakara; 222). Bazı ayetlerde cömertlik alış-verişe benzetilmekte; Allah Teâlâ’ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir (Bakara; 244, Maide; 13, Hadid; 11).

Kalpler cömertlik sayesinde temizlenir (Leyl; 17-20). Çünkü, küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan âmillerden biri de, aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de; “Serveti de düşkünce seviyorsunuz.” (Fecr; 20) buyrulur. İşte bu sevgi ile insan, “Ben bu malı sarf edersem bana bir şey kalmaz.” korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer, “Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder.” (Bakara; 268) Oysaki Allah Teâlâ’nın bildirdiğine göre; “Mal ve servet insan için bir imtihandır.” (Zümer; 49-52) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir (Tegabün; 15-17).

İnsanların cömertlikten kaçmasının sebeplerinin başında; “Benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?” duygusu ile, “Başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim.” düşüncesi gelir. İslâm dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm’a göre mal ve servet herhangi bir şahsın inhisarı altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ’nındır. Her şeyin gerçek Mâlik’i O’dur. (Âli İmrân; 179, Hadîd; 10) Kur’ân-ı Kerim’de bu durum yirmiyi aşkın ayette vurgulanmaktadır. Mülk Allah Teâlâ’nın olduğuna göre, tabii olarak sahibinin yolunda sarf edilmesi, inanan için en makûl bir hâdise olarak değerlendirilir. Mü’mindeki cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır. Peygamber Efendimiz (sav), şöyle buyurur; “Cömert kişi, Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın ve cehennem ateşinden uzaktır. Hasis (cimri) insan, Allah’tan uzak, cennetten uzak ve cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.” “Gıbta edilecek kişilerden biri de cömertlerdir.” Peygamberimiz (sav), insanlara dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye eder; “Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar.”

Abdullah b. Abbâs, Peygamber Efendimiz’in cömertliğini şöyle anlatır: “Allah’ın Resûlü, insanların en cömerti ve en iyilik severi idi. Ramazan’da Cebrâil ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi.” Cebrâil, her Ramazan gecesi Resûlullah’ın yanına gelir, O’na Kur’ân öğretirdi. Cebrâil şöyle derdi: “Allah’ın Resûlü bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir.”

Hz. Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Resûlullah’tan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, ‘Peki’ derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiçbir şey için ‘Hayır’ dememiştir.”

Sonradan pişmanlık duymamak için, Müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O’nun rızasına uygun bir biçimde harcaması gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor; “Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de; ‘Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam.’ demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.” (Münâfikûn; 10) 

Cennet cömertlerin yeridir. Cahilin cömerdi bile, hasis olan âlimden iyidir. Efendimiz (sav) Hazretleri; 

“Ümmetimin evliyâları, cennete fazla oruçlarıyla ve fazla namazlarıyla değil; belki nefislerindeki cömertlik, içlerinin temizliği ve Müslümanlara nasihatlarıyle girerler.” 

İkram ve ihsanlarını kullardan esirgemeyen insanlara, Allah’ın rahmeti öyle erişir ki, çorak yerlere düşen yağmurlarla nasıl oralar hayat bulursa, bunlar da öyle bir hayata kavuşurlar. Her ma’ruf bir sadakadır. İnsanının nefsine ve ehline olan infakı da sadakadır. Irz, namus ve şerefin muhafaza ve müdafaası için verilen şeyler de sadakadır. 

Hasan Basri (ks) hazretleri de, sehâdan yani cömertlikten sorulduğunda: 

“Malını Allah yolunda vermekten ibarettir.” demiştir. 

Yine israftan sormuşlar; 

“Riyaset sevgisiyle vermektir.” demiş.

Kays ibn-i Sa’d (ra) hasta olmuş, fakat ziyaretçileri gelmediğinden üzülmüş. Üzüntüsünün sebebini bilenler onu teselli için:

“Sana borçlarından dolayı utandıkları için gelmiyorlar.” demişler. 

Cevaben; 

“Allah-u Teâlâ, ihvanlarımın ziyaretime gelmesine mâni olan malı yok etsin!” demiş ve hemen bir tellal çıkararak: 

“Kays İbn-i Sa’d, kimde alacağı varsa helâl etmiştir. Alacaklılar bilsinler!” diye ilan etmiştir. 

Hazret-i Ali (kv) efendimizi bir gün ağlarken görmüşler. 

“Hayrola, ağlamana sebep olan ne?” diye sormuşlar. 

Cevaben: 

“Ben, yedi günden beri evime misafir gelmediğinden, Cenâb-ı Hakk’ın kahrına uğradım korkusuyla ağlıyorum.” buyurmuşlar. 

İşte tarihimiz cömertlik sahasında örnek teşkil edecek bir çok misallerle doludur.

Bunun içindir ki, her evin bir misafirhane odası, hattâ, bir de mescid odasının bulunması İslâm’ın şiarındandır. Hem de bunların büyüklerin tâbiri ile, harem ve selâmlık olması gereklidir. Zirâ, gelen misafirlerin istirahatlerine ev sahiplerinin mâni olmaması ve ev sahiplerinin de rahatsız olmamaları icab eder. Fakat bugün yapılan apartmanlarda bu hususlara hiç de riayet edilmediği görülmektedir. Hâlbuki, evin zekâtı, onun misafirhanesidir. Misafirhanesi olmayan evler zekâtı verilmeyen paralara benzer.

Devam Edecek...

 

Yazar: Yusuf YILDIRIM

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort