JoomlaLock.com All4Share.net

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMANLARIN DEMOKRASİ İLE İMTİHANI -1

Kıymetli okurlarımız, bu ayki konumuzda Türkiye’de İslamî hareketlerin cumhuriyetten sonraki seyrini işlemeye çalışacağız. Konu ile alakalı makale yazan arkadaşlarımızla konuları paylaşırken, bize, ülkemizdeki İslamî hareketlerin siyasi yönde hangi merhalelerden geçtiği ve bugün gelinen noktanın hangi konumda olduğu ile alakalı kısım düştü. Bu konuyu, meselelere tamamen İslamî perspektiften bakarak işlemeye gayret edeceğiz. Cenâbı Hak doğruları söylemeyi lütfetsin ve tesir halketsin, inşaallah…

Başlarken bir hatırlatmada bulunmayı vazife addediyoruz. Yapacağımız tespitler kimseyi karalamak veya tenkit etmek için değildir. Biz şuna inanıyoruz ki, Müslümanlar meselelerini kendi anlayışlarına göre değil, İslam’ın evrensel ilkelerine göre değerlendirmek zorundadırlar. İnsanların nefislerini karıştırarak ortaya koydukları fikir akımları elbette ki bizi Hakk’ın razı olduğu bir anlayışa götüremez. Bazı insanları lâyüs’el göstererek yıllarca önce yaptıkları yanlış tespitleri “bir hikmeti vardır” mantığıyla kabullenmek, geçmişte bizi yanılttığı gibi,  bugün de bizlerin doğru tespitler yapamamamıza sebep olacaktır. Bundan dolayıdır ki, bu makalemizde yapılan bazı hatalı uygulamaları ortaya koyarken niyetimiz geçmişte yapılanlardan ders alarak, Hakk’ın rızası doğrultusunda ilerlemeye çalışmaktır.

Malumdur ki Osmanlı Devleti içteki ve dıştaki düşmanlarının ortak gayretiyle yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve bunun sonucunda halifeliğin lağvedilmesiyle Müslümanlar tüm dünyada başsız kaldılar. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki baskılar sonucu çoğunluğu Müslüman olan halk, inançlarını yaşayamaz hale geldi. Ezanlar Türkçe okunmaya başlanmış, alfabe Latin harflerine dönüştürülmüş, medreseler kapatılmış ve adeta “Allah” demek yasak hale gelmişti. Bu istibdat dönemi 1950’lere kadar böyle devam etti. Halk artık patlama noktasına gelmişti. Bunu gören devletin ileri gelenleri tüm yetkiler yine kendilerinde olmak kaydıyla çok partili hayata geçilmesine karar verdiler. 1946 yılında Demokrat Parti kuruldu, 1950 yılında tek başına iktidar oldu ve tek partinin baskıcı yönetimi son buldu. İşte biz yazımızda bundan sonraki dönemde Müslümanların tercih biçimlerini irdelemeye çalışacağız. Bunu yaparken mevzumuzu iki ana konuya ayırarak incelemek gerektiğini düşünüyoruz:

1- Değişik görüşlerdeki insanların kurduğu ve Müslümanların desteklediği siyasi akımlar ve bunlardan Müslümanların kazanımları ve kayıpları…

2- İslamî düşünceye sahip münevverlerin, Müslüman ilim adamlarının siyasi parti kurarak mücadele etmeleri ve bunlardan dolayı Müslümanların kazanımları ve kayıpları…
Birinci kısım iki devre olarak düşünülmelidir:

a- İslamî düşünceleri olmadığı halde, içinde inançlı insanların bulunduğu ve genel olarak Müslümanların önünü açabileceklerine Müslümanlar tarafından inanılarak, zarûreten desteklenen siyasi akımlar. Başlangıçta Demokrat Parti ile başlayan bu süreç, İslamî düşünceye sahip siyaset adamlarının bizzat siyasi parti kurmalarına kadar ki dönemi kapsamaktadır. Müslümanların başka tercih hakları olmadığı için, bazı pazarlıklar sonucunda sağcı diye adlandırılan, fakat aslında emperyalist ülkelerin güdümünde hareket eden siyasi hareketlerin olduğu dönem. Bu zaman diliminde Müslümanların kaybettikleri bazı hakları elde edebilmek için bu siyasi akımları desteklemeleri belki mazur görülebilir. Çünkü denize düşen yılana sarılır misali Müslümanlar bu nifak ocaklarıyla ittifak yapmak zorunda kalmışlardır ve gerçekten İslamî feraset sahibi münevverler bunu bir geçiş dönemi olarak kabul edip ilk fırsatta Hakk’ın razı olduğu bir siyasete yönelme düşüncesiyle hareket etmişlerdir.

Fakat bu dönemde yukarıda bahsedilen feraset ve basireti gösteremeyerek bu İslam dışı nifak ocaklarını, çevrelerindeki insanlara İslamî imiş gibi göstererek yıllarca bu münafıklar tarafından Müslümanların fikirlerinin ve tercihlerinin sömürülmesine sebep olmuşlardır.

b- İslamî düşünce sahibi münevverlerin ve ilim adamlarının kendi görüşlerini daha rahat ortaya koyabilecekleri düşüncesiyle direkt siyasi parti kurarak siyasi hayata dâhil olduklarından, sonraki dönemde yukarıda bahsedildiği şekliyle bazı İslamî hareketlerin idaresini elinde bulunduran şahsiyetlerin, Müslümanların kurdukları hareketleri desteklemek yerine, o nifak odağı olan ve hatta bazen siyasi görüşleri tek parti döneminin baskıcı görüşleriyle bire bir örtüşen siyasi hareketleri tercih etme ve bağlılarına tercih ettirme yanlışına düşebilmişlerdir. Bunun sonucunda Müslümanların tercihleriyle iktidara gelen insanların Müslümanlara mavi boncuk uzatarak, emperyalist ülkelerin taşeronluğunu yapıp, ülkemizi fikri ve ekonomik olarak sürekli dışa bağımlı hale getirmişlerdir.

Son yıllarda ortaya çıkan birçok mesele bu konuda ne kadar yanlış yapıldığını ortaya koymuştur. Yıllarca mitinglerde Kur’ân öperek, ayetlere mana vererek Müslümanlardan destek alan insanların aslında nasıl İslam ve memleket düşmanı oldukları ortaya çıkmıştır. Cemaatlerinin menfaatleri için perde arkasında anlaştıkları politikacıların, kendilerine bir verip, diğer taraftan İslam düşmanlarına, emperyalistlere ve siyonistlere ülkenin kaynaklarını nasıl peşkeş çektiklerini arşivlerden öğreniyoruz. “28 Şubat”ta belirttiğimiz anlayışta olan Müslümanları korkutarak dönemin inançlı ve vatansever iktidarına karşı duruş sergilemelerinin sonucunda, hem manevi alanda kazandığımız birçok müesseseyi kaybetmemize hem de ülkemizin milyarlarca dolarlık servetinin üç buçuk soysuz tarafından yok edilmesine sebep olmuşlardır.

İşin acı tarafı bu otuz yıllık sürece bugün baktığımızda her şekilde kullanıldığımız ayan beyan ortada iken, halen bahsedilen Müslüman cemaatler tarafından doğru yapıldığı inancının devam etmesidir. Başörtüsü düşmanlığıyla, hatta cenazesinde Kur’ân okunmasına tahammül edemeyecek kadar İslam şeriatine düşman olan bir politik lidere bugün dahi şefaat edebileceklerini açıkça söyleyebilmektedirler. Yine bu anlayıştaki Müslümanlar, yıllarca hak ve adaletin hâkim olması için çalışan, dini vazifelerini yerine getirmede dikkatli olan, İslam düşmanlarına karşı gücü nispetinde karşı duran Müslüman siyasetçileri o gün sevmedikleri gibi bugün de onlara karşı sergilemiş oldukları vefasızlıktan tevbe etme gereği bile duymuyorlar. Hatta halen daha onların yanlış, diğerlerinin doğru yaptıklarını düşünebiliyorlar. Oysa Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Mümin bir delikten iki kez ısırılmaz.”  buyuruyor. En büyük erdem, kişinin hatasını anlaması ve ona tevbe etmeyi bilmesidir.

Bu anlayışta olan Müslümanlar şöyle de düşünebilirler. “Biz böyle yaparak büyük kazanımlar elde ettik.” Evet! Belki sizler büyük kazanımlar elde ettiniz. Fakat acaba ülkemizin geri kalmışlığına bir çare olunabildi mi? Müslümanların ezilmişliği, itilip kakılmışlığı sona erdi mi? İslam coğrafyasında ve diğer ezilen insanların olduğu bölgelerde kan, gözyaşı, açlık ve sefilliğe çare bulunabildi mi? Elbette hayır! Biz belki rahat ettik, fakat bizim desteklediğimiz insanların sayesinde hem ülkemizin bir bölümü hem de dünya kan gölüne döndü. Oysa biz Hakk’ın yeryüzündeki halifeleri olarak batıya ve doğuya, kuzeye ve güneye nizam, intizam vermeye memur edilmiştik. Bizler yıllarca üç kıtada bunu gerçekleştirmek için gayret etmiş ve bunu gerçekleştirmiş bir ecdadın torunlarıydık. Ve ecdadımız bunu sadece “i’layı kelimetullah” davası için yapmışlardı. Bugün bizim büyük zannettiğimiz küçük hesaplarımız, hem İslam kardeşliğine zarar vermekte hem de bu yüce davayı anlayamamamıza sebep olmaktadır.

İşte yıllarca bizden olmayan politikacıları, bizdenmiş gibi göstererek bizleri sömüren anlayışa topyekûn Müslümanlar olarak artık dur deme zamanı gelmiştir. Şunu unutmayalım ki bugünkü gençlik her şeyi tüm çıplaklığıyla görüyor ve kavrıyor. Bugün biz, onları İslam’ın kuşatıcı davasıyla tanıştıramazsak, yarın onlar ahirette bunun hesabını bize ağır ödeteceklerdir. Çünkü ashabın gençleri gibi onlar da artık İslam’ın nurlu sancağını dünyanın burçlarına dikmenin özlemini çekiyorlar. Dedeleri ve babaları gibi zalimler tarafından sömürülmek istemiyorlar. Şanlı peygamberlerinin ve O’nun varislerinin izinden yedi kıtaya adalet götürmek istiyorlar. Dünyanın neresinde olursa olsun ezilen insanlığın yaralarına merhem olmak kararlılığındalar. Liderlerinin, hocalarının, ağabeylerinin minimum kazanımlar için dünya sistemini elinde bulunduran emperyalistlerle bir arada olmalarına artık tahammül göstermek istemiyorlar.

Yazımıza inşaallah önümüzdeki ay devam edeceğiz. Cenâbı Hak bizlerden yardımını esirgemesin. Âmin…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort