İslam Bizde Bir Etiket Değil, Kişiliğimizdir - Yusuf-i Kenan
İslam Bizde Bir Etiket Değil, Kişiliğimizdir
İslam bizde bir etiket gibi olmayacak. İslam bizim kişiliğimiz olacak. İslam bizim karakterimiz olacak. Bir kişilik, bir karakter, bir anlayış, bir duruş ki İslam ile çelişiyor, biz onları reddetmeliyiz.
Dini Mübini İslam; Rabbimiz Allah’ın, Aleyhisselatü Vesselem Efendimiz’in elçiliğinde biz kullarına doğru yolu gösteren, dünyada ve ukbada huzura eriştirecek, toplumsal barışı sağlayacak yegane emir ve yasaklardan oluşan tabiri caizse insan ruhunun anayasasıdır. Dinin belirttiği kural ve kaideler. Tam manası ile şeksiz şüphesiz inandım demek ile başlar. Önce yaşamak ve sonra yaşatmak mücadelesi ile de devam eder. İslam Dini; vicdanlarda sadece tamam inandım iddiası ile hapsedilemez. Toplumun her alanında din hakim olmalıdır. İnsan hem kendi ruhunu, nefsini, ahlakını, hem de yaşadığı toplumu İslam’ın belirlediği emir ve yasaklar doğrultusunda şekillendirmek zorundadır. Büyüğümüz Hace Hazretleri’nin (k.s.a) buyurduğu üzere; “ Müminin hayatı talim, tatbik ve tebliğden ibarettir.” Bu üç kaide dinimizin birbirinden ayrılmaz bir parçasıdır. Öğrenmek, yaşamak, yaşatmak için öğretmek.
Müminin duruşu, hali, yaşantısı, sözü Allah için olmalıdır. Gönlü Allah ile olanın hali de anlayışı da Allah’tan gelir. Anlayışını Allah’tan (cc) alan kullardan olur. Davranışları incitmez, sözü kırmaz, hali yaralamaz. Ayna misali olur. O’nu gören kendi eksiğini anlar, düzeltme yoluna gider.
İslam’ı yaşamak için doğru anlamak gerekir. İslam’ı doğru anlayacağımız kaynaklara ulaştığımızda ancak nebevi, olan peygamber efendimizin ümmetine tebliğ ettiği hakikat ile bütünleşebiliriz. Aksi takdirde din adına yaşadığına inanan sapık fırkalara, hakikat zannedip çabucak tabi olabiliriz. Bunun sonu da hem dünyada, hem ukbada hezimettir. Günümüzde İslam Ümmetinin cihat diye birbirleriyle çatışmalarının, birbirlerine zulmetmelerinin, kardeşin kardeşi bir hiç uğruna kırıp geçirmesinin sebebi budur. Bunu yaparken tüm taraflar din adına, Allah için yaptıklarını iddia ederek nefsi arzularına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır. Sonuç ise Müslümanların sebepsiz birbirini katletmesi, dünyada Dini Mubini İslam’ın terörizm olarak algılanmasıdır. Gerçi bu bazı İslam düşmanı Yahudi işbirlikçiler tarafından kasıtlı oluşturulmaya çalışılan bir algıdır. Fakat Müslüman feraset sahibi olması gerekirken, bu oyunları sezebilecek durumdayken maalesef çok çabuk oyuna gelmektedir.
İslam’ı doğru anlamak için doğru kaynaklara ulaşmak gerekir. Önemli olan bu kaynakları doğru yerde aramaktır. Aksi durumda halimiz İbrahim Ethem’in (k.s.) damda deve arama hikayesine benzer. İslam’ın hakikatini arayan yolcu bunun için de önce samimi bir niyet içerisinde olmalıdır. Samimiyet bu kutsal yolculuğun azığı gibidir. Kalp kırık, gönül buruk, boyun bükük içten gelen yanık bir arzu ile Allah’tan hidayet yolu istedir. İnsanın derdi gerçekten din derdi ise gönülden bir arayış içerisine girer. Hakikat yoluna ulaşmak için , Allah’tan ona ulaşabileceği yol talep edilir. İnsan samimi bir niyet ile isterse Azim olan Mevla, Mevlana misali Şemsini de Tebriz’den gönderir. Allah (cc) Yeter ki insanın ilk önceliği Rabbini bilmek, O’nu tanımak, bildirdiği emir ve yasakları yaşamak olsun. Rabbimiz her dönemde olduğu gibi günümüzde de peygamber varisi İnsan’ı Kamiller vazifelendirmiştir. Gayeleri irşat olan bu seçilmiş kullar gönül tabibidir. Ruh terbiyecisidir. Bu kudsi yolu tebliğ etmek için ömürlerini sürdürürler. Rabbim yolarını anlamayı, yaşamayı nasip etsin. Eksikliklerini göstermesin. İzlerinden bir an dahi ayırmasın.
Hak yolunun yolcusu olmaya talip Müslüman dinini de, Rabbini de ancak menbaından saf arı bir şekilde tedris edebilir. Bunun kaynağı da İnsanı Kamil bir zatın gönül dergahına girebilmektir. Bizim dinimiz Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav)gönlünden halka halka başlamış, her dönem, yaşamış manevi sultanların, peygamber varisi Mürşidi Kamillerin gayretleri ile yayılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Aynı şeklide kıyamete kadar da durmadan devam edecektir.
Günümüzde yaşadığımız en büyük sorun Müslümanın inandığı dini değerleri yaşayamamasından dolayı altında ezilmesidir. İnandığımız dini değerler bizde karakter ve kişilik olmadığı sürece ağırlık haline gelir. Diğer bir ifadeyle Müslüman bir birey olarak karakter ve kişiliğimizi dinimizin emir ve yasakları oluşturmalıdır. Ancak iç huzur böyle oluşur. Eğer inandığımız şekilde yaşamazsak, yaşadığımız şekilde inanırız. Bizim dinimiz o kadar büyük ki gerek kişinin içsel hayatını, gerek aile yaşantısını, gerekse içtimai hayatı düzenleyerek barış ve huzur getirir. Bu sebeple huzur; İslam’dadır. Büyüğümüz Hace Hazretleri’nin (ksa) buyurduğu gibi; “Müslüman kimliğinden utanan değil, kimliğine layık olmadığı için kendinden utanandır.” İnsan mutsuzluğunun ve iç huzura ulaşamamanın sebebini arayacaksa sağa sola bakmak yerine Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına kayıtsız kaldığından dolayı kendinde aramalıdır. Kendini mesul tutmalıdır. Bu tutum edepli, haddini bilen insana aittir. İnsan eksiğinden dolayı gönlü mahzun, boynu bükük, tövbekar bir hal içerisinde olduğunda hidayete de açık olur. Aksi halde havalı, civalı, tepeden bakan bir hal ile insana nereden ne söylense kulakları, gönlü kapalı olacağından hiçbir hissiyat oluşmaz.
Başka bir açıdan kişilik ya da şahsiyet olarak nitelendirdiğimiz insana ait olan bu özelliği ele aldığımızda; İslam’da şahsiyet ve kişilik, insanı insan yapan önemli bir süreçtir. Şahsiyet anlamında hiçbir insan diğerinin aynı olamaz. Her insanın kendine münhasır özellikleri vardır. Her insan başka bir alem ve başka bir dünya olarak İslam’da yer bulur. Allah (cc) insanı yarattıktan sonra, iradesiyle kendini geliştirebilme özelliği vererek imtiyazlı hale getirmiştir. İslam’a göre insanlar bir cemiyet halinde, milletler dahilinde yaşar. Onların kalplerinde iman gereği içinde bulundukları cemiyetin sorumlulukları vardır. Allah (cc) insanların kalbine çevresinden de sorumlu olma duygusunu yerleştirmiş, buna göre akıl da vermiştir. Kişi mensup olduğu dinin kaideleriyle, değerleriyle, emir ve yasaklarıyla şekillenir ve şahsiyet sahibi olur. Bu şahsiyetiyle de yaşadığı toplumun kültürünü şekillendirir. Ümmet birliği ancak böylesi bir tevhidi anlayış ve gayret dahilinde vuku bulur. Milli kültürden kasıt ümmet kültürüdür. Tüm dünya Müslümanlarının yüreğinin bir atabilmesidir.
Osmanlının son dönemlerinde bilinçli olarak topluma atılan bir virüs niteliğindeki kavmiyetçilik akımları koskocaman bir İslam medeniyetinin de sonu olmuştur. Birbirinden bağımsız içerisinden 52 farklı ülke çıkartarak yıkılan Osmanlı İmparatorluğu, asliyetinde bir devletin değil Ümmeti Muhammed’in, hilafetin, İslam Kardeşliğinin tahrip edilmesidir. Bunda da ne kadar başarılı oldukları açıkça ortadadır. Dönüp şöyle bir Müslüman Ülkelere baktığımızda; birbirinden habersiz darmadağın bir Ümmet, gözyaşı içerisinde iç çatışmaların ayyuka çıktığı, açlıktan kırılan bir İslam ülkeleri coğrafyası. Bu portre tamamen İmanı ile kişiliğini şekillendiremeyen Müslümanların eseridir. Sebebi İsrail’de, Yahudi’de, Haçlı’da aramak kolaya kaçmak, sorumluluğu bir yerlere yıkıp aradan sıyrılmaktır. Elbette herkes işini yapıyor. Dünyanın doğası böyledir. Kafir, kafirliğini çok güzel yapıyor. Peki ya biz Müslümanlar olarak işimizi, vazifemizi yapabiliyor muyuz? Sorumluluğumuzu yerine getirebiliyor muyuz? Ruhlar aleminde Rabbimize verdiğimiz sözü şu ana kadar tutabildik mi? Ölüm yaklaşıyor. Rabbimizin huzuruna hangi yüzle çıkacağız?
Dinimiz İslam asla yüreklere hapsolmuş bir inançlar bütünü değildir. İslam gönülde başlar, tüm içtimai hayata nükseder. Giyim tarzından, yeme içmeye, eğitime, aile yaşantısına, miras hukukuna, ticari ahlaka, toplumsal kural ve kaidelerin tamamına müdahale edip, şekillendirir. İslam cemiyetinde şahıs, bir sığıntı gibi, bir kambur gibi, bir eşya gibi ve sadece birey olarak kendisini kurtarma çabasından ziyade, kendi sorumluluğunu toplum sorumluluğuyla aynı oranda hissederek hayvandan daha aşağı (Esfeli Safilin) olmaktan kendisini kurtarır. İnsan bütün bunları yaparken, toplum içerisinde tüm davranışlarını ve alışkanlıklarını ancak bir tek büyük modelden alır. Müslüman’ın en büyük modeli gelmiş geçmiş yaratılmışların en hayırlısı Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Aşıkların gönül güzergahı O’dur. (s.a.v.)
İnsanı insan yapan, kemale ve fazilete erdiren özellik, onun şahsiyetidir. Şahsiyet, nasıl sol baştaki sayı silinince sıfırlar bir anlam ifade etmiyorsa, kişilik ve şahsiyet olmadan bu faziletler de pek bir anlam bulmaz. Kişilik ile inanılan değerler açığa çıkar. İnsan inandığını yaşayabiliyorsa, bu değerler manzumesiyle hayatını şekillendirebiliyorsa gerçekte samimidir. Özüyle, sözüyle bir hareket eder. Aksi halde gitmediğimiz, görmediğimiz köy maalesef bizim köyümüz olamaz. İnandığımız gibi yaşayamadığımızda bir süre sonra, yaşadığımız gibi inanırız.
Aklın güzelleşip değer haline gelmesi, doğruyu eğriden, hakkı batıldan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edebilecek seviyeye yükselmesi toplum dahilindeki rol modellerle, eğitim ve çevre faktörüyle mümkün olabilmektedir. Burada rol model kavramı çok derin bir anlam ifade eder. Artık insanlar söylemin ötesinde yaşayan insandan müşeade ederek öğrenmeyi tercih etmektedir. Bu sebeple bizim sözümüzden öte halimizin, yaşantımızın, ahlakımızın söyledikleri etkilidir. Ağızdan çıkan değil hayatın içerisinden bizzat yaşayarak çıkan davranışlar gerçek kelamdır. Bu yüzdendir ki en hakiki rol model İnsanı Kamillerdir. Allah dostlarıdır. Toplumu şekillendirmeye namzet bu zatların himmet ve çabalarıyla toplum kimliğini İslamlaştırır.
Bir diğer açıdan değerlendirecek olursak şahsiyet, daha küçük yaşlardan itibaren içinde yaşanılan toplumun değer yargılarının benimsemesiyle şekillenir. O değerlerden hangilerine ne kadar sahibiz? Aslında nelere sahip olmalıyız? Ülkenin milli eğitim politikasını hazırlayanlar, yönlendirenler, yazanlar bu soruların cevabını vererek içinde yaşadığımız toplumun aynı zamanda geleceği de şekillendirecek gençlerin eğitileceği sistemi ona göre şekillendirmelidir. Günlük politikalarla, çürümüş ve kokuşmuş eğitim sistemleriyle insan eğitilmez; gelecek şekillenmez. İslam adına bir takım değerlerin serpiştirilmesiyle eğitim İslamileşmez. Eğitim sisteminin tamamı İslam merkezli olmalıdır. Karma eğitim ile ateş barutun yan yana muhafaza edilmesi ne denli mümkün değilse ergen bir bayan ile erkeğin de aynı atmosferi teneffüs etmek zorunda bırakılması ile gerçekleştirilmeye çalışılan eğitim kesinlikle uygun değildir. Her türlü sistemin denenerek yap boz haline dönüştürüldüğü eğitim sistemimiz bir an evvel düzeltilmesi gereken sorundur. Eğitim sistemimiz toplumunu oluşturan bireylerin kişiliğini oluşturabilecek yeterliliğe sahip olmadığı gibi, kelimenin tam anlamıyla kangirene dönüşmüştür. Hal böyle olunca eğitimli denilen insanların oluşturduğu sağlık, adalet, bilim, teknoloji, eğitim ve diğer tüm üretim ya da hizmet sektörleri kişiliksiz bir yapı arz edecektir. Rabbim gönüllerimizi, halimizi, davranışlarımızı, ahlakımızı, kişiliğimizi, toplumumuzu, tüm Ümmeti Muhammedi İslam üzere sabit kılsın.
Yazar: Yusuf-i Kenan