JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’TAN İLHAM ALAN Hz. ÖMER (ra)

hz omer

Allah'tan İlham Alan Hz. Ömer (r.a) - Sâlik-i İrfân

Sayı : 80 - Ağustos 2014

 

Allah'tan İlham Alan Hz. Ömer (r.a)

 

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allahımız’adır. Mevlâyı Müteâl olan Rabbimiz’e sonsuz hamd ve senâlar olsun. Bizi yoktan var eden, insan olarak, ümmeti Muhammed olarak yaratan ve bugün ümmetin eşrafından Hâcegân kılan Rabbimiz’e şükürler olsun.

Hakk’ın Habibi, insanlığın Efendisi, Sahibimiz, Muhammed Mustafa (sav) Hazretleri’ne de sayısız salât ve selâmlar olsun. O’nun kardeşleri olan tüm peygamberlere, pâk nesli olan Ehli Beyt’e, ashâb ve saâdâtı kiram hazerâtına da salât, selâm, ihtirâm olsun.

Her biri bir derya olan ashabı kiramdan Hz. Ömer (ra) efendimizle ilgili paylaşımlarda bulunmaya çalışıyorduk. Araştırıp öğrendikçe Ömer efendimize hayranlığımız daha da artıyor. Hâce Hazretleri’nin (ksa); “Sahabe hayatı okumak imanı; evliya hayatı okumak sevgiyi arttırır.” sözünü daha iyi anlıyoruz. O büyük insanların hayatlarından bizim aklımıza, gönlümüze imanın nasıl aktığını hissediyor, “Ashabım yıldızlar gibidir.” manasıyla bizlere yol göstermeye devam ettiklerini fark ediyoruz.

Bu satırları yazarken İstanbul’dan arayan bir dostumuzla görüşerek Habibü’n-Neccar kıssasını paylaşmıştık. Malumunuz Yâ-Sîn Sûresi’nde; “Şehrin tâ öte yakasından koşarak gelen adam… Keşke Rabbim’in Beni bağışladığını ve Bana onca ikramda bulunduğunu kavmim bilseydi.” ifadeleri geçer. “Allah’ın dostlarıyla beraber olmak Allah (cc) ile beraber olmaktır.” fehvasınca bizler de keşke ailelerimizi, dostlarımızı bu nimetlerden haberdar edebilseydik anlamında dertleştik. Mevlâmız’a hamd-ü senâlar olsun Peygamber varisi, kâmil insan ile beraber olunca gerek Ömer efendimizden gerekse binlerce yıl öncesinin mü’mini Habibü’n-Neccar’dan gönlümüze akışı, imanın tazelendiğini hissetmemek mümkün değil. Elhamdülillah “…yıldızlar gibi…” olan ashabı kiramın izini sürmeye gayret edene onlar nasıl şefaat ediyor, şefkat ve merhametle takviye ediyor, görüyoruz. Cenâbı Hak bizi onlara bağışlasın. 

Önceki yazılarımızda “Muvafakatı Ömer” konusunu açmaya çalışmıştık. Hz. Ömer efendimizin duygu, düşünce ya da kimi tutum ve tavırlarını Cenâbı Mevlâmız’ın nasıl tasdik ettiğini paylaşmaya çalışıyorduk. Hz. Ali (ra) efendimiz, Hz. Ömer için “Onun söylediği şey (mutlaka) olacaktır.” buyurur ki bu da ilginç bir kıssadır. Tarihçi İbn-ül Esir III. cilt, 331. sahifede şöyle nakleder;

“Hz. Ömer bir cuma hutbesini minberden okumaktaydı. Hutbesini irad ederken susup iki veya üç defa; “Ya Sariye, el-Cebel!” diye bağırdı. Camidekiler; “Herhalde cinnet geçirdi.” diye söylenmeye başladılar. Hz. Ömer’in hutbeden bağırması esnasında insanlar tuhaf tuhaf bakarken, Hz. Ali; “Onun söylediği şey olacaktır.” der. Daha sonra Abdurrahman bin Avf, Hz. Ömer’e giderek; 

“İnsanlar seni yadırgıyorlar. Hutbe arasında; ‘Ya Sariye, el-Cebel!’ diye bağırdın. Bunun anlamı nedir?” diye sordu. Hz. Ömer ona; “Allah’a yemin ederim ki ben, kendime hakim değildim. Onları (Sariye’nin ordusunu) bir dağın yanında savaşırken gördüm. Onları, önlerinden ve arkalarından düşman kuşatmıştı. Ben de elimde olmayarak ‘Ya Sariye, el- Cebel!’ diye bağırdım ki onlar sırtlarını dağa verip savaşsınlar.” 

Bir zaman sonra Sariye’nin habercisi Medine’ye geldi. O şöyle diyordu; “Ey Mü’minlerin Emiri! Biz mağlup olmak üzereydik. Bu esnada; ‘Ya Sariye, el-Cebel!’ diye bir nida işittik. Bunun üzerine arkamızı dağa verdik. Ve Allah düşmanlarımızı mağlup etti.” Hz. Ömer’in hutbeden bağırması ve Hz. Ali; “Onun söylediği şey olacaktır.” demesi böylece anlaşılır. Daha olay anlaşılmadan, insanlar su-i zanna düşerken Ali efendimizin tasdik etmesi de önemlidir. Çünkü Ali efendimiz, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde yaşanan bu olaya varıncaya kadar nice örnekler görmüş ve Hz. Ömer’in şahsiyetine-velayetine yakîn kesbetmiştir. 

Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatında “Öldü diyeni öldürürüm!” diyecek kadar şiddetli, Ebû Bekir halife zamanında her işinde ona yardımda dirayetli, kendi hilafetinin başlangıcında “Her şeye Kâdir olan Allahım, sert mizaçlıyım, beni yumuşak huylu kıl. Zayıfım bana kuvvet ihsân et. İmdi ele avuca sığmaz Arap devesinin dizginleri elime verilmiş bulunuyor. Şahit ol. Onu doğru yol üzerinde tutacağım!” duası ile mütevazi ama izzetli bir şahıs portresiyle bütün ashabın gözünde özel bir yere sahiptir.

İslâm ordularının komutanı olarak Bizans ve İran’ı perişan ederken, Azerbaycan’dan Mısır’a İslâm’ın sınırlarını genişletirken bir taraftan da yamalı elbiselerle, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren, kimi zaman bir dul kadına su taşıyan, kimi zaman Beytü’l-Mâl’e ait bir deveyi tedavi için koşan, kimi zaman yorgunluğunu atmak için mescidin çıplak zeminine uzanıp uyuklayan sade bir insan…

Ömer efendimizle ilgili Peygamber Efendimiz’in (sav) buyurmuş olduğu, “Benden sonra bir peygamber gelseydi bu Ömer olurdu.” (Tirmizî, Menakıb, 48) ifadesinden daha üst bir şey herhalde söylenemez fakat Cenâbı Hakk’ın Hz. Ömer’i tasdiki bağlamında şu rivayet de ilginçtir; Ebû Hureyre (ra), Nebi’nin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir; “Benî İsrail’den sizden önce gelip geçenler içinden (Allah Teâlâ tarafından mülhem) öyle kimseler vardır ki, onlar peygamber (payesinde) olmadıkları halde kendilerine haber ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa (ki şüphesiz bulunacaktır) o da muhakkak Ömer’dir.” 

Bu hadisi şerifte peygamber olmadıkları halde kendilerine Allah tarafından haber ilham olunduğu bildirilen zevata Muhaddesûn deniliyor ki, kendilerine hadiseler, vakıalar ilham olunan kimseler demektir. Yani “Muheddes”, nübüvvetin altında bir vahiy ve ilham mertebesi demektir ki, Hz. Ömer bu hadisi şerifte böyle bir yüce makamla taltif olunmaktadır.

Hâce Hazretleri’nin (ksa); “Allah Teâlâ ile ilişki nübüvvetten sonra velayet iledir.” sözü bu bağlamda olsa gerek çünkü gerek Ömer efendimiz gerekse ondan sonraki dönemlerde ümmetin içerisinde yıldızlar gibi parlayarak ümmete yol gösteren ulema-sulehanın durumu böyle olmuştur. Mevlâ-yı Müteal Hazretleri ile yakınlıkları onların gönüllerine ilhamat gelmesine, onları hidayet ve İstikâmet üzere kılmasına yol açmıştır. Yine Hâce Hazretleri (ksa) bu geliş ile ilgili; “Bilgi velayetteki derecelerine göre kimine yoruma açık, kimine de apaçık gelir.” buyurmuşlardı.

Önceki iki sayımızda işte bu ilhamat ilişkisini açmaya çalışmıştık. Ömer efendimizin istek-beklentilerine, sorularına Mevlâ’dan gelen cevaplardan paylaşmıştık. Son olarak konuyla ilgili birkaç örneği daha aktarmak istiyoruz:

1- Allah’a, Melekleri’ne, Resûlleri’ne, Cebrail’e ve Mikail’e Düşmanlık Eden Yahudiler: Hz. Ömer bir gün Yahudi okullarını gezerken Cebrail’i onlardan sordu. Muhatapları; “Biz Cebrail’e düşmanız. Bizim sırlarımıza Muhammed’i muttali kılıyor. Yeryüzünde batan her memleketi o batırıyor ve her milletin azabını o tatbik ediyor. Mikail ise, bolluk ve barışma meleğidir (onu seviyoruz).” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle sordu; “Bu iki meleğin Allah katında mertebeleri nasıldır?” Yahudiler; “Cebrail Allah’ın sağında Mikail ise solundadır. Ve aynı zamanda iki meleğin arasında düşmanlık vardır!” dediler. Hz. Ömer; “Eğer bu iki melek dediğiniz gibi (Allah’a yakın) ise, o vakit düşman değildirler. Kesinlikle siz eşekten de daha inkârcısınız. Bu iki melekten herhangi birine düşmanlık yapan Allah’ın da düşmanıdır!” dedi. Bu olaydan sonra Resûlullah’a gelen Hz. Ömer baktı ki Cebrail (as) daha önce konuyla ilgili vahyi getirmiştir. Hz. Ömer’i gören Allah Resûlü; “Ey Ömer! Rabbin sana muvafakat edip sözüne uygun âyet indirdi!” buyurmuştur. “Kim Allah’a, Melekleri’ne, Peygamberi’ne Cebrail’e, Mikail’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara; 98)

2- Ramazan Gecelerinde Yeme-İçme ve Cinsî Münasebet: Rivayete göre, İslâm’ın başlangıcında Müslümanlara ancak iftar yemeğinden yatsı namazını kılıncaya kadar, Ramazan gecelerinde yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak helal idi. Bir ara Hz. Ömer (ra) yatsı namazını kıldıktan sonra hanımı ile cinsi münasebette bulunmuştur. Fakat çok pişmanlık duyarak Peygamber’e (sav) geldi ve özür diledi. Hz. Ömer’in bu davranışını gören başka sahabeler de ayağa kalkıp, onlar da yatsı namazından sonra bu tür davranışlarda bulunduklarını itiraf ettiler. 

Hz. Ömer (ra), Peygamberimiz’e bu konuda bir ruhsat olup olmadığını sorduğunda, Peygamber (sav) böyle bir davranışı Hz. Ömer’e yakıştıramamıştır. Bu olay üzerinden çok zaman geçmeden, Hz. Ömer üzgün bir halde evine henüz varmadan, Allah Teâlâ tarafından, “Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah’ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar, yiyin için…” (Bakara; 187) âyeti nazil olmuştur. 

3- Bir Münafıkla Yahudi’nin Davalaşması: E’ş-Şabi’nin rivayet ettiğine göre bir Yahudi ile bir münafığın arasında husumet vardı. Yahudi münafığa, “Resûlullah’a varalım. O aramızda hükmetsin!” dedi. Münafık ise, Kab b. Eşref’e gitmeye ısrar ediyordu. Bu şahıs ise kendisine güvenilmeyen ve bizzat Allah tarafından “tağut” adıyla nitelenmiş bir kimse idi. Yani kendisi tuğyan çıkaran bedbaht adamın birisi idi. Ancak Yahudi’nin ısrarlı bir şekilde Peygamber’e (sav) gitme isteği üzerine, davalaşmak için Resûlullah’a gelirler. Dava neticesinde Peygamber (sav), Yahudi lehine karar verir. Peygamber’in (sav) yanından ayrıldıklarında münafık; “Bu hükme razı değilim, gel Ebû Bekir’e gidelim!” der. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir’e giderler. Hz. Ebû Bekir de Yahudi’nin lehine hükmedince münafık bu sefer Hz. Ömer’e gitmeyi tutturur. Hz. Ömer’e vardıklarında, Yahudi; “Biz önce Allah Resûlü’ne sonra Ebû Bekir’e gittik. Bu hasmım olan adam ikisinin de benim lehime verdikleri hükme razı olmadı ve beni sana getirdi!” deyince, Hz. Ömer, münafığa dönerek; “Doğru mudur?” diye sordu. Münafık, “Doğrudur!” deyince, Hz. Ömer; “İkiniz de yavaşlayınız (bekleyiniz). Hemen gelirim!” deyip içeri girdi. Kılıcını bağlayıp çıktıktan sonra öldürünceye kadar münafığa kılıç çaldı ve; “İşte Allah’ın ve O’nun Resûlü’nün hükmüne razı olmayanın hakkında böyle hüküm veririz!” dedi. Bu hadiseye şahit olan Yahudi derhal olay yerinden kaçıp Resûlullah’a gelerek; “Ya Rasûlallah! Ömer vallahi hasmımı öldürdü!” diyerek Hz. Ömer’in yaptığını haber verir. Hz. Peygamber (sav); “Ömer’in bir mü’mini katledeceğini zannetmezdim!” buyurur. Allah Teâlâ; “Hayır, öyle değil! Rabbine kasem olsun ki, kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklarında Seni hakem yapmadıkça sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan Sana tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!” (Nisa; 65) âyeti kerimesini inzal buyurup öldürülen münafığın kanını heder ve Hz. Ömer’i de onun kanından berî kılmıştır. (Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Çev. Ahmet Naim, c.2, s.351-352)

4- Bedir Esirleri: Bedir Harbi’nden sonra müşriklerden yetmiş kadar esir ele geçmişti. Hz. Peygamber (sav) bunlara nasıl muamele yapılacağı hususunda ashabıyla istişarede bulundu. Konuyla ilgili olarak İbn Abbas şöyle rivayet etmektedir: Esirler geldiklerinde Hz. Ebû Bekir; “Ya Rasûlallah! Bunlar bizim amca çocuklarımızdır ve aşiretlerimize mensup kişilerdir. Ben fidyenin alınıp, alınan bu fidyenin kâfirlerle olan mücadelemizde kullanılmasının daha hayırlı olacağı kanaatindeyim. Böylece bu kimselerin ileride Müslüman olmaları da muhtemeldir!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav); “Ey Hattab’ın oğlu Ömer! Sen ne diyorsun?” diye sorunca Hz. Ömer; “Ey Allah’ın Resûlü! Ben Ebû Bekir’in görüşüne katılmıyorum. Bence, izin ver hepsini kılıçtan geçirelim. Ali’ye kardeşi Akil’i, bana da falanı öldürme imkanı ver. Bunlar küfrün ileri gelen, önder durumundaki kimseleridir!” diye cevap verdi. Ancak Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebû Bekir’in görüşünü kabul etti. Olayın devamını Hz. Ömer şöyle anlatıyor; ertesi gün olduğunda Resûlullah ile Ebû Bekir’in ağladıklarını gördüm. “Ey Allah’ın Resûlü!” dedim, “Seni ve arkadaşını ağlatan nedir? Şayet ağlayabilirsem ben de ağlayayım. ”Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) yakınında bulunan bir ağaca işaret ederek; “Arkadaşlarının fidye almış olmalarına ağlıyorum. Onların azabı bana şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi.” dedi.

Ashabın ihtilaf ettiği bu olay Kur’ân-ı Kerim tarafından şu şekilde açıklığa kavuşmuştur; “Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) âhireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.” (Enfal; 67-68)

Bu âyeti kerimelerde Allah Teâlâ savaşta elde edilen esirlerin öldürülmesinin, fidye karşılığı olarak bırakılmasından daha uygun olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Peygamber (sav) bir hadisi şerifte bu olayı daha ayrıntılı olarak şöyle açıklamaktadır; “Neredeyse Hattab’ın oğlunun görüşüne karşı çıkmamız bize azabın gelmesine sebep olacaktı. Eğer azap gelmiş olsaydı Ömer bin Hattab’dan başkası kurtulamazdı.” (Kurtubî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, c.8, s.50)

Bu hüküm İslâm’ın ilk yıllarıyla ilgili bir hükümdür. Konuyla ilgili olarak İbn Abbas (ra); Bu hüküm Bedir’de ve Müslümanların az olduğu bir dönemde geçerliydi. Müslümanların sayısı artınca esirler hakkında şu âyet gelmiştir: “(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin…” (Muhammed; 4), demiştir. (Ali Arslan, Büyük Kur’ân Tefsiri, c.6, s.534)

5- Tevrat’taki ifade; “Meğer ki nefsi ile hesaplaşmış ola!”: Hz. Ömer’in (ra) göstermiş olduğu yüce muvafakatlerden biri de şöyledir; Bir gün Ka’b el-Ahbar; “Arz melikinin sema meliki elinden hâli yamandır!” demiştir. Ka’b el-Ahbar’ın bu sözüne Hz. Ömer; “Meğer ki nefsi ile hesaplaşmış ola!” kaydını ilave etmiştir. Bunun üzerine Ka’b el-Ahbar; “Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bu senin söylediğin Tevrat’ta da aynıdır.” diye Hz. Ömer’e karşılık verir. Hz. Ömer ise bu muvafakatınden dolayı şükür secdesine kapanmıştır. (Sahihi Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Çev. Ahmet Naim, c.2, s.353)

6- Ezanla İlgili Sözleri: İmam Suyûtî’nin naklettiğine göre, Hz. Bilal ilk zamanlar ezan okurken “Eşhedü en lâilâhe illallah!” dedikten sonra, “hayye ale’s-salah!” ibaresine geçermiş. Hz. Ömer, Hz. Bilal’e; “Eşhedü en lâilâhe illallah!” ibaresinin peşine “Eşhedü enne Muhammede’n-Resûlullah!” diye ilave et, demiştir. Hz. Peygamber (sav) de Hz. Bilal’e: “Ömer’in dediği gibi söyle.” diye buyurmuştur. (Muhsin Koçak, Hz. Ömer ve Fıkhı, s.68)

Bazılarını paylaşabildiğimiz bu rivayetlerde de açıkça görülen şey, Hz. Ömer Efendimiz’in Cenâbı Mevlâmız’ın ikramlarına mazhar oluşudur. Onun İslâm’a, imana bağlılığı, Efendimiz’e (sav) tâbi oluşu bütün insanlığa hidayet rehberi olmasına yol açmıştır. Muhaddesûn denilen ve Mevlâmız’ın hakikati gönlüne ilham ettiği bir insan olarak Hz. Ömer efendimiz, bugün de ümmeti Muhammed’e yol gösterirken nübüvvetten sonraki velayet varislerine tâbi olunması gereğine işaret etmektedir. Nübüvvet hatmolunmuştur fakat irsâlat devam etmektedir. Cenâbı Hak bizleri Ehli Beyt’e, ashabı kirama bağışlasın. Ömer efendimiz gibi ilhama mazhar olanlara bağışlasın. Onlara yakın eylesin. Onların lütuflarıyla ümmete kurtuluş nasip eylesin.

 

Yazar: Sâlik-i İrfân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort