JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazartesi, 18 Haziran 2012 00:20

ALLAH’I SEVMEK

“De ki: ‘Eğer siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran/31)  Ayeti kerimede muhabbet, ittiba ile tefsir olunmuştur. Allah’ı (cc) ve Efendimiz’i sevmenin yegâne işareti Efendimiz’in (sav) emr ve nehiylerine ittiba etmektir.

Muhabbet; bir şeydeki kemalattan dolayı ona meyletmektir. Allah’ın (cc) bahşetmiş olduğu hakiki kemalat  Efendimiz’de  (sav) mevcuttur. Mahlûkattaki kemalat, hakikaten Allah’a mahsustur. Yani kemalat Allah Teâlâ’dan kuluna sirayet eder. İmanı böyle olan o kemalatı nerede görürse onu fazla sever. Nerede bir eksiklik görse ona da buğz eder. İnsanlar üzerindeki gerek iyi, gerek kötü tesiratlar yalnız muhabbetten neşet eder ve yekdiğerine sirayet eder. Ve muhabbetin gereğidir ki; muhibbi, mahbubunun sıfatlarına dâhil eder.

Ayeti kerimeden anlaşılacağı üzere, Allah Teâlâ’yı sevmenin alameti Efendimiz’i (sav) sevmektir. Efendimiz’i sevmenin alameti de O’nun sünnetini ihya etmektir. Kim Allah’ı  çok seviyorsa o, Efendimiz’in sünnetini daha fazla ihya eder. Bu hal olmadan sevgiyi iddia etmek gülünçtür ve yalandan ibarettir.

Muhabbetin iktizasıdır ki; bir sultanı seven, onun tayin etmiş olduğu padişahı da sever. O padişahın askerlerini, hizmetçilerini, evini, memleketini, sevenlerini ve sevdiklerini de sever. Cenabı Hak, Efendimiz’in (sav) kalbi şeriflerine bütün isim ve sıfatlarıyla tecelli ederek Zatı’na ayna kılmıştır. Bu sırra binaen Efendimiz: “Beni gören Hakk’ı görmüştür.” buyurmuştur. Şu halde Allah (cc) için, Efendimiz’i sevmek zorundayız. Her kim kendini sünnetleri ihya etmekle Efendimiz’e feda ederse onda muhabbet eseri tezahür eder.

Muhabbet; Efendimiz’i (sav) sevmenin yanında varislerini sevmeyi de elzem kılar. Bugün biz Müslümanlarda noksan olan, atlanılan nokta burası… Efendimiz’in (sav) varisi ekmellerine gerekli önemi vermemek, onlarla hem dem olmamak.  Vusulsüzlük usulsüzlüktendir, buyurulmuş. Allah’ın (cc) ve Efendimiz’in (sav) muhabbeti gönlümüzde yer bulmu-yorsa usullere riayet etmediğimizden oluyor. Allah Teâlâ istisnalar dışında her şeyi sebebler dairesinde yaratmıştır. Misal, bir ekmeğin soframıza gelmesi için yapılan işlemler hepimizin malumu… İşte Allah’ı (cc) sevmenin şartı Efendimizi (sav) sevmek; Efendimiz’i (sav) sevmenin şartı ise, O’nun (sav) sünnetini ihya etmeye say ederek, tam ihya eden varisi ekmelini sevmektir.

Allah’ı (cc) sevmek iddiasında olanların, Cenabı Hakk’ın sevdiklerine karışıp onlarla hem dem olmaktan başka çaresi yoktur. Bu sırra binaen Efendimiz (sav) buyurmuş: “Ya Allah ile olun, ya da (eğer buna muktedir değilseniz) Allah ile birlikte olanlarla (Ehlullahla) olun.”

Ehlullah bilittifak buyuruyorlar ki: “Taat ve ibadetler içerisinde evliyaullahı sevmek gibi büyük ve efdal bir ibadet yoktur.” Çünkü evliyaullahı seven onlarla birlikte olur. Onların yanında bulunan da nefsinden, hevasından ve her türlü ahlakı zemîmesinden kurtulur ve Allah’a layık bir kul olur.

Bir kimse İslam’ın ruh ve özü ile ilgisi bulunmayan adetleri terke gayret etmedikçe Allah’a yakınlık kesbedemez.

Kişi neyi severse ondan başkasını unutur. Kişinin mahbubu mabududur. İnsan dünyayı severse ahiretten, ahireti severse Mevla’dan, Mevla’yı severse hem dünya hem de ahiretten uzaklaşır.

İnsan her neyi sever ve ne ile ziyade meşgul olursa onunla muazzeb ve müptela olur. Bugün biz Müslümanların başına gelen azab ve maişet sıkıntısı hep bu sırra mebnidir. Allah, Zatı’na ayna ve tecelligâh olarak yarattığı kalbin; kendisinden başka bir şeyle meşgul olmasına asla razı olmaz. Bu durum insanın harem dairesine namahrem birisini almaya benzer. İnsaf edelim ki bu durumu zerre imanı olan kimse kabul etmez.

Hâce Hazretleri (ks): “Allah (cc) bir çöpünden bile vazgeçmez.” buyuruyor. Çöpünden vazgeçmeyen Allah nasıl kendi Zatı’na ayna olarak yarattığı insan kalbinden vazgeçsin. Evet, böyle bir kalp sahibinden intikamını alır ve alıyor. Her türlü bela ve musibetle onu muazzeb eder ve ediyor.

Evliyaullahı seven onlara yakın olmayı ve sohbetlerine devam etmeyi hayatının ana gayesi yapmaya himmet eder. Mevlânâ (ks) buyuruyor: “Ariflerin bir anlık sohbeti yüz yıllık riyazattan daha efdaldir. Yani yüz yıl yapılan riyazet ile elde edilecek fayda,    ariflerin bir bakışı, bir sözü ile kazanılır.”

Evliyaullah daha ziyade iki şeyin kalbten atılmasını tavsiye buyururlar:
1) Mahlûk ile ihtilat.
2) Dünya muhabbeti.

Bu iki şey marifetullah ve kurbiyet elde etmeye en büyük manilerdir.
Zira halk ile görüşmede ayna mesa-besinde olan salikin kalbi, onlardan kibir, ucb, enaniyet, gazab, şehvet gibi her türlü batınî kötü ahlaklardan hemen etkilenir. Belki zahirine de o kötü ahlaklar akseder. Böylece salikin kalp aynası tozlanır, kirlenir, pas tutar. Netice olarak salik seyri sulûkta geri kalır.

Dünya muhabbetinin her hatanın başı olduğu Hadisi Nebevi ile sabittir. Büyüklerimiz: “İmamı olmayanın imamı şeytan, mürşidi olmayanın mürşidi de yine şeytandır.” buyurmuşlar. Heyhat! Kendisini Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) davet eden bir mürşide tabi olmayan, ancak ve ancak kendi nefs u hevasına tabi olur.   

Hülasa insana Allah’dan gayrısına meyletmek ve sevmek uygun değildir. İşte İslamiyet’in ve insaniyetin özü ve özeti budur. Bu kemali tahsil etmek ve ticaretini yapmak için bu dünyaya gelmişiz. Dikkat edelim ki, bu imkânı ve büyüklüğü murdar nefsin ve başkalarının hatırına feda etmeyelim.

İmamı Rabbani, cennete vuslatın Efendimiz’e (sav) uymaktan başka hiçbir şekilde mümkün olmayacağını buyuruyor: “Nakşibendî tarikatı da ancak Efendimiz’e (sav) ittibadan ibarettir, onsuz yolun açılmasına imkân yoktur.”

Efendimiz’e ittiba, ancak ve ancak insanı kâmilden yani Efendimiz’in (sav) varisi ekmellerinden öğrenilerek ve onların gözetimi altına girilerek sağlanır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazar, 03 Haziran 2012 01:07

İNSAN OLMAK

Cenab-ı Hakk, Efendimiz (sav) vasıtasıyla bizleri (Ümmeti Muhamedi) Zatı İlahiyesine davet buyurmuştur. Bu davetin büyüklüğünü, hakikatini anlamaktan uzağım. Yalnız Hace Hazretleri'nin (ks) sohbetlerinden anladığım kadarıyla bu davet, insanlığa verilmiş en büyük ikramdır. Bu bizim herifliğimizden dolayı değil, Efendimiz'in (sav) ve O'nun izinden giden varisi ekmellerinin büyüklüğünden dolayıdır.

Bizi devlet büyüklerinden (cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, vali vs) biri çağırsa, heyecanlanırız. İftihar ederiz, davet gününü büyük bir sabırsızlıkla bekler ve günler öncesinden hazırlık yapmaya başlarız. Üstümüze, başımıza özen gösterir, diyeceklerimizi önceden planlar ve davet edeni bekletmemek için erkenden gider, davete icabet ederiz.

Şunu iyi bilmeliyiz ki: Bizi davet eden Zat Allah'dır (cc). Davetçi Efendimiz'dir (sav). Davetnamede Kur'an'ı Kerim'dir. Ne büyük şereftir ki davet olunan da biziz. Evet! Asi, mücrim ve günahkar olduğumuz halde davet ediliyoruz. İnsanın kurtuluşu ve ebedi saadeti bu daveti anlamasına ve icabet etmesine bağlıdır.

İnsana teklif edilen bu nimetin büyüklüğünün tarifi yok... O halde ebedi saadetimizin vesilesi olacak olan bu nimete vasıl omanın ve onu elde etmenin usulunu ve yolunu bulup öğrenmemiz elzemdir.
Bu nimete vasıl olmanın en kese ve kolay yolu Evliyaullahın nispet ve himmetlerini celbetmektir. Bu kemalat sahibi olmanın en tehlikesiz yoludur. Yani bir Mürşidi Kamilin hizmetine girerek Dini mübini ondan tahsil etmektir. ''Muhakkak bu ilim dindir. Dininizi kimden alıyorsunuz diye düşünün.'' Hadisi Şerif'in gereği, müslüman dini ilimlerde alim, ilmi ile bütünleşmiş, şeriatle amel eden, takva sahibi, güzel ahlak abidesi bir Zat'ı seçip O'na teslim olmalıdır. Din oyuncak değildir, din müslümanın en büyük servetidir. Böyle bir zatı talep etmek ve emrine girmek dini bir vecibedir. ''İşte onlar Allah'ın kurtuluş yoluna ilettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy.'' (Enam/90)

Bu yol çok kese ve kolay olmasına rağmen, yol kesicileri de o nispette güçlüdür. Yol kesicilerin birincisi,insanın dost addettiği, hemcinsinden olan insi şeytanlardır. Bunlar Sureti Hakk'dan görünerek çeşitli hile ve desiselerle, seni Hakk'a ulaştıracak yola girmekten alıkoyarlar. Misal: Tarikat senin neyine? İslamın şartlarını yerine getir. Büyük günah işleme. Küçük günahları Allah (cc) zaten affeder. Senden ala müslüman mı var. Şeyhe hizmet etmeye ne gerek var. Din kişi ile Allah (cc) arasında... Hem şeyh dediğin adamın şu kusurları var. Görmüyor musun? Derler, ve bunun gibi bir çok hezeyanı arka arkaya sıralarlar. Aldanmamak lazım.

Eğer müslüman bu yol kesicileri alt eder, ifsadata kapılmaz, Hakk'ın Dergahına yönelirse ikinci yol kesiciyi karşısında bulur. Bu şeytan aleyhi lanedir. Bu da insanı fakirlikle korkutur ve nefsü hevaya uymaya çağırır. Bunu çeşitli hile ve desiselerle Sureti Hakk'dan görünerek yapar.

Allah'ın (cc) yardım ve merhameti ile iblis aleyhi lanenin iğvaat ve ilkaatlarından geçilirse en son ve en kuvvetli yol kesici olan nefs ortaya çıkar. Nefs, Kalbe envai çeşit hatarat vererek ifsad eder ve kulu Mevlası'ndan ayırmak ister. Bu iş senin işin değil. Sen bunu yapamazsın? Der. Bunun gibi nice melanette bulunarak kalbe habasetini kusar.

Denilebilir ki: Ben iman ettim,amelde yapıyorum. Bu kadar sıkıntıya girmeye ne gerek var. Dünyevi işlerimiz, arzu ve isteklerimiz, hazlarımız ne olacak. Bunların bir önemi yok mu?

Heyhat! Dünyamız ne olacak diye çok düşünüyoruz da Mevla'mız ne olacak diye hiç düşünmüyoruz. Dünyayı Mevla'dan daha çok sevip dünya işini Allah (cc) işine takdim ve tercih edersek bu nasıl iman olur? Dünyayı hep öncelersek, dünyevi ihtiyaç ve arzular için hayatımızı tüketirsek hayvanattan ne farkımız olur.

Büyüklerimiz buyurmuş; taşıdığın insan suretine bakıp da aldınma. Sende hangi hayvanın sıfatı hakimse, hangi hayvanın ahlakı ile ahlaklanmış isen, senin batının o hayvanın sureti üzeredir. Sen o hayvandan başka bir şey değilsin.
Selef ümmetlerde kişi hangi hayvanın ahlakı üzere ise o hayvanın sureti üzere ölürmüş. Ümmeti Merhume'de ise, Efendimiz'in (sav) duası neticesi ve O'nun (sav) hürmetine bu durum kaldırılmıştır. Ancak bizlerde hangi hayvanın ahlakı hakim ise o hayvanın suretinde diriltileceğiz, bu durum ise devam etmektedir.

Cenabı Hakk'ın hayvanları halk edişindeki hikmetlerden biri de, onlardan ibret almamız içindir. Hayvanların ahlakına bakıp, bizde hangileri var ise, o ahlaklardan kurtulmaya sayü gayret edeceğiz ki insaniyetimizi muhafaza etmek mümkün olsun. Efendimiz (sav) '' Yaşadığınız hal üzere ölecek ve öldüğünüz hal üzere diriltileceksiniz.'' Buyuruyor. Hal böyle iken, biz insanız, imanımız var deyip kendimizi kandırmayalım.

Evet! İnsan suretinde yaratılmış olmamıza aldanıp kanmayalım. Kafirlerde sureten bizimle müşterek. Onlarla aynı sureti taşıyoruz. Eğer insaniyet yalnız suretten ibaret olsaydı, onlarında insan olması gerekirdi. Halbuki onlar hakkında Allah (cc): ''Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha sapıktırlar.'' (Araf/179) buyuruyor.

Özet olarak mümin Allah'ın (cc) azabından, mekrinden emin olmaz. Müminin batınında korku ve muhabetullah birlikte bulunur.

Belam bin Baura'nın ilmi, zühdü, ibadet ve taatı kendine fayda vermedi ve küfür üzere gitti. Cenabı Hakk Kur'an'ı Kerim'de ''Artık onun sıfatı, o köpeğin hali gibidir.'' (Araf/176) buyurarak onu köpeğe teşbih ediyor. Keza İblis aleyhi lanenin ilmi, ibadeti ve diğer meleklerden daha ziyade Allah'a (cc) olan yakınlığı hiçbir şeye yaramadı. Eğer ''ben iman ettim,imana bir şey olmaz diyorsan, bunların imanına niçin oldu? Bunlar bize ne için anlatılıyor? Gurura, kendi aklımızla, fikrimizle, zannımızla iş görmeye lüzum yoktur. Ne yaparsak yapalım, Cenabı Hakk'ın zahir ve batın emirlerine severek uyalım ve nehylerinden de mutlaka kaçınalım.

Hace Hazretleri (ks); Kur'an'ı Kerim'de geçen nas hitabını kuru kalabalık olarak izah buyurmuşlardı. Gaflete dalmış, yaratılış gayesini unutmuş, ömrünü dünyevi ve nefsani arzu ve istekler için harcayanları bu sınıfta zikrediyor. Ey insanlar hitabını ise, Allah (cc) ile ünsiyet kurmuş, Allah'a (cc) yakınlaşmış, yaratılış gayesini anlamış, ahdine bağlı olan zümre olarak tarif buyurmuşlardı. Bizim görevimiz yakin (ölüm) gelene kadar,insan olmaya çalışmak. Rabb'im Efendimiz (sav) ve büyüklerimiz hürmetine muvaffak kılsın.

İnsanın kendini tanıması için; ''Her kab içindekini sızdırır.'' Hadis-i Şerif'i güzel bir ölçüdür. ''Sen kalbime bak, benim ibadetimi, ahlakımı ne yapacaksın? Benim kalbim temiz... Rabbimin sevgisi ile dolu.''şeklindeki söylemlere kim inanır. Temiz bir kalbten daima Muhamedi Hakikat'lerin, iyiliklerin sızması, açığa çıkması gerekirken, hani, hiçte böyle olmuyor. Bizden daima measi ve meharim, türlü türlü ahlaksızlıklar sudur ediyor. Bu tür sözler katiyen yalandır ve büyük bir aldatmacadan ibarettir.Cenabı Hakk bizi nefsin ve hevanın bu tür saptırıcı iddialarından korusun. Bizleri sevdiklerine bağışlasın. Amin...

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ - ŞUBAT 2011 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.

Pazar, 25 Aralık 2011 03:04

NEFS MUHASEBESİ

Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız da hiçbir nefse zerrece zulmedilmez. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir teraziye koyarız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz.” (Enbiya:47)

“O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye dağınık olarak çıkacaklardır. Kim zerre kadar bir hayır işlemişse onu görecektir, kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal:6–8)

“Akıllı kimse ölmeden önce hesabını gören, ölümden sonra kendine yarayacak şeyleri yapan kimsedir.” (Hadis-i Şerif)

“Akıllı şu kimsedir ki, günü dört kısma ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde Allah’a münacaat eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanat veya ticaret ile meşgul olup, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirahat eder ve mubah olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz.” (Hadis-i Şerif)

Hz. Ömer daima şöyle buyururdu: “Nefislerinizi, siz hesaba çekilmeden önce muhasebe edin. Onları siz tartılmadan önce tartın. Sonra da nefislerinizi Allah Teâlâ ile karşılaşacağınız büyük güne hazırlayın. O gün Allah’a sunulacaksınız ve hiçbir şeyiniz gizli kalmayacak.

Dünyada nefislerini sürekli hesaba çekenlerin ahirette hesabı hafif olur. O gün gerçek ve kusursuz tartı konacak ve sadece sıratel müstakim üzere olanların kefesi ağır basacaktır. Nefs muhasebesi, vera (Allah korkusu) ile olur.

Allah Resûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Ebu Zerr’e vasiyette bulunarak şöyle buyurmuştur: “Nerede olursan ol, Allah’tan kork. Kötülüğü iyilik ile takip ettir ki onun izini silsin. İnsanlara güzel ahlâk ile davran.” Bu vasiyetin benzerini Allah Teâlâ’nın yüce Kitabı’nda da görmekteyiz: “And olsun Biz, sizden önce kitap verilenlere ve size de ‘Allah’tan korkunuz, diye vasiyet ettik.” (Nisa:131)

Ve kötülüğü iyilik ile savarlar.” (Kasas:54)

Yani hata ile yaptıkları bir kötülüğün ardından hemen iyilik yaparak ona kefaret olmasını umarlar. “İnsanlara güzel söz söyleyin.” (Bakara:83)

Allah Teâlâ, salih kullarına yaptığı vasiyetinde üç vasfı haber vermektedir. “Muhakkak ki insan ziyandadır.” (Asr:2)

Yani hüsranda, vakitlerin sürekli geçmesinden ve yapacağı kazançlardan mahrum olmasından dolayı kayıptadır. Daha sonra bundan istisnaya giderek şöyle buyurmuştur: “Ancak iman edenler, Salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” (Asr:3) Diğer bir vasıf ise “Birbirlerine merhameti tavsiye edenler.” (Beled:17)

Hevalara muhalefet ederek Hakk’a tabi olmakta kul için salah ve kurtuluş vardır. Hevaya teslim olmada ise fesad ve hüsran vardır. Sabır, amelin temelidir. Kulun kazancının miktarı sabrına göre ölçülür.

Mahlûkata gösterilecek merhamet Halık’tan gelecek merhamet için bir kapı ve güzel ahlâk için bir anahtar gibidir. Hüsnü zan ve kalp selameti de onunla birlikte gelir. İşte bu noktada; hased ve kin ortadan kalkarak, yerini tevazu ve hak yolunda zillet alır. İşte bu sıfatlar, kalp rikkatinin anahtarları, kalp kasavetinin mühürleri mesabesindedir. Kalp rikkatinde; Allah Teâlâ’ya ve ahiret yurduna yönelme, O’nun emirlerine karşı teyakkuz halinde olma, cennet ve cehennemle vaad ve tehditleri üzerinde tefekkür etme vardır. Kalbin kasavetinde ise; yüz çevirme ve daima gaflet vardır.

Kul nefsinde, bir himmet doğduğu ve hareket başladığı zaman durur ve düşünür. Hatırını yoklar ve tanımaya çalışır. Kulun kalbinde doğan hatır, bir niyet, azmetme, karar verme, çaba sarf etme veya yapma cihetinde bir himmete sebep olur. Eğer bunlar Allah için, Allah yolunda ve Allah ile birlikte ise buna devam eder. Kalbe doğan his ve fikirlerin Allah için olması, O’na halis kılınması manasındadır. Allah ile olması, nefsin ve hevaların değil, O’nun yakınlığının müşahedesiyle olması anlamındadır. Allah yolunda olması ise, dünyevi bir kazanç için değil, Allah rızası için olması anlamındadır. Eğer kalbe doğan his ve fikirler, Allah rızasına matuf ise, ölüm ile yarışır ve onu bir an önce eda etmeye çaba göstermeliyiz. Eğer beşeriyet vasfına uygun dünyevi bir çıkar, nefsanî bir heva, eğlence ve gaflet içinse, o hatırı hemen ret eder ve onu zihnimizden ve kalbimizden atmaya çalışırız.

Kul kalbine doğan bu fikrin tahlilini yapamaz ve onun üzerinde şüpheye düşerek hakikatini görmezse, o zaman bir kapalılık hali ortaya çıkar. Bu kapalılığın sebebi:

a) Allah Teâlâ’yı yeterince bilmemekten kaynaklanan, yakîni iman eksikliği.

b) Bâtıl hükümlerin kapalı yönlerini bilmemekten kaynaklanan, ilim eksikliği.

c) Beşer tabiatından doğan ve nefse yerleşen heva ve heveslerin galip gelmesidir.

Böyle bir durumda selamette kalmanın yolu, Allah’ı bilen, O’nun hükümlerinin iç yüzüne vakıf olan bir Mürşid-i Kamil’e bağlanmaktır. Allah Teâlâ’nın gerdiği perdenin inceliğini ve keşfinin gizemini, O âlim kendisine anlayacağı dilden açıklayacaktır. Allah Teâlâ: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl:43) buyurmaktadır. Kul böyle davranmakla Allah Teâlâ’nın şu buyruğunu da tasdik etmiş olacaktır: “Onu haberdar olana sor.” (Furkan:59)

Bir âlim şöyle buyurmuştur: “Âlim hayrı şerden ayıran kimse değildir. Çünkü bunu her akıl sahibi yapar. Âlim, iki şerden daha az şerli olanı bilen ve zaruret halinde onu yapandır.”

Nefse hâkim olmanın ilk adımı, onu her gün hesaba çekmek ve her hesapta dikkatlice murakabe etmektir. Geçirdiğimiz günün muhasebesini yapmalı ve gaflet ile kaçırdıklarımızı telafi etmeye çalışmalıyız. Eğer bu süre içinde Allah Teâlâ’nın bir nimetini görmüş isek, bunun için O’na şükreder, eğer bir hata işlemiş isek onun için de Allah Teâlâ’dan mağfiret dileriz. Eğer halimizde Allah Teâlâ’nın zikrettiği ve bunlardan dolayı övdüğü müminlerin vasıflarından bir vasıf görür isek, bunun devamını umar ve Allah’ın rızasına tamah ederek seviniriz. Şayet kalbimizde ve umûmi halimizde münafıkların vasıflarından birine veya Allah Teâlâ’nın kınayıp zemmettiği cahillerin ahlâkından bir davranışa şahit olmuş isek bunun için de hüzünlenir, ürperir ve tevbe ederek bağışlanma dileriz. Gün içinde yaptığımız amelleri, nasıl ve kimin için yaptığımızı sorgulamalı, sükût ve sessizlik ile bıraktığımız işleri neden ve kimin için bıraktığımız üzerinde düşünmeliyiz.

Nefis, emirleri yapmak istemese de nasihat dinler, riyazet ve istediklerini vermemek ona tesir eder. Her an nefis kontrol edilmeli ve ondan gafil olunmamalıdır. Ondan gafil kalınırsa kendi şehvet ve tembelliğene döner.

Nefsin, saadete kavuşmasına mani olan en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılır, saadetin nelerde olduğu gösterilir ise, kabul eder. Çünkü Allah Teâlâ; “Onlara nasihat et! Nasihat müminlere elbette fayda verir.” (Zariyat:55) buyurmaktadır. O halde önce kendi nefsimize nasihat edip azarlamalıyız.

Günümüzde, nefsle yapılan mücahedeyi kazanmanın en kolay ve kısa yolu, İnsan-ı Kâmilin yanında bulunmak ve O’nun sohbet meclislerine devam etmektir. Ariflerin sohbet meclisleri ibadetlerini seve seve yapamayanlar için en iyi ilaçtır.

Ey nefsim! Günah işleyince, O Kerim’dir, Rahim’dir beni affeder diyorsun. Dünyada milyonlarca kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çektiriyor ve tarlasını ekmeyene mahsul vermiyor, diye düşünmüyorsun. Şehvetlerine kavuşmak için her hileye başvuruyorsun ve o zaman Allah Teâlâ Kerim’dir, Rahim’dir istediklerimi bana zahmetsiz verir demiyorsun. Ey aldanmış nefis! Ahiret ile dünyanın, Rabbinin indinde bir olduğunu, O’nun kanunun ne ahiret ne de dünya için değişmediğini bilmiyor musun?

İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm:39)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin ARALIK 2015 sayısı çıktı.

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “BİZİ GAYRİDEN, HAKK’A HİCRETE ZORLAYAN SEBEPLER” Başlıklı sohbetlerinde: Bizim yolumuzdaki tekâmülde atılması gereken adımlar, çıkılması gereken basamaklar var. Bu çok yönlü hicret ile insan Allah’a vasıl olur, neticeye ulaşır. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ya: “Kimin hicreti neye ise ona karşılığında hicret ettiği şey vardır.” (Buhârî,Bed’ü’l-Vahy, 1)

Orada (18 Ekim 2015 Erzurum Sohbetinde); kültürden/malumattan irfana, dışarıdan içeriye, zilletten izzete… hicret olarak anlattığımız bütün bu adımlar muhacir olmamız gereken, yola çıkmamız gereken başlangıç noktalarıdır. Bu noktaların nihayetinde de insan fenafillah olmuş, Allah’a ulaşmış olur. Bu bir müminin imanî ve irfanî hayatıdır.

Yoksa biz şunu da biliyor ve inanıyoruz; Cenabı Peygamber Medine-i Münevvere’ye geldikten sonra buyurmuşlar: “Bizim bu hicretimizden sonra bir hicret yoktur.”

Fakat Cenabı Peygamber bunu bugünün şartları açısından değil de temel olarak söylemiş. Çünkü o hicret olmaz; -Allah esirgesin- ricat, irtidad olur. Niye peki? Çünkü daha hicret edecek bir sebep kalmamıştır. Hicret edilmesi gereken sebepler Medine-i Münevvere’ye varışla ortadan kalkmıştır. Zulümden adalete, şirkten tevhide, yokluktan varlığa gelinmiştir… Misal darulküfürden darulİslama gelinmiştir. Bunlar daha başka nerede var ki nereye hicret edeceksiniz? Bunlardan gitmek demek geri dönüş demektir. Bu yüzden Allah Rasulü buyuruyor ki, bu hicretimizden sonra mekânsal bir hicret yoktur, hicret manaya tebdil olmuştur.

Ama bugün Medine’de olamadığımızdan dolayı bizim için mekânsal hicretler olabilir. O sayılan maddeler ile birlikte; o maddeleri yaşayabileceğimiz, onlara ulaşabileceğimiz bir beldeye, bir topluma, bir atmosfere hicret etmek de o maddelerdendir. Bu gerekli olabilir. O zahir şıkkını bir tarafa bırakırsak, günümüzde hicret artık tamamen manevidir. İnsanın kendi iç âleminde, gönlünde, zihninde, imanında, amelinde; yapması, atması gereken adımlardır hicret…

İnsanı hicrete zorlayacak bir dert, bir ruh, bir şuur, bir anlayış olması lazım. Dert olmaksızın o hicret gerçekleşmez. O dert yoksa derman arama da yoktur. Bizi şu anda şuraya toplayan, şu atmosferimizi oluşturan şey bile bir derdin neticesi olmalı..” Buyuruyorlar.

Netice-i Meram bölümünde Abdulkadir VİSâLî; “Sünnet, Hücceti İslam’dır” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

Sâlik-i İrfân –“Hz. İnsan. Hz. Ali (kv)”

Veysel Özsalman - Muallim

Tamer DOYMUŞ – Sen Olmasaydın, Sen Olmasaydın

Yûsuf-i Kenân- Yarıncılar Helak Oldu

İrfan AYDIN – Dünya Müslümanları

İhsan PARLAK- Allah’ın Sevdiklerine Sevgi ve Hürmet

Taha TAVACI – İnsan Başlı Başını Bir Tefsirdir

Şeb-i Vuslat –Hz. Şifa Binti Abdullah (r.anha)

Mine ŞİMŞEK- Hz. Aişe’nin (r.anha) Hayatı ve Salih Amel

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

Cumartesi, 14 Kasım 2015 00:00

15 KASIM 2015 İSTANBUL SOHBETİNE DAVET

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort