JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Cumartesi, 01 Haziran 2019 05:29

Haziran 2019 Mukaddime

Haziran 2019

Sayı: 138 - Haziran 2019

 

Dergimizin kıymetli okuyucuları;

Bir rahmet mevsiminin daha sonuna geldik. Ramazan-ı şerifin son günlerinde Kadir gecesi arefesinde bu yazıyı yazmaya çalışırken, hüzünle sevinç arasında bir duygu atmosferinde bulunuyoruz.

Bir taraftan Ramazan-ı şerifi idrak ederek bayrama kavuşmanın coşkusu, diğer yandan gereği gibi ibadâtu taat yapamama halinin üzüntüsü ile rahmet mevsimine veda etmek. 

Fakat her hal ve karda merhametlilerin en merhametlisi Alemlerin Rabbine sığınarak O’ndan (cc) medetu inayet beklemekten başka bir çare de bulamamaktayız. Çünkü dünyevi arzu ve isteklerin kıskacında, nefsin heva ve heveslerine kapılmış insanların çoğunlukta olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Ramazan-ı şerifte oruç tuttuğunu söyleyen insanların, oruç ibadetiyle mazlumlaşacakları, hilm sahibi olacakları yerde gözlerini dahi kırpmadan ceviz kabuğunu doldurmayacak meselelerden birbirlerini kırdıklarını, hatta canlarına kıydıklarını üzülerek müşahede etmekteyiz.

Oruç ibadetiyle nefislerin terbiye edilmesi, Hak Teala hazretlerinin razı olmayacağı davranışlardan uzak kalmamız gerekirken, caddelerimizin sokaklarımızın fuhşiyatla kirlendiğini yine üzülerek izlemekteyiz. Sonuçta Fahri Kainat Efendimizin (sav): “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz!” buyurdukları gibi oluyoruz.

Denilebilir ki, bayrama yaklaştığımız bugünlerde bu karamsarlığın yeri midir? Elbette ki ümitle korku arasında fakat ümit kısmı biraz daha ağır basmalıdır. Fakat çevremizde olan isyankâr hallere şahit oldukça ümitlerimiz kırılıyor. Gençliğimizin yaşantısında her geçen gün ahlaksızlık yaygınlaşmaya devam ediyor. Önü alınamaz bir saygısızlık ve sevgisizlik var. Enaniyet ve kibrin adı kendine güven olmuş. Kızlarımız ve kadınlarımız özgürlük veya bağımsızlığını kazanma adına her türlü İslam dışılığı normal karşılıyorlar. Camide teravih kılıp, camiden dışarı çıktığında kolaylıkla günah işleyebilen bir toplulukla karşı karşıyayız. Kimse nasihat dinlemiyor. Herkes alim olmuş. Mezhepler birbirine karıştırılmış. Kim hangisini kendine kolay buluyorsa onu alıp tatbik etmeye başlıyor. 

Şimdi Allah için konuşalım. Bu atmosferde nasıl bir ümitlenme haline bürünelim. Kadir gecesi geliyor, yapılan programlara bakalım, acaba geceyi ihya etmek için mi, yoksa imha etmek için mi yapılıyor? Bir karar verelim. 

İşte böyle bir ortamda bayrama giriyoruz. Acaba bayram edecek yüzümüz var mı diye sormadan edemiyoruz.

Hani bayram demek Ramazan-ı şerifi en güzel şekilde ihya etmiş bir kulun Hak Teala hazretlerine kavuşması olacaktı. Günah kirlerinden tamamen arınmış, gönlünde Mahbubu Hakiki’nin (cc) sevgisinden başka her şeyi mahvetmiş bir kamil mümin olacaktık?

İşte böyle bir ahvalde her birimiz kendimizi muhasebe edelim. Acaba ben Ramazan-ı şerifi gerçekten ihya edip bayramı hak edenlerden miyim? Yoksa nefsimin arzu ve isteklerine ram olarak, ruhumu ızdırap içinde bırakanlardan mıyım? Bunun değerlendirmesini güzel bir şekilde yapıp, hangisine karar verirsek verelim, bizler yine de her durumda tevbeyi elden bırakmayalım. Bizler aciz ve nakıs varlıklarız. Bu halimizi de unutmadan Cenab-ı Hakk’a acziyetimizle iltica edelim. 

Bayramı sevinç ve mutlulukla Müslüman kardeşlerimizle, akraba, eş ve dostlarımızla birlikte geçirmeye gayret ederken, bu ahvalimizi de tefekkür etmeye gayret edelim. Bizler eksik olsak da kardeşlerimizle birbirimizi tamamlayabiliriz. Aramızdaki muhabbet, tesanüd ve yardımlaşma azmi Rabbimizin rahmetini coşturabilir. Bu güzelliklere de say ederek bayramın feyz ve bereketinden faydalanırız, inşallah. 

Rabbimiz (cc) hepimizi mağfiret eylesin. Ümmeti Muhammedin izzetine kavuştuğu nice bayramlar lütfeylesin. Bayramımız mübarek olsun. Amin, velhamdulillahirabbil alemin.

 

Haziran 2019

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin HAZİRAN 2019 sayısı çıktı.

 

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “BAYRAM; BİRAZ SEVİNÇ, BİRAZ HÜZÜN...” Başlıklı sohbetlerinde:

''Bütün âlemi İslam’ın, Allah’a ve Rasulü’ne iman edenlerin, dünyada şehadeti arzulayıp cemale, visale kavuşmak isteyenlerin bayramları mübarek, makbul ve mebrur olsun inşallah. 

Müslümanların kültüründe, hayatlarında bayram sevinçtir, neşedir, huzurdur, şenliktir, hoşluktur… Müspet manada bu misalleri çoğaltabiliriz. Belki asrısaadetten bugüne böyle anlaşılmıştır bayramlar… 

Ama acaba bugün de böyle mi anlaşılmalı diye düşünmeden edemiyoruz. Hocamızın hutbenin nihayetinde ifade ettiği meseleler bir anda sanki bizdeki o alışageldiğimiz atmosferi dağıttı. Manzarayı net görmemizi sağladı, Allah razı olsun. Şartlar böyle olunca ister istemez insan hüzünleniyor... 

Bir yandan 30 gün Rabbimizin emri, rızası, aşkı için nefsimizle mücadele ettik. Gündüzleri helal olan şeylerden dahi belli bir saat uzak durduk. Helallerimizi de feda ettik. Üniversite imtihanlarına çalışan bir gencin veya KPSS imtihanlarına çalışan bir insanın durumunu düşünün… Belki o imtihanı için aylar öncesinden çok ciddi bir tempo ile çalışmaya başlıyor. Bu çalışma ile birlikte bu azimle, bu gayretle, biraz da bu çileyle-eziyetle belki o da birçok şeyini bırakıyor. Yani arkadaşları ile gezmeyi tozmayı, meşru ölçüler içinde eğlenmeyi bırakıyor, bütün vaktini o imtihana ayırıyor, ona hazırlanıyor. Onun bu gayreti, bu çabası nispetinde de içinde ümidi büyüyor, bir ümit besliyor. “Allah’ın izni ile imtihana gireceğim ve bunu kazanacağım.” diye bakıyor. Gerçekten de bu imtihanı başardığında, iyi bir puan aldığında o gencin, o insanın manevi halini, haleti ruhiyesini tahmin edebiliyorsunuz. Dünyalar onun oluyor… 

Şimdi Ramazanı Şerif de müminler için bir açıdan böyle, bir imtihana hazırlandık. Yemeyi içmeyi bıraktık, belki daha birçok meşru şeylerimizi bıraktık. Gündüzleri oruçla, gecelerimizi teravihtir, kazalardır, kıyamla ve sair ibadetlerimiz; Kur’an tilavetlerimizdir, evradı ezkarımızdır… Adeta bütün zerrelerimizle Cenabı Hakk’ın rızasına, likasına kilitlendik. Ve bayram geldi, imtihan günü… Ümidimiz de o nispette gelişti. O talebenin ümidi gibi ümidimiz de gelişti. İnşallah biz ramazanın şikâyetinden emin olup şefaatine kavuşacağız, hüsnü şahitliğine erişeceğiz. Bize müjdelenen “Başı rahmet, ortası mağfiret, ahiri-sonu cehennemden azad olma” sırrına ulaşacağız. Biz kendimiz için bir kibir adına değil Allah’a olan güven adına, Allah’a olan sevgi adına bunları hep üstlendik. Biz bu rahmetin taliplisiyiz, o rahmetten istifade edeceğiz. Biz mağfiret olmak için böyle yapıyoruz, mağfiret olacağız ve oruç vesilesiyle inşallah bedenimiz temizlenecek, ateşin bizde yakacağı bir unsur kalmayacak, cehennemden azad olacağız. Bu duygular ile bayrama kavuştuk, bayrama eriştik. 

Şimdi buna sevinelim mi? Evet, bu sevinmeyi gerektiren bir durum. Hazreti Pirimizin ifadesiyle, o bazen böyle sevinçli, memnuniyet verici hadiseler için öyle buyururdu… Bunun değerini, sürûrunu, manevi zevkini bilseniz mendil alır oynarsınız, buyururdu. Hakikaten mendil alıp oynamamız lazım. Bu sıkı tempodan sonra bayram. İnşallah imtihanı kazananlardan oluruz. Sevinçten, neşeden mendil alıp oynayasımız geliyor.

Bir taraftan da biraz hüzünleniyoruz… Bu imtihanı vermekle birlikte bu sezonu sanki kapatmış olacağız. Bu hızlı tempo böyle devam etmeyecek. Bu kadar yoğunluktan çıktıktan sonra, belki uzun bir zaman oruç tutmayacağız. Teravihleri bırakacağız. Belki böyle yoğun bir şekilde hatmi şeriftir, zikirdir, fikirdir… bunların peşine düşmeyeceğiz. Bu da biraz mahzunluk vermeli bize. Ben müminlere verdiğine inanıyorum, mahzun olduğunuza inanıyorum.'' Buyuruyorlar.

 

Netice-i Meram bölümünde Abdülkadir Visâlî; “Ru'yetullah ve Cenabı Hakk'ın Rüyada Görülmesi -2” ve Andelib; “Dua Tadında Yaşamak” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

 

Veysel Özsalman - Karne Heyecanı

Salik-i İrfan - ''Bütün Kureyş İftihar Etse Değer!''

Tamer Doymuş - İçinde Nice Derslerin Yer Aldığı Ahzab Gazası

Yûsuf-i Kenân - Mutlu Yetişen Çocuklar, Huzurlu Toplumun Anahtarıdır

Şeb-i Vuslat - Huzura Varmanın Üçüncü Kapısı: Tehzib Makamıdır -2

Burcu Kul - Hayâ İmandan Bir Şubedir

Mine Şimşek - Dostluk ve Kardeşlik

 

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

Manevi Sıkıntılarımızın Tamamı

Manevi Sıkıntılarımızın Tamamı Allah Dostlarından Uzak Oluşumuz Neticesindedir - Abdülkadir VİSÂLÎ

Sayı : 130 - Ekim 2018

 

Manevi Sıkıntılarımızın Tamamı Allah Dostlarından Uzak Oluşumuz Neticesindedir

 

Elbette her vaktin bir gereği vardır. Ancak öyle zaman dilimleri, öyle mekânlar vardır ki; o vakitler ve mekânlarda yapılan her şey daha kıymetli, ind-i İlâhî de daha makbul ve ahsendir. İnsanın şahsı için, şahsına ait de böyle zaman dilimleri mevcuttur. Yani eğer kıymetini bilebilirsek Cenabı Hakk’ın bizim irşadımız, imanımız, hayırlı akıbetimiz için bize sunduğu imkânlar çoktur. Bizler inanırız ki Rabbimiz’in ilm-i ezelisinde ehli hidayet de ehli dalalet de zaten bellidir. Hakkımızdaki takdirini kendi elimizle kazanmak için bu dünyada yaşıyoruz. Cenabı Hak,kudsihadisi şerifte; “Müjdeler olsun o kimseye ki hayrı onun elinde yarattım. Yazıklar olsun o kimseye ki şerri onun elinde yarattım.” buyurdu. Fakat ekser olarak insanlık ne bu takdirin, ne de takdir edicinin varlığının şuurunda değil. Bu şuur olmayınca, yani yapıp ettiklerimizi O’ndan bîhaber ve O’nsuz yapmaya çalışınca istikamet sahibi, Allah’ın muradını yine O’nun izni ve inayetiyle tahakkuk ettirecek bir kimse olamıyoruz.

Fakat Rabbi Rahimimiz, kulunu kendisinden daha çok sevip daha çok gözettiği; ona kefil ve vekil olduğu için bu kadar gafletine, isyanına rağmen ondan vaz geçmedi. Yüz yirmi dört bin peygamber, yüz dört kitap ile bizi tekrar tekrar Zatı’na davet kıldı. Belki isimlerini bilemediğimiz ama Kur’an’daki ilgili ayetlerin tefsirinden Asaf ibni Berhiya, Habibi Neccar, Talut, İmran, Mekselina gibi yiğitler olduğuna gönülden iman ettiğimiz nice süleha ile Zatı’na giden yolda bizi hayırlı arkadaşlarla destekledi. Onların rehberliğinde, peygamberlerin önderliğinde sıratı müstakim ismini verdiği mübarek, mutahhar bir yolla bize dareyn saadetinin yolunu gösterdi.

Hazreti Âdem (as) ile başlayan bu davet yukarıda da zikrettiğimiz gibi bazen nebiler ile bazen veliler ile insanlara ulaştı da nicelerinin vusül ve bahtiyarlığına vesile oldu.RasulullahEfendimiz’in(sav) dünyayı teşrifleri ile beraber bu davet En Sevgili’nin, En Mükemmel’infem-i saadetlerinden duyulmakla tabiri caizse en gür sada ile yapılmaya başlandı.Kâinat var edildi edileli en yetkili ağızlardan, en mahir ellerden, Allah’ın (cc) meleklere karşı övündüğü “halifeler”den yapılan bu kutlu davetFahri Kâinat Efendimiz’e kadar belli kavimlere, belli bölgelere has iken O’nun zuhuruyla cihanşümul bir hal aldı ve tüm insanlık Cenabı Hakk’ın ZâtıEhadiyyeti’nedavet edilmekle şereflendi. 

Hazreti Peygamberimiz’in nübüvvetini izhar etmesi ile birlikte hidayet güneşi âlemin üzerine doğdu. Bu güneşle öyle insanlar aydınlandı, nurlandı ki her biri semada yıldız oldu. Onlar peygamberlerden sonraki en hayırlı insanlar oldular. Rasulullah’ın rahlesinde öyle İlahi bir edeble edeblendiler, Rahmani bir nefha ile öyle ihya oldular ki “ikinin ikincisi” oldular da her şeylerini infak ettikten sonra sarıldıkları hasır sema ehlinin elbisesi oldu. Öyle bir kemâlâta eriştiler ki nübüvvete namzet gösterdiler. Öyle bir ahlaka sahip oldular ki melekler onlardan hayâ ettiler. Öyle bir ilim ve hikmete erdiler ki onları sevmek imanın en büyük alametlerinden sayıldı…

Belki de asıl büyüklükleri bu güzelliklerin hakiki sahibinin kim olduğunu en iyi şekilde idrak etmiş olmalarıydı. Kendilerine baktıklarında neticelerinden daima endişe edip zahirde ve batında taşıdıkları bütün nuraniyetin ve ruhaniyetin yegâne kaynağının Efendimiz’in şahsında, hakikati insaniyetinde zuhur eden İlahî sıfat ve tecelliler olduğuna imanları sonsuzdu. 

Onlar tevhid-i kıble ettiler. Bu Allah’tandır, bu Rasulullah’tandır diye gereksiz bir tasnife gitmediler. Sahi, nereden çıktı bu ayrım? Bizler din dairesine girerken söylediğimiz mübarek kelimeyi bile Hazreti Muhammed’den öğrenmedik mi? Söylediğim şu cümleler şu surenin falanca ayetidir, dediği vakit inanıp kabul etmedik mi? Şu söylediğim sözün manası Allah’a, lafzı bana aittir, buyurduğunda “âmennâ ve saddaknâ” demedik mi? Ne oldu da şimdi Allah ile Peygamberi’nin arasını açar olduk? Hâlbuki bizim dinimiz tevhid dini idi. Hâşâ, bu tevhid dininin içinde anlayışımızla, daha doğrusu anlayışsızlığımız yüzünden fikri ve kalbi bir şirke mi düştük? Niçin işlerimizi bu kadar zorlaştırdık? Meseleyi bunca farklı zeminde tasavvur edip bir de bunları güya toparlamak için şunu yapmamız lazım, bundan vaz geçmemiz lazım diye sağa sola koşturup dururken ömrümüzü zayi ettik. Rabbimiz; “Rasul’e itaat eden, Bana itaat etmiş olur.”, “Benim tarafımdan sevilmek isterseniz O’na (sav) uyun ki sizi seveyim.”, “O bizim vahyettiğimizden başka hevasından/kendiliğinden konuşmaz.” buyururken biz Allah’ın buyurdukları ve Peygamber’in söyledikleri diye bir tasnife nasıl gittik? Nasıl bir akıl tutulması yaşıyoruz? 

Ramazan günü karpuzu getirip kesiveren ve “Bize oruç tut diyen de Sen; karpuz isteyen de Sen’sin” diyen Ali’yi, “Bize denizi gösterir, oraya yürümemizi emredersen canla başla itaat ederiz.” diyen İbnMuaz’ı, “Sensiz cennet bize hicran olur Efendim!” diyen Sevban’ı nasıl anlıyoruz? Yoksa kendimizi daha doğrusu nefsimizin inkârını haklı çıkarmak için “Onlar da biraz fazla abartmışlar” ya da “dini bu kadar mistisizme boğmamak lazım” falan gibi zırvalarla başımıza gelecek musibeti mi bekliyoruz farkında olmadan? Bu hakikati ne güzel ifade etmiş Hasan-ı Basrî; “Siz onları görseydiniz ‘deli’ derdiniz, onlar sizi görseydi ‘bunlar müslüman mı’ diye sorarlardı…”

Evet, biz biraz fazla akıllıyız(!) galiba. Her şeyi anlayıp kavrayabileceğimiz uzay çağında(!)da yaşıyoruz üstelik. Daha ne olsun? Sonuç ortada… İnsanın hakikati anlaşılamadığı için zaten bu kadar bocalayıp duruyoruz. Ne dünyaya ne Mevla’ya yar olamıyoruz. Sahabe efendilerimiz, Allah ile irtibatına iman ettiği bir hazreti insanla muhataplığın zevkini, bereketini iliklerine kadar yaşadığı için Cenabı Peygamber’in irtihalinden sonra bu vasfa en layık kimseye, Hazreti Ebubekir’e biat ettiler. Adeta lisanı halleri ile “Allah tarafından sevilmek ve Allah’ı sevebilmek” için onun eline, eteğine yapıştılar. Ve bize yani kıyamete kadar gelecek ümmeti Muhammed’e her şeyden evvel bu hususta örnek oldular; “Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek” ise eğer derdiniz hazret olan insanla yani her daim Mevla’sı ile huzurlu olan, huzurda bulunan insanla hem dem olun.”

İşte bizler aradan geçen yıllarla bu anlayışı çok zayıflattık. Dini tek başına bir hakikat zannettik. Hâlbuki dini Mübin İnsanın izahına, tatbiki ile tafsilatlanmasına muhtaçtır. Yoksa güdük bir din anlayışımız olur. Din ve dünyasını hayatında cem etmiş, dünya ve ahiret ayrımını ortadan kaldırmış kâmil bir insanla muhatap olamayınca belki onlarca defa hacca umreye gitmiş ama din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması gereğine inanarak bu ziyaretlerinin öncesinde ve sonrasında çok kere faize bulaşmış kimseler görürüz. Kâmil müminin, rehberin olmadığı bir ortamda nefsimizle okuduğumuz, anladığımız(!) kitap ile irtibatımızın bizi getirdiği nokta budur işte. Allah ile irtibatı olmayan bir kulluğun, peygamberi tanımak istemeyen bir mensubiyetin, sadıkları, salihleri, şehidleri göz ardı eden bir yürüyüşün neticesinde insan tekmil bir münafık oluverir de farkına varmaz, buyrulmuş.

Peki, bu vartalardan kurtulmak, insanı kâmil ile mülaki olmak, dünyevi ve uhrevi tüm umurlarımızı onlar vesilesi ile Rabbimiz’den en bereketli şekilde ahzetmek için ne yapalım?

Rabbimiz’e nihayetsiz hamdü senalar olsun ki Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış büyüklerimiz bize olan düşkünlükleri, şefkatleri icabı yine bizi bizden iyi düşündükleri için yıllarca buyurmuş oldukları sohbetlerin satır aralarını tekrar tekrar gündeme getirmek suretiyle bizi ayeti kerimenin ifadesiyle “yeniden imana” davet ediyorlar.Özellikle son dönemde yapmış oldukları sohbetler ile belki bildiğimiz ama bir şekilde gözden kaçırdığımız esasa dair meseleleri yeniden işliyorlar. Ana eksenin insan olduğu, Cenabı Hakk’ın sünneti veçhiyle insana insan ile geldiği, insanın en büyük kitap en mükemmel ayet olarak anlaşıldığı, insanı kâmilin Hakk’a nispeti, Allahu Teâlâ’nın yanındaki kadru kıymeti, Rabbimizin hangi vesilelerle maddi ve manevi tasarrufta bulunduğu, özelde ihvanın genelde ümmetin bir binanın tuğlaları gibi evliyaya muhabbet harcı ile kaynaşması/dayanışması gerektiği, hepimizin özünde var olan hakikatin/hikmetin bizlere hatırlatıldığı sohbetler çokça yapılıyor.

Bize düşen bu bahsi geçen meseleleri kendi içimizde bir ehem mühim sırasına tabi tutmak, ama ne olursa olsun ilk adımı gözden kaçırmamak olmalı; hadisi kudsi de Rabbimiz; “İnsan bizim sırrımız, Biz de insanın sırrıyız.”, “Gizli biz hazine idim, bilinmekliğimimurad ettim; insanı halk ettim.” buyurmuş. Onun için gündemimize almamız gereken ilk mesele, belki de tek mesele (ki o hallolursa feth-i bab olacağına imanımız tamdır) murabıt olduğumuz Hazreti İnsan’ın hakikatinin anlaşılması, ona teslim olmak, ona katılmak olmalıdır. 

Büyüklerimiz meccanen bizim elimizden tutarak hakikatlerinin anlaşılması, kendilerine teslimiyetimiz ve şahsi manevilerine katılmamız hususunda bize, Allah’ın izniyle, büyük bir imkân sunmuş oldular. Cenabı Hak nasip ettiği güzellikleri yerli yerinde değerlendirebilmeyi nasip etsin. Bu tanımayı ayne’l-yakin, hakke’l-yakin sırlarına eriştirsin. Bu işi başa yetirmekte bizi muvaffak kılsın.

 

Yazar: Abdülkadir VİSÂLÎ

 

Cuma, 01 Mart 2019 00:07

SÂDÂT-I KİRAM -2

Sâdât ı Kram 2

Sâdât-ı Kiram -2 - Vahdettin ŞİMŞEK

Sayı : 130 - Ekim 2018

 

Sâdât-ı Kiram -2

 

Muhterem kardeşlerim, geçen aydan kalan konumuza devam ederken, sâdât-ı kiram efendilerimizin kısaca özelliklerini sıralamaya ara verip İmam Efendimizin (ksa) Sohbetnâme’sinden bir alıntıyla devam etmeyi uygun gördük. İmam Efendi (ks), Kur’an-ı Kerim’deki “şecer” yani ağaç kelimelerinin geçtiği üç ayeti kerimede bu kelime ile insan-ı kâmilin tarif edildiğini izahla buyuruyor ki:

Diğer üç mahalde de “şecer” kelimesi vardır ki, Şeyh efendimiz hazretleri bu ‘şecer’lere insan-ı kâmil manası îtâ buyururlardı.

Birisi: “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun sıfatı sanki içinde bir çerağ bulunan bir hücredir. O çerağ bir sırça (kandil) içindedir. O sırça (kandil) de sanki inci (gibi parıldayan) bir yıldızdır ki güneşin doğduğu yere de battığı yere de nispeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturup yakılır. Onun yağı, kendisine bir ateş dokunmasa da hemen hemen ışık verir. (Bu ışık da) Nûr üstüne nurdur. Allah kimi dilerse onu nuruna kavuşturur. Allah insanlara mesel irat eder. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” ayeti kerimesi de Sure-i Nûr’dadır. “Şecere-i mübâreke-i zeytûne”dir ki “lâ şarkıyyetin velâ ğarbiyye”dir. Dikkat ediniz: Bu ayeti celîle hakikaten baştan ahire “insânı kâmil’i tarif ve tavsif ediyor.

Diğeri Yâsin-i Şerif’teki: “O yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakın (ateşi) ondan (çakıp) alıyorsunuz.” ayeti kerimesi olup bu “Şecer-i ahzar”a takarrüb edenler derhal îkâd olunur (ateş yakma, tutuşturma), yâni onlar da nâr-ı aşk ve muhabbetle yanar, narları nûr olur.

Diğeri de: “Görmedin mi, Allah sana nasıl bir mesel irat etmiştir. Güzel bir kelime, kökü sabit (ve sağlam) ve dal(ları) semada olan bir ağaç gibidir, ki o (ağaç) Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir durur.” ayeti kerimesindeki “şecere-i tayyibe”dir. İşte bunlardan ve diğer ayât-ı celîle-i İlâhiyeden anlaşıldığına ve ehâdîs-i şerîfedeki işârât-ı celîleye ve evliyâullahın ittifakına nazaran Allah’a yol insân-ı kâmildendir. Başka suretle yol yoktur. Bu noktayı, bu ihtiyacımızı iyi bilmemiz ve ona göre de insanın mürşidine hizmet etmesi lâzımdır. Bir mürîd için bir sâlik için ilk şart budur.

Yani buyuruyorlar ki, evliyaullah hazeratı Allah’ın (cc) Nûr esmasının kendilerinde kâmilen tecelli ettiği mübarek zatlardır. O nur, onların mübarek gönüllerinin içinde güneşin en yakınında bulunan yıldızlar gibi çok parlaktır. Onların nurları doğuyu da batıyı da güneyi de kuzeyi de hatta âlemleri aydınlatır. Onlara Rableri katından öyle bir ışık verilmiştir ki, herhangi bir dış etki onun ne ışığını artırabilir ne de azaltabilir. Onların nurlarının parlaklığı bazen onları hicaba büründürebilir. Kalbi evliyaya muteriz olanlar onları kendileri gibi zannederek yok sayabilirler. Fakat Hakk’ın (cc) ezelden nasipli kıldığı kimseler o nurun ateşinden kendi gönül ateşlerini yakabilirler. Bununla alakalı Hazreti Mevlâna şöyle buyururlar; “Her devirde bir veli vardır. Hem senden gizlenmiştir. Hem de gözünün önünde durmaktadır.”

Onların kökleri o kadar sağlamdır ki, tohumlarını nuru Muhammediden almışlardır. Dalları yeryüzünün tamamını kapsayacak kadar serpilmiştir. O dallarda yetişen meyveler nasibi olanların kolayca gıdalanmasına sebep olur. Her nerede olursa olsun Hakk’ı arzulayan talipler onların aracılığıyla matlubuna ulaşırlar. 

İşte sâdat-ı kiram hazeratı (ksa) bahsedilen özellikleriyle insanlık için yaradılış gayesine ulaşmasında muazzam bir lütfu ilahidir. Özellikle risaletin son bulmasıyla, vahyin gerçek mesajlarının ulaşmasında onların öğretileri insanlığı dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak yegâne eğitim metodu olmuştur. Çünkü onlar Allahu Teala’ya (cc) yakınlıklarından dolayı O’nu çok iyi tanımaktadırlar. Bu yüzden O’nun (cc) muradına vakıftırlar. Dolayısıyla insanı hazreti insan yapacak bilgi donanımı sadece onlarda mevcuttur. Bizlere düşen ise onların yolunu güzelce takip etmektir. 

Geçen sayıda kısa özelliklerini bahsederek mübarek isimlerini zikrettiğimiz sâdâtı kiram hazeratını yâd etmeye devam edelim.

Evet, onlar gün gelir Halil Ata (ksa) olur, devlet yönetir. Gün gelir Kafkas kartalı Şeyh Şamil olur, îlayı kelimetullahın yükselmesi için cihad meydanlarını inletir. Gün gelir ümmeti Muhammed dara düştüğünde Hazret Muhammed Diyauddin olur, müridanı ile küffara karşı mübarek kolunu şehid edecek derecede kahramanlık destanı yazar.

Gün gelir bu zat Abdurrahman-ı Tâhî (ksa) olur. İlmi kariyeri çok yüksek, kadılığa kadar yükselmiş, hatta Kadiri tarikatından halife olmuş iken bütün bu makamları terk ederek Ğavsı Hizani namıyla ma’ruf Seyyid Sıbğatullah Arvâsi (ksa) hazretlerine intisab eder. Şeyhine bağlılığı herkes tarafından takdir edilir. Hatta kıskanılır. Bir gün Ğavsı Hizani (ksa) hazretleri bir kış günü imtihan için halife namzeti mürdleri ile birlikte dağlara doğru yürürler. Bir dağın eteğine geldiklerinde Hazret dağa doğru nazar ederler. Dağdan bir çığ onlara doğru gelmeye başlar. Bütün müridler kurtulmak için kaçışırken, Abdurrahman-ı Tâhî (ksa) hazretleri mürşidini korumak için ona doğru giderler. Bütün müridân mahcubiyetle takdir ederler. Onun Hak adına Hakk’ın dostuna teslimiyet göstermesi yolunun kıyamete kadar dünyanın her yerine ulaşmasına sebep olacaktır.

Yine gün gelir daha çocukken Hazret’in kardaki ayak izlerine basarak onu takib etmesi ve görenlerin “Yolda tek ayak izi var fakat camide iki kişi var!” diye şaşırması üzerine Muhammed Diyauddin Hazretleri’nin (ksa) “Biz iki bedeniz, fakat bir gönülüz.” buyurmasıyla sahiplendiği, daha sonra Hazne’de şeyhinin himmet ve tasarrufuyla ve nesli pâkinin teveccühüyle Sultanu’l-Câzibin olan, şehla gözleriyle nazar ettiği eşkıyaların said olmasına, istibdat döneminde şehirlerde insanlar iman mücadelesi verirken o (ksa) hiç bir bilgisi olmayan dağ köylerinde Allah aşkından mecnuna dönecek kadar imanla dolu gariplerin yetişmesine ve bu köylerden yükselen velâyet nuruyla köylerden şehirlere, üniversitelerden kışladaki asker ve subaylara kadar binlerce insanın muhabbetullah ve muhabbeti Rasulullah’a ulaşmasına sebep olmuş Gavsu’l-azam Abdulhakim Bilvânisi (ksa) hazretleri olur. 

Yazımıza inşaallah önümüzdeki ay devam edeceğiz.

 

Yazar: Vahdettin ŞİMŞEK

 

Cuma, 01 Mart 2019 00:07

ALLAH KULUNU BIRAKMAZ

Allah Kulunu Bırakmaz

Allah Kulunu Bırakmaz - Andelib

Sayı : 130 - Ekim 2018

 

Allah Kulunu Bırakmaz

 

“İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim,
Zikrini kalbime mi’rac ettim,
Kitabını kendime minhac ettim.
Ben yoktum var ettin,
Varlığından haberdar ettin,
Aşkınla gönlümü bîkarar ettin.
İnayetine sığındım, kapına geldim,
Hidayetine sığındım lütfuna geldim,
Kulluk edemedim afvına geldim.
Şaşırtma beni doğruyu söylet neşeni duyur, hakikatı öğret.
Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem,
Sen sevdirmezsen ben sevdiremem.
Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini,
Yar et bize erdirdiklerini.”
                                   (Elmalılı Hamdi Yazdır)

 

Allah (cc) insanı en güzel şekilde (ahseni takvim) yarattı. Onu birçok nimetlerle donattı. Ona kendinden bir ruh üfledi. Ona nefs de verdi, nefsini tanıyıp Rabbini daha iyi bilmesi için. “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” buyrulmuş… 

 

Yüce Mevlâ’mız (cc) insanı nefsin hevasına ve şeytanın hilelerine terk etmemiştir. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyame 36)Ayetin devamında insanın yaratılışı ve insana şekil vermeyi anlatır Rabbimiz.

 

Ayet bir yönüyle muhasebeyi anlatıyor bize, bir yönüyle de Rabbimizin bizi bırakmadığını. Hâce Hazretlerinin (kuddise sırruh) ihvanlarından olan bir abimiz bu ayeti okuduğunda “Allah’ın (cc) kuluna yakınlığını düşünüp” çok sevindiğini anlatırdı sohbetlerinde. 

 

Allah (cc) kulunu bırakmadı. Adem’i (as), Nuh’u (as), İbrahim’i (as), Musa’yı (as), İsa’yı (as) bırakmadı. Peygamber Efendimiz’i (sav) de yalnız bırakmadı. Onun şanını yüceltti. “Kuşluk vaktine and olsun, karanlığı çöktüğü vakit geceye and olsun ki, Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.” (Duha,1-3)

Allah cc) bizi de bırakmadı. “Fefirru illallah (Allah’a firar edin)”, “fesav ila zikrillah (Allah’ın zikrine koşun)”, “Va’tasımû bihablillâhi cemîân (Allah’ın ipine topluca sarılın)” “ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verîd (Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.)” Kur’an-ı Kerim’de geçen bu ayetler, Allah’ın (cc) kuluna yakınlığının ifadeleridir.

Allah (cc) kulunu hep kendisine davet eder. Cibril hadisinde Cebrail (as) Peygamberimize (sav) gelerek İslamı, imanı ve ihsanı sorar. Peygamber Efendimiz de sorularını cevaplar ve o gidince onun Cebrail (as) olduğunu ve onlara dinlerini öğretmeye geldiğini söyler. Din, İslamı, imanı ve ihsanı anlamakla kemale gelir. Sûfiler bir ömür boyu ihsan sırrına ermenin derdiyle ve aşkıyla yaşamışlardır. 

İhsan: Allah’ı görüyormuş gibi yaşamak. Biz O’nu göremesek de O bizi görüyor… Nakşibendilerin huzur hali dedikleri, ihsana ermektir. İhsan, Allah’a yakınlaşmanın adı… 

Peygamberler, Allah’ın (cc) kullarına gelişinin en güzel halidir. İnsanlar, Peygamberler yoluyla Allah’ı bildiler, tanıdılar, sevdiler… Peygamberler; insanlığı dünyanın çirkinliğinden, nefsin bataklığından kurtarıp İslamın nuruna ulaştırdılar. 

Kitaplar, Allah’ın (cc) kullarına gelişinin bir başka yolu… Yüce Mevlâmız gönderdiği kitaplarıyla insanlarla konuştu. Kendisini esmasıyla ve fiilleriyle bizlere tanıttı. İnsanlığa en güzel örnek olan Peygamberimizi (sav) ve diğer peygamberleri de anlattı. 

İmanda ve teslimiyette güzel halleri olanları da tanıttı bizlere. Öyleleri vardı ki, ateşlere atıldılar, ayakları kolları çaprazlama kesildi. Etleri demir taraklarla tarandı. Yine de imanlarından vazgeçmediler. 

Kur’an-ı Kerim Allah dostlarından bahseder. Peygamber varisi alimler, mürşidi kamiller de Allah’ın (cc) iplerindendir. Peygamber Efendimiz’in (sav) sünnetini bugün en güzel tatbik eden, adeta yaşayan Kur’an olma özelliğini bugün devam ettiren veliler; insanları Allah’a (cc), Allah’ı da insanlara sevdirmenin derdiyle, gayretiyle yaşadılar. 

Müslümanların günümüzdeki en büyük problemi kendilerini Allah’la (cc) buluşturacak velayet ipini kesmeye çalışmalarıdır. Velayet, dergahlardaki zikirlerden, dervişlerin tesbihlerinden ibaret değildir. Velayet anlayışı çok daha kapsamlıdır. 

Yeryüzündeki Müslümanlara bakın… Birçok meselede yollarını, yönlerini şaşırmış durumdalar. Bakıyoruz, bir taraflarıyla İslamın çizdiği rotada gidiyorlar. Bir başka meselede tamamen batılın peşine düşebiliyorlar. 

Aliye İzzetbegoviç’in bir sözü var, “Yeryüzünün öğretmeni olmak istiyorsanız, göklerin öğrencisi olacaksınız.” Velayet, göklerin öğrencisi olmaktır. İlmini, anlayışını Hak’tan alanlar istikametten şaşmazlar.

Osmanlıda birçok padişaha yol gösteren velayet sahibi rehberler vardı. Birçok alanda güzel işler yapılan ülkemizde bazı sorunların artmasında velayetin rehber edinilmemesi yatmaktadır. Güzel şeylerin yanında bazı meselelerde İslam’a çok zıt tavırlar da alınabiliyor. 

Velayet, içinde imamet anlayışını da barındırır. Bu anlamda kast edilen velayet; Peygamber Efendimiz’in (sav), Hz. Ebubekir’in (ra), Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın (ra), Hz. Ali’nin (ra), ehli beytin, ashabı kiramın ve ümmetin önderi olmuş on iki imamın yolunu devam ettiren anlayıştır. 

Velayet; Mevlana’nın gönlünde ilahi aşk, Yunus’un dilinde şiir, Fatih’in elinde kılıç olur. Alimin elinde kalem, dervişin gönlünde tesbih olur…

Velayet; ilahi aşkla dolup nehirler gibi çağlayıp coşar. Bozuk akidelerin karşısında Rabbani bir duruşun adı olur. Gün gelir, zalimin karşısına çıkıp hakkı haykırır. Yezidlerin karşısında Hüseyin olmaktır velayet.

Peygamber Efendimiz (sav),  “Ümmetimden bir topluluk, hak üzerinde galip gelmeye devam edecektir. Onlar hak üzerinde hep böyle sebat edip durdukları müddetçe ta Allah’ın emri onlara gelinceye kadar muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir.” buyurmuştur.

Kıyamete kadar devam edeceği, bitmeyeceği müjdelenen topluluğun anlayışı, yaşantısıdır velayet. Öyle bir nimettir ki velayet, Müslümanlar onunla asrı saadeti tekrar yaşayabilirler. 

Fikirlerin, duyguların, imanların karıştığı sallantıda olduğu bir dönemde dağlar gibi durmanın adıdır velayet. 

“Hâlbuki kim, iyi bir kimse olarak kendini Allah’a teslîm ederse, o takdirde muhakkak ki en sağlam kulpa tutunmuştur. (Bütün) işlerin âkıbeti ise, Allah’a (varacak)tır.” (Lokman 22) Sağlam bir kulpa yapışmaktır velayet.

Velayetin yolu aydınlıktır. Bu yolun yolcuları salih amel yaparlar. Onlar tertemiz bir kalbe ulaşmanın derdindedirler. Onların kalbi rabıtayla, Allah’tan (cc), Peygamberden (sav) ve Onların sevdiklerinden ayrılmaz. 

Velayetin cerayanı o kadar kuvvetlidir ki, bu akıma tutunanlar sapık ve bozuk anlayışlardan etkilenmezler. 

Ya Rabbi, bizi sevdiklerinden ayırma. Velilerine bende eyle bizleri. Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir. Ya Rabbi, velayet bağıyla Sana olan kulluğumuzu güzelleştir… 

Amin…

 

Yazar: Andelib

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort