JoomlaLock.com All4Share.net

BAYRAM, İNSANIN ASLİYETİNE DÖNÜŞÜ

bayram insanin

Bayram, İnsanın Asliyetine Dönüşü - Tamer DOYMUŞ

Sayı : 80 - Ağustos 2014

 

Bayram, İnsanın Asliyetine Dönüşü

 

Enes’den (ra); “Allah Resûlü (sav) Me-dine‘ye geldi, onların eğlence yaptıkları iki günleri vardı. “Nedir bu günler?” diye sordu. Şöyle dediler; “Cahiliye devrinde eğlendiğimiz günlerdi.” Resûlullah (sav) şöyle buyurdu; “Allah size bu iki günün yerine daha iyisini ihsân etmiştir; Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı günü.’’

Şevval ayını, diğer hicri aylardan ayıran en önemli hususiyet, Ramazan Bayramı’nın bu ayın ilk üç gününde oluşudur. İslâm’da ilk Ramazan Bayramı, hicretin ikinci yılında Şevval ayında gerçekleşmiştir.

Bayram kelimesinin Arapçası “ıyd” dır. Dönüp gelen manasındadır. Bayrama bu ismin verilmesi o gün Allah’ın kullarına dönüp gelen birçok ihsânından dolayıdır. Ekseriyetle sevinç getirerek döndüğü için ona ıyd denilmiştir. Iyd kelimesi her sevinçli gün hakkında kullanılabilir. Fıtır ve Kurban günlerine de bundan dolayı “ıyd” (bayram) denilmiştir. Ramazan’ın sonucunda “Takvaya ulaşan” her insan adeta asliyetine dönmüş, asliyeti ile buluşmuştur. 

Her sene bayram günlerinde Allah’ın kullarına dönüp gelen ihsânlarından bazıları; Ramazan’da yemek içmek yasak iken bayram günü iftar edilmesi, fıtır sadakası, ziyaret tavafı ile haccın tamamlanması, kurban etleridir.

Ramazan Bayramı’nda namaza çıkmazdan önce tek sayılı tatlı bir şey yemek, misvak kullanmak, yıkanmak, kokusu olup rengi olmayan şeylerle kokulanmak, beyaz olmasa bile en güzel elbiselerini giymek ve fitresini vermek menduptur. Yenilen şeyin tatlı olması müstehaptır, çünkü Hz. Enes’den (ra) rivayet edilen hadisi şerifte şöyle geçmekte; “Peygamber (sav), Ramazan Bayramı namazına sayıca tek olarak birkaç hurma yemeden çıkmazdı.” Çünkü yemekte Hak Teâlâ’nın ziyafetini kabule, oruç emrine uyduktan sonra şimdi de iftar emrine uymaya işaret vardır. 

Kurbanları acele kesebilmek için Kurban Bayramı namazını acele tutmak, fitreyi verebilmek için de Ramazan Bayramı namazını geciktirmenin mendup olduğu ifade edilmektedir.

Fıtır sadakasını Bayram namazından önce vermek gerekir. Fıtır sadakası; mesken, elbise, ev eşyası gibi zaruri ihtiyaçlar dışında, nisap miktarında malı bulunan hür ve Müslüman kimseye vaciptir. Zira Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan Bayramı’nda verdiği bir hutbesinde; “Küçük, büyük her hür ve her köle başına buğdaydan yarım sa’ veyahut kuru hurmadan ve arpadan bir sa’ veriniz.” buyurmuştur. Kişi kendisinin, küçük çocuklarının ve kölelerinin fitrelerini vermekle mükelleftir. Zira küçük çocuklarla köleler kişinin velayeti altında oldukları gibi kişi onları beslemekle mükelleftir. Fitreye de baş sadakası denildiğinden kişinin velayeti altında bulunan her bir baş için bir fitre vermesi gerekir. Hem de fitre fakirin hiç değilse bayram günü avuç açmak zorunda kalmamasını amaçlayan bir emir olduğuna göre, bayram namazından önce fakire verilmelidir ki o da herkes gibi sevinç ve gönül huzuru içinde namaza gidebilsin. Peygamberimiz (sav) bayram günü namaza çıkmadan önce fitrelerini çıkarırdı. El-Hidaye’de fitrenin bayramdan sonrasına bırakılmasıyla ile ilgili olarak şu bilgi de yer almaktadır: Fitrenin vücubu, fitreyi bayram günü vermemekle sakıt olmaz. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin yine de vermek gerekir. Zîra fitre, hikmet ve gayesi bilinen bir ibadettir. Bunun için hangi vakitte verilirse ondan güdülen gaye yerine gelmiş olur. Fakat fakirin bayrama çoluk çocuğuyla sevinçle çıkmasına yardımcı olmak adına bayramdan önce verilmesi daha evladır. Bu şekildeki bir davranış fitredeki asıl gayeye daha uygundur.

Bayram namazı hicretin ilk senesinde meşru olmuştur. Cuma kime farz olursa bayram namazları da ona vacip olur. Bunların ikisi de cemaatle kılınır. İkisinde de kıraat aşikâre okunur. Bu şartlardan yalnız hutbe müstesnadır. Çünkü bayram namazından sonra hutbe okumak sünnettir. Bayram namazının vakti güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren zeval vaktine kadardır. Zeval dâhil değildir. Bayram namazı iki rekâttır. Her rekâtta üçer zâid tekbir alınarak kılır.

Zâid tekbirlere bu ismin verilmesi, iftitah ve rükû tekbirlerinin üzerine ziyade edildikleri içindir.

Tekbirler şeairdendir (İslâm’ın alâmetlerindendir). Onun için onları aşikâre almak vaciptir. İmam sesli olarak, cemaat sessiz olarak tekbirleri alır. Tekbirler alınırken eller kaldırılır. İlk rekâtta zâid tekbirleri iftitah tekbirine katılır. Çünkü iftitah tekbiri rükû tekbirinden öncedir. İkinci rekâtta ise rükû tekbirine katmak icap eder. Ve her iki tekbir arasında üç tesbih miktarı susar. Bir kimse imama rükû halinde yetişirse, rükûda yetişeceğini kanaat getirdiği takdirde ayakta tekbir alarak rükûya gider. Yetişeceğine kanaat getirmez ise rükû eder ve tekbiri rükû halinde alır. Ellerini kaldırmaz. İmama rükûdan doğrulduktan sonra yetişirse tekbirleri orada kaza etmez. Zira tekbirleri ile birlikte rekâtı kaza eder. Bir kimse bayram namazını imamla kılmaya yetişemezse yalnız başına kılamaz. 

Şevval orucu; Ramazan ayı ve bayramından sonra şevval ayı içinde “altı gün orucu” adıyla bilinen orucu tutmak sünnettir. Ebû Eyyub el-Ensari’den (ra); Allah Resûlü (sav) buyurdu; “Kim Ramazan orucunu tutup da Şevval ayından da ona altı gün katarsa, tüm yıl oruç tutmuş gibi olur.”

Bayram ve Şevval orucundan bahisten sonra, Şevval ayı içinde gerçekleşmiş olan hadiselerden de kısa başlıklarla bahsedelim. Bu hadiselerden biri Habeşistan’a ilk hicrettir. Müslümanlar Habeşistan’a hicretleri esnasında Mekkeli müşriklerin Müslüman olduğu haberi onlara ulaşmıştı. Bundan sonraki süreçte yaşanılan bir hadiseyi ehemmiyetine binaen paylaşmak istedik. Habeşistan’a ilk hicret eden Müslümanlardan bir kısmı müşriklerin Müslüman olduğu haberini alınca Mekke’ye geri döndüler. Şevval ayında Mekke’ye yaklaştıklarında müşriklerin Müslümanlığı kabul ettikleri haberinin asılsız olduğunu öğrendiler. Habeşistan’a geri dönmek çok ağırlarına geldi. O günün kurallarına göre ancak birinin himayesinde Mekke’ye girebildiler. Osman b. Mazun (ra) da müşriklerden Velid b. Muğire’nin himayesinde Mekke’ye girdi. Hz. Osman b. Mazun, Velid b. Muğire’nin himayesinde rahatça yaşarken, Resûlullah (sav) ve ashabının çeşitli belalara maruz kaldıklarını ve bazılarının ateşle dağlandıklarını, kırbaçla dövüldüklerini gördükçe, kendisinin bu rahatlığından dolayı çok müteessir olurdu. Bir gün; “Vallahi, arkadaşlarımın ve ev halkının Allah yolunda uğradıkları türlü bela ve işkencelere karşılık bir müşrikin himayesinde benim rahatça dolaşmam benim için büyük bir noksanlıktır. Şaşılacak şey! Bir müşrikin himayesinde nasıl bulunabilirim?! Allah’ın himayesi, daha şerefli, daha emniyetlidir.’’ diyerek Velid b. Muğire’nin yanına gitti ve ona; “Şu ana kadar senin himayen altında idim. Şimdi senin himayenden çıkıp Resûlullah Aleyhi’s-selâm’ın yanına gitmek istiyorum ki, O ve ashabı, benim için örnektir! Artık üzerimdeki himayeni sana iade ediyorum.” dedi ve onun himayesinden çıkıp Allah’ın himayesine girmiş oldu. Böylece o da diğer Müslümanların yaşadığı gibi yaşamaya başladı.

Yine Şevval ayında meydana gelen hadiselerden bir diğeri ise Huneyn Gazvesi’dir. Huneyn Gazvesi, sayısal anlamda çokluğun tek başına bir anlam taşımadığını bizlere göstermesi anlamında günümüz itibariyle birçok mesaj içermektedir. Samimiyetin, Allah’a olan inancın, teslimiyetin ve bütün bunların yanında her şeyin Allah’tan olduğunu anlamak zaferin asıl sebebidir. Bedir Gazvesi’nde Müslümanlar sayısal olarak bütün savaşlardan çok azdı. Bununla birlikte Allah ve Resûlü’ne olan teslimiyet ve itaat zaferin gelmesine vesile olmuştur. Huneyn Savaşı’nda Müslümanlar diğer savaşlardan daha çok sayıya sahip olmuşlardı. Ama çokluk tek başına bir işe yaramamıştı.

Mekke’nin fethinden sonra, Hevazin ve Sakif kabileleri Müslümanların bu zaferini çekemiyorlardı. Ayrıca Mekke’den sonra sıranın kendilerine geleceğini düşünüyorlardı. İşte bu düşüncelerle hazırlık yaptılar. Bu hazırlıkların haberi Efendimiz’e (sav) ulaşınca derhal savaş hazırlıklarına başladılar. Müslümanlar on bini Medineli, iki bini Mekkeli olmak üzere on iki bin kişilik bir kuvvetle Huneyn’e hareket ettiler. Yolda giderken Müşriklerin adına “Zat-ı Envat” dedikleri büyük bir ağaçla karşılaştılar. Müşrikler bu yeşil ağacın yanına her sene gelirler, kılıçlarını onun üzerine asarlar, onun yanında kurban keserler ve bir gün boyunca tazimle hizmet ederlerdi. Cahiliye çağından yeni çıkmış ve yeni Müslüman olmuş bazılarının Efendimiz’den (sav) kendileri içinde böyle bir ağaç istediler. “Ya Rasûlallah! Zat-ı Envat gibi, bize de bir Zat-ı Envat ihdas etsen.’’ dediler. Resûlullah (sav) endişe ile şöyle buyurdular; “Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz de, Musa’nın kavminin Musa’ya dedikleri gibi bir söz söylediniz! Onlar; ‘Ey Musa! Onların tanrıları gibi, sen de bizim için bir tanrı yap’ demişti. (Hz. Musa da) ‘Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz demişti.’ (Âraf; 138) Şüphesiz ki bu, sizden öncekilerin bir geleneği idi. Sizler de muhakkak sizden öncekilerin geleneğine adım adım uyacaksınız.’’ diye buyurdu. Müslümanlar sabahın alaca karanlığında Huneyn vadisine ulaştıkları sırada, vadinin yamaçlarında pusu kurmuş olan Hevazin ve Sakif birlikleri aniden hücum ederek Müslümanlara toptan baskın yaptılar. Bu durum Müslüman askerlerini korkuttu, neye uğradıklarını anlayamadılar. Şaşkınlığa düşerek öyle bir paniklediler ki kimsenin gözü kimseyi görmüyordu, bütün genişliğiyle beraber arz kendilerine dar gelmiş, çoklukları onlara hiçbir fayda vermemişti. Sonra geri dönüp kaçmaya başlamışlardı. Müslümanların bozguna uğradığı sırada Hz. Peygamber Efendimiz (sav) onları geri döndürmek için şöyle sesleniyordu; “Ey Nas nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın Peygamberi, Abdullah oğlu Muhammedim!” Bu sırada Efendimiz’in (sav) etrafında ehli beyt ile ensar ve muhacirlerden küçük bir grup kalmıştı. Müslümanların durumu güçleşmiş, şaşkınlık ve bozgun büyümüştü. Hatta Resûlullah’ın (sav) kendilerine hitaben söylediklerini bile duyamıyorlardı. Peygamberimiz (sav) Amcası Hz. Abbas’a (ra); “Ey Abbas Hudeybiye günü Semure ağacının altında Rıdvan beyatı yapanlara seslen!’’ buyurdu. Hz Abbas der ki; “Ben, sesimin en yüksek perdesi ile, Rıdvan ağacı altında dönmemek üzere söz verenler nerede?” diye bağırdım. Hz Abbas’ın sesini işitenler “Lebbeyk!” nidalarıyla cevap vererek Resûlullah’ın (sav) bulunduğu tarafa koştular. Artık gafletten kurtulmuşlardı, yürekleri şecaat ve cesaretle dolmuştu. Hepsi Resûlulah’ın (sav) bulunduğu tarafa at koşturdular. O kadar ki yolun kalabalığından devesi üzerinde Resûlullah’a (sav) gidemeyen kişi devesini bırakıp yaya koşuyordu. Ashab dalga dalga Efendimiz’in (sav) etrafında kenetlenmişti. Ve amansız bir mücadele başladı. Peygamberimiz (sav) bu durumu görünce sevinmişti. “Ya Rabbi! Zafer va’dini yerine getir, yardımını gönder.” diye dua buyurdu. Yerden bir avuç çakıl taşı alarak müşriklerin üzerine doğru attı. “Yüzleri kara olsun!” dedi, sonra; “Muhammed’in Rabbi’ne yemin olsun ki, kâfirler hezimete uğradılar.” buyurdu. Müslümanlar zafere doğru gidiyorlardı. Müşrikler Müslümanların kılıçlarının önünden kaçacak yer arıyorlardı. Üstelik Resûlullah’ın (sav) attığı bir avuç kum o kadar çoğalmıştı ki, düşmanlarının her birinin ağzı yüzü ve gözleri toz toprak içinde kalmıştı. Hz Abbas (ra) bu sahneyi şöyle anlatıyor; “Ben gözetliyordum; savaş gördüğüm gibi aynı şekilde devam ediyordu. Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah, çakılları attıktan sonra kâfirlerin güçlerinin zayıfladığını ve işlerinin tersine gittiğini gördüm.” Şiddetli çatışmalar sonucunda müşrikler hezimete uğratıldı, kuvvetleri darmadağın oldu. Cenâbı Hak, Peygamberi’ne vadettiği zaferi nasip etmiş, İslâm ordusunu çeşitli yollarla teyit etmişti. Böylece Müslümanlar, Mekke’nin fethinden hemen sonra parlak bir zafer daha kazanmışlardı.

Huneyn Gazvesi’nde Efendimiz’in (sav) yapmış olduğu o çağrıya bugün her açıdan darmadağın olan bizlerin de hemen kulak verip ashab misali, “Lebbeyk!” diyerek, O’na koşması gerekir. Sünneti mutahharaya sarılmalıyız. O’nun varisi ekmeline bir an önce ulaşmalıyız. Zira kurtuluş ondadır. Nitekim âyeti kerimede şöyle buyruluyor; “Hâlbuki Sen onların aralarında bulundukça Allah onlara azap edecek değildir…” (Enfal; 33) O kutlu daveti tekrar hatırlayalım: “Ey Nas nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın Peygamberi, Abdullah oğlu Muhammedim.” 

Huneyn Gazve’si Kur’ân-ı Kerim’de ise şöyle anlatılmaktadır;

“Şüphesiz ki, Allah size birçok yerde ve Huneyn Savaşı yapıldığı günde yardım etmişti. O gün, sayınızın çokluğu sizi gururlandırmıştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız. Sonra Allah, Peygamberi’ne ve mü’minlerin üzerine emniyetini indirdi. Görmediğiniz askerler gönderdi. Kâfirleri de azaba uğrattı. İşte kâfirlerin cezası budur.” (Tevbe; 25-26)

Mevzumuzu Resûlullah’ın (sav) bayram günü yaptığı bir duası ile bitirelim.

Taberânî, İbn Mes’ud’dan (ra) rivayet ediyor; Resûlullah’ın (sav) iki bayram (namazında) duası şöyle idi; “Allahım! Senden iyi bir geçim, uygun bir ölüm, kusur ve çirkinliklerin olmadığı bir sonuç istiyoruz. Allahım! Bizi aniden helak etme. Ansızın bizi katına alma! Haktan ve tavsiyeden bizi geri bırakma! Allahım! Senden iffet, zenginlik, takva, hidayet, dünya ve âhirette güzel akıbet istiyoruz. Şüphe, ayrılık, riya ve dininde iki yüzlülük yapmaya çalışmaktan Sana sığınırız. Ey kalbleri alt üst eden! Hidayet ettikten sonra kalblerimizi saptırma ve katından bize rahmet bahşet. Muhakkak ki Sen en çok bahşedensin.” Âmin.

 

Kaynakça:

-Muhammed b. Salih ed-Dimaşkî, Peygamber Külliyatı

-H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi

-H. Algül, İslâm Tarihi

-El-Hidaye, İslâm Fıkhı

-İbn-i Abidin, Reddü-l Muhtar

-İmam Kurtubî, El-Camiu li-Ahkami’l-Kuran

-İbni Kesir Tefsiri

-Er-Rudani, Cem’ul-Fevaid

-Ö. N. Bilmen Tefsiri

-Şamil İslâm Ansiklopedisi

 

Yazar: Tamer DOYMUŞ

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort