Şeb-i VUSLAT (84)

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamı 2

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamı -2 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamı -2

 

İslam dininin temeli iki noktadadır:

1-İman, ihlas ve teslimden ibaret ilm-i Tevhid,

2-Ona göre hareket ve amel etmek, amel-i Tevhid.

İlm-i Tevhid kalb ve dimağda olduğu için özdür, amel-i Tevhid bedeni hareketten ibaret olduğu için o özün dış kabuğudur. Her ikisi de kemal buldu mu istikamet olur. Özü, hareket ve sözü şeriate göre olana “müstakim”, olmayana da “sakim” adı verilir. Allah müstakim olanlara akl-ı selimi ihsan eder. Tevbeden sonra istikamet yoluna girenin kalbine melekleri gönderir. O melekler müstakim olanı Hakk’ın yoluna teşvik eder; sekerat anında açıktan üzerine gelir, onu cennetle müjdeler; korkma, artık tekliflerin sonu geldi, cennetliksin hiç endişe etme, bundan sonra istikametinin semeresini alırsın, diye müstakim olanı müjdeler.

“Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonra sağlam itikad, ihlas ve teslimle doğruluğu kendine prensip edenler üzerine: ‘Korkmayın, tasalanmayın, va’dolunduğunuz cennetle sevinin’ diye melekler inecektir.” buyrulmuştur. (Fussilet Suresi 30)

Yani, ey istikamet sahipleri, eğer siz istikametinizin semeresini görmez iseniz de şüphesiz ölüm anında melekler tarafından cennetle müjdeleneceksiniz, demektir. Bunun için hadis-i şerifte: “Gizli ve aşikârede taat ve ibadeti iltizam ve menhiyattan içtinapla dosdoğru olun ve elbette birçoğunuz buna güç getiremezsiniz. Biliniz ki amelinizin en hayırlısı namazdır. Müminden başkası da abdest üzerine muhafazakâr olmaz.” buyrulmaktadır. Yani bihakkın istikamette sebat etmezseniz, bari hiç değilse ta’dil-i erkanla namazı dosdoğru yerli yerinde kılın, zahiri ve batıni temizliğe muhafazakâr olun. Bu da zayıflarınız için bir istikamet sayılır. Anlaşıldığı üzere salikin istikamette sebat etmeye devamlı bir surette çalışması gerekir. Bu çalışmayla bir an nefs ve şeytanına galip, bir an mağlup olur, bir an zâkir, bir an gafil, bir an mücahid, bir an münafık olur. Fakat daima müstakim olmaya çalışır. Yukarıda tarif edilen bihakkın istikamette sebat edince salik, artık yolu bitmiş demektir.

Hülâsa, itikadda istikamet tevhid ilminde; ibadet ve muamelede istikamet fıkıh kitaplarında; ahlakta istikamet tasavvuf kitaplarında beyan olunmuştur. Her birisinin bir kitabını kâmil zatın nezaretinde okumak ve kâmil mürşidin nezaretinde onunla amel etmek umum Müslümanlara düşen bir vazifedir. Bir müminin böylece üç kitap okuması hem kolay olur, hem de sapık fikir ve amelden kurtulmuş olur.

İstikameti Devam Ettirebilmek İçin Mühim Tavsiyeler

Şuurumuzda iman ve ihlasın yerleşmesi nisbetinde bedenimizin azaları müstakim olur. Her bir salik itikadı ve ihlası nisbetinde dinini tatbik eder, takva sahibi olur, müstakim olmaya çalışır. Esas maksat, Hakk’ın huzuruna layıkıyla girmektir. İstikametten başkasıyla da bu huzura giriş imkânsızdır. Onun için şuurumuzu murakabeyle, azalarımızı şer’i tatbikatla çalıştırmalıyız ki Allah Azze ve Celle’nin bizden istediği hakiki istikamete sahip olalım. İşte bu oluş için hadis-i şerifte şöyle buyruldu: “Gizli ve aşikârede taat ve ibadeti iltizam ve menhiyattan içtinapla dosdoğru olun ve elbette birçoğunuz buna güç getiremezsiniz. Biliniz ki amelinizin en hayırlısı namazdır. Müminden başkası da abdest üzerine muhafazakâr olmaz.” Yani gücünüz yettiği kadar itikadda, taat ve ibadeti devam etmekte, büyük ve küçük günahlardan sakınmakta sebat edin. Elbette bu hususta sebat etmek çok zordur, çok büyük bir gayreti ister, çok büyük bir sabır ve tahammülü ister, ümmetten zayıf olanlar, elbette bunda sebat etmekten aciz kalırlar. O halde acizliği bertaraf edebilmek için salik başlangıçta ciddi bir tevbe ile dine sarılır. Bidayette tevbeye muvaffak olmak kolaydır. Lakin tevbenin üzerinde devam etmek, müstakim olabilmek için şartlar vardır. Bu şartları yerine getiren, Allah’ın izniyle muvaffak ve müstakim olur.

1-Cenâb-ı Hakk’ın âdetinden birisi de tecelli-i iradi’dir; kulun hiçbir şeyden haberi olmadığı halde aniden kalbe Hakk’a davetçi ilham gelir; hadi tevbeye git diye kalbe icbar eder. Bazen o ilhamla beraber titreme, ağlama da gelir. Ekser itibarıyla bu tecelli, kâmil meşâyıhın huzurundan, bakışından ve sözünden olur. Bu tecelliyeye, tecelli-i irade denilir. Kalbe geldi ise mühlet vermeksizin ona teslim olmak ve derhal emrine itaat etmek lazımdır. Bu ilham seriu’z-zeval olduğu için fırsatı kaçırmamak gerektir. Fırsatın kaçırılmamasının manası, kâmil zevatı bulmak, samimiyetle onlarla sohbet etmek, kâmil mürşidin emrine girmek demektir. Hiçbir zaman insan tek başına kendine yolu tayin edemez.

2-Tevbenin akabinde eski günahlardan vazgeçmek, fena niyetlerden sıyrılmak ve iyiliği yapmanın devamına azimli olmaktır. Çünkü tevbeden sonra işret meclisinin arkadaşları insana dışta musallat olurlar. Çoğu zaman tekrar yoldan çıkarırlar; buna dikkat lazımdır.

Gavs-ı Hizâni, münkir ve ehli bid’atin zararlarının kilisede bulunanların zararlarından daha ziyade olduğunu kaydetmiştir. Hatta bir şeyhe teslim olan kimsenin ilimde hocası olan münkir olsa, onu bile terk etmesi gerekir. “Sende ilimde yeri olmadık herhangi bir şeyi anan baban emrederlerse onlara uyma; Benim yoluma inâbe edenlerin yoluna uy.” (Lokman 15) ayet-i kerimesinin emrine binaen, kişiyi istikamet yolundan geri bırakmak isteyen ana baba, hatta ilimde hocası da olsa terk edilir ve ahirette dereceyi almaya sebep olan mürşide uyulur. Kaldı ki günah işlettiren kimselerden yüz çevirmek farzdır.

3-Başlangıçta imkân derecesinde tarikatın adabını, usulünü güzelce öğrenmektir. Bir binanın temeli muhkem olmaz ise o bina yıkılmaya mahkûm olduğu gibi, tarikate intisap ettikten sonra temel olan itikad ve niyet, o temelin üzerinde olacak adap ve usul dosdoğru olmaz ise kısa bir zamandan sonra o tarikat de yıkılır.

Mezheb İmamına fıkıhta, tarikat imamına tarikatte ittibâ lazımdır. İtikad Ehli Sünnet ve’l-Cemaatin itikadı; niyet ve amelde fıkıh kitaplarını kendine kanat yapıp o kanatla şeyhe ittibâ edilir. Şeyh Cüneyd El-Bağdadi: “Tarikatlerden faydalanmak için sebep: edep ve usuldür. Mahrum olanlar edebi öğrenmediklerindendir. Ant olsun ki bizim yolumuz edepten başkası değildir!” demiştir. Hatta bir gün müntesiplerinden birisi meclisine sol ayakla girerken hiddetlenmiş; “Siz sünnete riayet etmediğiniz için meclisimizden çıkın. Zira hayr meclislerine sağ ayakla, kaza-i hacet yerine sol ayakla girilir. Çıkışta zıddı yapılır. Kendi evine ise sağ ayakla girilir sağ ayakla çıkılır.” buyurmuştur.

4-Allah’ın kahrından rahmetine sığınmaktır. Buna Firar-i ilallah denilir. Yani şahıslardan nefret etmeksizin, gıybet, haber dolaştırmak gibi fısktan ibadete kaçmak demektir. Daha doğrusu halktan Hakk’a sığınmaktır. Şâh-ı Nakşibend: “Halkı kalbten çıkarmak, fiilen sıfatlarını terk etmek, Rasul-i Ekrem’in ahlakıyla ahlaklanmak, firar-i ilallah diye tabir olunur, yoksa halkı terk etmenin manası cuma ve cemaati terk etmek, uzlete çekilmek demek değildir.” buyurmuştur.

Mevlânâ-i Cami: “Başlangıçta muvakkat olarak uzlete çekilmek, halkı terk etmek sünnettir. Nitekim Peygamber de vahyin başlangıcında uzlete çekilmiştir. Şer meclisleri terk etmek farzdır, zira şerlileri terk etmeyen hayr yapmaya muvaffak olamaz. Hatta kalben şerlilere temayül, insanları şer işlemeye sevk eder. Bu hususta ayet de emretmiştir: “Zulmedenlerin meclislerinden sakının, zira onların ateşi size de çarpar.” (Hud 113) Müfessirler kalben temayülü yasaklamıştır diye tasrih etmişlerdir.” buyurmuştur. Sultanu’l-cazibin, bu ayeti şöyle beyan eder: “Bu tarikatı inkâr edenlerin meclisi ve diğer fısk meclisleri, demircilerin dükkânına benzer. Demirci demirini çıkarıp iki kişi o demiri dövdüğünde ondan ateş fışkırır; oturanlara isabet etti mi onları yakar. Fakat onların önünde önlük olduğu için yanmazlar. Münkirlerin sözleri gıybet, müstehcen söz söylemek, lâkırdıları ateş gibidir; söz, demir gibidir; iki çene, onunla demir dövülen çekiç gibidir. Artık âlem-i misalde bunlar hep cisimlidir; kalbi yakar parlak olan ruhu kül haline getirir.” 

Şeyh Ebû Medyen: Tarikati inkâr edenlerin meclisleri, müridi öldürücü zehirdir. Bu zehirden korunmayan şeyhinden faydalanamaz.

5-Mürid şeyhine intisap ettikten sonra, şeyhi hakkında son derece itikad etmelidir. Burada mürid şöyle inanır: Şeyhim buluttur, umum nimetler yağmur gibidir. Allah Teala bulutu yağmurun yağmasına sebep kılmıştır. Bulutsuz yağmur yağdırmaması âdetindendir. Şeyhimi hidayetime sebep kılmıştır. Hakikatte hidayet edici Allahu Teala’dır. Yağmur verici de Allahu Teala’dır.

Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Muhakkak Allah azze ve cellenin yeryüzünde feyz ve bereketleri almaya elverişli kapları vardır. Allah azze ve cellenin kendisine en sevimli kapları da yumuşak ve saf olan kaplardır. Allah’ın yeryüzündeki kapları, salih kullarının kalpleridir.”

Allah (cc) yar ve yardımcımız olsun.

Selam ve dua ile

Kaynak: İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007

 

Yazar : Şeb-i Vuslat

 

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamıdır 1

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamıdır -1 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 135 - Mart 2019

 

Huzura Kavuşmanın İkinci Kapısı İstikamet Makamıdır -1

 

Huzura kavuşmanın ikinci kapısı istikamet makamı; sünnete muhalif olan bid’at, haram ve ibadetleri bozacak fenalıkları terk etmek, ibadet ve tâati de yerli yerinde yapmak demektir. Mesela namazı kılmak ayrıdır, ikâme ile tabir olunan yerli yerinde yapmak da ayrıdır.

Cenâbı Hak Teala, Kur’an’ın, yerli yerinde namaz kılana, istikamet ve takva sahibi olana rehberlik yapacağını beyan buyurmuştur: “Bu, Allah tarafından gelmiş Yüce Bir Kitab’tır. O’nda şüphe yoktur. Teslimle okuyanlara şüphe vermez. Ve O, günahlardan sakınan ve emirleri dosdoğru yerine getiren takva sahiplerine hidayet edicidir. O takva sahipleri öylelerdir ki, hulûs-i kalple gayba inanırlar. Onlar ki namazı dosdoğru kılarlar ve onlara vermiş olduğumuz rızktan da nefslerinin hesabına değil Allah yoluna infak ederler.” (Bakara 2-3) Namazı huşu’ ve tadil-i erkanla kılarlar demektir. Demek ki namaz kılmak ayrı, ikâme edilmesi de ayrıdır. Mal harcaması da öyle; nefsin hesabına harcamak değil Allah Teala’nın emrettiği yerlerde harcamak demektir. Mesela namaz kılmak tevbedir, dosdoğru kılmak istikamettir. Şu halde istikamet; sünnet, vacip ve farzları yerli yerinde kılmakla, bunları bozan şeylerden sakınmaktan ibarettir. Hem mesela zekât vermek tevbedir, yerli yerinde müstehaklarına vermek ve vaktinde ödemek istikamettir ve ayrıdır. Kur’an-ı Hâkim bunları yapanlara değil, bunları yerli yerinde yapan ve yapmakla beraber fâsid amelden korunanlara mürşiddir.

Her ne kadar Kur’an-ı Hâkim bütün insanlara rehber ise de gayba iman ederek kendisine zarar verebilecek şeylerden nefsini koruyan takva sahiplerine özel olarak doğru yol gösterir. Gayb ise, insanın gözünden ve akıldan gizli olan şeylerdir. Yani “Allah Teala’nın Zât-ı Şerifi, melekler, kabir azabı, haşir ve neşir, cennet ve cehennem gibisini görmediği halde iman edenlere Kur’an-ı Hâkim ancak ve ancak maksada ulaştırıcı yol gösterir” demektir. “Bigaybi”deki “ba” harfi musâhabe manasında olup mukadder bir ism-i fâile bağlanması da mümkündür. Bu takdirde “gayb” kelimesi, tenhalaşmak ve yalnız kalmak manasındadır, yani bu takdirde “Kur’ân’ın kendilerine maksada ulaştırıcı yol gösterdiği takva sahibi onlardır ki tek başlarına kaldıkları halde dahi -münafıklara hilafla - halisane iman ederler” yani fiilen de iman ederler demektir. Nitekim, İbn Mes’ûd (ra) bu itibarla şöyle demiştir: “Kendisinden başka hiçbir mabud olmayan Zât’a andolsun, tenhada hâlis imandan daha üstün bir imanla hiçbir kimse iman etmemiştir.”

Öteden beri, hisler mi harekete, hareket mi hislere hâkimdir, diye ihtilaf edilmektedir. Ayet ve bu hadisten anlaşıldığı üzere, hisler harekete hâkimdir, diyenlerin fikri daha makbuldür. Mesela dosdoğru namaz kılmak, güzel ahlakta bulunmak, hâsılı İslami hasletler imanın alâmetidir. İman hissi ve şuuru, kalpte bir tasdiktir. Bunlar var ise, varlıklarından dolayı kişinin mü’min olmasına hükmedilir. Amma hakikatte ise kişi yalnız iken korku ve utanç olmadığı halde dahi İslami vecibeleri tam manasıyla yerine getirip ta’dil-i erkanla namaz kılarsa, şuurundaki niyeti, maksat ve hisleri bedeni üzerine hükümran olmuştur; İndallah da hakiki mü’min budur. Onun için ekâbir: “İmanda ihlas, bilfiil İslami vecibeleri yalnızlıkta dahi tatbik etmektir. Böyleyse ihlas vardır. Böyle değilse, mesela halk içerisinde İslami vecibeleri yerine getirdiği gibi yalnızlıkta da getirmezse, ya nifak ya da riyadan ibaret gösteriş vardır.” dediler. Çünkü itikadda istikamet, ibadette istikamet, ahlâkta istikamet, muamelede istikamet olmak üzere dört sureti vardır. Bizim için söz konusu olan istikamet, imanda ve ahlâkta olan istikamettir. İmanda istikamet: gayba iman etmek yahud gaybda dahi iman etmek ile ehli sünnet ve’l-cemaatin ölçü ve tahrirlerine göre itikadı düzeltmektir. Ahlâkta istikamet: tevazu, Hakk’a ibadet, halka hizmet etmekle boyun eğmek demektir.

Ebu’l-Hasen-i Şâzili, istikameti, tevazu ile hüsnü muaşerette bulunmak, mahlûkta ayıp görmekten sakınmak, gizlide dahi büyük ve küçük günahlardan çekinmek, sünnet ve mendubları yerine getirmekten kinayedir, diye tefsir etmiştir. Bu takdirde şuurumuzda olan maksat ve niyetlerimizi tenhada dahi harekete geçirmek ve fiilen tatbik etmek istikamet olur.

Şeyh Ahmed Gümüşhânevi: “İstikamet: ahidleri yerine getirmek, ifrat ve tefritten sakınmak, mubahlarda her şeyi ortalama ayarlamaktan ibarettir” diye beyan etmiştir. Binaenaleyh istikamet, Allah’ın emirlerine nefsi teslim etmektir. Yani Allah Teala senin hakkında neyi emretmiş ise onu tercih etmendir.

Ebu Ali Ed-Dekkak da: “İstikamet nefsi edeplendirmek, kalbi fena niyetlerden temizlemek, daimi bir surette basiret üzere bulunmaktır” diye tarif etmiştir. İstikameti elde etmek için gizli ve aşikârede Allah Teala’dan korkmak, az veya çok rızıkta kanaat etmek, Allah’ın verdiğine razı olmak, halkın huzurunda ve gıyabında şefkatle onlara iyilikte bulunmak gerekir, diye tahrir etmişlerdir. Bunları yaptın mı mü’min ve müstakim bir insan olursun. “Gizli ve aşikârede taati iltizam ve menhiyattan ictinabla dosdoğru ol ve insanlar içinde ahlakın güzel olsun” mealindeki hadisi şeriften anlaşıldığı üzere iki türlü istikamet var:

- Allah Teala’ya karşı istikamettir.

- Halka karşı istikamettir.

Allah’a karşı istikamet tenhalaşmak zamanlarında dahi Allah Azze ve Celle’nin buyruklarını yerine getirmek, yasaklarından sakınmaktır. İnsanlara karşı istikamet ise, güzel ahlakta bulunmak, küçüklere tevazu ile kanat germek, büyüklere tevazu ile boyun eğmekle saygıda bulunmak, hemcinsine yani seviyesinde olanların da şereflerine riayet etmekten ibarettir. 

Bu iki kanat olduğu takdirde takva kemal bulmuş ve istikamet kapısı açılmış demektir. Artık bu kapı açıldı ise, İlâhi meârifler, haller, makamlara giriş için de imkânlar hazırlanmıştır demektir. Dekkâk kuddise sırruh diyor ki: “Allah Teala senden yukarıda tarif edilen istikameti ister. Sen ise yapmış olduğun taatle Allah’ın sana ikram etmesini, yani kerameti istersin. Sen bu isteğin peşinde olduğun müddetçe müstakim değilsin. İstek ve arzularını bırakıp Allah Azze ve Celle’nin isteği peşine düştüğün andan itibaren istikamet yoluna girmişsin demektir.” İmam Arif Sehreverdi diyor ki: “Gizil ve aşikârede taati iltizam ve menhiyattan ictinabla dosdoğru ol ve insanlar için de ahlakın güzel olsun” hadisi şerifi, İslam’ın esaslarından biri, Peygamberin cevâmiu-l-kelimindendir.”

Halisane imanla birlikte takva sahibi, ilk kez kendini, cehennemde ebedi azaba vesile olabilecek küfür, şirk ve nifaktan korumak için iman eder. Bu, takvanın birinci derecesidir. Kendisiyle azap arasında imanı siper kılar. Takva sahibi ikinci kez, muvakkat dahi olsa cehenneme girilmesine vesile olabilecek küçük ve büyük günahlardan korunur, kendisiyle azap arasında taat ve ibadeti siper kılar. Gizli ve aşikârede küçük büyük günahlardan sakınır, farz ve vacipleri yerine getirir. Halisane bunu yapmakla da fâsık ve âsilerden ayrılmış olur.

Üçüncü kez, sâlik, sırrını yani kalb ve dimağını, doğrusu özünü Cenâbı Hakk’ın huzuruna varmaya engel olabilecek her şeyden temizler, bütün hisleri ve duygularını Cenâb-ı Hakk’ın Zât-ı Şerifi’ne yöneltir. Sâlikin bu teveccühü yani yönelmesi, takvanın zirvesi ve istikametin ilk kapısıdır. Artık sâlik bunda sebat etmeye çalışır. Sebat ederse salihtir, velidir, ebrardır, ahyardır. Tabi ki istikamette sebat etmek kolay bir iş değildir.

Saliki istikametten geri bırakan üç haslet vardır:

-Halktan korkmaktan ibaret cübn,

-Rızktan endişe etmek yahud maaş ve iaşeden endişe etmek,

-Nefsi arzusundan razı olmak.

Bu üç haslet insanı istikamet yolundan çevirir, tevbe kapısını kapatır, a’lâi illiyyinden esfel-i sâfiline düşürür.

İmam-ı Rabbâni müceddid-i elfi sâni (kuddise sirruh) der ki: “İstikamet, şeriati tastamam tatbik etmektir.” Fatiha Suresi’ndeki “sırat-ı müstakim”i, şeriat ilmini bilmek ve onunla amel etmektir diye izah etmiştir. Bazı ehli kemal: Amelsiz ilim yahudi, ilimsiz amel nasrânilerin yoludur. Onun zıddı bilmek ve bilgi ile amel etmekten ibaret istikamettir. İstikameti elde eden ashabı kiramın yoluna girer ve elbette Rahmani cezbeler elinden tutar, takrib makamına kavuşturur. Takrib makamı da onu aşk-ı Rabbâniyyeye devr-i teslim eder. İnayetten ibaret aşk-ı Rabbâni, umum nurâni perdeleri yırtar, Zati tecelliyesinin idaresine teslim eder, demişlerdir.

Efendim Şeyh Abdulhak, pederi Şeyh Abdulğafûr Abbasi Hazretleri’nden naklen şöyle buyurdu: “Kul ile Allah arasında yetmiş bin hicab vardır. Yarısı zulmâni, diğer yarısı da nurânidir. Zulmâni perdeler tevbe etmekle imha olunur. Nurâni perdeler de istikametle açılır. Tevbe ne kadar sahih olursa o kadar zulmâni perdeler yırtılır. Sonra bu zulmâni perdeler hep madde âlemindedir. İstikamet de ne kadar tamamlansa, mana âleminde o kadar nurâni perdeler kulun gözünden kalkar. Andolsun eğer padişahlar bilselerdi ki istikamet bize ne kadar huzur vermiş, şu beşeriyet âlemindeki keşmekeşleri bırakıp istikameti elde etmek için bizimle harbedeceklerdi.” Ashabı kiram istikametle şu kadar memleketleri fethettiler.

Gavs-ı Hizâni: İstikamet ehlinin kadir ve kıymetleri ancak ahirette bilinir. Hallerinden dolayı dünya lezzetlerinden yüz çevirmelerinde hiçbir kusur yoktur. İstikamet imanın hakîkatini kula gösterirken kul şu cismâni lezzetlere zerre miktarı önem vermez. 

Seydâ-i Tâhi: “Sıddîkıyye tarikatinden gaye ihlas ve muhabbettir. İstikamet ihlas ve muhabbetle şeriate ittibâdır. Zira tarikat, şeriatin medarıdır. Tarikatten maksad, marifetin icmalini ve şeriatın hükmünün izahını bilmektir. Mesela müntesib, abdest ve guslün hikmeti nedir, niçin abdestte dört aza yıkanır ve gusülde cümle bedenini yıkar hikmetini bilmelidir. Nitekim abdest bazı azaların manevi zulmetini çıkarmak, gusül bütün azanın zulmetini çıkarmaktan ibarettir. Müntesib kâmil üstadın nezaretinde abdest, gusül ve diğer ibadetinin keyfiyetini öğrenmekle sırrını idrak eder. Binaenaleyh sâlikin yaptığı ibadeti ve ibadete ait bilgisi ve o bilgi ile amel etmesi şüphesiz istikamettir. Eğer istikametle beraber cezbe olursa istikametsiz pek çok kerametlerden üstündür. Çok hayret!.. Avam tabakası en büyük keramet olan istikameti aramaz da maalesef kerameti arar. Bu, kerameti inkâr etmek değil; lakin keramet istikametin semeresidir. İstikametsiz keramet istidrac olur.” buyurmuştur.

Patnoslu üstadım Molla Yasin: “Amelsiz ilim veyahut ilimsiz amel, naylondan yapılmış çiçek ve portakallara benzer. Mevsimi olmadığında insan onları dükkânların vitrinlerinde gördüğünde gayrı ihtiyari meyleder, iştihası çeker. Geçenlerde Van’da bir mağazada otururken masanın üzerinde dört beş tane armut gördüm, umum dikkatim üzerine gitti. Mağaza sahibi dedi ki, hocam bunlar naylondan yapmacık armutlardır. O zaman çok utandım. Ne fayda ki şimdiki bir kısım ulema da hakiki meyveyi aramayıp yapmacık çiçekleri ararlar.”

Hülâsa istikamet tevbeden sonra farz, vacib ve sünnetlere ehli sünnet ve’l-cemaatin itikadına dayalı olarak inanmakla, dört mezhebden bir mezhebe bağlı kalmakla şeriat ilmini tatbik; haram, mekruh, müfsid hallerden sakınmak; ahlaken de ashâb-ı kiramın yolundan yürümektir. Şeriatin ikrarı iman, tatbiki istikamet, ondan firar etmek dalâlettir. Şer’î vazifelerde kaytarmak fısktır.

İslam dininin temeli iki noktadadır:

Devam edeceğiz inşaAllah…

Allah cc yar ve yardımcımız olsun…

Kaynak: İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı 3

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Kapısı -3 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Kapısı -3

 

Üçüncü Temhid: Müminin Tevbesi Ne Zamana Kadar Kabuldür?

Her şeyin bir vakti olup vakti geçince o da geçmiş olduğu gibi, muhakkak tevbenin de zamanı vardır, zamanı tamam olunca o da geçmiş olur. Tevbenin zamanı, ruh gargarayı geçmeyinceye kadardır. Gargarayı geçince kafirin imanı kabul olmadığı gibi müminin tevbesi de makbul değildir. Hadis-i şerifte: “Muhakkak Allah Teala kulun tevbesini, ruhu gargaradan geçmediği müddetçe kabul eder!” buyrulmaktadır. Vakta ki can boğazına varınca, ne kafirin imanı ne de müminin tevbesi kabul değildir. Ayet-i kerimede de: “Onlardan biri, kötülükleri işlemekte oldukları halde, kendisine ölüm geldiği zaman, ben şimdi tevbe ettim diyenlere, bir de küfür üzere devam ettikleri halde ölenlere tevbe yoktur. Onların hakkı öyledir. İşte biz onlar için pek acıklı bir azab hazırlamışızdır.” buyrulmuştur.

Şeyhzâde der ki: “Ölümün yakın olması tevbeye mani değildir. Lakin yukarıdaki ayet delil olmuştur ki halet-i nezide ölümü gözü ile müşahede ederken tevbe fayda vermez. Çünkü o zaman iman ve tevbesi iztırâri/ister istemez haldedir. Halbuki tevbe ve imanın şartı ihtiyaridir.” Kadı Beydâvi rahimehullah der ki: “Cenâb-ı Hakk’ın, tevbeyi tehir eden müminlerin tevbesi ve kafirin imanını beraberce zikir buyurmasından hikmet budur ki, imana ve tevbeye gelmeleri ve gelmemeleri aynı seviyededir.”

Yani kafirlerin imanı ve asilerin tevbeleri makbul değildir demektir. Ama isyandan sonra ihtiyar haletinde de olsa iman ederek Cenâb-ı Hakk’ın korkusunu kalibinde yerleştirip “İbadete döneyim!” diyenlere gelince; hadis-i şerifte: “Allah azze ve celle gündüz günah işleyene tevbe etmesi için gece rahmet kapılarını açar; gece günah işleyene de gündüz açar; güneş batıdan doğuncaya kadar.” Ayet-i kerimede de: “O Allah, kulların tevbesini kabul eden, kötü hareketlerini de tevbeden sonra bağışlayan ve ne işlerseniz bilendir.” buyrulmaktadır. Demek güneş batıdan doğarsa, iman ve tevbesi makbul değildir. Ruh da gırtlağa vardığı vakit tevbe makbul olmaz. Hülasa Allah azze ve celle tevbe edenleri sever ve günahlardan kendini zikirle temizleyeni sever. Allah (cc), günahlarından tevbe edeni çok sever ve fakat tevbeden sonra ibadet işleyeni daha ziyade sever demektir.

Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teala şöyle buyurur: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de saldırmak ve zulmetmek için onların arkalarına düştü (ve denize daldı). Nihayet boğulma durumuna gelince (Firavun şöyle) dedi: Ben İsrailoğulları’nın inandığından başka hiçbir ilah olmadığına inandım, artık ben (O’na) teslim olanlardanım.” (Yunus 10/90)

“Şimdi mi (iman ediyorsunuz)? Halbuki sen bundan önce (kendini tanrılaştırarak Allah’a) isyan etmiş ve (böylece) fesatçılardan olmuştun.” (Yunus 10/91)

“Bugünde biz, senden sonrakilere ibret olması için cesedini (batıp gitmekten) kurtarıp sahile atacağız. Yine de insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden hakikaten gafildirler.” (Yunus 10/92)

“(İnanmak için ne bekliyorlar?) Onlar mutlaka kendilerine (ölüm veya azap) meleklerinin gelmesini yahut Rabbi’nin (imha eden azabının) gelmesini ya da Rabbin’den (kendilerini imana mecbur eden) bazı alametlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbi’nin bazı alametleri geldiği gün evvelce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış hiçbir kimseye imanı fayda vermez. De ki: “Bekleyin (o alametleri)! Şüphesiz biz (de) bekleyenlerdeniz.” (En’am 6/158)

“Bizde onu ve ordularını yakalayıp denize atıp boğduk. O, (bu sırada kendisini) ayıplayıcı durumda idi.” (Zâriyat 51/40)

“Nihayet o (müşrik ola)nlardan birine ölüm geldiği (kötü amel ve sonucu kendisine gösterildiği) zaman diyecek ki: ‘Rabbim! (dünyaya) beni döndürünüz, ta ki ben, terked(ip geldiğim o) yerde artık iyi/sevaplı iş yapayım.’ Hayır! Bu onun söylediği (boş) laftan ibarettir. Artık (kıyamette) tekrar dirilecekleri güne kadar önlerinde bir engel vardır. (Ruhen de bedenen de başak bir şekilde dünyaya geri dönemezler.)” (Müminun 23/99-100) 

Peygamberimiz (sav) de şöyle buyurmuştur: “Allah kulunun tevbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.” Bir terzi, salihlerden bir zata; “Rasulullah’ın (sav): ‘Allah Teala, günahkâr kulunun tevbesini, canı boğazına gelmeden kabul eder.’ hadis-i şerifi hakkında ne buyurursunuz, diye sual etti. O zat da:

-Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?

-Terziyim elbise dikerim.

-Terzilikte en kolay şey nedir?

-Makası tutup kumaşı kesmektir.

-Kaç seneden beri bu işi yaparsın?

-Otuz seneden beri.

-Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?

-Hayır, kesemem.

-Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasip olmayabilir… Sen hiç: “Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!” hadisini duymadın mı?” Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da salihlerden oldu. Bu kıssada görüldüğü gibi kulların önünde bin bir türlü dünya ve nefsaniyet çukurları vardır ki, bunların en tehlikelisi de samimi tevbeyi devamlı sonraya bırakmaktır. Oysa tevbeye sarılmak, bütün bir ömrümüzün can simididir. Nitekim Rasulullah ashâb-ı kirâma “en büyük derdin günah” derdi, “ilacının da gece karanlığında istiğfar” olduğunu beyan buyurmuştur. Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti.

Dördüncü Temhid: Tevbenin Hükmü ve Kısımları

Tevbe günahlardan dönmekte ve Allah’ın (cc) yolunda ilk adımdır ve her saadetin ilk kapısı olduğu için de farzdır. Zira tevbe, edebsizlikten yüz çevirmektir. Diğer tabirle tevbe, kulun Allah’tan (cc) utanıp haya etmesidir. Edepsizlik hangi bir şeye girerse onu mutlaka ayıplı kılar. Edep ve utanç da nerede bulunursa ona mutlaka azizlik ve şeref verir. Ne güzel hikmetli sözdür! Hadis-i şeriflerde;

“Gerçekte haya hayrdan başkasını getirmez.”

“Gerçekte haya ve iman ikisi birlikte beraberdirler; birisi kaldırıldı mı, diğeri de kaldırılır.”

“Sana Allah’tan utanmayı emrediyorum, kavminden salih bir adamdan utandığın gibi.” buyrulmuştur. Bu son hadis-i şerife dayanarak Sıddîkıyye meşâyıhı: “Kişi Allah azze ve cellenin azametini zihninde istihzar ederek hakiki hayaya güç bulmadığı müddetçe kavminden salih bir Müslümanı zihninde istihzar ederek hayayı kazanmalıdırlar. Allah azze ve cellenin azametini istihzar etmekle ondan utanmaya haya, salih bir insanı zihninde istihzar ederek ondan utanmaya da rabıta denilir.” dediler. Bu hadis-i şerif, rabıta etmek delillerinden biridir. Onun için hadis-i şerifte: “Gerçekte haya İslam’ın şeriatindendir. Edebe aykırı çirkin söz söylemek de kişinin kötüye meyletmesindendir.” buyrulmuştur.

Cüneyd Bağdadî (ks), tasavvuf kelimesinden sorulunca dedi ki: “Tasavvuf şu on hasleti kuşatıcı bir isimdir:

1-Dünya emtiasının her şeyinde aza kanaat etmek, çoğaltmaya çalışmaktan sakınmak, yani gerçek tevekküldür.

2-Vasıta kılınan sebeplere güven bağlamaksızın kalibn sadece Allah Teala’ya itimat etmesi.

3-Sıhhat ve selametin bulunuşu anında nafileyle Allah azze ve celleye taat ve ibadet etmek.

4-Fakir kalınması halinde yokluğa sabru tahammül göstererek dilencilik ve şikayet etmekten uzak kalmak, yani gerçek kanaattir.

5-Dünya emtiasının bulunuşu anında almakta en helali seçmek.

6- Allah Teala’nın diniyle çalışmayı, sâir çalışmalardan üstün tutmak, yani ahiret hayatını dünya hayatı üzerine tercih etmeye çalışmaktır.

7- Gizlide zikretmek, cehri zikirlerden sakınmak.

8-Vesvesenin gelişinde ihlâsı gerçekleştirmek.

9- Şek ve şüphenin gelişinde yekîni gerçekleştirmek.

10-Vahşet ve çalkalanmaktan Allah azze ve cellenin huzuruna sığınıp sebat etmektir, yani ünsiyettir. Bu on haslet kimde bulunsa, kendisine sûfî isminin takılmasını hak etmiştir, aksi takdirde yalancı lakabının takılmasına müstahaktır.”

Şah-ı Nakşibend’e kendi tarikatinden sorarken dediler ki: “Sizin tarikatiniz nedir?” Buyurmuştur ki: “Bizim yolumuz edeptir ki, sünnetleri ihya etmek ve bidatlerden kaçınmaktır. Her kim ki bunu işlerse bizim tarikimizdendir.”

Tevbe, mana itibarıyla haramdan kaçınmak ve hudutlardan çıkmamak hususunda farzdır. Gerçek tevbeden sonra hakları ödemek veya terk edilmiş namaz ve orucu kaza etmek de farzdır.

İmâduddîn el-Emevi, Hayat-ul-Kulûb kitabında der ki: “Âdemoğulları hukukun kazalarını döndürmezse tevbesi sahih değildir.”

Şeyh Ali Mansûr der ki: “Tevbe demek Allah’a dönmek demektir ve şartları da üçtür: Günahlardan soyunmak ve uzaklaşmak, yaptığı günahlardan pişman olmak ve ebediyen günahlara dönmemeye azmetmektir. Şayet günahlar insanlara bağlı bir günah ise dördüncü bir şart ziyade olur ki o da hakları sahiplerine iade etmektir veyahut helalleşmektir.” Tafsili olarak cumhura göre ve icmâli olarak Mâliki büyüklerine göre böyledir. Lakin içinde kul hakkı olan zinada helalleşmekte fitne vardır, bundan helalleşmeye lüzum yoktur, demişlerdir.

Mekruh olanları bile terk etmek de tevbenin mendublarındandır. Hatalara ve vesveselere de tevbe etmek çok sevaptır. Binaenaleyh günahları terk etmek ve emirleri yerine getirmek kısmında tevbe farz, vaciplerde tevbe vacib, sünnetlerde tevbe etmek sünnet, mekruhlardan sakınmakta tevbe mendub, vesveselerden tevbe etmek sevablı olmak üzere tevbe beş kısımdır.

Yazımızı Peygamber Efendimiz’in (sav) istiğfarın en üstünü olarak buyurduğu duasına amin diyerek sonlandıralım: “Allahümme ente Rabbi lâ ilâhe illâ ente halâkteni ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tu, eûzu bike min şerri mâ sana’tu, ebuuleke bini’metike aleyye ve ebu’u bizenbi fağfirli zunûbî, feinnehu lâ yağfiruzzunûbe illâ ente. - Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hala gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”

Selam ve dua ile, Allah’a emanet olun.

 

Kaynakça:
İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007.
Hasan Tahsin Feyizli, Feyü’l Furkân Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Server İletişim, 2010.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı 2

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı -2 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 133 - Ocak 2019

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı -2

 

Birinci Temhid: Tevbenin Manası ve Şartları

Tevbe kelimesinin manasında üç hal vardır:

1-İnâbe: Allah’ın korkusundan dolayı ibadeti, fiili bilmek, yaşamak ve işlemektir.

2-İsticâbe: Günahların zararı ve zehirini bilmektir. Çünkü günahlar halk ile Halık arasında perdedir. Mü’min bu inançla tamamen Halık’ının azametine karşı mahcubiyetini hisseder. Yani korkusundan ve utancından günahı terk eder, ibadete devam eder.

3-Sevdiği zattan uzak olmasından kalbi hastalanır. Sevgilinin emirlerini yerine getirmediği için de eseflenir.

Bu üç şeyi bilmeyen bir kimsenin kalbinde elem, mahcubiyet ve mahzunluk meydana gelir. Bu oluşların ismi pişmanlıktır. Kalpteki tohumda bir hal doğar, bu halin ismi irade ve azimdir, yani yapması gerekli olanı yapmak ve onu maksadından geri bırakıp mahcub edeni de terk etmeyi kasdetmektir. Bu bilgi ve pişmanlık ve kasdın manasını birleştiren tek kelime tevbedir. Tevbenin manası, geçmiş hali terk ve gelecekte yapmamaktır. İşte bu hal, tevbe edene on ahlak ve hasleti getirir. Bu haslete şart denilir.

Tevbenin şartları:

1-İkinci bir seferde günah işlememek farzdır.

2-Belaya tutulduğu günahları terk etmek ve işlediği için de eseflenmektir.

3-Allah’a dönüp, kazası gerekli olanı kaza etmektir, kefareti icap edenin kefaretini vermektir, kul hakkına ait iadesi icap eden malı geriye vermektir.

Seydâ-i Tâhî: “Utancından dolayı gasp ve çaldığı malı sahibine iade etmeyen veya helalleşmeyenin mezalim hakkında tevbesi sahih değildir.” demiştir. 

4-Yaptığından pişmanlık duymak ve hatta ağlamak ve suçunu da idrak etmektir.

5-İstikameti düzeltmek için azami tedbiri almak, bilfiil istikamet yoluna girmek, ölünceye kadar istikametten ayrılmamayı azimle kasdeylemektir. Bu, Cenabı Hakk’ın huzuruna girişin ikinci kapısıdır. Birinci kapı yani tevbe sahih olmadığı takdirde, ikinci kapıya giriş muhaldir.

6-Günahların neticesi ne olacak diye korkmaktır.

7-Günahlardan döndüğü için affı dilemek ve Cenabı Hakk’ın mağfiretini ümit etmektir.

8-Dergâh-ı İlâhiyye’de günahlarını itiraf edip günahlarının afuvunu taleb etmektir; dil ile istiğfar çekmektir.

9-Günahları “Allah’ın kaderi ile olmuş ve O’ndan adalettir, hem de tevbeyi nasib etmiş, O’ndan fadl ve keremdir” diye inanmaktır.

10-Salih amellere ittiba etmektir.

Bu on şartla bilfiil amel eden kimseyi O esirgeyici Allah (cc) müjdelerken şöyle buyurmuştur: “Onlar ki sırf Rabblerinin rızasını isteyerek her türlü zorluğa katlanırlar, namazı tadili erkanla dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan gizli suçlara karşı gizli ve aşikâr günahlara karşı aşikâr hayr yoluna harcarlar. Kötülüğü iyilikle silip savarlar. İşte onlar için, tevbeden sonra günahlara karşı hayr işleyenler için bu dar-ı dünyanın iyi bir sonucu vardır ki o sonuç da Adn cennetleridir.” (Rad 22-23) Hadis-i şerifte: “Bir kötülük işlediğin zaman akabinde iyilik yap; kötülüğü iyilikle imha et!” buyrulmuştur. Şeyh Cüneyd Bağdadî (ks) der ki: “Tevbe; kalben pişmanlık, dil ile af dilemek, azalar ile şerri terk etmek ve hayrı işlemektir.” Tevbe yapmak demek, bilfiil günahları terk etmek ve onun mukabilinde hayr işlemek demektir.

Gavs-ı Hizânî: “Tevbe geçmişi unutmak ve geleceği düşünmemektir.” demiştir.

Hâce Hazretleri (ksa) ise tevbeyi şöyle tarif buyuruyorlar: Tevbe; kulun Allah’a (cc) rücusudur, dönüşüdür. Kulun Allah’ın emirlerine muhalefetten, Allah’ın emirlerine itaate dönüşüdür. Dalalet ve gaflet ortamından, Allah’ın (cc) inayetiyle, hidayet ve istikamete dönüş azminin, ricasının, gayretinin, ümidinin ismidir tevbe.

Tevbe bir yönelilş olduğu gibi aynı zamanda bir sığınıştır. Dolayısıyla tevbe; Allah’tan (cc) dûr ve baid oluştan, Allahsız yaşamaktan korkmanın; Allah’tan mahrum kalmanın ve mahrum kalmaktan korkmanın adıdır.

Tevbe imani, islami bir eylem, bir fiil olduğu gibi tasavvufi hayatın da başlangıcıdır. Mana hayatının, mana iklimine girişin kapısıdır tevbe.

Tevbe aynı zamanda temizleyicidir. Tevbe bir manevi rahmettir, mağfirettir, selamettir, sıhhattir… Bunlar temizleyi-cidir, arındırıcıdır, fıtrata döndürücüdür. Tevbe ile insan fıtratına döner. Hadiste de zikrediliyor ya; “Hiç günah işlememiş gibidir.” İnsan doğduğunda günahsızdır. Demek ki kul, tevbe ile fıtratına, asliyetine döner.

İkinci Temhid: Tevbe-i Nasuhtur

Bu tevbe-i nasuh, halk dilinde çok meşhurdur. Fakat manası da çok ihmal edilmiştir. Tevbenin ikinci temhidine iyice kulak vermek lazımdır. Çünkü nasuh tevbesi kime nasip olursa, o kimse iki dünyada bahtiyar olur.

“Ey iman edenler tam doğru ve temiz kalbe sahib bir tevbe ile bir daha günaha dönmemek, hatta günahları arzu etmemek şartı ile Allah’a dönün.” Gizli-aşikâr suçlardan pişman olun, zulmen aldığınız malı sahibine veyahut varisine veyahut sadakaya verip geçmiş ibadetleri kaza edin. Hem de günahlara nefsinizi alıştır-dığınız gibi de ibadet ile nefsinizi terbiye edip alıştırın. İman selameti ile Allah’a dönün. “Çünkü böylece döndüğünüz tak-dirde olur ki Rabbiniz günahlarınızı afuv edip örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine sokar...” (Tahrim 8)

Bu tevbe öyle bir tevbedir ki sanki günah işlemekle sahibi cennete girmiştir. Ki ismi tevbe-i nasuhtur. Tevbe-i nasuhun alâmeti de sekizdir.

1-Geçmiş günahlardan pişmanlık.

2-Terk edilmiş farzları kaza etmek.

3-Bir daha günaha dönmemek.

4-Kul hakkını geriye iade etmek.

5-Hasımlarla helalleşmek.

6-Günah işlemekle nefsini tedricen isyana alıştırdığı gibi, tevbeden sonra da nefsini tedricen riyazetle terbiye edip ibadete alıştırmak.

7-Nefsine günahların tadını tattırdığı gibi taatlarin de acılığını tattırmak.

8-Günahlardan buğzetmek, hatırla-yınca istiğfar etmek. Hadisi şerifte: “Günahlardan mezkur sekiz şartlarla tevbe eden, günahlarını işlemeyen kimse gibidir.” buyrulmuştur. Rasulullah’ın, tevbe edeni günah işlemeyene benzetme-sinden hikmet budur ki, istikameti düzelten kulun nefsi zayıf olur, nefsin hevası da kırılır, ruhu kuvvetleşir. Ruhu kuvvetleştiği vakit de melek âlemine yakın olur. Melek masum olduğu gibi kendisi de masum olur. Bunun içindir ki Rasulullah tevbe edeni günah işlemeyene benzetir.

Elhâsıl nasuh tevbesi, Allah yolunun başlangıcıdır. Tevbe etmeyen yola girmiş değildir. Yola girmeyenin Hakk’a kavuşması nasıl mümkün olur? Allah’ın Rasulü, Rabbinden naklen bir hadisi kudside şöyle buyurur:

“Ey benim kullarım! Ben zulmü Kendim üzerine haram kıldım ve sizin aranızda da haram kıldım. Sizden biriniz diğerine zulmetmesin. 

Ey kullarım! Siz hepiniz yolunuzu kaybetmiş dalâlettesiniz; benim hidayet eylediğim kimseler müstesnadır. Benden doğru yola iletilmeyi talep edin ki Ben de sizi o yola ileteyim. 

Ey Benim kullarım! Siz hepiniz açsınız; yemek yedirdiğim kullarım müstesnadır. Benden taamlanmayı talep ediniz, tâ ki sizleri doyurayım. 

Ey kullarım! Hepiniz çıplaksınız; giydirdiğim kullarım müstesnadır. Benden giydirilmeyi talep edin, sizi Ben giydireyim. 

Ey kullarım! Siz hepiniz gecede ve gündüzde hata, yasak ettiğim şeyleri işliyorsunuz ve Ben de bütün günahları örtüp yarlıgarım. Şu halde günahların mağfiretini Bana yalvarıp talep edin ki günahlarınızı mağfiret edeyim. 

Ey kullarım! Elbette zarar vermek hususunda Bana ulaşamazsınız ki Bana zarar veresiniz. Elbette menfaat vermekte de Bana ulaşamazsınız ki Bana bir menfaat veresiniz.

Ey Benim kullarım! Şüphe yok ki eğer evveliniz ve ahiriniz, insanlarınız ve cinleriniz, Allah’tan sizlerden en çok korkan, en kamil bir zatın kalbi üzere olursanız bile bu Benim mülkümde hiç bir şey ziyade etmez. 

Ey Benim kullarım! Eğer evveliniz ve ahiriniz, cinleriniz, insanlarınız, en fâcir (=Hakk’tan yüz çeviren) ve en çok isyankârlık yapan bir kişinin kalbi üzerinde olursanız bile Benim mülkümden hiç bir şey noksan olmaz.”

Yani bütün kainatın kalpleri Hazreti Muhammed’in (sav) kalbi gibi olsa Cenabı Hakk’ın mülkünde bir şey ziyade etmezler; aksi takdirde kainat şeytanın kalbi gibi olduğunda Cenabı Hakk’ın mülkünden bir şey eksik etmedikleri gibi.

Çünkü Allah Teala kendi Zâtı’nda kamildir. “Ey Benim kullarım! Evveliniz ve ahiriniz, insanlarınız ve cinleriniz yüksek bir yerde kalksalar, hepsi bir ağızdan çeşitli lügatlarda Benden isteseler, Ben her birisine istediklerini versem, Benim nezdimde olandan hiçbir şey eksik olmaz; illâ bir denizden bir iğne gitmesi gibi noksan olur.”

Denizden iğne çıksa eksiklik ne kadar olursa, Benim indimdeki o kadar eksik olur, yani eksilmez. 

“Ey Benim kullarım! O sizin amelinizdir, sizlere sayıp hesap ederim. Sonra da sizlere amelinize mukabil tamı tamına hakkınızı veririm. Her kim hayr bulursa Allah’a hamdetsin. Başkasını, şerri bulursa nefsinden başkasını kınamasın.”

Ayeti kerimede: “Herhangi bir hayr size isabet ederse o Allah’tandır. Herhangi bir şer size isabet ederse o nefsinizdendir...” (Nisa 79) buyrulmaktadır.

Hazreti Ömer (ra) yağmur duasına çıkınca yolda çok istiğfar ederdi. Ondan sorduklarında Nûh Suresi’nin on ve on birinci ayetlerini okurdu. Bekr bin Abdullah der ki: “Günaha çok istiğfarları çekiniz. İstiğfar, insanlardan çok günahı azaltır.”

Hazreti Hasan’a (ra) birisi kıtlıktan, diğer birisi fakirlikten, başka birisi zürriyetin azalmasından, daha başka birisi toprağın az mahsul vermesinden sordular. Hazreti Hasan hepsine “Estağfirullah” demesini tavsiye etmiştir. Hazreti Hasan’a Rubeyi’ bin Sabih dedi ki: Sana muhtelif adam gelip muhtelif şikâyet ettiler, sen de hepsine verdiğin cevapta “istiğfar edin” dedin. Hazreti Hasan (ra) bunun üzerine Nûh Suresi’nin on ve on birinci ayetlerini okudu.

“Allah’a andolsun ki Ben günde yetmiş defadan ziyade istiğfar, Allah’tan yarlıganmayı talep edip tevbe ederim.” Bunu diyen Rasul-u Ekrem’dir.

Devam edeceğiz inşallah. Selam ve dua ile… Allah’a (cc) emanet olun.

 

Kaynakça:
İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007
Yakub Haşimi, Musâhebâtu’l-Fu’ad ve Vesâilu’s- Suâd, Eylül 2013.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı - Şeb-i Vuslat

Sayı : 132 - Aralık 2018

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı

 

el-Hâdi isminin tecelliyesi iman edenlere; el-Gafûr, er-Rahim isimlerinin tecelliyesi tevbe edenlere mahsustur. Allah (cc) tevbe edenlere şüphesiz Gafûr-ur-Rahim’dir. Tevbe etmeyenleri ise dilerse afuv eder. Bu makamda ciddi olmayan yükselemez, istikametinin doğruluğuna asla imkân bulamaz. Tevbe makamı bir arsadır, istikamet o arsanın üzerinde yapılacak binadır; havada bina yapmak mümkün olmadığı gibi tevbesiz istikamet de muhaldir. Tevbesi olmayan müminin makamı da yoktur. Makamı olmayanın hali de yoktur. Şayet bir insan havada uçsa bile tevbe ve istikamet olmadığı müddetçe gördüğü hal istidracdır, şeytanidir.

Tevbe: inâbe ve icâbe’den ibaret iki basamaklı bir merdivendir. Bu merdivenle insan, esfel-i sâfilinden a’lâi illiyyine, hayvan mertebesinden melekten üstün mertebeye, âlem-i şuhuddan âlem-i gayba yükselir. Tevbenin birinci basamağı inâbedir. İnâbe Allah’ın (cc) korkusundan ibarettir. Mü’min günahın zulmetinden dolayı Allah’tan (cc) korkar. Ne vakit ki kul zayıflığını ve zayıflığı ile beraber cesaretini, onun yanı sıra Allah (cc) korkusunu ve Cenâb-ı Hakk’ın (cc) azametini düşünürse o kadar korku kalbine gelir ki bedeni ondan titrer. Bu düşünce ile basiret üzere hareket eder ve isyanı terk eder. Mümin de kalbinin inâbe şubesi yıkılmadığı müddetçe isyan etmeye cesaret edemez. Tevbenin ikinci basamağı, Allah’tan (cc) utanmaktan ibarettir. Bir mü’min, Allah (cc) benimle beraberdir diye inandı mı, azametinden utanır. Rabbim beni görür, kalbimi bilir, hareketimi murakabe eder demekle Allah’a (cc) karşı mahcup olur. Evvelki günahlardan mahcup olmak ve hâlihazırda Allah’tan utanmak, aşktan daha ziyade kavuşturucu müstakil bir yoldur. Allah’ın (cc) korkusu ve O’ndan haya etmek insanı tevbeye sevk eder. Eğer bu iki basamak olmazsa kul tevbeye muvaffak olamaz. Ehli kemâlin sohbeti kalbe inâbe ve isticâbeyi celbeder.

Zira ehli kemalden korkmak veya utanmak, hayâ ve korku makamına vesile olur. Faraza bir kâfir, kâmilin sohbetine devam ederse inâbe ve isticâbe kalbine gelebilir. Sohbete devam eden müslimin ise kalbindeki inâbe ve isticâbe tohumu, mevcut olduğundan kemiyetten derhal keyfiyete geçer. İnâbe ve isticâbe kâfirin kalbine girse küfrünü, mü’minin kalbine girse isyanını terk eder. Kâfirin tevbesi imana gelmesidir. Mü’minin tevbesi ise isyanı terk, ibadete devam etmektir, ayrıca geçmiş günahlarından pişman olmaktır. Yani tevbe, fenalıklardan pişman olmaktan ibarettir. 

Şeyh Ahmed Dıyâuddin: “Avamın tevbesi, küfür ve zulüm yapmaktan dönüştür. Bu tevbenin şartı, mezalim ve hukuku sahiplerine vermek, geçmiş günahlara pişman olmaktır, hâlihazırda isyanı terk etmek, gelecekte işlememeyi azimlemektir. Sıddikıyyelerin ittifakıyla namaz kazalarını ödemek de tevbe şartlarındandır.” buyurmuştur. 

Şeyh Fethullah Verkânisli, namazın kaza edilmesi hakkında şiddetle tavsiyede bulunmuştur. Pir-i Şâzeli: “Tevbe ile kendini tamamen terk et!” buyurmuştur. Şâh-ı Nakşibend: “Nefsini terk et, haram ve mekruhu terk et, ahireti terk et, neden terk ediyorum demeyi de terk et, bu takdirde tevben sahih olur, istikamet kapısı açılır!” demiştir. Şeyh Abdulkâdir Geylâni kaddesallahu sırrah-ur-rahmâni: “Nefsini günahlara alıştırdığın gibi tevbeden sonra ibadet etmeye alıştır. Hatta unutkanlık ve gafletten bile tevbe et!” demiştir. Avamın tevbesi bundan ibarettir. 

Havasın tevbesi ise iki kısımdır: Birincisi, sair mü’minlerin havâssları olan evliyadan avamın tevbesidir. Bu tevbe dünyayı sevmekten, kederlenmekten, helale fazla dalmaktan tevbedir. İkincisi, evliyâdan havassın tevbesi ise zikre ara vermekten, huzur ve nisbetten bir an ayrılmaktandır. Bu kısım evliya, birinci sınıfta ehli tasarruf olanlardır.

Bu makama işareten: “Bazan kalbime duman = zikre ara vermek geliyor. Ben de ondan dolayı yetmiş kere istiğfar ederim.” buyrulmuştur. Bu hadise binaen ehli kemal: “Hangi tabakadan olursan ol, günde en az yetmiş kere estağfirullah demek, tevbe etmek yine lazımdır.” dediler. Beş vakit namazdan sonra istiğfarın efendisi diye tabir olunan şu duaya devam etmekle müntesib tevbeye muvaffak olur. Tevbenin muvaffakiyeti ile istikamet hâsıl olur. İstikamet, her bir ibadeti eda ederken huşu ile yapmak, yaptığı ibadetin keyfiyetini, rüknünü, şart ve sünnetlerini bilmek ve her bir fiili yerli yerinde kılmaktan ibarettir. İstiğfarın efendisi, “Allahumme Ente Rabbi, lâ ilahe illâ Ente, halakteni ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tu, eûzu bike min şerri mâ sana’tu, ebûu Leke bini’metike aleyye ve ebûu bizenbi, fağfir li zunûbi, feinnehu lâ yağfir-uz-zunûbe illâ Ente. ”

İbn Ataullah el-İskenderi hazretleri şöyle buyuruyor: Tevbe manevi mevkilerin ilkidir. Ey kul! Allah’tan her vakit tevbe iste. Zira Allah seni buna davet etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Hep birlikte Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur 31). Ve yine şöyle buyurmuştur: “Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara:222). 

Allah Rasulü de (sav) buyurmuştur: “Kalbimde bazen gaflet gelir de, bundan dolayı günde yüz defa Allah’tan af dilerim.” Sende tevbe etmek istersen, ömrün boyunca tefekkürü elden bırakmaman gerekir. Her günün sonunda o gün neler yaptığını düşün! Eğer kendini Allah’a kullukta bulursan, bundan dolayı Allah’a şükret. Allah’ın emirlerine aykırı davranışlarda bulunursan, bundan dolayı da nefsini kötüle ve Allah’tan seni bağışlamasını dile; günahkârca bir yaşantıyı terk ederek, O’na tevbe et, O’na dön. Senin için Allah ile baş başa kalarak nefsini kınadığın bir yalnızlık ortamından daha faydalı bir meclis yoktur. Nefsinin yüzüne gülüp de ardından onu kötüleme.

Aksine onun kötü hareket ve alışkanlıklarından memnun kalmadığını, bundan dolayı oldukça kalbi kırık, üzgün ve elemli olduğunu gösteren asık bir suratla onu eleştir. Böyle yaparsan Allah, üzüntünü sevince, zilletini izzete, karanlığını nura, Allah ile arandaki perdeyi de manevi keşiflere dönüştürür. 

Düşün; senin, işlerinde dikkatli ve dürüst bir vekilin bulunsa, işinde dikkatli ve dürüst olduğu için onu hesaba çekme gereği duymazsın. Vekilin bunun aksine bir ahlak ve tutum içinde olsa, onu kılı kırk yararcasına denetler ve hesaba çekersin. Aynı şekilde senin de bütün işlerin Allah’ın rızasına uygun olması gerekir. İşlediğin her işten dolayı Allah seni kılı kırk yararcasına hesaba çekecektir. Kul bir günah işlediği zaman, o günah sebebiyle kalbinde bir karanlık oluşur. Günah ateşe benzer; ateşin dumanı da is yayar.

Düşün: bir insan bir evde yetmiş sene ateş yaksa, o ev nasıl is tutar ve kararır? Kalpte böyledir; günah manevi kirliliğe, manevi kirlerde kalpte ise yol açar. Kalbin bu is ve kurumdan temizliği ancak tevbe ile mümkündür. Günahın beraberinde zillet, kalp karanlığı ve Allah’ı ondan örten bir perde yayılır ve kaplar. Allah’a tevbe ettiği vakit, günahın bu iz ve etkileri kaybolur. 

Tevbeyi iyice bilmek için, dört büyük tembihi bilmek gerekir. Çünkü tevbe, iman konularının en mühim noktasıdır. Binaenaleyh tevbesi sahih olmayan kendisini hak yolunda tahmin ettiği halde küfre de girebilir. Bilmemek suçtur. Hem de şer-i şerifi bilmemek şerrin ta kendisidir. Tevbe ve dua yapmak kaderden kaçmak değil, kaderle kadere sığınmaktır.

 

Kaynakça:
İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007
İbn Ataullah el-İskenderi, Gelin Tacı, Üsküdar Yayınevi, 2004.
Yakub Haşimi, Musâhebâtu’l-Fu’ad ve Vesâilu’s- Suâd, Eylül 2013.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Sayfa 1 / 17

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort