Cehalet, Zaruret, Taasub - İrfan Aydın
Cehalet, Zaruret, Taasub
Bismillahirrahmanirrahim,
Salat ve selam alemlere rahmet olarak gelen Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in, daha sonra diğer peygamberlerin, ehli beytin, ashab-ı kiramın, saadat-ı kiram efendilerimizin mübarek ruhlarına olsun.
İslam dünyası yüzlerce yıldır Batı ile bir hesaplaşma içerisindedir. Batının fenni sanatı ve yaşam tarzı arasında bocalayıp durmaktadır. İlk başlarda fennini bilimini mi alalım yoksa sanatını ve kültürünü mü alalım tartışması hala net bir şekilde neticelenmiş değildir. Hala kendi özümüzü bulup bu özden herkesin gönlüne su serpici inandırıcı ve doyurucu bir ilim bilim ve fikir üretebilmiş değiliz. Zaman zaman çıkan fikir adamları bir anafor oluştursa da tüm toplumu etkileyecek, ona yön verecek bir seviyeye gelmekten uzak kalmaktadır.
Dönem dönem inişler ve çıkışlar yaşansa da topyekün bir çıkış yaşanmamıştır. İçinde bulunduğumuz dönem geçmiş dönemlere nazaran büyük bir ümide ve öz güvene vesile olduysa da gelinen nokta itibariyle istenen ve beklenen topyekün çıkışı sağlamaktan uzak kalmıştır. Basit günü birlik meseleler ulaşmamız gereken idealleri sürekli boğmakta ve dumanlı bulanık bir atmosfer oluşmaktadır.
Yüzelli yıldır içine düştüğümüz sığlık hastalığından bir türlü kurtulamamaktayız. Her şeyin ismi var kendi yok. Milli eğitim sistemi var içinde bir şey yok, milli kültür var içi bom boş (şimdilerde tamamen kültür deyince turizm anlaşılıyor), din işleri ve eğitimi var içinde dinden diyanetten başka her şey var, bir hukuk sistemi var her şeyiyle yabancı, milli ekonomi var içinde bir tek biz yokuz, milli finans sektörü var içinde neredeyse tamamen yabancılar var.
Bu bir hastalık olsa gerek her şeyin adını koyup içine başka bir şey koymak, içini başka bir şeyle doldurmak.
Bütün kavramlarımız böyle. Laiklik diyoruz herkes başka bir şey anlıyor, din diyoruz herkes başka bir şey anlıyor. Medeniyet diyoruz herkes başka bir şey anlıyor. Bir musibet gibi üzerimize çöreklenmiş bu kavram kargaşasını bir türlü üzerimizden atamıyoruz. Dini bir film veya dizi yapıyoruz içine biraz da modernlik katalım diyoruz. Birazda milliyetçilik, az da Alevilik katalım diyoruz. Her şeyimiz çorba olmuş durumda. Oranları karıştırmış, kıvamları unutmuş olduğumuz için hiç kimse de memnun değil.
Elbette ki niyette halislik, amelde katışıksızlık gerektir. Fakat döneme göre oranlar değişebilir. Burada sorun oranları tabiblerin değilde ehli olmayan na ehil kişilerin yapmasıdır. Bu da dönem dönem değişme arzetmektedir. Kimi dönemde katı laik bir anlayışa göre oranlar ayarlanmakta kimi dönem masonik ve liberal bir anlayışla biraz ondan biraz bundan denmekte. Kimi zamanda muhafazakar bir anlayışla birazda bundan denmekte.Her dönemin anlayışı değişse de çorba değişmemekte. Sadece oranları değişmektedir.
Bizim ihtiyaç duydumuz şey bizi nereye götüreceği belli olmayan çorba bir anlayış değildir. Bizim ihtiyaç duyduğumu Allah’ın ve Rasülünün hoşnut olacağı zamanın aklını da dışlamayan fakat özüne yüzde yüz bağlı her konuda fikirleri net olan ve bu fikirlerin gerçekleşmesi için aşk ile şevk ile gece gündüz gayret eden, neticeyi de yalnız ve yalnız Allah’tan bilen insanlardır.
Bu insanların kafası karışık değildir niyetleri sözleri ve amelleri yalnızca Allah rızasıdır. Bu insanlar kim ne der diye hareket etmez, Allah ve Rasulü ne der diye hareket ederler. Bu insanlar günü birlik hareket etmezler mahşeri düşünerek hareket ederler.
Bu insanlar inandıkları dava için ölmeyi baştan zaten göze almışlardır. Bu insanları ne bir korku ne bir endişe sarar, yalnızca Allah korkusu ve endişesi, başka gaye ve düşünceleri yoktur.
Bu insanların işleri Mevla iledir. Mevla’dan alıp Mevla’ya verirler. Halkı Hakk’ın kapısı görürler. Kemalatın ahlakta olduğunu bilip halkı Hakk’a doğru sevkedecek amel ve projeler üretirler. Halkın Hakk’a ulaşmasını engelleyecek her türlü düşünce ve projenin önünde set olurlar.
Evet bu düşüncede bir ömür vermiş ve bu uğurda her türlü işkenceye maruz kalmış insanlardan biri Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri de bu konuda bir teşhiste bulunmuş ve tedavisini, de söylemiştir. Düşüncesinde bulanıklık yoktur. Düşüncesi gayet nettir. Sorunları ve çözümleri içinde bulunduğu çağa göre net bir şekilde teşhis etmiş ve tedavisini de aynı netlikle söylemiştir.
Buyuruyor ki ümmetin üç temel sorunu vardır cehalet, zaruret ve taassup üç temel sorun, üç ejderha, üç problem...Çözümü de üç temel çözüm
Cehaletin çözümü bilgi;
Müslümanlar olarak bizler ileri gittiğimiz dönemlerde bilginin kaynağını Allah ve Resülü ve ona indirilen kitabı kerimde gördüğümüz zamanlarda, yaşanan çağa uyarlanmasını da Allah adamları yani mürşidi kamiller üzerinden yaptığımız zamanlarda hep ileri gitmişiz. Ne zaman ki inandığımız değerlerden, gittiğimiz yoldan şüphe etmişiz o zaman inanç değerlerimizde ve fikir dünyamızda çorbacılığa başlamışız. Tevhidden uzaklaşmaya başlamışız. Çatal kazık yere batmaz misali kök salamayıp köklerimizden yani özümüzden uzaklaşmışız. Kök salamayan ağacında en ufak bir rüzgarda yıkılması mukadder olmuş.
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey bilgiyi kaynağından öğrenmektir. Birkaç yüzyıldır batının peşine takılmış onların maddede gerçekleştirdiği ilerlemeyi keramet saymışız. Kendi özümüzü kaybettiğimiz gibi batılıda olamamışız. Üstü Şişhane altı Kasımpaşa pozisyonundan bir türlü kurtulamamışız. Mimar Sinan’ı, Fuzuli’yi, Yunus emre’yi, Mevlanayı, Fatih’i, Aşemseddin’i, Molla Gürani’yi, Yavuz’u, Abdülhamid’i….. çıkartmak bir yana ne idüğü belirsiz köksüz ve soysuz bir sürü, bir güruh ortaya çıkarmışız.
Zaruretin çözümü zanaat ve kanaat;
Büyüklerimiz insanın bir zanaat sahibi olmasını önemsemişlerdir. Her kes ister ilim talebesi olsun isterse ehli tasavvuf olsun mutlaka bir sanatı olsun.
Her meselenin olduğu gibi bu meselenin de bir ferdi bir de toplumsal yönü vardır. Bizler ferden bir sanat öğrenmemiz bir meslek sahibi olmamız ve kanaati ilke edinmemiz zaruret hastalığına karşı bir kalkan olacaktır. Fakat meseleye toplumsal açıdan bakarsak bu işe stk’lar, meslek liseleri, çıraklık okulları, üniversiteler, meslek birlikleri, ve bakanlıklar dahil olur.
Geçmişte bütün bu işi neredeyse tek başına Ahi Evran teşkilatı üslenmişken bu gün o kadar okul, o kadar meslek birliği, odalar, borsalar, bakanlıklar, bu işi deruhte edememekte yerine geçmemektedir. Geçmediği gibi, Ahilik sadece bir mesleki örgütlenme de değildi aynı zamanda bir ilim ve ahlak eğitimi yuvasıydı. Gündüz bir ustanın elinde yetişen yamak, çırak ve kalfalar gece tasvvufi bir eğitinmden geçerek ahlakta kemale gelirlerdi. Aynı zamanda zahiri ilimlri öğrenerek ilimde belli bir noktaya gelmeleride istenişrdi. Her meslek dalının bir piri vardı manen hepsi ondan el alırdı. Ticaretin temelinde dürüst tüccar ahlaklı usta yatardı. Bundan dolayı bütünb dünyada Osmanlı ile ticaret yapmak bir üstünlük sayılırdı. Hollanda da ticaret odası seçimlerinde başkan seçilirken oylar eşit çıkarsa Osmanlı ile ticaret yapan var mı diye sorulur ve onun oyu iki oy sayılarak seçim sonuçlandırılırdı. Çünkü merkezinde ahilik yani kardeşlik anlayışının olduğu Osmanlı herkesle ticaret yapmazdı. Kimseye senet vermezdi karşı taraftan senet alırdı çünkü Osmanlının sözü senetti.
Bu gün ihtiyaç duyduğumuz, ahiliğinde özünü aldığı Kuran’a ve sünnete uygun ahlak anlayışı ile yetişmiş, dürüst tüccar ve ahlak sahibi ustalardır. Yalanı aklından bile geçirmeyen yalan söylememek için gerekirse bir çok müşteri kaybeden, gerçek kazancın Allah katında olduğunu bilen zanaat ehlidir. Bu da başka türlü olmaz. Ancak ahlakta kamil olmuş bir velinin terbiyesine girmekle ve onun terbiyesinde kemal kesbetmekle olur.
Taasubun çözümü birlik beraberlik fütüvvet;
Taassub çağımız Müslümanlarının en büyük hastalığıdır. Cenabı Hak birkik olammızı toptan Allah’ın ipine sarılmamızı, eğer ayrılığa düşersek kuvvetimizin gideceğini buyurduğu halde, biz Müslümanlar olarak sürekli bir ayrılık içerisindeyiz. Bazıları sahabeyi kiramında ayrılığa düştüğünü hatta birbirlri ile savaştıklarını söyleyerek bu günkü durumu mazur göstermeye çalışmaktadır. Büyüğümüz bu konuda: “Halbuki sahabeyi kiramın ayrılığı ve mücadelesi daha iyi hizmet etmek içindi, bu günün Müslümanları ise aralarında ayrılığa düştüklerinde bu mesele itikadi oluyor, bir taraf kafir oluyor bir taraf Müslüman kalıyor.” Bu ise izzetimizin ve kuvvetimizin gitmesine vesile olmakta. Yaklaşık yüz elli yıldır bundan başka bir şey yaşamıyoruz. Müslümanlar sürekli daha çok zillete düşmekte ve kuvvetleri azalıp dağılıp gitmekte.
Burada zamanımız Müslümanlarımızın üzerinde durmaları gereken en önemli nokta fütüvvet olmalıdır. Müslüman egoist bir düşünce içerisinde olamaz. Müslüman diğergamdır. Sahabeyi kiramın savaşta ölmek üzere iken diğer kardeşine suyu göndermesi ve böylece altı sahabeyi dolaşıp hepsinin şehid olası bir hikaye değildir. Yine medinenin kenar mahallesinde çok fakir bir sahabeye gelen hayvan kellesine komşum benden fakir ona götürün demesi ve diğerinin de aynı sözü söylemesi böylece altı ev dolaşıp ilk eve tekrar gelmesi de bir hikaye değildir. Bütün bunlar ve daha binlercesi yaşanmış bir gerçekliktir.
Bu günün Müslümanları olarak kabuk tan öze geçerek inandığımız bildiğimiz degerlerin içselleştirmemiz gereklidir. Tabi bu da ancak daha önce bunu kendinde başarmış bir kamil mürşid sayesinde olabilir. Bu gün tasdavvufa ve mürşide saldırıların sebebi de budur. İnsanları kabuk ta bırakıp özüne dönmelerini engellemek. Herkes çok şey bilecek fakat nasıl tatbik edeceğini bilemeyecek. Herkes bir çok konuya vakıf olacak ama hikmet olmayacak. Bilgi hikmetsiz kalacak. Kuranı kerimde ayetlerin yanında hikmetin anılmasından murad sünnettir yani peygamber efendimizdir. Bu gün hikmet insanı kamil ile temsil edilmektedir. İnsanları evliyadan uzak tutmak için yapılan çabaların maksadı insanları hikmetten yani peygamberimizden dolayısı ile Allah’tan (cc) uzak tutma gayretidir.
İnanıyoruz ki muaffak olamayacaklar, başaramayacaklar. Hayatımızdan ehli sünnet anlayışını, tasavvufi yaşantıyı silemeyecekler. Kur’an’ı peygamberimizden, Allah’ı Rasulü’nden, Rasulü’nü evliyasından ayıramayacaklar. Çünkü Allah Rasulü’nden, Rasulü evliyasından ayrılmaz…
Yazar: İrfan Aydın