GÜZEL AHLÂK-1

İnsan, yaratılmışların en değerlisidir. Bu değer ve üstünlüğünü koruyabilmesi için her şeyden önce şartlarına uygun iman etmesi ve yaradılış gayesi olan kulluk görevini ifa etmesi gerekir.

İbadetlerin temel amacı da, kişinin Allah rızasını ve sevgisini kazanabilmesi, imanını koruyabilmesi, üstün takva ve ahlaki faziletlere sahip olabilmesidir.

“İnsanların en değerlisi en muttaki olanlarıdır.”(1)  Muttaki olan (Allah’tan hakkıyla korkan) insan, ilahi emir ve yasaklara uyarak güzel bir ahlaka sahip olur.

“İslam güzel ahlaktır.”(2)

Güzel ahlâk, dinin gönülde iyi hazmedilmesinin, olgunlaşıp kemale ermesinin bir neticesidir.

Güzel ahlâk, Allah’ın razı olduğu huy ve davranışlar bütünüdür. Allahü Teâlâ bunu Peygamber Efendimiz (sav)’ in söz fiil ve takrirleri vasıtası ile beşeriyyete tebliğ buyurmuştur.

Allah Rasûlü’nün (sav) ahlâkını soranlara Hazret-i Âişe: “O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.”(3) buyurmuştur. Anlaşılıyor ki Peygamberî ahlâk, tamamen Kur’an ahlâkından ibarettir. Cenâb-ı Hak, razı olduğu “Kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber’in (sav) zatında göstermiş ve O’nu bütün insanlık için örnek bir şahsiyet kılmıştır. Allah Rasûlü (sav) de: “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (4) buyurarak gönderiliş amacını özetlemiştir.

Sahâbe-i Kirâm da gönüllerini Allah Rasûlü’nün sevgisiyle doldurup, her hususta O’na itaat ederek O’nun ahlâkıyla ahlâklandıkları için Cenâb-ı Hakk’ın övgüsüne mazhar olmuşlardır.

Ayet-i Kerîme’de: “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (5) buyrulmaktadır.

Ashâb-ı Kiram’dan sonraki yıllarda da Efendimiz (sav)’in ahlâkını bizlere en güzel şekilde yansıtanlar hiç şüphesiz Allah dostları olmuştur. Rabbimiz onları bizler için birer örnek kılmıştır.

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar (mahzun da olmayacaktır) üzülmeyeceklerdir de.”(6) Ayet-i Kerîmesinde belirtildiği gibi Allah katında pek yüksek bir mevkiye sahiptirler. Bu ilahi müjdeden nasiplenebilmemiz için bizlere de Hak dostlarının izinden gitmek düşer…

İnsan buluğa erip rüştünü ispat ettiğinde, dinen mükellef sayıldığı için Allah’ın emir ve yasaklarından da sorumlu hale gelir. O da zahirde ilmihalini öğrenerek namaz oruç vs. ibadetlerini yerine getirmeye başlar. Ve bu yıllarca hep böyle sürüp gider. Gafil insandır işte, düşünemez ki halini hiç mi terakki ettirmeyecek?

Ruhunda hiç mi bir manevi kemal, ilerleme gerçekleşmeyecek? On beş yaşında ne ise kırkında da hep aynı şeyleri mi devam ettirip duracak? Kendisine emir buyrulan ibadetlerin iç yüzünü, manevi boyutunu hiç mi öğrenip anlamaya çalışmayacak?

Büyüklerin tabiriyle “Çocuklar gibi daha ne kadar elimizi yüzümüzü yıkayıp duracağız?” Övülen, methedilen kalb-i selim ve güzel ahlâka eremezsek eğer, zevk duymadan rutin olarak yaptığımız, tathir edildiğimizi hissetmeden  alışkanlık haline getirdiğimiz ibadetlerimizin, pek de faydası olmayacaktır bizlere…

Allahü Teâlâ bir ayet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor: “Allah tevbe edenleri sever ve Allah temizlenenleri sever.”(7) Allah temiz olanları, yani taharet sahiplerini sever.  Ayet-i kerimede belirtilen temizlikten maksat eli yüzü yıkamak değildir. Nefsimizi, ruhumuzu, kalbimizi, duygu ve düşüncelerimizi hevâ ve heves pisliğinden, dünyanın mülevvesliğinden arındırmaktır. Büyüklerimiz bunu “Tahâret-i Bâtıniyye” diye de ifade etmişlerdir. ‘Tevbe’den bâtıni bir temizlik zuhur ettiği için Allahü Teâlâ da tevbe edenleri sevmiştir. Allahü Teâlâ, Ayet-i kerîmede akabinde de tevbenin gereği temizlenenleri sevdiğini söylüyor. Ancak tevbe edip de temizlenenler Allah’ın sevgisine mazhar olabilirler.

Zevat-ı Kiram şöyle buyurmuşlardır: “ İnsan kalbi bir havuza benzer. Bu havuza beş duyu organı vasıtası (göz, kulak, dil, burun ve hissetme duyusu) ile beş musluk akar. Bu akan suların eğer üzerleri açık olursa bir takım pislikler ve nâhoş şeyler de akan sularla beraber o kalbe iner. Pislikler havuzda birike birike dibinde bir tortu oluşturur ve zeminini tamamen kapatır. Üstten bakıldığında sanki tertemiz berrak bir suymuş gibi görünür ama esasında dibi pek de öyle değildir.” Çevremizde bazı insanlar diyor ya şimdi “Benim kalbim tertemizdir. Kimseye bir kötülüğüm dokunmaz, kimse hakkında kötü düşünmem, kimsenin ırzında namusunda gözüm yoktur. Tamam öyle fazla ibadet ehli değilim, abdest namaz bilmem ama sen benim kalbime bak asıl..”  Böyle konuşan insanların kalbine bir çomak sokup da şöyle bir karıştırdığımızda, diplerde birikmiş olan tortu ve yosunların hemen yüzeye çıkıverdiğini görürüz. O tortu ve yosunlar, tertemiz (!) gönüllerinin dibinde yatan çirkinliklerin aksidir esasında.

Ayette belirtilen taharetten de asıl maksat bu kalp havuzunu temizlemek ve çirkin şeylerin içeriye sızmasını engellemektir.

Gönül havuzunu temizlemek için elbette ki önce o pislikleri beraberinde getiren sular kesilmelidir. Gönüle akan beş musluğa (beş duyu organına) dikkat edilmeli ve onlara biraz daha çeki düzen verilmelidir. Daha sonra da bu gönül havuzunun kirlenmiş, yosun tutmuş zemini Allah zikri ve muhabbeti ile temizlenmelidir. İşte bütün bu işlemlerden sonra gönül havuzunun dibinden öyle bir su fışkırır ki, o su doğrudan doğruya membaından gelir. Gayet saf, berrak ve tertemizdir.

Kalbin zemininden bu berrak su fışkırdığında, o kişiye “ İlmi ledün” denilen, Allah’ın ilham yoluyla bildirdiği bir ilim lütfedilir. İşte bu ilim ancak kâmil iman, salih amel ve güzel ahlâk karşılığında kazanılabilir.

“O gün insanlara ancak selim bir kalp fayda verecektir.”(8)  Paklanmış, tahir edilmiş bir kalptir insanoğluna fayda verecek olan.

Peki böyle bir kalp nasıl elde edilebilir?

Avam içinde faydasız insanlarla düşüp kalkar, vakit geçirir, muhabbete dalarsak, her gün bir kişiden biraz pislik katarsak gönül evimize, yukarda bahsedildiği gibi “her gün birisi bir çomak soktuğunda gönlümüz karışıverirse eğer” arzu edilen, ihtiyaç duyulan selim kalbe erişemeyiz.  Bunun yerine Allah’ın bir velisinin cemiyetine iştirak edip, bir-iki saat sohbet ve muhabbet etmek, O’nu zikretmeye çalışmak pek çok nafile ibadetin, dünya ve içindekiler de dâhil olmak üzere fevkindedir.

Elbette ki insan, nimet içre nimetin değerini anlayamaz. İnsan, nimetin değerini ya nimeti kaybettiğinde, ya o nimetten uzaklaştığında ya da hakikate erdiğinde anlayabilir ancak. Kalbi selim ve güzel ahlaka ermenin yolu büyüklerin sohbetine devamlılık, bu yolda hizmet ve lüzumsuz insanlardan uzak durmaktan geçer. Bu işin en kestirme yolu ise kâmillerin gönlüne girip onların yakınlığını elde etmektir.

“Allah onlara (veli kullarına) pek yakındır.”(9) Siz de o vasıta ile Allah’a yakınlık kazanırsınız.

Cenâb-ı Hakk “Haydi gir kullarımın arasına, gir cennetime” (10) derken, aslında cennetine ve rızasına ermenin yolunun sâlih kullarının arasına girmekten, onların kurbiyyetini, muhabbetini kazanmaktan geçtiğini ifade etmektedir.


Dipnotlar:
1-Hucurat 13
2-Kenzü’l-Ummâl, 3/17
3-Müslim
4-İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-hulk
5-Tevbe 100
6-Yûnus 62
7-Bakara 222
8-Şuara 89
9-Bakara 186
10-Fecr 27-30


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort