İTAATİN ÖLÇÜSÜ RESULULLAH’I ANLAMAKTIR

Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seriyye gönderdi ve birliğin başına Ensâr'dan bir zat koydu. Askerlere de komutanlarına itaat etmelerini emretti. Sefer esnasında komutan
(bir meseleden) öfkelenip:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana itaat etmenizi emretmedi mi?" dedi. Hepsi de: "Evet emretti!" dediler.

"Öyleyse, derhal bana odun toplayın!" dedi, Hemen odun toplanmıştı. Bu sefer: "Ateş atın!" diye emretti. Ashab (odun yığınına) ateş attı. Komutan: "İçine girin!" emretti. Girmek üzere ilerlediler. Ancak birbirlerinden tutup: "Biz, ateşten kaçarak Resulullah'a (aleyhissalâtu vesselâm) geldik, şimdi ateşe girmemiz olur mu? " diyerek girmediler. Öyle durdular. Ateş söndü. Komutanın da öfkesi geçti. Bu vak'a Resulullah'a (aleyhissalâtu vesselâm) intikal edince:

"Eğer girselerdi, Kıyamet Günü’ne kadar bir daha ondan çıkamazlardı! Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Taat, ma'ruftadır!" buyurdular. (1)

Hadis-i Nebevî’den anladıklarımız:

Topluluk görevlendirileceksemutlaka imam tayin edilmelidir. Tayin edilen imam,topluluğa bildirilmelidir. Topluluğu oluşturan her kesime, imamakarşı vazifeleri açıklanmalıdır. İmâmet, itaat ile gerçekleşir.Görevlendirmeler topluluğun önünde açık bir şekilde yapılmalı,herkesin anlayacağı ifadelerle açıklanmalıdır. Hadiste görüldüğüüzere Allah Resulü (aleyhisselam), imama nasıl davranılması gerektiğini herkesin anlayacağı, açık bir tarzda emirle bildirmiştir.

İmâmeti, bir iş üzere görevlendirilmesi sebebiyle olan kişiler olduğu gibi, İmâmeti, şahsiyetinin, Allah ve Resulü (aleyhisselam) tarafından ümmete örnek gösterilmesinden dolayı olan kişiler de vardır. Şahsiyetleri örnek olanlara sadece görevlerinden dolayı değil, kendi üstün vasıflarından dolayı uyulur. Böyle kişilerin uygulamaları da sünnetten sayılmıştır. Hülâfa-i Raşidîn gibi.

İslam’ın kendi insanını ve toplumunu oluşturma projesi mevcuttur. Bu projede, İslam bireylerinde ve İslam toplumunda her mertebe, derece ve makam Allah’a yakınlık ile şekillenmiştir. Bir sınıflandırmadan bahsedilecekse bu sınıflandırmada eksen Allah’a yakınlıktır. Allah’a yakınlık ekseninin adı takvadır. Takva, Allah’a seyrin kapısıdır.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah, her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.”(Hucûrat:13)

Takva içerisinde ise insanın gayretine ve Allah yolunda neleri terk edebildiğine bakılmaktadır. Kişinin gayreti, himmeti Allah’ın dinine yakınlığında en önemli etkendir. Bu etkenin adı cihaddır.

“Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah, malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından, cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır. Gerçi Allah, hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaat etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır. Değil mi ki Allah, “Gafur”dur, “Rahim”dir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisa 95)

Cahiliye eksenli sınıflandırmada kişiler kabile isimleriyle, baba isimleriyle, başından geçen önemli hadiselerin isimleriyle adlandırılırken; İslam’da mümin, muhlis, muhsin, muttaki gibi olumlu, ya da münâfık, kâfir, fâsık gibi olumsuz tanımlamalar yapılmıştır. Toplumsal alanda ise muhâcir, ensar, bedir ehli, uhud ehli gibi adlandırmalar yapılmış, şahıs isimleri Abdulmenat iken Abdullah; şehir isimler Yesrib iken Medine olmuştur. Hazreti Ali’nin Evs’ten ya da Hazrec’ten değil de ensar’dan bir zat diye hadiseyi sunması topluma bakışımızda hangi kıstaslara göre değerlendirme yapacağımızı bize öğretmektedir. Herkesin yeri Allah’a ve Resulü’ne hizmetiyle tanımlanmaktadır.

İmam ile topluluk arasında anlaşmazlık çıkabilir. Allah ve Resulünün yolunda olsa bile anlaşmazlık yaşanmaktadır. Müslümanlar arasında cereyan eden anlaşmazlıkların neticeleri bütün insanlığı ilgilendirmektedir. Kadir Gecesi’nin gizlenmesi buna güzel örneklerdendir. [2]

Anlaşmazlığı sükûnete imamın erdirmesi gerekirken, hadisede imam gazaplanmış ve hadise büyümüştür. Duygularına kapılmak insanın gözünü karartır, gaflete düşürür. İşte bu duygulardan biri olan gazab, kişinin istek ve arzularının kendisini bürümesini sağlar. Nitekim hadisede imam kendisine itaat edilmesini gayet açık bir tarzda anlatmasına rağmen, kendi emrine uyulmadığında hevasından kurtulamamıştır. İmam duygularını kontrol etmelidir. Duyguların esiri olmak, her şeyi kendi duygularının doğrultusuna göre yapmayı gerektirir. Duygulara uymak insanı sünnete tabi olmaktan alıkoyar. Gazab komutana vermemesi gereken emirleri verdirmiştir.

Yıllarca büyük cihadın “savaş” olduğunu savunanların bu hadiseyi çok iyi düşünmeleri lazımdır. Büyük cihad, küçük cihad ayrımı bir zorunluluktan doğmuştur. Bu zorunluluk insanların Allah’a vuslatı ya da Allah için yapılacak ameli kendi içlerinde değil de dışarıdaki fiiliyatlarında görme arzuları olmuştur. Büyük cihad kendini tanıma, kendi varlığını eritme adımlarındadır. Hadisede de bu açık bir şekilde gözükmektedir. Allah için ölmeye, öldürmeye gidilmiş fakat içteki gazab duygusu, kişiyi gayeyi yok edecek duruma getirmiştir.

Allah Resulu’nün (aleyhisselam) cesaret tarifi bize cihadı besleyen yönü bildirmektedir.

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün: “Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu. Ashab(radıyallahu anhum): “Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.”

Cesaret insanın kendisini terbiye edebilme, kendisini kontrol edebilme vasfıdır. İnsanın kendisiyle mücadelesi ömür boyunca devam edecek bir mücahededir. Pehlivan, duygularını aşan insana denir.

Ashab-ı Kiram’ın davranışlarından, itaat anlayışını, imama uymanın ölçülerini öğreniyoruz. Ashab-ı Kiram’ı tereddüde sevk eden etken -imamın istediği işin sünnete uymamasına rağmen- Allah Resulu’nün (aleyhisselam) emrini hatırlatmasıdır. İmamın ateşe odun atın emrine uymuşlar, içine girin emrinde ise itaat etmemişlerdir. İtaat etmemeleri Allah Resulu’ne (aleyhisselam) niçin itaat ettiklerini bilmelerinden olmuştur. Allah Resulu (aleyhisselam) bizleri ateşten kurtulmaya çağırırken bizim ateşe girmemiz nasıl olur mukayesesi Ashabı engellemiştir. Ateşin sönmeye yüz tutmasından bu tereddüdün uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. Fakat açık olarak emre karşı gelinmemiştir. Allah Resulu’ne (aleyhisselam) itaat etmelerinin bilinçli olması, Allah Resulu’nün (aleyhisselam) başlarına atadığı ve itaat edin diye buyurduğu imamın istek ve arzularına uyarak verdiği emrine karşı tereddütlü yaklaşmalarını sağlamıştır.

Makamı, mevkii ne olursa olsun hiç kimse İslam adına bir başkasından kendi istek ve arzularına uymasını isteyemez. İste- nen şey, Allah Resulü’nün (aleyhisselam) sünnetinde mutlaka bulunmalıdır. Kendi hevâ ve hevesinin gerçekleştirilmesini arzulayan bir ateş yakmış, bu arzuya uyan ve yardım edenle birlikte ateşe girmiş demektir.

İnsanlığın tümünü, yegâne ilah olan Allah’a kulluğa davet eden bir dinin mensuplarına, din için, din adına kendilerine emanet edilen vazifelerde kendi istek ve arzularına uymaları kendi cehennemlerini hazırlamaları demektir.

İtaatle ilgili başka bir vakıada bizlere şöyle aktarılmıştır;

İbn-i Ömer (radiyallahu anh) şöyle demiştir: Allah Resulu (aleyhisselam) Halid ibnu’l Velid’i Cezime oğulları kabilesi üzerine bir askeri birlikle gönderdi. (Halid onları İslam’a çağırdı.) Fakat onlar “Eslemla=Biz Müslüman olduk” demeyi güzel yapamıyorlardı. Onun yerine; “Saba’na, saba’na=Şirkten çıktık, şirkten çıktık (yani Müslüman olduk)!” diyorlardı. Bunun üzerine Halid bunlardan bir kısmını öldürmeğe, bir kısmını da esir etmeye başladı. Ve bizden, seriyyede bulunan her bir askere kendi esirini verdi ve bizden her bir askere kendi elindeki askerini öldürmesini emretti. Bu emir üzerine ben:

“Vallahi ben esirimi öldürmem; arkadaşlarımdan hiç biride esirini öldürmeyecektir.” dedim. Süleymoğulları ise esirlerini öldürmüşlerdi. Sefer sonunda Allah Resulu’nün (aleyhisselam) huzuruna vardığımızda bunu kendisine arz ettik. Bunu duyunca Allah Resulü (aleyhisselam) iki kere: “Allahım! Ben Halid’in işlediği bu işten sana sığınıyorum!” diye dua etti.(3)

Bu hadisede gördüğümüz Ashab-ı Kiram önceki hadisedeki gibi imamın sadece kendi duygularına kapılmasında tavır koymamış, imamın yanlış anlayışıyla verdiği hükümlere Allah Resulü’nden (aleyhisselam) aldıkları anlayışa göre tavır koymuşlardır. İtaat sünnetedir.

Allah Resulu’nün (aleyhisselam) önceki hadisede imama uymayı ateşte kalmak biçiminde açıklarken Halid bin Velid hadisesinde yapılan muameleden berî olduklarını buyurmuşlardır. Fakat imama uyanları ateş ile inzar etmemişlerdir. İmamın kendi duygularına kapılarak verdiği emir, yanlış anlayış ve algılayışından verdiği emirlerden ayrı tutulmuştur.

İmama karşı çıkanların Allah Resulu (aleyhisselam) ile yakın ilişkideki insanlar olması, doğruya isabet etmenin ikili ilişki ile sağlanabileceğini bize göster mektedir.

Ashab-ı Kiram’ın hadiseyi Allah Resulu’ne (aleyhisselam) götürmelerinden, anlaşmazlıkların, sorunların Allah Resulu’ne (aleyhisselam) mutlaka götürülmesini ve O’nun hükmünün alınması gerekliliğini anlıyoruz.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resulü’ne ve sizden olan ulûl emre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne arz ediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa:59)

“İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz sana kitabı gerçeğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik. Artık hainlerin müdafaacısı (avukatı) olma.”
Allah Resulü’nün (aleyhisselam): “Allah’a isyanda kula itaat olmaz” açıklamasından insanın kendi istek ve arzularına uymasının Allah’a isyan olduğunu anlıyoruz. Büyük İslam âlimlerinin “İnsanın varlığı ona günah olarak yeter” sözleri, bu isyanın kaynağını bizlere göstermektedir. Hayatlarını Allah’a adamış insanların -kim olursa olsun- Allah’ın hudutlarının dışındaki isteklere uymaları kendi ateşlerini hazırlar.

“İtaat maruftadır” buyruğundan, itaatin sadece Allah Resulü’nün (aleyhisselam) sünnetindeki uygulamalar ve kabuller ile oluşturulan anlayışla sınırlandırıldığını anlamaktayız.

[1] Buhârî, Megâzi, 59, Ahkâm, 4, Haberu'l-Vâhid 1; Müslim, İmâret 40, (1840); Ebû Dâvud, Cihâd 96, (2625); Nesai, Bey'at 34, (7, 159).
[2] Allah Resulu (sav kadir gecesinin gününü ümmetine haber vermeye giderlerken iki müslümanın birbirleriyle münakaşa ettiğini görmüşler. Münakaşa eden şahıslar bu münakaşada galiz ifadeler kullanmışlar. Bu galiz ifadeler Allah Resulu (sav)’ın mübarek kulaklarına vardığında kadir gecesinin günü hakkındaki bilgi ref’ (kaldırılmış,yükseltilmiş) olmuştur.
[3]Müslim, Birr 106, (2608); Ebû Dâvud, Edeb 3,(4779).

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort