Solakzade Müftü Sadık Efendi zengin ve kültürlü bir ailenin çocuğu olarak 1302 – 1884 yılında Erzurum’da doğdu. Babası ulemadan Erzurum Müftüsü Muhammed Hamid Efendidir. (1332/1913) Büyük babası ise zamanın en büyük ilim ve fikir adamlarından olup sadr-ı a’zam Küçük Said paşa
(1333/1914) gibi devlet adamları yetiştiren ve Erzurum’da büyük hoca diye anılan Solakzade Ahmet Tevfik Efendi’dir. (1313/1895) Tarihçe-i Erzurum Müellifi Mehmed Nusret Efendi (1357/1930), bu zattan bahsederken: “Onu ilk defa gören kemal-i heybetinden ürperirdi. Sohbetine katılan ise saatlerce sohbetinden ayrılmak istemezdi. Bu iki fazilet Efendimiz’den ulemayı hassına mütevaris olan ahlak-ı aliyey-i maneviyedendir.” diyerek Ahmed Tevfik Efendi’yi tasvir etmeye çalışmıştır.
Müftü Sadık Efendinin doğum tarihi hakkında farklı görüşler varsa da, bu farklılığı ortadan kaldıran merhumun kendi notlarıdır. Muhammed Sadık Solakbay, kendi el yazısıyla yazdığı notlarında; “Büyük babam Ahmed Tevfik Efendi, 27 Şaban 1313 tarihinde Cumartesi gecesi vefat etti. O vefat ettiği zaman ben onbir yaşındaydım “ der. Bu itibarla 1313 den 11 çıkarılınca , onun doğum tarihinin 1302/1884 olduğu anlaşılır.
Bu aileye Solakzade denilmesinin sebebini ise Müftü Sadık Efendi şöyle açıklardı: “Dedem Ahmet Tevfik Efendinin babası Hacı Lütfullah Ağa 1237/1821 yarım kan Arabatı besler ve beslediği bu atlarla Erzurum ve çevresinin geleneksel atlı sporlarından cirit oyunlarına katılırmış, cirit sopasını sol eliyle tutup attığından kendisine solak çocuklarına da solakın oğlu anlamına Solakzade denilmiştir. 1934 tarihinde çıkarılan soyadı kanunundan sonra Solakbay soyadını almıştır.
HOCALARI
Müftü Sadık Efendinin yetişmesinde emeği geçen hocalarının sayısı fazla değildir . İlk hocası Salih Efendi diye bir zattır. Daha dört yaşında iken Kuran’ı Kerim’i okumayı ve yazmayı ondan öğrendi. İlim tahsilinde Hacı Derviş Efendi adında bir Hoca Efendiden de istifade ettiği söylenmektedir. Muhammed Sadık Efendinin esas hocaları dedesi Ahmet Tevfik Efendi ile babası Muhammed Hamid Efendidir. Sadık Efendi daha küçük yaşta Erzurum İbrahim Paşa medreselerinde fahri müderris olan dedesi Ahmet Tevfik Efendi’nin derslerine davam etti . Dedesinden çok istifade ettiğini ve sekiz - dokuz yaşlarında iken ilm’i mahivden Molla cami okuttuğunu merhumun kendisi anlatırdı . Akli ve nakli ilimleri hep dedesinden almıştır. 1985 de dedesi Ahmet Tevfik Efendi ölünce aynı medresenin müderrisliğine getirilen babası Hamid Efendinin derslerine devam etti . Eksik kalan tahsilini tamamlayarak babasından icazet aldı.
Sadık Efendiyi 1910 yılında 26 yaşlarında olduğu halde Erzurum müftü müsevvidliğine tayin edildiğini görüyoruz. O tarihte Erzurum Müftülüğü’nde merhumun babası Muhammed Hamid Efendi bulunuyordu ve Osmanlı Devletinin başı gailelerden kurtulamıyordu. Bunun neticesi olarak 1912 yılında Balkan savaşı patlak verdi. Yukarıda da söylendiği gibi adı geçen tarihte merhumun babası Erzurum Müftülüğünde, kendisi ise Müftü yardımcılığında bulunuyordu. İşte bu tarihlerde Şeyhu’l islamlık makamında bulunan Ahıskalızade Mehmed Esad Efendinin (1337/1918), Erzurum Valiliğine gönderdiği 17 Şubat 1912 tarihli bir yazıda, ulemanın ve halkın orduyu desteklemeleri isteniyordu . Merhum Sadık Efendi babası ile baş başa vererek halkın orduya her bakımdan yardımcı olmaları hususunda ellerinden gelen her türlü gayreti sarfetmişlerdir.
1913 yılında Erzurum Müftüsü Hamid Efendi vefat edince, babasının yerine Erzurum Müftülüğüne M. Sadık Efendi getirildi. Çok değerli alimlerin bulunduğu bu zamanda Erzurum Müftülüğüne Sadık Efendi’nin getirilişi onun ilmi kudretinin bir göstergesidir. M. Sadık Efendi, müftülük görevinin yanında babasının ölümüyle boşalan İbrahim Paşa medreseleri müderrisliğini de üzerine aldı. Yine bu sıralarda Erzurum’da mevcut olan Mekteb-i İdadi ve Mekteb-i Rüşdiye’de din dersleri verdi . Memleketine ve milletine her yönden hizmet aşkıyla yanan genç müftü Sadık Efendi’nin bu heyecanlı günleri fazla uzun sürmedi. Zira memleketimiz için her bakımdan felaket olan Birinci Cihan Harbi başladı . Bunun neticesi olarak da 16 Şubat 1916 yılında Rus’lar Erzurum’u işgal ettiler. Bu durumda Müftü Sadık Efendi içinde Erzurum’dan göç etmekten başka bir seçenek kalmamıştı. Daha önce verilen hicret izni sonucu kendisine tahsis edilen bir at arabası ile yola koyuldu. Ordumuzun art birliklerinin Erzurum’u terk ettiği bir sırada o da, çok sevdiği memleketi olan Erzurum’u gözyaşları ile terk etmek zorunda kaldı.
Batıya doğru hicret ediyordu, Erzincan ve Sivas üzerinden Kayseri’ye ulaştı. Bir müddet Kayseri’de kaldı. Oradaki hatıralarını zaman zaman anlatırdı. Kayseri’de ne kadar kaldığı bilinmemektedir. Müftü Sadık Efendi Kayseri’de bir müddet kaldıktan sonra Konya’ya geçti. Biraz da orada kaldı. Konya’da kaldığı sırada Konya Müftülüğü teklif edildi. Tayin işlemlerine başlanacağı esnada gördüğü bir rüya üzerine bu tayinden vazgeçti.
Müftü Sadık Efendi ailesi ile sürdürdüğü bu göç yolculuğunun en sonunda İstanbul’a kadar uzandı . Daru’l hilafe’de dersler verdi, ilim çevreleri ile temasta bulundu . Bir yıl on ay on dört gün süren hicret yolculuğundan ve çok sıkıntılı geçen günlerden sonra, Rusların Doğu Anadoludan çekilmeleri üzerine 1917 yılının son günlerinde Erzurum’a döndü.
Müftü Sadık Efendi’nin unutulmayan çok önemli iki hizmetinden birincisi; babasından ve dedesinden kendisine intikal eden bir gelenektir. Bu da Kur’an-ı Kerim-i va’z-u nasihat yoluyla tefsir ederek ve camideki cemaate anlatarak hatmetme geleneğidir. Dedesi Ahmet Tevfik Efendi Kur’an-ı halka böyle anlatmış, babası Hamid Efendi aynı şeyi yapmış ve kendisi de aynı geleneği sürdürmüştür. Müftü Sadık Efendi dedesinin 3. hatmede ömrünün vefa etmemesi sebebiyle yarım bıraktığı ancak babasının da tamamlayamadığı hatmi bitirdikten sonra, Lala Paşa camii kürsüsünden cemaate anlatarak bu şekilde iki defa hatmetmeye muvaffak olmuş üçüncüyü ikmal etmeğe ömrü vefa etmemiştir. Bu çok önemli bir hizmettir. Bu tip va’z-u nasihatın özel bir cemaati vardı.
Merhumun ikinci hizmeti ise; Erzurum’umuzda hâlâ devam ettirilmeğe çalışılan Binbir hatim geleneğidir. Bu ulvi hizmet Pir Ali Baba adında Salih bir zat ‘arafından başlatılmış ve Erzurum’ da dini bir gelenek haline gelmiştir. Birinci cihan savaşı ve milli mücadele yıllarında kesintiye uğrayan Binbir hatim faaliyetleri Müftü Sadık Efendi’nin girişimi ile 1937 yılında yeniden başlatılmış ve halen devam etmektedir.
Müftü Sadık Efendi’nin en önemli özelliklerinden biri de talebe yetiştirmeye son derece haris olmasıdır. Hadis, Tefsir, Kelam, Sarf, Nahiv, Bedii, Beyan, Mantık ve İslami ilimlerin bütün dallarında yetiştirdiği bir çok talebeleri vardır.
Eser yazmaktan daha çok talebe yetiştirmeye önem veren Sadık Efendi’nin basılmamış feraiz konusunda Muhezzebu’l Metalib fil feraiz; Coğrafya konusunda, “Dini yönden coğrafya” adlı eserleriyle; mantıkla ilgili, Tasavvurat ve Tasdikat üzerine bir şerhinin varolduğu söylenmektedir.
Müftü efendi tamamen içinde olmamakla beraber, tasavvufa hep sıcak bakmış ve devamlı suretle sempati beslemiştir. Revnakoğlu üstadımız, bu vasıflarını şu şekilde dile getirmektedir; “Efendinin intisabı yoktur, lakin incizabı var.”
Sadık Efendi Efe Hazretlerinin dünyalarını değiştirmelerinden önceki hastalıklarında sık sık ziyaretlerine gitmektedirler. Birgün Efe hazretleri rüyalarında , zikir halkalarından bir ferdin eksilmiş olduğunu ve oraya bir şanslıyı aramakta olduklarını anlatırlar. Bunun üzerine büyük alimimiz ; “ Efendi hazretleri , inşallah o şahıs benimdir” cümlesini kondururlar.
Hocamız yaşamlarında Kur’an-ı Kerim’i rehber edindikleri gibi, sünnet’i seniyeye de harfi harfiyen riayet etmişlerdir. Birgün beli ağırır ve doktora gider. Kuşak bağlanması tavsiye edildiği zaman “Ömrümde tek sünnete riayet etmedim o da yüzüme çarpıldı” cümlesini kullanırlar.
3 Temmuz 1960 Tarihinde 65 yaşlarında iken Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan Sadık efendi asırlar boyunca müderris ve müftü yetiştiren, hatta Sultan Abdulhamid’in sadrazamlarından Küçük Said Paşa gibi büyük bir devlet adamı çıkarmış olan Erzurum’un soylu bir ailesine mensuptur.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR