JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Perşembe, 01 Kasım 2018 00:07

OKUMA KAMPANYASI

Okuma Kampanyası

Okuma Kampanyası - Veysel Özsalman

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

Okuma Kampanyası

 

Genç-yaşlı, şehirli-köylü, tahsilli-mektep kaçkını hangi kesimden kime sorarsanız sorun, size cemiyetin başındaki bütün belaların müsebbibi olarak cehaleti gösterecektir. Yine herkes hemfikirdir ki cemiyetin zihin ve ruh kuvvetini emen bu marazın tedavisi ancak okumakla mümkündür. Çünkü bize kendimizi bilmeye başladığımız ilk andan itibaren okumanın ne kadar mühim bir iş olduğu ve bütün başarısızlıkların sebebi olarak az kitap okuyor olmak gösterilmiştir.

Bahsettiğimiz bu sebeplerden ötürü cemiyetin eğitim seviyesini yükseltmek isteyen her makam ve mevki sahibi kişi kendini bir “okuma kampanyası” düzenlemek mecburiyetinde hisseder. Sonuç olarak ortalık “falanca okulu okuyor”, “filanca ilçesi okuyor”, “okumayan kalmıyor” şeklinde ekseriyetle içi doldurulamamış, sadece elde kitaplarla fotoğraf çekiminden ibaret kalmış kampanyalarla dolup taşar.

Okumanın günümüzde hala en güvenilir, temel ve revaçta olan bilgi edinme yollarından birsi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ancak iyi planlanmamış bir okuma faaliyetinin zaman kaybından daha fazlası olmadığı da ortadadır. “Dostlar alışverişte görsün” babında yapılan okumaların kişiye hiçbir faydası olmayacağı gibi zaman zaman menfi tesirleri de bulunabilmektedir. Nitekim bu şekildeki zorunlu fakat denetimsiz okuma faaliyetlerinin birçoğunda gençleri, zihin ve ruh aleminde istenmeyecek etkiler bırakabilecek, ellerine nerden geçtiği belli olmayan kitaplarla görmek mümkündür. Bu ve benzeri durumlar bizi kitap okuma üzerine daha derin ve dikkatli çalışmalar yapılması gerektiği sonucuna ulaştırıyor.

Okuma faaliyetlerinin bilgilendirici, ufuk açıcı, ruh ve zihin alemini geliştirici tesirlerine dair haklılık payı olan sınırsız sayıda dayanak bulunabilir. Ancak bu haklılık bazı bilgilerin salt okuyarak öğrenilemeyeceği ve ancak farklı usullerle kazanılabileceği gerçeğini değiştirmez. Mesela bu dayanaklardan en meşhur ve sık kullanılanı dinimizin ilk emri olan “oku” hitabıdır. Bazıları bundan hareketle her mevzunun okuyarak açıklığa kavuşabileceğini ve bu sebeple dur durak bilmeden okumak gerektiği savunmaktadır. Ancak bu durum İslamiyet’in geçmişten günümüze kadar kullanılmış ve halen en çok kullanılan eğitim metodunun “sohbet” olduğu, bilgilerin ekseriyetinin bu yolla aktarıldığı gerçeğini değiştirmiyor. 

Diğer yandan tanımlamanın, anlatmanın sözle yahut yazıyla mümkün olmadığı şeylerin de öğrenilmesi, öğretilmesi, bir başkasına aktarılması gerekiyor. Duygularımızın tamamının bu kabilden olduğu söylenebilir. Bazen kelimeler, harfler, kalem ve kâğıt onları anlatmak için yetersiz kalır. Bu durum türkülere kadar işlemiş, mesela “aşk kâğıda yazılmıyor” denilmiştir. Yazılamıyor elbette ama bu onun yok olduğu karşı tarafa iletilemeyeceği anlamına da gelmiyor. Hemen bir başka türkü akla geliyor, “kalpten kalbe bir yol vardır görülmez” sözleriyle bize aşkın yolu tarif ediliyor. Bu durum cemiyetin asırlar boyu kazandığı tecrübenin halk türkülerindeki tezahürüdür ve diğer bütün alanlarda da aynı şekilde görülebilir.

Mesela tasavvuf büyükleri bu manada eğitim usulünü “satırdan satıra değil sadırdan sadıra” şeklinde tarif etmişlerdir. Yani asıl ve en verimli eğitimin kitap satırları arasında kaybolmakla değil kişilerin gönüllerini karşılıklı olarak birbirine açmalarıyla gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. Temele kitapları değil insanı koymuşlardır. Bu sebeple tasavvuf geleneğinde eğitime kitaplar değil kâmil insanlar yön verir, eğitim onların etrafında şekillenir. Kitaplar bu eğitime yardımcı nitelikte olup asıl olan insandan öğrenmektir.

Efendimiz’in (sav) usulü de insandan öğrenme üzerine inşa edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) Kur’an-ı Kerim’i naklettikten sonra “Benden buraya kadar, herkes okusun anlasın’” dememiştir. Bütün enerjisini Kur’an-ı Kerim’deki hakikatlerin nasıl anlaşılması gerektiğini etrafında bulunanlara izah ederek sarf etmiştir.

Bugün cemiyetin en büyük hastalığı cehalet gibi görünse de farkında olmadığı ve daha tehlikeli olan bir diğer hastalığı da akla duyduğu sonsuz güvendir. Bu güvenle birlikte her müşkülü her zorluğu aklıyla tek başına aşabileceğine olan inancı onu çoğu zaman zor duruma sokmaktadır. Bu durum dini hakikatlerin anlaşılmaya çalışılmasında da kendisini göstermektedir. 

Dini hakikatler sadece kitap okumakla anlaşılamaya çalışılmakta, hatta bu anlayış Kur’an-ı Kerim’i de kapsamına alıp onun da basit bir okumayla anlaşılabileceği sonucuna varmaktadır. “Yürüyen Kur’an” diye tabir edilen insan-ı kamili devre dışı bırakıp onun yerine kişinin kendi aklını ikame etmesi giderek yaygınlaşmaktadır.

Elbette ki insanın kitaptan öğreneceği çok şey vardır. Hele ki bu kitap, Kur’an-ı Kerim, olunca öğreneceklerin haddi hududu belirle-nemez. Fakat başta da belirttiğimiz gibi okuma faaliyetleri denetimsiz, herkesin kendi anlayışıyla baş başa kalacak şekilde tertiplendiğinde faydadan çok zararı olabilmektedir. Zaten bu sebeple okullarda öğrencilere kitap verilip evlerine yollamak yerine öğretmenlerle birlikte eğitime devam etmesi istenir. Çünkü öğrenilecek şeylerin özü ve öğretme kabiliyeti kitapta değil öğretmendedir. 

Kitabın çaktığı kıvılcımı körükleyip ateşe dönüştürecek olan ve bu ateşle insanı karanlıktan aydınlığa kavuşturacak olan yine bir başka insandır. O halde hakikatin anlaşılmasında ve uygulanmasında en emin yol bir insanla, insan-ı kamille birlikte hareket etmeye çalışmaktır.

 

Yazar:  Veysel Özsalman

 

Perşembe, 01 Kasım 2018 00:06

TERBİYENİN SIRRI ÇOCUĞA SAYGI İLE BAŞLAR

Terbiyenin Sırrı Çocuğa Saygı ile Başlar

Terbiyenin Sırrı Çocuğa Saygı ile Başlar - Yusuf-i Kenan

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

Terbiyenin Sırrı Çocuğa Saygı ile Başlar

 

Her kim olursa olsun, insana saygı duymak, ona bir lütuf değil; o insanın, sırf insan olduğu için kazandığı en doğal haktır. Bir ‘’insanın’’ saygıyı hak edip etmediğine; yaşına, mali durumuna, makamına, milletine, inancına vb. bakarak karar verilmez. Zira o bir insandır ve saygıyı doğal olarak hak etmektedir. Saygı kavramıyla ilgili teorik olarak herhangi bir problem olmasa da, konu “saygılı davranma”ya geldiğinde durum tamamen değişmektedir. Özellikle de çocuklara karşı. “Ne olur; çocuklarımıza zulmetmeyelim, onları şiddet mağduru ve cezazede olarak büyütmeyelim.” Şiddet denildiğinde sadece dayak anlaşılmasın. Kaş çatmak, diş sıkmak, parmak sallamak da şiddettir; yüz ekşitmek, öf çekmek, kolundan tutup sokakta peşinden sürüklemek de şiddettir; kendi ritmi içinde montunu giyen çocuğun kolundan tutup kırarcasına montun içine sokmak da şiddettir; “sana küstüm, konuşmuyorum” demek de; ‘başkasının annesi olacağım’ demek de şiddettir; tahtaya kaldırıp bekletmek de şiddettir, bağırmak da... Bu sayılanlar bizler için normal ve olması gereken, her zaman hayatın normal sürecinde gayet normal şeylerse bizleri çok büyük problemlerin beklediğinden emin olabiliriz. Herkes saygı görmek ve önemsenmek ister. İnsanın yaratılışında vardır bu. Ne var ki; saygı görmenin yolu, saygı göstermekten geçer.

Çocuklarımıza başkalarının yanında terbiye vermemeyi alışkanlık haline getirmeliyiz. Her anne baba çocuklarının ahlaki değerleri tam olarak yaşamasını, dürüst ve erdemli olmasını ister. Fakat önemli olan bu değerleri aile ortamında çocuklarımıza kazandırabilmektir. Hiçbir şey kendi-liğinden var olamayacağı gibi, çocuk-larımızda görmek istediğimiz ahlaki değerler de kendiliğinden şekillenip oturmaz. Bunun için ciddi ve bilinçli bir aile içi sosyalleştirme sürecine ihtiyaç vardır. Terbiye, baskı kurarak davranış şekillendirmek değildir. Zaten zorla hiçbir güzellik elde edilemeyeceği gibi, düşmanlık kazanılır. Terbiye adı altında çocuğun karakteri öldürülmemelidir. Terbiyenin aslı değerlere bağlı karakter oluşturabilmektir.

Her şeyden önce çocuklarımızı terbiye ederken; işe onları tanımakla başlamalıyız. Her insan ayrı bir dünyadır. Her çocuk kişiliğinin şekilleneceği farklı hasletler taşır. Bunun en güzel örneği olarak ceddimiz Osmanlı sübyan okullarının giriş kapısının üzerinde yazan: “Burada hiçbir balık uçmaya; hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.” ifadesi çok manidardır. Farklı fıtrat ve yetenekler ile yaratılan her kul, Rabbimizin farklı bir tecellisine mazhar olmuştur. Bu sebeple yetenekler, ilgi alanları, zevkler, öncelikler kişiden kişiye farklılık gösterir. Terbiyenin ilk adımı ebeveynlerin çocuklarını tanımak olmalıdır. Ebeveynler çocuklarının nevi şahsına münhasır bir varlık olduklarını unutmadan önünde saygı hisleri ile eğilmelidir. Onların bize çok defa yabancı gelen duygu ve düşüncelerini, kendi duygu ve düşüncelerimizden sıyrılmak suretiyle anlamaya çalışmalıyız.

İkinci adım ise çocuklarımızın günahsız birer melek olduğunu unutmamak olmalıdır. Bu meleklerin bize birer emanet olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız. Nasıl ki dünyaya gelen bir bebeğin kulağına ezan ve kamet okunur. Bu okuma sevap olsun, dini bir formalite yerine getirilsin diye değildir. O yavruya seni bize Allah (cc) emanet etti ve biz bu emaneti onun yolunda muhafaza edeceğiz telkinini vermektir ki o yavru bu telkin ve söz ile ruh ve kalbiyle muhatap olur. Bu süreçten sonra aile o yavrularının gelişimi boyunca eskisinden daha dikkatli ve ciddi olarak Kur’ânî bir yaşamı yuvalarında hayatlandırmalıdır. Aile ortamında neye değer veriyorsak, bilelim ki çocuklarımız onları sevecektir, tabii bizi seviyorsa! Çocuklarımız bize emanettir, yarın bu emanetin hesabı sorulacaktır. Rasulullah (sav) buyurmuştur: “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. (Yanlış eğitim sonucu) onu Yahudileştiren, Hristiyanlaştıran, Mecusileştiren ve doğru yoldan saptıran anne ve babalardır.” (Biharu’l-Envar, c.20, s.88)

Bilinçli bir terbiye ile yetişmiş çocuk, büyüdüğünde asla ahlaksız olamaz. Bu sebepledir ki çocuk doğru, güzel, olumlu diye tanımladığı her davranışı mutlaka bir yerlerde görmüştür. Bunun ilk yaşandığı yer aile müessesidir. Bu sebeple anne baba olarak hatalara karşı sınırları belirlenmiş olarak hoşgörülü davranılmalıdır. Çocuk kuralları öğrenirken gerçekten doğru olduğuna inandığı için ona uymalı, anne baba dediği için değil. Yaptığı güzel davranış ve yerine getirdiği görevler için mutlaka teşekkür edilmelidir. Hatalar kesinlikle alaya alınmadan, çocuk rencide edilmeden hatasının farkına vardırılmalıdır. Özür dileme ve teşekkür etme alışkanlığı kazandırmak için yeri geldikçe özür dileyip, teşekkür etmek; çocukta pişman olma, hatada ısrarcı olmama davranışının otomatikman gerçekleşmesini sağlayacaktır.

Çocuğumuzun saygılı olmasını istiyorsak ciddiyet gerektiren konularda ciddi davranmalıyız. Laubaliliğe kaçılmadan konuşmanın başında ve sonunda bu ciddiyet korunmalıdır. Ebeveyn çocuğa anlatılacak meselede ne kadar ciddi olursa, çocuk o denli meselenin önemli olduğunu kavrar. Ciddiyetten sertlik değil, kararlı ve söylediğinden emin olmak anlaşılmalıdır.

Çocuğunuzu gözlemleyelim. Eğer ki her söylediğimize bizi rencide edecek şekilde cevap veriyorsa, sürekli herkesi tersliyor, ses tonunu yükseltiyorsa, öğretmenlerine karşı üslubuna dikkat etmeden konuşuyor, evde öğretmeniyle ilgili eleştiri yapıyorsa, argo kelimeleri rahatlıkla çekinmeden söylüyorsa, arkadaşlarına karşı her zaman sert davranıyorsa, mutlaka saygı durumu gözden geçirilmelidir.

“Kim demiş ki çocuk bir küçük şeydir. Bir çocuk belki en büyük şeydir.” Allah’ın bizlere bahşettiği her şey, O’nun emaneti olduğu şuuruna erebilmişsek, zaten çok değerlidir. Nimetin kadrini, kıymetini, hakiki değerini anlayabilmek ancak bu gözle bakabildiğimizde mümkündür. Bazı şeyler vardır ki iş işten geçtiğinde ne kadar kıymet verirsek verelim anlamını kaybetmiş olur.

Yazımızın sonunu beyin kanseri teşhisi konduktan sonra küçücük yaşta emaneti aslına teslim etmek zorunda kalmış, yirmi dokuz yaşında bir annenin yavrusu için yazdığı aşağıdaki nameler ile bitiriyoruz:

“Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim. 

Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım, gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim.

Sadece bu sabah, çamaşırları yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim.

Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana anlatmanı izleyeceğim. Öğlenden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım. Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım. 

Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım ya da seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üret-meyeceğim. Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve çalışmayacağım. Bu öğleden sonra lokantaya gideceğiz ve iki tane çocuk menüsü isteyeceğiz ki, iki oyuncak alabilesin. Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl doğduğunu, seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım. 

Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım. Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim. Bu gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakıp parmaklarımı saçlarında dolaştırırken bana en büyük armağanı verdiği için Allah’a şükredeceğim. Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim. Yatak odalarında, hastane odalarında donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla has-ta çocuklarını seyreden anne babalar düşüneceğim ve bu gece yanağına iyi geceler öpücüğü için biraz daha uzun tutacağım kollarımda. Allah’a senin için teşekkür edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım...”

Zaman ayırmayı çok gördüğümüz çocuklarımızın kıymetini bilmeli, hem maddi hem manevi hayatları için çok dikkatli olmalıyız.

Onlar bize emanet, hepimiz Allah’a emanetiz.

 

Yazar: Yusuf-i Kenan

 

 İnsanı Anlama Gayretine Niyet İnsan Benzeme Çabasına Salih Amel Denir

İnsanı Anlama Gayretine Niyet, İnsana Benzeme Çabasına Salih Amel Denir - Dilhûn Âşık

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

İnsanı Anlama Gayretine Niyet, İnsana Benzeme Çabasına Salih Amel Denir

 

-Niyet, Hakk’ı razı etmiş, Hak’tan razı olmuş insanları amaç edinmektir. Bu tarz niyetlerden bir niyet değildir. Çünkü özünde, başlangıcında, neticesinde insan olmayan her şey vehim ve hayaldir.

-Niyet, sadece yapacağın fiilleri söylemek değil fiilleri neden, niçin, hangi amaçla yapacağını da belirtmektir.

-Eylemin niyeti, eylemin sahibine yoldur. Amel ile Medine’ye, niyet ile Allah ve Allah Rasulü’ne ulaşılır. 

-Niyetin amacı eylem sahibine varmak, salih amelin amacı ise amel sahibine benzemektir.

- Niyeti Hak insanına varmak olmayanın, niyeti mana ve ruhtan uzaktır.

-Hakk’ın razı olduğu insanı bilmeyenin niyeti fiiledir. Hak insanını bilenin niyeti insana ve eyleminedir.

-Hedef ancak Hakk’ın razı olduğu insan ise ibadetleşen niyetten bahsedilebilir.

-Niyet, Hakk’ın razı olduğu insan ile tam mutabakat sağlayabileceğin yegane yerdir. O’nun gibi olamazsın ama O’nun niyeti üzere olabilirsin.

-Kalbinden aktarabileceğin duygu ve düşün-celer niyetle sunulur. Niyet, eyleme kalpteki duygu, düşünce ve inançtan başlama imkanıdır.

-Hayatın niyeti, insan-ı kamilin anlayış ve ahlakı iken hayatın eylemi ise insanı kamilin eylemlerine benzemesidir. 

-Niyet, aldığın nefesin kime ait olduğunun şuurudur. Niyet, nefs bilincidir.

-Niyet, yaşamın şuura yükseltil-mesidir. Şuurun eyleme anlam vermesidir. Yaşamın bilinci insan-ı kamildir. 

-Niyet, anlaman ve yönelmen ile hedef aldığın, Hakk’ın razı olduğu insanın, ikna olmasını sağlayan durumundur.

-Niyet, amacını belirlemektir. Kai-nattan murad (amaç) ise insan-ı kamildir.

-Öz sermayedir. Öz sermaye ise Hakk’ın razı olduğu insanın senin hakkındaki kanaatidir.

-Emri ilahinin sendeki aksidir. Niyet, emir sahibinden etkilenmeyle açığa çıkarsa manaya erer. Senin Hak’tan etkilenmen ilahi emri sende niyetleştirir.

-Sonu başa koymaktır. Gerçeği başlangıçta bulmaktır. Son yolun neticesidir. Niyet ise yolun başında yolun sonunu görmendir. Hedefin nereye gitmekse yolun gideceğin yere göre seçilir.

-Sunma eylemidir. Sunma niyetle, yapma eylemle olur.

-İlahi sunaktır. Sunmayı gerçekleşti-receğimiz alandır.

-Genişlik niyette, zemin eylemdedir.

-Duygu, düşünce ve inancın sahaya çıkarılmasıdır, ibadetleştirilmesidir.

-Niyetin amacı, düşünmeyi ibadetin önüne yerleştirmektir.

-Muradı ilahinin insandaki nefes alma yeridir. Eylem alanı çoğunlukla maslahata göre belirlenir.

-İhlasın ibadete giriş kapısıdır.

-Hak kapısı insanını takip edebilme imkanıdır. Kimi izleyeceğini bilmek niyet, izlemek ameldir. 

-Kastını açıklamak, talebini sun-maktır. “İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi” Nakşibendi niyetidir.

-İç niyet, dış eylemdir.

-Ahlak: Niyet artı eylemle oluşur.

-Evvel’i unutmamak, Ahir’i hatırla-maktır.

-Rotanın belirlenmesidir. Hak yolda mürşidini izleyerek ilerleme kastıdır.

-Niyet fikrin secde mahallidir. Secde kulun Rabbine en yakın durumudur. Niyet bu durumun kul tarafıdır.

-Hakk’ı işitebilme yeteneğidir. İlahi emirlerin kendisi kulun niyeti olmalıdır.İlahi emirlerin emredilme kastının anlaşılması ilişkiyi kurmak için değil derinleştirmek için gereklidir.

-Salt yöneliştir. Kulun asıl kesbi teveccühüdür. Fiiller yaratma itibarıyla yaratıcıya, yöneliş itibarıyla kula aittir.

-Kalb ile başlamak, akıl ile yola devam etmektir.

-İnanç mihenginde, düşünce imbiğinde süzülmüş duygudur.

-İnanç, düşünce ve duyguya göre eylemi ayarlamaktır.

-İnsanın doğal şiiridir. Herkesin doğal şairliği niyetiyle açığa çıkar.

-Sadece sevgiliye söyleyebileceğin gizlerdir.

-Ab-ı hayat, asa-ı Musa’dır.

-Gönle girme şifresidir.

-Gönlün bilgi ve eyleme imamlığıdır.

-Eylemin besmelesidir.

-İnsanın yola katılma yeridir. Yol sahibine yol arkadaşı olma imkanıdır.

-Orjindir, merkezdir. İnsanın kendisi niyetinde açığa çıkar. Amel ortak alan, niyet özel alandır. 

-Amel resmiyet, niyet sivilliktir.

-Ticaretin kârının belirlendiği yer niyettir.

-Değerlerin belirlendiği yerdir.

-Öncelemenin göstergesidir.

-Temenni değil tasarım, projedir.

-İnsanın görülmek istendiği asli yeridir.

-Seçimini ilan etmektir.

-Manayı suretin önüne almaktır.

-Eyleme ruhunun verildiği yerdir.

-Hedefi araç olmaktan kurtarıp amaç haline getirmektir.

-Yaklaşma noktasıdır.

-Niyet ilgi ve bilginin kazanıdır.

-Mürşidin bilgi ve eylemin önünde olduğunu görmektir. Özümüzle asla, asile dönüşle karşılaşılır. Dönüşün ilk durağı ise niyettir. Öz mürşid-i azim, ricat mekanı ise kutlu niyettir.

-Enerji mahalli niyet, yatırım mahalli ameldir.

-Bağ niyetle kurulur, hizmet amelle yapılır.

-Amirin kastı niyet, kulun çabası ameldir.

-Bakış açısıdır: Hazreti Ebu Bekir, Efendimiz’e Âlemlerin Sultanı, amcası Ebu Talip ise Abdullah’ın yetimi diye hizmet ettiler. Hizmetleri değil, hizmet etme nedenleri farkı oluşturdu. Fark niyette belirdi.

-Yaratılış gayesi niyetle açığa çıkartılırken (kulluk), hizmet (ibadet) eylemle yerine getirilir.

-Hak’tan bir şeyler istemek bedel vermeyi gerektirir. Hakk’ın verdikleri ise bereket üstüne bereket. Niyet, verilenleri anlamakla, istekleri temellendirmekle alâkalıdır.

-İlahi kasıt niyet ile, ilahi emir salih amel ile gerçekleşir.

-Fiille mürşide varırsın, niyetinle mürşidde Hakk’a muhatap olursun.

-Niyet, insanın tevhid-i kıble eylemesi, Hak insanını bulması, toparlanmasıdır. Düşünce beslenme değil, derleme yeridir. Bundan dolayı düşüncelerin içeriği niyetimiz kadardır. Düşüncenin kalitesi niyetle belirlenir.

-Beşeri ihtiyaçlarımızı karşılamak için yaptığımız tüm eylemler niyet ile ibadetlere zemin olabilir. Niyet, beşeriyetin gereklerini, ibadetlere katıl-masını sağlayan anlayıştır, yaklaşımdır. Niyet beşeriyet yönümüzün kulluk zemini olmasını sağlar.

-Alemden murad, kasıt, amaç insandır. Kainata güzellik insandan aks eder. Niyet, bunu anlama ibadetidir. Her amel ve eyleme değerini insan niyeti ile katar. Niyet, insanın değer katma özelliğidir.

-Niyetsiz ibadet heba, niyetle beşeri eylemler ibadet olur.

-Niyet hasenatın ta kendisidir. Hasenat, Hak insanının seni ilk yakaladığı, teslim aldığı yerdeki neşvedir. Niyet yakalanma, teslim alınma neşvesinin meyvesidir.

-Niyet takdirin otağıdır. Yeşerdiği yerdir. Niyet hükmün oluşturulmasında ana etken, temel unsurdur. Hâcegân uluları kastı niyette yakalamışlardır. Hadiselerin tahlilinden ziyade niyetin tashihi ile uğraşmışlardır. Hâcegân ulularının himmeti başa, ilk olana yani niyetedir. Çünkü ilk, her zaman Hâcegân ulularının yeridir.

-Hâcegân uluları ilki başa güreşmenin değil yâre varmanın yeri olarak görmüşlerdir. Muttakilerin imamı olma iradesi yâre vuslatın gereğidir, başa geçme sevdasının değil.

-Niyet, sevilenin sevildiğini bilme bilincidir vesselam.

 

Yazar:  Dilhûn Âşık

 

Perşembe, 01 Kasım 2018 00:04

ZAMANA VE ZEMİNE GÖRE HAREKET ETMEK

Zamana ve Zemine Göre Hareket Etmek

Zamana ve Zemine Göre Hareket Etmek - İrfan Aydın

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

Zamana ve Zemine Göre Hareket Etmek

 

Bismillahirrahmanirrahim,

Salat ve selam alemlere rahmet olarak gelen Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in, daha sonra diğer peygamberlerin, ehli beytin, ashab-ı kiramın, sadat-ı kiram efendilerimizin mübarek ruhlarına olsun. 

Hareketli günler içinden geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz günlerde bir yandan 2019 seçimlerine hazırlık süreci yaşanırken diğer yandan Afrin üzerinden Suriye’de sıcak bir savaşın içindeyiz. Geçen ayki yazımızda Afrin Operasyonu’nun başladığından bahsetmiş, sürecin hayırlı olması için dua etmiştik. Allah’ın inayeti ile ordumuz Afrin’de yeni bir destan yazmaya muvaffak oldu. 

Biz Afrin Operasyonu’na başlayınca iki önemli gelişme yaşandı. Birincisi; Esed, doğu Guta’yı havadan bombalamaya başladı, yüzlerce ölü ve yaralı var. Çok kötü görüntüler gelmeye başladı. Diğeri ise eski bir konuşması yüzünden bir hoca efendiye ve İslama saldırı kampanyası başlatıldı. Bunun üzerine söylenecek çok şey var onu daha sonraya bırakalım.

Evet, Esed daha önce de Fırat Kalkanı Operasyonu yapılırken ordumuz Haleb’e doğru indikçe o da Halep’te bombardımanı arttırmış ve Halep’te bir insanlık dramına neden olmuştu. Neticesinde Türkiye’nin araya girmesi ile binlerce Halepli İdlib’e tahliye edilmişti. Suriye savaşının başlangıcından beri en önemli olay olarak tarihe geçmişti. Bugün yine Suriye’deyiz ve Afrin’de insani bir operasyon yapıyoruz. Afrin halkını PKK zulmünden kurtarmak için oradayız. Nicedir ezana hasret camilerin minarelerinden “Allahu ekber” nidalarının etrafını inletmesi için oradayız. 

Mazlumlara kol kanat germek, garip gurabaya sahip çıkmak için oradayız. Uzun zamandır zulüm altında inleyen mazlum Suriye halkının bizi kurtaracak hayırlı bir sahip yok mu ya Rab, dualarının cevabı için oradayız. Oradayız çünkü biz sırtımızı dönemeyiz. Herkes mazlumların feryadına arkasını dönse kulaklarını tıkasa biz tıkayamayız. Biz nerede bir mazlum feryad ederse hemen oraya koşmak zorundayız. Onun yaralarına merhem olmak, onun gönlünü rahatlatmak, onun derdiyle hemhal olmak zorundayız. Adam sen de nemelazım diyemeyiz. Canımızla, başımızla, elimizle, dilimizle, kalbimizle yardım ederiz. Gerekirse bu uğurda ölürüz ama mazlumun ahını yerde bırakmayız, bırakmamalıyız.

Bu manada vazifemiz büyük. Sanmayın ki Afrinle bu iş biter. Bu iş ne Afrinle ne de Suriye’yle biter. Bütün Bilad-ı İslam ellerini göğe açmış; “Ya Rab, hayırlı bir sahip yok mu, bizi bu esaretten ve zulümden kurtaracak hayırlı bir sahip yok mu?” diye gece gündüz ağlamaktadır. Sadece Suriye değil, Müslümanın olduğu her yerde zulüm vardır. Bütün İslam coğrafyası adeta kan ağlamaktadır. Filistin yarası hiç kapanmadı, zalim ve kafir İsrail oraya öyle bir çökmüş ki Filistin Müslümanları nefes alsa suç saymakta ve evlerini barklarını bombalamakta. 

Myanmar’da, Arakanlılar Budist zulmü altında inlemekte. Doğu Türkistan’a Çin öyle bir çökmüş ki ne isim bırakmış ne örf ne din ne de namus. İslam’ı hatırlatan her seyi yasaklamış. Camilere bile kart vermiş belli bir camiye gidebiliyorsun o da elli, altmış yaş üstü. Ona rağmen o mübarek Türkistan yaşlıları gizli gizli zikir yapıyorlar. Bu da tarikatın bereketi. Bediüzzaman buyuruyor ya; “Batının fenni karşısında değme alimler küfre düştüler fakat kendini bir silsile vesilesi ile Peygamber Efendimiz’e bağlı hisseden en alt tabaka bir tarikat ehli dahi imanının kale gibi korumaya muvaffak oldu.” 

Orta Asya’da, Özbekistan’da, Taci-kistan’da, Semerkand’da, Buhara’da nice Orta Asya şehirlerinde de durum bundan farklı değildir. Yıllarca Sovyet materyalizminin zulmü altında dinsizleş-tirilen Orta Asya halkları, yer altındaki dergahlarda gizli gizli “Allah Allah” nidalarını tekrar etmişler, bağlı oldukları Nakşibendi silsileleri sayesinde iman-larını muhafaza etmeye muvaffak olmuşlardır. 

Bugün tarikata şirk diyenler tasavvufun sonradan ortaya çıkmış olduğunu söyleyenler, bunun Hint mistizminin İslam’a sızması sonucu ortaya çıktığını söyleyenler kendilerini inkar etmektedirler. Çünkü tasavvuf ve tarikatler olmasaydı İslam bize tertemiz, bozulmadan gelemezdi. Ne Emevi zulmunü aşabilirdik, ne de Abbasi akılcılığını. Ne Moğol istilasından geçebilirdik ne de haçlı seferlerini göğüsleyebilirdik. Ne Afrika kabilelerini müslümanlaştırabilirdik ne de Filipinlerin balta girmemiş tropikal ormanlarına kadar uzanabilirdik. İslam eğer zühd boyutuyla yaşanmış olmasaydı kılıçsız fethedilen onca ülke ve belde İslam’a kılıç zoruyla çok zor gelirlerdi. Bu da İslam’ın sadece Arapların ve Arap yarımadasının dini olmasına neden olurdu ve kıyamete kadar baki kalacak son peygamber Hz. Muhammed Efendimiz’in (sav) dini, belli bir ırkın ve coğrafyanın dini olarak anılırdı. Diğer milletlere İslam ulaştırılamadığı için o dinin mensupları da bundan mesul olurlardı Allahu alem. 

Bugün Arapların dışında Afrikalılara, çekik gözlü Uzak doğululara, mavi gözlü Avrupalılara, Türklere ve diğer halklara bu din ulaştırılmışsa bunda Peygamber Efendimiz’den (sav) aldığı zühd ve takva anlayışını hayatına tam manası ile tatbik etmesini bilen sahabe efendilerimiz ve daha sonra da tabiin ve tebe-i tabiin efendilerimizin payı çok büyüktür. Onlardan da bayrağı devralmış zühd ve takvanın yaşadıkları bölgede kalesi olmuş, tevhid abidesi tasavvuf büyükleri bu yolu devam ettirmiştir. İsminin zühd olması takva olması tasavvuf olması fark etmez, maksad hep aynıdır, sadece isimler değişiktir. Bu tasavvuf ekolleri ve tarikatler sayesinde yüz binlerce, hatta milyonlarca insan yaradılış gayesine ermiş ve mutmain olmuş bir kalp ile, Allah’a (cc) kavuşmuştur.

Usüller farklı olsa da sonuç hep aynıdır. Zaten Allah (cc) adamlarının vazifesi kulları Allah’a (cc), Allah’ı da kullara sevdirmektir. Onun için dönemlerinde ne gerekiyorsa onu yapmışlardır. Zamanın mürşidi zamana göre, zamanın müridi de zamana göredir, anlayışı ile hareket ederek zamanlarında en güzel anlayışı ve tavrı bulmasını bilmişlerdir. Afrika’da yaşıyorlarsa oranın sıcağına ve halkına karşı bir usül geliştirmişler, Sibirya da yaşıyorlarsa oranın soğuğuna ve insanına göre bir usül geliştirmişler. Ovada yaşıyorlarsa ona göre, dağda yaşıyorlarsa ona göre. Onlar için dağ olmuş, deniz olmuş; soğuk olmuş, sıcak olmuş fark etmez, yeter ki insan olsun. 

Hatta hiç insan yoksa ağaçlarla, çiçeklerle, böceklerle konuşmuşlar. Değil mi ki maksat tevhiddir. Değil mi ki maksat Allah aşkıdır. Değil mi ki maksat emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münkerdir. Hasılı Allah’tır. O zaman her durumda ve ortamda ona göre hareket etmesini bilmişlerdir. Dememişler so-ğuk, dememişler sıcak. İmkanım yok, durumum yok, dememişler, Allah’ı ve vazifelerini hiç unutmamışlar her hâl ve kârda yapabileceklerinin en iyisini, en güzelini yapmaya calışmışlardır.

Bugün tasavvufu bilinçli bilinçsiz inkar edenler, onun ehlini pasiflikle suçlayanlar sadece cehaletlerini orta-ya koymaktadırlar. Kendi girdikleri topuklarına dahi çıkmayan sığ suları deniz zannetmekte ve benim girdiğim ummanda böyle şeyler yok, benim bilmediğim ve görmediğim her şey de batıldır demekteler. Halbuki başta sahabe efendilerimiz ve onlardan sonra bu yolu devam ettiren saadete ermiş sadat-ı kiram efendilerimiz okyanuslara dalmışlar, onun her karışına her derinliğine vakıf olmuşlardır. Daha sonra da okyanusta bir katre olduklarını söyleyerek büyük bir edep timsali olmuşlardır. 

Bugünkü cehaleti başından aşağı akan, daha ne dediğini bilmeden ileri geri konuşanlar, tavuğun yumurta yaparken ortalığı yıkması gibi bağırıp çağırmakta ve kendileri dışında her şeyi inkar etmektedir. Elbette ileride bir köprü var ve herşey o dar geçitte ortaya çıkar. Lakin gönül arzuluyor ki iş burada anlaşılsın. Milyonlarca insanın kafasındaki karmaşa son bulsun. Son bulsun da tevhide sımsıkı yapışsın ve işini mahşere bırakmasın. 

Rabbim bizleri, işini mahşere bırakmayanlardan eylesin. 

Rabbim bizlere zamanın velisine, eski zamanın müridleri ve dervişleri gibi sımsıkı sarılmayı nasib etsin. 

Rabbim bizleri muhabbet ve marifet hususunda yolda kalanlardan eylemesin. 

Rabbim bizlere, kafa karışıklığından kurtulup gönül şehrine girip tevhid ehlinden olmayı nasib eylesin. 

Rabbim bizlere bu yolun büyüğünü anlayıp ona muhabbetle, dört elle sarılmayı nasip etsin. Bu yolda önümüze çıkan engelleri ne olursa olsun tereddüt dahi etmeden, gözünü kırpmadan geçebilmeyi nasib etsin. Kıyamete kadar devam edecek bu yolda hem kendimize hem de neslimize, son Hâcegân kalıncaya kadar, her daim beraber olmayı nasib etsin. 

Rabbim bizim tattığımız bu güzellikten bütün İslam alemini nasip-lendirsin ve bu uğurda bize de ciddi, samimi bir gayret versin. Öyle bir muhabbet, öyle bir samimiyet, öyle bir gayret versin ki önümüze dağ çıksa delelim, deniz çıksa yürüyüp gidelim bizi hiçbir engel yıldırmasın.

Taki sonu vuslat sonu kavuşma olsun…

 

Yazar: İrfan Aydın

 

Perşembe, 01 Kasım 2018 00:03

Allah (cc) Kulunu Günahlardan Kıskanır -2

Allah cc Kulunu Günahlardan Kıskanır 2

Allah (cc) Kulunu Günahlardan Kıskanır -2 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

Allah (cc) Kulunu Günahlardan Kıskanır -2

 

İkinci hadisimizde geçen “fevâhiş” kelimesi, gerek söz ve gerekse fiille icra edilen her çeşit çirkin iştir. Allah’ın haram kıldığı bütün çirkinlikler bu kelimenin sınırlarına dâhildir. Hadis-i şerifteki, “Kötülüklerin açığını da gizlisini de haram kılmıştır.” ifadesi şu ayet-i kerimelere telmihte bulunmaktadır: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin! Sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” (En’âm 6/151)

Yüce Rabbimiz (cc) burada, “Kötülüklerin açığını da gizlisini de yapmayın” yerine “Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın” buyuruyor, yani bırakın yapmayı, yanına bile yaklaşmamızı istemiyor. Bu da, Allah Teala’nın kullarını haramlardan ne derece kıskandığını açıkça ortaya koyan nüktelerden biridir.

Cenâbı Hak, Kur’an-ı Kerim’de helâl, hoş ve temiz şeylerden istifade etmeyi kullarına serbest bırakmış ve bunları yasaklamak isteyenleri azarlamıştır. Sonra da, kendisinin insanların faydasına olan şeyleri yasaklamayıp sadece zararlı şeyleri haram kıldığına işaret ederek şöyle buyurmuştur: “De ki: Rabbim açığıyla, gizlisiyle tüm çirkinlik ve hayâsızlıkları, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (Araf 7/33)

Cenâbı Hak, kullarını günahlardan şiddetle kıskanmasına rağmen onları hemen cezalandırmaz. Tevbe ederek istikâmet kazanmaları için mühlet verir. Buna aldanarak günahlara iyice dalmak ise, büyük bir ahmaklık ve hüsran sebebidir.

Ayeti kerimede şöyle buyrulur: “Eğer Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryü-zünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirlenmiş bir vakte geciktirir. Vakitleri gelince de Allah muhakkak ki kullarını görücü, gereğini yapıcıdır.” (Fâtır 35/45)

Ancak Cenâbı Hak, günahkârların gafletten uya-narak kendilerine gelmesi veya ahiretteki cezalarının hafiflemesi için dünyada muhtelif musibetler de verebilir. Bunlar herkes için aynı olmayıp, farklı farklı ikazlar hâlinde gelebilir. Mesela bunlardan biri rızkın azaltılmasıdır.

Üçüncü hadisimizde, Rasulullah, kişinin günahları sebebiyle, bazı rızıklardan mahrum bırakılacağını haber vermektedir. Takdir edilen rızık kendisine ulaşsa bile, günahı sebebiyle bir yolla elinden çıkar ve ondan istifade edemez. Nitekim Kalem Suresi’nde anlatılan bahçe sahipleri, fakirlerin hakkını vermeden gizlice mahsulleri toplamak istediklerinde, bahçeleri büyük bir afete maruz kalmış ve simsiyah kesilivermişti. (Kalem 68/17-33) Cenâbı Hak bu hâdiseyi bizlere ibret olması için uzun uzun anlattıktan sonra sözü şöyle bitirir: “İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!” (Kalem 68/33)

Üçüncü hadisin devamında iyiliklerin ömrü artıracağı da bildiril-mektedir. Hadis alimleri iyiliklerin başına, akraba ile güzel münasebetleri devam ettirmeyi koyarlar. Ömrün uzamasından kastın da, hayırlı ve salih amellerle bereketlenmesi olduğunu söylerler. Hayır ve iyilik eden kişi, kısa bile olsa ömründen bol bol istifade eder. Tabi bu bereketlenme ve manevi istifade, ebedi âlemin selameti için son derece ehemmiyet arz etmektedir. Bunun yanında meleğin bildiği muallak kaderin değişerek insan ömrünün gerçekten uzadığını kabul edenler de vardır. Çünkü Allah (cc) Levh-i Mahfûz’dan dilediğini siler, dilediğini olduğu gibi bırakır.

Duanın kaderi geri çevirmesi de aynı şekilde anlaşılmıştır. Dua etmek belâların uzaklaştırılmasına ve ilahi rahmetin celbedilmesine sebeptir. Bu da kader cümlesindendir.

Günahların, ikaz mahiyetindeki acil cezasını gösteren bir hâdiseyi Hz. Ali (ra) şöyle anlatır: Rasulullah (sav) zamanında Medine sokaklarından birinde yürümekte olan bir adam, yine yolda yürümekte olan bir kadına baktı. Şeytan her ikisine de vesvese verip birbirlerine beğenen bir nazarla baktıklarını düşündürdü. Onlar böyle birbirlerine bakarken adamın karşısına aniden bir duvar çıkıverdi. Adam duvara çarptı ve burnu yarılıp kanamaya başladı. O anda nasıl bir suç işlediğinin farkına varan adam: “Vallahi Peygamber Efendimiz’e gidip ne olduğunu anlatmadan bu yaranın çaresine bakmayacağım ve kanı da silmeyeceğim!” dedi. Peygamber Efendi-miz’e (sav) gelerek olup bitenleri anlattı.Allah Rasulü (sav): “İşte bu, işlediğin günahın cezasıdır.” buyurdu.

Bu hadise üzerine Allah Teala (cc) şu ayeti kerimeyi indirdi: “(Rasulüm!) Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduğu her şeyden haberdardır.” (Nûr 24/30) Dolayısıyla günahlardan tam bir hassasiyetle sakınmak ve Allah’a (cc) iltica etmek zaruridir.

Rasulullah (sav) bu hususta ümmetine örnek olarak Cenâbı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Senin rahmetini kazandıracak, mağfiretini sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan selâmette kalmayı, bütün hayır, iyilik ve taatleri işlemeyi, cennete kavuşup yardımınla cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyaz ediyorum!”

Amin, velhamdülillahi Rabbil alemin.

 

KAYNAKÇA:

Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Murat Kaya, Erkam Yayınları, İstanbul, 2007
Feyzü’l Furkan Kur’an-ı Kerim ve Meali, Hasan Tahsin Feyizli, Server İletişim, İstanbul, 2007

 

Yazar:  Şeb-i Vuslat

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort