JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Cuma 2  “ Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler”

Demek ki Rabbimiz toplumun kendi yapısı içerisinden kendi erini seçiyor. Hiç bir gruba, topluma dışarıdan lider, önder ihraç etmiyor. Toplumu getirmek istediği seviyeyi kendi seçip yetiştirdiği resulleri eliyle icra ediyor. Allah seçiyor, yetiştiriyor ve gönderiyor. Kadim sünnet,usul demek ki böyle işliyor.

Tevbe 128. “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”

Her ümmete kendinden, kendi dilini, örfünü, âdetini bilen birisidir o toplumun içinden seçilen resul. O zaman yapılması gereken Allah’ımızın bu seçip gönderme işinin kiminle devam ettiğini iyi takip etmek olmalıdır. Kim temizlenmek isterse seçileni arayıp bulması gerekir. Kim kitabı ve hikmeti öğrenmek isterse içimizden olan, bizden olan resulü bulması ve itaat etmesi gerekir. Bu sünnetullahtır.
O günkü toplum ümmiler olarak tarif edilmiştir. Ümmi bu gün kitaptan habersiz, okuması yazması olmayan anlamında bilinmektedir. Bu mana ümmi kelimesinden türeyen Peygamber Efendimizi, ashabını, ümmetini ifade eden kavramlara baktığımızda en uygun olmayan bir açıklama olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mekke ümm-ül kura yani karyelerin anası demektir. El-üm ana demektir. Doğurgan, üretken demektir. Ümmet bir hedef, kişi, olgu etrafında toplanan, birleşen toplum anlamına gelmektedir. El-İmam lider, önder anlamına gelmektedir. El-Üm kelimesinden türeyen bu anlamlar yani öz, sade, duru, ana, hedefle birleşen topluluk, imamet bu bahsedilen topluluğu Rabbimizin övmesi mi yoksa yermesi mi olduğu hakkında ciddi düşüncelere sevk etmektedir. Gerçi Rabbimiz bir durum tespiti yapmaktadır. Ümmiler buyurmaktadır. Bizler bu ifadeden bozulmamış, doğurgan özellikleri olan, insanlara liderlik, önderlik yapacak yapıları bulunan bir şahsın etrafında toplanmaya meyilli bir yapıları bulunan tarzında açıklamayı daha uygun buluyoruz.

Secde 24 ”Ve içlerinden öncül imamlar yetiştirmiştik ki sabrettiklerinde emrimizle hidayet ediyorlardı ve âyetlerimize yakîn ile sarılmışlardı”

Enbiya 73 “ …Ve hepsini emrimizle yol gösteren imamlar ettik…”
Kendisinin yetiştirdiği insanlara Rabbimiz imam buyurmaktadır ve ümmiler arasından seçmiştir.

Al-i İmran 110 “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücuda geldiniz, ma'rufu emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allah’a inanır iman getirirsiniz, Ehli kitab da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır”

Kendisinin en hayırlı topluluk diye buyurduğu topluluğa ümmet demiştir ki ümmilerin birliğinden olmuştur.

Rabbimiz insanın yaratılmasına başladığı meniye adi bir su demiş ve insanı nerelerden alıp nerelere getirdiğini zahir bir derlendirmeye göre misallendirmiş kendisini övmüştür. Fakat biz bugün o meniyi oluşturan spermi ve o sperm içindeki DNA’da insanın bütün kotları olduğu biliyoruz. Hayret içinde seyrediyoruz.

Bunun gibi ümmi kelimesini de insanlığa yeni bir çığır açacak özelliklerin çoğunu kendisinde bulunduran bir kavram olarak anlıyoruz. Bu çağımızda en ihtiyaç duyduğumuz ne varsa hep bu kelimenin türemesi, doğurmasıyla karşılanacağına inanıyoruz. Ana gibi imamlara ihtiyacımız yok mu? Birlik ve beraberliğimize yani ümmet oluşumuza ihtiyacımız yok mu?

..üzerlerine onun âyetlerini okuyor..

Ayet sahibini tanıtan, bildiren eser, işaret demektir. Tilavet ise bir şeyi araya başka hiçbir şeyin girmesi izin vermeden takip etmek, izini sürmek anlamına gelir. Daha sonra sizlere kitabı ve hikmeti öğretir buyurduğuna göre buradaki ayetler ve tilavetinden ne anlamamız gerekir?

Necm-17 “Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da.”

Necm-18 ”Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyâtından en büyüğünü gördü!”

Ayetler sadece kitapta yoktur. Kâinat bütün olarak ayetlerle donatılmıştır. İnsanın kendisi de ayet-el kübradır.Necm Suresi’nde Peygamber Efendimiz Rabbinin ayetlerinin en büyüğünü gördüğünü ve görmesinde de herhangi bir eksiklik olmadığını aktarmaktadır. İşte kâinatı oluşturan, insanı oluşturan ayetleri tilavet eder. Yani takip edip, nasıl izleneceklerini, nasıl anlaşılacaklarını öğretir. Rabbinin kendisinden başkasına göstermediği ayet- el kübrayı ümmetine nasıl anlayacağını, nasıl izleyeceğini gösterir demektir.

Müfessirlerimiz bu ayet-i kerimeyi açıklarken ayat-el Kübra hakikat-i Muhammedidir diye yazmıştır. O kendi hakikatini, Rabbi katındaki kadr-ü kıymetini gördü diye açıklamıştır.

Yani kendini nasıl izleyeceğinizi, nasıl takip edebileceğinizi sizlere öğretir.

Demek ki ilk işimiz bizlere gönderilen Resulün kıymeti bilmektir. O’nu tanımaktır.
…onları temize çıkarıp parlatıyor…
Müddesir 4 “Ve elbiseni artık temizle”

Müfessirler elbiseyi ashab olarak açıklamışlardır.

Hud 112 “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”

Seninle beraber olanlarla müstakim ol nasıl ashabını da müstakim kıl demekse, elbiseni temizle emri şerif-i de dostlarını, yarânını, yoldaşlarını temizle demektir.

Demek ki temizlenmek bizim kendi kendimize yapabileceğimiz bir olgu değil. Temizlik Allah’ın seçip, yetiştirip, gönderdiği şahs-ı ekberlerin işidir. Müşrikler necis ( kirli, pis) olarak tanımlanmıştır. Demek ki kirlilik aslında zihinde ve kalpte olur. Temizliğin ilk adımı ayetleri tilavet edildiğinde işittik ve itaat ettik demektir. Resulün kadr- ü kıymetini bilip ayetleri ondan dinlemeye başlamaktır. Onun gözüyle her şeye bakma özelliğine sahip olmaktır.
…kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor…

Bu gün kitapla, hikmetle birebir muhataplık aranıyor. Resulün öğreticiliği aradan kaldırılmak istenmektedir. Öğretmiş ve göçmüştür edepsiz bakışı, değerlendirişiyle bugünün cüce insanları kitap ve hikmetle birebir muhatabız demektedirler. Allah sizi seçmedi Onları seçti. İnsanın diyesi geliyor ki ağırınıza mı gitti?

Al-i İmran 118 “…Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür…”
Kitap ve hikmet Peygamberin öğreticiliği ile alınabilir, anlaşılabilir. Allah’ımız kendi kitabını ve hikmetini kullarına peygamberiyle öğretir.

Kitap yazılı metin olarak algılanmaktadır, fakat Kuran bizlere kitabın sinelerde olduğunu bildirmektedir.

Ankebut 49 “Hayır, o (Kur'an, Kitap), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder.”

Hem de apaçık ayetler halinde. İlim sahiplerinin sinelerindeki ayetler müteşabih de değildir. Sinelere nasıl yazılmışsa, sinelere nasıl nüzul etmişse işte yine öyle sinelerden sinelere inikâs ederek aktarılır. Kuran’ın alınma yeri bir inşiraha uğramış göğüstür. Alınma şekli ise göğüsten göğüsedir.

Kuran bize aslını levh-i mahfuz olarak bildirmektedir.
Zuhruf 4 “O, katımızda bulunan Ana Kitap'ta (levh-i mahfuzda) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.”

Hace Hazretleri “Levh-i mahfuz Peygamber Efendimizin kalb-i şerifleridir” diye buyurmuşlardır.

İşte kitab ve hikmet bu yollarla alınır. Bu usul şimdi de bu şekilde devam etmektedir.
“…halbuki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler.”

Resul gelmeden önce, temizlenmeden önce, kitap ve hikmetle tanışmadan önce… Hidayet yolunun başlaması resul yollanmasıdır. Resul gönderilmeyen bir kavim iman ile mükellef değildir. Resulden öncesi dalalettir. Yani hep yanlış yollar vardır. Yanlış işler vardır.

Demek ki risalet insanlığı dalaletten kurtarır. İnsanlık resulün irşadıyla kendine gelir. Ayetlerle, temizlikle, kitab ve hikmetle buluşur.

Cuma 3 “(Peygamberi) müminlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da göndermiştir. O, azîzdir, hakîmdir.”

Rabbimizin sünneti, değişmez tutumu insanlara Resul yollamasıdır. Bugün peygamberlik müessesesinin hatm oluşu yani bir peygamber daha gelmeyeceği düşüncesi, anlayışı bu kadim sünnetin son bulduğunun ilanını da içinde barındırmaktadır. Nübüvvetin Peygamber aleyhisselamla son bulması, Ondan sonra hiçbir kimsenin peygamber olarak gönderilmeyeceği şeklinde anlaşılmaktatır. Bu anlayış Kuranın açık naslarına uygun görülmektedir. Yeni nesillere insanlığın Rabbimizin uyguladığı Resul gönderme fiili uygulanmayacak bir daha bir peygamber gelmeyecekse yeni nesiller bu muazzam avantaj ve rahmetten mahrumu kalmış olmayacak mıdır?

..müminlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara..

Kıyamete kadar gelecek tüm insanlara gönderilen bir resul bu büyük sorun ve çelişkiyi çözmüştür. Ayet-i kerimede resule katılmaktan söz edilmektedir. Peki, resule katılmak nasıl gerçekleşir. Resulün devamlılığı neyle ve nasıl sağlanmaktadır.

Şuara-83 “Yarab, bana bir huküm ıhsan et ve beni sâlihine ilhak buyur”

İbrahim peygamberin ilhak olmak, katılmak istediği zümre salihlerdir.

Yusuf-101 «Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına ilhak et!»

Yusuf peygamberin ilhak olmak, katılmak istediği zümre salihlerdir.

Nisa -69 “Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”

Allah’ımızın ne güzel arkadaştırlar buyurduğu, nimet verdiği diye buyurduğu zümre salihlerdir. Salihler her namazımızda   “bizleri nimet verdiklerinin yoluna ilet” diye Rabbimize yalvardığımız zümredir.

İşte Peygamberimize katılmanın yolu Hazret-i İbrahim, Hazret-i Yusuf’un Rablerine niyazlarındaki katılmak istedikleri o en güzel arkadaşlar olan salihlerdir. Kim Salihleri bulur ve onlara ittiba ederse resule katılmıştır. Salihlere varan risaletin eğitimine girmiş dalaletten kurtulmuştur vesselam.

Haydi, risalete, haydi Salihlere…

“Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik; Kuddûs; Azîz; Hakîm olan Allah'ı tesbih eder.” (Cuma, 1)

Tesbih, eserin sanatkârını mükemmel şekilde göstermesidir. Tenzih, sanatkârın eserinin gösteremediği yönlerini açığa vurmasıdır. Noksanlıklar eserin kendisini tenzih etmesini gerektirirken, eserin ayet oluşu, yani sanatkârını gösterebilmesinin yüksekliği sanatkârını eserinden izleyebilmemizi sağlar.

Bir eserin ayet oluşu, eserin sanatkârını tam manasıyla göstermesini ifade eder. Bundan dolayı âlemlerin tümünde tenzihi sadece insan yapabilir fakat tenzihi sadece kendisine yapabilir. Çünkü insanın dışındaki tüm varlıklar Allah’ı sıfat, isim ve fiilleriyle gösterirken sadece insan Allah’ın Zât tecellisine mazhardır. Zât tecellisi, mazhar-ı tam ve izhar-ı tam olarak sadece Efendimiz Aleyhisselam’da gözükmüştür. Efendimiz de; “Allah’ım Ben seni hakkıyla bilemedim.” diyerek Rabbi’ne, Zâtı’nın karşısında acziyetini dile getirmiştir.

Tenzih eserin sanatkârı gösteremediği yönlerini, alanlarını itiraf edip bu yön ve alanlarının düzeltilmesi için gayret göstermesi iken; tesbih eserin sanatkârını gösterebilme kapasitesini gösterir. İşte göklerdeki (maddi ve manevi) ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih eder, yani Allah’a yoldurlar. Mükemmeli mükemmel gösterirler demektir. Çünkü Rableri’ne mutidirler. Rableri’nin tasarrufundan çıkmazlar. Âleme; “İsteyerek ya da istemeyerek boyun eğin!” buyrulmuştur. Fakat insan Allah’ın muradıdır. İnsanı ise Allah istemiştir.

Kelime olarak “sebbeha” fiili; “ Suda ya da havada, süratle geçip gitmek” anlamına gelir. Zeminin, konumun üzerinde ya da içinde yapılacak işe hiçbir engel çıkarmamasını anlatır. Suda süratle geçip gitmeye su engel olmaz. Hava engel olmaz. Fakat toprak engel olur. İşte yapılacak işleme kolaylık sağlamak, işin engelsiz ilerlemesi için uygun olmak hep tesbihin anlamı içerisine girer. Bütün âlem Allah’ın yapmak istediği her şeye böyle müsaittir. Zorluk çıkarmaz, yol olur.

Bir başka anlamı “Bir çalışmaya, işe süratle gitme/koşma”dır. Allah’ı tesbih etmek; “Yüce Allah’a ibadete süratle gitme, koşma” anlamına gelir.

İşte yerdeki ve göklerdeki her şey Rableri’nin emirlerine hayranlıkla, huşu ile koşarlar. Emirine amadedirler.

Hulâsa, esere bakıldığında sanatkâr gözüküyorsa orada tesbih var demektir. Eser sanatkârını sanatkârının dilinden anlatabiliyorsa, tanıtabiliyorsa orada tesbih var demektir. Vahy-i İlâhi sanatkârın dili değil midir?

Sanatkâr kendini eserinde görmek dilerse o eser her zaman tesbih üzere inşa edilir. Fakat eserin mahluk ya da beşer oluşu kusuru, eksikliği de gerektirir. İşte bu kusur ve eksiklikten dolayı sanatkârı tam gösteremeyeceğinden eserin kendisini bu kusur ve eksikliklerden temizlemesi, arındırması gerekmektedir. Bu arındırma işlemine ise tenzih denir.

Allahü Teâlâ’nın Bâyezid-i Bestamî’ye “Sen kendini tenzih et!” buyurmasının nedeni bu olsa gerektir. Sanatkâr eserini anlatırken yapılışının mükemmelliğini dile getirir.

“Bakmazlar mı üstlerindeki göğe? Nasıl kurduk onu ve bezedik ve bir yarığı, yırtığı da yok.” (Kaf, 6)

Sanatkâr eserinin mükemmelliğinde bir eksik, kusur, çatlak, yırtık yok demekle yetinmemiş; insanı eksik, gedik bulmaya davet etmiştir. Tıpkı bütün insanları ve cinleri kelamındaki bir sure ya da ayetin benzerini, eşini yapmaya davet edişi gibi.

“Öylesine ki bir biri üstünde olarak yedi kat göğü yaratmıştır; Rahman’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk, aykırılık göremezsin. Artık çevir gözünü de bak, görebilir misin bir yarık, bir çatlak? Gene de gözünü çevir de bir daha, bir daha bak; aradığını bulamaz da gözün, mahrum bir halde sana döner ve yorgundur o, bitkindir.” (Mülk, 3-4)

İşte yaratışta hiçbir uygunsuzluk, aykırılık bulunmayan bir eserdir yerler ve gökler. İşte bu mükemmel var edişte bir uygunsuzluk, çatlak, bozukluk aramaya kalkanın hali, meyus bir şekilde uygunsuzluk arayan gözlerin göğüslere düşmesidir. İşte tesbih, sanatkârın kendi sanatının mükemmelliğini dile getirmesi ve eserin bu mükemmelliği göstermesidir.

Tenzihe gelince; “Ve Allah Teâlâ sizin tevbe ederek aff-ı ilâhiye nâiliyetinizi diler. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir meyil ile sapmanızı isterler. Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa 27- 28)

Bizler zaaftan var edildik. Zaafımız tenzihi gerektirir. Peki, bu zaaf tabiatımız ise nasıl kemâli gösterebileceğiz. Allah zengin, biz fakiriz. Veysel Karânî’nin tesbihatında hep bu ikilik vardır. Ya Rabbi! Sen Kâdir’sin, ben acizim. Ya Rab! Sen Âlim’sin, ben cahilim. Ya Rab! Sen yakınsın, ben uzağım gibi.

İşte insan mutlak ihtiyacıyla, mutlak Kâdir’i gösterir. Fıtratı Rabbi’ne aynadır. Fakat Rabbi adına, namına görevliyken ise görevini yerine getirmede Rabbi’nin sıfatlarıyla, ahlakıyla bezenerek görevini yapar.

Rabbi’ne yöneldiğinde kul olmasıyla Rabbi’ni tesbih edecek, hilafeti sebebiyle görevini ifa ederken kendini tevbesiyle tenzih edecek. İnsanın kendini tenzihi Rabbine tevbe etmesidir.

İnsan Allah’ın kendi müdahalesiyle mükemmelleşir. İnsan Allah ile tamamlanırsa tesbih hâsıl olur, İnsan Rabbi’ne yalvarır durur da tenzih açığa çıkar.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“An o zamanı ki Musa, genç arkadaşına, ben demişti, iki denizin kavuştuğu yere dek aradığımı bulmak için durmadan, dinlenmeden,  gideceğim. Yıllarca yürümeyi gerektirse de. Bu uğurda uğraşacağım yahut varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.” (Kehf 60)

Hadise Musa aleyhisselamın Allah’u Tealayı tanımasını arttırmak isteğine Cenâb-ı Hakk’ın Hazret-i Musa’ya bir kulunu işaret etmesiyle başlıyor. Ulul Azim bir Peygamber Allah’ı daha iyi tanımak konu olunca bu bilgiyi edineceği kulun ayağına gidiyor. Allahımız o kulunu Hazret-i Musa’ya yollamıyor. Hazret-i Musa o kulu aramakla mükellef oluyor. Demek ki marifetullah ve muhabbetullah kimsenin müstağni olamadığı bir konudur. Marifetullah ve muhabbetullahta herkes öğrencidir. Allah ile konuşmak O’na olan merakı daha da artırıyor. Demek ki Allah ile ilişkiye girmek O’nun merakını, O’nu tanıma isteğini hatta O’nu görme isteğini   depreştiriyor. O’nu tanımak dert haline geliyor. Bu gayret ve iş ise sürekli bir hale geliyor.

Musa aleyhisselam bu yolculukta yanına bir genç alıyor. Kardeşini ya da kavminden ulu bir kişi değil de yanına bir genç alıyor. Yolculuk sadece kendisini ilgilendiriyor. Böyle olmasına rağmen yol arkadaşı ile yolculuğa çıkıyor. Allah bilgisine sadece kendisi çağrılmışken yolculuğuna genci katıyor. Yolculuğun gereğini yani birlikte yola çıkmayı unutmuyor. Çeşitli meşakkatler onu zorlayabilir. Bunun önlemini yanına genç bir yardımcı alarak çözmeye çalışıyor. Gencin yolu Hazret-i Musa’nın buluşacağı kul ile buluştuğu an bitiyor. Gencin seyri iki deniz buluşana kadar. Burada bizler seyrimizin büyüklerle birlikte yürümek olduğunu anlıyoruz. Hedef onlara ait. Varılacak makam onlara ait. Bizlerin hedefi onlarla beraber yürürken onların rahatlığını temin etmek. Bizim seyrimiz onlarla beraber yürümek. Hâce Hazretleri “Sıratel mustakim büyüklerle beraber yürümektir.” buyurmuşlar ne güzel buyurmuşlar.

İki denizin kavuştuğu yer. Hem bir mekân olarak iki deniz kavuşuyor hem de Hazret-i Musa ile Allah’ın kullarından bir kul olan şahıs birbirlerine kavuşuyor. Demek ki yapılan, gerçekleştirilen işler ile mekânların bir uyumunun olması gerektir. Mekânlar yapılacak, gerçekleştirilecek işlere uygun inşa edilmelidir.

Yola gemileri yakarak çıkılmalıdır. Durma, dinlenme bilmeden yürünmeli, yola devam edilmelidir. Yol düşüncenizi yol arkadaşınıza tamamen açmalısınız. İki kişi    yolculuk yapacaksa ne amaçla ve niçin yolculuk yapacaklarını birbirlerine açıklamalıdır. Amaçları tamamen bilinmelidir. Marifetullah yolculuğuna böyle çıkılır. Mürşid müridine yoldaki durumları ve yol boyunca kendisinin nasıl davranacağını açık ve seçik anlatmalıdır. Hızır bana hiç soru sorma buyuracak Hazreti Musa’ya. Ancak ben sana yönelirde konuş dersem sor buyuracak. Fakat Hazret-i Musa genç yol arkadaşına yola niçin çıktığını, azmini Allah’ın tarif ettiği o kulu bulana dek nasıl bir halet-i ruhiyede olacağını açık ve seçik anlatıyor. Yol arkadaşlığı yapmanın gereğini Hazret-i Musa da yol öğretmenliği yapmanın edebini Hızır’da görüyoruz.

Yola çıkmak her şeyi göze almaktır. “Senelerce sürse bile bir an şevkimi kaybetmeyeceğim buyuruyor” Musa aleyhisselam. Allah bilgisine böyle bir azim ve kararlılıkla varılır. Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olmak böyle bir harf içindir. Muhabbetullah ve marifetullaha ait bir harf içindir.

Bu yüce gayeyi anlattığı ve yol arkadaşı olarak kendini seçtiği şahıs bir genç. Bu gün gençlere Allah’a seyirdeki yerlerinin önemini en iyi gösteren bir büyüğümüzün olması ne kadar da büyük bir nimettir. Bugün gençler hep payanda olarak kullanılmaktadır. Gençlerle yol arkadaşlığı yapılmamaktadır. Hele Allah’a seyirde. Bu bakımdan Hâce Hazretlerinin kıymeti tarif edilemez...

Allah’a geriye dönülmemek kastıyla gidilir. Varamam ihtimalinde de azim ve sebat edilir. Hayat o yolda harcanır.

“İki denizin kavuştuğu yere vardıkları zaman balıkları bütünüyle akıllarından çıktı, balıklarını unutmuşlardı; bu arada, balık denizde canlanarak yolunu bulup bir kanala girmişti.” (Kehf 61)
Yer tespiti taşıdıkları balığın canlanması, hayat bulması. Allah bilgisinin bulunma işareti ölüyü diriltmesidir. Gavs Hazretleri “İsa’nın yaptığı da nedir Şah-ı Hazne ölü kalpleri diriltiyor” buyururken ledün ilmine sahip insanın da öğretmeninin olduğunu vurgulamışlar.” Her bilen üzerinde bir bilen vardır.” ayetini bizlere şerh etmişlerdir.

Ölü hayat buldu fakat yol meşakkatleri, yol arkadaşlığı, yolun, seyrin hoşluğu bu işareti unutturdu. Yola buluşmak için çıktıkları şahsın işaretini unuttular. Demek ki çok büyük amaçlar için bile yola çıkılsa insan şartların, durumların etkisinden ya da kaderinden kurtulamıyor. Azimli olsa, bilinçli olsa bile insan nisyanla malul. Yapılması gereken, yanlışlığı arayı bozacak, ilişkileri kesecek bir tarzda kullanmadan, kalpleri kırmadan doğruya dönmektir. Hayat balığa erdi ama insanın nisyanına varamadı. Hızırın etkisi balığa değdi ama nisyana değemedi. Demek ki mucizeler değil asıl olan. Nisyandan kurtulmak gerek. Bu gün Müslümanların özellikle tarikat ehlinin kerametlere yükledikleri hidayet ya da kurtuluş anlayışının eksikliği burada bir daha açığa çıkıyor. Asıl engel gaflettir. İnsanların büyükler ile, Allah dostlarıyla buluşamamasının asıl nedeni gaflettir. Yoksa ağacı, böceği nasipleniyor ama insan nisyanda önünden gelip geçiyor.

“Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Musa, genç arkadaşına kuşluk yemeğimizi getir dedi, gerçekten de şu yolculuk, yordu bizi.
Adam: ‘Gördün mü? Olacak şey mi, bu!’ dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.
Musa: ‘İşte gözleyip durduğumuz da bu idi ya! İşte aradığımız yer orası’ dedi. Derhal izlerini takip ederek gerisin geri dönüp kayanın yanına vardılar.” (Kehf: 62-63-64 )

Sinirlenmeye en müsait bir ortam yorgunluk, açlık esnasında yapılmış hatanın ifade edilmesi. Edeb hatayı hatırladığında dile getirmek. İşler biraz durulsun. Yemek yensin, biraz uyunsun. Vücut sakinleşsin, dinlensin ondan sonra bahsederiz diye düşünmüyor genç. Çünkü buluşulacak şahıs o esnada gitmiş olabilir. Hadisenin büyüklüğü hatırlandığı anda dile getirmeyi gerektiriyor. Yol arkadaşlığında hedefe, amaca ait yanlışlıkların telafisi hemen, anında, hatırlandığı an yapılmalıdır.

Daha yemek bile yenmemiş ama Musa aleyhisselam “hadi ne bekliyorsun aradığımız zaten bu idi” buyurarak buluşmanın heyecanıyla hiçbir kınamaya girmeden derlenip, toparlanıp geriye yolculuğa başlıyor. Ortam niçin unuttun, bu da unutulur mu? “Biz bu yolu niçin geldik ki diyerek eleştiriye girme vakti değil. Yârin bilgisine sahip kişiye varma vaktidir” buyurarak işe koyuluyor. Allah’a giderken bu letafet olmadan insanlar Allah’a varamaz.

Genç unutmasına sebep şeytanı gösteriyor. Özürün sunulma şekli bizlere gösteriliyor. Demek ki şeytanın unutturmaya çabaladığı hakikat iki denizin buluşmasının, Allah’ın bilinmesinin, Allah’ın daha iyi tanınmasının, marifetullahın yayılmasıdır.”Mürşidi olmayanın müşkili vardır” buyuran Hâce Hazretleri ne güzel buyurmuşlar. Müslümanların bugün müşkülü vardır. Müslümanlık Allah hakkında bilgiye, tanımaya aç insan olarak anlaşılmamaktadır bugün. Müslüman işi bitirmiş insan olarak anlaşılmaktadır. Ulul azim bir peygamber Allah’ı daha iyi tanımak için bir kulun peşine düşmüş iken Müslüman bugün ne haldedir. Müslümanlık Allah’ı tanıma seyri olarak bilinmelidir. Müslüman’ım diyen Allah’ı daha iyi bileni arıyorum demiş olmalıdır. Müslümanlık Allah’ı daha iyi tanıyanı arama kimliği olarak anlaşılmalıdır.

Hazret-i Musa izlerini gerisin geri takip ederek buluşma yerini buluyor. Demek ki geçtikleri yerlerde işaret olacak herhangi bir nesne yok ya da az sayı da. Bu da bir zorlu iz sürme. Ama Musa aleyhisselam da hiçbir şikâyet izi yok. İşte sevgiliye gidiş ahlakı, edebi. Sebepler uğraşılacak nesneler değil. Varsın unutulsun, varsın yanlış yapılsın. Yeter ki Yârin yeri belli olsun. Yârin mekânı bulunsun. Gerisi laf-ü güzaf.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“Hakikat felâh buldu o mü’minler. Ki onlar namazlarında huşûludurlar.” (Mü’minûn; 1-2)

Felah, yarmak anlamına gelir. Bundan dolayı “ekinciye, çiftçiye” fellah denilir. Arzulananı, talep edileni elde etme, kazanma (zafer) ve ihtiyaç duyulana erişme anlamına gelir. “Hayya’al a’l-felah-Yüce Allah’ın namaz sayesinde bizlere bahşettiği kazanca (zafere) geliniz!” demektir.

Müminler imanlarıyla felah buldu ve felah oldu. Maksudlarına, hedeflerine, arzuladıklarına vardılar ve arzulanan oldular. Ezanımızda “Hayya’al a’l-felah-Haydin kurtuluşa” ifadesi huşûlu namazın kurtuluşla bire bir bağının bulunduğunu bizlere bildirir.

Huşû: Zelil, hakir olmak ya da hale gelmek anlamlarına gelir.

Huşûya yine Kitab-ı Kadim’den öğrenmeye çalışırsak;

“Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da; ‘İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır.’ diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler.” (Şûrâ 45)

Azap tamamen gözükmüş, hüküm tamamıyla açığa çıkmış, hüküm verilmiş, iş bitmiş. Şimdi hükmün icra zamanı, ateşe sunuluyorlar. Yapacak hiçbir şey yok. Huşû sahibi olarak gözlerinin ucuyla bakarlar. Büyük bir korku var onlarda. Ne yaptıklarını öğrendiler, neleri kırıp döktüklerini bildiler, büyük bir utanma var onlarda. Gidecekleri yerin korkunçluğu halsiz bırakmış onları. Hor ve hakir bir halde ama meraklı gözlerle… Ne büyük bir zillet bu.

Huşûyu burada büyük bir korku, endişe ile elleri ayakları kilitlenmiş, geçmişlerinin altında ezilmişlik halet-i ruhuyesi olarak anlıyoruz. Hani denir ya; “Elimin, ayağımın kuvveti gitti” İşte öyle içleri boşalmış, yapacak edecek hiç bir güçleri kalmamış, değişmesi imkânsız bir hükümle karşılaşmanın insanı getirdiği durum olarak anlıyoruz.

“Ve O’nun ayetlerindendir ki sen arzı görürsün boynu bükük huşû halinde, derken üzerine suyu indiriverdik mi ihtizaz eder (hareket eder) ve kabarır, şübhe yok ki ona o hayatı veren elbette ölüleri dirilticidir, hakikat o her şeye Kadir’dir.” (Fussilet 39)

Toprak susuzluktan paramparça olmuş. Her yeri susuzluktan çatlamış, bölünmüş bir halde. Toprağın suya olan bu ihtiyacını, Kelamullah; “toprak suya huşû içinde” diye açıklıyor. Hayata tutunmana yarayan nimetlere olan ihtiyacını Kur’ân huşû kavramıyla tanımlıyor. Huşû ihtiyacın şiddetinden kavrulma, paramparça olma ihtiyacın zirvesini ifade eden bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
“O gün insanlar, davetçiye (İsrafil’e) uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Öyle ki Rahman’ın heybetinden, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır.  Bu yüzden, fısıltıdan, hışıltıdan başka bir ses işitemezsin.” (Tâhâ 108)

Sesler huşû içindedir. Rahman’ın heybeti sesleri temkinli hale getirmiştir. Titrektir, izin almadan konuşamaz insan. Büyüklüğün etkisi seste bir saygı oluşturur. Sesin saygısı olmuştur huşû. Kısılmıştır. Rahman’ı izleyen gözler sese huşû verir. Ses fısıltı olur. Ses hışıltı olur. Mahşeri kalabalık sanki tek bir kimse gibi konuşur. Konuşmalar huzuru bozmamak için fısıltıya dönüşür. Ama bu o büyük günde böyledir. O günün dehşeti bağırmaya, çağırmaya yatkındır fakat Rahman’ın heybeti buna izin vermez. Sesler heybetin edebine riayet eder. Hadise ne kadar da büyük olsa da Rahman’ın heybeti çok daha büyüktür.

“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen hak aşkına huşû’ ile coşma, kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 16)

Huşû kalbin eylemidir. Huşûnun yeri kalptir. Allah’ın zikri ve Allah’tan gelen her nimet müminin kalbinde huşû ile karşılanır. Bütün bu zikirlerin, indirmelerin nedeni kalplerin huşû içine girmesidir. Allah’ı zikri terk edenlerin, Allah’tan uzun süre üzerlerine nimet inmeyenlerin başlarına gelen kalplerinin katılaşmasıdır. Fısk kalp katılığından doğan bir haslettir.

Demek ki huşû kalbin hislenmesi, yumuşaması hadisesidir. Titrek bir yürek, heyecanlı bir kalp, ürperen bir gönül Allah’ın kulundan beklediği bir vasıftır.

“Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça, çatlamış olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşir 21)

Dağlar Kur’ân’a huşû ile karşılık verir. Huşû dağları çatlatır, parça parça eder. Demek ki huşû bir nevi depremdir. Bir ağırlın üzerine çökmesinden doğan büyük bir sarsıntıdır. Huşû heybetin ağırlığını hissetmektir. Ağırlığın altında eğilip büzülmek, lime lime bir hale gelmektir.

Hülasa felaha ermek huşû ile mümkün. Arzusuna erenler, vuslata erenler sevgili karşısında yere serilir. Zillet sevgiliyi gördüğüne bir işarettir. Sevgiliyi bu kul gördü, çünkü o mahviyettedir. “Seni seven âşıklar gülmez imiş” der ya şair, ne güzel demiş. Kula kalan gitmeyen, bitmeyen bir firaktan başka nedir ki? Huşû sevgiliyle karşılaşmanın bedelidir. Parça, parça olan bir yürek, yıkılan bir kul heybetten. Namazlarında yıkılırlar heybetinden Allah’larının. Güzelliği utandırır kulu, azameti eritir. Sesi kısılır. Hafî, içinden devam eder konuşma. Rabbi’nin muamelesinden bükülür dizleri, çöker tevazudan mahviyete. Silme yüzü yerde, gözyaşları secdegâhta. Sevinç ile saygı yan yana. Sevda ile layık olmama hissi yan yana. Yakınlık ile farklılık yan yana.

Bugün Müslümanların namazları var, huşûları yok. Bugün Müslümanların Kurân’ları var, huşûları yok… Kısacası Allah’ları var, irtibatları yok. Peygamberleri var araları yok. Kalbleri var zikirleri yok…

Artık Müslümanların Rableri’nden huşû duymaları zamanı gelmedi mi?

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 29 Nisan 2014 15:32

SÖZÜN ÖZÜ: HAZRET-İ İNSAN

Kâinatın gelinidir insan. Nadide güzeli, onur yağdıran asaletidir insan.

Âlemlerin ruhudur. Varlığın secde yeridir. Secdenin yapılacağı en mükemmel mahal kalbidir Hazret-i insanın. Âşıkların kıblegâhıdır.

Âlemlerin tezyinatı insanla yapılmıştır. Âlemin Allah boyasıyla boyanmasına sebep, Allah katının yeryüzüyle buluşmasına nedendir insan. Buluşma yeridir varoluş hikmetini arayan tüm varlık türlerinin.

Allah yazısının yazıldığı nüshadır, nüshaya yazılan yazgıyı yazan kalemdir. Güzelin güzelliğini açmasıdır, yüzündeki nikabı kaldıran mazhar-ı tamdır insan.

Güzelin bitimsiz romanıdır insan. Hikâyesidir, piyesidir. Mankenidir güzelin endamını sergileyen. Allah’ın cezbesi insanı görünce yüklenilir.

İnsan alptır, insan erendir. İnsan alperendir. Erdirendir fakir ile Ganî’yi. Sevdirendir Rab ile köleyi birbirlerine. Rab, hazret-i insana nazar kılar ve tüm insanlık sonsuz bir kredi alır Rab’den. İnsanlık müşahede eder hazret-i insanı sever Rab’lerini.

İnsan eştir dost bekleyenlere, arkadaş arayanlara. İnsan eştir dert anlatmak isteyen, içini dökmek dileyenlere. Kendi dışındakilerin onurudur, izzetidir. Kâinatın değeridir insan.

Özün özü, pişmiş tözü, çıplak evidir insan.
İlâhın yedirip içirdiği, giydirip süslediği nazenin sülünüdür insan. Âlemin güzellik
manzarasıdır.

Kendisine kâfi olmak dileyen Allah’ı olan. Kendisine vekilliği üzerine yazan bir Allah’ı olan. Allah’ı kendisine ne güzel dost ne güzel yardımcı diye zikrettiren Allah’a yakınlığı olan insan.

İnsanın süsü cennet, çürümesi cehennemdir. Özleyeni cennet olan varlıktır insan.


İnsansız âlem gönülsüzlük, insansız evren manasızlık, insansız varlık ruhsuzluk, kısacası insansızlık öksüzlüktür.

Ne yazık ettiler melekler kan dökücü derken!
Ne yazık ettiler melekler yeryüzünün fesatçısı derlerken!

Ne kadar büyük bir kötülük yaptı şeytanlaşırken cinlerden birisi; o topraktan ben ise ateşten diye edepsizleşirken.

Âlemden çekeceği olan insan. Çilesi katığı olan çilekeş. Sevildikçe bela ve musibetler  üzerine yağan garip. Garip geldi garip dönecek olan insan.

Bazen bir damla gözyaşıdır cehennemi korkutan insan. Bazen bir kelam-ı kibar Hak’tan kullarına nefes-i Rahman olan. Bazen bir içli dua, içli bir serzeniş dostunu üzmemek için secde mahallinde insan. Bazen bir arzulu bakış sevgiliye.

Her anı bir sonsuz, her anı bir dehliz.

Varlığın ummanı insan.

Allah’ı sevmenin sebebi, nesnesidir insan.

Allah’ı insana bakmayı bilen sever.

Allah’ı insana bakmayı bilen bilir.

Allah’ı insana hayran olan hamd ile tesbih eder. Allah’a insanına hizmeti tam olan kulluk eder.

İlahi şarap gözlerinde, ilahi cezbe nazarındadır insanın. Sevginin akışı yönelişidir bize insanın.

Bitmeyen hatıradır insan. Allah’ın zikrettiğidir. Zikrettiğini ilan ettiğidir.

İlah nerededir diye arayana yolu gösterendir. Her sorunun cevap anahtarıdır. Allah’ın varlığa ebedi cevabıdır insan. İlahi hazinelerin taşıyıcısı, dağıtıcısıdır insan.

Taha, Yasin, Ayn, Sin, Kaf’tır insan.

Kayıp, kitap değil insandır. Meçhul gerçek değil insandır. Sırrında Allah olan Allah’ın sırrıdır insan. Din kemale erdirilmiştir fakat yabanda kalan insandır. Nurun kemale erdirilmesi sılasıdır insanın. Hazret-i insan Allah’ın kendisi için neler yapabileceğinin göstergesidir. En  kudretli temsildir varlığa. Muazzam kaderin aşkıdır. Buna rağmen bazen yaralı bir ceylan...

İnsan Âdemdir.

İnsan Nuh’tur.

İnsan İbrahim’dir.

İnsan Musa, Harun’dur.

Hazret-i insan, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam’dır.

Ehlibeyttir insan. Ashab-ı kiramdır insan.

Vâris-i tâmdır insan.

Buyrun secdeye, yani itaate, ittibaya...

Ya melek ya da şeytan olmaya...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort