JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

“Allah zatından zatına tecelli etti” ifadesi bütün büyük mutasavvufların insanın varoluşuyla ilgili başlangıç eylemini açıklarken söze getirdikleri bir hakikattir. Kendinden kendine aktarılmada bu aktarılmaya vasıta yine zatıdır. Muhammed Parisa (ks) “Hakikatte zikr, Allah’ın zatıyla zatına tecelli etmesidir; kulun (Mütekellim- kelam edici) ismi haysiyetinden…”

Sevgi Allah’ın zati aktarımı gerçekleştiğinde açığa çıkmıştır. Sevgi külli iradenin sahneye çıkışının takdiridir. İlahi öz ilahi iradedir. Zaten insan demek iradeye mutlak bağlı, iradesinin köklerinin hangi varlıkta yattığını bulan eşref-i mahlûktur. İrade aslına kavuşacak fakat şuur hiçbir zaman kaybolmayacak. İnsanın varlık sahnesine çıkışı Cenabı Hakk’ın kendi iç gündeminin sonucudur. İnsanın varlık sahnesine çıkışı Allah’ın tüm fiil, sıfat, esma ve zatının harekete geçmesine sebeb olmuştur. İnsan Cenabı Hak’tan süzülerek varlık sahnesindeki yerini almıştır.

Hâce Hazretleri (ks): “Cenabı Hak kendi zatından yine kendi zatına tecelli etti. Tecellisini müşahede edince El-vüd ismi (vedüd: sevgi) açığa çıktı. Kibriyası bu tecellinin çoğaltılmasını diledi ve tüm varlığı var etti. Varlık tecellinin aynası oldu. Eğer varlık olmasa idi tecelli yine zatından zatına olacaktı. Zaten bu da kadim bir eylemdir. Vahdet-i vücudun yanılgısı bu kadim eylemi tecellinin değil de zatın çoğalması olarak algılamasıdır.” buyurmuşlardır.

Bize bozulmayan bir geliş yani nisbetle ulaşan ve kalblerdeki hakikatin yansıtılması (in’ikâs)ile aktarılan bu ifadelerin günlük yaşamamızdaki karşılıkları nasıl pratiğe dökülebilir?

Abdulhalık Gücdevâni:“Şeyhlik kapısını kapa, dostluk kapısını aç; halvet kapısını kapa, dostluk kapısını aç!” buyurmuşlardır

Dostluk ve sohbetle... Er-refikul ala (En yüce dosta) ifadesi hayatın sonuç kelimesidir. İnsan hiçbir zaman kapanmayacak kapının önünde durmalıdır.

Hâce Ubeydullah “Bugün bütün kapılar kapanır, yalnız Ebu Bekr’in kapısı açık kalır.” hadisi üzerine:

-Peygamber meclisinin birçok kapısı vardı. Allah’ın Resulü son demlerindeki hastalıklarında, bütün kapıların kapatılıp Hazreti Ebu Bekr’e ait kapının açık bırakılmasını emrettiler. Tahkik ehli bu hususta çok söz söylemişlerdir. Hüküm nisbetleri her nisbetin üzerindedir ve böyle bir günde bütün nisbetlerin kapıları kapanır da muhabbet alakasının kapısı açık kalır. Allah’ götüren ve gayeye erdiren nisbet de aşk ve muhabbetten başkası değildir.

Reşahat sahibi:

-“Hacegan” yolunun çıkış noktası Hazreti Ebu Bekr olduğuna göre onlarında nisbetlerindeki başlıca farika ve şiar aşk ve muhabbettir. Hâce Ubeydullah Taşkendi hazretleri bu noktayı belirttikten sonra  “Bütün dava bu nisbeti kaybetmemektir!” buyurmuşlardır.

Hazreti Ebu Bekr’in temsil ettiği hakikat, aşktır. Bu kapı hiçbir zaman kapanmaz. Aşkın yaşamımızda yüzünü gösterdiği en iyi alanlar dostluklar ve dertleşmelerdir.

Bu zati sevgi nasıl özellikler taşır. Kime uğrar diye sorulursa;

Mevlana Cami “ Zâti muhabbet, bir kimsenin bir kimseyi sevmesi demektir. Lakin sebebini bilmeden sevmek… Bu türlü muhabbet halk içinde çoktur. Allah’a böyle bir muhabbetle bağlanmaya zati sevgi denilir. Muhabbetin bu türlüsü en âlâ olanıdır. Zati muhabbet, lütuf gördükçe sevmek, kahra uğrayınca da sevgiyi zayıflatmak değildir.” buyurmuşlar.

“İslam devletle değil halk ile gelir” buyuran Hâce Hazretleri (ksa) ne güzel ifade etmişler. İslam’ın nereye ekildiğini ve özünün zati sevgi olduğunu ne kadar sade bir dille anlatmışlar. İslamın hâkim olması zati sevginin hâkim olması demektir. Bu da Lailahe illallah ifadesini seni seviyorum diye dillerinde terennüm ettiren bir anlayışın bizlere sunulmasıdır.

Hülasa İslam sadece bir hayat nizamı değildir. İslam varlık sahnesine çıkışımızın sebebi olan sevginin tekrar yeni tecellilerine neden olmasın sağlar. Tecellinin devamını Cenabı Hakk’ın halkın fıtratına yerleştirmiş olduğunu söyleyen Hâcegan uluları dinin halkın irşad edilmesiyle özüne ekilen sevginin açığa çıkarılması olduğunu bizlere öğretmişlerdir.

Allah için yapılabilecek olan da zaten sadece Allah için sevmek ve Allah için sevmemek değil midir?

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 11 Şubat 2014 10:23

SÖZÜ, DUYGU ESİR ALIRSA

Sükûnum sesin, sükûnum anışın beni. Dilim kirli, donuk. Sen isen söylenecek, dilim kaba, kötürüm ey sevgili.

Temizliğim duygun, öte gözlerinde ayan, ellerin ellerimdir; diye sahiplenene temas imkânı.

Güvencem gözyaşların. Uzak düştüm yanıma gel. Geldiğini sezdir. Beni içimden güldür. Sen gelince hep aklıma gelmesin kırıklıklar, yalanlar, kaçamaklar. Sen, dupduru, sade güzel. Hayranın olmak şerefimizdir, helalimizdir.

Göğsünü genişlettiler sanki bize de yer açtılar. Korkuyoruz, irkiliyoruz, ayaklarımız birbirine dolaşıyor. Gönülden yıkığız ey güzellerin kıblesi, ışığı, kaynağı.

Hacer, İsmail ile kime geldi ki? İsmail ayağını nereye sürçtü de zemzem fışkırdı yanık, kavruk kumdan. Âdem niye Kâbe’sini Mekke’ye inşa etti. Herkes sana hizmetini sundu. İsa seni müjdelemedi mi? Herkes seninle Allah’ta yerini buldu. Ey ilham odağı! İlham titriyor sen aklına düştün mü?

Öncelerin seni andı, sonraların seni anlattı. Dönüm anımız, keskin kavşağımız, nadide çiçeğimiz, hayatlarımız sana fedası kadar manalı. Seni övmek yaralar bizi. Edebimiz müsaade etmez buna.

Anamsın, babamsın desem uzaklaştırırım seni. İnsanlık siz teşrif edene kadar Üzeyir’e, İsa’ya Rabbin oğlu dedi. Musa’da mucizeler üstüne mucizeler gördü, İbrahim’de iradeyi seyretti. Sandı ki sınıra geldik. Her peygamber ufuk  üstüne ufuk açtı. İnsanlık sandı ki ufka  geldi. Sen insanın sınırını gösterenler gibi değildin. Sen Allah’ın sınırsızlığını gösterdin. Öncekiler bizlere, Allah’a yolu açtı; Sen Allah’a, bizlere yol açtın. Özlemimiz Senin teşrifinle boyut atladı. Sen’den önceki her şey güzel bir meşguliyet durumuna düştü.

Seni anlamamak insanı anlamamaktır. Senin bulaşmandır başkasını bizlere cazip kılan. Ne kadar da Senin izlerin, kokuların bizlere cazip geldi de hep başkalarının peşinde koşuk. Üzerine titrenen farz senin açılman idi. Sen açıldın mı sana benzemek bize farz oldu. Sana tabi olacak olan bizler seninle hayattayız. Allah niçin ruha azap etmez? Gerçi ruhun bizde mahkûmiyeti ona en büyük azaptır. Ruhunu mahkûm yapana azap isabet eder. Ey âlemlerin Ruhu, ey beni yaşatan güzeller Güzeli! Muazzam, İnsanı ekber Sana imana davet edilmemiz eşrefi mahluk oluşumuzun mesnedidir.

Din seninle bezemesidir âlemlerin Rabbinin bizleri. Seni ne kadar da çok sevmiş. Durmadan çoğaltma gayreti, sürekli şaşırtıyor, hayrete gark ediyor bizleri. İsa’yı ismine müjdeci kılması sonra ümmetine sanki bir hediye olarak tekrar sunması. Önün İsa’nın müjdesi, ümmetinin sonuna yine İsa armağanı. Hepsi hayretten hayrete sürüklüyor   bizleri.

“Yarın kıyamet kopacağını bilseniz elinizde ki hurma fidanını dikin.” buyurman bu zamanın akış hızına ayak uyduramayan, zamanın kaza çocukları olan bizlerin kurtuluş vesikamız oldu. Senin dikmeyi ertelemediğin fidanlar bizler olmayalım sakın. Şefaatin sizler benimsiniz, sizleri nasıl terk ederim, en zor anınız da yardım etme izni Ben’dedir buyurarak bizlere düşkünlüğünü sunmandır. Kardeşlerini özlemen gözlerinde gözyaşına dönüştü. Kardeşlerin gözyaşlarında toprağa ekildi. Fidanlar kardeşlerin olmasın sakın. Hilye-i şerifini kaybettirmeyen Allah gözyaşını kaybettirir mi hiç!

Nefes aldın arz, sema ve içindeki hava kutsandı; toprağa mübarek ayaklarını bastın, toprak sevindi durdu o günden itibaren. Senin nefesini Allah kaybettirir mi hiç? Ulu büyükler hep bir ağızdan buyurmadılar mı “hoş-der-dem” diyerek. Aldığın nefesi izle diye. Kimin nefesini teneffüs ediyorsun diye.

Yüzünü bir yüzde gösteren, özünü bir özde hissettiren, nispetini devam ettiren Hazreti İnsan, rahmeten li’l-âlemin, sirace’l Münir, Resûlü Kerim. Kendini gördüğümüz yüzü yüzün bildik, ellerini elin diye tuttuk, özüne özün diye yöneldik. Seni kendinden saydıklarında tanıdık.

İsmin hangi kapıyı açmaz ki, tırnaklarını gözlerine dolduran ashabına mı hayran kalalım, mezarı bilinmeyen yiğitlerine olan sonsuz sevgine mi?

İslam insanını bulmaktır, sahibine ermektir. İslam Sana benzemenin yoludur tarifini Allah’ın yaptığı. Emirleri Senin bulunduğun,  nehiyleri bulunmadığın yerlerin açıklaması.

İslam Senin tarifin, Senin nasıl yaşamının izharı, Sana nasıl yaklaşacağımızın açılmasıdır. İslam Senin yaşantındır. Yaşarkenki iç durumunun bizlere belli ölçüleştirmelerle aktarılması. Allah Seni ölçü kılmış, adına İslam buyurmuş.

Hac, İbrahim değil midir? Hac, İsmail değil midir? Hac, Hacer değil midir? Oruç sabırsa Eyyûb değil midir? Oruç mahremiyetse, Allah’ın “Seni kendime seçtim” diye buyurduğu Musa değil midir? Namaz miraçsa Hazreti Muhammed değil midir?

Hatemen Nebi, yani nebilerin sonucu. Nebilerin yaşamlarını kendi yaşantısında toplamış olan. Hatem; sonuç, toplam, muhteva, içerik, yekün. Âdem’den beri toparlanan Hazreti İnsan’ın Allah ile yaşanmışlıkları ile Allah’ı razı ettikleri bütün amel, ahlak, duygu ve düşüncelerin toplamı, dinin kemale gelmesi değil midir? Hatem Sensin. İnsanlığın ufku, miracı, yekûnu.

İman Seninle ikili ilişkidir. Seni tanıma seyridir. Sıratel müstakim Seninle birlikte yürümektir. İman; Muhammedî bir inanış, Muhammedî bir yaşayış, Muhammedî bir bakıştır. Hayatı Senin gözünle, gönlünle seyretmektir.

İhsan, imanın kemale gelmesidir. İhsan Senin ile aynileşmektir. Sen tasarrufunla, himmetinle, Sana kendini feda edip, hizmete adayana kendini yazdın. Bağlına kendini ihsan ettin. İhsan Senin kendini bağlına aktarmandır.

Senin kendini en iyi tarifin Ebu Bekir’dir, Senin ikinci gelişin Yakûb-i Sânî. Bizlere Senin tarifini dinlemek, gelişine katılmaktan başka ne düşebilir ki?

Meded  ya Resûl, Meded ya Nebi!

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“Gerçek nedir?” diye hep sorup duruyorum her kırıklık yaşadığımda kendime. Nedir gerçeklik?

Söylediğine bakılırsa “istediğinin olmasına gerçeklik” diyorsun. Gerçek hali hazırımız olsa gerek. Arzu ve isteklerimizin tosladığı alan. Makul olursak gerçek bizlere açılır gibime geliyor. Makuliyeti belirleyen nedir?

Ortak akılı oluşturan bütünlüktür makuliyet. Peki, ortak akıl nasıl oluşur o zaman? Bizde şöyle derler “Akılları karıştırmışlar. Pazarda satmışlar. Herkes gitmiş bir akıl beğenmiş. Akılları karıştıranlar bir de ne görsünler! Herkes kendi aklını beğenmiş.”

Onların, bunların sözleriyle olmaz bu iş. Düşüncenin üretilme usulüyle alakalı benim demek istediğim. Ama neticede bir ortaklık, bir buluşma çokluğu önemli hale gelmiyor mu? Ortak akıl demiyor musun?

Düşünce üretilirse ölçülere ulaşma imkânımız oluşacaktır. Ortak akıl üretilen düşüncelerin hayat ile mutabakatı, uygunluğu neticesi gerçekleşen ölçüleşme sürecinde oluşur. Yasa dediğimiz hayatı anladık, toplumu anladık demektir bir bakıma. Yasa toplumsal mirasın yekûnudur. Toplumun kendini aktarabilme yani tevarüs edebilmesi hayati önem taşıyan bir hadisedir. Tevarüsün olmadığı yerde yaşam hep kırılganlıkların yaşanacağı bir alan olur. Anlam, tevarüsle gelen birikimin yol gösteriliciliği ile gerçekleşir.

Gerçek doğrunun kölesi olursa sükûneti bulacağız o zaman. Doğru tevarüsün çocuğudur. Gerçek hep kaçamaktan olma çocuktur. Meşruiyet doğrudadır. Tevarüsün kalıplaşıp insanı hapis etmesini engelleme olanağını içinde barındırdığından gerçek kale alınmalıdır her zaman. Gerçek kırılmaların zeminidir. Çektiğimiz hep göreceli bir yaşam sürmemizden ileri gelmiyor mu? Bizi izafi yaşam değil de mutlaka itaat mi düze çıkaracak. Mutlak nedir, ne dersin?

Mutlak kayıt altına alınamayandır. Bizim aradığımız özgürlük olabilir bu. İnsan arzusudur ya da hedefi. Öyle değil mi? Gerçeğe gelelim. Gerçek diye verdiğimiz her cevap bilmi oluşturmaz mı? Bilmin göreceli olması bundan değil midir?  Mutlak, bilim doğurabilir mi? Mutlak dini doğurur anladığım kadarıyla.

Sana kısa bir cevap vereyim. Cevabım Müslüman oluş sebebimden olsun. Allah’a çıkmayan yol neye yarar? Güzel arkadaşım. Allah o kadar büyük ki büyüklüğü söylediğim her şeyi yalan yapıyor, eksik kılıyor. İnsan bir yaratıcı olmasına mı şaşıyor yoksa kendi ufkunun, kendi zihni kapasitesinin altında mı eziliyor? İnsan kendinde seyretmesini ne zaman aşar? Hep kendinde seyrediyor da âlemde seyrettiğini mi sanıyor? İnsan kendi sırrında boğulmuş da farkında mı değil yoksa? Sorular üreten akla cevabını veremediğin, bedelini ödeyemeyeceğin soruları gündeme getirmen neye yarar diye haykırmak istiyorum. Soru sormak acziyettir, bir acziyet ifadesidir. Bu açıdan baktığımda sor sora bildiğin kadar da demiyor değilim hani.

İyi bir sailsin. Yani soru sorucusun. Bir nevi dilenci yani.  Peygamberimiz’e Allah’ımız saile kahr etme, ilgilen buyurmuş. Bizler var edilişimizin sailleri değil miyiz? Kapının önünde zihnimiz, kalbimiz, gönlümüzle dilenmiyor muyuz?

Gerçek nerede kaldı o zaman? Dilencinin gerçeği nasıl bilim üretir? Din ile bilim; doğru ile gerçek. Ne zaman aralarında bir rabıta kurulduysa o çağımız saadet çağı olmadı mı bizlere? Gerçek Yaratıcı’nın kırbacı, doğru yani sadakat açtığı kolları gibi. Yaratıcı’nın vicdanı var mıdır? Vicdana seslenmek çok daha insani geliyor bana.

Kendini arayanların, bilemeyenlerin yaratıcıyı sorgulaması ne garip bir çelişki. O’na yol bulma çabası ise gayen bu da affedilebilir belki. Gerçi çelişki ahsenül takvim ( En güzel oran, kıvam ) olan bizlerin tevhide uzaklık ölçümüz olmasın? Bir ilah bir de kul işte sana çelişki. Zıtlık değil bu. İnsan demek yaratıcının artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak demesidir. Açığa çıkan yani zahir olan her an yenilik doğuracak bir varlık. Doğru ve gerçek. İşte sana çelişki. Kâinattaki şeyler müstakil algılanırsa zıtlığın zemini oluşmuş demektir. Allah insanı hak ile yarattı. Hak gerçeğin doğrunun kölesi olduğu yerdir.

Bazen kısıtlılıklarımız bizleri ciddi edepsiz kılıyor. Edepsizliğim arzumun şiddeti, imkânımın darlığından. Özür dilerim hayattan. Aslında tevbe bir yöneliş, bir yaşayış, bir duruş tarzıdır. Hayat tevbeyle yaşanırsa yakınlıklar çıkagelir karşımıza.  Hırçınlığımız arzularımızın sınır tanımaması fakat kendimizin mahdutluğu herhalde.

Tamamen zıddına gideyim ve sorayım. Gerçek, dostluğumuz olmasın sakın? Birbirimizi sevmemiz, kabulümüz, sohbetimiz. Bizler birbirimizin gerçeği olmayalım?

Ben de devam edeyim ve söyleyeyim. Sen olmasan kendime bir yer aramam gerekir diye düşünüyorum. Benim sılam dostumdur. Sen benim yerimsin. Anlaşmamız, uyuşmamız, birlikteliğimiz bizi biz kılan alanlar olsa gerek?

İnsanlığın buluştuğu yer neresidir? Allah ile buluşulan bir yer var mıdır peki?

Baki ile fanin, mutlak ile görecelinin buluşma yeri maksatlarda olabilir ancak. Fakat verdiğim cevap nefsimi sürükleyemiyorsa elim ayağım kilitleniyor. Hayat avuçlarımın içinden kayıyor sanki. Utanıyorum cevap verip de kendimi sürekleyemiyorsam. Cevap seni sürükleyendir, seni senden alan. Seni sana vardıran. Yunus buyurmuş ya; “Bir ben var bende, benden içeri”.

Öyle bir engel çıkardın ki önümüze nasıl konuşacağız şimdi?

Yalvarış ve yakarış niyetiyle konuşalım. Meseleleri çözüme kavuşturma edasıyla değil de dua hedefiyle konuşalım. Zaten duamız olmasa ne bağımız kalır ki?

Dua yaşama tarzımız, duruş usulümüz olmalı o zaman. Kelimeler yönelişlerimizin örtüsü o zaman.

“Fakirin bakışı istemesinden daha fazla yaralar insanı” derler. İnsan olmak Allah’ın bakışına dair ipuçları vermesin bizlere? İnsan Allah’ın bakışıdır. İnsan Allah’ın zevkidir, sevgisidir.

Yine kara delik gibi konuşmaya başladın. Öyle büyük yalanlar vardır ki insanlığı yutabilir. Söylediklerine yalan demiyorum. Tariflerin büyüklüğü mukayese etme imkânımı elimden alıyor. Allah o kadar büyük ki anlaşılamaz. Ancak resûlleri O’nu bizlere makulleştiriyor. İnsanlığın onca ilaha tapması boşuna değil. O kadar büyük yalanlar söylediler ki kimse yalanlayamadı. Resuller olmasa Allah bilinemez. Düşünce dünyamıza misafir olamaz. Gel kendi dünyamıza dönelim.

-Kendi dünyam beni bu hale getirmişken nasıl olurda oradan kurtulmak için çabalamam? Bir de ona dönelim diyorsun.  Böyle yaşamaktan kurtulma ümidim bile bana doğruya, güzele koştuğumu söylüyor sanki.

İnsan her şeyi Allah’a şikâyet etmeli. Şikâyet O’na olursa her şeyden, insan ufuk istiyordur Yaratanı’ndan. Ama aslında kurtulmak istediğin yaşam şeklin değil bence.

İzin ver de buna kendim karar vereyim.

Kendim dediğin nedir? İnsan bir bütündür. Ruh şey-i vahiddir. Birimizin var edilmesi hepimizin var edilmesi iken kendim nedir? Sen kimsin, ben kimim?  O zaman dostluk nedir?  Arkadaş kimdir?  Dost insanın kendisini bulduğu zeminidir. Belki akıl yürütmelerimiz yaşamımızın konforunu geliştirebilir. Fakat sükûnumuz dostluktadır. Bu gelişimin, ilerlemenin hırçınlarını oynamamız boşuna değil.

Arayan için güzel bir anlatı. Ben kaçmaya çalışıyorum. Kendime kaçmayı doğallaştırmışım.

O zaman Allah’a kaç. Arayan için, kaçan için, rahmetten ümidini kesen için, günahları boyunu aşan için… Ne muazzam bir davet bu.

Şimdi gerçekten Allah’ın muhit oluşunu biraz anladım. Bizim muhitimiz yani çevremizdir O.
Deminden beri daldan dala atlayıp konuşuyoruz. İhtiyaçlarımız mı dile geldi, meraklarımız mı dile geldi yoksa arzularımız, isteklerimiz mi bizleri sıkıştırdı, yanaştırdı birbirimize?

Bizim bu konuştuklarımızı hiç dinleyen var mıdır acaba? Bizi kim önemser? Biz kendimizi beğenmezken bizi kim izler?

Hep kendine yer arıyorsun. Bu da kötü değil belki. Ama sana söylenen insanlığın yeri olan dostluk niye bu kadar yabani kalıyor hayatımıza. Kendimizi oyalamak ne kadar da önemli oluyor.

Senin gibi bir arkadaşım olduğu için mutluluk duyuyorum.
Kendini buluyorsun belki de. Zihinsel sorunların çoğu yaşamın pratikleri ile yaşamdaki edimlerimiz, eylemlerimizle sağlıklı hale getirilebilir. Bizler yaralı nesillerin evlatlarıyız. Bunun en iyi zemini yaşamın akışıdır. Zaman her şeyin ilacıdır.

Dedim ya senin gibi bir arkadaşım olduğu için mutluyum. Mutluluğum sensin.

Mutluluk âleme dağılmışlığını toparlaman, teker teker bulman olabilir. Kesinlik Allah’a yakışıyor. Bizlerin kesinliği O’na olan ihtiyacımızdır. Allah’a muhtaç olmak bütün imkânlarımızı seferber etmemizden çok daha önemli bir imkân ve nimettir.

Vallahi ben onu, bunu bilmem. Seninle konuşmak beni rahatlatıyor. Kahve bahane, kahve bahane.

Her kim kendini ararsa dostunu arıyor demektir. Her kim kendinden kaçarsa düşmanına koşuyor demektir. Kendini düşmanınla savaşmakta bulmaya çalışan aslında düşmanından değil kendinden kurtulmak istiyor demektir.

Bana söylemeye çalıştığın bu gerçekler dedim ya sana, beni senin kadar ilgilendirmiyor, cazip gelmiyor. İyi ki sen varsın.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

İman, sevgiyle var olan. İman, sevgiyle gelişip, serpilen. İman, sevginin sınırlarını çizen. İman, sevginin gücünü herkese anlaşılır yapan. İman, sevgiyi sevgilide gösteren. Sevgiliyi sevdiğiyle bulduran. Sevgilinin ne kadar sevdikleri varsa hepsiyle sevgilinin izzetini, gayretini  zedelemeden bizleri buluşturup, kaynaştıran.

İman, sevgilinin sevmediklerini bulup önümüze koyan. Sevmemeyi yine sevgiliden bizlere öğreten. Sevgiliye benzeme yollarını bizlere açan.

Sevgiyle büyüyüp, sevmemeyle kemâle gelen. Sevgilinin kendisini övdüğü yerlere bizleri götüren. Sevgiliye istediği yol arkadaşlığını yapmada yol gösteren, kılavuzluk yapan.

İman, iman ettiğimiz varlığın bizlere tanıtımını yapan. İman ettiğimizle yine onun koşullarında, onun gönlü hoş iken bizi beraber kılacak özellikleri bizlere sağlayan. Neye iman ettiysek onu anlama yoluna girmemizi sağlatan.

İman, iman edilenin bizlere kendisini açmak istediği tarzı, usulü vermesinin adı. İman, iman edilenin bizlere hakim olmasının yolu.

İman etmek, iman ettiğinin eğitimine girmek. Ey iman edenler… eğitime devam edenlere bir okul olan. Mezunlarını mümin eyleyen.
……
Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak imanın neticesidir. Kime iman edersen onunla temayüz edersin. Bir benzeme, aynileşme yoludur iman.

Sevmemek imanın canı değildir belki ama canın hayata devam edebilmesi için şarttır. Sevmemek hayat vermez ama hayatı düşkünlükten, içinden çıkılamaz hale getiren her şeyden korur bizleri. Bugün hayat devam etmektedir fakat kimse yaşama sevincine sahip değil. Hayatın, yaşama sevincinin kendisi sevmemeye muhtaçtır. Sevmemek hukuku işletmek, vicdanı kapatmak demektir. Büyükler, nefis için; “Hukukuna riayet edin fakat huzuzunu (lezzetini, hazzını ) vermeyin.” buyurmuşlardır. Yani nefis, sevmeme sahasıdır. İşte sevmemek salt adalet demektir.

Bütün evliyaullah; “Allahım! Bizlere adaletinle değil, rahmetinle muamelede bulun!” diye dua etmişlerdir. Efendimiz; “Ben de dâhil herkes cennete ancak Allah’ın rahmetiyle girecektir.” buyurmamış mıdır? Sevmemek, rahmetsiz muameledir. Bu, lanetlenme demektir. Şeytan lanetlenmemiş midir? Ama yine hadislerden, Kur’an’dan biliyoruz ki istediği birçok şeyler ona verilmiştir. Diriliş gününe kadar ertelenmesi gibi. Âdem’e cennette yaklaşabilmesi gibi. Her imkân sevgi gösterisi sayılmaz. İşte sevmemek budur. Adil ol ama asla o hususta merhamet etme. Kraldan çok krallık etme. Allah’ın önüne geçme.
İman, bizleri ahlâkı hamide ile değiştirir. Ahlâkı hamide sevilenin özellikleridir. Sevgilinin bir sevdiği vardır. Dillere destan güzelliği olan. Muhteşem, ayete’l-kübra olan. İşte sevilene benzeme, onunla bezenme iman sayesinde gerçekleşir. İmanın insanın içine girmesi, içinde kök salması ahlâkı hamide ile olur.

Ahlâk; “İman gel bana neler eyledi, beni ne kıldı gör!” diye haykırmaktır. Namazı biz kılarız. Ama ahlâkı bizde iman kılar. “Hayâ imandan” değil midir? Kardeşlik, vefa, tevekkül… Her ne varsa Allah tarafından övülmüş, onları içimizde imanla buluruz. Bunların tümüne edeb derler.

Edeb imanın kula yaptığı tesirin kemâle geldiğinin işaretidir. İmanı kemâle gelen kul edeblenmiş kuldur. Şahı Nakşibend; “Tarikat edebden ibarettir.” buyurmamış mıdır?

Hâce Hazretleri “Edeb gönül manzarasıdır.” buyurmuşlardır. Edeb gönlün süsüdür, güzelliğinin görünmesidir. İman bir hammaddedir. İşlenirse edeb, ahlâkı hamide, ameli salih açığa çıkacaktır. İman bir İlâhî hazinedir. Kemâle erdirilirse marifetullah ve muhabbetullah görünür olacaktır.

Edebli insanların toplum hayatına armağanları, salihatlardır. Yani barış amelleridir. Toplumsal barış yani sulh edebin, ahlâkın hâkimiyetiyle gerçekleşir. Silm, yani İslam’ın hâkim olması salih amellerin yapılmasıyla mümkündür. Allah’tan kula uzanan mukaddes el; aşk, iman, ahlâk, salih amel çizgisidir.

Allah’tan alınacaklar imanla alınacak, Allah’a ve topluma sunulacaklar imanın işlenmesi ve kemâle getirilmesiyle sunulacaktır.

İman soyut bir vergi değildir, sanal bir vergi değildir. Allah’ın resûllerinde müşahhas hale gelen İlâhî bir lütuftur.

Hülâsa; Yunus’un burduğu gibi; “Muhammed dindir, imandır bize…”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“Güneşin altında söylenmedik söz kalmadı.” Atasözü
“Yeni şeyler söylemek lazım cancağızım.” Hazreti Mevlana

Şeriat anlaşılmak (ifham)  için konulmuştur.

Hâce Hazretleri “ Sizler Kuran ayetlerine inanç manzumesi diye bakıyorsunuz, biz ise tefekkür malzemesi diye bakıyoruz .” buyurmuşlardır. Bugün Müslüman olmak, ekseni kaydırılmış bir dine-şeraite bağlanma tehlikesini içinde barındırmaktadır. Şeriat Allah’ın anlaşılması için vaaz olunmuşken bugün hâkimiyeti için Müslümanların yardımına muhtaç hale getirilmiş bir hükümler manzumesi durumuna düşürülmüştür. “…Hüküm Allah’ındır.”  vahyi ilahisi yürürlükteki kanunlar olarak tefsir edilmektedir. Yasaların şeraite dönüştürülmesi, hükmün Allah’ın olduğunun kanıtı olarak görülmektedir. Yasaları değiştirme gücünü kendilerinde göremeyen ya da bu tarakta bezi olmayanlar bu vahyi ilahi ehli kitaba inmiştir deyip işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadırlar. Bu ne büyük bir edepsizliktir ki Allah’ın hükmü Müslüman’ın hâkimiyeti neticesi gerçekleşiyor. Bu ne umursamazlıktır ki Allah’ın hükümlerini tarihleştirme ya da özelleştirme yetkisini zayıflar eline alma cüretini gösteriyor. Hüküm Allah’ındır o kadar. Allah bugün her zaman ki gibi Hâkim fakat Müslümanlar mahkûmdur. Allah sadece Müslümanların Rabbi değil, âlemlerin Rabbi’dir. Hükmü, adaleti herkese caridir. Son söz, her işin neticesi, akıbeti Allah’a aittir. Allah’ın dediği olur. Müslüman bunu ne kadar anlarsa Allah’ın kastına katılma imkânını o kadar elde eder.

Fakat bugün anlayış değil şeriatın eksenine hâkim olmak, başa güreşmek anlayışsızlığı getirilmiştir. Zayıf olduğu için de hâkim olmak için mücadeleyi temel yapan bir anlayışsızlıkla karşı karşıyayız. Zayıf olduğu için de ölmek kutsanmış. Ölmeye cihad, ölene şehit denmiştir. Bu bir fakir avuntusudur. Oysa cihattaki kasıt galip gelmektir. Ölmek, yenmek için öldürmeye
gidildiğinden değerlidir. Cihad kazanmak için yapılmalıdır. Bugün cihad ölmek için ya da öldürmek için yapılıyor. Hâce Hazretleri’nin ifadesiyle; “Müslüman ayağa kalktı mı oturmamalıdır.” Strateji Allah dostlarının işidir. Müslüman bireyi aşar. Müslümanlar bugünlere gelene kadar ne kadar çok ayağa kalkıp da oturdular. Her şeyi kör düğüm haline getirdik. Bu düğüm ancak kesilerek çözülür diyoruz şimdi de. Müslüman, Allah’ın yanında değerli olan ne varsa kendini onlara elini uzatma imkânı varmış gibi görüp bir de o kutsiyetleri cahilliğinden eğip bükmeye çalışırsa ne olur. Müslüman Allah’tan korkmazsa münafık nerede, kâfir nerede kalır.

Bireyler ve gruplar arasında gerçekleşen anlaşmazlıkların çözümünde anlaşmazlığın Allah ve Resûlü’ne getirilmesi bir emri ilahidir. Burada insanlar arasındaki husumeti gidermek hedeflerden biriyse de asıl hedef değildir. Asıl hedef çözüm için ortaya konulan kurallar, hükümler çerçevesinde hükmü koyanın hüküm koyma usulüyle kendisini kullarına tanıtmasıdır. Kullarının arasını her zaman sulh etmeye çalışması, kullarının kendisine gönül rahatlığı ile yönelip kulluklarını icra etmesi içindir. Toplum ve birey Allah ve Resûlü’nün tedavi ve çözüm tarzlarıyla selamete ererse Allah ve Resûlü daha iyi tanınmış olacaktır. Çünkü insanın en zor hali çıkmaza girdiği hallerdir. Kimse insanın en zor halinde bana gel demez. Hukuka başvur der. İşte işlerin çıkmaza girdiği, husumetlerin açığa çıktığı, tarafların birbirlerini hedef aldığı böylesine zor bir durumda Allah ve Resûl’ünün bize gelin biz bu zorluğu çözeriz buyurmaları, Allah’ın kullarıyla irtibatını, kullarına yakınlığını, kulları için neleri göze alabildiği gibi birçok sıfatlarını, özelliklerini açığa çıkaracaktır. Şeriat Allah’ın kulları arasındaki muamelelere ilahi müdahalesidir. Bu müdahale ile kendini izhar etmiş olur.

Şeriat istikra yoluyla elde edilen bilgilerden oluşur.

İstikra, tümevarım demektir. Birbirini destekleyen çok sayıda delil bulunduğu zaman kesin bir delalet yani katilik açığa çıkar. Verilerin tümünden o konu ile ilgili sayısız denilebilecek delillerin toplanmasıyla ulaşılan neticeye istikra denilir. Deliller tek tek ele alınırsa hepsi de zan ifade etmekte eşittirler.

İşte bugünkü hastalıklarımızdan biri de budur. Efendim, bu konuda hadis var, şu konuda ayet var denilip birçok hükümler çıkarılmaktadır. Oysa ahkâmı ilahinin kastına, hedefine ulaşabilmek insan emeğinin, çaba ve gayretinin neredeyse tükendiği bir çalışmaya ihtiyaç duyar. Bu gayrete bütün İslam âlimleri içtihat demişlerdir. Bugün içtihat edilmeden hüküm çıkarılmaktadır. İnsanlar kaynaklardan o an ne akıllarına geliyorsa ona hüküm demektedirler. Vicdanı olanlara seslenmek her zaman bir ışık doğmasına vesile olabilir. Bütün vicdanı ölmemiş Müslümanlara sesleniyoruz: Dikkat edin! Kendi beğeni ve zevklerinizin ilahi hükümleri teslim alma çabasına karşı cihad başlatın. Cihadın özü de zaten budur. “Kendi heva ve hevesini ilah edinmeye çalışanı görmüyor musun?” hitabı ilahisi bugün Müslüman gözükenleri ele veren en önemli ölçüdür.

Şatibi’de din-şeriat ayrımını net bir biçimde göremedik. Kanımızca din gibi şeriatın da ilahi olduğu fikrinde gözüküyor. Oysa Hâce Hazretleri dinin ilahi şeriatın beşeri özelliklerde olduğunu buyurmuşlardır. Bizler bu ifadeyi şu şekilde formüle ediyoruz: Dinin kaynakları Kur’an ve sünnet iken şeriat icma ve kıyastan ibarettir. İcma ve kıyasın taban aldığı kaynak tabii ki vahyi ilahidir. Fakat neticede icma toplu görüş, içtihatta bireysel görüştür. Hazreti Âdem’den itibaren değişmezlik gösteren din iken yoruma açık değişim gösteren kısım hep şeriat olmuştur.

Şeriat hem dünyada hem de ahirette kulların maslahatlarının temini amacına yöneliktir. Maslahatlar ve mefsedetler sadece ahiret hayatına yönelik bir dünya hayatının gereklerini temin için dikkate alınmakta; nefislerin arzu ve istekleri doğrultusunda celp ve defi istenilmemektedir.

Bugünkü cari, beşeri hukuktan şeriatı ayıran en önemli yönlerden birisi, dünya hayatını değil, ahiret maslahatlarını baz alarak hüküm çıkarılması olgusudur. İnsan bu âlemde yalnız başına değildir. İnsan bir sürecin içindedir. Sürecin, dünya hayatı kısmındadır. Dünya hayatı, sürecin imtihan yönünü gösterir. Atılacak adımlar ise sürecin tümü hesaba alınarak atılmalıdır. Dünya hayatımızdaki karşılaşacağımız her hadiseye takınacağımız tavır, yaradılış gayemiz çerçevesinde şekillenmelidir. Yaradılışın inkârı için gerçekleştirilen çabalar, bu ekseni ortadan kaldırma neticesini açığa çıkarmaktadır. İnsanın nasıl ki kendi iç âlemindeki bütünlüğü (tevhidi) bugün parçalanmışsa sürecinin bütünlüğü de öyle parçalanmıştır. Batı zihniyeti, her şeyi olabildiğince en küçük parçalarına bölerek tanımaya çalışır. Kesretçidir. Allah’ı da bunun için üçe bölmeye kalkmıştır. Yoksa anlayamaz. Kendisi gibi olan İsa, Allah olmak zorundadır.

Parça içerisindeki hadiseler bütün hesap edilmeden soyutlanarak tek, yalnız ele alınırsa çözüm için yapılan tespitlerin kendisi, hastalıkların kaynağı durumuna gelir. İslam şeraiti buna izin vermez. Kesrette vahdeti savunur. Bir hüküm çıkarılacaksa bu Allah’tan aşağıya doğru bir okumayla gerçekleştirilir.

Hikmet olmadan hüküm olmaz. Hikmet bir düşünce değil, bir sıfattır. Sahibinin kastını gösterir. İnsanlığı yaradılışından koparmak, yaşamını yaratılış gayesine göre şekillendirmesini engellemek, zalimlerin kendi istek ve arzularını gerçekleştireceği en verimli durumun meydana gelmesini sağlar. Zalimlerin istemediği tek şey Allah’tır. Allah kuluna kendi istek ve arzularından sıyrılıp kulu için takdir ettiği nimetlerine kendi gayretiyle katılabilmesi için şeriat imkânını vermiştir. Kul kendinden ne kadar vazgeçerse Allah’tan o nispette kazanmış demektir ki şeriatın maslahat dediği de işte budur.

*İmam Şatibi’nin eseri


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort