JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Asıl adı Hz. Nesîbe binti Ka’b olan annemizin künyesi Hz. Ümmü Ümâre’dir. Annesi Rebab binti Abdullah, babası Ka’b ibni Amr’dır. Medine’li Hazrec Kabilesi’ne mensup olup, Neccaroğulları hanımlarındandır. Hz. Zeyd İbni Asım ile evli olan Hz. Ümmü Ümâre annemizin ondan, Abdullah ve Habîb isminde iki oğlu olur.

Allah Resûlü (sav) insanlık âleminin toprağına İslâm ve iman tohumları serpiyor; Kur’ân ayetleri hikmet çağıltılarıyla akıl ve idrakleri aydınlatıyordu. Mekke semaları İslâm’ın nûruyla aydınlanmaya başlamış, Yesrib’e de bu nûr ulaşmıştı. Birinci akabe biatından sonra Allah Resûlü (sav) Medine’ye, Hz. Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. O ki, ismi okunduğunda dahi yüreğimizi sızlatan, İslâm’ın ilk öğretmeni, imanı için bütün varlığını elinin tersiyle geri çeviren ve Uhud’da şehit olan güzel insan. Kelimeler O’nu anlatırken kifayetsiz kalıyor.

Nûr şehri Medine’de ilâhî davet başlamıştı. Bu davete koşanların başında Hz. Ümmü Ümâre ve eşi Hz. Zeyd ibni Asım vardı. Hz. Mus’ab b. Umeyr (ra)  vasıtasıyla bu nûra kavuşan annemizin hayata bakışı tamamen değişmişti. Gönül kapılarını ilâhî hikmete açan bu mübarek insanların evini, İslâm’ın azamet nûru aydınlatmıştı.

Aradan bir yıl geçti, bu inanmış ve nûrlanmış insanlar Kâbe’yi ziyaret etmek üzere yola çıktılar. Güneşin ateşten okları, taşların sivri dişleri, dağların yol vermez geçitleri onları ilgilendirmiyordu bile. Onlar gece gündüz yola devam ederek, Akabe mevkiine geldiler. Varlığın sebebi Peygamber Efendimiz (sav) bir müddet sonra orayı şereflendirdiler. Medineli Müslümanlar Resûlullah Efendimiz’i (sav) kendi canları ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına dair söz verdiler. Böylelikle annemiz, Peygamber Efendimiz’e (sav) Akabe’de ilk biat eden, Medineli hanım sahabelerden olma şerefine nail oldu.

Hz. Ümmü Ümâre, saadetlerin en yücesine ererek, kervanla birlikte Medine’ye döndü. Artık bütün gayesi Allah’ın (cc) rızası ve Resûlullah’ın (sav) hoşnutluğu olmuştu. Hz. Ümmü Ümâre annemiz bütün vaktini, gayretini, hizmetini, çocuklarının İslâm terbiyesi üzere yetişmesine, çevresindeki insanları Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) davete ve ev işlerine harcamaktaydı. İslâm’ı yaşama konusunda gösterdikleri titizlik ve kararlılıkları, tanıdıkları ve çevrelerindeki başka insanlara tebliğdeki heyecan ve mutlulukları, onları İslâm’ın bir neferi hâline getirmişti. Artık Peygamber Efendimiz’in (sav) kendi memleketlerine hicret etmelerini hasretle beklemekteydiler.

Bu bekleyiş, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in (sav) Medine topraklarına ayak basmasıyla son bulmuştu. Medineli Müslümanlar son dinin son Peygamberi’ne (sav), vahyin kaynağına kavuşmuş oldular. Hepsinin gönlünde büyük bir sevinç ve mutluluk vardı. Allah Resûlü (sav) Hicaz ülkesinde Yesrib’i yeni dinin davet merkezi yapmıştı. Artık Yesrib, Medine olmuş, Ensar da bundan büyük şeref duymuştu. Müşriklerin zulmünden kurtulan muhacirler, Medine’de güç birliği sağlamışlar ve Bedir’de Mekke müşriklerine karşı ilk zaferi elde etmişlerdi. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Abdullah da genç bir delikanlı olarak Bedir’e katılmıştı.

Hz. Ümmü Ümâre annemiz, eşi ve iki oğlu ile Uhud Savaşı’na katılmış, gösterdikleri fedakârlık ve kahramanlıklar tarihe altın harflerle yazılmıştır. Yaşanan bu unutulmaz anları mücâhide annemiz şöyle anlatıyor: “Halk ne yapıyor bir bakayım deyip, gündüzün başlangıcında Uhud’a gittim. Yanımda, içinde su bulunan bir kırba vardı. O sırada Resûlullah (sav) bazı sahabeler arasında bulunuyordu. Zafer ve galebe Müslümanlarda idi. Müslümanlar bozulunca Resûlullah’ın yanına varıp düşmanı oradan kılıçla ve okla defetmeye çalıştım, yaralandım. Müslümanlar Resûlullah’ın (sav) yanından uzaklaşmışlar, yanında on kişi bile kalmamıştı. Resûlullah’ın (sav) önünde ben, oğullarım ve kocam birlikte canlı kalkan olduk. Gelen oklara, hücumlara karşı vücudumuzu siper ettik. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) benim yanımda kalkanımın bulunmadığını görünce, ashaptan birine; ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak.’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp, kendimi koruyarak çarpışmaya devam ediyordum. Bize ancak süvariler (atlı asker) yapacaklarını yaptılar. Bir ara müşriklerden bir atlı bana bir kılıç darbesi indirdi. Bende onun atının ayaklarına kılıçla vurunca at arkasının üzerine yıkıldı. Düşmanın yere serildiğini gören Allah Resûlü (sav) oğluma seslendi; ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu! Annene bak! Annene yardıma koş!’ buyurdu. Oğlum bana yardım edince, müşriği öldürdüm. Müslümanların Resûlullah’ın (sav) yanından uzaklaştığını gören azılı müşrik İbni Kaima: ‘Bana Muhammed’i gösterin! Eğer O kurtulursa Ben kurtulamam.’ diyordu. Bunun üzerine ben, sancaktar Hz. Mus’ab b. Umeyr ve Resûlullah’ın (sav) yanında sebat eden bazı sahabiler, Resûlullah’ın (sav) önüne gerildik.”

Evet, savaş olanca hızıyla devam ediyor, müşrikler her yandan saldırıyordu. Bir ara iri yarı azılı müşrik İbni Kamia, Resûlullah’ın (sav) yanına kadar sokuldu. Mübarek yüzünü yaralayıp, iki dişini şehit etti. İşte bu sırada annemiz bütün cesaret ve şecaatiyle bu bedbaht kişiye bir kaç kılıç darbesi savurdu. Fakat düşman iki zırhı üst üste giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. İslâm sancaktarı Hz. Mus’ab b. Umeyr’i de bu azılı müşrik, İbni Kamia şehid etmiştir. İbni Kamia müşriğinin kılıç darbesiyle annemiz omuzundan yaralandı. Peygamber Efendimiz (sav) annemizin yaralandığını görünce oğlu Abdullah’a: “Annenin yarasını sar!” buyurdu. Sonra bu bahtiyar aileye şu müjdeyi verdi; “Ev halkınızı Allah mübarek kılsın, senin ve annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin.” buyurdu. Hz. Ümmü Ümâre annemiz, bu müjdeleri duyunca Efendimiz’e (sav); “Ya Resûlallah! Dua et de cennette sana komşu olalım.” ricasında bulundu. Resûlullah Efendimiz de (sav); “Allah’ım! Bunları, cennette Bana komşu ve arkadaş eyle!” diye dua etti. Hz. Ümmü Ümâre annemiz, bu duayı duyunca çok memnun oldu ve; “Bu bana yeter! Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok.” diyerek sevincini açığa vurdu. Artık yaralarının acısını hissetmez oldu. Peygamber Efendimiz (sav) annemizi cennetle müjdeleyince şehadet arzusuyla coşan aile daha büyük bir aşkla müşrikler üzerine hücum etti.

Bir ara Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Abdullah da sol kolundan yaralandı. Şefkat Peygamberi Efendimiz (sav) ona da; “Yaranı sar!” buyurdu. Bu sefer annesi oğlunun yanına koştu ve yarasını sardı. Sonra oğluna “Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpışmaya devam et” dedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav), annemizin bu sözünü işitince: “Ey Ümmü Ümâre! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” buyurarak iltifatta bulundu. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu hemen ayağa kalktı ve müşriklerle çarpışmaya başladı. Bu arada Hz. Abdullah’ı yaralayan müşrik, Resûlullah’ın (sav) üzerine doğru gelmeye başladı. Onu gören Allah Resûlü (sav) annemize adamı göstererek, “Bu gelen, oğlunu yaralayan kişidir.” buyurdu. Annemiz derhal harekete geçti ve düşmana saldırdı. Bacaklarına indirdiği bir kılıç darbesiyle adamı yere devirdi. Efendimiz (sav) bu manzara karşısında ön dişleri görününceye kadar gülümsedi ve bu kahraman hanım sahabesine “Ey Ümmü Ümâre! Adamı perişan ettin!” iltifatında bulundu ve “Hamd olsun Allah’a ki, düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.” buyurdu.

Peygamber Efendimiz (sav) savaş sonrasında, Hz. Ümmü Ümâre annemizin gösterdiği kahramanlığı ümmetine şöyle duyurdu: “Uhud günü ne zaman sağıma, soluma baksam beni korumak için çarpışan Nesibe’yi görüyordum.” buyurdu. Bu mücâhide annemiz Uhud Savaşı’nda on iki, on üç yerinden yaralanmıştı. Bunların en ağırı, tedavisi bir yıl süren, omzundan aldığı yaraydı.

Peygamber Efendimiz (sav) zaman zaman Hz. Ümmü Ümâre annemizi ve ailesini ziyaret eder, yarasının ne durumda olduğunu sorar ve bir müddet sohbet ederdi. Annemiz ibadetlerini büyük bir titizlikle ve istikrarlı bir şekilde ifa ederdi. Hasta ve yaralı olduğu sıralarda bile nafile ibadetleri ihmal etmemiştir. Çok cesur ve atılgan bir kişiliğe sahip olan annemiz, öğrenmeyi çok seven, soru sormaktan çekinmeyen, bilip gördüklerini genç kuşaklara anlatan, sorgulayan, kendini Allah (cc) ve Resûlü’ne (sav) adamış, son derece ahlâklı bir hanımdı. Allah Resûlü’nden (sav) hadis rivayetinde de bulunmuştur.

Hz. Ümmü Ümâre, Uhud’dan sonra, Hayber, Huneyn Savaşları’na, Ümretü’l-Kaza ve Mekke’nin fethine de katıldı.

Hz. Ebû Bekir (ra) zamanında dinden dönen Müseylemet-ül-Kezzâb, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Habîb İbni Zeyd, Amman’dan Medine’ye dönerken yolda bu sahtekâr ile karşılaştı. Müseyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Hz. Habib, onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit edildi. Bu haber Hz. Ümmü Ümâre’ye ulaştığında, “Elhamdülillah, şehit anası oldum.” diyerek büyük bir metanet örneği gösterdi ve takdire rıza oldu. Onu asıl üzen, peygamberlik iddiasında bulunan bu yalancının hâlâ ortalarda dolaşmasıydı. Hz. Ümmü Ümâre, Müseyleme’nin ölümünü göstermesi için Yüce Allah’a (cc) dua etti.

Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen, Museyleme’ye karşı hazırlanan orduya oğlu Hz. Abdullah ile birlikte katılan annemiz, Yemâme harbinde de büyük kahramanlıklar gösterdi. Müseyleme Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak öldürüldü. Bu savaşta kolunun birini kaybeden annemizle, İslâm ordusunun kumandanı Hz. Hâlid bin Velid (ra) yakından alâkadar oldu, yaralarını sardırdı. Hz. Ebû Bekir Efendimiz de hilâfeti zamanında kendisini evinde ziyaret eder, hâlini, hatırını sorardı.

Hem Allah (cc) yolunda bilfiil çarpışarak hem de din-i mübini tebliğ ederek, gece gündüz çalışarak, cihadın her iki mânâsını da kavramış, gereğini hakkıyla yerine getirmiş olan Hz. Ümmü Ümâre annemiz, o günden günümüze ışık tutan nadide bir İslâm mücahidesidir. Hz. Ömer Efendimiz döneminden sonra Medine’de vefat eden annemizin, Cennetü’l-Bâkî Kabristanı’na defnedildiği rivayet edilmektedir.

Ya Erhame’r-Râhimîn; annemizdeki iman ve gayret ateşinden bir şulenin de bizim gönlümüze düşmesini aşk, şevk ve hasret ile niyaz ediyoruz. (Âmin!)

M. Asım Köksal, İslâm Tarihi 3-4, Işık Yayınları, İstanbul, 2008
Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009
Mustafa Necati Bursalı, Mübarek Hanımlar, Şelale Yayınları, 1990

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Resûlullah Efendimiz’in (sav) baldızı...
Hz. Meymûne annemizin kız kardeşi...
Resûlullah Efendimiz’in (sav) “İmanlı kız kardeşler” diye iltifat buyurduğu, İslam’ın ilk çilekeş hanımlarından…
Hz. Cafer-i Tayyar’ın (ra) hanımı…

Kocası Hz. Cafer (ra) ile birlikte Resûlullah Efendimiz’in (sav) “iki hicret sâhibi” iltifatına mazhar olmuş bir hanım sahabe...

Hz. Esma, Umeys b. Sa’d’ın kızı olup, annesi Hind binti Avf’dır. Mekke’de doğup büyüdü. Dokuz kız kardeşi vardı. Hepsi de Müslüman olmuştu. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) onlara “imanlı kız kardeşler” diye iltifatta bulunurdu. Onların üçü, meşhur sahabelerle evlidir. Hz. Ümmü Fadl ile Hz. Abbas, Hz. Selma ile Hz. Hamza ve Hz. Meymûne annemiz de Peygamber Efendimiz (sav) ile evlenmiştir. Hz. Esma da Hz. Cafer ile nikâhlanmıştı. Hz. Esma annemiz, Mekke’de bulunduğu sırada İslamiyet’i kabul etmiş, Resûl-i Ekrem’in (sav), Erkam’ın (ra) evinde gizli gizli İslamiyet’i tebliğ buyurduğu günlerde bu yüce şerefe ermiştir. Hz. Ali’nin (ra) kardeşi Hz. Cafer (ra) ile evlenen annemiz Mekke’de huzur ve muhabbet dolu mutlu bir aile yuvası kurmuştu. İslam’ın iki genç yüreği bir araya gelince imanlarından taviz vermeden, baskılara aldırış etmeden, hayatlarını sürdürüyorlardı. Birbirlerini yeni girdikleri dinde sebat edebilmek, Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) bağlılık ve itaatte kusur etmemek yolunda destekliyor, uyarıyor ve birbirlerine yardımcı oluyorlardı. Hâl böyle olunca, bütün zorluklar daha kolay aşılıyordu. Hâsılı iki genç, evliliklerinin en saadetli günlerini, bugünün tabiriyle balayında değil, Mekke müşriklerinin zulmü altında geçirdiler. Altı yıl mücadele verdiler. Risalet güneşinin doğuşunun üzerinden altı yıl geçmişti. Henüz çocukları olmayan genç çift Allah Resûlü’nün (sav) buyruğu ile Habeşistan’a hicret edenlerin ikinci kafilesi ile Necaşi’nin yurduna gittiler. Hz. Cafer’in Necaşi ile mükalefeti çok meşhurdur. Bu mükalefeti güvenilir bir kaynaktan okumamız faideli olacaktır. Maddi mahrumiyet ve sıkıntıların hepsine katlanan Hz. Esma (ra) annemiz, İslam’da sebat etmeyi, her türlü maddi varlığa tercih etmiştir. Takriben on üç yıl Habeşistan’da kalan Hz. Cafer ve eşi Hz. Esma’nın, Muhammed, Abdullah ve Avn adında üç erkek çocukları olmuştur.

Hz. Esma, kocası Hz. Cafer ile birlikte hicretin yedinci yılında Allah Resûlü’nün (sav) buyruğu üzere diğer muhacirlerle birlikte Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler. O günlerde Hayber’in fethi tamamlanmış, Müslümanlar bu zaferin sevinci ile coşmuşlardı. Habeşistan’dan gelen muhacirleri gördüklerinde ise en çok sevinen Peygamber Efendimiz (sav) olmuştur. Hz. Cafer’i gözlerinin arasından, alnından öpmüş, kucaklamış, o kadar sevinmişti ki: “Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelmesine mi sevineyim?” buyurmuştur.

Hz. Esma, ahlâkî olgunluğa ermiş, sabırlı, iradesi kuvvetli ve metanet sahibiydi. Uzun yıllar kendi memleketinden uzakta, çileli bir hayat geçirmesine rağmen asla imanından taviz vermedi. Annemiz, yeni şeyler öğrenmeğe de meraklı idi. Bilgilenmeyi sever, etrafı ile ilgilenirdi. Habeşistan’da cenazelerin tabuta konup taşındığını gördü. İlgisini çekti ve nasıl yapıldığını öğrendi. Bu bilgisini, Gül’ün goncası Hz. Fatıma (ra) annemiz ile paylaşmış ve bu uygulama annemizin çok hoşuna gitmişti. Hz. Fatıma (ra) annemiz de cenazesinin bu şekilde taşınmasını vasiyet etmiştir. Hz. Fatıma (ra) annemiz Hz. Esma annemize şöyle duada bulunmuştur: “Sen beni örttüğün gibi Allah da (cc) senin günahlarını örtsün.” Duayı yapan da dua kadar güzel olunca muhatabına gıpta etmemek kaçınılmaz. Bilginin ve öğrenmenin sınırı ve yaşı yoktur. Sevgi samimiyet ve gayretin birlikteliği ile kendimizi sürekli geliştirmeliyiz. Burada Allah Resûlü’nün şu hadisi şerifini zikretmek uygun olacaktır: “Bir günü diğerine eşit olan ziyandadır.” Rabbim imanımızı, sevgimizi, anlayışımızı ve ilmimizi ziyadeleştirsin inşaallah.

Hz. Esma, Peygamber Efendimiz’in (sav) hanımlarını sık sık ziyaret eder, onların sohbetinde bulunurdu. Bir gün Hz. Hafsa annemizin yanında iken Hz. Ömer (ra) geldi. Hz. Esma’ya: “Biz sizi hicrette geçtik.” diye latife yaptı. Hz. Esma da şu mukabelede bulundu: “Hayır, Ya Ömer, öyle değil. Çünkü siz Resûlullah’ın (sav) yanında idiniz. O aç olanlarınızı doyuruyor, cahillerinize de nasihat ediyordu. Fakat bizler Allah (cc) ve Resûlü (sav) uğrunda hicret edip ayrı kalmıştık.” diyerek karşılık verdi. Sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz’e (sav) giderek bu hadiseyi anlattı. Hz. Esma’nın üzüldüğünü fark eden Efendimiz (sav) onu sevindirecek ve gönlünü alacak şu müjdeyi verdi: “Ömer ve arkadaşlarının bir hicreti, sizin ise ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır.” buyurdu. Hz. Esma dünyalara değer bu iltifat karşısında çok duygulandı ve sevincinden gözyaşlarını tutamadı. Annemiz artık “iki hicret sâhibi” lakabıyla anılır oldu.

Hz. Esma annemiz ile Hz. Cafer (ra) çocuklarıyla birlikte muhabbet dolu evlerinde huzurlu bir şekilde hayatlarını devam ettiriyorlardı. Hicretin sekizinci yılıydı, iki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) Rumlar’la savaşmak üzere bir ordu hazırladı. Hz. Zeyd İbni Hârise’yi kumandan tayin etti. O şehit edilirse Hz. Cafer ordunun başına geçecekti. O da şehit düşerse Abdullah ibni Revaha orduyu kumanda edecekti. Ordu hazırlanıp yola çıktı. Hz. Cafer hanımı ile vedalaştı. Çocuklarını kucaklayıp öptü, onları okşadı. Ordu ile beraber Medine’den ayrıldı. İslam ordusu ile Bizanslılar Mute mevkiinde karşılaştı. Düşman, sayı ve silahça çok üstündü. Fakat İslam ordusunun da maneviyat ve moral gücü çok yüksekti. Hepsi şehitlik özlemiyle yola çıkmışlardı. Savaş meydanında çok büyük kahramanlıklar sergilediler. Hz. Zeyd’in şehit olması üzerine sancak artık Hz. Cafer’in elinde idi. Düşmanın kılıç darbeleriyle sağ eli kesildiğinde sancağı sol eline alan Hz. Cafer, harbe devamdan geri kalmadı. Mübarek komutan diğer elinin kesilmesi üzerine sancağı dişlerinin arasına alıp yere düşürmedi ve şehit oluncaya kadar onu korumaya devam etti. Üç komutanın şehit edildiği Mute Savaşı Müslümanların zaferiyle neticelendi. İki Cihan Güneşi Efendimiz ashabı ile Mescitte oturur iken Allah Teâlâ (cc), Habibi’ne (sav) savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Hz. Cafer’in şehit olduğunu, kesilen iki koluna bedel olarak Cenâbı Hakk’ın iki kanat verdiğini ve onlarla cennete uçtuğunu ashabına haber verdi. Bundan sonra Hz. Cafer “Tayyar=uçan” ve “Zülcenâheyn=İki kanatlı” unvanlarıyla anıldı.

Hz. Esma ve çocukları Hz. Cafer’in yolunu gözlüyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) evlerine gitmiş ve durumu kendilerine haber vermek ve teselli etmek istemişti. Hz. Esma, deri tabaklamayı bilirdi ve boş zamanlarında bu işle meşgul olup, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılardı. O gün kırk tane deri tabaklamış, hamur yoğurmuş ve çocuklarının yüzlerini yıkayıp saçlarını taramıştı. Resûlü Ekrem Efendimiz (sav) kapıyı tıklatmış ve kapıyı açan Hz. Cafer’in hanımına: “Ya Esma, Cafer’in çocukları nerede?” buyurmuştu ve annemiz, çocukları Resûlullah’ın (sav) yanına getirdi. Şefkat ve rahmet Peygamberi Efendimiz (sav); çocukları bağrına basıyor ve saçlarını kokluyordu. Onların yüzüne bakarken Resûlullah Efendimiz’in (sav) mübarek gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Hz. Esma; “Ey Allah’ın Resûlü, Cafer’den acı bir haber mi ulaştı?” diye sordu. Resûlullah Efendimiz (sav); “Evet, bu gün o şehit oldu.” buyurdu. Hz. Esma ıstırap içinde feryadı figan ile ağlamaya, dövünmeye başladı. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) onun bu halini hoş karşılamadı ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Sakın ağzından kaba ve uygunsuz sözler kaçırma ve göğsünü de dövme!” buyurdu. Resûlullah Efendimiz (sav) ağlamaya devam eden annemize; “Ağlama ey Esma, Allahu Teâlâ bana Cafer’in cennette iki parlak kanada sahip olduğunu haber verdi.” buyurdu. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) oradan ayrılıp evine gitti. Kızı Hz. Fatıma annemize; “Cafer’in hane halkına yemek hazırlayınız. Onlar kendileriyle meşgul olmaktadır. Yemek yapmaya elleri varmaz.” diye buyurdu. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) üç gün geçtikten sonra tekrar Hz. Cafer’in evine uğradı. Yetim kalan yavruları için Hz. Esma’ya: “Bugünden sonra artık kardeşime ağlama. Bu çocukların geçim ve bakımı hakkında da hiç endişelenme. Dünyada ve ahirette onların velisi benim.” müjdesini verdi.

Hz. Esma, altı ay kadar dul kaldı. İslam davası uğrunda çok çile çekmiş bu hanım sahabeyi Hz. Ebû Bekir (ra) himâyesine almak istedi. O da bu teklifi kabul etti ve nikâhları kıyıldı. Böylece aile kendisine hayırlı bir hami bulmuş oldu, öyleki o, ümmetin içinde Peygamber Efendimiz’den (sav) sonra en hayırlısıydı. Hz. Ebû Bekir’den (ra) Muhammed isminde bir de çocuğu oldu. Hz. Esma, veda haccında da bulunma şerefine nail oldu. Sıddık-ı Ekber Efendimiz ile halifeliği dönemini de kaplayan beş yıl evli kaldıkları rivayet edilmektedir. Hz. Ebû Bekir Efendimiz’in (ra) vefatı üzerine tekrar dul kalan annemiz, ölüm iddetini tamamlamıştı. Hz. Ali (ra), Hz. Cafer’in yetim kalan çocuklarını yetiştirmek için, annemize evlenme teklifinde bulunmuştu. Onlara baba yokluğu çektirmek istemeyen Hz. Esma bu teklifi kabul etti. Hz. Esma’nın, Hz. Ebû Bekir’den doğan çocuğu Muhammed İbni Ebû Bekir üç yaşlarında idi. Muhammed İbni Ebû Bekir kendisini öz babası gibi seven Hz. Ali’nin yanında yetişmiş, onun terbiyesini almıştı. Bu mesut izdivaçtan Yahya ve Avn adını koydukları iki çocukları dünyaya geldi.

Bir gün Hz. Cafer’in oğlu Muhammed İbni Cafer ile Hz. Ebû Bekir’in oğlu Muhammed İbni Ebû Bekir söz yarıştırıyorlardı. Birbirlerine: “Benim babam senin babandan daha üstündü.” diye sözler söyleyip üstünlük yarışına girişmişlerdi. Bu sıra da Hz. Ali Efendimiz Hz. Esma’ya: “Aralarında hükmü sen ver.” dedi. Hz. Esma, Hz. Cafer’in oğluna: “Yavrum! Araplar arasında senin babandan daha faziletli genç birini görmedim.” dedi. Hz. Ebû Bekir’in oğluna dönerek: “Yavrum! Araplar arasında senin babandan daha olgun birisini görmedim.” dedi. Hz. Ali bunun üzerine: “Bize bir şey bırakmadın. Bundan başka bir şey söyleseydin, sana kızardım.” dedi. Gönül almayı çok iyi bilen, kimsenin hatır yükünü omzunda taşımayan annemiz eşine hitaben: “Vallahi Ya Ali! Arap gençleri ve olgunları içinde elden ele, dilden dile dolaştırılacak olan hayırlıların üçüncüsü de hiç şüphesiz sensin”. diyerek eşi Hz. Ali’nin gönlünü almıştır.

Hicretin kırkıncı yılında eşi Hz. Ali’nin şehit edilmesinden kısa bir müddet sonra Hz. Esma annemiz de Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. (Âmin)

Yararlanılan Kaynaklar:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 5-6, Işık Yayınları, İstanbul, 2008
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009
Mustafa Necati Bursalı, Mübarek Hanımlar, Şelale Yayınları, 1990

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

İki cihan serveri Resûlullah Efendimiz’in (sav) kayınvalidesi,

İlim deryasının incisi Hz. Aişe (r.anha) annemizin biricik annesi,

İkinin ikincisi olan Sıddîk-i Ekber Hz. Ebu Bekir’in (ra) hanımı,

İslam’ın ilk günlerinde Müslüman olan hanımlardan...

Ve Resûlullah Efendimiz’in (sav) hakkında: “Kim cennet hurilerinden birine bakmaktan hoşlanırsa Ümmü Ruman’a baksın.” diye buyurduğu bahtiyar bir hanım sahabe…

Hz. Ümmü Ruman künyesiyle meşhur olan annemizin asıl ismi Zeyneb Bint-i Âmir’dir. Babası Âmir b. Uveymir olup Kinane Kabilesi’ndendir. İlk kocası Abdullah İbn-i Hâris el-Ezdî’dir ve ondan Tufeyl adında bir oğlu olmuştur. Mekke’yi çok seven Abdullah İbn-i Hâris ailesini de yanına alarak iman beşiği olan bu kutlu şehre hicret etti. Hâris, Hz. Ebû Bekir’in yakın arkadaşı idi. Hz. Ümmü Ruman’ın bu evliliği uzun sürmedi. Eşi Mekke’ye yerleştikten sonra vefat etti. Hz. Ümmü Rumân Hz. Ebu Bekir ile evlendi. Hz. Abdurrahman ile Hz. Aişe bu anneden dünyaya geldi.

Hz. Ümmü Ruman’ın İslam dinine girişi eşi Hz. Ebu Bekir’in İslamiyet’le müşerref olmasından kısa bir zaman sonra vaki olmuştur. Hz. Ebu Bekir Hak Din’in davetini eşine iletti ve onu da kendisi gibi bir teslimiyet hali içinde buldu. O da hiç bir tereddüte düşmeden teslim olmuştu. Çünkü o Hz. Sıddîk-i Ekber’in hanımıydı. Böylelikle ilk Müslümanlardan olma şerefine nail oldu.

Mekke’nin en sıkıntılı günlerini eşi Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte geçirmiş, her türlü meşakkat ve sıkıntılara birlikte göğüs germişlerdir. Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz İslam’a en fazla hizmet eden aileye hizmet etmiş, ancak kendisini öne çıkarmamış, son derece mütevazı, bir o kadar da kabiliyetli, saliha bir hanımdı. Hz. Ebu Bekir (ra), İslam adına yaptığı mücadeleler sebebiyle zaman zaman babası tarafından tenkit edilse de eşi Hz. Ümmü Ruman her zaman yanında olmuştur. Müşriklerin işkencelerine karşı kocası Hz. Ebu Bekir ile birlikte direndi. Ne büyük bir mükâfat ki onun eşi Hz. Ebu Bekir (ra). Peygamber Efendimiz’in (sav) kendisi için; “Peygamberler müstesna, insanların en faziletlisi” dediği, bir şahsiyetle omuz omuza mücadele veriyor, birbirlerine manevi destek oluyorlar. Hz. Ümmü Ruman, Allah (cc) yolunda karşılaştığı bütün sıkıntılara sabrederek hiçbir zaman halinden şikâyetçi olmadı.

Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebu Bekir’le (ra) İslam’ın yayılması hususunda istişare ederdi. Müslümanların dertlerine birlikte hâl çaresi ararlardı. Zulüm ve işkence gören ashabını kurtarmak için gayret sarf ederdi. Bu sebepten, Peygamber Efendimiz (sav) İslam davetinin başlamasından hicrete kadar Hz. Ebu Bekir’in (ra) evine sık sık gelir, onunla görüşürdü. Hz. Ümmü Ruman, Efendimiz’in (sav) bu geliş gidişiyle evini şereflendirmesinden pek memnun olurdu. İki Cihan Güneşi Efendimiz’e (sav) candan hizmet eder, edep ve hürmette kusur etmemeye çalışırdı.

Hz. Ebu Bekir (ra), Peygamber Efendimiz’le (sav) beraber, ailesinden önce Medine’ye hicret etmişti. Belli bir zaman geçtikten sonra Abdullah b. Urayk’ı, Allah Resûlü’nün (sav) ailesiyle birlikte kendi ailesini de getirmesi için Mekke’ye göndermiş, Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz, bu kutlu yolculuğu Allah Resûlü’nün (sav) ailesiyle birlikte yapmıştır.

Hz. Ümmü Ruman Mekke’de olduğu gibi, Medine-i Münevvere’de de Hz. Ebu Bekir’in İslam uğrundaki çalışmalarında en yakın desteği oluyordu. Eşi ile çok iyi anlaşan Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz eşinden çok şey öğreniyor, onun ikazlarını önemseyerek hatalarından hemen dönüyordu. Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz ibadete düşkün bir hanımdı. Çok namaz kılardı. Bir gün namaz kılarken biraz sallanmıştı. Annemiz şöyle anlatıyor:

“Ebu Bekir, bir gün namazda iken sağa sola meylettiğimi görünce beni uyardı. Bir an şaşırdım, neredeyse namazı bozacaktım. Namazdan sonra bana Resûlullah (sav); ‘Herhangi biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda her tarafın sükûnet içinde olması, namazı tamamlayan şeylerdendir.’ buyuruyor, diyerek beni uyardı.

Allah Resûlü’ne (sav) nişanlı bulunan kızı Hz Aişe’ye, kuracağı yuvanın mükellefiyetlerini öğretmeye gayret sarf ediyor ve O’na karşı ne derece hassas ve dikkatli olması gerektiğini sık sık tekrarlıyordu. Eğitim ve terbiyesi ile yakinen ilgilendi. Onun olgun bir hanımefendi olarak yetişmesi için son derece titiz hareket etti. Hz. Ümmü Ruman, Resûl-i Ekrem’in (sav) kayınvalidesi olma şerefine eriştiği için daima yüce Allah’a (cc) şükreder ve kendini en mesut annelerden biri sayardı. Resûlullah Efendimiz de (sav) annemize karşı müstesna bir hürmet gösterir ve kayınvalidesine, evladın annesine göstereceği saygıyı izhar ederdi.

Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz İslamiyet’in çizdiği yolda, iman, teslimiyet ve güzel ahlâkla ziynetlendirdiği yaşantısıyla, döneminin, günümüzün ve yarının hanımlarına kıyamete kadar güzel bir örnek teşkil etmiştir ve edecektir. Metanet sahibi, olgun ve oturaklı bir hanımefendi idi. O, iyi bir eş iyi bir anne ve son dinin mümtaz neferlerindendir.

Hz. Ümmü Ruman’ın en büyük imtihanlarından biri ifk (iftira) hadisesinde oldu. Hz. Aişe’ye Allah Resûlü (sav) tarafından gösterilen sevgi ve ilgi, Hz. Ümmü Ruman’ın vakar ve şükrünü artırdı. Bunun Allah’ın dilemesi ve inayetiyle olduğunu biliyordu. Bu akrabalıktan kaynaklanan mutluluğu ifk hadisesi, gölgeledi. Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz, kızının bu çirkin iftiradan aklanması, yaşadıkları sıkıntının bir an evvel son bulması için sürekli Allah’a (cc) dua ediyordu. Bir ay süren bu zorlu imtihan sürecinde kızının yanında olarak, ona destek oldu. Büyük bir sabır ve metanetle kızının temize çıkmasını bekledi. Sinirleri altüst eden bu uzun süreçte ne Resûlullah’a (sav) ne de herhangi bir Müslümana karşı tavır alarak kimseye kırıcı söz söylemedi. Bu olay herkesi olduğu gibi, konudan ancak bir süre sonra haberdar olan Hz. Aişe (r.anha) annemizi de çok üzmüştü. Ama o, müminlerin annesi olan; “Ben işimi Allah’a bırakıyorum.” diyerek tevekkül etmişti. Nitekim çok geçmeden Allahu Teâlâ (cc), Hz. Aişe (r.anha) annemizin her türlü çirkinliklerden uzak olduğunu belirten ayetleri vahyetti. Annesi Hz. Ümmü Ruman da Cenabı Hakk’a hamd ederek secdeye kapandı.

İfk hadisesi Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemizin hayatının en zor dönemlerden biri olmuştu. Bu üzücü olaydan kısa bir süre sonra hastalandı. Hz. Aişe (r.anha) annesinin yanında kalıyor, hastalığıyla ilgileniyordu. Gün geçtikçe hastalığı ilerliyordu. Hz. Ümmü Ruman (r.anha) annemiz ömrünü Allah (cc) ve Resûlü’ne (sav) teslimiyetle geçirdi. Hz. Ümmü Ruman (r.anha) hicretin altıncı yılı, zilhicce ayında Medine’de vefat etmiştir. (Bazı kaynaklarda hicretin dokuzuncu yılında vefat ettiği de bildirilmektedir.)

Allah Resûlü (sav) cenaze namazını kıldırıp, defninde bulundu. Kabre bizzat Resûlullah (sav) indirdi ve şöyle hayır dualarda bulundu: “İlâhî! Ümmü Ruman’ın Senin yolunda ve Resûlü’nün uğrunda çektiği sıkıntılar Sana hafi (gizli) değildir.” Ümmü Ruman’ın faziletleri çoktur. Allah Resûlü (sav) O’nu Cennetle müjdelemiş ve buyurmuştur ki: “Kim Cennet hurilerinden birine bakmaktan hoşlanırsa Ümmü Ruman’a baksın.”

Rabbim şefaatlerine nail eylesin. (Âmin)

Dr. Reşit Haylamaz, Müminlerin En Mümtaz Annesi Hz. Aişe, Işık       Yayınları, 2011,İstanbul
Dr. Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik       Yayınevi, İstanbul
Mustafa Necati Bursalı, Mübarek Hanımlar, Şelale Yayınları, 1990

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Uhud Savaşı’ndaydı, Allah Resûlü’nün (sav) “şehit oldu” haberi gelince çılgına dönen, Hz. Ümmü Süleym aralarında Hz. Fatıma ve Hz. Aişe’nin de bulunduğu on dört veya yirmi kadar hanımla birlikte Uhud’a koşarak gittiler. Önlerine ilk çıkan sahabeden Resûlullah’ı (sav) sordular ve sağ olduğunu haber alınca, çok sevindiler. Mücahitlerin yaralarını sararak, onlara su taşıdılar. Hz. Ümmü Süleym annemiz, Mekke’nin fethinde bulunduğu gibi, Huneyn Savaşı’na da iştirak etmişlerdir.

Hz. Ümmü Süleym (ra) fakirdi, dünyalık namına fazla bir şeyi yoktu, fakat kanaat ehli ve cömertti. Allah Resûlü (sav) evine teşrif buyurduğu zaman, O’na bir şeyler ikram etmek için can atardı. Bazen günlerce biriktirebildiği bir miktar yağ ve benzeri yiyeceği, bazen evinde pişirdiği yemeği, bazen de turfanda çıkmış meyveden, yaş hurmadan bir kaba doldurur oğlu Hz. Enes ile hane-i saadetlerine gönderir, Hz. Resûlullah’ı (sav) kendi nefsine tercih ederdi. Sevgi ve hürmetinden dolayı Resûlullah Efendimiz’in (sav) üzerine oturduğu minderi, üzerinde namaz kıldığı eşyaları başkasına çıkarmaz, hatıra olarak saklardı.

Bir gün Allah Resûlü (sav) Hz. Ümmü Süleym’in (ra) evine geldi. Biraz sohbet ettikten sonra asılı duran deriden yapılmış su kabını alarak su içti. Hz. Ümmü Süleym Resûlullah’ın (sav) ağzının değdiği yeri keserek teberrüken sakladı. Başka bir gün Allah Resûlü (sav) Hz. Ümmü Süleym’i ziyaret etmiş, biraz oturduktan sonra bir müddet uyumuştu. Mübarek alınlarında ter damlaları birikmişti. Hz. Ümmü Süleym annemiz, Resûlullah’ı (sav) uyandırmamaya gayret göstererek ter damlalarını temiz bir beze alarak bir kabın içine sıkıyordu. Fakat Resûlullah (sav) uyanmıştı. “Ey Ümmü Süleym, ne yapıyorsun?” buyurdu. Hz. Ümmü Süleym, “Ey Allah’ın Resûlü, biz çocuklarımız için bunun bereketini ümit ediyoruz.” Nebiyyi Ekrem (sav) tebessüm etti ve şöyle buyurdu: “İsabet ettin Ya Ümmü Süleym!” Hz. Ümmü Süleym, Efendimiz’in (sav) vefatından sonra, biriktirdiği ter damlalarını koku imalinde kullandı. Çünkü o en güzel kokudur.

Hz. Ümmü Süleym’in bütün ailesi, kardeşleri, kocası, oğlu hepsi de İslam’a gönül vermiş, Allah (cc) ve Resûlü (sav) uğrunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen insanlardı. Bu mübarek ailenin Allah Resûlü’nün (sav) yanında ayrı bir yeri vardı. Allah Resûlü (sav) Hz. Ümmü Süleym’i, zaman zaman ziyaret ediyor, halini hatırını soruyor, gönlünü alıyordu. Hz. Ümmü Süleym’in bu derece Resûlullah’ın iltifatına mazhar olması, sık sık onu ziyaret etmesi, sahabelerin dikkatini çekmişti. Bir gün bunun sebebini sordular. Allah Resûlü (sav) buyurdu ki: “Ben Ümmü Süleym’e acıyorum! Kardeşi Haram bin Milhan, Beni korurken şehit oldu.”

Hz. Ümmü Süleym, Fahri Kâinat Efendimiz’in (sav) bereket mucizesine de vesile olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Zeyneb ile evlendiği gün, Hz. Ümmü Süleym oğlu Hz. Enes’le kendilerine yağda kavrulmuş Medine hurması gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak iki kişinin doyacağı kadardı. Hadiseyi, Hz. Enes bin Mâlik şöyle anlatıyor: “Nebi (sav) götürdüğümü kabul etti ve bana, ‘Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır.’ diye emretti. Bu arada daha birçok kimsenin ismini zikretti. Resûlullah’ın (sav) azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim. Onların hepsini çağırdım. Bu sefer, ‘Mescid’de kim varsa, onları da çağır.’ buyurdu. Öyle yaptım. Mescide gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara, ‘Resûlullah’ın düğün ziyafetine buyurunuz.’ dedim. Geldiler. Nihayet sofra doldu. Bana, ‘Mescid’de kimse kalmadı mı?’ diye sordu. ‘Hayır!’ dedim. Bu sefer, ‘Bak, yolda kim varsa, onları da çağır.’ buyurdu. Çağırdım. Odalar da doldu. ‘Gelmeyen kimse kaldı mı?’ diye sordular. ‘Hayır, yâ Resûlullah!’ dedim. ‘Haydi, çanağı getir.’ buyurdu. Getirip önüne koydum. Mübarek elini çanağın üzerine koyup bereket duasında bulundu. Bundan sonra, ‘Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi önünden yesin.’ buyurdu. Davetliler emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler. Böylece bütün davetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler ama çanaktaki hurma getirdiğim gibi duruyordu. Resûlullah bana, ‘Ey Enes! Kaldır.’ diye emretti. Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hadiseyi olduğu gibi anlattım. Annem de bana, ‘Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer, Allah (cc) ondan bütün Medine’lilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı.’ dedi.”

Resûlullah’ın (sav) hatıraları Hz. Ümmü Süleym için büyük bir teselli kaynağıydı. Bir defasında oğlu Hz. Enes’e “Perçemini tamamen kesemem; çünkü Resûlullah mübarek eliyle onu okşardı.” diyerek Resûlullah’ın hatırasına olan saygısını ifade etmiştir.

Hz. Ümmü Süleym, Resûlullah’tan ayrı kalmaya tahammül edemezdi. Bir gün Allah Resûlü (sav) hac için Mekke’ye gidiyordu. Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Biraz sonra hareket edilecekti. Hz. Ümmü Süleym de O’nunla beraber bulunmak istiyordu. Fakat maddeten buna imkânı olmadığı için çok üzgündü. Allah Resûlü (sav) “Ey Ümmü Süleym, bu yıl bizimle hacca gelir misin?” buyurdu. Hz. Ümmü Süleym, üzgün bir şekilde, “Ya Resûlullah, kocamın iki binek hayvanı var. Bunlardan birine kendi, diğerine de oğlu binecek.” dedi. Resûlullah’ın (sav) gönlü bu fedakâr hanımın üzülmesine razı olmadı. Hanımlarının yanına alarak onu da hacca götürdü. (Başka bir rivayete göre de, Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) onun gönlünü hoş tutmak üzere: “O halde Ramazan’da bir umre yap. Bu ayda yapılacak umre, benimle birlikte yapılan bir hac karşılığındadır.” buyurdular.)

Hz. Ümmü Süleym annemiz ilme karşı oldukça duyarlı biriydi. Son derece hayâlı biri olduğu halde, hayânın öğrenmeye mani olmaması gerektiğinin şuurundaydı. Böylece birçok ailevi konu, onun Resûlullah’a yönelttiği sorular vasıtasıyla açıklığa kavuştu. Bir defasında zihnini meşgul eden bir meseleyi sormak için Resûlullah’ın (sav) huzuruna geldi ve “Ya Resûlullah! Allah (cc) hakikatin söylenmesinden hayâ etmez. Bir kadın rüyasında erkeklerin gördüğünü görür ise gusletmesi gerekir mi?” diye sormuş ve Resûlullah da (sav) “Yaşlık gördüğünde gerekir.” buyurmuştur. Hz. Ümmü Süleym ilmi kaynağından öğrendiği için ilim deryasında müstesna bir yer kazandı. Resûlullah’ın (sav) vefatından sonra sahabiler çözemedikleri bazı mahrem meseleleri ona sorarak öğrenirlerdi.

Hz. Ümmü Süleym sevgi ve hizmette tekâmül etmiş bir hanım sahabe annemizdir. Bütün varlığı ile Âlemlerin Efendisi’ne (sav) derin sevgi ve hürmetiyle hizmet etmiştir. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) onun hakkında: “Rüyamda cennete girdim. Önümde bir hışırtı işittim. Bir de baktım ki, Milhan kızı Rumeysâ orada.” buyurarak Allah (cc) ve Resûlü (sav) katındaki sevgi ve mertebesine işaret buyurmuşlardır.

Yolumuzu aydınlatan mübarek annelerimizin hayatları bizlere reçete niteliği taşıyor. Sahabe annelerimiz çok sevmiş, çok hizmet etmiş ve hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Rabbim bizleri de gerçek sevenlerden ve hizmet ehli kullarından eylesin. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Âmin.

Yararlanılan Kaynaklar:

Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009
Mustafa Necati Bursalı, Mübarek Hanımlar, Şelale Yayınları, 1990

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Peygamber Efendimiz’in (sav) hakkında; “Rüyamda cennete girdim. Bir de baktım ki, Ebu Talha’nın hanımı Rumeysâ da oradaydı.” buyurduğu hanım sahabe. O, Resûlullah’ı (sav) çok sevdiği gibi, Resûlullah da (sav) onu ve bütün ailesini severdi. Asıl adı Rumeysâ’dır. “Ümmü Süleym” künyesi ile tanınır. Medine’deki Hazrec Kabilesi’nin Necrânoğulları’ndandır. Hizmette insanlığı kendine hayran bırakan Hz. Enes bin Mâlik’in annesi. Peygamber Efendimiz’in (sav) uğrunda şehit olan meşhur sahabe Hz. Haram b. Milhan onun erkek kardeşi ve Kıbrıs Adası’nın fethi sırasında şehit olan Hz. Ümmü Haram da kız kardeşidir.

Hz. Ümmü Süleym annemiz Müslüman olmadan önce, kendi kabilesinden Mâlik bin Nadr ile evlenmişti. Malik Medine’de kuyusu bulunan varlıklı, saygın kişilerdendi. Güzel giden bu evlilikten ilim ve hizmette insanlığı kendisine hayran bırakan Hz. Enes ile tek başına bir orduya bedel olan Hz. Berâ dünyaya geldi. Hz. Ümmü Süleym Medine’de İslamiyet’in yayılmaya başladığı zamanlarda ilk iman edenlerdendir. Fakat eşi Mâlik Müslüman olmamıştı. Eşi, Hz. Ümmü Süleym’e dininden dönmesi için baskı yapıyor ama o, bu baskılara boyun eğmiyordu. O sırada sekiz yaşlarında olan oğlu Hz. Enes’e de İslamiyet’i anlatarak Müslüman olması için telkinde bulunuyordu. Ona Kelime-i Şehadeti öğreterek söylemesini istedi. Hz. Enes annesinin söylediklerinden hoşlanıyor ve söylediklerini aynen yapıyordu. Eşinin oğluna İslam’ı öğretmesinden rahatsız olan Malik, sık sık onu ikaz etse de sonuç alamadı. Gerek Medine’nin o anki atmosferi gerekse Hz. Ümmü Süleym’in dik duruşu ve cesareti eşi Malik’in daha fazla zorlamasına engel oluyordu. Bunun için onu yalnızca; “Oğlumu saptırma, onun zihnini bulandırma” gibi sözlerle ikaz edebiliyordu. Hz. Ümmü Süleym’de her seferinde; “Onu saptırmıyor, bilakis ona güzel şeyler telkin ediyorum.” diyordu. Mâlik’in gözünü cehalet karanlığı öylesine bürümüştü ki öfkeyle evden çıkarak Medine’yi terk etti. Kaderin garip bir tecellisidir ki, kendisini takip eden bir düşmanı tarafından öldürüldü. Böylece Hz. Enes küçük yaşta yetim kalıyordu. Bu hadise görünüşte üzücü gibi görünse de aslında bir rahmetti. Çünkü bir İslam düşmanı olan Mâlik’in hanımına ve oğluna İslam’ı yaşamalarında mâni olacağı şüphesizdi. Cenâbı Hak (cc), İslamiyet’e çok büyük hizmetleri dokunacak olan Hz. Enes’in, müşrik bir babanın terbiyesi altında büyümesine rıza göstermemişti. Hz. Ümmü Süleym, Cenâbı Hakk’ın yarattığı her şeyde mutlaka bir hayır olduğuna inanırdı. Kadere teslim olarak sabretti. Artık Hz. Ümmü Süleym dul bir hanımdı. Onunla evlenmek isteyen birçok varlıklı talibi vardı. Ama o, oğlu Hz. Enes’i büyütüp, buluğ çağına girerek, meclislerde söz sâhibi oluncaya kadar üvey baba eline bırakmak istemediği için gelen teklifleri kabul etmedi. Bir süre dul olarak sıkıntılı bir hayat yaşadı. Fakat Cenâbı Hakk’a tevekkülü sonsuzdu. Rabbi’nin bu zorluklardan sonra mutlaka bir kolaylık yaratacağına inanıyor, sabrediyordu.

Allah Resûlü (sav) Mekke’den Medine’ye hicret edince bütün Medineliler karşılamak için sokaklara dökülmüştü. Allah Resûlü’nün (sav) evini barkını bırakarak İslam dinini ihya için buralara kadar hicret ettiğini herkes biliyordu. Bu sebeple imkânlarına göre bir şeyler hediye ediyorlardı. Hz. Ümmü Süleym de Resûlullah’a (sav) bir şeyler hediye etmek istiyordu. Gözleri tek odadan oluşan evin içinde dolaşıyordu. Baktığı hiçbir yerde O’na layık bir şey göremedi. Kurumuş bir dilim ekmekten başka bir şeyi yoktu ki götürsün. Sonra gözleri oğlu Hz. Enes’e takıldı. Hz. Enes o sırada on yaşında bulunuyordu. Nihayet Allah Resûlü’ne (sav) layık bir hediye bulmuştu. Hz. Enes’in elinden tuttu ve bir solukta Hz. Ebu Eyyub el-Ensari’nin evine vardı. Evin önü kalabalıktı ve sırasının gelmesini bekledi. Sıra kendisine gelince: “Ya Resûlallah! Ensar’ın kadın ve erkeklerinden Sana hediye vermeyen kimse kalmadı, ben ise fakir bir kadınım, elimde, ocağımda Sana layık bir tek şey bulamadım. Oğlumdan başka Sana hediye edecek bir şeye malik değilim. Enes, terbiyeli, okuma yazması olan zeki bir çocuktur. Müsaade ederseniz Size hizmet etsin! Haddim olmayarak Size hediye ediyorum. Benim oğlum ve Sizin de hizmetkârınızdır.” diyebildi. Herkes onun bu davranışından etkilenmiş ve onu takdir etmişti. Allah Resûlü (sav) bu fedakâr ve iltifatkâr hanıma hayır dua ile mukabele etmiş, armağanını geri çevirmemişti. Hz. Enes b. Malik böylece nurlu kapıdan içeri on yıl boyunca hiç çıkmamak üzere girmişti. Allah Resûlü (sav) Hz. Enes’i hizmetine almayı kabul etti ve onun için şöyle duada bulundu: “Yâ Rabbi! Onun çocuklarını, malını çoğalt ve ona verdiklerini mübarek kıl!” Hz. Enes çok uzun bir hayat yaşadı, çok sayıda mal ve evlada sahip oldu. Hz. Enes, o gün itibariyle, Efendimiz’in (sav) vefatına kadar, mukaddes hizmetinde bulunarak, ilim ve feyzinden kana kana istifade etmiştir. En çok hadis rivayet eden sahabelerden üçüncüsü olma şerefine nail oldu.

Hz. Ümmü Süleym bundan sonra da Hz. Enes’in terbiyesi ile yakından ilgilenerek gerektiğinde ikaz, gerektiğinde teşvik ederek oğlunun en iyi şekilde yetişmesine gayret etti. Bir gün; Hz. Enes bin Mâlik’i Resûlullah Efendimiz (sav) bir yere gönderdiğinde eve geç gelmişti. Hz. Ümmü Süleym “Eve niçin geç geldin?” dedi. Hz. Enes’ de: “Peygamberimiz (sav) beni bir işe gönderdi” dedi. Annesi, “Nedir o iş?” deyince: “O aramızda sırdır.” diye cevap verdi. Bunun üzerine annesi. Hz. Ümmü Süleym: “Resûlullah’ın (sav) sırrını iyi muhafaza et!” dedi.

Hz. Ümmü Süleym bir süre dul olarak diğer oğlu Hz. Bera ile evini kıt kanaat geçindirerek yaşamlarını sürdürdüler. Hz. Ümmü Süleym’in taliplerinden ve teklifi birkaç defa reddedilenlerden biri de Hz. Ebu Talha idi. Artık oğlu büyümüştü, bir süre sonra yine Hz. Ebu Talha’dan evlenme teklifi geldi. Hz. Ümmü Süleym bu teklife: “Senin gibi önemli vasıflara sahip olan biri elbette reddedilemez, fakat sen Müslüman değilsin, bense asla müşrik biri ile evlenmem.” diyerek reddetti. Hz. Ebu Talha ısrar edince, bunu fırsat bilen Hz. Ümmü Süleym ona hakikati göstermeye çalıştı ve “Yontulmuş bir ağacın, bir taş parçasının sana ne bir faydası dokunur, ne de bir zararı. Faydası ve zararı olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görüyorsun? Ateşe atılınca yanıp kül olan bir şeye tapmaya utanmıyor musun?” dedi.

Hz. Ümmü Süleym ihlaslı ve veciz olarak konuşuyordu. Hz. Ebu Talha bu sözler karşısında söyleyecek bir şey bulamadı ve oradan ayrılmak zorunda kaldı. Her sözü Hz. Ebu Talha’nın yüreğinde iz bırakıyor, kalbinin üzerindeki perdeler yavaş yavaş kalkmaya, hakikat güneşi doğmaya başlıyordu. Hz. Ebu Talha birkaç gün sonra tekrar geldi, teklifini tekrarladı. İstediği kadar para vereceğini söyledi. Ancak Hz. Ümmü Süleym, ne kadar zengin olursa olsun, müşrik birisiyle evlenmek istemiyordu. Çok zeki bir hanım olan Hz. Ümmü Süleym, Hz. Ebu Talha’nın Müslüman olması için her türlü imkân ve fırsatı değerlendiriyordu. Hz. Ebu Talha’ya, şayet Müslüman olursa, bunu mehir olarak kabul edeceğini, ayrıca mehir istemeyeceğini söyledi. Hz. Ümmü Süleym’in imanı, samimiyeti ve fedakârlığı Hz. Ebu Talha’yı çok etkilemişti.

Hz. Ebu Talha’nın kalbinde ve yüzünde iman alametleri belirmeye başladı. Hz. Ümmü Süleym’e gelerek, “Söylediğin dini kabul ediyorum. Benimle evlenir misin?” dedi. Hz. Ümmü Süleym bu kabulü Allah Resûlü’nün (sav) huzurunda da yapmasını söyledi. Hz. Ebu Talha hemen Mescid-i Nebevi’ye gitti. Allah Resûlü (sav) onu görünce yanındakilere “Ebu Talha gözlerinin arasında İslam nuru parlayarak buraya geliyor.” buyurdu. Hz. Ebu Talha, Hz. Ümmü Süleym’le aralarındaki konuşmaları anlatarak, Allah Resûlü’nün (sav) huzurunda Müslüman oldu. Böylece mehrini ödemiş sayılan Hz. Talha, annemiz ile evlendi.

Hz. Ümmü Süleym sabrının neticesini görüyor, hem bir insanı küfürden kurtarıyor, hem de yuvasına yeni bir düzen getirmiş oluyordu. Hz. Ümmü Süleym vesilesiyle Müslüman olan Hz. Ebu Talha, birçok savaşta vücudunu Allah Resûlü’ne (sav) siper etmiş ve malını mülkünü İslamiyet uğrunda infak etmekten çekinmemiştir. Bu nedenledir ki birçok defa Resûlullah’ın (sav) iltifatına mazhar olmuştur.

Hz. Ümmü Süleym’in, asrısaadetten günümüze kadar, bütün Müslüman hanımlara; zengin de olsa, reddedilmeyecek kadar güzel de olsa, inanmayan veya inancını yaşamayan bir erkekle evlenmemeleri gerektiğini ve bir insanın ebedî hayatını kurtarmak için maddi hiçbir fedakârlıktan çekinmemesi gerektiğini bizzat yaşayarak göstermiştir. Hz. Ümmü Süleym annemizin Hz. Ebu Talha ile evliliklerinden bir oğulları oldu. Hz. Ebu Talha oğlu Ebu Umeyr’i çok seviyor, üzerine titriyordu. Bir ara oğlu rahatsızlandı. Hz. Ebu Talha elinden geleni yapsa da hastalık gün geçtikçe ilerliyor ve bu duruma çok üzülüyordu. Evleri Medine’ye biraz uzak olan Kuba’da idi. Hz. Ebu Talha namaz için Mescid-i Nebevi’ye gitti ve yatsı namazından sonra eve döndü. Çok sevdiği oğlu o gelmeden vefat etmişti. Hz. Ebû Talha, eve gelişinde ilk önce oğlu Ebu Umeyr’i sorardı. Hz. Ümmü Süleym eşinin bu durumdan son derece müteessir olacağını biliyordu. Bunu ona güzellikle kabul ettirmenin bir yolu olmalıydı. Kadere teslimiyeti tamdı ve hiç telaşa kapılmadı. Çocuğun anne ve babaya Cenâbı Hakk’ın bir emaneti olduğuna, istediği zaman onu alabileceğine dair inancı sonsuzdu. Kendini toplayıp, çocuğunun üzerini örttü ve güzelce, yatağa yatırdı. Evdekilere de, “Babasına oğlunun öldüğünü ben söylemedikçe hiçbiriniz söylemeyin.” diye tembih etti. Biraz sonra eve gelen Hz. Ebu Talha, oğlunun durumunu sorunca, “Dünkünden daha iyi bugün çocuğumuz, hayırlı bir durumdadır.” dedi. Sonra da unutturmak için, daha önceden hazırlamış olduğu yemeği beyinin önüne getirdi. Hz. Talha gerek Hz. Ümmü Süleym’in sözünden, gerekse onun telaşsız hâlinden, çocuğun gerçekten iyileştiğini zannetti. Birlikte yemek yediler, sohbet ettiler ve yattılar. Geceleyin uygun bir zamanda annemiz: “Ey Ebu Talha! Komşulardan biri bir başka komşuya bir şey emanet etse, daha sonra geri istese, ancak emanet alan komşu, aldığı emaneti vermek istemese, sen bu konuda ne dersin? Hz. Ebu Talha “Öyle şey olur mu? Alınan emanet zamanı gelince geri verilmelidir.” Annemiz “Sana bir haber vereceğim ama sabırlı ve metin ol! Oğlumuz Umeyr’i bize emanet eden Allah (cc) onu bizden geri aldı” dedi. Oğlunun vefatına üzülen Ebu Talha metanetini korudu ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun” diyerek Rabbi’ne teslim oldu. Hz. Ebu Talha sabah namazından sonra durumu Allah Resûlü’ne (sav) haber verdi. Allah Resûlü (sav) onlar için, “Cenâbı Hak bu gecenizi hakkınızda mübarek eylesin!” diye duada bulundu. Bir yıl sonra bir çocukları daha oldu. Allah Resûlü (sav) bu çocuğun ismini “Abdullah” koydu.

Resûlullah’ın (sav) sevgisi öyle bir sırdır ki, gerçek mânâda iman eden biri, bu sevgi uğrunda hayatını feda etmekten çekinmez. İşte, Hz. Ümmü Süleym de bu sırra eren hanım sahabelerdendi. O, gözü pek bir iman fedaisiydi. İslam davası uğrunda hayatını ortaya koymaktan perva etmedi...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort