JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazar, 08 Temmuz 2012 04:19

ASHABIN KORUDUĞU ŞEY

Şereful  mekânı  bil mekîn. Beldelerin, mekanların şerefi orada mukim olan, orada bulunanlardandır. İşte nurunu  Efendimizden (sav) alan Medine-i Münevvere’de bir gün…

Habib-i Kibriya,  Seyyiduna Tâhâ,  Hz. Muhammed  Mustafa (sav) Efendimiz ashabı ile sohbetteler… Ashabını mübarek nazarlarıyla temizlemektedirler. Şairin dediği gibi ‘Taşı onunla yıkasalar akik biterdi bakışların ki,  keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’   Efendimizin  sözünden önce gözü ashabı  yıkamakta.

Sohbet meclisine zengin bir adam gelir. Üzerinde kıymetli bir cübbe vardır. Bu gösterişli elbise sahibi zat, Âlemlerin Efendisine (sav) selam verir  ve  oturur. Bir süre sonra da içeriye, fakir olduğu herkesçe bilinen ve üzerindeki elbiseler eski-yıpranmış olan bir sahabi  girer. Meclise bakar ve Fahri Kainat Efendimize (sav) selam vererek, az önce meclise gelen sahabenin yanına oturur. Zengin adam yanına oturulması üzerine elbisesini toplar ve başka bir yere oturur. Bu durum insanı eğitmek, Rabbine vasıl etmek için gönderilen Hazreti Nebi’nin (sav) gözünden kaçmamıştır. O zengin adama dönerek:

-Şu yaptığın şey; sırf, Müslüman kardeşini beğenmediğinden midir?  Yoksa senin zenginliğinden ona bir şey yahut onun fakirliğinden sana bir şey bulaşacağını zannetmenden midir?

Yapılan fiil ortadadır ve ümmetin sahibi-terbiyecisi kişiyi tel tel duygularına ayırmaktadır. O’na yalan söylemek mümkün değildir. ‘Hakkımızda ayet inip içimizin dışımıza çıkmasından korkardık.’ diyen öncenin şirk  ehli, Müslüman olduktan sonra Seyyiduna  Münzir (uyarıcı-korkutucu) olan  Hz.Peygamber’den (sav) nasıl korkmazlar?

Bir süre sessizlikten sonra zengin adam kalbine doğan  tevbe duygularını şöyle dile getirir:

-Ya Rasulallah! Nefsi emmarem sebebiyle yaptığım bu hatadan dolayı Allah’tan ve Rasulünden özür dilerim.

Sığın tevbe gölgelerine

Ki en serin hurma altıdır o.

Tevbe  Allah’ın gazabından, kızgın güneşten kurtaracak en emniyetli gölgedir insana. Tevbe arıtan, durultan bir rahmet deryasıdır insana. Tevbe, var olmanın bedelidir insana. Hatasını anlamaktır. Tevbe, yeniden başlamaktır. Tevbe Allah’a dönmek ve ‘Sensin, Ya Rabbi!’ demektir. Tevbe, varlığın bedeli, kul olmanın gereğidir.

Bu zengin sahabi içinde bir dönüşüm yaşamaktadır. Belki bilinçli belki gayri ihtiyari yaptığı bu davranışını  fark etmiştir. Çünkü karşısında ayna vardır. Ve bu ayna hem içi hem dışı olduğu gibi göstermekte,  insanı  tel tel çözmektedir. Büyüğümüz Mevlânâ Hâce Hazretleri’nin üstadı  Abdulhakim Hüseyni Hazretleri’ne  ‘Siz ne iş yaparsınız efendim?’ diye sorulması üzerine ‘Evladım, biz çözeriz ve bağlarız.’ demesi gibi.

Ashabı kiram, sonuna kadar dürüst olmak gerektiğini anlamıştır. Çünkü kendilerinin bile o güne kadar fark edemediği duygularını-davranışlarını tahlil eden, ortaya koyan bir terbiyeci vardır karşılarında. Tevbe hadisesinde, savaştan geri kaldığı için mazeret beyan edenlerin yanında Hz. Kab bin Malik

-Ya Resûlallah! İnsanlar bilirler ki ben bu toplumun güzel konuşanlarındanım. Vallahi mazeret beyan etsem Sizi ikna edebilirim ama yarın Rabbimizin huzurunda rezil olmaktansa burada suçumu kabullenmek daha doğru geliyor bana. Tebük seferinden  geride kalmamın hiçbir mazereti yok!, diyerek dürüstlüğünü, samimiyetini ortaya koymuştur. İşte bu sahabi  de ‘Suç samur kürk olsa kimse üstüne almaz.’ demeden hatasını kabullenmiş; insan oluşunu, Hz. Adem neslinden olduğunu teyid  etmiştir. Şeytan ‘Beni sen azdırdın’ derken Hz. Adem suçu kabullenip ‘Nefsime uydum hata ettim.’ diyebilmiştir. Sahabe itiraf eder, ‘Allah’tan ve Rasulünden  özür dilerim!’

Bu  büyüklüktür. Allah’ın yanında büyüklük anca böyle olabilir. ’Azamet ve Kibriya Benim ridamdır!’ buyuran Cenâbı Mevlâ’ya insan ne ile yaklaşabilir? Ancak günahını, hatasını, kusurunu bilerek…

‘Siz hiç günah işlemeseydiniz; sizi giderir, yerinize  günah işleyen sonra da tevbe eden bir kavim getirirdik.’ayeti kerimesi çok açık değil mi?

Önemli olan bir eğitimin içinde olmak. Çünkü hayat bir eğitim süreci. Nasıl  Hazreti Nebi  ashabını eğitmişse onun varisi olan insanı kamiller, evliyaullah da insanları aynı metodlarla Hakk’a vasıl etmiştir.

Bir sohbette o güne kadar kendime bile söyleyemediğim, daha sonra mesleğimden geldiğini  fark ettiğim bir davranışımı ortaya koymuşlardı da üç gün nefsim bana ‘Kaç, daha ne duruyorsun? İnsan bu kadar rezil edilmez ki! En azından birkaç gün uzak dur!’ gibi hezeyanlar telkin etmiş, üçüncü günün sonunda Hace Hazretleri alnımdan öperek, beşareten, bu küçük imtahını geçtiğimi ihsas etmişlerdi.

O zengin sahabe-i kiram dürüstlüğünü, tevbedeki samimiyetini taçlandıracak ciddi bir bedeli hemen sözünün sonuna ekleyecektir.

-...Allah’tan ve Rasulünden  özür dilerim. Şahid ol ya Rasulallah! Malımın yarısını bu kardeşime veriyorum!

Sahabei  kiram anlamıştır asıl zenginlik Allah’a ve Rasulüne sahip olmaktır. Bir savaş sonrası müellefe-i kulûb’a bütün ganimeti pay edip  ’Sizin payınıza Allah’ın Rasûlü düşmüştür. Payınıza razı olmaz mısınız?’  buyurması üzerine bütün Ensar (ra) ağlaşarak ‘Biz Allah’tan ve O’nun Rasûlünden razıyız, razıyız!’ deyip gönül huzuruyla Medine’ye dönmüşlerdi.  ‘Bütün insanlar bir tarafa gitse,  Ensar bir tarafa gitse Ben Ensar’ın tarafına giderim!’ diyen Hz. Peygamberi  Ensar da tercih etmiş; malını, canını O’nun yoluna feda kılmıştır.

-…Malımın yarısını bu kardeşime veriyorum!

Fakat  gelen cevap,  Ensardan  Muhacire; o günden bu güne çağlar üstü bir cevaptır. Hz. Peygamberin neyi önemsediğini anlayan ashabın cevabıdır bu!  ‘Kalbi selim ile gelenler müstesna’ hakikatini anlamanın cevabıdır bu.

-Ya Rasulullah! Ben onun bağışladığı malı istemem!

-Niçin?

-Zenginliğin onun kalbini bozduğu gibi benim kalbimi de bozmasından korkarım.

Cenâbı Hak bizleri Efendimize bağışlasın! O’nun güzel Ensarına,  Muhacirine bağışlasın!  Ve bugün Efendimizin varisi ekmeli olarak bizleri eğiten, Hakk’a vuslatımız için bizlere emek veren insana bağışlasın...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cumartesi, 30 Haziran 2012 20:44

AH İLE EYVAH ARASINDA

Rivayet edilir ki Zülkarneyn aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna:
-Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verir.
Ordu bu emri duyunca  içlerinden bir grup:
-Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımıza takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız ? Hiçbir şey toplamayalım, diyerek  hiçbir şey toplamıyorlar.

İkinci grup ise:
-Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordunun komutanına itaat etmek gerekir, diyerek az bir şey topluyorlar.

Üçüncü grup ise:
-Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmeti vardır, diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.

Sabah olduğunda bir de bakarlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de  ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca:

Hiç almayan birinci grup:
-Ah! Niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık!  Bari  bir tane alsaydık,  diyerek pişman oluyorlar.

Az alan ikinci grup ise:
-Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise:
-Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımızı atsaydık da daha çok toplasaydık. Her  şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, ahirette bütün insanlar da bunun gibi pişman olup ağıtlarda bulunacak.

Kafir olan:
-Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda cennete girseydik, ebedi cehennemden kurtulsaydık!

Mümin  fakat az sevabı olan:
-Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım !

Mümin ve çok sevabı olan ise:
-Ah ne olaydı  makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim, oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım!  diyeceklerdir.

Bir rivayet de ashabı güzin efendilerimizden… Birgün Hazreti Ömer (ra); Hâce-i Kainat, Ekmelu’t-Tahiyyat (sav) Efendimizin huzurlarına gelirler. Bakarlar ki Hak Teala’nın insanlığa en büyük hediyesi olan Efendimiz; dostu-yari-sırdaşı Hazreti Ebubekir-i Sıddık (ra) ile sohbetleşiyorlar. İmam Efendi Hazretlerinin Gülzar-ı Samini adlı eserinde rivayet ettikleri üzere  Ömer efendimiz ’Yaklaşık bir saat kadar yanlarında oturdum, ne onlar beni fark etti ne de konustuklarından bir şey anladım.’ der. Ondan sonra da diyecektir ki ’Keşke Ebubekir’in ğöğsünde bir kıl olsaydım.’

Hazreti Ömer’in bu sözü Hazreti Sıddık’a iletildiğinde  ise ’Keşke bir müminin göğsünde bir kıl olsaydım.’ diyecektir...

Birinci rivayette  ahirette karşılaştıkları sonuç nedeni ile kimi ah kimi eyvah diyen kişilerin durumları, elbette ibretliktir. Fakat bir Hacegan için bugün amel merkezli bakış değil salih ameli oluşturan zikir-huzur ve tefekkür merkezli anlayış esastır. Hâcegân anlayışının farkı buradadır. Gönül ameli olmayınca amel yükten başka bir şey değildir. Büyüğümüz Hâce Hazretleri (ksa) hep söylerler,

Amel çokluğuna yoktur itibar,
Halıkı kulundan hoşlanmadıkça.            

Bu dünyadan göçmeden edinmemiz gereken şey Mevlay-ı Müteal Hazretleri’nin zati muhabbeti ve marifetidir. Dünyada maddi anlamda en değerli şey altın olarak ifade edilirken manevi anlamda ’Hakk’ın bilinmekliği’dir. Hadisi kudsideki  ’Gizli bir hazine idim bilinmekliğim için insanı yarattım.’  ifadesindeki gizlilik-gece; hazine-altın ilişkisi yine birinci rivayette açılmış gibidir.

İkinci rivayette yârine sadakatle gönül vermiş, O’nun sözünü-sohbetini her şeyin üzerinde tutmuş, gönül frekansına girerek aralarında özel bir dil oluşturmuş seven-sevilen ilişkisi vardır ve üçüncü kişi orada ağyardır.

Nasıl ki Kur’an’ın kalbi Yâ-sin Suresi’dir. Yâ-sin  Efendimizdir. Hurufu mukatta Efendimizle Cenâbı Hak arasındaki şifreli konuşma gibidir. Kur’an-ı Kerim herkese hitap eder, ama hurufu mukatta Efendimizedir.
Ümmeti Muhammed, Nebiyy-i Zişân Efendimize mukarin olmak, O’na ülfet ve muhabbet etmek için vardır. Ancak ve ancak O’na yakınlık, dostluk ve sevgi içerisinde Hakk’a yaklaşmak mümkündür. Hazreti Sıddık (ra) işte bu dostluğun en yüce simgesi, zirvesidir. Ömer efendimizin ona gıpta etmesi, onda fani olarak ’Göğsünde bir kıl olsaydım’ demesi çok normaldir. Asıl Hazreti Sıddık’ın tevazûnun doruğu olarak  ’herhangi bir müminde’  yokluğu dilemesi, Hâcegân Yolu’nda bize gösterilen ufuktur.

Mevlânâ Hâce Hazretleri (ks) umreye gitmeden bir süre önce sohbetlerinde  ’Sevgide - dostlukta  fenâ,  ihvanda yaşanmadıkca tekâmül olmayacağı’ ifadeleri bizleri yeniden başa dönüp niyetlerimizde, ihvanımıza bakışta tashih gerektiğinin ifadesiydi. İyyakenestain’de istenilen gerçekleşmiyorsa kul, İyyakenağbudu’ya geri dönmelidir, hikmetine atıfta bulundular.

Cenâbı Mevla’mız hoşnutluğuna ermeden canımızı almasın!  Hak Teala, büyüğümüz Mevlânâ Hâce Hazretleri’nin kastı ve hizmeti  içerisinde yer alarak, aşk ile yaşayıp şevk ile ölmeyi bizlerden esirgemesin.

Pazar, 24 Haziran 2012 02:43

SELÂM…

Nurlu Medine’nin mutlu günlerinden biri… Yeryüzüne rahmet olarak gönderilen insan “gökten iner gibi” yürüyor. Üzerine basmasıyla şereflenen toprak, O’nun adımlarını kalbinde hissediyor. Ağacın, taşın “Selâm sana ey Nebi!”  dediği o güzel insan bir ashabını ziyarete gidiyor. Evin önünde duruyor ve  “selâm” veriyor:

-Esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatüh!   İçeriden cevap gelmiyor. Habibi  Hüda bir kez daha sesleniyor:

-Esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatüh!   Yine cevap yok. Sultanul Enbiya son kez:

-Esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatüh!  Nihayet içerden bir hanım sesi:

-Ve aleykümselâm ve rahmetullahi ve berekatühü, ey Allah’ın Resûlü!

-Neden selâmımızı ilk önce almadınız? Kadın cevap verir:

-Bizleri bağışlayın ey Allah’ın Resûlü!  Sizlerin selâm, rahmet ve bereket temennileri daha çok üzerimize olsun diye böyle yaptık.

Habibi Kibriya Efendimiz kadına eşini sorar, kadın eşinin yan tarafta-bahçede olduğunu söyleyerek oraya buyur eder.

Kadınıyla erkeğiyle Âlemlere Rahmet olanı, Ebu’l Kasım olanı (Kısmetleri taksim edeni) bilmenin adıdır ashabı kiram. O’nun dilinden dökülen duanın, O’nun hoşnutluğunun, rızasının mânâsını kavramanın adıdır ashabı kiram. Selâm da O’ndadır, bereket de O’ndadır. O’nun elinde, O’nun gözünde, mübarek sözünde… Hasılı O’nun anlattığı Allah’a (cc) inanmanın, sonra O’nun anlattığı ahireti, hesabı, kitabı… tasdik etmenin adıdır ashabı kiram. Arştan-kürsten haber veren, arzda-semada ne varsa emrine musahhar kılınan fakat normal bir kul sadeliğinde yaşayan O’dur. Bu yüzden önce O’na sonra getirdiklerine iman etmenin adıdır ashabı kiram.

“Es-selâmu aleykum ve rahmetullah” diyerek namazdan çıkarken sağdaki ve soldaki “insana” selâm vererek çıkmak esastır. Çünkü insan melekten yücedir. Fert iseniz ancak o zaman iki yandaki melekler selâmın muhatabıdır.

Allahumme  ente’sselâmu  ve  min kesselâm  tebârekte  ve  teâleyte ya  zel celâl-i  vel ikrâm.

(Allah’ım sen Selâmsın. Selâmet de sendendir. Ey celal ve ikram sahibi!  Sen münezzehsin, sen yücesin.) Müslim-mesacid 135 (591)  

Selâm Rabbimizin ismi şerifidir. O öyle Rahim, öyle Kerimdir ki isimlerini ve sıfatlarını kullarıyla paylaşmıştır. Mevlayı Müteal Hazretleri ardından da kullarını zatına davet etmiştir.

İki Müslüman karşılaştığında selâmlaşmak üzerlerine bir borçtur. Kendisini birbirimize hatırlatmamızı emretmiştir. “Mümin görüldüğünde Allah’ı (cc) hatırlatandır.” Önce gözle görünen sonra sözle söylenen… Göz ile söz arasında da yine O=Selâm. Evvel selâm, sümme kelam… Önce Allah adı selâm;  sonra O’nun sıfatı kelam (konuşmak).

Selâm Müslümanlar arasında korkuyu izale eder. Karanlık bir gecede, uzaktan birbirimizi süzerek yaklaşırken selâm verdiğim o yaşlı amcanın yüzündeki tedirginliğin nasıl ferahlığa dönüştüğü hâlâ gözümün önündedir.

Tevazuya davet eder selâm. Selâm sevgiyi arttırır. Yaklaşık  5.000 kez Efendimiz’in (sav) ismi   zikredilen ve O’na nasıl salatu selâm getirileceğini anlatan Şifai Şerif kitabının yazarı Kadı İyaz hazretleri, selâmın  muhafaza mânâsına geldiğini (es-selâmu aleyke)  demenin  Allah’ın muhafaza ve koruması senin üzerine olsun demek olduğunu; Allah seninle olsun, Allah ile beraber olasın makamında bir dua olduğunu belirtir. Bazı ulema Allah yaptıklarına muttalidir, mânâsını da buyurmuşlardır.

Resûlullah (sav): “Ey insanlar selâmı yayın… Selâmetle cennete girin.” buyururken “Ya eyyühe’n-nasü efşu’s-se-lâme...” ifadesini kullanır. Yani fâş edin;  ifşa edin, açın, yayın. Neyi? Selâmı yani Allah’ı azze ve celle.

Rabbimiz bilinmekliği için insanı yaratmış. “Li ya’budûn”dan maksat “li ya’rifun”dur buyurur İbn Abbas (ra). İbadetin amacı bilmektir.  İnsanın birinci vazifesi sahibi, mevlası, terbiyecisi Hak Teâlâ’yı bilmek ve bildirmek, ifşa etmek. Bu bilmeyi hakkıyla gerçekleştiren Hâcei Kâinat Efendimiz (sav) “Tebliğ ettim mi?”  buyurmuşlar. Aktarabildim mi,  öğretebildim mi?

Tebliğ kelimesi beleğa;  baliğ olmak, buluğa ermek, bir şeyin ikmal edilmesi, olgunlaşması ve o haliyle aktarılmasıdır. İnsanın buluğa ermesi başka bir insan vücuda getirmeye ehil hale gelmesidir. Cenâbı Peygamber (sav) hakkıyla tebliğ etmiş ‘Gönlümde ne varsa Sıddık’a aktardım.’  buyurarak kendi hakikatiyle onun gönül tarlasını tohumladığını ifade etmiştir.

Elhamdulillah 1500 sene sonra bile, biz günahkâr ümmeti olarak O’nun şahidiyiz. Çünkü Hazreti Sıddık’a nasıl aktarmışsa hiç bozulmadan gönülden gönüle aktarma/öğretme işi insanı kâmil ile bugün de gerçekleşiyor.

Hace Hazretleri (ksa) kendi üstadları Gavs hazretleri ile ilgili şunu anlatmışlardı: Bir gün Gavs hazretleri mescidde sohbet edecekler. Gönüller toparlanıyor… Uzaklarda bir yerde muhabbetli bir derviş aşka gelmiş. Belli ki efendisini özlemiş,  o hasret ile selâm gönderip duruyor:  Selâmun aleykum sultanım, selâmun aleyküm hayranım, selâmun aleyküm cananım…  Gavs Hazretleri selâm almaktan sohbete başlayamıyor. Bir iki üç derken mübarek en sonunda sarığı yüzünün üstüne örterek –Hâce Hazretleri’nin ifadesiyle – görüntüyü kapatıyorlar da ancak öyle sohbete başlayabiliyorlar.

Selâm sevginin iletilmesidir,  selâm aşkın dile getirilmesidir.


Selat olsun, selâm olsun insanlara Allah'ı tanıtana... Selâm olsun güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilene... Selâm olsun kendisine yaklaşıldıkça Allah'a yaklaşılmış olana... Selâm olsun aşkın ve muhabbetin kaynağına... Selâm olsun, hayatın kendisiyle anlam kazandığına... Selâm olsun insan-ı kâmilleri miras bırakana, ümmetini sahipsiz bırakmayana…


Selat olsun, selâm olsun Resûllerin ve Nebilerin sonuncusu Ahmed-Mahmud-Muhammed-Mustafa  sallallahu aleyhi ve selleme ...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 18 Haziran 2012 00:41

ÖLÜRKEN BİLE…

-Rahman olan, Rahim olan Rabbimize şükürler olsun ki bizlere imanı ve sevgiyi lütfetmiş. Hakk’ın Habibi, yaratılanların ekmeli Efendimiz’e (sav) sonsuz salât-u selamlar ki bize bu imanı ve sevgiyi öğretmiş. Efendimiz’in eğitiminden sonra da hamdolsun ki bu eğitim O’nun kâmil varisleriyle devam etmiş. Her şey aslına döner. Büyüğümüz Hâce Hazretleri (ksa): “Sahabe hayatı okumak imanı, evliya hayatı okumak sevgiyi arttırır.” buyurduklarından beri bizler de özellikle sahabe-i kiramı tanımaya, anlamaya çalışıyoruz. Efendimiz’e (sav) nasıl bir aşkla bağlanmışlar ki her biri muhteşem sadakatlerin, vefanın, fedanın örneği olmuşlar!

İşte birkaç örnek…

Talha b. Bera (ra) hastalanmıştı. Mevsim kıştı. Bulutlu ve soğuk bir günde Resûlullah (sav) onun ziyaretine geldi. Ziyaretini tamamladıktan sonra aile efradına, -Talha’yı iyi görmüyorum; ölümü yakın! Şayet vefat ederse hemen beni haberdar ediniz ki geleyim, cenazesinde bulunayım ve namazını kıldırayım. Bu hususta gevşek davranmayın, dedi ve oradan ayrıldı.

Ancak daha Salim b. Avfoğulları'nın yurduna (Burası Kuba ile Medine arasında, Medine'ye birkaç mil uzaklıktaki bir mahalledir) gelmeden Talha vefat etmişti. Bu sırada akşam olmuş ve karanlık da çökmüştü. Talha (ra) ölmeden önce, 'Öldüğümde beni hemen gömün, bir an evvel Rabbime kavuşturun. Resûlullah'ı da (sav) çağırmayın; zira benim yüzümden etraftaki Yahudilerin O’na bir kötülüklerinin dokunmasını istemem!' şeklinde bir vasiyette bulunmuştu ve vasiyeti gereği hemen defnedildi.

Sabah olduğunda durum Resûlullah’a (sav) arz edildi. Resûlullah gidip onun kabrinin yanı başında durdu. İnsanlar da O’nun arkasında saf bağladılar. Resûli Ekrem (sav) ellerini kaldırarak şöyle dua etti: “Allah'ım! Sen ona; o da Sana kavuştuğunda, mütebessim bir halde (Sen ondan razı, o da Sen’den razı iken) karşıla!” (Taberani, el-Mu'cemu'l-Kebir, nr. 3554; Ali el-Müttaki, Kenzu'l-Ummal, nr.37159; ibn Hacer el-Askalani, el-isabe, 2/227)

Ebu Said el-Hudrî (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) Medine'ye hicret edişinin ilk zamanlarında, bizden biri ölüm sancıları çekmeye başladığında hemen gider Resûlullah'a haber verirdik. O da gelir ve ölmek üzere olan kişinin başucunda durarak onun için istiğfar ederdi. Bu durum, kişi ruhunu teslim edene kadar devam ederdi. Daha sonra Hz. Peygamber (sav) beraberindekilerle birlikte geri dönerdi. Kimi zaman Resûlullah ölü defnedilene kadar o evden ayrılmazdı. Bazı zamanlar bu süreç çok uzun olur ve Resûlullah bu yüzden pek çok işinden geri kalırdı. Bizler böyle yaparak Resûlullah'a (sav) eziyet ve sıkıntı vereceğimizden korktuk ve içimizden bazıları: -Bizden biri vefat edeceği sıra bunu hemen Resûlullah’a (sav) haber vermeyelim. Hasta, ruhunu teslim ettikten sonra haber verirsek hem O’na meşakkat vermemiş hem de O’nu işlerinden alıkoymamış oluruz, dediler ve öyle yaptık. Artık Resûlullah’a (sav) hasta vefat ettikten sonra haber veriyorduk. Resûli Ekrem (sav) gelip onun namazını kıldırıyor ve istiğfar ediyordu. Hz. Peygamber kimi zaman böyle yapıp geri dönüyor, kimi zaman da ölü defnedilene dek başında bekliyordu. Bir müddet böylece devam ettik. Ancak daha sonra, -Keşke Resûlullah'ı evinden buralara kadar yormasak da cenazelerimizi O’nun evinin önüne götürsek! Resûlullah da orada cenaze namazını kıldırsa ve istiğfar etse... Bu, O’nun için daha zahmetsiz olur, dedik ve bundan sonra öyle yapmaya başladık. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra,1/257)

Bir Müslüman için ölürken Efendimiz’in eliyle toprağa verilmekten güzeli var mı? Fakat ashap ölürken bile O’nun incinmemesini düşünmüş. Uhud Savaşı sonrasında yakınları ölen bazı müşrikler, Müslümanlardan intikam almak için plan yaptılar. Peygamber Efendimiz’e gelerek İslamiyet’i öğretmek üzere birkaç kişiyi yollamasını istediler…

Hüzeyl kabilesinden olan bu hainler, Hubeyb b. Adîy (ra) ile Zeyd b. Desine'yi (ra) esir ederek Mekke'ye götürüp müşriklere sattılar. Hubeyb'i, Huceyr b. Ebu İhab et Temîmî satın aldı. Zeyd b. Desine'yi de, öldürülen oğlunun intikamını almak üzere, Saffan b. Ümeyye aldı. Kölesi Nistas'a onu Mekke'nin dışına çıkarmasını emretti. Zeyd'in öldürülmesinde, Ebu Sufyan b. Harb'ın da bulunduğu bir müşrik topluluğu hazır bulundu. Zeyd öldürülmek için ortaya getirildiğinde Ebu Sufyan ona, -Ey Zeyd! Allah adına söyle; istemez miydin ki, senin yerinde şimdi Muhammed olaydı da, biz onun boynunu vuraydık. Sen de ailenle birlikte olsaydın, dedi. Zeyd ise, -Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in (sav) ayağına bir dikenin bile batmasını istemem, dedi. Bunun üzerine Ebu Sufyan, -Ben, Muhammed'in sahabelerinin O’nu sevdiği kadar hiçbir insanın bir başkasını öylece sevdiğini görmedim, dedi. Sonra Nistas, Zeyd'i (ra) öldürdü. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra,4/154)

İdam anında söylenen bu sözler aşkın ifadesi değil mi? Cenâbı Mevlâ’mız bizlere de zerre bile olsa bu imandan, bu aşktan nasip etsin. Son olarak büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ksa) Erzurum’da yaptıkları konferanstan bir bölüm:

“Muhteremler Uhud Savaşı bitmiş düşmanlar çekilmiş... Nice Resûlullah aşığı orada şehit düşmüş... Gülünden ayrılmış bülbüller misali… Bunlardan birisi de biraz önce bahse konu olan Sa’d İbn-i Rebi Radiyallâhu anh. Efendimiz Uhud Dağı'nın etrafında Sa'd'ı göremeyince aramaya koyulur. Vazifeliler tayin eder. -Sa’d’ı arayın bakın nerededir? Biraz önce onu şu köşede savaşırken görmüştüm, diye bir cephe işaret buyurur Kâinatın Efendisi. Bana biriniz Sa’d’dan haber getirsin! Zeyd bin Sabit, Sa’d’ı aramaya başlar. İşaret buyrulan yere doğru koşarak gider. Şehitler vadiye serilmiş. Sa’d bin Rebi görülmeyince Hz. Zeyd bağırmaya başlar: -Nerdesin ya Sa’d? Beni Resûlullah gönderdi! Seni soruyor nerdesin? Bir ses gelir: -Ölülerin arasındayım! Yaralanmış yatıyor Sa’d. Hz. Zeyd o tarafa doğru eğildiğinde Sa’d ölmek üzeredir. Vücudunda 70 tane yara, derin derin nefes almaktadır. Onu asıl perişan eden göğsünden girip sırtından çıkan bir oktur. Sa’d Zeyd’i Hazreti Peygamber’in kendisine gönderdiğini duyunca çok sevinir ve Resûlullah’a selam gönderir onunla. O'na bağlılığını yineleyerek, şöyle der: -Kavmime de ki, Allah’tan korkun! Akabe Bey’at’inde Resûlullah’a verdiğiniz O'nu koruma vaadini unutmayın! O vaadinizi hatırlayın, vallahi gözleriniz kımıldayıp dururken Resûli Kibriya’yı düşmanlarından korumaz da O'nun başına bir felaket gelmesine meydan verirseniz ileride Allah’ın huzurunda söyleyeceğiniz hiçbir mazeretiniz olmaz… Ve son nefesini verir Hz. Sa’d. Bizim Akabemiz şehadettir: ‘Eşhedu enlâilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve Resûluhu.’

Bizim akabemiz bu... Biz de bu sözü verdik. Aynen Akabe’dekiler gibi, Hudeybiye’dekiler gibi, Rıdvan Ağacı altında oturanlar gibi biz de birer bey’atliyiz. Biz de bu sözü vermişiz. Sürekli de tekrar ediyoruz. O’ndan ayrılırsanız değil... O’nu terk ederseniz değil... O’nu koruyamazsanız, bunda zaaf gösterirseniz, eksiklik gösterirseniz Allah’ın huzurunda hiçbir mazeretiniz olmayacaktır. O'nun kavmine husûsi olarak ilettiği mesaj bugün bize kadar ulaşmış, biz de bundan sorumluyuz.” De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Muhakkak ki O Ğafurdur, Rahimdir.” (Âli imran 31) Cenâbı Mevlamız ashabın yaşadığı imana ve aşka talip olmayı, ashabın yaşadığını Peygamber varisi insanı kâmille yaşamayı bizlere de lütfeylesin. Amin...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 16 Haziran 2014 14:34

HZ. HAMNE BİNTİ CAHŞ (ra)

Hz. Hamne binti Cahş, Resulûllah Efendimiz’in (sav) baldızı, Medine’de ilk Kur’an hocalığı yapan, Uhud’da şehit düşen ve İslam’ın ilk öğretmeni Hz. Mus’ab b. Umeyr’in hanımı...

Hz. Hamne, Cahş b. Riab b. Ya’mer’ün kızıdır. Annesi Peygamber Efendimiz’in (sav) halalarından Ümüyme binti Abdülmuttaliptir. Hz. Hamne Resulûllah Efendimi’zin (sav) hanımlarından Hz. Zeyneb binti Cahş’ın da kız kardeşidir. Bu cihetle de Efendimiz’in (sav) baldızı olmaktadır.

Hz. Hamne, Allah Resulü’ne (sav) ilk beyat eden hanımlardandır. Mekkeli müşriklerin zulümlerine direnen, imanlarından taviz vermeyen o eşsiz yiğitlerden biri olan Hz. Hamne ayrıca Medine’ye hicret eden ilk hanım sahabelerdendir.

Hz. Hamne Hz. Mus’ab b. Umeyr ile evlendi. Hz. Mus’ab b. Umeyr Mekke’nin en yakışıklı delikanlısı ve en zenginlerinden biriydi. İslam’ın nuru önce gönüllerini sonra evlerini aydınlatarak mutlu bir hayat yaşadılar. Bu mutluluğun meyvesi olarak bir kız çocukları dünyaya geldi. Birbirlerine her konuda destek oldular. Müşriklerin işkencelerine birlikte karşı koydular. Mekke’nin zenginlerinden oldukları halde imanları için imanın olmazsa olmazlarından olan infakta bulunarak ailelerini, vatanlarının ve serveti terk ederek Medine’ye hicret ettiler. Bildiğimiz gibi infak iki türlüdür. Zenginlerin infağı bir de kamil insanların infağı. İkincisinde kalpten Allah’tan (cc) gayri her şeyi çıkartmak var. Hace Hazretleri sohbetlerinde buyurduğu üzere infakta derecat var ve infakta vuslat var. Bu mübarek aile her iki infağı da hakkıyla yerine getirerek imanlarını öyle güçlendirdiler ki zahirdeki sıkıntılar onlar için sanki sevgilinin cilvesi gibi geldi. İnsanın yaşantısı inancı üzeredir. Hz. Musab b. Umeyr ve Hz. Hamne’nin inançları hallerine öyle güzel yansımıştı ki onlar Efendimiz (sav) Medine’ ye teşrif etmeden adeta sağlam bir zemin hazırladılar. Hz. Musab b Umeyr’in sohbetleri nurdan bir ok gibi gönüllere öyle isabet ediyordu ki Medine onlara hayran kalmıştı. Nezâketi, muhabbeti tevazu ve merhametiyle Medineliler’in gönüllerini İslam’a ısındıran bir tebliğ eriydi. Hurma bahçeliklerinde dolaşarak sohbet eden ve insanlara yeni gelen Kur’an ayetlerini öğreten bir dava adamıydı. Adeta Medineliler şöyle diyordu; talebesi böyle güzel bir insan, acaba bunların öğretmenleri nasıldır. Tabiri caizse o öğretmen kâinat güneşimiz, varlık sebebimiz Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav). Bizler talep edenlerden olabilsek yani talebeliğimizi unutmasak yardım gelecektir inşaallah. Çünkü buyrulduğu üzere müfredat değişmez sadece öğretmenler değişmekte. Demek ki eksiklik bizim talebeliğimizde.

Medinelilerin Müslüman olmasıyla hizmetleri kolaylaşmış ve güzel bir ortam oluşmuştu. Sonunda Peygamber Efendimiz’in (sav) hicretiyle Medine tam bir İslam yurdu haline gelmişti. Hz. Mus’ab bin  Umeyr’in İslam’ı tebliğdeki heyecanı, aşkı, muhabbeti, hassasiyeti ve gayreti ümmetin tebliğ erlerine bir çığır açmış ve örnek alınacak en güzel bir davranış olarak bizlere kadar ulaşmıştır.

Hz. Mus’a bin Umeyr, savaş meydanlarının da korkusuz kahramanıydı. Özellikle Uhud’da gösterdiği yiğitlikler dillere destandı olmuştu. Uhud günü Müslümanlar için çok çetin geçmiş bir imtihan sahnesi olarak adeta ibretlerle dolu bir tarih yazılmıştı.

Peygamber Efendimiz’in (sav) amcası Hz. Hamza, Medine’nin ilk Kur’an muallimi Hz. Mus’ab gibi nice sahabeler şehadet şerbetini orada içmişlerdi. Uhud’un bekçisi olarak bedenleri o meydanda kalmış, ruhları orada Yüce Rabbimiz’e uçmuştu. O gün Rasulûllah Efendimiz’in (sav) şehit edildiği şâyiası da çıkmıştı. Bu haber Medine’ye ulaşınca, savaş gerisinde kalan hanım sahabeler cepheye koştular. Hz. Hamne binti Cahş da bunlar arasındaydı. Müslüman hanımlar Uhud’a doğru yaklaşınca Resulûllah Efendimiz (sav) hakkında duyduklarının yanlış olduğunu öğrendiler. Onun sağ salim olduğuna çok sevindiler. Bu arada İslam ordusunun Medine’ye hareket ettiği haberini aldılar. Yol kenarlarında beklemeğe başladılar. İlk karşılaştıkları mücahitten haberler almağa çalıştılar. Merak içinde savaşa katılan yakınlarını sordular. Fakat ashab-ı kiramdan kimse cevap vermek istemiyordu. Sadece Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) soruları cevaplıyordu. Evet, artık sıra Hz. Hamne binti Cahş’a gelmişti. Resulûllah Efendimiz (sav) onu görünce hislendi ve hüzünlü bir şekilde onu karşıladı. Nasıl cevap verilecekti? Kocası, kardeşi ve dayısı şehit olmuşlardı. Rahmet ve Şefkat Peygamberi Efendimiz (sav) kederli bir şekilde ona doğru yöneldi ve:

“Ey Hamne! Sabret ve Allah’tan sevap bekle!” buyurdu. O da:
“Kimin için sabredeyim ya Rasulûllah!” dedi. Efendimiz (sav):
“Dayın Hamza için” buyurdu.

Kadere teslim olmuş Hz.Hamne derin bir tevekkülle: “İnna lillâh ve innâ ileyhi râciûn = Bizler Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz Allah ona rahmet ve mağfiret etsin” dedi.

Peygamber Efendimiz (sav) tekrar:
“Ey Hamne! Sabret ve Allah’tan sevabını bekle!” buyurdu. O da:
“Kimin için Ya Resulullah!” diye sordu. Efendimiz (sav):
“Kardeşin Abdullah İbni Cahş için” buyurdu. Hz. Hamne yine sabır ve metanet içerisinde, “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” dedi ve ona da: “Allah rahmet ve mağfiret etsin” diye dua etti.

Peygamber Efendimiz (sav) üçüncü kez:
“Ey Hamne! Sabret ve sevabını Allah’tan bekle!” buyurdu. O da:
“Kim için ya Rasulûllah!” diye sordu. Efendimiz (sav) derin bir hüzün içerisinde:
“Mus’ab b. Umeyr için” buyurdu. Sevgili beyinin ismi geçince Hz. Hamne’nin hali birden değişiverdi ve: “Vay benim başıma gelenlere!” diyerek ağlamağa başladı. Yetim kalan çocuklarını düşündü. Onun bu derin acısına dayanamayan Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) Hz. Hamne’yi teselli sadedinde şu iltifatta bulundu:

“Hiç şüphesiz kadının yanında beyinin ayrı bir yeri vardır. Kadınlarda kocalarına karşı ayrı bir bağlılık vardır. Hz. Hamne dayısının, kardeşinin vefatına dayanabildi. Fakat kocasının vefatını duyunca metânetini koruyamadı” buyurdu. Hz. Hamne ve çocukları için Allaha dua etti.

Hz. Hamne sevgili beyi Hz. Mus’ab’ın ayrılığına dayanamadı. Fakat kadere de itiraz etmedi. Efendimiz’in (sav) duasıyla sakinleşmeğe çalıştı. Allah’a (cc) tevekkül ederek hayatını devam ettirdi. Bu dünya imtihanlar yeriydi. İmtihanlar ne kadar çetin olursa olsun sabırla ve kadere rıza ile dayanmak gerekliydi. Gerçek huzur ancak Allah’a (cc) sığınmakla, O’na tevekkül ile kazanılabilirdi. Ashab-ı Kiram’ın cümlesi sabır, sebat ve tevekkül ehliydi. Kadere rıza onların şiârıydı.

Hz. Hamne binti Cahş daha sonra Hz. Talha bin Ubeydullah ile evlendi. Ondan da Muhammed ve İmran adında iki oğlu oldu. Vefat tarihi bilinmeyen Hz. Hamne binti Cahş’ın Peygamber Efendimiz’den (sav) hadis rivayet ettiği de nakledilir.

Rabbim şefaatlerine nail eylesin, amin
Selam ve dua ile,

Yararlanılan Kaynaklar:
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4, Işık Yayınları, İstanbul, 2008

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort