JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

İbni Abbas’dan (ra):
‘Resûlullah (sav) Abdullah b. Revaha’yı sefere çıkmasını emrettiği bir müfrezenin komutanlığına tayin etti. O gün de cuma olduğu için Abdullah b. Revaha arkadaşlarına,

- Siz gidin, ben cuma namazını kıldıktan sonra gelip size yetişirim, deyip cuma namazını bekledi.

Namazdan sonra onu gören Nebi  (sav),
- Seni arkadaşlarınla birlikte yola çıkmaktan alıkoyan sebep nedir? diye sordu.

Abdullah,
- Seninle birlikte cuma namazını kılayım da ondan sonra çıkayım dedim, diye cevap verdi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz,
- Sen bütün dünya malını Allah yolunda harcasan arkadaşların senden önce yola çıktıkları için onların kazandıkları sevabı elde edemezsin, buyurdu. (Tirmizi)

Enes (ra):
‘Resûlullah, (sav) ashabına savaşa çıkmalarını emretti. Ashaptan biri çocuklarına,
- Arkadaşlarımla birlikte çıkmayacağım, Resûlullah’ın (sav) arkasında namaz kıldıktan sonra O’na selam verip kendisi ile vedalaşacağım, belki bana dua eder de duasının bereketi ile ahirette kurtulmuş olurum, dedi.

Namazdan sonra kendisi ile vedalaşınca Peygamber Efendimiz ona,
- Arkadaşlarının seni ne kadar geride bıraktığını biliyor musun? dedi.

O da,
- Evet, sabahleyin yola çıktıkları için benden yarım günlük yol ilerdedirler, dedi.

Peygamber Efendimiz,
- Onların seni geride bıraktıkları uzaklık sevap bakımından doğu ile batı arasındaki uzaklıktan daha fazladır, dedi.
(Heysemi)

Bu iki rivayette de açıkça ortaya konan şey; Efendimiz’in (sav) emr-i şeriflerinin, gösterdikleri hedefin kişisel yorumlarımızdan mutlak daha hayırlı olduğudur.
Birinci rivayette Abdullah b. Revaha Hazretleri zahiren daha fazla Efendimiz’le olmayı, O’nunla cuma namazı kılmayı, ikinci rivayetteki ismi bildirilmeyen sahabe de yine Efendimiz’le namaz kılıp hayır duasını almayı öncelemektedir. Zahiren makul gibi görünen bu tercihler sonuçta;

‘Sen bütün dünya malını Allah yolunda harcasan bile…’
‘Doğu ve batı arası uzaklık kadar…’ ikaz, itab ve dersi ile onları karşı karşıya bırakmaktadır.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) adeta Hâcegân yolunun parolası hükmünde olan
“İlâhî ente maksûdi ve rıdâke  matlûbi” ifadesini sıkça vurgularlar. “Allah’ım maksadım Sensin ve talebim Senin rızandır.”

Yine Hâce Hazretleri tasavvufî anlayışlar içerisinde ne vücudî ne şuhutî ancak kusutî anlayışı (kasıtta tevhidi) esas aldıklarını vurgulamaktadırlar. İnsanın kasdettiği şey çok önemlidir. İnsan neyi hedefliyorsa himmeti, hizmeti ve mükafatı da ona göre olacaktır. Hadis-i şerifte “Kimin   hicreti neye ise ona karşılığında o vardır.” buyrulması ya da “Ameller niyetlere göredir.” ifadesinde hep insanın kastının, hedefinin önemi vurgulanır.

Kasıtta bilinç vardır. Kişinin belirlediği hedefte, menzil-i maksuduna varmak için araçlara, imkanlara bilinçle bakışı vardır. Aslında insan için “İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn” ayet-i kerimesinde belirtildiği üzere “Allah’tan geldik ve O’na dönücüleriz.” zaten zorunlu bir dönüş vardır. Fakat yine hadis-i şerifte buyrulduğu üzere “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Kim Allah’a kavuşmayı arzu etmezse Allah da ona kavuşmayı arzu etmez.” Burada kulun bilinçle tercihi esastır. Mecburi bir dönüşü tercihli hale getiren işte bu kasıttır.

Osman Bedrüddin Erzurumî Hazretleri, Gülzâr-ı Sâminî adlı sohbet kitabında; bir ihtiyarî bir de ızdırarî ölüm olduğunu vurgular. Izdırarî, kaçınılmaz olan, herkesin sonuçta yaşayacağı ölümdür. İhtiyarî ölüm ise nefsin arzu ve isteklerinden vazgeçip Hakk’ın hoşnut olacağı tercihlere yönelmek olarak belirtilir. Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri’nin veciz ifadesiyle; “Gerçek sevgi; Allah’ın isteğini nefsin isteğine tercih etmendir.”
Bu rivayetlerde, sahabelerin tercihlerinde gördüğümüz; Efendimiz’le daha çok beraber olmak, hayır duasını almak gibi çok güzel tercihler olmakla beraber “Hayır nedir, şer nedir, siz bilmezsiniz.” ayet-i  kerimesinin manası zuhur etmekte; asıl doğru olan şeyin Resûlullah’ın (sav) isteğinde gizli olduğu belirtilmiştir.

Kendi zannî tercihlerinden vazgeçip mürşidinin yönelttiği ufku esas almak, bu gün de bizim yaşadığımız ikilemdir. Kul, “Allahtan asla zarar gelmez.” bilincine eriştikçe kendi tercihlerinden vazgeçecektir. Kulun kendinden vazgeçmesi Mevlası’nı tanıyışıyla doğru orantılıdır.

Kerim olan Mevlası’nı tanıdıkça kulda elbette ki O’na karşı daha bir merak, daha bir iştiyak gelişecektir. Şah-ı Nakşibendî (ks) Hazretleri’nin buyurduğu üzere “Kul Mevlası için bir şey yapmadan önce O’nun kendisi için neler yaptığına bakmalıdır.” Birazcık bakış, birazcık anlayış bizde şükür hissi oluşturacaktır  ki; “İmanın yarısı sabır, yarısı da şükürdür.” Bu şükür duygusu için Hâce Hazretleri’nin “Bu yola girerken şükrü esas aldık.” buyurmaları da manidardır.

Bizdeki şükür duyguları, asla gerçek anlamda şükür edemeyeceğimiz anlayışına bizi götürecek ve bizi Mevlamız’a karşı daha içli, daha mahcup bir hâle getirecektir. Amelimiz, ibadetimiz “Yapıp hiç yapmamış hissetmeye” bizi erdirecektir. Yüz bir bin “Allah” dese insan,  yüz “estağfirullah” demenin  zorunluluğunu hissedecektir. Çünkü Rahim olan, Kerim olan, Aziz olan, bütün güzelliklerin sahibi olan Mevlamız’a hangi ibadetimiz layık olabilir ki? Ama kastımızın O olduğu, O’nun rızasını arzuladığımızı, bize verdiği nimetlere takılmadan yahut hiçbir manevi hale aldanmadan, bizdeki hazzı esas almadan yalnız ve yalnız O’nun rızasını istediğimizi hatırlatmaktadır: “İlâhi ente maksûdi...” Eğer bir parça huzur ikram edilmişse Ataullah İskenderî Hazretleri’nin buyurduğu; “İbadette hissettiğin tad, kabul edildiğinin işaretidir.” hikmetine sığınarak seviniriz. O zaman Rabbimiz’in keremleri bizdeki minnet duygusunu daha da pekiştirir. Bu dünyaya gönderiliş nedenimiz “Ancak bana kulluk etsinler diye insanları ve cinleri yarattım” ayetindeki “Liyabudûn” (İbadet etsinler) kelimesini ibni Abbas (ra) “Liyarifûn” (bilsinler) olarak açıklamaktadır. Tanımadığımız bir İlâha nasıl ibadet  edebiliriz ki?

İşte bu bilmeyi gerçekleştiren Hace-i kâinat, Muhammed Mustafa’dır. (sav)  Sonra da O’nun varisi ekmeli olan evliyaullah bugün bu bilmenin, marifetin  öğreticisidir.

Cenab-ı Hakk’a hamd ü senalar, rasûl-u zişan Efendimiz’e (sav) salât ü selamlar ve O’nun bugünkü varisine ihtiram ile O’nun elinden, gönlünden uzak düşmemek temenni ve duasıyla…     

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Talha b. Berâ'nın [ra] Resûlullah'ın [sav] Ayağını Öpmesi

Husayn b. Vahvah el-Ensârî [ra] anlatıyor: "Talha b. Berâ [ra] ne zaman Resûlullah'a [sav] rastlasa O’na yapışır ve ellerini, ayaklarına öperdi."
(Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 3554; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. nr. 37159; ibn Hacer el-Askalânî, el-isâbe, 2/227.)

Uhud Harbi'nde Resûlullah'ı [sav] Arayan Bir Kadın

Enes b. Mâlik [ra] anlatıyor; "Uhud Savaşı'nda Medineliler karma karışık ve darma dağınık olmuştu. Herkes bir tarafa kaçıyor ve 'Muhammed öldü.' diye bağrışıyorlardı. Hatta bu yüzden o kadar çok bağırıp çağırma olmuştu ki, bu haber Medine'nin civar mahallelerine kadar ulaşmıştı.

Sonra evli kadınlardan biri, durumu öğrenmek için yola çıktı. İlk önce hangisiyle karşılaştığını bilemiyorum ama birine rastladığı zaman ona, “Bu ölen kim?” diye soruyor, o da, “Şu baban”, bir başkası, “Şu kardeşin”, başka rastladığı biri, “Şu kocan”, bir diğeri de, “Şu da oğlun” diyordu. Kadın, “Resûlullah [sav] nerede, O nasıl?” diye soruyor, onlar da,”'Ön tarafta!” diye cevap veriyorlardı. Nihayet kadını Resûlullah'ın yanına kadar getirdiler. Kadın hemen Resûlullah'ın elbisesinin bir ucuna yapıştı ve

- Anam babam sana feda olsun yâ Resûlullah! Sen hayatta olduktan sonra ben kimi kaybedersem kaybedeyim hiç önemli değil, dedi."
(Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 6/115.)

Yüzünü Oklara Hedef Yapan Sahabe: Katâde [ra]

Katâde b. Numân [ra] anlatıyor: "Resûlullah'a [sav] bir yay hediye edilmişti. Hz. Peygamber [sav] Uhud Savaşı'nın olduğu gün o yayı bana verdi. Ben de Resûlullah'ın önüne geçip yayın uç kısmı erinceye kadar ok attım. Bir an yerimden ayrılmadım ve yüzümü Resûlullah'ın yüzünün hizasında tutarak O’nu korudum. Oklarım bittikten sonra, ne zaman Resûlullah'a doğru bir okun atıldığını görsem, O’nu korumak için hemen yüzümü okun geldiği tarafa doğru çeviriyordum."
(Taberânî, el-Mu'cemü'l-KebTr, 8/19.)    

Hz. Ebû Bekir'in [ra]    Resûlullah'ın Vefat Edeceğini Anlayınca Ağlaması

Ebû Saîd el-Hudrî [ra] anlatıyor: "Resûlullah [sav] vefat ettiği hastalığında, başını bezle sarmış bir vaziyette,  bizler mescide otururken çıkageldi. Minberine doğru ilerledi ve çıkarak oturdu. Bizler de    Resûlullah'ın [sav] minberine iyice yanaştık. Hz. Peygamber [sav] şöyle dedi:

-Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah adına yeminle söylüyorum ki, şu anda ben havuzumun (Kevser) üzerinde bulunuyorum!

(Nitekim Resûlullah (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim ise, havzımın üstündedir." Buhârî, Fadlu's-Salât fi Mescidi Mekke ve'l-Medine 5,11, 57; Müslim, Kitâbü'l-Hac, 502.)

Sonra kendisini kastederek,

-Bir kula dünya ve onun ziynetleri arz edildi, fakat O ahireti seçti, buyurdu.

Resûlullah'ın [sav] bu sözünden neyi kastettiğini Hz. Ebû Bekir'den başkası anlayamadı. Hz. Ebû Bekir'in gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Resûlullah'a,

-Anam babam sana feda olsun! Yok, hatta babalarımız, analarımız, canlarımız, mallarımız sana feda olsun, dedi.

Bundan sonra Resûlullah [sav] minberinden indi ve artık bir daha oraya çıkmadan ahirete irtihal etti."
(ibn Ebî Şeybe, el-Musannef, 14/559; İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/230.)

Hz. Fâtıma'nın (ranh) Ağlaması

İbn Abbâs [ra] anlatıyor: "Ne zaman ki,

«Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir» ayeti Resûlullah'a [sav] indiğinde Hz. Peygamber, [sav] kızı Fâtıma'yı (ranh) çağırdı ve:

-Bana (yakında) öleceğimin haberi verildi, dedi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (ranh) ağlamaya başladı. Resûlullah [sav] ona,
-Ağlama! Bana ehlim (ailem) arasından en önce kavuşacak kişi sen olacaksın, buyurunca da Hz. Fâtıma (ranh) gülümsedi.

Resûlullah'ın [sav] hanımlarından biri O’nun bu halini gördü ve
-Senin önce ağladığını, sonra da güldüğünü gördüm; bunun sebebi neydi? diye sordu. Hz. Fâtıma (ranh),

-Resûlullah [sav] önce bana vefat edeceğini söyledi, ben de ağlamaya başladım. Sonra da ehlinden kendisine ilk kavuşacak olanın ben olacağımı söyledi, buna ise sevindim ve güldüm, dedi."
(Taberâni, el-Mu’cemül Kebir, 11/261)

Resûlullah'ın [sav] Vefatından Önce Vasiyeti, Yıkanması, Kefenlenmesi ve Namazının Kılınması

Abdullah İbn Mesud [ra] anlatıyor:

"Babam O’na feda olsun! Canım O’na feda olsun! Canımız, sevgilimiz, Peygamberimiz’in vefat edeceği bize (kendisi tarafından) altı gün öncesinden haber edilmişti. Vefat anı yaklaştığı zaman bizleri annemiz Hz. Âişe'nin (ranh) evinde topladı, bize baktı ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Sonra şöyle dedi:

- Merhaba! Hoş geldiniz.    Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Allah Teâlâ sizi korusun! Allah Teâlâ sizlere yardım etsin. Allah (cc) sizleri yüceltsin. Allah Teâlâ sizleri doğru yoldan ayırmasın. Allah (cc) sizleri lütfü kereminden rızıklandırsın. Sizi işlerinizde muvaffak kılsın. Allah Teâlâ sizlere selâmet ve emniyet versin. Allah (cc) ibadet ve taatlerinizi kabul buyursun.

Size Allah'tan korkmanızı, O'na karşı takvalı olmanızı tavsiye ediyorum! Sizi Allah'a ısmarlıyorum. Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'ın mülkünde, Allah'ın kullarına zulüm yaparak Allah'a üstünlük taslamaya kalkışmayın! Nitekim Allah (cc) hem bana hem de size şu uyarılarda bulunmuştur:

"İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.”
(Kasas 83)

"Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennem değil midir?" (Zümer 60)

Resûlullah [sav] bu ayetleri okuduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:

-Ecel, Allah Teâlâ'ya dönüş, Sidre-i Müntehâ'ya, Cenne-tü'l Me'vâ'ya, dolu dolu kâselere, Refîk-i A'lâ'ya varış yaklaştı!

-Ya Resûlullah! Vefatınızdan sonra sizi kim yıkasın, diye sorduk.

-Bana en yakın olandan başlayarak ehl-i beytimin erkekleri, buyurdu.

-Sizi ne ile kefenleyelim, dedik.

-İsterseniz şu üzerimdeki elbiselerimle, isterseniz de Yemen kumaşı yahut Mısır'ın beyaz beziyle, dedi.
-Bizlerden kim senin namazını kıldırsın, dedik ve ağladık; Resûlullah da [sav] ağladı. Sonra dedi ki:

-Durun biraz! Allah Teâlâ sizleri bağışlasın ve Peygamberiniz’in hürmetine sizlere hayırlar ihsan etsin. Beni yıkayıp kefenledikten sonra evimdeki (hazırlanmış olan) kabrimin yanı başında bulunan divanın üzerine koyun ve ardından bir müddet dışarıda bekleyin. Zira (vefatımdan sonra) benim namazımı ilk kılacak olan, dostum Cebrail'dir. Sonra Mikâil, sonra İsrafil ve ardında da askerleriyle birlikte Azrail gelerek namazımı kılarlar. Daha sonra diğer bütün melekler gelir. Onlar da namazımı kıldıktan sonra sizler grup grup içeri girerek namazımı kılar, çokça salât-ü selâm verirsiniz. Kimse, ağlayarak, bağırıp çağırarak bana eziyet vermesin.

Namazımı kılmak için öncelikle en yakınlarımdan başlayarak ehl-i beytim gelsin. Sonra da sizler gelin ve bana selâm verin. Burada olmayan kardeşlerime de benden selâm gönderin. Sizleri şahit tutuyorum; benden sonra dininize kim   girerse, benden ona selâm söyleyin. Selâmım, bana ve getirdiğim dine, bugünden kıyamete dek tabi olanların üzerine olsun.

-Yâ Resûlullah, sizi kabre kim koyacak, diye sorduk. Resûlullah [sav],

-Ehl-i beytimin yakınlarından birkaç kişi koysun. O esnada sizin göremediğiniz, fakat onların sizi gördüğü birçok melek de bu işe katılırlar. Haydi, şimdi kalkın ve benden sonra gelenlere, benim yerime dini tebliğ edin, buyurdular.
(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/256-257; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/80.)

Efendimiz’i (sav) aşkla sevenler, vefatından sonra O’nun emaneti olan dini yaşamak ve yaymak için O’nun varisi-halefi olan insanlar etrafında toplanarak hakikati bugünlere taşıdılar. Bugün iman sahibi, İslam sahibi her kim varsa Resûlullah’ın (sav) varis-i ekmeli etrafında bütünleşerek bu vasiyeti yerine getirmeye çalışmalıdır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 20 Ocak 2014 14:53

SAHABELERİN RESULULLAH (sav) SEVGİSİ - 2

Önceki sayımızda Peygamber âşıklarının bütün hücrelerine işleyen sevgi, yaşanan hayat içerisinde itaat, hürmet, hizmet, feda, fena… hasılı güzel ahlak olarak nasıl ortaya çıkıyordu, buna dair örnekler nakletmiştik. Seven sevdiğine göre değişir, şekillenir. Hayali bir peygamber sevgisi kalbimizi yumuşatır ama ahlakımızı değiştiremez. Ümmet, “…rüyamızda görelim ya Resûlullah!” ilahileriyle kendini avutamaz. Resûlü sevmek, O’nun varisi olan, velayet sahibi insan-ı kâmili bulmak ve O’na itaat etmekle mümkündür. Sakalsız, bıyıksız, takım elbiseli, kravatlı peygamber satıcıları artık gına getirmiştir. Kutlu doğum etkinlikleri adı altında (istisnalar kaideyi bozmaz) Efendimiz’in giyim kuşamından, lihye-i şerifinden, suret ve siret-i şeriflerinden fersah fersah uzak kimseler, kimi anlattıklarını bir kez daha düşünmeliler. “Mü’min odur ki bakınca Allah’ı hatırlatır!”Aynaya bakmanın zamanı gelmiştir. Ayna, peygamber varisi insan-ı kâmildir.  

Ya sana eziyet verirsek…

Ebû Eyyûb el-Ensârî [ra] anlatıyor: Resûlullah [sav] Me¬dine'ye hicret ettiklerinde benim evime misafir olmuşlardı. Biz evin üst katına çıkmış, Resûlullah [sav] ve ailesi de alt katta ikamet etmişti. Akşam olup da Resûlullah yatınca biz evin üst katında, O’nun ise alt katında olduğu ve dolayısıyla onunla vahiy arasına gireceğimiz aklıma geldi. Sonra uyuduğumuz takdirde hareket ederiz ve bu hareketimiz sebebiyle tavandan aşağıya toz-toprağın düşeceği endişesiyle sabaha kadar uyuyamadık. Sabah olunca Resûlullah'ın [sav] yanına gittim,

- Yâ Resûlullah! Bu gece ne ben ne de Ümmü Eyyûb uyuyamadık, dedim. Resûlullah [sav]:

- Ey Ebû Eyyûb! Neden uyuyamadınız, diye sordu. Ebû Eyyûb [ra],

- Yâ Resûlullah! Sizin alt katta, benimse üst katta olduğum hatırıma geldi. Durum böyle olunca eğer biz uyur da uykumuzda hareket edersek üstünüze toz-toprak düşecek, böylece size eziyet vereceğimizi düşündük. Hem üst katta olmakla vahiyle aranıza gireceğimiz endişesine kapıldık, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem [sav] şöyle buyurdu:

- Ey Ebû Eyyûb! Böyle yapma. Ben sana bazı kelimeler öğreteyim; sen de bu kelimeleri sabah on, akşam da on defa söylersin. Eğer bunu söylemeye devam edersen, sana on sevap verilir, on günahın silinir ve Allah katında merteben on derece yükseltilir, ayrıca bu kelimeler için kıyamet günü on köleyi hürriyetine kavuşturmuş gibi mükâfat görürsün, dedi ve şu duayı okumamızı buyurdu:

"Lâ ilahe illallâhü, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü lâ şerike leh.”
(Taberânî, ei-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 3986; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 3959.)

Yine Ebû Eyyûb el-Ensârî [ra] anlatıyor: "Resûlullah [sav] Medine'ye hicret ettiğinde bizim evimize misafir olmuşlardı. Dedim ki:

- Anam babam sana feda olsun yâ Resûlullah! Benim üst katta sizinse alt katta olmanız beni rahatsız ediyor; bu durum hoşuma gitmiyor.

Resûlullah [sav],

- Bizim için en uygun ve en zahmetsiz olanı alt katta oturmamızdır; zira insanlar devamlı surette bize gidip geliyorlar, dedi.

Bizim toprak bir testimiz vardı. Bir gün kırıldı ve sular etrafa yayılmaya başladı. Ben ve eşim Ümmü Eyyûb hemen kalktık; evimizde bulunan ve tek bez parçası olan yorganımızla, dökülen o suyu silmeye başladık. Çünkü suyun alt kata geçerek Resûlullah'a [sav] eziyet vermesinden korkuyorduk.

Yemek yaptığımız zaman ondan Resûlullah'a da [sav] gönderirdik. Yemek kâsesi geri geldiğinde içinde arta kalanları, Resûlullah'ın [sav] parmağıyla sıvazladığı yerlerden başlayarak yerdik. Bunu yaparak hayır ve berekete ulaşmayı temenni ediyorduk.

Yine bir gece Resûlullah'ın evine, sarımsaklı ve soğanlı bir yemek yapıp göndermiştik. Yemek kâsesi geri geldiğinde, içinde Resûlullah'ın [sav] parmak izlerini göremedik. Bunun üzerine Resûlullah'a gittim ve gönderdiğimiz yemekten yemediğini kendisine hatırlattım. Resûlullah [sav] bana şöyle dedi:

- Getirilen yemekte soğan ve sarımsak kokusunu hissettim. Ben Rabbime münacat eden biriyim. Bu sebeple bende onun kokusunun bulunmasını istemem; ancak sizler yiyin.
(Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 3855, 3878. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/415; Hâkim, el-Müstedrek, 3/461; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 8/301-302.)

O’nun yaptığını bozmak…

Abdullah İbn Abbâs [ra] anlatıyor: "Babam Abbâs'ın [ra] Hz. Ömer'in [ra] gelip geçtiği yola da uzanan bir su oluğu vardı. Ömer [ra] bir cuma günü camiye gitmek üzere evinden çıkmıştı. Abbâs [ra] ise bu oluğun üzerinde (tavuk benzeri) iki kuş kestirmişti. Ömer [ra] oluğun yanından geçerken oluktan akan kanlar onun elbisesine değdi. Ömer [ra] buna kızdı ve oluğun sökülmesini emretti. Sonra tekrar evine dönerek kanlanan elbisesini çıkardı ve başka bir elbise giydi. Ardından camiye giderek cuma namazını kıldırdı. Durumdan haberdar edilen Hz. Abbâs [ra] cuma namazından sonra Ömer'in [ra] yanına geldi ve:
- Vallahi, o oluğu oraya Resûlullah [sav] kendi elleriyle koymuştu, dedi. Bunu üzerine Hz. Ömer [ra]:

- Allah aşkına! Şimdi benim sırtıma bin ve o oluğu Resûlullah'ın koyduğu yere koy, dedi ve Hz. Abbâs'ı oluğu yerine yerleştirene kadar sırtında taşıdı.
(ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 4/12, 20; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/210; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 4/206.)

Hz. Ömer’in oğlu ve diğer ashabın vesile edinmeleri…  

İbrahim b. Abdurrahman b. Abdülkârî [rah] anlatıyor: "Bir defasında Abdullah b. Ömer'i [ra] gördüm; Resûlullah'ın min¬berde oturduğu yere elini sürüyor, sonra da yüzünü sıvazlıyordu."
(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/254.)
Yezîd b. Abdullah b. Kusayt [rah] anlatıyor: "Resûlullah'ın sahabelerinden bazılarını görüyordum; mescid boşaldıktan sonra Resûlullah'ın [sav] sağlığında iken oturduğu minberin Ravza-i Mutahhara tarafında olan kısmını sağ elleriyle tutuyorlar, sonra kıbleye yönelerek dua ediyorlardı.
(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/254.)
Kimin O’nda hakkı kalmış…

Abdurrahman b. Ebî Leylâ [rah] babasından rivayetle anlatıyor: "Üseyd b. Hudayr [ra] güler yüzlü, şakacı ve salih bir kimse idi. Yine bir gün Resûlullah'ın [sav] huzurunda iken konuştuklarıyla sahabeleri güldürüyordu. Bu sırada Resûlullah [sav] bir ikaz anlamında parmağıyla Üseyd'in böğrüne dürttü. Üseyd [ra]:

-Yâ Resûlullah! Canımı yaktınız, dedi. Resûlullah [sav],

- Öyle ise sen de kısas yap, buyurdu. Üseyd [ra],

- Yâ Resûlullah! Fakat sizin üzerinizde gömlek var, ben de ise yoktu, dedi. Bunun üzerine Resûlullah [sav] gömleği¬ni kaldırdı. Üseyd [ra] Resûlullah'a sarılıp açılan böğrünü öpmeye başladı ve:

- Anam babam sana feda olsun yâ Resûlullah! İşte ben bunu yapmayı kastetmiştim, dedi.
(Hâkim, el-Müstedrek, 3/288; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 556, 557.)
Ölmeden tenim tenine değsin Efendim…

Habbân b. Vâsi' el-Mâzinî el-Medenî, kavminin yaşlıla¬rından rivayetle anlatmıştır: "Resûlullah [sav] Bedir Harbi'nin yapılacağı gün, savaş başlamadan önce sahabelerinin arasında gezinerek safları düzeltiyor, elindeki okla hizaya girmeyenlere işaret veriyordu. Resûlullah [sav] Sevâd b. Guzeyye'nin yanından geçerken onun safı bozup ön tarafa doğru çıkık olduğunu gördü. Elindeki okla onu dürterek,

- Ey Sevâd! Safına gir, buyurdu. Sevâd [ra],

- Yâ Resûlullah! Canımı acıttınız. Allah Teâlâ sizi, hakkı ve adaleti ikame etmeniz için göndermiştir. O halde ben kısas istiyorum, dedi.

Resûlullah [sav] karnını açarak,

- Şimdi kısasını yap, buyurdu. Sevâd [ra] hemen Resû¬lullah'a [sav] sarılıp onun karnını öptü.

Resûlullah [sav],

- Ey Sevâd! Bunu neden yaptın, diye sordu. Sevâd [ra],

- Yâ Resûlullah! Senin de gördüğün gibi savaş neredeyse başlamak üzere. O sebeple seninle olan son ahdimin tenim tenindeyken olmasını istedim, dedi. Resûlullah da ona dua buyurdu.
(ibn Hişâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, 1/262; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 3/271.)

Ahirette O’nunla olmak için…

Hasan-ı Basrî [rah] rivayet ediyor: "Resûlullah [sav] yolda giderken saçlarını sarıya boyamış bir adamla karşılaştı. Resûlullah'ın [sav] elinde yaprakları soyulmuş bir hurma sopası vardı. Adama baktı ve:

- Vers (sarı renkli bir bitki) ile boyanmış saçlar, dedi sonra elindeki sopayla adamın karnına dürterek,

- Ben sana bunu yapmayı yasaklamamış mıydım, buyurdu.


Resûlullah'ın adamın karnına dürtmesi kanatmamıştı ama iz yapmıştı. Adam,

-Yâ Resûlullah! Kısas isterim, dedi. Orada bulunanlar,

- Resûlullah’tan kısas mı istiyorsun, dediler. Adam:

- Hiçbir kimsenin teni benim tenimden daha üstün olamaz, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem [sav] karnını açtı ve:

- Gel, kısasını yap, buyurdu. Adam geldi ve Hz. Peygamber'in [sav] karnını öptü. Sonra,

- Bu kısası, bana şefaat etmen için kıyamete bırakıyorum, dedi
(Abdurrezzak, el-Musannef, nr. 18038; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 40207, 40217, 40222.)

Mevlayı Müteâl Hazretleri Resûlün varisine aşkla itaati lütfeylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hakk’ın Habibi, gönüller tabibi, eşrefi mahlûkat, ekmelu’t-tahiyyat, Cenab-ı Peygamber Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i ashabı kiram nasıl sevmişler, nasıl bir sevgiyle bağlanmışlar? Asrısaadeti anlamak ancak bu sevgiyi anlamakla mümkün. Binler örnekten birkaçını sizlerle paylaşmak istiyoruz. Ancak ashab-ı kiramın aşkı, sadakati, vefası, bin dört yüz otuz yıl öncesinden bize ulaşan sedası ten kulağıyla değil, can kulağıyla dinlenirse bizdeki iman közünü alevlendirecek ve bugün Peygamber varisi insan-ı kâmili tanımamızı, ona tabi olmamızı kolaylaştıracaktır…

Cennette O’nun arkadaşı olabilmek…
Hz. Âişe (ra) anlatıyor: Adamın biri Resûlullah'ın [sav] yanına gelerek, -Ey Allah'ın Peygamberi! Seni canımdan daha çok seviyorum, seni çoluk çocuğumdan da çok seviyorum. Evimde olduğum zamanlarda seni hatırlıyor ve sabredemeyerek seni görmek istiyorum. Sonra, benim de ve senin de öleceğin hatırıma geliyor. O zaman senin cennete girip peygamberlerle beraber olacağın, benimse cennete girsem bile seni göremeyeceğim, seninle beraber olamayacağım aklıma geliyor; korkuyorum.

Adamın bu sözlerine Resûl-i Ekrem [sav] hiçbir cevap vermedi. Ve nihayet biraz sonra ayet-i kerime nazil oldu:

“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”(Nisa 69) (İbn Hişam, Es-Siret-ün Nebeviyye 1/260-261)

İbn Abbâs [ra] anlatıyor: "Adamın biri Resûlullah'a [sav] geldi ve:
-Ey Allah'ın Resulü! Vallahi seni çok seviyor ve devamlı ismini anıyorum. Hatta kimi zamanlar öyle oluyor ki, gelip seni görmesem canım çıkacak gibi oluyor. Sonra ahireti düşünüyorum; şayet cennete girecek olsam bile benim derecemin seninkinin aşağısında olacağı için seni göremeyeceğim hatırıma geliyor, bu da bana çok zor geliyor. Ben ahirette de seninle beraber olmayı arzuluyorum, dedi.

Resûlullah [sav] ona bir şey söylemedi. Birazdan, Hz. Peygamber'e [sav] Nisa Suresi’nin altmış dokuzuncu ayeti nazil oldu. Resûlullah [sav] ayet-i kerimeyi sahabeye okudu ve onun için dua etti. Ayet-i kerime şöyledir:

“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Heysemi, Mecmau’zzevaid 7/7)

Talha b. Berâ'nın Resûlullah’ın [sav] Ayaklarını Öpmesi…
Husayn b. Vahvah el-Ensârî [ra] anlatıyor:
"Talha b. Berâ [ra] ne zaman Resûlullah'a [sav] rastlasa ona yapışır ve ellerini, ayaklarına öperdi. Yine bir gün Resûlullah'a [sav] rastladığında Ona,
Yâ Resûlullah! Bana neyi dilerseniz emredin; sizin emrinize karşı gelmeyeceğim, dedi. Talha o zamanlar daha gencecik bir delikanlıydı ve onun bu sözleri Resûlullah'ın [sav] çok hoşuna gitmişti. Bu sebeple Resûlullah [sav]:

-O halde git babanı öldür, dedi. Talha, aniden ayağa kalktı, kapıya yöneldi, fırlayıp dışarı çıktı, yıldırım hızıyla gidiyordu. Peygamberimiz şaka yapmıştı, arkasından seslendi:

-Gel, gel! Ben akraba bağlarını çiğnetmek için gönderilmedim, dedi. Talha b. Berâ geri döndü, Resûlullah'ın [sav] yanına geldi.

Bu hâdiseden bir müddet sonra Talha [ra] hastalandı. Mevsim kıştı. Bulutlu ve soğuk bir günde Resûlullah [sav] onun ziyaretine geldi. Ziyaretini tamamladıktan sonra aile efradına:
-Talha'yı iyi görmüyorum; ölümü yakın! Şayet vefat ederse hemen beni haberdar ediniz ki, geleyim, cenazesinde bulunayım ve namazını kıldırayım. Bu hususta gevşek davranmayın, dedi ve oradan ayrıldı.

Ancak daha Salim b. Avfoğulları'nın yurduna gelmeden Talha vefat etmişti. Bu sırada akşam olmuş ve karanlık da çökmüştü. Talha [ra] ölmeden önce, 'Öldüğümde beni hemen gömün, bir an evvel Rabbime kavuşturun. Resûlullah'ı da [sav] çağırmayın; zira benim yüzümden etraftaki Yahudilerin ya da karanlıkta yoldaki yılanların-çıyanların O’na bir kötülüklerinin dokunmasını istemem!' şeklinde bir vasiyette bulunmuştu ve vasiyeti gereği hemen defnedildi. Sabah olduğunda durum Resûlullah'a [sav] arz edildi. Resûlullah [sav] gidip onun kabrinin yanı başında durdu. İnsanlar da onun arkasında saf bağladılar. Resûl-i Ekrem [sav] ellerini kaldırarak şöyle dua etti: "Allah’ım! Sen ona; o da sana kavuştuğunda, onu mütebessim bir halde karşıla!" (İbn Hacer el-Askalani, el İsabe 2/227)

Sevenle Sevilenin Arasına Girme…
Zührî [ra] anlatıyor: Bir gün sahabeler, Resûlullah'ın [sav] huzuruna gidip Abdullah b. Huzâfe'nin [ra] şakacı ve boş sözler konuşan biri oluşundan dolayı şikâyette bulundular. Resûlullah [sav] onlara şöyle dedi:

-Ona ilişmeyin; onun kendine mahsus gizli halleri vardır. Zira o, Allah ve Resûlü'nü çok seviyor. (İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk 37/360)

O’na Hicret edenin Mükafaatı O’dur…
Edra' [ra] anlatıyor: Resûlullah'ı korumakta olduğum gecelerden biriydi. Mescide, Resûlullah'ın [sav] yanına gelmiştim. Mescidde yüksek sesle Kur'an okuyup zikir çeken biri vardı. Resûlullah [sav] dışarı çıktığı zaman:

-Yâ Resûlullah! Bu adamın yaptığı riyakârlık değil mi, dedim. Resûlullah [sav]: -Bu, Abdullah Zü'l-Bicâdeyn'dir, dedi. Daha sonra bu zat Medine'de vefat etti. Cenazesinin teçhizi bitirildi, namazı kılındı. Naaşı defnedilmek üzere omuzlarda götürülürken Resûlullah [sav]:

-Onu taşırken nazik olun, fazla sarsmayın, şefkatli davranın; zira Allah Teâlâ da ona şefkat ve rahmetiyle muamele etmiştir. O Allah ve Resûlü'nü seviyordu, buyurdu.

İbn Hişâm demiştir ki: O zata Zü'l-Bicâdeyn adı verilmesinin sebebi şu idi: Bu sahabi İslâm'a girmek istiyordu ancak kavmi onu bundan men ediyor, onu sıkıştırıyorlardı. Nihayet onu bicad (kaba bir elbise) içinde bıraktılar. Üzerinde başka bir şey yoktu. O da Peygamber'in (sav) yanına kaçtı. Medine’ye yaklaştığı zaman bicâdını ikiye yarıp ayırdı ve birini izar (don) edindi. Diğerini de üzerine aldı. Sonra Peygambere (sav) gelip biat etti. Ona bundan ötürü Zü'l-Bicâdeyn (iki bicâd sahibi) denildi.(ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 5/84.)

O’nun ayağına Diken Batmasına Razı Değilim…
Müşriklerden bir heyet bir plan yaparak Uhud Savaşında ölen yakınlarının intikamını almak için Medine’ye geldiler ve:

-Ya Resûlullah! Bizim kabilelerimiz İslamiyeti kabul ettiler. Yalnız bize Kur’an-ı Kerim öğretecek birilerine ihtiyacımız var. Bize birkaç kişi yollar mısın? dediler.

Bunun üzerine Efendimiz altı sahabeyi gönderdi. Yolda bu müşrikler gerçek niyetlerini ortaya koydular. Hz. Asım ve üç arkadaşını şehit ettiler.

Hubeyb b. Adîy ile Zeyd b. Desine'yi [ra] ise Mekke'ye götürerek müşriklere sattılar. Hubeyb’i, Huceyr b. Ebû İhâb et Temîmî satın aldı. Zeyd b. Desine'yi de [ra] öldürülen oğlunun intikamını almak üzere Saffân b. Ümeyye aldı. Kölesi Nistâs'a onu Mekke'nin dışına çıkarmasını emretti. Zeyd'in [ra] öldürülmesinde, Ebû Süfyân b. Harb'ın da bulunduğu bir müşrik topluluğu hazır bulundu. Zeyd [ra] öldürülmek için ortaya getirildiğinde, Ebû Süfyân ona:

-Ey Zeyd! Allah adına söyle; istemez miydin ki, senin yerinde şimdi Muhammed olaydı da biz onun boynunu vursaydık. Sen de ailenle birlikte olsaydın, dedi. Zeyd ise:

-Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in (sav) ayağına bir dikenin bile batmasını istemem, dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyân,

-Ben, Muhammed'in sahabelerinin O’nu sevdiği kadar hiçbir insanın bir başkasını öylece sevdiğini görmedim, dedi. Sonra Nistâs, Zeyd'i [ra] öldürdü. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l Kübra 4/154)

Sahabeler Edeplerinden Ötürü Resûlullah'a Gözlerini Dikerek Bakmazdı…
Enes b. Mâlik [ra] anlatıyor: "Resûlullah [sav] kimi zaman aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de [ra] bulunduğu Muhacir ve Ensardan oluşan sahabe cemaatinin arasına çıkagelirdi. Ebû Bekir ve Ömer'den [ra] başka hiç kimse gözünü dikerek Resûlullah'a bakmazdı. Ebû Bekir ve Ömer [ra], Resûlullah'a [sav] bakar, Resûlullah da [sav] o ikisine bakardı. Onlar Resûlullah'a tebessüm eder, Resûlullah da onlara tebessüm ederdi." (Tirmizi, Menakıb 16)

Sahabeler Resûlullah'ın Huzurunda Nasıl Otururlardı?
Üsâme b. Şerîk [ra] anlatıyor: "Biz Resûlullah'ın [sav] huzurunda otururken sanki başımızın üzerinde kuş varmış (kıpırdasak kaçacak) gibi otururduk. Onun huzurundayken bizden hiçbir kimse çıt çıkarmazdı. Yine bir gün bizler böyle Resûl-i Ekrem'in huzurundayken birtakım kişiler geldi ve:

-(Ey Allah'ın Resulü!) Allah'ın kulları arasında O'na en sevimli geleni hangisidir? diye sordular. Resûlullah [sav]:

-Ahlâkı en güzel olanıdır, buyurdu." (Taberani,el-Mu’cemü’l Kebir 471)

Resûlullah'ın [sav] Heybeti…
Berâ b. Âzib [ra] anlatıyor: "Bir hususta Resûlullah'a [sav] soru sormak istiyordum. Ancak onun heybetinden çekindiğim için, sormak istediğim soruyu tam iki sene sonra sorabildim."

Sahabelerin Resûlullah'ın Abdest Suyuyla Teberrüklenmeleri…
Tabiînden Zührî [ra] diyor ki: "Doğruluğundan şüphe duymadığım Ensardan bir kişi bana şöyle anlattı:

-Resûlullah [sav] abdest aldığı zaman sahabeler hemen koşuşur; onun abdest suyunun arta kalanından ve sıçrayanlardan alarak yüzlerine ve bedenlerine sürerlerdi.

Yine bir defasında Resûlullah [sav] abdest almıştı; sahabeler de onun abdest suyunu almak için koşuşturmuşlardı. Resûlullah [sav] onlara:

-Niçin böyle yapıyorsunuz? diye sorunca sahabeler:
-Bununla hayır ve bereket umuyoruz, demişlerdi. Resûlullah [sav] onların böyle yapmalarına kızmamıştı, ancak şöyle buyurdu: -Kim, Allah ve Resulü'nün kendisini sevmesini istiyorsa doğru konuşsun, kendisine verilen emaneti korusun ve komşusuna eziyet vermesin. (Abdürrezzak, el Musannef 19748) Sahabelerin Urve b. Mesud'u Hayrete Düşüren Tavırları… Hudeybiye Barış Antlaşması yapılmadan önce Mekkelileri temsilen gönderilen Urve b. Mesud, dönüşünde Resûlullah'ın ashabında gördüklerini Mekkelilere şöyle anlatmıştır:

«Bu ne tazim, bu ne hürmet! Vallahi Resûlullah ağzından bir şey atsa bu muhakkak sahabelerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince sahabeleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirleriyle yarışıyorlar. Peygamber bir söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahabeler seslerini alçaltıyorlar. O’nu tazim için yüzüne dikkatle bakmıyorlardı. Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir (elçi) olarak çıktım. Rûm meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin dîvânlarına elçilik sıfatıyla girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarının, Muhammed'in sahabelerinin O’na tazim ettikleri gibi tazim gösterdiklerini görmedim.»

Cenabı Mevla, ashabın aşkından lütfederek bugünün peygamber varisine aşkla hizmeti nasip eyleye…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 07 Ocak 2014 15:24

ZEYD BİN HARİSE (RADIYALLAHU ANHU)

Hz. Zeyd bin Harise (ra)… Işığını Kâinat Efendisi’nden alan yıldızlardan alan biri… El hub (sevilen) diye anılan bir sahabe… Ahzab Suresi 37. ayeti kerimede bizzat ismi geçen bir insan… “(Ey habibim) Allah’ın nimet verdiği senin de ikram ettiğin kimse …” denilerek dikkat çekilen bir insan…

İlk kadın Müslüman Hz. Hatice (ra), ilk erkek Müslüman Hz. Ebu Bekir (ra), ilk çocuk Müslüman Hz. Ali(ra)’ den sonra kölelerden ilk Müslüman olarak Hz. Zeyd’e Allah-u Teâlâ’nın nimet verdiği sonra Efendimizin de onu azat ederek ikram ettiği bir insan…

Tarihi kaynaklara göre peygamberliğin ilanından önce Yemenli Kudaa kabilesine mensup Zeyd bin Harise annesi Su’dâ hatun ile akrabalarını ziyarete gittiği bir zaman kimi atlıların baskın yaparak köle edindiği bir çocuk. O zamanlar sekiz yaşlarında. Ukaz panayırına getirerek satılan bu küçük köleyi Hakim bin Hizam bin Huveylid satın alır ve halası Hz. Hatice’ye hediye eder. Hz. Hatice annemiz de bu güzel yüzlü, zeki köleyi eşi Hz. Peygambere hediye eder. Cenab-ı Hak Hz. Zeyd’i Kâinatın Efendisi ile buluşturarak olabilecek en büyük nimeti ona lütfetmiştir.

Yemen taraflarında evlat hasretiyle yanıp yakılan baba Harise, diğer oğullarına “Ben ölsem bile Zeyd’imi siz bulacaksınız!” diye vasiyet etmektedir. Mekke’den gelen bir haber ona hayat verir: Oğlun Zeyd yaşamaktadır. Derhal hazırlık yapan Harise, kardeşi Kâb ile birlikte güçlü kuvvetli bir köle ve yüklü miktar para ile Mekke’ye gelir. Efendimizi bularak:

-Ey Kureyş kavminin efendisi! Siz harem halkı ve Harem-i şerifin komşularısınız. Beytullah’ın yanında esirlerin esaret bağlarını çözer, onları doyurursunuz. Yanınızda bulunan oğlumuz için size geldik. Sen bizi memnun ve razı edecek bir fidye-i necat (kurtuluş akçesi) iste biz onu verelim ve oğlumuzu serbest bırak, der.

Resûlü Kibriya Efendimiz:
- Oğlunuz kimdir? diye sordular.
- Zeyd bin Harise, dediler.
- Bundan başka bir isteğiniz var mı?
- Hayır, başka bir isteğimiz yoktur.
Bunun üzerine Efendimiz (sav) :
- Eğer sizi tercih ederse fidye-i necat almaksızın o sizindir, alın götürün.
Yok, eğer beni tercih ederse vallahi ben, beni tercih edene kimseye tercih etmem, buyurdular.
Harise ve kardeşi buna çok memnun oldular.
Fakat küçük Zeyd gelerek onları şaşırtacak bir şey söyledi:
-Babacığım ben bu zâttan öyle şeyler gördüm ki O’nun yanında köle olmayı ailemin yanında hür olmaya tercih ederim.
Babası ve amcası büyük bir şaşkınlıkla:
- Yazıklar olsun sana! Sen köleliği hürriyete, anne-babana, ailene nasıl tercih edersin? dediler.
Küçük Zeyd ise kararlı idi. Onun bu sadakati ve tercihi Kâinatın Efendisi’ni gayrete getirecekti.
Zeyd’in elinden tutup Mekke’nin ortasında Kureyş’in oturduğu Hıcır mahallesine götürerek:
- Ey hazır bulunanlar! Şahit olunuz ki bundan böyle Zeyd benim oğlumdur. Ben ona varisim o da bana varistir, buyurur.

O günden sonra küçük Zeyd artık Zeyd bin Muhammed (sav) diye çağrılacaktır. Bu durum karşısında şaşkınlıkla beraber mahzuniyeti-sevinci bir arada yaşayan Harise, oğlunu Efendimize bırakarak gönül huzuru ile yurduna döner.

“Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur…” Ahzab 5. ayeti kerimesine kadar Zeyd bin Muhammed diye hitap edilen bu peygamber aşığı genç sahabi bu hükümden sonra Zeyd bin Harise diye çağrılmaya başlanır.

Hayatı ile ilgili bizlere ibret olacak birçok önemli olay nakledilen Hz. Zeyd’in, Efendimizin tebliğ çalışmalarında hemen O’nun yanı başında oluşu, Taif’de Efendimiz (sav) taşlanırken O’na siper olması, başından yüzünden yaralanması, Hicrette Hz. Hamza ile kardeş ilan edilmesi, Efendimizin (sav) halasının kızı Zeynep binti Cahş ile evlenmesi sonra boşanmaları ve Ahzab Suresi 37. ayeti kerimede ifade edilen “… Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları hanımları ile ilişkilerini kestikleri(onları boşadıkları) zaman o kadınlarla evlenmek hususunda Mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” hükmü, Efendimizin Müreysi Gazası’na çıktığı zaman onu Medine’de vekil bırakması, bütün savaşlarda yanında bulunması ve en son Mute Savaşı’nda şehit düşünceye kadar imanı, istikameti ve dostluğuyla sadakatini ispat etmesi o gün yaşayan ve kıyamete kadar gelecek bütün ehli imana örnek tablolar olarak karşımızda durmaktadır.

Efendimiz Mute’ye gönderirken komutan olarak Zeyd’i seçmiş “Zeyd şehit olursa Cafer, Cafer şehit olursa, Abdullah bin Revaha sancağı alsın. O da şehit olursa aranızdan birini kendinize kumandan seçin.” buyurarak adeta onların şehadetlerini müjdelemiştir. Üç bin kişilik İslam ordusu yüz bini aşkın Bizans ordusu ile Suriye’de Mute bölgesinde karşılaşırlar. Efendimiz Medine’de hutbe verirken birden gözyaşı dökmeye başlar ve “Allah’ım Zeyd’e mağfiret et, Allah’ım Zeyd’e mağfiret et, Allah’ım Zeyd’e mağfiret et. Allah’ım Cafer’e mağfiret et, Allah’ım Abdullah bin Revaha’ya mağfiret et!” diye dua ederler. Bu üç sahabenin şehadetini haber verdikten sonra müslümanların Halit bin Velid’i komutan seçtiğini Allah’ın onun eli ile zaferi lütfedeceğini müjdeler.

Efendimizin (sav) “Bana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, benim ve Allah’ın ihsanına mazhar olan Zeyd’dir.” buyurduğu Hz. Zeyd bin Harise (ra) geride yine Efendimizin öz torunlarından ayırmadığı Hz. Usame’yi bırakarak elli beş yaşlarında ahirete göçer.

Ticaret için uzak bir beldeye giderken bir katır ve kılavuz kiralayan Hz. Zeyd’i kılavuz izbe bir yere götürerek öldürmek ister, Hz. Zeyd:
- İki rekat namaz kılmama müsaade et, der.
Cenab-ı Hakk’a yönelerek üç defa (Ya Erhamerrahimin) demesi üzerine katırcıya “Onu öldürme!” diye bir nida gelir. Katırcı Hz. Zeyd’e doğru hamle yapınca elinde kılıçla beliren bir süvari katırcıyı öldürür. Gelen şahıs:
- Sen birinci Ya Erhamerrahimin dediğinde göğün yedinci katındaydım. İkinciyi söylediğinde göğün birinci katına indim, üçüncüyü söylediğinde yanına geldim, deyince Hz. Zeyd onun melek olduğunu anlar.

“Cennette, deve derisinden yapılmış su tulumları gibi iri narlar arasında Zeyd’i görüyorum.” buyrulan Hz. Zeyd ile ilgili çok önemli örnekler olmasına rağmen biz onun özgürlük-hürriyet anlayışı ile ilgili yoğunlaşmak istedik. Hz. Zeyd’in Efendimiz (sav) ile ilgili ilişkisinde yaşadığı şey; tadıylakokusuyla, sevgisiyle-dostluğuyla insanın bu dünyada tam anlamıyla özgürleşmesinden başka bir şey değildir zaten. Hz. Zeyd bilmektedir ki “Dünya Mü’minin zindanıdır.” Fani olan bu dünyada iman bağı ile kulun Mevla’sıyla buluşması sağlanmıştır. Peygamberlik kulun Allah ile buluşmasının yeridir. Allah (cc) ötelerin ötesinde değil, habibininsevdiğinin gönlündedir. O gönle girerek el-hub (sevilen) lerden olan Hz. Zeyd orada zaten Rabbi ile buluşmuştur. “Fefirru ilallah” Allah’a firar edin ayeti kerimesi nefsin, heva ve hevesin, şeytanın bağlarından kurtulup dünya zindanından Mevla’ya kaçmaya çağrıdır. Mevlana Hace hazretleri sohbetlerinde “Mücadele edilmeden özgürlüğe ulaşılamayacağını, özgürlüğün ancak kazanılacak bir hak olduğunu, nefs ve şeytanın hikmetinin de insanın mücadelesi için gereken unsurlar oluşundan kaynaklandığını” belirtmişlerdi.

Osman Bedrüddin Erzurumi hazretleri Gülzari Samini adlı sohbet kitabında, Cenabı Hakk’ın Cennette abidlere bütün nimetlerini verdikten sonra isteğiniz var mı, diye soracağını onların “Yarabbi! Cennetine aldın, bunca nimet verdin daha vereceğin ne kaldı? demeleri üzerine “Size rızamı helal kıldım.” ifadesi ile Cennetin en son nimeti olarak Hakk’ın rızasını vurgular ve şöyle ekler: Arifler ise rızayı bu dünyada yaşarlar.

Hace Hazretleri, işte bu rızaya ermenin insanı ancak tam olarak hür kılacağını belirtirler. Kulluk, istikamet ve dostlukla insanda oluşan sadakat, vefa, hikmet, marifet gibi yönler, o gün Hz. Nebi’nin (sav) sâlâtında yaşayan Zeyd’e (ra) bu gün de Nebi varisi insanı kâmilin ikliminde yaşayan bizlere açılmaktadır.

Rıza sevilmekle başlayan güvenilmekle neticelenen bir ilişkidir. Bu ilişkide Hz. Sıddık’ın, Hz. Zeyd’in sadakati ufuk olarak karşımızda durmaktadır.

Bir düşünür şöyle der “İnsanın özgürlük için bile olsa gardiyanı öldürmesi kötü bir şeydir. Amaondan daha kötüsü gardiyanı öldürdükten sonra gidecek bir dostunun olmamasıdır.

Bugün dünya zindanından peygamber varisi insan-ı kâmile kaçmayı bizlere lütfeden Mevla’mıza hamd-ü senalar olsun.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort