JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 06 May 2014 13:35

EFENDİMİZ’İN HİTÂBETİ -6-

Hamd Rahman olana, Rahim olana… Sonsuz salat ve selamlar Rahman’ın Rahmeti olarak bizlere gönderilene, ashabını  sevene, ümmetini eğitene…

Bu yazımızda da Kainatın Efendisi, ümmetin ve varislerinin sahibi Peygamber Efendimizin (sav) insanları eğitirken hitabette, insan ilişkilerinde öne çıkardığı söz- tavır-hal ve duruşlarına dair örnekler paylaşmaya çalışacağız.

Rasulullah (sav) Efendimizin nübüvvet hayatı boyunca sürekli olarak farklı fert ve gruplara hitabettiğini kaynaklardan öğreniyoruz. En son yazımızda Efendimizin Medine’ye hicret ederken kıldırdığı namazdan ve Cuma hutbesinden aktarımda bulunmuştuk. Medine’de yaklaşık 400 kadar Cuma hutbesi irad ettiğini, sabah namazlarından sonraki sohbetler de eklenirse 1.000 kadar hitabede bulunduğunu belirtmiştik.

“Hiç şüphe yok ki sözde sihirleyen bir kudret vardır.” (Buhari-Nikah-47,VI/137) mübarek ifadelerinde söz söylemenin insanı değiştiriciliğine işaret vardır. Ayrıca Hak Teala’nın sözleri olarak Kuran-ı Kerim’in de “En güzel söz” (Zümer S.23) olarak takdim edilmesi,   “Sözü dikkatle dinleyen ve en güzeline uyan kullarıma müjde ver.” (Zümer S.18) buyrulması,  Hz. Peygambere hitaben “Onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek  söz söyle” (Nisa S.63) buyrulması,  yine Hz.Musa’ya (as) hitaben “(Firavun’a)Yumuşak söz söyle, olur ki düşünür yahut korkar.” (Tâ-hâ S.44) ifadelerinde sözün önemi-tesiri ve insan eğitiminde kullanılan birinci vasıta oluşu dile getirilir.

Söz söyleme sanatı bir kılıç gibidir nitekim Nadir b. Haris gibi kişilerin, insanları Peygamber Efendimizden alıkoymak için “O’nu dinlemeyin, gelin beni dinleyin. Ben size daha güzel hikayeler anlatacağım.” deyip İranlılardan duyulan, çoğu da aklın kabul etmeyeceği uydurma şeyler anlattığı rivayet edilir. (İbni Hişam I/320-321)

Kuran-ı Hakim’e bile “Eskilerin masalları” diyen ve insanları Hak’tan çevirebilmek için komik, uydurma şeyleri anlatanlar için Efendimiz (sav) çok sert bir ifade ile ”Yazıklar olsun insanları eğlendirmek-güldürmek için konuşan ve yalan söyleyen kişiye, yazıklar olsun…Yazıklar olsun!” buyurur. (Ebu Davud-El Edep-88/4990)

Arap yarımadasında hitabete önem verilmesinin birçok sebebi söylenebilir. En başta okuma-yazma bilenlerin çok az olması, toplumun fesahat ve belagata (Açık-net ve yerinde söz söylemeye) düşkünlüğü, kabileler arasında istek ve ihtiyaçlarını dile getirecek insanlara duyulan ihtiyaç, kabileyi derleyip toparlayacak, savaşa veya barışa teşvik edecek konuşmaların önemi;  doğum-ölüm-düğün gibi yerlerde topluma hitap etme ihtiyacı gibi sebebler söylenebilir.

Efendimizin (sav) Mekke döneminde müşriklere Kuran-ı Kerim’den naklettiği  ayeti  kerimelerin onları  etkilemesinin bir sebebi  de önceden beri kelimelerin icazı üzerinde yoğunlaşmaları  idi. Nitekim Efendimiz (sav) Cuma hutbelerinde okunan ”Mukkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri fenalığı ve azgınlığı da yasaklar.O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” (Nahl S.90) ayeti kerimesini okuyunca Velid b.Mugire bir daha okumasını isteyecek ve şöyle  söyleyecektir: “Vallahi  bu sözde bir tad  var. Üzerinde bir tazelik mevcut. Altı sulak üstü meyveli bir ağaç sanki. Bu sözü insan söyleyemez.”

Araplar arasında sözü yerinde söyleyen kimse için “İlacı tam yaraya damlatıyor.” ifadesi Türçe’deki “Taşı gediğine koymak” deyimi yerinde kullanılır. Cahız adlı Arap edibi, belağat tariflerinin en güzeli diyerek şu tanımı nakleder: “Sözün manası lafzıyla, lafzı da manası ile yarış etmedikçe o söz beliğ olmaz.” (Ses ve anlam güzelliğinin birbiri ile yarışması.)

Bu meyanda özellikle Mekki-kısa surelerde görülen ses ve anlam bütünlüğü insanın kalbine nüfuz eden bir etki ve güzelliktedir.  Nas Suresi’ndeki, ayet içlerindeki peltek z, sin harfleri ile yapılan aliterasyon; ayet bitimlerinde  ….nas…. hannas…. sudurinnas…. ...cinneti vennas    ifadelerindeki redifler manayı hissettiren lafızlar olarak gönle tesir etmektedir.

Nasipsizler  bir taraftan Kuran-ı Kerim’den ve Efendimizin (sav) latif, mübarek, mücella hitabetinden etkilenirken bir taraftan da kendi haklılıklarını savunacak hatipleri öne çıkarmışlardır. Bu nasipsiz hatiplerden biri olan Süheyl b. Amr, Bedir’de Müslümanlara esir düştüğünde Hz. Ömer (ra), Efendimiz’e (sav) gelerek “Ya Rasulûllah! Bunun alttaki ön dişlerinden ikisini söktür de konuşurken dili dışarı fırlasın. Bir daha ebediyen Sana karşı konuşan bir hatip olmasın!” demiş fakat Efendimiz (sav) kabul etmemiştir.

Kainatın Efendisi (sav) her şeyi temiz bir insan olmakla beraber “Elbiseni temiz tut” ayeti kerimesi ile de dış görünüş temizliğine yönlendirilmiştir. Kıyafet ve şahsiyet uyumu konusunda “İnsan kıyafeti ile karşılanır, konuşması ile uğurlanır” hikmetine uygun olarak ömrü boyunca  ashabına ve tüm insanlığa örnek olmuştur.

Cuma günleri ve bayram günleri için temiz elbise giyilmesi konusunda  ashabını ikaz etmesinden   Cuma ve bayram namazlarındaki  hitabetlerinde kıyafet-söz-şahsiyet bütünleşmesini öne çıkardıkları görülmektedir. Efendimizin (sav) giyiminde özellikle “Arapların tacı” denilen sarığa (İmame) önem verdiğini görmekteyiz. Amr b. Hureys (ra) babasından nakleder: Rasulullah’ı (sav) minberde iken gördüm. Başında siyah bir sarık vardı. Bir ucunu iki omuzu arasına sarkıtmıştı. (Ebu Davud.el Libas-24/4077) Efendimizin (sav)  sadece hitabet zamanında değil Mekke’ye girerken de siyah sarıklı olduğunu rivayetlerden öğreniyoruz. Fakat buradan anladığımız siyah sarığı ile, asası ya da harp meydanında dayandığı yay ile konuşmalarını görsellikle de desteklemiştir. Ayrıca Cuma namazı  ve hutbeden önce koku süründüğü, giydiği elbiseden terleyip yün kokusu gelince değiştirdiği de nakledilir. Fakat en temelde O’nun “Takva elbisesi” (Araf S.26) giymesi, üzerinde giydiği elbisede ve hitabetinde de öne çıkan yön olmaktadır. Efendimizi (sav) Şemail kitaplarında ayrıntılı bir şekilde anlatılan yüz-el-vücut  yapısı ile gören herkesin O’na hayran olduğu, “O’ndan daha güzelini görmedik.” dediği bir insan oluşu, elbetteki sözlerinin tesirini arttırmakta ve insanların hidayetine vesile olmaktadır.

Son olarak Yahudi alimlerinden Abdullah b. Selam’ın oğlu ile beraber sorular hazırlayarak Efendimiz’i (sav) görmeye gitmelerini aktaralım. Medine’ye gelen Efendimiz’i (sav) ashabın içinde sorularla sıkıştırmayı, O’nu imtihan etmeyi düşünen Abdullah b. Selam, Efendimiz’i (sav) görünce elden-ayaktan kesilir, hayran hayran O’nu seyretmeye koyulur.” Baba, ne oldu? Sorularını sorsana!” diyen oğluna “Oğlum, bu yüzde yalan yok!” cevabını verir ve iman eder.

Elhamdulillah ki Kâinatın Efendisi (sav) hem yüzündeki hem sözündeki letafeti kamil varislerine miras bırakmıştır. O gün seyredileni bugün seyretmeyi bize nasip eden Mevlamıza hamdü senalar olsun, Efendimiz’e (sav) ehline ve varislerine salat ve selam olsun.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 05 May 2014 14:51

EFENDİMİZ’İN HİTÂBETİ -5-

Hamd  alemlerin Sahibi  olana, Rahman olana, Rahim olana, insanı sevgisiyle Yaratana, sevgisiyle Yaşatana…

Salâtu selamlar Rahman’ın Rahmeti olana, en güzel İnsana, ümmetine ‘haris’ olana, ashabını eğiten, ümmetini eğitmesi için de  varisler bırakana…

Bu yazımızda da her yönüyle güzel olan, seçilmiş ve sevilmiş olan Efendimiz’in (sav) hitabetine daha yakından bakmaya çalışacağız. O’nun ilk cuma hutbesini anlamaya çalışacağız. Malumdur ki Kâinâtın Efendisi (sav) hicret esnasında Medine’ye varmadan Kuba’da on küsür gece ikamet etmişler, Medine’den gelen müminler Efendimiz’i orada ziyaret etmeye başlamışlardır. Daha sonra Medine’ye hareket eden Efendimiz yanında Hz. Sıddîk, etrafında ana tarafından akrabaları olan Neccaroğullarından silahlı yüz kişi ve bir çok Müslüman ile ilerlerken cuma namazı vakti girmesi ile Salim bin Avfoğulları yurdunda, Ranuna mevkiinde ilk cuma namazını kıldırmıştır.

Efendimiz (sav) yaklaşık yüz küsur kişiye cuma hutbesi irad etmiş, cemaat büyük bir huzur ve dikkatle hutbeyi dinleyerek hafızalarına almışlardır. Bu hutbenin çok beliğ olduğunu İslam tarihçileri rivayet ederler. Belağat güzel söz söyleme, manaları yerinde kullanma anlamında olup eskilerin ifade ettiği “muktezayı hale uygun kelam etmek” yani durumun, şartların gerektirdiği en uygun konuşma anlamında da söylenir. Elbette sözlerin en güzeli Eşref-i Mahlukat, Hâce-i Kâinât (sav) Efendimiz’e ait olacaktır. Bizim anlamaya çalıştığımız kendisini ilk defa gören, ilk defa dinlemeye gelen insanlara yaptığı ilk ders olarak neleri öne çıkardığı ve bunları nasıl bir üslupla aktardığı olacaktır.

Başta söylediğimiz gibi İslam tarihçileri çok etkileyici bir konuşma olduğunu rivayet ediyorlar fakat bu, ancak Arapça metinle hemhâl olunduğunda Arap dili ve Edebiyatı’na az çok vukufiyetle, söz sanatlarına, mecazlı söyleyişlere bakarak daha iyi anlaşılabilir bir durumdur. Biz tercüme edilen metinlere baktığımızda tercüme edenlerin bir yanda Arapça’ya bir yandan Türk dilinin inceliklerine vukufiyetleri veya uzaklıkları ortaya çıkmaktadır. Bu zaafiyet daha çok Veda Hutbesi’nde ortaya çıkmaktadır, çünkü ilk cuma hutbesinin bir kaç çevirisi varken Veda Hutbesi’nin birçok çevirisi dilimizde mevcuttur.    

İnanıyoruz ki tesir Cenabı Hak’tandır. Kelimeler kalbimize yol alırken kelimeyi  hikmete, marifete dönüştürecek olan Mevlâmız’dır. Bizim açımızdan yapılacak en önemli şey samimiyetle, ihlasla okumaya çalışmaktır. Kelimelerin kalbimizi ihya etmesi; nûra, sürûra, huzura  dönüşmesi, davranışlarımızı düzeltip ahlâkımızı güzelleştirmesi hep O’nun lütfuyla, keremiyledir. Âlemlere rahmet olanın kelimelerini  işitmek ve onlara göre değişmekten daha bereketli, daha güzel ve izzetli ne olabilir? İşte Habibi Huda, Ekmelut Tahiyya, Muhammed  Mustafa (sav) Efendimiz’in  ensara, muhacirlerden  sonra ikinci kuşak eğitim halkasına yaptığı ilk derste şunları öne çıkardığını görüyoruz:           
Öncelikle Yaratan-Yaşatan Mevlâyi Müteâl Hazretleri’ne hamd ile senalar. Mevlâmız’a hamd, Rasûlü’ne salavât ile başlamak ilk derste ensara öğretiliyor.

Hamdeleden sonra “Ya eyyühen nas!” ifadesi var. Bu nidayı -büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin ifadesiyle- (Ey insanlar!) diye çevirmek doğru değil, çünkü “nas”tan “üns”e, insan oluşa daha ilerisinde kâmil  insan oluşa bir geçiş süreci var. Dinleyicilerin konumlarının tespiti yapılıyor adeta. Sonra iki hutbe araları kısa bir oturuşla bölünerek ayakta herkesin görebileceği bir şekilde hutbe irad ediliyor. Efendimiz’in mübarek sözleri “en öndekilerin rahatsız olmayacağı en arkadakilerin rahat duyabileceği” bir tonda.

Sahabeyi kiramın birbirlerine sık,  bitişik oturmaları hatibin gözüne dikkatli bakmaları isteniyor. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin Ğavs Hazretleri’nden (ks) naklettikleri “Sohbeti göz takip eder.” hikmeti burada daha iyi anlaşılıyor, çünkü söz söylenirken mimiklerle yüzde görülen iniş çıkışlar, sözü daha etkili kılıyor. Sözde söylenen var, yüzde görülen var, göz ile verilen var. Yazımızda, yaşanan çok özel şeyleri dile getiremesek de Ğavs Hazretleri’ne (ks) “çâv-i belek-Şehla bakışlı” dedirten şey, sohbeti seniyyeleri esnasında ya da dua ederken, ilâhi-kaside söylenirken mübarek gözleri ile yaptıkları tesirdir. İşte o gün sahabeyi kirama sözlerle tesir eden, hakikati onların kalbine yerleştiren şeyi anlayabilmek için bugün peygamber varisi  kamil insanın sohbetine erişmek gerekir, aksi halde nakledilen cümleler kuru bir bilgi olmaktan öteye gitmez. Cümleler insanı (yeterince) değiştirmez ancak o hakikati ruhani yetiyle size aktaracak insan sizi değiştirebilir.
Genel olarak, Efendimiz (sav) birinci hutbesinde “ölüm, ahirete hazırlık, Cenabı  Hak’la vasıtasız olarak görüşmek, verilen nimetlerin, hesabının sorulacağı, insanın ahirette telaşa düşeceği, sadaka ile cehennemden korunma gereği (Bu nokta konumuz açısından  önemli:...Onu bulamayan da güzel sözle kendisini cehennemden korumaya çalışsın...) iyiliklerin on katından yedi yüz misline kadar ödüllendirileceği” beyan buyruluyor.

İkinci hutbe ise Allah’a hamd ile yöneliş, O’ndan yardım istemek, nefsten Allah’a sığınmak, Allahu Teâlâ’nın Zâtı, Bir/Şeriksiz oluşu, Allahu Teâlâ’nın kitabına yönelmek ve O’nu kitabından tanımak, Allahu Teâlâ’nın kelamını, zikrini ve O’nun sevdiklerini sevmek, sevgiyle O’na ibadet etmek (Yine konumuz açısından:…Dil ile söylediğiniz güzel sözlerle Allah’ı tasdik ve ikrar edin...) mü’minler olarak birbirinizi sevin ve son olarak “Beni koruyacağınıza ahdettiniz, Ben de bu söz üzerine buraya geldim. Öyleyse sözünüzde durun.” manasında “…Allah (cc) ahdinin bozulmasına gazap eder.” ifadesi ve selamlama ile hutbe bitirilir.

Şimdi hutbeleri nakledelim ve Mevlâmız’dan manasını, hikmetini, kudretini gönlümüze nakşetmesini dileyelim. Bilelim ki bugün için gerçek tesir peygamber varisi, kamil insanla ilişkide gerçekleşecektir. Mevlâ lütfeyleye:

“Ey nas! Sağlığınızda ahiret için tedarik görünüz, muhakkak bilmelisiniz ki kıyamet gününde herkes sorumludur. Herkes çobansız bıraktığı koyunundan sorumlu tutulacaktır. Sonra Cenabı Hak ona tercümansız ve vasıtasız olarak; ‘Benim Resûlüm gelip de sana emirlerimi bildirmedi mi? Sana mal mülk verdim, pek çok iyilik ve ihsanda bulundum. Sen kendin için (ahiret azığı) olarak ne gönderdin?

Bu soruyla karşılaşan kişi sağına soluna bakacak, bir şey göremeyecek. Önüne baktığı zaman cehennemi görecek.  O halde uyanın, bir yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse hemen o hayrı  işlesin. Onu dahi bulamayan güzel bir sözle kendini korumaya çalışsın. Çünkü bir hayır için on katından yedi yüz misline kadar sevap verilir. Allah’ın selam rahmet ve bereketi sizlere olsun.’’

“Allah’a hamd ederim ve O’ndan yardım isterim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah’a  sığınırız. Allah’ın hidayet ettiğini kimse saptıramaz. Allah’ın yoldan çıkarttığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O birdir, O’nun şeriki yoktur. Sözlerin en güzeli yüce Allah’ın kitabıdır. Cenabı Hak kimin kalbini Kur’ân’la süslerse onu kafirken İslam’a sokar, o da Kur’ân’ı başka sözlere üstün tutarsa kurtulur. İyi bilin ki Allah’ın Kitabı sözlerin en güzeli, en belağatlısıdır. Allah’ın sevdiğini seviniz, Allah’ı içten ve gönülden seviniz. Allah’ın kelamından  ve O’nu zikretmekten usanmayınız. Allah’ın kelamından size kasvet ve darlık gelmesin. Çünkü Allah kelamı her şeyin en iyisini ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinleri olan peygamberleri ve onların kıssalarını anlatır, helal ve haramı bildirir. Siz ancak Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, O’ndan gereği gibi sakının. Sözleriniz Allah’a yönelmiş güzel sözler olsun ve aranızda Allah’ın ihsan ettiği rahmetle birbirinizi sevin. İyi bilin ki Allah ahdini bozanlara, sözünde durmayanlara gazap eder. Selam sizlere olsun.”   

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 05 May 2014 14:16

EFENDİMİZİN HİTABETİ-4

Hamd; Rahman olan, Rahîm olan, Kerîm olan, Rabbimize... Salat ve selamlar Hakk'ın Habibi, Eşrefi Mahlukât, Ekmel-ut Tahiyyat, Hak Nebi Muhammed Mustafa (sav) Efendimize ...

Bu yazımızda da Efendimizin söz söyleyişi, ashabını irşadı ya da sair insanlara tebliğinde üslubu,  tavrı hakkında bilgi paylaşmaya çalışacağız. Şemail kitapları Kainatın Efendisi, Ümmetin Eğiticisi, o Güzeller Güzeli hakkında birçok bilgiyi naklediyor.Şemail eserlerinin muhteşemlerinden Hakâni Mehmet Bey'in (Ö.1605) Hilye-i Saadet'indeki ilginç bir bölümü günümüz edip-aşığının diliyle alıntılayalım:

"Bir zamanlar, adaletli sokakların kenti olan Bağdat'ta, siyaha bürünmüş bir dilenci, Abbasi halifelerinin iftiharı olan Harun Reşit'in yolunu kesti ve "Harun!" dedi. "Sana bir hediye getirdim. Bir hediye ki senden önceki hiçbir hükümdar böylesine değerli bir cevhere sahip olmadı." Halife kederli bir günündeydi ve adamları dilenciyi yanından uzaklaştırmak istediler. O biçare ise hiç telaşlanmadan, yırtık giysisinin yakasına elini uzattı, eskimiş, kirlenmiş, yazıları dağılmak üzere olan bir kâğıt parçası çıkardı, halifeye sundu. Dilenci sözlerine başlarken "kıymetli bir cevher" demişti, herkes halifeye sunduğu şeyin, en azından bir yakut veya elmas olmasını bekliyordu. Bu yüzden, kirli bir kâğıt parçası  muhafızları öfkelendirdi. Oysa kâğıdı eline alan halife öfkelenmemiş; bilakis yüzü aydınlanıvermişti. Sevindiği, çok sevindiği belli oluyordu. Öyle ki kâğıda baktıkça şad oldu, dudakları kıpırdadıkça abâd oldu. Üzüntüsü dağıldı, kederi gitti. Dünyalar onun olmuş gibi bir hale yetti. Fakire o derece çok bahşişler verdi, o kadar hazineler sundu ki, daha evvel bir hükümdarın, bir dilenciye hiç bu kadar yüksek bir ihsanda bulunduğunu tarih yazmamıştı. Bununla yetinmedi, sırtındaki mücevher işlemeli kaftanını zavallının omuzlarına giydirdi, parmağındaki mücevher yüzüğü avucuna sıkıştırdı. Durmadı, sarayına koştu, altın ve gümüşten ne varsa fakir fukaraya dağıtılmasını buyurdu.

Geceydi... Harun sevincinden uyuyamıyordu. Bir ara dalar gibi oldu. Rüyasını iki cihanın serveri, evvelkilerin ve sonrakilerin Efendisi, kâinatın övüncü Muhammed Mustafa(sav) Efendimiz teşrif buyurdu. Lütfen ve keremen dediler ki;

"Ey Harun!.. Mademki benim hilyemi görünce böylesine memnun ve şâd oldun, mademki beni yakından tanımakla hürmetini çoğaltıp salavat okudun; o fakir ki senin ihsanlarınla zengin oldu; şimdi ben de sana öyle zengin bir müjde vereyim ki beni sevenlere ibret olsun. Çünkü Allah Teala 'Ey Habibim!" buyurdu, "Senin hilyeni görenler şâd olsun, onu muhafaza edeni belalardan muhafaza edeyim, onu (zihninde veya üzerinde) taşıyanı kıyamete dek koruyayım, cehennem ateşi o kişiye haram olsun, bir azaba uğramasın, didarımı görsün!"

O günden sonra, zarif insanlar, kendilerine Hilye nüshasıyla gelen bir dilenciyi geri çevirmediler; devletlular, hilyeyi vasıta ederek talepte bulunan hiç kimseyi kapılarından boş döndürmediler... Hilye hürmetine suçluları affetmek, hilye yüzü suyuna küs ile barışmak bir gelenek oldu... "

Cenabı Peygamberi anlatan birçok kişi oldu, Hz.Ali(kv) efendimiz başta olmak üzere.Biz Hz.Hasan, Hz.Hüseyin efendilerimizin dayılarından  dinlediklerinden  özellikle Efendimizin konuşması ile ilgili kısa bir bölüm nakledeceğiz.

Burada Cenabı Peygamberle ilgili paylaşımda bulunurken aslında, bugün peygamber varisi olan İnsanı Kâmil'de görülmesi gereken vasıflara işaret etmek istiyoruz.İnsanı Kâmil'in kemâli, Hakk'ın Habibi,Kainatın Efendisine (sav) benzeyiş derecesindedir.O'nda ifnah oluş derecesindedir. Seven sevdiğinin parçası olur.Büyüğümüz Mevlana Hace hazretleri  bu durumu ''taşımak'' kavramıyla ifade ederler: ''Sahabeyi kiramdan çoğunu Hz.Peygamber taşımıştır.Cenabı Peygamberi (sav) taşıyan çok az ashab olmuştur. Hz.Sıddık, Hz.Faruk, Hz.Ali, Hz.Selman, Hz.Mikdat... (ra) gibi.”

Efendimizle ilgili bir niteliğe, ahlâka ulaşan kişi Hakk'ın kulundan istediğine ulaşmış demektir.Bu vasıflarla kendi yaşantısı arasındaki kopukluk, uzaklık ya da zayıflık insana kendi hayatı hakkında sağlama yapma imkanı verecek, kişi iman derecesini fark edecektir.
''İman,mevhibe-i ilahidir.Bir insanda varsa vardır,yoksa yoktur.Yoksa oluşturulamaz.'' ifadesiyle büyüğümüz Hace hazretleri temel bir tespitte bulunur.Eğer size değen bilgi içinizi titretiyor,gözünüzü yaşartıyorsa şükürler olsun imanınız var demektir.Sonraki aşama imanı sevgi ile çoğaltma aşamasıdır.Tâ ki bugünün Peygamber varisi İnsanı Kâmil'i bulana dek. Çünkü o aşk gözesi, sevgi pınarıdır. Sizin aklınıza ve kalbinize yağdırdığı sevgi sağanağıyla kurumuş gönül toprağınız aşka kanacak, iman tohumunuzda Muhammedi filizler neşet edecektir. Şimdi bugünden o güne gidip sevenlerin dilinden Efendimizin sözüne, haline, özüne bakmaya çalışalım:    

Hz.Ali'nin (kv) oğlu Hz.Hasan (ra) şöyle buyuruyor: ''Dayım Hint bin Ebi Hale et-Temimi Peygamber Efendimizin şemailini güzel anlatan birisi idi.Ben de onun anlatmasından hoşlandığım için sordum, o da şöyle vasıflandırdı: ''Allah'ın resulü, çok yakışıklı ve alımlı idi.Mübarek yüzü ayın on dördündeki gibi parlardı... Teni beyaz renkli idi.Geniş alınlı, gür kaşlıydı. İki kaşı arasında öfkelendiği zaman belirgin bir damar vardı. Burnu gayet güzel ve düzgün idi. Gür sakallı  güzel yanaklı idi. Ağzı büyükçe idi. Dişleri seyrek idi fakat inci gibi parlaktı... Boynu sanki bir gümüş huzmesi gibi idi... Yürürken ağır ağır giderdi, sanki yüksekten aşağı iner gibi bir yürüyüşü vardı... Yere bakışı göğe bakışından çok ve daha uzun olurdu.”

Hz.Hasan (ra)  ''Biraz da O'nun konuşma şeklini anlat.'' deyince Dayısı Hint bin Ebi Hale et-Temimi şöyle devam etti:

''Birbiri ardınca hüzünlü düşüncelere dalardı, daima düşünceli idi. Lüzumsuz ve gereksiz konuşmazdı. Sükûtu uzun olurdu. Söze başlarken de bitirirken de dudakları ile konuşurdu. Efradını cami ağyarını mani (Apaçık,tam, tanımlayıcı) cümlelerle gayet güzel ve veciz konuşurdu. Sözlerinde ne fazlalık olurdu ne de eksiklik. Asla kuru,basit bir kelime O'ndan işitilmedi.

Dünyalık bir şey O'nu asla öfkelendirmez, hakikat söz konusu oldu mu da O'nu kimse durduramazdı. Hiçkimseyi tanımadan gerçeği söylerdi. Nefsi için kızmaz, intikam almaya kalkmazdı.

İşaret ettiğinde avucunun tümüyle işaret ederdi. Bir şeye hayret edip şaştığı zaman avucunu çevirirdi. Konuştuğu zaman sağ elinin ayasını sol elinin baş parmağı ile bitiştirirdi.

Güldüğünde gözlerini yumar,genellikle tebessümlü bir gülüşü olurdu.''

(Hz.Hasan (ra) uzun zaman bu işittiklerini kardeşi Hz.Hüseyin'den (ra) gizlediğini,bir süre sonra ona anlatmaya başlayınca meğer onun da dayısından sorup dinlediğini öğrenir.)

Hace Hazretleri soyut sevgiden bahsetmenin insanı hayalciliğe götüreceğini bu yüzden somut sevgiliden bahsedilmesi gereğini önemle vurgulamışlardı. Cenabı Peygamberin (sav) mübarek vasıflarını okurken hızlıca okuyup geçmek yerine kendi vücudumuza bakarak daha derin bir hissediş içine girmemizde fayda var. Burada şemail ile ilgili ayrıntıya girmeden Efendimizin söz söyleyiş biçimini paylaşmaya çalıştık.

Cenabı Hak, Efendimizin (sav) hakikatini-özünü anlamayı nasip eylesin. Çünkü özü anlaşılmadan sözü anlaşılamaz.Bugün Peygamber varisi İnsanı Kâmil ile muhatap olanlar; onun bir hadisi şerifini naklederken cümleleri coğrafyası, sosyolojisi, psikolojisi-duygusuyla beraber naklettiğini görecektir. ''Mürşid no-frost buzdolabı gibidir.O günün tazeliğini bu güne taşır.'' ifadesi de buna işaret eder.

Kerim olan Mevlamız, Efendimizin (sav) hakikatini varisi ekmel olan Hz.İnsan'dan öğrenmeyi hepimize lütfeylesin.  

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Çarşamba, 30 Nisan 2014 12:09

EFENDİMİZİN HİTABETİ-3

Elhamdulillahi Rabbil alemin. Bütün alemlerin Rabbi-Terbiye edicisi Mevlamıza hamdü senalar ile…

Sultanı Kevneyn  (Yaratılmışların Sultanı), Rasûli Sakaleyn (İnsanların ve Cinlerin Peygamberi) Hak Nebi Muhammed Mustafa (sav) efendimize  salât ile, selâm ile…

Önceki yazılarımızda “En Güzel  İnsan”  olarak, en güzel konuşma sahibi Efendimizin hitabetini, O’ndan önce veya O’nun döneminde  bir şekilde O’nunla ilgili hitabeleri  incelemeye çalışıyorduk.

Genel  olarak o dönem hitabetine baktığımızda  Efendimizin tebliğe başladığı ilk dönemlerden itibaren müslümanlar arasında birçok hitabet-belağat (yerinde söz söyleme) ustasının yetiştiğini görmekteyiz. Bunlar arasında  Hatib’ün-Nebi olarak anılan Sabit bin Kays, Sa’d bin Rebi, Sa’d bin Ubade, Hubab bin Münzir (r.anhum ecmain)… gibi sahabeler öne çıkmaktadır. Ayrıca  Hz. Ayşe, Abdurrahman bin Avf, Zübeyr bin Avvam, Abdullah bin Mesud ve Sa’d bin Ebu Vakkas gibi (r.anhum ecmain) isimler de güçlü hatipler idi.

Hitabetin bu dönemde gelişmesinin en önemli  sebebi  Efendimizin gerçekleştirdiği büyük değişimi savunanlarla  muhalifler arasında çıkan tartışmalarda hitabete duyulan ihtiyaçtır. “Hikmetle ve güzel öğütle  Rabbinin yoluna davet et!”  ayeti kerimesi ekseninde müslümanların  yaptığı mücadelenin ana unsuru hakikati etkili bir biçimde aktarma çabası yani hitabet idi. Cenâbı  Peygamberin (sav)  insanları İslamiyete çağırmak ve güven telkin eden kişiliğiyle muhataplarını etkileyip ikna etmek için başvurduğu temel yöntem yine hitabet idi.

Peygamberliğin ilk yıllarında sadece kendi soyuna mensup insanlara Safa tepesinde yaptığı konuşma İslam hitabetinin ilk önemli örneğidir. Resûli  Ekrem’in (sav) Veda Hutbesi ve birkaç konuşması dışındaki  hutbeleri  günümüze kadar gelmemiştir. Şükürler olsun ki en başta Hz. Sıddık (ra) ve Hz. Ali efendimiz olmak üzere O’nun hakikatini  gönülden gönüle aktaran varisleri sayesinde kelime farkı olsa da aynı hakikat günümüze kadar ulaşmıştır.

Efendimizden intikal eden bazı hitabelerde İslamın ilk devirlerinde hitabete büyük önem verildiği  görülmektedir. Hz.Peygamberin hutbeleri putperestliği  ve her türlü cahiliye inancını terk etmeye çağrı, bütün insanları zulmetten nura çıkaracak olan İslama davet, İslam inançlarının güzelliği, insanların dünya ve ahirette huzura-mutluluğa, erişmelerinin yolları ve cihadın fazileti gibi konuları ihtiva  etmektedir. Veda Haccı esnasında devesinin üzerinde birkaç yerde yaklaşık 120,000 insana  hitaben yaptığı konuşma  Allah’a  iman, insan haklarına saygı, özellikle kadın haklarının gözetilmesi, dini bağların güçlendirilerek din kardeşliğinin korunması, insanların eşitliği, Kur’ân  ve sünnete sarılmanın önemi gibi temel konuları içermektedir.

Resûlullah’ın (sav) bütün hutbelerini tespit etmeye çalışan İbni  Kuteybe bunların çoğunun “Elhamdulillah bi hamdihi”  lafzıyla, bazılarının “Ûsîkum ibadillah”  cümlesiyle, bir hutbesinin hamd ve senadan sonra “Eyyuhen-nâs” sözüyle, bayram hutbelerinin   ise tekbir ile başladığını kaydetmektedir. (Uyûn-ul  Ahbar 11,251)

Resûlu Ekrem’in  (sav) “Hutbeyi uzun, namazı kısa tutmayı  fıkıh sahibi olma olarak” nitelendirdiğini temel  aldığımızda,  hutbeleri  cemaati  eğitmede ne kadar önemsediğini görürüz. Efendimizin uygulamalarından oluşan gelenekle,  bütün hutbelere Allah’a  hamd ile başlamak esas alınmıştır. Arap hitabetinde hamd ile başlamayan hutbeye ‘betra’  (noksan, güdük)   denilir. Hutbelerde  hamdeleden sonra  salvele  getirilmesi, hutbelerin  Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle süslenmesi istenir. Salatu  selam ve ayeti kerimelere süslenmeyen hutbelere de ‘şevha’ (çirkin, yakışıksız)  adı verilirdi. Resûlü  Ekrem’in hutbelerindeki belirgin üslubun yanı sıra Hz. Ebu Bekir  ve Hz. Ömer  efendilerimiz  de hutbelerine belirli sözlerle başlayıp belirli sözlerle bitirmişlerdir. (İbn Abdurabbih, 3, 222)

Hatipler konuşmalarında  Kur’ân-ı  Kerim üslubunu taklide çalışmışlar, hutbelerde konuya uygun ayetler iktibas etmişlerdir.  Bazen de hutbenin tamamı çeşitli ayetlerden oluşmuştur. (Sâlibi, 2,23-31)

Bazı  hatipler  lafızların seçimine daha çok önem vererek, konuşmalarını  irticalen îrâd etmeyip  önceden hazırlama yoluna gitmişlerdir.

Hazreti  Peygamber (sav) cahiliye  dönemi kâhinlerinin seçili sözlerine özenmeyi yasakladığından İslami dönemde hatipler bu sözlere pek yer  vermemişlerdir. Bu dönem hitabetinde meydana gelen en önemli değişiklik muhtevanın İslami ölçülere uygun olmasıdır. Bu dönemde başlıca hitabet çeşitleri şöylece sıralanabilir:

1-Cihada teşvik konuşmaları: Cahiliye devrinde kabileler arasında meydana gelen savaşlar dolayısıyla yapılan konuşmalar     İslami dönemde cihada teşvik hitabetine dönüşmüştür. Peygamber Efendimizin, Hulefa-i  Raşidin’in,  vali ve kumandanların askerleri cihada gönderirken yaptıkları konuşmaların çoğu günümüze kadar gelmiştir. (Ahmed Zeki  Safvet  1,188-189)

2-Nikah konuşmaları: Arap tarihinde oldukça eski bir geçmişi olan bu hitabet türü İslamdan sonra da devam etmiştir.Ancak bu dönemde hatipler artık soy soplarını övmek yerine dini ve ahlaki meziyetleri  dile  getirmişlerdir. Bilal-i Habeşi’nin kardeşine kız isterken yaptığı konuşma bu türün güzel örneklerindendir. (Cahız  ,1,117)

3-Tören Konuşmaları: Hz.Peygamberin ve halifelerin huzuruna gelen heyetlerin hatipleri tarafından yapılan konuşmalarda genellikle ihtida (dine giriş) bağlılık, tebrik, taziye gibi konular üzerinde durulmuştur. (Ahmed Zeki Safvet   1,163-171)

4-Dini Hutbeler: İslami dönemde çok gelişen  hitabet türü bu  tür olmuştur. Cuma ve bayram hutbeleri,  hac  mevsiminde yapılan konuşmalar bu hitabet türüne örnektir.

5-Siyasi Hutbeler: Efendimizin (sav),  O’nun vali  ve memurlarının kendi icraatlarıyla ilgili olarak yaptıkları konuşmalarla başlayan bu türün bir örneği,  Hz.Peygamberin vefatından sonra hilafet konusunda ortaya çıkan anlaşmazlığı gidermek amacıyla Hz. Ebu Bekir efendimizin yaptığı konuşmadır. Daha sonra Ridde olayları (Dinden çıkış),  Hz. Ömer’in şehid edilmesi, Osman ve Ali efendilerimiz dönemlerinde meydana gelen hadiseler,  müslümanlar arasında baş gösteren ayrılıklar dolayısıyla karşıt  gruplar arasında yapılan konuşmalar içinde, siyasi hitabetin çok sayıda örneğine rastlamak mümkündür.

6-Münazaralar: Müslümanların hilafet konusundaki ihtilafları özellikle Hz. Ali efendimiz döneminden itibaren bu tür hitabetin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunların en önemlileri Hakem Vakası ile ilgili olarak Hz. Ali ve İbni  Abbas’ın (ra) haricilerle yaptıkları tartışmalardır. (Bu çerçevede Ali efendimizin  Haricilerle konuşmaya gidecek olan İbni Abbas’a  ‘Onlara Kur’an’dan söyleme,  sünnetten delil  getir’ ifadesi çok önemlidir.)

7-Vasiyetler: Babaların evlatlarına vasiyetleri,  halife ve valilerin halka veya kendilerinden sonra yerlerine geçecek kişilere, savaşa gönderdikleri ordu kumandanlarına tavsiyeleri bu türü oluşturur. Efendimizden, Raşit Halifelerden ve  birçok  sahabeden vasiyet örnekleri günümüze kadar gelmiştir. Hz. Ebu Bekir efendimizin Halid  bin Velid’i (ra) savaşa gönderirken yaptığı konuşma ve Hz. Ömer  efendimizin ölümünden önce hilafet hakkındaki vasiyeti meşhur örneklerdendir.

Bundan sonraki yazılarımızda da ulaşabildiğimiz kadarıyla, Efendimizin şekillendirdiği İslami hitabet uygulamalarını  el verdiğince incelemeye çalışacağız. Temelde bizi bu çalışmaya yönelten Peygamber  varisi  Hâce Hazretlerinin,  varis olduğu hakikati aktarırken kullandığı üslubu ve hitabetidir. Efendimizin (sav), Hulefayı Raşidin (ra) ve Ashabı  kirâm’dan (ra) hitabet örneklerini inceledikçe aynı kaynaktan beslendiğimizi fark ediyor, ne kadar şükretsek az olduğunu itiraf ediyoruz. Cenâbı Mevlamız, razı olduğu ahlâkı, Peygamber varisi  insanı kâmilden öğrenmeyi  hepimize lütfeylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 29 Nisan 2014 16:28

EFENDİMİZ’İN HİTABETİ -2-

Yeri göğü yaratan, imanı-İslam’ı bizlere lütfeden Mevlamız’a hamdü senalar; Azîz olan, Alîm olan, tek ilah olan Rabbimiz’i bilere tanıtan Hak Nebi Muhammed Mustafa (sav)  Efendimiz’e sonsuz  salâtu selamlar olsun.

Önceki yazımızda Hakk’ın Habibi, Kainatın Efendisi,  Allah’ın (cc) insanlığa en güzel hediyesi Efendimiz’in konuşma biçimi-hitabetine dair giriş yapmıştık. Kuss bin Sa-ide adlı bahtiyarın, peygamberliğin ilanından önce yaptığı mükemmel  hitabeyi  ve Efendimiz’in ona övgüsünü paylaşmıştık.

İslamiyet öncesi Araplar arasında söz söyleme-hitabet kabiliyetinin gelişkin olmasının birçok sebebi söylense de  temelde  fasih (açık-anlaşılır) ve  beliğ (yerinde-manalı) söylenen sözlerin kişi ya da toplumu harekete geçirmede en önemli unsur olduğu görülmektedir. İslam tarihçileri, yeni doğan çocukların sütanneye verilmesinin nedenlerini belirtirken  “Çocukların kırda yaşayan Araplar içinde, özellikle rutubeti az, havası ve suyu güzel yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini, düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak” olarak ifade ederler. Hatta Emevi halifesi  Abdülmelik bin Mervan, oğlu Velid için “Velid’i sevmek bize zarar verdi.” der. Velid’in,  annesinin  yanından ayrılmadığı için konuşurken hep gramer hatası  yaptığı kardeşi  Süleyman’ın ise kırda yetişmesinden dolayı  düzgün ve pürüzsüz konuştuğu rivayet edilir.

Umumiyetle  Araplar için tek lügat olduğu, Hevazin Kabilesi’nin Beni  Sa’d kolunun yedi lügatleri (lehçe) olduğundan Arap kabileleri içerisinde dil bakımından en fesahatli  olanı, en açık, en düzgün ve pürüzsüz konuşanı olduğu da   İslam tarihçileri tarafından kaydedilir. İşte bu kabileden Halime Hatun, Efendimiz’e sütannelik yapacaktır.

Efendimiz’in bebeklikten büyümesinin diğer çocukların bir ayına kıyasla bir günde gerçekleştiğini biliyoruz. Sekiz aylık iken konuştuğu, konuşulanları anladığı;  dokuz aylık iken çok açık ve düzgün bir şekilde konuştuğu  da kaynaklarca  ifade edilmekte. Cenabı  Mevlamız’ın her şeyi kudretiyle halk etme gücüne rağmen Efendimiz’in dil eğitimini o günün en fasih ve beliğ konuşan kabilesine  takdir etmesi  dikkat çekicidir. Hatta Efendimiz’in mübarek anneciği Hz. Âmine “Bana, üç gece ‘Oğlunu Beni Sa’d Kabilesi’nden Ebu’z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!’ denildi.” diyerek bu konudaki ilahi tercihi ifade eder. Efendimiz  beş yaşlarına kadar Halime Hatun’un yanında kalır.

Hz.Âmine annemiz,  eşinin kabrini ziyaret için geldiği Medine’de  bir ay kadar kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken Ebva köyünde rahatsızlanır, köye inmek zorunda kalırlar. İşte bu köyde son nefesini vermeden önce, başucunda duran, seyretmeye doyamadığı  altı yaşındaki  evladına Hz.Âmine şöyle hitab eder:
“Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah’ın lütfu ile yüz deve karşılığı kurtulan zatın oğlu!
Allah Seni mübarek  ve devamlı kılsın! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, Sen Celâl ve İkram sahibi tarafından Ademoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin!
Allah Seni, önceki milletlerle süregelen putlardan-putperestlikten esirgeyecek, alıkoyacaktır.

Her canlı varlık ölür.
Her  yeni eskir.
Her  yaşlanan, zeval bulur, yok olur.
Ben de öleceğim.
Fakat, ben temelli anılacağım.

Çünkü temiz bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir mirasçı bırakmış bulunuyorum.” (Suyuti  Hasais-ül Kübra c.1 s.196, Kastalani  Mevahib-ül  Ledünniye  c.1  s.42-43)

Hz. Âmine  annemizin,  evladının  “büyük bir hal ve şan sahibi olacağına”  inancının tam olduğunu  biliyoruz. Ayrıca annelik şefkatiyle dile getirdiği bu şiirsel  ifadelerdeki  güzellik de onun  hitabet kudretini gösterir.

Önce babasız  sonra annesiz kalan  Efendimiz’i koruma işini, dedesi Abdülmuttalip ve amcası Ebu Talip ile devam ettiren   Cenabı  Mevlamız  “Rabbin Seni  yetim bulup da barındırmadı mı?” (Duhâ Suresi; 6) ifadesiyle tescil eder. Daha erken dönemdeki Hz. Halime’nin Mekke’ye getirirken Efendimiz’i kaybedişi ve bulunuşuna atfen “Seni kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı  mı?” (Duha Suresi; 7) ayeti kerimelerinin hem Efendimiz’in hayatını takip açısından hem de  “Muktezayı hale uygun kelam etmek/Halin gerektirdiği en uygun sözü söylemek” anlamında Kur’ân-ı  Kerim’de geçen beliğ ifadeler olduğunu görüyoruz. İşte mübarek annemiz Hz. Âmine’nin vefatından önce söylediği bu beliğ sözler de  Efendimiz’in gözyaşlarıyla ruhuna tesir eden, hafızasına kazınan sözlere dönüşecektir.

Gerçekten de Hz. Âmine annemizin geçmişi özetleyen, geleceği  öngören bu etkili hitabı birçok yönüyle onu tanımamıza imkan vermektedir. Nasıl  ki Kur’ân-ı  Kerim’deki  ifadeler Rabbimiz’i, O’nun toplumu takibi, olaylara müdahale ve yön verme biçimlerini tanımamızı mümkün kılıyorsa  bu sözler de hayatı hakkında çok şey bilemediğimiz Hz. Âmine annemizi  bizlere tanıtmaktadır.  

Birinci cümlede, kocası Abdullah’ın  kurban adağı oluşu, onar deve arttırılarak yüz deve karşılığında kurban edilmekten kurtuluşuna atıf vardır. Sonra  gördüğü rüyalar, doğumdaki mucizeler, bebeklikteki hallere bakarak Efendimiz’in helal ve haramı bildirecek bir peygamber olacağı ifadesi-imanı vardır. Belli ki hanif bir inanışla, toplumun düştüğü putperestlik çukurundan  peygamber olacak evladı tarafından çıkarılacağı ümidi dile getirilir. Ünlü hatip Kuss bin Sai-de’nin ifadelerine benzeyen:  
“Her canlı varlık ölür.
Her  yeni eskir.

Her yaşlanan, zeval bulur, yok olur.” şiirsel ifadelerinde kendi  gerçekliğinin bilincinde, Celâl ve İkram sahibi Mevlası’na yüzünü dönmüş  bir kulun;  ölürken, kendini ölümsüz kılacak şeyi  “büyük bir hal ve şan sahibi olacağına” inandığı evladını hatıra-mirasçı bırakışı vardır.

Cenabı  Mevlamız bizleri Hz. Âmine annemizin  sevgisine bağışlasın. Efendimiz’e  ve Efendimiz’in bugünkü varislerine sevenlerinin  gözüyle  bakabilmeyi  bizlere de lütfeylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort