JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 29 Nisan 2014 11:01

BİR GÖNÜL YOLCULUĞU

Sizlerle bir gönül yolculuğuna çıkalım, gönlümüzü 1400 sene öncesine…  Medine’ye gönderelim. Bir insan var orada… Önceki adı Yesrib olan, o insanın gelmesiyle Medine-i  Münevvere (Nurlu Medine) olan o şehirde…  Çöl kumlarına bastığında ayak izi çıkmayan taşa bastığında ayak izleri görülen bir insan var Medine’de, hangi sokaktan geçse kokusu duyulan… “Benim kokumu duymak isteyen kırmızı gül koklasın.” buyuran bir insan. Çiçekler içinde gül ne ise, insanlar içinde öyle olan… Yürüyüşü sanki  gökyüzünden yeryüzüne iner gibi olan bir insan …

Uzun boylu, geniş omuzlu… Simsiyah saçları olan, alnı açık… Bir kaçı ak,bir tutam sakalı olan… Gözleri  koyu kahve,  kaşlarının arasında bir damar… Allah için kızdığında kabaran bir damar.

Kölelerle, fakirlerle oturup yemek yiyen bir insan. Bir kadın “Aaa, şuna bakın! Kölelerle yemek yiyor!” dediğinde “Bunda  şaşılacak ne var? Ben de Allah’ın kölesiyim.” diyen bir insan.

Sıcak günlerde kurdu, kuşu kollayan bir insan… Başının üzerinde daima minik bir bulut… Gölgelediği  insana  hayran.  Kendi aç kaldığında karnına taş bağlayan, ama Medine susuzluktan kıvranınca “Bismillah” diyerek parmaklarının arasından 3.000 kişilik tüm Medine’nin suya doymasını sağlayacak pınarlar fışkırtan bir insan…

Hani, Ebu Cehil, avucuna yeşil-mavi -siyah renkli akik taşları almıştı ya! “Avucumda ne olduğunu bilirsen, senin peygamber olduğuna inanırım!” teklifine “Elindeki taşlar, sana benim kim olduğumu söylesin mi?”  demişti ya… Ebu Cehil, elini açtığında taşlar “La ilahe illallah,Muhammedur Resulullah” demişti  ya… Yine inanmamıştı nasipsiz, yine inanmamıştı .  “Sen büyücüsün!” diyerek taşları yere atmıştı ya!  İşte o zikreden akik taşlarını, yerden alıp yüzük yaptırmıştı ya!

Hani, yaşlı bir kadının yük taşımasına yardım ettiğinde, kadın “Oğlum, sen iyi bir gence benziyorsun. Peygamber olduğunu söyleyen bir insan var, aman  O’ndan uzak dur!” demişti ya! “Anneciğim,  uzak durulması istenen genç benim!” dediğinde  kadıncağız  şaşkınlıkla, heyecanla iman etmişti  ya hani!

Hani,  her gün yoluna diken atan kadını göremeyince, merak edip  ziyaretine gitmişti ya!  Kadının utancı, imana dönüş-müştü  hani !

Hicretin üçüncü yılında Mekkelilere esir düşen Hz. Zeyd Bin Desinne  vardı ya!  İdamından önce Ebu Süfyan, Hz.Zeyd’e demişti  ya  “Allah için söyle! Şimdi sen evinde çoluk çocuğunun yanında olsan da senin yerine inandığın  o adamı idam  etsek daha iyi olmaz mı?”

Hz. Zeyd  bin Desinne ise “Vallahi, değil benim yerime idam edilmesi, şu anda Medine’de ayağına bir diken batmasına bile razı değilim.” demişti ya … Ebu Süfyan  da “Allah’a yemin ederim! Ben çok kral, hükümdar gördüm ama O’nun kadar sevilen bir insan görmedim.” demişti  hani.

Uhud Savaşı’nda mübarek dişi kırıldığında bile “Rabbim kavmimi bağışla! Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.’’ demişti  ya …

Hz.Cebrail  “Yeryüzüne üç  kez son hızla indirildim: Biri İbrahim ateşe atıldığında, diğeri Yusuf kuyuya atıldığında, biri de alemlere rahmet olarak gönderilen O’na… Uhud Savaşı’nda yanağından kan damlası yere düşmesin diye. Aksi halde yeryüzü helak olurdu!”  buyurmuştu ya …

O’na  10 yıl kadar hizmet eden Enes bin Malik vardı ya…Hani misafirler yemek  yedikten sonra ellerini yıkamışlar, sonra ellerini kuruladıkları havluyu ateşe atmıştı ya...Sonra da hiçbir yeri yanmayan havluyu ateşten çıkarmıştı  da “Bize keramet mi gösteriyorsun, ey Resulullah’ın arkadaşı?” diyenlere “Hayır!Ben keramet göstermiyorum. Kainatın Efendisi bir gün elini bu havluyla kurulamıştı da O’nun elinin değdiği bir şeyi ateş yakmaz,sizlere bunu göstermek istedim.” demişti ya…

Hani  ashabıyla bir sahraya çıktıklarında ”Herkes ekmeğini pişirsin yemek yiyelim.” buyurduklarında  O da kendi hamurunu yoğurup  ateşe tutmuş, herkesin ekmeği pişmesine rağmen O’nun hamuru olduğu gibi kalmıştı…Sonra gülümseyerek ashabından birine “Onu yeniden yoğur ve ateşe tut!” buyurmuşlardı  da ekmek hemencecik  pişivermişti.

Amcası  Ebu Talip vefat ettiğinde  amcasının her tarafını  sıvazlamıştı da Allah (cc) ayaklarının altını sıvazlamayı unutturmuştu hani…

Bir kucağında torunu Hüseyin, bir kucağında oğlu İbrahim otururken Cebrail gelerek  ”Hak Teala iki güzelliği bu dünyada vermez. Birini seç!” dediğinde mahzun ama mütevekkil “Hüseyin ölürse Fatıma dayanamaz.İbrahim…” demişti de üç gün sonra ciğerparesi İbrahim vefat etmişti…

Rabbimiz “Biz, O’nu bütün alemlere rahmet olarak gönderdik!”  buyurmuştu ya ... Yine Rabbimiz “Andolsun ki  içlerinden,  Allah’ın ayetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkardan kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti  öğreten bir Peygamber göndermekle  Allah  büyük bir lütufta bulun- muştur…” buyurmuştu ya…

Rabbimiz yine “Andolsun, size kendi  içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki,  sizin sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir.O, size çok düşkün,  Mü’minlere karşı  da çok şefkatli  ve çok merhametlidir.” buyurmuştu ya …

Bizim için ne büyük bir şereftir ki, O’na ümmet olmuşuz. Ne büyük şereftir ki, O’nu seven bir milletin,O’nun sevgisini- ahlâkını- idealini bayraklaştıran bir milletin ferdi olmuşuz.

Hamdolsun, alemlerin Rabbi olan Allah’a … Hamdolsun o güzeller güzeli insanı yaratana… Hamdolsun, kendisinde hiçbir tezat ve eğrilik bulunmayan  kitâbı kuluna indirene... Hamdolsun, bizlere   âyetlerini okumak, kitabı ve hikmeti öğretmek , bizleri  arındırmak, karanlıklardan nura çıkarmak için Ahmed-Mahmud-Muhammed-Mustafa  sallallahu  aleyhi ve sellimi  gönderene...

Sonsuz salat-ü selam olsun, insanlara Allah’ı sevdirene, Allah’ı tanıtana… Salat-ü selam olsun dünya kuruldu kurulalı beklenene… Salatü selam olsun  Hz.İbrahim’in duasına , Hz.İsa’nın müjdesine ve anneciği  Hz.Amine’nin rüyasına… Salat-ü selam olsun hüzünlenince “La tahzen” (Üzülme) diye Allah’ın teselli buyurduğuna…

Salat-ü selam olsun, “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurana…

Salat-ü selam olsun, yeryüzü mescit kılınana… Düşmanlarının kalbine bir aylık yoldan korkusu verilene…

Salat-ü selam, evinde peş peşe iki gün buğday ekmeği yemeyene…

Hz.Ali’nin, Hz.Bilal’in, Hz.Selman’ın arkadaşına…

Salat-ü selam, Medine’nin bağrına bastığına, bulutların gölgelediğine, ağaçların, taşların (Ente Resulullah) deyip  selam verdiğine…

Salat-ü selam Ebu Bekir’in sahibine, Hatice’nin yarine, Fatıma’nın  babasına, Hasan’ın, Hüseyin’in dedesine…

Salat olsun,  selam olsun, hayatın kendisiyle anlam kazandığına… Salat olsun,  selam olsun,  aşkın ve muhabbetin kaynağına…

Salatü selam olsun kendisinden sonra varisler bırakana… Salatü selam olsun varisiyle muhatap olanı kabul edene …  Salat olsun,  selam olsun irşadı, varisi  insanı kâmil eliyle devam edene…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 11 Şubat 2014 10:41

HZ. ÖMER (RA) ADALETİNDEN GÜNÜMÜZE

Hamd, Rabbi Rahîmimiz olan, adaletinden rahmetine sığındığımız Mevlâyı Müteal Hazretlerine…

Salâtu selam Hâceyi Kâinat, eşrefi mahlûkat, Habibi Hûda, Hak Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’e…                  

Büyüğümüz Mevlana Hâce Hazretleri, “Ashabı kirâm, İslamı yaşatmak için canlarını verdiler. Bugün bize düşen ölmeden önce ölmek, yani yaşamaktır.” “O zaman din tamamlandı, bugün nûrun tamamlanması esastır.” gibi sohbetlerde geçen ifadeleriyle, İslam’ın ilk günlerinde sahabeyi kirâm efendilerimizin İslam binasını oluştururken yaptıkları fedakârlıklara dikkat çekerek bugün Müslüman bir şahsiyetin oluşumundaki esasa vurgu yaparlar. Hâce Hazretleri kendi anlayışları, cemaatleşme seyri ve kasıtlarının anlaşılabilmesi için ilk dönem sahabe uygulamalarının iyi anlaşılması gerektiğini belirtirler. Sonraki dönemlerde istisnalar hariç keşf, keramet, haller, makamlar gibi anlayışların öne çıkarıldığını, bunların ise saf-samimi-ihlaslı, rızayı önceleyen Müslüman şahsiyetinden uzaklaşmaya neden olabildiğini ifade ederler.                                                                                    

Bu yazımızda ümmetin sahibi, hidayet rehberi, Efendimiz’in (sav) en seçkin talebelerinden Hz. Ömer’in (ra) anlayışlarını kavrayabilmek, ona lütfedilenden hissedar olabilmek için onunla ilgili bir rivayeti Hâce Hazretleri’ne sorduk, elhamdulillah çok bereketli bir sohbet oldu, paylaşmak istiyoruz:

“Medine ahalisi anlaşarak bir yere toplandılar. Ömer (ra) Hazretleri’nin  adaletini tecrübe etmek için anlaştılar. Aralarından bir Yahudi çıktı. ‘Ben sizin müşkilinizi halletmeğe muktedirim.’ dedi. Onlar da buna bazı vaadlerde bulundular. Hz.Ömer’in bir oğlu var idi. Bedenen çok zayıf kalmıştı. O Yahudi kendisini  tanıtıp Hz. Ömer’in (ra) oğlunun yanına vardı. Halini ve hatırını sordu. O da zayıflığından bir miktar bahsederek şikayet etti. Melun Yahudi tebessüm ederek ‘Bunun ilacı kolaydır.’ dedi. Bu da ilacını istedi. Zira kalplerinde kin ve hile yoktu. Yahudi önüne düşüp odasına götürdü. Sonra bir sürahi şarabı  şerbettir diye önüne koydu. ‘Bu senin derdine devadır. Bunu içtiğin gibi sıhhat bulursun.’ dedi. O da sözünü hakikat zannedip şarabın ne olduğunu bilmediği için şarabı içip sarhoş oldu. O Yahudinin güzel bir kızı vardı. O kızı arz eyledi. Şarabın tesiriyle sarhoş olduğundan o kıza sahip oldu. Bir zaman sonra ayılıp aklı başına geldiğinde yaptığı işlere pişman oldu. Nedamet ile  tevbe ve istiğfar eyleyip evlerine geldi. Hikmeti Rabbani o kız hamile olup çocuk doğdu. Sonra melun Yahudi bir çok Yahudiyi ve çocuğu yanına alıp Hz. Ömer’in yanına geldi. Dediler ki ’Ya halife, senin oğlun zorlayarak bizim kızımıza sahip oldu, bu çocuk hasıl oldu. Biz bunu beslemeye mecbur değiliz.’ Hz. Ömer (ra) bunu görünce mübarek gönülleri perişan olup oğlunu çağırdı ve durumu sordu. Oğlu da meydana gelen hadiseyi anlattı. Hz.Ömer o masuma beytül maldan nafaka tayin eyledi. Sonra oğluna dinin emri olan sopayı vurdurmaya başladı. Sopa sayısı kırk olduğu zaman ashabı güzin Ömer (ra) Hazretleri’nin yanına gelip rica ettiler. ‘Ya halife, oğlunuz hastadır, bu şekilde sopaya tahammül edemez. İhsan eyle bunun suçunu bize bağışla.’ Zira  sesi  Resûlullah (sav) Hazretleri’nin sesine benzerdi. Ashabı  güzin  Ravzayı Mutahhara’da  yüksek ses ile Kur’ân’ı okutup  dinlerlerdi. Hazreti Habibullah hasretinden  ciğerlerini dağlarlar idi. ‘Lütfeyle sesi  hürmeti için suçunu affeyle.’  diye  söyledilerse de Hz. Ömer  iltifat eylemedi. ‘Allahu Teâlâ’nın hakkında hatır olmaz. Ahirette çekmektense  dünyada cezasını bulmak iyidir.’ buyurdular. Altmış değnek olduğunda babasını çağırdı ki; ‘Ya baba, bana mehil ver ki aziz annemin yüzünü  göreyim, helallik dileyeyim.’ Hz.Ömer  iltifat eylemedi. Yetmiş sopa olduğunda çağırıp, ‘Ya baba, işte ben ölüyorum. Mübarek yüzünü bana göster ki hasret gitmeyeyim.’ dedi. Hazreti Ömer mübarek yüzünü çevirdi. Sopa sayısı seksen olduğunda ruhunu teslim etti. Hz.Ömer’e öldüğünü bildirdiler. ‘Ölüsüne yirmi değnek vurun ki Hak emri yerine gelsin.’ buyurdu. Ondan sonra da yirmi değnek vurdular, yüz tamam oldu. Sonra techiz ve tekfin yapıp defnettiler. Hz.Ömer ‘Acaba babalık hakkını yerine getirip seni kurtardım mı, Allahu Teâlâ’nın huzurunda halin nasıl oldu?’ diye çok ağladı. O gece ashabdan birisi çocuğu rüyada gördü. Sultan-ı Kâinât (sav) Efendimiz’in huzuru şeriflerinde oturup zevk ve sefa ederdi. Bu sahabeyi gördüğü gibi kalkıp güle güle yanına geldi. Dedi ki ‘Allahu Teâlâ babamdan razı olsun, atalık hakkını yerine getirdi. Allahu Teâlâ’ya hamd olsun ki devamlı Fahri Âlem (sav) Hazretleri’nin hizmeti şeriflerinde olup bir an ayrılmıyorum. Dünya kahrından kurtulup zevk ve safa içine düştüm.’ Ertesi gün o sahabi gelip rüyada gördüğü hali Hazreti Ömer’e  anlattı. Hazret Ömer (ra) ağlamayı bırakıp Allahu Teâlâ’nın inayetine şükür secdesi eyledi.”

-Efendim bu rivayeti nasıl anlamalıyız?

-Bu kıssanın insani, siyasi, hukuki  birçok yönü var. İnsanı  ilgilendiren, İslam siyaseti açısından, ahlaki, imani  birçok boyutu var bu hadisenin.

Birinci olarak ortada işlenen bir suç var. Komplo da olsa, hile de olsa ortada çok ciddi bir suç var. Bir, haramı irtikap etme, içki. İki, zina yapma. İkisi de o günün toplumunu temelden sarsacak ağır suçlar. Hz. Ömer’in  uygulamasında bunlar ne şartlar altında işlenmiş olursa olsun, suç suçtur mantığını görüyoruz. Ayrıca hiçbir suçun cezasız kalmaması mantığını görüyoruz. İnsan iradesine hakim olmalı, içeriğini-muhtevasını  bilmediği şeyi hiçbir Müslüman yiyip içmemeli, bu ders veriliyor öncelikle. Üstelik bunu bize kimin getirdiğini de bilmiyoruz. Gelen kişi bir Yahudi, fasık, münafık. Ayeti kerimede bildirilen haber gibi; “Size bir fasık haber getirirse onu araştırın.” Aksi halde kendinize, karşınızdakine  zulmetmiş  olursunuz. Araştırın tetkik edin ki bir yanlışa düşmeyin. Ne ilacı veriyorsun bana? Sen tabip misin, hekim misin? Çocuk bunları demiyor. Allah Resûlü’nün buyurmuş olduğu “Mü’min şüpheci olur.” hükmüne uymuyor. Bu araştırmalar yapılmadan işlenen suç, suçtur. Cezasız kalmaz.

İkincisi bu suçu işleyen Ömer’in oğlu bile olsa, devlet başkanının oğlu bile olsa fark etmez. Toplumsal adaleti, vahdeti, güveni, itimadı sağlamak adına cezalandırılmalı. Hz. Ömer bağışlasa liderliğinden taviz vermiş olur. Bugün oğlunu bağışlasa yarın daha büyük suçları bağışlamak zorunda kalabilir. Bu durum yarın Hz. Ömer’e karşı kullanılabilir. Hz. Ömer oğlunu cezalandırmakla bütün suç odaklarının gözünü korkutmuş oluyor. Bu istikrar için gerekli bir şeydir. Çünkü Allah Resûlü’nden öyle görmüştür. Hırsızlık yapan Fatıma adlı bir kızı –ki bir kabile reisinin kızıdır bağışlaması istendiğinde Allah Resûlü “Kızım Fatıma bile olsa elini keserdim.” buyurmuştur. Ashab, reisin kızının eli kesilirse  bu kabile İslam’a düşman olur endişesiyle  Allah Resûlü’nden bağışlamasını istemişlerdi. “Kızım Fatıma bile olsa elini keserdim.” buyurarak elini kesmiştir.  Hz.Ömer böyle bir mektepte yetişmiştir. Suç nasıl, ne şekilde, kim tarafından işlenirse işlensin suçtur, bunu görüyoruz.


Öncelikle bu kıssadan adaletin-hukukun uygulanması gereğini  görüyoruz. Günümüz Türkiye’sinde, hukuk ayrımcılığa tabi tutulduğundan, hukuk işlemediğinden bu günlere geldik.

Bir başka açıdan  önemli husus, ashabı etkileyen tek şey Allah’a imanları-sevgileri. Hiçbir şeyi Allah sevgisinin üstüne çıkarmıyorlar. Düşünün evlat bu, ama Allah sevgisi evlat sevgisini bastırmış. Evladı Allah’a kurban ediyor. Allah cezalandır buyurmuş, Allah’ın hükmünü icra ediyor.

Bir diğer husus, Allah (cc) ne buyurduysa onun tam olarak yerine getirilmesi. Maksat insanı cezalandırmak değil. Seksen değnekte öldü, mesele bitebilirdi. Hayır, Cenabı Hak yüz değnek demiş yirmisini cesedine vuruyor. Niye? Çünkü toplumda caydırıcılık yüz değnekle meydana gelecek ki Allah yüz değnek istemiş. Ölüsüne yirmi değnek vurulması suç işleme meylinde olanlar için onur kırıcı bir durum. Caydırıcılık var. Allah’ı sevme kadar, emrine  bağlılık var. Herhangi bir mazeret emri değiştirmiyor. Toplum şöyle böyle diyebilir, emirler topluma göre değişmez. Örnekte görüyoruz, sahabe yalvarıyor. Onun sesi peygambere benziyor, bağışla. Masum, bilmeden yaptı. Hayır, toplum adaleti yönlendirmemeli, adalet toplumu yönlendirmeli. Eğer hukuku toplum belirlerse o memlekette hakkaniyetten, işlerin yerli yerinde yapılmasından bahsedilemez. Hz. Ömer hiçkimseyi dinlemiyor. Çünkü hüküm belli, sonuna kadar uygulanacak. Burada sabrı görüyoruz.Babanın gözü önünde evladı ölüyor. Baba devlet reisi,  ’dur’ dese mesele  bitecek. Müthiş bir iradeye hakim olma, nefis terbiyesi var. İradeyi Allah yolunda kullanma var. Bunlara  baktığımızda Hz. Ömer (ra) bir mü’minin, bir liderin özelliklerini sergiliyor.

Fertten cemaate, cemiyetten devlete her kesimin alacağı dersler var bu kıssada. Bunun için diyorum ki hem adalet hem siyaset boyutu var, hukukî-insanî-imanî boyutları var.

İnsan tercihini nerede, ne yönde yapmışsa sonuna kadar o tercihi değiştirmemeli.  Hz. Ömer (ra) Allah’tan  yana tercihini yapmış. İslam’ı din olarak Allahu Teâlâyı  Rab olarak tercih etmiş. İslam’ı düstur olarak tercih etmiş ve taviz vermemiş. Oğlum değil ne olursa olsun demiş. Taviz vermemiş.

-Efendim komplo ya da ağır tahrik gibi hafifletici unsurlar değerlendirilebilir miydi?

-Bunlar var ama bir mü’min  firaset  sahibidir. Komployu görmesi lazım. Sen bir devlet başkanının oğlusun. Komployu sezebilmelisin. Babanın dostu var, düşmanı var. Seni bu işlerde kullanabilirler. Düşünmek zorundasın. Üstelik bu adam münafık bir adam. Bir Yahudi, bunu biliyorsun.  Burada toplum da imtihanda,  Hz. Ömer de oğlu da imtihanda. Toplum kendi açısından doğru olanı yapıyor. Merhamet gösteriyor. Hepsi  Hz. Ömer gibi meseleye baksa toplumsal bir linç olur. Bu doğru değil. Toplum merhametini sergiliyor. Ama lider sağlam durmalı. Toplumun omurgası liderdir. Bugün bazı konularda dik durulmasaydı hukuk düşmanları neler yapmazdı. Bu dik duruş karşı tarafın sapır sapır dökülmesine neden oldu. Şimdi birbirlerine düştüler. Kirli ilişkileri ortaya  çıkmaya başladı.

-Efendim siz bazı olaylardan sonra bizimkiler gelecek, diye buyurmuştunuz. Oraya gidiş mi var?

-Bunları bekliyorduk. Bunlara kısmen de değinmiştik. Allah Rasûlü buyurmuş ki “Her beklenen yakındır.”  Birileri değişik şekillerde konuşmuş, etmiş. Bunların önemi yok. Vaka önemli, yaşanan hadise önemli. Dünya ciddi bir sancı çekiyor. Bir doğum sancısı. Bu sancı  Hz. Mehdi’yi doğuracak. Bu iş bir iki ülkeyle  kalmayacak, daha da yayılacak. Bir orman yangını düşünün, rüzgar estikçe kıvılcımlar sağa sola sürüklenip yayılacak.  Bir yangın, peki, bu yangın nereden çıktı? Amerika’nın izmaritinden çıktı. Yangını Amerika çıkarttı ama o da çok bilinçli, isteyerek çıkarmadı. Amerika  kendince bir şeyler biliyor ama bu yangında kendi de yanacak bunu bilmiyor. Fareler gibi yanacak. Bu Hz. Mehdi’nin geliş süreci. Onun ayak sesleri. Başta biraz karışma-bulanma olacak ama temizlik olacak.

Müslümanlar hadiseleri iyi değerlendirmeli, eğer politik kaygılar, asabiyet vs. söz konusu olursa bu iş teğet geçebilir. Cenabı Hak, Hz. Ömer’de görüldüğü gibi adalet uygular. Kaos uzun sürer. İhlaslı, şuurlu bir şekilde Müslümanlar hadiselere  yön verirse sonuca çabuk gidilir. Normal bir doğum olması gerekiyor. Sezaryen olursa aleyhimize olabilir. Batı bir Mehdi ya da İsa çıkarmak istiyor. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi gereği Müslümanların önüne çıkarmak istediği biri var. Bunlar başka birini çıkarmak isterken kapıyı gerçeği çalacak inşaallah.

Hâcegân duası, himmeti ile burada anahtar konumunda. Hadiselere paralel  Hâcegân’da da bir inkişaf, bir yayılma var. Türkiye’de  Çeçenistan,  Filistin gibi kırılmalar olmayacak inşaallah. Sınırlar genişleyecek.  Müslümanların önünde engel olan  kimi şahıslar gidecek. Türkiye’nin ve dünyanın önü açılacak inşaallah. Hâcegân bu işin beyni.”

Biz de gönülden amin diyoruz.  Cenabı  Hak bunu bize kolaylaştırsın. Planlı, programlı hareket eden, bizleri  Hakk’a vasıl etmeye gayret eden büyüklerimize engel olmamayı  Cenabı Mevlâmız lütfeylesin, ikram ve ihsan eylesin. Amin. Velhamdulillahi Rabbil alemîn.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 10 Şubat 2014 14:28

AŞKIN AKTARIMI : İRŞAD

Alemlerin Rabbi olan, Rahman ve Rahim olan, yarattıklarından insanı, insanlar içinden Peygamber  Efendimiz’i  seçen  Mevlâmız’a  hamdü senalar…

Tahir olan, Tayyib olan, Seyyid-ül  Mürselin, İmam-ı  Enbiya,   Ahmed-Mahmud–Muhammed-Mustafa (sav) Efendimiz’e salât ve selâm  ile…

“Ashabı  kiram, Cenâbı  Peygamber (sav) ile  oturmaktalar. İçlerinden biri şöyle bir soru sorar:

-Ya Resûlullah! Ne zaman kâmil bir mümin olurum?

Dâî (Allah’a davetçi) olan, Mehdî (Hidayete erdirici, irşad edici) olan  Hz. Peygamber cevap verirler:

-Allahu Teâlâ’yı sevdiğin zaman. Soran kişi daha ayrıntı ister:
-Allahu Teâlâ’yı  ne zaman sevebilirim? Soru daha somut bir şekilde cevaplanır:

-Allah’ın Resûlü’nü sevdiğin zaman.

Sahabe, Rasûle-insana nasıl  yönelme-katılma olacağını merak eder:

-Allah Resûlü’nü nasıl sevebilirim?

Hâce-i  Kâinât, Fahr-i âlem, sevginin menbaı  olan Hz. İnsan (sav) kendisinden  nasıl  istifade edileceğini açar:

-Allah’ın  Resûlü’ne  tâbî olursan,  O’nun sünnetine göre amel edersen,  O’nun sevgisine göre seversen,  O’nun buğzuna  göre  buğzedersen …

İnsanlar  iman cihetinden değişik dereceler alırlar. Onların bu dereceleri  bana olan sevgileriyle ölçülür. Yine insanların kafir olanları da değişik durumdadır. Onların küfürleri de bana karşı buğzları ile belli olur.

Dikkat edin: Bana muhabbeti olmayanın imanı yoktur!

Dikkat edin: Bana muhabbeti olmayanın imanı yoktur!

Dikkat edin: Bana muhabbeti olmayanın imanı yoktur!”

Hakk’ın  kullarını  tuğyandan İslam’a; İslam olanları imanda kemâle davet eden Cenâbı  Peygamber’e (sav) insan nasıl  ve ne kadar teşekkür etmeli?

Hz. Ali (ra) Efendimiz’in “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttılar.’’ ifadesinde nokta; tohum-sevgi anlamlarında kullanılan “habbe” kelimesi  ile  vurgulanmış. İlim bir habbe. Habbe; sevgi.

Habibullah (Allah’ın sevgilisi) ifadesini şimdi daha iyi anlamak mümkün.

Her ne var aşk imiş alemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak

Diyen Fuzûlî o noktayı çoğaltıp-sulandırıp aslından uzaklaştıran dedikodu  kültürüne   en güzel cevabı vermiş.

“Dikkat edin: Bana muhabbeti olmayanın imanı yoktur!”

Şimdi bu sevgi  irşadıyla imanı olgunlaştırılan, Hâce-i Kâinât’ın en seçkin talebesi  Hz. Sıddık’tan (ra) birkaç kıssa paylaşmak  istiyoruz:

Ali bin Ebû Talib (ra) rivayet eder. Resûlullah’tan (sav) işittim, buyurdular:

’’Semaya yükseldiğim gece (Miraç’ta) Rabbim Azze ve Celle Bana Ebû Bekir’in sesi ile hitap buyurdu. Benim gönlümden geçti ki bu ses Ebû Bekir’in sesidir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ kalbimden geçeni bilip buyurdu:

“Ya  Ahmed! Musa bin İmran ile konuşurken onun gönlünü gördüm ki kavmi içerisinden en çok Harun’u sever. Ona Harun’un sesi  ile hitap ettim. Senin gönlünde gördüm ki Ebû Bekir’i çok seversin. Sana Ebû Bekir’in sesi  ile hitap ettim.’’

Hz. Huzeyfe  (ra) rivayet eder, Resûlullah (sav) Hazretleri buyurdular:

“Her kim rüyada Beni görmüştür  muhakkak Beni görmüştür. Zira şeytan Benim suretimde görünemez. Her kim uykuda Ebû Bekir’i görür. Ebû Bekir’i görmüştür. Zira şeytan Ebû Bekir’in suretinde de görünemez.’’

Abdullah ibn Mesud (ra) rivayet eder:

Bedir Gazası Ramazan ayının 17. günü, cuma günü oldu. O gazada ben de bulundum. Benden aciz kimse yoktu (Çok kısa boylu ve zayıf bir sahabe). Fakat Ebû Cehil’in başını ben kestim ve sürüye sürüye Resûlullah’ın huzuruna getirdim. Hz.Ebû Bekir de Resûlullah’ın huzurundaydı. İki taraf birbirine girip çarpışma şiddetlendiğinde Hz. Ebû Bekir kendi oğlunu düşman safında görüp  imanının gayreti ile “Ya Resûlullah! Bana izin ver. Kafirler ile muharebeye ben de gireyim. Onların kalplerine vurayım. Oğlumun başını kendi ellerimle keseyim.’’ dedi. Resûlullah (sav) ona izin vermedi. Yanında bulunmasını istedi ve şöyle buyurdu: “Ya Ebû Bekir! Harbe katılma. Benim yanımda gözüm ve kulağım gibi olduğunu bilmiyor musun?’’

Hz. Peygamber, sadık  dostunu Hakk’ı gören gözüne, vahyi  işiten kulağına benzeterek kendisinden saydı. Birçok kez kulağından ve gözünden dolayı dua ederek “Ey Benim Allah’ım! Beni kulağım ve gözüm ile faydalandır. Gözümü ve kulağımı Ben’den sonra da ümmetime miras bırak!’’ diye buyururlar.

Enes bin Malik (ra) ve Hz. Ali (ra) rivayet ederler. Resûlullah (sav) buyurdular ki: ’’Allahu Teâlâ’dan dünyaya veya  ahirete ait bir isteği olan  kimse gece kalkıp gusletse veya abdest alıp iki rekat namaz kılsa her rekatta bir Fatiha ve üç ihlası şerif okusa, selamdan sonra başını secdeye koyup ‘’Ya Rabbi! Benim isteğimi Ebû Bekir  Sıddık hürmetine yerine getir.’’ diye dua etse  Allahu Teâlâ Ebû Bekir Sıddık hürmetine o kişiye istediğini verir.

Son olarak menakıpnamelerde geçen bir rivayette Kainatın Efendisi (sav) imanın kaynağı olarak kendi yaratılışında aşkın yerini, dostu-yâri  Hz. Sıddık (ra) ile yaşadığı sevgi paylaşımını şöyle ifade eder:  “Allahu Teâlâ yerleri-gökleri, arşı-kürsü, levh ü  kalemi, cennet ve cehennemi, insanları ve cinleri yaratmadan önce Benim ruhumu ve Ebû Bekir’in ruhunu güvercin suretinde yarattı. Ve bize ‘Aşk meydanında uçun!  İleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanınız Ebû Bekir olsun.’ buyurdu. Böylece ikimiz uçtuk. Ben Ebû Bekir’den şahadet parmak ile orta parmak arasındaki fark kadar ileri geçtim.”

Elhamdülillah ki bu aşk-sevgi  paylaşımını Hz. Sıddık (ra) başta olmak üzere bütün ashabı kiram yaşamış ve tüm insanlığa örnek olmuşlar. Ebû Süfyan’ın “Vallahi  ben çok kral-hükümdar gördüm fakat ashabının  Muhammed’i sevdiği kadar sevilen hiç kimse görmedim.” ifadesi bu meyandadır.

İşte bu  paylaşımı Efendimiz’den sonra O’nun varisleri, etraflarına toplanan insanlarla yaşamışlardır. Büyüğümüz  Mevlânâ  Hâce Hazretleri’nin; “Herkesin aklı imanı kadar, imanı  anlayışı kadar, anlayışı marifeti, marifeti  muhabbeti kadardır.”  sözü sevgiyi,  irşad anlayışlarının temeline koymalarının  bir ifadesidir. Anlatılmaz yaşanır, denilen alan burası olsa gerek çünkü “Göz bir an  görür, dil yüz yıl anlatır.” diyen Hz. Mevlânâ  gibi, sevgi; göz ile, ses ile ya da söz ile ama temelde gönül ile, öz ile yaşanandır.

Cenâbı  Mevlamız  sevgi  rızkımızı çoğaltsın. Habibi’nin aşkına  bizi de katsın. Habibi’nin varisine gönlümüzü bağlasın. Gönül ehli bir kul olarak yaşayıp ölmeyi hepimize nasip eylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cuma, 07 Şubat 2014 14:47

ŞAHSİYETİMİZİN GIDASI ZİKİR

Habibi Huda, Şefî-ı rûz-ı ceza, Hayrul beşer, Rahmeten lil alemin, Hak Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz güzide ashabı  ile oturmaktalar…  Muaz  ibn Enes  (ra) rivayet ediyor:
Adamın biri Efendimize sordu:

-Allah yolunda cihad edenlerin ecir bakımından en üstünü kimdir?

Efendimiz (sav) buyurdular:
-Allah’ı  en çok zikredendir.

Adam:
-Salih amel işleyenlerin ecir bakımından en üstünü kimdir?

Efendimiz (sav) yine buyurdular:
-Allah’ı  en çok zikredendir.

Adam sıra ile namaz, zekat,oruç,hac ve sadakayı sordu. Peygamber Efendimiz hepsine aynı cevabı verdi.
-Allah’ı en çok zikredendir.

Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Ömer’e (ra) dönerek :
-Ey Ebu Hafs! Bütün hayırları Allah’ı çok ananlar kapıp götürdü, dedi.

Bunu duyan Resulullah (sav):
-Evet, buyurdu. (İmam Ahmed b.Hanbel-ra- Heysemi c.10, s.74)

Cenâbı Peygamberin (sav)  insan eğitiminin temelinde, Mevlamızı  O’nun istediği, arzu ettiği şekilde zikretmek vardır. Naklettiğimiz rivayetin yanında, eserlerimizde Hakk’ı zikretmekle ilgili o kadar çok rivayet vardır ki…

Abdullah bin Büsr (ra) rivayet eder:

“Bir adam Efendimize(sav) :
-Ya Resulullah! İslam dininin hükümleri çoktur. Bana öğle bir şey öğret ki ona sarılayım

Cenâbı  Peygamber(sav) :
-Dilin daima Allah’ın zikriyle yaş  olsun.” (İbn Mace-Taberani)

Malik bin  Yehamir(ra);  Muaz bin Cebel (ra) bana dedi ki:

-Peygamber (sav) Efendimizden ayrıldığım zaman onunla en son konuşmam şu oldu. Ona sordum:

“Ya! Resulullah Allah  katında en sevimli amel  nedir?

-Dilin, Allah’ı zikretmekle yaş iken ölmendir, buyurdu.  (İbni Hibban-Taberani- Bezzar)

Fahri âlem, Hâcei Kâinat Efendimiz (sav), ashabına iman telkininden sonra hemen zikir görevi vermiştir. Bütün ibadetlerin özünde Hak Teala’yı anmak vardır. Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerek sünneti seniyyede Mevlamızı özümüzde-gönlümüzde anmak, tazarru ile yakarışla ‘ayakta, oturarak ya da yanları üzere  anmak’ şekilleriyle, bireysel ve toplu anışlar rivayet edilmiştir. Ashabdan sonraki  dönemde ulema-evliya,   bu zikredişleri sistemli bir şekle dönüştürmüştür. Abdulhalık Gucdivani hazretleri(ks), Şahı Nakşıbend (ks), Hz.Pîri Muazzam Abdulkadiri Geylani (ks), Hz.Pir Hasan Şazeli (ks)… ve nice büyükler sünneti seniyeden gelen uygulamaları müntesiplerine talim ve telkin etmiş, onların irşadlarını ikmal etmişlerdir.

Birinci rivayette özellikle namaz, oruç, zekat, hac, cihad … bütün salih amellerden daha öncelikli ve üstün olan  yönüyle vurgulanan zikrin, kulluğun kemalindeki yeri belirtilmektedir. Zikir adeta çocuğa verilen anne sütü gibidir. Kulu besleyen, geliştiren gıdadır zikir. Çocuğun gelişip diğer gıdaları hazmedebilmesi  için nasıl ki bir süre yalnızca anne sütü emmeli, bunun misali, hidayet ve iman ile kendi doğumunu gerçekleştiren insana, Efendimiz (sav) önemle zikri telkin etmektedir. Sonraki akşamlarda namazla,  zekatla, cihadla… zikrin farklı biçimleri insana yaşatılmakta, kulluk olgunlaştırmaktadır.

Büyüğümüz Mevlana Hâce Hazretleri  “İslam’da hiçbir şey birbirinden bağımsız ele alınamaz.” buyururlar. Bütün ibadetlerin  birbirlerini  besleyen yönleri  olduğu gibi, bütün ibadetlerin  de insanı besleyen farklı yönleri var. İslam binasının rükünleri; kelimei  şehadetle atılan temelden sonra namaz, zekat, hac, oruç, zekat, cihad…  Binanın kolonu, kirişi, tuğlası, duvarı gibi insanı imar eden özelliklere sahip.

Kurban bayramı günlerinde Hâce Hazretleri’ne sorduğumuz:

“Kul, kurban günlerinde kurban kesmekten Allah’a daha sevimli bir iş yapmış olmaz.” rivayetini nasıl anlamalıyız?  sorusuna: “Hakk’ın istediği şeyi, yine O’nun istediği zamanda ve biçimde yapmak O’nu memnun eder, yoksa fiilin büyüklüğü küçüklüğü önemli değil.’’ buyurdular.

İşte Cenâbı Peygamberin (sav), evvel emirde Müminlere salt-yalın zikir telkini, ardından diğer zikir biçimlerine yönlendirmesi şahsiyetimizin imarı-inşası için bizden istenen şeyler.  Elbetteki binanın inşası müteahhit-mühendis olmadan gerçekleşmezse, bir Mümin şahsiyetin  inşa edilmesi de ancak irşada ehil bir insanı kâmil eliyle olmak zorundadır. Kaçak yapıların ya yıkımı ya da çok ciddi plan-proje uygulamalarından geçirilmesi gerektiği gibi bizim de sağlıksız yapılanmalarımız (sabırdan, şükürden takvadan, ihsandan… yoksun şahsiyetlerimiz) zamanla dökülmeye başlamaktadır.
Cenâbı Mevla’mız bizlere razı olduğu iman ile, İslam ile oluşturulmuş şahsiyetler nasip etsin. İslam binamızı Peygamber varisi insan-ı kâmiller eliyle  oluşturmayı lütfeylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Çarşamba, 05 Şubat 2014 09:39

ALLAH’A İFTİRA ETME YA ALİ!

Ya Resûlullah, nice vasfetsin her eşya Seni,
Rahmet irsâl eyledi âlemlere, Mevlâ Seni.

Her nice medh eylesem a’lâsın ondan yâ Resûl,
Nûr-i Zâtı’ndan yaratmıştır Hudâ, iclâ Seni.

Yâ Habiballah vassafın senin Allah'tır
Nice vasfetsin fakir Emrah ya "Tâ-hâ" Seni.

Erzurumlu Emrah-1860

Hz. Tâ-hâ, Hz. Yâ-sîn… Aşkın ma’kesi, aşıkânın kıblesi Hz. Muhammed Mustafa (sav)… Sıcak Medine günlerinden biri… İkindi vakitleri… Efendimiz, Mescidi Nebevi’den çıkarak Hz. Ali ile Fatıma annemizin saâdethanelerine doğru yöneliyorlar. Evin avlusundan içeri giriyorlar. Bakıyorlar ki Hz. Ali (kv) gölge bir yere uzanmış uyuyor. Hz. Ali, Fahri Kâinat (sav) Efendimiz’in avluya girişinden uyanarak doğruluyor. Rab Teâlâ’nın terbiye ettiği, hem de en güzel şekilde terbiye ettiği Efendimiz (sav), Hz. Ali’ye soruyorlar:

-Ya Ali, öğle namazını ne yaptın?... Hz. Ali duruyor, birden cevap veremiyor. Çünkü uyuyakalmış ve öğle namazını kılamamıştır.
-Uyuyakalmışım ya Resûlullah! Fakat Allah dileseydi namazımı kılardım.

“Allah dileseydi…”    
Bu cevap âlemlere rahmet olan, ashabını en güzel şekilde eğiten, Hakk’ın Habîbi’ni celallendiriyor. Kendisi için asla kızmayan ama Hakk’ın şiarları konusunda celallenen Nebi, mübarek yüzü kızararak, kaşlarının arasındaki damar hiddetle kabararak talebesi, evladı yerindeki Hz. Ali’ye (ra):
-Allah’a iftira etme ya Ali, buyuruyor.

“Allah’a iftira etme…”
Bu celâl hali ile elindeki asayı kaldırır. Fakat asayı Hz. Ali’ye vurmak yerine mübarek bacağına, baldır kısmına doğru vurarak avludan çıkar gider. Hz. Ali (ra) o gün öyle mahcup olur ki daha sonraları o mahcubiyeti ömrünün sonuna kadar unutmayacağını dile getirecektir.

Bu rivayette çok hikmetler olmakla beraber görebildiğimiz birkaç hususu paylaşmak istiyoruz:

Birincisi; “Siz namazda arkamda saf tutmuşken takvanız bana bildiriliyor.” buyuran Hakk’ın Habîbi Efendimiz, ashabın hallerine vâkıf idiler ve onların yaşadıkları, yaptıkları ya da hissettikleri şeylerin takdir, teşvik ya da tashih edilerek eğitilmeleri suretiyle olgunlaşmalarını sağlıyorlardı. Burada Mescidi Nebevi’den çıkıp doğruca Ali efendimize namazı sormaları bu yönle ilgilidir. Ashabı kiram, o kadar çok örnekte bu vukûfiyeti görmüştü ki O’nun yanında ya da uzakta olsun bütün hallerinde dürüst olmak gerektiğini idrak etmişlerdi. Ancak münafıklar O’nu kandırabileceklerini düşünüyorlar, O ise bir rahmet ve şefkat abidesi olarak sohbetle, nasihatle münafıkları dürüst olmaya davet ediyordu.

Mü’min yaptığı ya da yapamadığıyla değil, öncelikle dürüstlüğü ile içinin dışının bir olması ile kıymetlidir. Çünkü büyüğümüz Mevlana Hâce Hazretleri’nin buyurduğu üzere; “Mü’minin niyeti amelinden; münafığın ameli niyetinden hayırlıdır.”

Mü’min bir şeyi yapamasa dahi dürüsttür. Yalan söylemeyi, hele asla kandıramayacağını bildiği Efendisi’ne yalan söylemeyi kendine yakıştıramaz. İşte Ali efendimiz de Sahibine, Mevlasına namazı kılmadığını dürüstçe ifade etmiştir.

İkincisi; Ali efendimizin yanlış düşüncesi-itikadının tashih edilmesidir. “Allah dileseydi…” ifadesi birçok yanlışa kapı açabilecek bir ifadedir. Hatta bu anlayış yıllar sonra Ali efendimizin karşısına çıkacak ve Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki çarpışmada, Hz. Ammar bin Yasir’in şahadeti sonrasında, Efendimiz’in (sav): “Ammar’ı bağiy/azgın bir topluluk öldürecek!” ifadesini Hz. Muaviye’nin baş danışmanı Amr bin As:
-Ammar’ı bize karşı savaşa getirerek, onu asıl öldüren Ali’dir, tevilini yapacaktır.

Hz. Ali efendimizin, Peygamber Efendimiz’den sonraki dönemlerdeki hadiselere net bakışı ve duruşu işte bu ikili ilişkideki gelişmelere bağlıdır, diye düşünüyoruz. Çünkü görüşü/anlayışı yanlış bile olsa Peygamber eğitimiyle düzeltilmektedir. Yaşadığı mahcubiyetten, Efendimiz’in kendisine vurmasından yeterince ders almış; Hakk’ın takdiri ile kulun fiili arasındaki inceliği iliklerine işleyecek bir duygu anaforu ile öğrenmiştir.

Yine kendisinde oturan bu anlayışın tesiri ile Haricilerle görüşmeye gidecek olan İbni Abbas’a (ra): “Onlara Kur’an’dan söyleme, Hz. Peygamber’in sünnetinden anlat!” ifadesiyle Kur’an-ı Kerim’den zanla, indî görüş ve tevillerle yorum yapacak kişilere karşı; açık, net, anlaşılır, somut uygulamalı peygamber eğitiminin öne çıkarılmasının gereğini vurgulayacaktır.

Son olarak; “İftira etme…” aklî tashihi ile beraber bu yanlış anlayışın büyüklüğü karşısında, Kâinatın Efendisi’nin cezayı üzerine alarak mübarek bedenine vurması ile adeta Ali efendimizin bütün hücrelerinde/aklında/kalbinde bir temizlik gerçekleştirmiştir. “Ali bendendir.” “O Bana Harun’un Musa’ya yakınlığı gibi yakındır.” “Beni seven Ali’yi sever.” “O, Benim dilim gibidir.” “Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır.” … gibi yakınlık ifadeleri ile Kendinden saydığı Ali’yi, Kendine vurarak cezalandırmıştır.

Hz. Peygamber’den sonra da mürşidi kâmilin, insanları eğitmekle görevli olan peygamber varisinin, kendilerine tâbi olan insanları nasıl üzerlerine aldıklarını ibretle görüyoruz.
Müridi olan annesi, Ruslarla anlaşarak barış yapması teklifini dile getirince, Şeyh Şamil’in cevabı şu olur:

-Bu istek, ihanettir. İhanetin bedeli elli kırbaçtır. Annemi kırbaçlamaktan Allah’a sığınırım. Bu yüzden elli kırbaç bana vurulacaktır!

Şeyh Cemaleddin Kumûki Hazretleri’nin halifesi olan, Nakşibendî meşayıhından Şeyh Şamil Hazretleri de parça bütün ilişkisini unutulmaz bir örnek olarak tarihe kaydettirir.

Bugün de Peygamber varisi olarak büyüğümüz Hâce Hazretleri “İhvanlarım, bedenimde azalarım.” ifadesi ile bizleri kendisine nisbet etmektedir. Zaman zaman bizlerin yaptığı kimi fiiller yüzünden nasıl zor duruma düştüklerini belirtmekteler. Yaşanan örnekler yazı konusu edilemese de Hâce Hazretleri ile tanışan, onun eğitim halkası içine dâhil olan insanların yakînen gördükleri üzere “Kulları Allah’a, Allah’ı kullara sevdirmek.” zorun zoru bir iş. Yine Hâce'mizin ifadesi ile “Allah’ın merhametine en çok muhtaç olanlar, O’na en çok yakın olanlar.”

Şah-ı Nakşibend Efendimiz (ks), müridi Muhammed Parsa Hazretleri için “Bizi hiç üzmedi.” buyurmuşlar. Bizim de duamız odur ki efendimizi üzmeden son nefesimizi verelim. Peygamber varisi, Hz. Hüseyin (ra) nesli büyüğümüzü hizmetinde/hedefinde yalnız bırakmadan, Hz. Hüseyin’i (ra) Kerbela gününde terk etmeyenlerden olarak Rabbimize kavuşalım. İsteğimiz, duamız budur. Cenabı Hak Azze ve Celle bunu bize kolaylaştırsın. İman ve aşk ile ruh teslimini bizden esirgemesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort