JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazartesi, 05 May 2014 14:05

ALLAH’IN (CC) EMANETİ ÇOCUKLARIMIZ

Hz. Fatıma’nın (ra) çocuk yetiştirme hususunda kullandığı yöntemler bugün en ciddi eğitim merkezlerinde, muhtelif din ve görüşlere mensup pedagog ve eğitim uzmanlarınca en sağlıklı yöntemler olarak tavsiye edilmektedir. Çocuğun karakterinin şekillenmesi açısından, Hz. Fatıma (ra) annemizin uyguladığı metotlar dürüstlük, sevgi, merhamet ve korkusuzluk temelleri üzerine kuruludur.

Ünlü sahabe Selman-ı Fârisî Hazretleri “Bir gün Hz. Fatıma’nın el değirmeninde un öğüttüğünü gördüm. Bu sırada küçük Hüseyin’in ağlama sesi duyuldu. “Hz. Resûlullah (sav) size yardım edenleri sevdiğini buyurdu.” Dedim. “Çocuğu mu sakinleştirmemi istersiniz, yoksa el değirmenini almamı mı?” Hazret; “Evladımla benim ilgilenmem daha iyidir, zahmet olmazsa siz şu unu öğütebilirsiniz!”

Hz. Resulûllah’ın (sav) vefatıyla birlikte, çocuklarının bu şefkatli dedenin sevgisinden mahrum kalmaları Hz. Fatıma’yı (ra) pek üzmüştür. Nitekim bazen çocuklarını severken; “Sizi herkesten çok seven dedeniz nerede şimdi? Sizi yerde görmeye dayanamayıp hemen kucağına alan o şefkatli dedeniz nerede şimdi yavrularım?” dediği bilinmektedir. Burada sadece annenin değil, başkalarının da duygusal bağlarının çocuk üzerinde etkili olduğu ve şefkatli bir annenin bu bağlara da önem verdiği anlaşılmaktadır.

Çocuklarla oynayıp onlara oyun arkadaşlığı yapmanın fiziki ve psikolojik faydalarının yanı sıra, çocukların fikir üretip elde olanı geliştirme gücünü de artırması açısından fevkalâde önemli olduğu unutulmamalıdır. Hz. Fatıma (ra) sağlıklı rekabet ve dürüstçe yarışmanın, çocuklarda kendine güven duygusunu geliştirip onlara sorunlardan kaçmama ve zorluklarla pençeleşme ruhunu aşıladığının farkında idi. Zaman zaman çocuklarına böyle yarışmalar yaparlarmış. Aynı çatı altında yaşayan kardeşler arasında birlik sağlamak ve çocuklar arasında ayırım gözetmemek gerekmektedir. Hz. Fatıma’nın evinde çocuklara saygı gösterilir, onların görüşleri alınarak kişiliklerinin sağlamlaşması sağlanırdı.

Hz. Fatıma (ra) çocuklarını dövmezdi. Teşvik ve ödüllendirme yönteminin, ceza ve dayaktan çok daha olumlu sonuçlar verdiği ve dayağın olumsuz neticeler getirdiği gerçeği, günümüz dünyasında yeterince netleşmiş bulunmaktadır. Hz. Fatıma’nın (ra) eğitim yöntemleri arasında en dikkat çekici olanı, çocuklara küçük yaşlardan itibaren Allah (cc) sevgisini aşılamak, onlara namaz ve orucu öğretmek ve ibadete önem vermelerini sağlamaktır.

Hz. Fatıma (ra) Kadir Geceleri’nde çocuklarını bütün gece uyanık kalmaya ve sabaha kadar ibadetle meşgul olmaya hazırlamak için onları gündüz yatırır, uyku basmaması için hafif yemekler yedirirdi. Kadir Geceleri’ne fevkalade önem verdiği ve bu gecelerde evde kimsenin uyumasına izin vermeyişi bilinen bir gerçektir. Hz. Fatıma (ra) şöyle buyurmuştur: “Kadir Gecesi’nin bereketlerinden kendisini mahrum bırakan biri gerçek anlamda bir mahrumdur.” Hz. Fatıma’nın (ra) bu konudaki yaptırım ve eğitim yöntemi unutulmamalı ve Kadir Geceleri’nde uyumasına izin verilmeyen Hasan ve Hüseyin’in henüz on yaşına bile basmamış birer çocuk oldukları hatırlanmalıdır.

Büyüğümüz Hâce Hazretleri de (ks) çocuk eğitiminin önemini ve çocuklara dini eğitimi nasıl vermemiz gerektiğini sohbetlerinde bizlere aktarmaktadırlar. Bizde bu konuyla ilgili sohbetlerden anlayabildiğimizi naçizane kısaca aktarmaya çalışacağız. Çocuğun terbiyesi, hayâsı, ahlakı anne karnında başlar. Yediğimiz, içtiğimiz, gittiğimiz yerler; duyduğumuz ve konuştuğumuz şeylerin cümlesi kısacası zâhirî ve bâtinî bütün hallerimiz karnımızdaki bebeği etkiler. Gereksiz yere çarşı pazar gezmemek; gitmemiz gerekli ise de hamile olduğumuzu göz önünden çıkarmadan gözümüzü, gönlümüzü muhafaza ederek gitmek gerekiyor. “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra onu anası, babası ya Yahudileştirir ya da Hıristiyanlaştırır ya da mecusileştirir.” İnsan tertemizdir, onun kalbi, azaları, dünyevi kirden uzak ve boştur. Hakk’ın (cc) kelamıyla, sünnetullahla dolmak, işlenmek ister. Öncelikle ona güzel bir isim koymalıyız, nitekim hadisi şerifte de şöyle buyrulmaktadır: “Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse çocuklarınıza güzel isimler seçin.” İslam fıtratı üzere doğan çocuğun İslam’a olan sevgisi ve yaşantısında anne babanın büyük payı vardır. “Bebekler mis kokuludur çünkü onlar Allah’tan (cc) yeni gelmişlerdir” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks). Doğumdan sonra kulağına okunan ezan bebeğin benliğinde yer ediyor. Zannetmeyelim ki bebekler anlamaz, hissetmez. Bebekler boş bir bilgisayar gibidir; biz ne verirsek onu kaydeder ve zamanı gelince onun haline sirayet eder. Bebekken dinleteceğimiz Kur’ân-ı Kerim’i bilinçli dinleyemese de bir aşinalık kazandırır ona. Hâce Hazretleri (ks) buyuruyorlar ki: “Çocuklarımız uyumayınca onlara masallar anlatıyoruz. Nedir onlar; kırmızı başlıklı kız… vb. Neden çocuğumuza Hz. Fatıma’yı Hz. Ali’yi, Hz. Ömer’i anlatmıyoruz. Çocuk Hz. Fatıma’yı tanısın, Allah’ın aslanı Hz. Ali’yi tanısın, onları sevsin. Masal olarak da anlatabilirsin. Çocuk sabaha kadar kurtlarla çakallarla uğraşmasın.”

Çocuk yetiştirmek, yedirip içirmek ve sadece aklımıza geldikçe eğitmekle olmuyor. Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor: “Çocuklarınızın karınlarını ve zihinlerini doyurduğunuz kadar, ruhlarını da besleyiniz.” Çocuğu hayata hazırlamak, ona güzel ahlâk kazandırmak, temel dinî bilgileri öğrenmesini sağlamak biz anne babaların çocuğuna vereceği en güzel şeylerdir. Çocuklarımıza karşı takınacağımız tavırların temelinde Peygamberimiz’in (sav) bize tavsiyeleri ve uygulamaları yer almalıdır. Zira her konuda olduğu gibi çocuklarımız konusunda da en güzel örneğimiz sevgili Peygamberimiz’dir (sav). Peygamber Efendimiz’in (sav) çocuklarına ve torunlarına olan sevgisi malumunuzdur. Bu, anne babanın çocuğuna karşı görevi, çocuğun da anne babası üzerindeki bir hakkıdır. Ağaç yaş iken eğilir, çocuklarımızı da küçük yaşta eğitmeliyiz. Biraz daha büyüsün deyip ertelersek, sorduğu sorulara anlayamaz diye doğru bir şekilde cevap vermezsek, çocuk da dışarıdan duyduğuna inanır. Çocukta merak duygusu üç yaştan itibaren başlar. Çocuğun hayatı ve kendini anlamlandırmaya dair sorduğu soruları yaşına uygun bir şekilde cevaplamak çok önemlidir. Allah’ı (cc) ceza veren, yaramazlık yaptığında elini yakan, taş eden birisiymiş gibi anlatmak çok yanlıştır. Çünkü bu yaş grubu bunu anlayamaz ve bilinçaltında Allah (cc) sadece korkulan olarak kalır. Masal ve dini hikâyeler anlatılarak Allah (cc) sevgisi ve koruyuculuğu öğretilebilir. Çocuklara beş-altı yaşlarında daha geniş bilgiler vermeye başlamalıyız. Ama bu süre zarfınca da boş durmamak, sevdirmek lazım. Hâce Hazretleri (ks) çocukların üç yaşından itibaren camilere götürülüp, çocuğun o mekânları bilip sevdirilmesi, cemaate alıştırılması gerektiğini buyurmuşlardır. Kısa sureleri, Allah’a (cc) şükretmeyi, “Elhamdülillah” demeyi, Peygamberimiz’in (sav) isimlerini, yemeye içmeye başlamadan besmele söylemeyi öğretebiliriz. Tabi ki bunları çoğaltabiliriz. Mesela çorapla tuvalete girilmemesi gerektiğini söyler ve sürekli tekrar edersek yaşı küçükte olsa buna dikkat ediyor. Tabi bu bilinçli yapmıyor ama bu onun bilinçaltına yerleşiyor. Çocukların sorularına doğru bir şekilde ve onların anlayacağı tarzda cevap vermek gerekir. Çünkü anne baba yaşantısıyla, haliyle örnek teşkil etmese ve doğru bilgilerle din-i Muhammedî’yi anlatıp sevdirmese o zaman çocuk dışarıyı doğru bilir, Allah (cc) muhafaza sever de.

Çocuklar donmamış beton gibidir; üzerine ne düşse iz bırakır. Çocuklarımızın ilk eğitim merkezi ailedir. Aile içi huzur, anlayış, anne babanın birbiriyl olan ilişkisi ve konuşmaları çocuğu doğrudan etkiler. Konuşmalarımıza dikkat edip edepli bir şekilde konuşmalıyız. Eşler arası tartışmalar oluyorsa kesinlikle çocuğun yanında yapılmamalı. Çocuğun duyacağı her söz, onun kişiliğinde yer alır.

Çocuklar kendilerine verilen sözü asla unutmazlar. Buna dikkat edersek ona önem verdiğimizi anlarlar. Böylece onlara güzel örnek olmuş oluruz. Peygamber Efendimiz’i (sav) evine davet eden bir sahabe, Efendimiz (sav) rahatsız olmasın diye gürültü yapan çocuğunun yanına giderek kulağına bir şeyler söyler ve çocuk sakin sakin durmaya başlar. Efendimiz (sav) çocuğa ne söylediğini sorar. Sahabe efendimiz de; “gürültü yapmadan durursa ona hurma vereceğini” söylediğini söyler. Bunun üzerine Efendimiz (sav) “Hurmasını verdin mi?” deyince, sahabe efendimiz de “Evet, ya Resûlallah!” der. Efendimiz (sav) “Eğer hurmasını vermeseydin yalancı olurdun.” buyurmuşlardır. Çocuk da olsa verdiğimiz sözü yerine getirmenin önemi başka nasıl anlatılabilinir ki? Çocuğumuza ne olursa olsun yalan söylememesini öğretmeliyiz. Resûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Şaka bile olsa yalan söylemeyin.”

Terbiye konusunda çevremizdeki ortamların tabii ki etkisi vardır ama suçlu sadece çevremiz de değil. Yabancı bir yazarın sözü de buna iyi bir örnek olacaktır sanırım: “Başağın iyi yetişmesine engel, zararlı otlar değil, çiftçinin ihmalidir.” Anne babanın en önemli vazifesi Müslüman bir insan yetiştirmektir. Ayeti kerimede; “Ey iman edenler; kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ateşten koruyunuz.” (Tahrim 6) buyrulmuştur. Hâce Hazretleri buyuruyorlar ki, “Kim çocuğunu ateşe atmak ister? Çocuğumuzu sabah namazına uyandırmaya kıyamıyoruz ya da hava soğuk uyusun diyoruz ama farkında değiliz ki çocuğumuzu kendi elimiz ile ateşe atıyoruz.” Çocuk üzerinde yaptırım gücümüzün olabilmesi için onu çok sevmek ve bunu ona söylemek gerekiyor. Çocuğu çok sevmek, şımartmak anlamına gelmiyor. Hz. Ömer efendimizin (ra) şu sözü çok yerinde olacaktır: “Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.” Çocuk eğitiminde hediye ile ödüllendirmek çok etkili bir yöntemdir. Tabi her şeyi dozunda yapmak gerekiyor. Hediyede mübalağa yaparsak, şartlı eğitim olur ve alışkanlığa sebep olur. Çok fazla hediye ve oyuncak almak da çocukta duygusal doyumsuzluğa neden olur, diyor araştırmacılar.

Çocuklarımız geleceğin Hz. Fatımaları, Hasanları, Hüseyinleri olup onlara benzerler inşaallah. Tabi onların öyle olabilmesi için öncelikle bizlerin de birer Hz. Hatice, Hz. Fatıma olabilmeye, onlara benzemeye gayretkâr olmamız gerekiyor. Bizler çocuklarımızın taklit ettikleri ilk öğretmenleriyiz. Çocuğumuzda bir yanlış, kötü huy ve davranış görüyorsak hatayı öncelikle kendimizde aramalıyız. Göreceğiz ki onun bu halinde bizim de payımız var. Çocuklarımızın nasihatten daha çok iyi bir örneğe ve ona ayıracağımız zamana ihtiyacı vardır. Önce kendi nefsime diyorum ki maalesef biz hep zamandan şikâyetçi olduk. İmam Şafii Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: “Zamana kusur buluruz. Hâlbuki zaman konuşacak olsa utanırız.” Günde hiç olmazsa on beş-yirmi dakika sadece çocuğumuzla ilgilenip onunla, onun seviyesine inerek oynamak, bizi onun iç dünyasına götürecektir. İnanın kısa da olsa bu zaman, çocuk için en mutlu olduğu ve sizi kendine en yakın hissettiği andır. Çocuk kendine özel zaman ayrıldığının farkında olur, güven içerisinde ve sevildiğini hisseder ve sever. Seven de sevdiğine kıyamaz. Görüyoruz ki eğitimin başı sevgiden ve güvenden geçer. Zaman hızla ilerlemekte ve çocuklarımız da çok çabuk büyümekteler. Bir atasözsü vardır ya; “Çocuktu kıyamadım, büyüdü yenemedim.” demek zorunda kalabiliriz. Çocuklarımıza zamanı geldiğinde namazı anlatmalıyız, sevdirmeliyiz, daha sonra ondan kılmasını istemeliyiz. Çoğu anne babanın sıkıntısı var bu konuda. Çocuğum namaz kılmak istemiyor veya ben dediğim için zorla kılıyor, deniliyor. Zor bir durum ama biz gayret etmesek himmet gelir mi? Acaba biz severek yapıyor muyuz? Bu noktada da kendimize bakacağız. Çocuk bizim namaz sevgimizin, şevkimizin ne kadar farkında acaba. Ezan-ı Muhammedî’yi nasıl dinliyoruz? Onun yanında, namaza nasıl bir sevinçle duruyoruz. Çocuğumuz bütün bunların farkındadır. Çocuğumuz bizim sevgimizi bilsin, bildirelim. Çünkü çocuk bizi taklit edecektir, önce taklit sonra tahkik inşallah. Çocuğumuza dua edelim, Rabbim ibadet sevgisi versin diye. Kolay işler değil bunlar. Başıboş insanlar değiliz. Bu yüzden yardım alalım, ehline danışalım, birazcık kitap karıştıralım. Rabbim kolaylık verir inşaallah.

Malumunuz çocuklar çok hayal kurar. Bu güzel bir şeydir yalnız fazla hayalperest ve tamamen gerçek dışı da olmamalıdır. Hayal kuran çocuğun düşünce gücü güçlü olur ve hayal ettiğini yapmaya ve benzemeye çalışır. Örneğin çizgi film kahramanlarına benzemek istiyor, televizyonda gördüklerini taklit ediyor. Tabi bunları hayatımızdan tamamen çıkartabiliyorsak sorun yok ama yalnız yaşıyor ve çocuğa bir meşguliyet olsun diyorsak sadece daha dikkatli, kontrollü ve faydalı olanları seçmeliyiz. İmkânlar dâhilinde eğitici cdler alabiliriz. Tabi ki takdiri ilahi ne buyurmuşsa onu yaşayacağız lakin bize düşen verilen iradeyi kullanmaktır. Çocuk eğitimi çok ciddi bir vazifedir. Çocuğunuza bırakacağınız en güzel miras, onu hem dünya hem de ahiret mutluluğuna eriştirecek bir terbiyedir.

Dünyanın en mükemmel üniversitesine eksiğimize kusurumuza bakmaksızın bizleri talebe olarak kabul ettiği ve bizlerle yorulmadan meşgul olduğu için değerli Hâce Hazretleri’nden (ks) Rabbim zerreler adedince razı olsun. Rabbim başımızdan ve gönlünüzden eksik etmesin.

Rabbim yâr ve yardımcımız olsun inşaallah! (Âmin!)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hz. Fatıma (ra) annemiz Kadir Geceleri’nde çocuklarını bütün gece uyanık kalmaya ve sabaha kadar ibadetle meşgul olmaya hazırlamak için onları gündüz yatırır, uyku basmaması için hafif yemekler yedirirdi. Kadir Geceleri’ne fevkalade önem verir ve bu gecelerde evde kimsenin uyumasına izin vermezdi. “Kadir Gecesi’nin bereketlerinden kendisini mahrum bırakan biri, gerçek anlamda bir mahrumdur.” buyurduğu kaydedilmiştir. Hz. Fatıma’nın bu konudaki yaptırım ve eğitim yöntemi unutulmamalı ve Kadir Geceleri’nde uyumasına izin verilmeyen çocuklarının henüz on yaşına bile basmamış birer çocuk oldukları hatırlanmalıdır.

Hz. Fatıma tesettüründe oldukça hassas idi. Mübarek validemiz dışarı çıkarken eline baston alıp kamburunu çıkartırmış ki genç olduğunu anlamasınlar diye. Kapısına birileri geldiğinde ağzına taş koyarak konuşurmuş ki sesi genç ve güzel çıkması diye. Resûli Ekrem (sav), zevcelerinden Ümmü Seleme’nin (ra) evinde bulunduğu bir sırada “Ey ehli beyt! Allah (cc) sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” mealindeki âyeti kerime nazil olmuştu. Efendimiz (sav), kızı Hz. Fatıma (ra) ile Hz. Ali’ye (ra) haber gönderip Hasan ve Hüseyin’i de alıp gelmelerini emir buyurdu. Fahri Kâinât Efendimiz’in (sav) üzerinde, siyah renkli ve kıldan yapılmış Yemen işi halı gibi nakışlı bir örtü vardı. Bu sırada huzuruna gelen kızı Hz. Fatıma’yı ve Hz. Ali (ra) ile torunları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’i (ra) aynı örtünün altında topladı ve “Yâ Allah, bunlar benim ehli beytimdir.” diye duada bulundu. Bu mübarek beş zâta “Âl-i aba” unvanı verilmiştir.
Ehli Beyt tabirinden akla ilk gelen, Peygamber Efendimiz’in (sav) kızı Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Fakat Resûli Ekrem’in (sav) zevceleri, diğer kızları ve onların çocukları da ehli beyte dahildir. Âli abâ, beş kişi ile sınırlı ise de ehli beyt tabiri içerisine giren zâtlar daha çoktur. İran’dan gelmiş bulunan Selmân-i Fârisî bile “Selmân Biz’den ve ehli beytimizdendir.” hadisi şerifi ile hususi bir intisabla ehli beytten sayılmıştır.

Yürekleri Yakan Ayrılık...

Peygamber Efendimiz (sav) hastalanmıştı. Sevgili Fatıması başucundaydı. Günlerdir gözüne uyku girmemiş, doğru dürüst bir şey yiyip içmemişti. Benzi sonbahar yaprağı gibi solmuştu. Eriyen yalnız bedeni olsa çoktan feda etmeye razıydı, ama asıl eriyen o nazik ve narin yüreğiydi. Henüz yirmi beşindeydi. Sevgili Babasına; “Cennet kokuları”ndan olan Hasan ve Hüseyin adında iki torun sevgisi tattırmıştı. Ya şimdi onları kim omzuna alıp gezdirecekti? Kapısını sabah akşam kim çalıp “Kızım nasılsın?” diye soracaktı. Gözü yaş dolu, üzgün bir halde iken babasının sıcak elini omzunda gördü o dalgın anında. Tuttu, öptü ve kokladı yüreğinin tüm zerrelerine kokusunu çekmek istercesine ve “bari kokusu kalsın benimle” dercesine.  Resûlullah (sav), Hz. Fatıma’ya yaklaşmasını işaret etti. Mübarek ağzını kulağına dayadı, sevgili kızına gizlice bir şey söyledi. Fatıması’nın var olan renk benzi de kayboldu o an. Sanki damarlarındaki kan birden çekilmiş, kalbi durmuştu, yüzü öylesine buz kesti ve ağlamaya başladı. Öylesine kendinden geçmişti ki Sevgili Babası’nın o sıcak nefesini ikinci kez kulağında hissedene kadar. Bu kez söylediklerini duyar duymaz bir çocuk sevinciyle yerinden sıçrayıp, sevincinden haykırmak istedi. Ama Sevgili Babası bunu bir sır olarak ona iletmişti, birden sakinleşip oturduğu yerden kımıldamadı. Bu kez o sevinçten şoktaydı, etrafındakilerse merakta idiler. Acaba Sevgili Fatıması’na ne sırlar vermişti? Israrlara rağmen “O, Babamın bana emanet ettiği bir sırdır, söyleyemem.” deyip anlatmadı. Hz. Aişe (ra) diyor ki: “Ben o günkü gibi ağlamayı bu kadar çabuk bir gülmenin takip ettiğini hiç görmedim. Bunun üzerine Fatıma’ya sokuldum ve “Babanızla ne konuştunuz? Önce ne dedi ki ağladın, sonra ne buyurdu ki güldün?” diye sordum. Hz. Fatıma bana şöyle cevap verdi:

“Ben Peygamber’in (sav) gizli söylediğini açıklayamam.” Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatından sonra yine sordum. Dedi ki: “Şimdi söylememe bir engel yoktur, önce babam buyurdu ki; ‘Kızım, Cebrail (as) her yıl Ramazan-ı Şerif’te, her gece yatsıdan sonra gelip bana Kur’ân-ı Kerim’i okuturdu. Bu yıl ise iki kere okuttu ve bu yıl bana çokça geldiğinden zikir ve istiğfarı çoğalttım. Geçen yıl Ramazan-ı Şerif’te on gün olan itikâfı yirmi güne çıkardım. Ben bütün bunlardan ecelimin yaklaştığını anlıyorum. İşte kızım Fatıma, Allah’tan (cc) korkmanı ve sana sabrı tavsiye ederim. Zira Ben senin için en güzel bir konakçıyım. Ardından bana vefat edeceğini söyledi, o zaman ağladım. İkinci defada; “Âdem’den, Ehli Beytim’den, ilk Bana kavuşacak sen olacaksın.’ buyurdu ve o zaman da sevindim. Dünyayı terk edeceğime, masivadan kurtulacağıma, Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) kavuşacağıma sevindim ve güldüm.”

Öyle de oldu. Kâinatın Efendisi Babası’nın (sav) ayrılığına sadece altı ay dayanabildi. Gitmişti ama gerisinde nur topu iki yavru bırakmıştı ve onlar, Sevgili Babası’nın yüce neslini kıyamete kadar devam ettirecek iki çekirdek olacaklardı. O çekirdekler çatlayıp nurani birer ağaca dönüşecek ve nurdan meyveler vereceklerdi. İnsanlık âlemi de o nurani meyvelerin tadıyla ağızlarının tadını bulacaklardı.
Rebiülevvel ayının on ikisi Pazartesi günüydü ve o gün hastalığının on üçüncü günüydü. Efendimiz’in (sav) ağrıları şiddetlenmişti. Yaptığı dua bunu gösteriyordu: “Ölümün de şiddetleri, halleri ve darbeleri var.      Allah’ım! Ölümün sarsıcı anlarında bana yardım et! Allah’ım! Beni bağışla Allah’ım Beni bağışla!”

Çektiği ızdırabı yüreğinde hisseden Hz. Fatıma (ra) annemiz, dayanamayarak Sevgili Babası’na sarıldı ve “Babacığım, ne ızdıraplar çekiyor!” diyerek hıçkıra hıçkıra tekrar ağlamaya başladı. Mübarek gözlerini ağır ağır açıp, kızının sararan yüzüne baktı “Kızım! bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecektir artık! Kıyamete kadar hiç kimsenin yakasını bırakmayacak olan (ölüm), artık Baba’na gelmiştir!” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Ey Fatıma! Benim için ağlama, dövünme, yüzünü tırmalama, benim için saçını başını yolma, Allah’a sığınarak teselli bul.” Ardından ağladı ve şunları söyledi: “Allah’ım! Ehli beyt’im sana emanettir.    Allah’ım! Bunlar, Sana ve müminlere bıraktığım emanetlerdir. Hz. Fatıma (ra) annemizin yapacağı bir şeyi yoktu artık, bu sözleri göz pınarlarını da kurutmuştu adeta. Ağlamak istiyor, ağlayamıyor, feryat etmek istiyor, feryat edemiyordu. Gözyaşları da, feryatları da belli ki gönlüne inivermişti. Efendimiz (sav) kendinden geçmişti, yeniden bir süre öylece kaldı, sonra hafifçe kıpırdandı. O arada; “Gel emredildiğin şeyi yerine getir!” dediğini duydular zar zor da olsa. Demek ki, ölüm meleği Azrail (as) gelmiş, iznini bekliyordu. Yeniden feryatlar koptu odada. İnsandı evet, “Her canlı ölümü tadacaktır.” hükmünün dışında tutulamazdı. Ama öyle de bir Peygamber’di (sav) ki, Yüce Rabbi ile irtibatı, meleklerin çok çok üstünde idi ve en yakın arkadaşı Cebrail (as) dışında, hiçbir melek huzuruna izinsiz giremezdi. Azrail’e (as), “Buyur gel!” demesinin nedeni buydu. Odada feryatlar, dışarıda ise kızılca kıyamet kopmuştu. Efendimiz (sav) ise, mübarek ellerini kaldırdı ve parmaklarıyla üç kez semaya doğru işaret ettikten sonra yeniden; “Allah’ım! Refîk-i Âlâ! Allah’ım Refîk-i Âlâ! Allah’ım Refîk-i Âlâ!” buyurdu ve Rabbi’ne kavuştu. Kâinâtın zerreleri sayısınca salât ve selam Sana, Ey Sevgili Efendimiz (sav).

Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) mübarek vücudu geceleyin defnedilmişti. Erkekler artık dönüyorlardı, kadınlar gelecekti. Kadınların başında bütün hüznüyle Hz. Fatıma vardı. Hz. Fatıma babasına on sene hizmet etmiş olan Hz. Enes’i görür ve bu acı verici cümleleri söyler; “Siz O’nu nasıl gömdünüz, Resûlullah’ı toprağın altına nasıl koydunuz, bu ellerle mi mübarek vücudunun üzerine toprak attınız.” der ve Efendimiz’in (sav) kabri üzerinden bir avuç toprak alıp koklar, koklar ve şu beyitleri terennüm eder: “Kim Muhammed’in (sav) kabrinin toprağını koklarsa, zamanlar uzayıp gittikçe hiçbir (güzel kokuyu) koklamak istemez. Üzerime o derece büyük musibetler döküldü ki, şayet onlar, gündüzler üzerine dökülmüş olsaydı (kararır da) gece olurlardı.”

Ve yıllar sonra da bir âşığı, gönlünde yanan ateşi ile kalemini, yeryüzünü ve Hz. Cebrail’i konuşturan şu dörtlükle yaktı:

“O seçilmiş ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber
Bende yatıyor diye, yeryüzü gökyüzüne üstünlük taslayıp durur.
Cibrîl-i Emin (de), Ravza’sını ziyaret edince
İşte Adn Cenneti budur (bu olsa gerek)!
Giriniz ve sonsuza dek orada yaşayınız.”

Hz. Fatıma (ra) annemiz bu mersiyesini okuyup gözyaşları arasında oradan ayrılıp evine döndü. Artık ondan sonra Hz. Fatıma’nın (ra) güldüğü hiç görülmemiştir. Gözlerinden akan kanlı yaşlar, onun derdinin büyüklüğünü ifadeye yetmiyordu. Yanık yüreğinin ateşini söndürmeye, denizler yetmezdi. İmam Cafer-i Sadık (as) buyurmuştur ki: “Çok ağlayanlar beş kişidir: Âdem, Ya’kûb, Yûsuf, Fatıma ve İmam Zeyn’ul-Âbidin (aleyhim’us-selam)”

Dünyada emsali bulunmaz bir babayı kaybetmenin hüznü, o nispette büyük olurdu. O, kederini Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) vaktiyle kendisine söylediği müjde ile hafifletiyor ve teselli buluyordu. Hz. Fâtıma, günden güne sararıp solmakta ve her geçen gün ile vade dolmakta idi. Dünya ile alâkası esasen bulunmayan Hz. Fatıma (ra) annemiz, babasının ahirete göç etmesinden sonra evinin dışına da çıkmaz olmuştu. Resûli Ekrem’in (sav) ayrılığından doğan teessürle kalbi yaralı bulunan Hz. Ali (ra), Hz. Fatıma’nın sararıp solmasına baktıkça daha çok kederlenmekteydi. Hz. Ali Efendimiz (ra), vakitlerinin pek çoğunu onun yanında ve hizmetinde geçirmekteydi. Hz Fatıma’nın, hicretin on birinci yılının Ramazan ayının üçüncü gününde hastalığı ağırlaşır. Hz. Peygamberimiz’in (sav) vefatından sonra, Hz. Fatıma, ahiret hazırlığını daha ciddi bir şekilde yapmaya başlamıştı. O her haliyle “yolcu” olduğunu belli ediyor ve hazırlığını ebedî âleme göre yapıyordu. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatının üzerinden altı ay geçmişti ki Hz. Fatıma (ra) validemiz hastalandı. Halife Hz. Ebû Bekir’in (ra) hanımı, büyük sahabe Hz. Esmâ (ra) ziyaretine gelmişti. Konuşurlarken Hz. Fâtıma annemiz günlerdir kalbini huzursuz eden bir hususu açmak istedi. Hz. Esmâ; “Ya Fâtıma, seni üzen şey nedir, söyle de Ebû Bekir’i haberdar edeyim, bir çare bulsun.” dedi. O iffet ve fazilet timsali, o hayâ örneği, o nezahet membaı Hz. Fatıma’nın (ra) son demlerinde kalbini dilhûn eden şey elbette mühimdi. Bakınız o peygamber neslinin son çiçeği ne istiyordu: “Ya Esma, beni günlerdir düşündüren şey, vefatımdan sonra üzerine konarak götürüleceğim tabutun şeklidir. Çünkü bu tabutlar dümdüz tahtadan ibarettir. Bu tabuta konan cesede, bir kilim örtülmekte ise de, cesede yapışan örtü mevtanın vücudunu belli ediyor. Bakanlar cesedin iriliğini, ufaklığını anlıyorlar. Benim cesedimin de namahreme böyle görülmesini istemiyorum. Kalbimi huzursuz eden, şimdiden üzüntüsünü çektiğim şey budur.” Hz. Fatıma (ra) validemizdeki hassasiyete bakınız ki, vefatından sonraki durumu düşünmektedir. Zaten kefenlenmesine, kefenin üzerine kilim örtülmesine rağmen, o vücudunun ana yapısının belli olmasından rahatsızlık duymaktadır. Hz. Esma (ra), Hz. Fâtıma’nın bu problemine şu çözümü getirmişti: “Yâ Fâtıma, biz Habeşistan’a hicret ettiğimizde, onların cenazelerini taşıdıkları tabutları gördüm. Dümdüz tahtaların üzerine çatı yapıp, bu çatının üzerine de hasır örtüyorlar ve böylece tabutun içinde bulunan cesedi başkaları görmüyor.” Hz. Esma, böyle dedikten sonra, eline aldığı ince hurma dallarının iki ucunu yere saplayıp, ortasını yukarı doğru kamburlaştırarak, “İşte böyle yapıyorlar.” diye tabutun şeklini de gösterdi. Hz. Fâtıma sevinmişti. Şöyle dedi: “Bunu çok beğendim, vasiyet ediyorum, beni taşıyacağınız tabutu böyle yapın ve kefene sarılı cesedimi, bakanların nazarından gizli tutun. Hz. Esma’ya (ra) su kaynatmasını ister ve gusül abdesti alır. Temiz kıyafetlerini giyer ve yatağını odanın tam ortasına yaptırır. Hz. Esma’ya sessizce; “Ben şimdi öleceğim, beni hiç kimse açmasın ve gasil etmesin. Vasiyetimdir beni kabre gece yerleştirin.” der. Çocuklarını yanına ister ve onlara “Sizleri şerefli bir babaya teslim ediyorum.” der. Yaşları küçüktür, çocukları ne olduğunu anlayamazlar, onları odadan çıkarttırır. Sağ tarafı üzerine yan bir şekilde elini yüzünün altına koyar. Hz. Esma O’nun dinlendiğini zanneder. Biraz sonra Hz. Fatıma (ra) annemize seslenir ama cevap yoktur. Yanına gelir ve Resulûllah’ın (sav) vefatından sonra ilk defa bu mübarek yüzde hafif bir tebessüm ve buğulu gözlerinde donuk bir bakış görür. Ruhunu teslim ettiğini anlar, ağlayarak O’nu öper, koklar ve “Resulûllah’ın (sav) narin çiçeği işte babana kavuştun.         Resulûllah’a (sav) benden selam söyle!” der ve dışarı çıkar. Kapıda Hz. Ali vardır, Hz. Esma’yı üzgün görünce sorar, ne oldu? Esma hıçkırıklar içinde: “Resûlullah’ın son çiçeği de soldu Babacığına kavuştu.” der. Hz. Ali (ra) içeri girer, odanın ortasında bir nur yumağı yatmaktadır. Hz. Ali (ra) üzgün ve yıkılmış bir şekilde eşinin yanına varır ve; “Seni ne kadar çok sevmiştim.” der ve biricik eşinin güzel gözlerini kapatır. Hz. Fatıma annemiz (ra) geride dört nur çekirdeği bırakmıştır.

Annemiz’in cenaze namazını, Hz. Abbâs veya zevci Hz. Ali’nin kıldırdığı rivayet edilmektedir. İslâm’da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi, Hz. Fâtıma’nın mübarek naaşı olmuştur. O, vasiyeti üzerine gece defnedilmiştir. Medineliler vefatı ancak sabah öğrenmişlerdi. Medine ağlıyor, Medineliler çok üzgün ve hüzünlü. O’nun kabrinin Baki’ül-Gar-kad Kabristanı’nda ya da Akîl b. Ebû Tâlib’in evinin köşesinde olduğu bildirilmektedir.  Hz. Abbas’ın (ra) türbesinin içinde olduğu da rivayetler arasındadır.

Sevenlerin muhabbeti, özlemi, hâli, yaşantısı, ahlâkı, hayâsı, edebi, terbiyesi ve vuslatı demek ki böyle oluyor. Rabbim bizlere de sevenlerin bu halinden bir zerre de olsa nasip eder inşaallah.

Rabbim bizleri de sevsin, sevdiklerine de sevdirsin inşaallah. (Âmin)

Kaynakça:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt, Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
M. Cemal Öğüt, Hz. Fatımatüzzehra, Ailem Yayınları, 2008.
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bir gün kızının hastalandığını duydu ve ziyaretine gitti. İmran İbni Husayn’da (ra) yanında idi. Kapıya varınca tıklattı ve selâm verdi. Hz. Fatıma (ra) annemiz derhal kapıyı açtı ve: “Buyurun babacığım” diyerek içeriye aldı. Sevincinden hastalığını unutmuş gibiydi. Efendimiz: “Kızım yanımda İmrân b. Husayn var başını ört!” buyurdu. Hz. Fatıma (ra): “Babacığım bundan başka örtüm yok. Onunla başımı örtsem vücudum açıkta kalıyor.” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav): “Örtüyü düz olarak değil, köşeli olarak ört ki her tarafını kapasın” buyurdu. Bu konuşmayı evin dışından duyan İmran’nın gözlerinden yaşlar boşaldı. Sonra İmran b. Husayn da içeri alındı. O da “geçmiş olsun” dileğinde bulundu dua ederek izin istedi. Hz. Fatıma (ra) böylesine yoksul ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü.

Hz. Ali, bir gün Hz. Fatıma’ya “Vallahi, değirmen taşı dişemek, bilemekten göğsüm rahatsızlaştı, ağrır oldu. Hz. Fatıma da “Vallahi benim de arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarımın içi kabardı” dedi. Ellerini Hz. Ali'ye göstererek bir çare aramasını arzu etti. Hz. Ali’de (ra) dilersen babacığına durumu açabilirsin dedi. Medine'ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fatıma, babacığından bir hizmetçi istemek için yanına gitti ama isteğini dile getirmekten utandı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına ikisi birlikte gittiler ve kendileri için bir esir talep ettiler. Peygamber Efendimiz (sav): “Vallahi, onu size veremem! Ben daha Ehl-i Suffa’yı çağırıp da karınlarına sokacak kendilerini giydirecek bir şey bulamadım. Ben onu satıp Ehl-i Suffa’yı geçindireceğim” buyurdu. Hz Fatıma (ra) ve Hz. Ali (ra) evlerine döndüler. Peygamberimiz Aleyhisselam (sav) onların yanlarına vardı ve: “Ben size istediğiniz şeyden daha hayırlısını haber vereyim mi?” diye sordu. “Olur, ver” dediler. Peygamberimiz (sav): “Döşeğinize gireceğiniz zaman 33 defa “Sübhanallah” diyerek tesbih ediniz. 33 defa “Elhamdülillah” diyerek Allah’a (cc) hamd ediniz. 34 defa da “Allahuekber” diyerek Allah’ı tekbir ediniz. Ey Fatıma! Allah’tan (cc) kork! Rabbinin emrini yerine getir! Kocanın hizmetini de gör!” buyurdu. Bunun   üzerine, Hz. Fatıma (ra): “Ben Allah’tan ve Allah’ın Resulü’nden razıyım!” dedi ve bunu iki defa tekrarladı.

Bu evlilik ümmete ibretlerle dolu örnek bir yuva oldu. Karı ile koca arasındaki sevgi saygı, samimiyet, hizmet ve güzel geçime, en iyi örnek bir yuva. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek müsamaha ile karşılardı. Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak küçük kırgınlıklar da olmaz değildi. O, eşyanın kölesi, hizmetçisi olmadı. Allah (cc) ve Resûlü’nün sevdiği yolda samimi kul olabilmek için gayret etti. Hayatını bu hedef ve gaye içerisinde geçirdi.

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) kızını ziyarete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına: “Amcamın oğlu nerede?” diye sordu Hz. Fatıma (ra) da: “Aramızda ufak bir şey geçti. O sebeple çıkıp gitti.” cevabını verdi. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) dışarı çıktı ve Sehl İbni Sa'd’a (ra): “Ya Sehl git Ali'ye bak. Nerede ise bana haber ver.” buyurdu. Sehl (ra) doğruca mescide koştu. Hz. Ali'nin (ra) orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescidde yattığı haberini verince, Efendimiz (sav) kalktı mescide gitti. Hz. Ali (ra) toprak üzerine uzanıp uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) damadını bu vaziyette görünce mübarek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için “Ey Ebû Tûrâb kalk!” diye seslendi. İki Cihan Güneşi Efendimizin (sav) sesini duyan Hz. Ali (ra) derhal ayağa kalktı. Üstü başı toz toprak içinde olmuştu. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) damadının elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü. Ne engin merhamet!.. Ne derin şefkat!.. Ne yüce muhabbet!.. Allah'ım (cc) bizlere de bu üstün ahlâktan hisseler nasip et!..

Peygamber Efendimiz (sav) kızını ziyaret için evine gitti. Kapıya vardı fakat içeri girmeden geri döndü. Hz. Fatıma (ra) annemiz buna çok üzüldü. Hz. Ali (ra) eve geldiğinde hanımını üzüntülü görünce, sebebini sordu. O da: “Ya Ali: Resûlullah (sav) geldi, kapıdan içeri girmeden geri döndü, gitti” dedi. Buna Hz. Ali (ra) da çok üzüldü. Derhal sebebini öğrenmek üzere Resûlullah'a (sav) koştu, Hz. Fatıma'nın üzüntüsünü arz etti. Eve niçin girmediğini sordu. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) birazcık sitemle: “Kapıda  üzerinde resim nakşedilmiş bir perde gördüm. Benim dünya süsü ile ne işim var? Benim işlemeli perde ile ne işim var?” buyurdu. (Bazı kaynaklarda da işlemeli, süslü bir perde olduğu da bildiriliyor.) Hz. Ali (ra) meseleyi anladı, hemen ailesine döndü ve Efendimiz’in (sav) hoşnutsuzluğunu haber verdi. Bunun üzerine Hz. Fatıma (ra): “O perdeyi ne yapmamı emrediyor” dedi. Yine Resûlullah'ın (sav) huzuruna varan Hz. Ali'ye: “Fatıma'ya söyle; O perdeyi ihtiyacı olan filan oğullarına göndersin” buyurdu. Bunun üzerine o perde hemen yerinden indirilip gönderildi. Resûlullah'ın (sav) istemediği bir şeyi onlar hiç istemezlerdi. Allah Resûlü babacığını memnun etmek onların en büyük arzusuydu. Bunun için sevgide, saygıda, itaatte kusur etmemeğe son derece dikkat ederlerdi. Efendimiz de (sav) damadı ve kızını çok severdi, fırsat buldukça onları ziyaret ederdi.

Bir defasında Hz. Ali (ra) ile Hz. Fatıma (ra) annemiz karşılıklı sohbet ediyorlardı. Birbirlerine iltifatlarda bulunuyor ve: “Hangimiz Allah'ın Resûlü'ne daha sevgilidir? Kızı mı? Damadı mı?” diye konuşuyorlar ve gülüşüyorlardı. Bu sırada Resûl-i Ekrem (sav) yanlarına çıkageldi. Hemen toparlandılar ve sustular. Onları neşeli görünce pek sevindi. Efendimiz (sav): “Gülmenizin sebebi neydi, beni görünce neden sustunuz?” buyurdu. Babacığına çok düşkün olan Hz. Fatıma (ra) gülümseyerek: “Babacığım. Ali ile sizin yanınızda hangimizin daha sevimli olduğumuz üzerinde konuşuyorduk.” dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi şöyle ifade etti: “Kızım sen, babanın evlâdına olan tabii sevgisinden dolayı bana Ali'den daha sevgilisin. Fakat Ali de benim gözümde senden daha kıymetli ve daha çok izzet sahibidir.” buyurdu. Her ikisini de değişik yönlerden sevdiğini duyurdu. Her fırsatta onların aralarındaki muhabbetin artmasına gayret etti.

Hz. Ali (r.a.) ilim şehrinin kapısı, harp meydanlarının korkusuz arslanı, âlim, mücâhid bir yiğit!.. Hz. Fatıma da (ra) Resûlullah'ın (sav) ciğerpâresi, pırlantası, nur parçası hanımefendi bir bahtiyar!.. Hz. Âişe (ra) validemiz’in bildirdiğine göre “İnsanlardan Resûlullah’a (sav) en sevgili olan Hz. Fatıma idi” ve yine Hz. Aişe (ra) validemiz           “Resulullah’tan başka Fatıma’dan daha doğru sözlü birini görmedim” buyurmuştur. Hz. Fatıma (ra) annemiz içeri girdiğinde Efendimiz (sav) ayağa kalkar ve yerine oturturdu. Bir sefere çıkarken veya seferden döndüklerinde önce mescide girer, iki rekât namaz kılar ve sonra sevgili kızına uğrardı. Onunla bir müddet sohbet ederdi.

Hz. Fatıma (ra) ilmi sahada da dirayet sahibi idi. Fıkıh ve tefsir mevzularında âlim, Kur’ân-ı Kerim’i anlayıp anlatmada, içtimai meselelere hal çareleri bulmakta eşsizdi. İslam’da kadının muallime/mürebbiye olmasının en güzel örnekleri ondadır. Hâsılı Hz Fatıma validemiz, engin-zengin, ince ve derin bir ruha sahipti. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle; “Masmavi gök kadar ve en ince fikir kadar derin”di ve zengindi O’nun gönlü.

Hz. Fatıma da (ra) babacığını çok seviyordu. O’nu gölge gibi takip etmek istiyordu. Uhud savaşında babacığının yaralandığını duyunca bütün tehlikeleri göze alarak yanına vardı. Yanağına doğru akan kanı temizledi ve kül bastırarak durdurdu. Yarasını tedavi etmeye çalıştı.

Hz. Ali (ra) ile Hz. Fatıma’nın (ra) dünya evleri üstün ahlâkî meziyetlerle donatılmıştı. Nurlu Neslin devamını sağlayan, bu evlilikte iltifat, saygı, edeb, iffet ve kıymet bilme önde gelen meziyetlerdendi. Birbirlerinin fikir ve düşüncesine çok değer verirlerdi. Görüş ayrılığı olsa dahi müşterek bir noktada birleşirlerdi. Dava şuuruna sahip, samimi, sıcak bir aile kurmuşlardı. Bir muhabbet ocağı olmuştu onların birlikteliği. Ebedî hayatı kazanmak ve Allah'ın (cc) rızasına erebilmek onlar için her şeyden önce gelirdi. Kendileri yemez, ihtiyaç sahiplerine yedirirlerdi. Kapısına gelen fakiri reddetmezlerdi. Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarına verirlerdi. Onların bu güzelliklerini, cömertliklerini ve îsâr halindeki davranışlarını Allah Teâlâ (cc) Kitab-ı Kerîm’inde övmüştür. Şöyle ki:

Hz. Ali (ra) ile Hz. Fatıma'nın (ra) annemizin nafile oruç tuttukları bir akşam vakti kapılarına bir fakir gelir. “Allah için” diyerek bir şeyler ister. Onlar da kendileri için hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi fakire verirler. Peş peşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garip birileri kapılarına gelir; “Allah için” diyerek dilekte bulunur. Hz. Ali (ra) ile Hz. Fatıma (ra) annemiz birlikte hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi bu yabancı garip kimseye verirler. Kendileri üç gün bir şey yemeden peş peşe su ile oruç tutarlar. Onların bu güzel hali, gönüllerindeki engin infak şuuru Allah Teâlâ'nın (cc) hoşuna gider ve şu ayet-i celile ile methü sena edilirler. Meâlen: “İyiler şüphesiz (güzel kokulu ve serin) kâfur katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız.” (derler)” (İnsan Suresi; 5-10)

Vahiy tamamlandığında İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) bu müjdeyi kızına ve damadına bildirdi. Her ikisi de sevinçlerinden üç günlük açlığın verdiği sıkıntıyı bir anda unutuverdiler. Kıyamete kadar okunacak bir kitapta övülmek ne büyük bir mükâfattı. Hz. Fatıma (ra) annemiz vahyin beşiği sevgili babacığının sohbetlerinden çok güzel istifade etmişti. Resûlullah’ın (sav) terbiyesinde yetiştiği için O’nun feyziyle gönlünü doldurmuş, ilim, edeb, hayâ gibi üstün ahlâkî meziyetlerle kendini yetiştirmişti.

Hz. Fatıma (ra) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması olduğunu ve evin, erkeğin dinlenme ve huzur yeri olduğunu çok iyi biliyordu. Bundan dolayı Hz. Ali (ra), savaş alanından yorgun argın eve döndüğünde onu karşılayıp yaralarını pansuman ediyor ve savaşla ilgili haberleri ‘ndan öğreniyordu. Kocasını daima teşvik ve tahsin ediyordu, O’nun cesaret ve fedakârlığını övüyordu. Bu vesileyle kalbini hoşnut ediyor, yorgun ve yaralı olan bedenini rahatlatıyordu. Hz. Ali (ra) Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve üzüntülerim yok oluyordu.” Hz. Fatıma (ra) annemiz kesinlikle Hz. Ali Efendimizin (ra) müsaadesi olmaksızın evden dışarı çıkmıyor ve hiçbir zaman O’nu öfkelendirmiyordu. Çünkü İslam’ın şöyle buyurduğunu biliyordu: “Allah Teâlâ, kocasını öfkelendiren her kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı etmedikçe kabul etmez.” Hz. Fatıma hayatı boyunca, kesinlikle yalan söylemez, hıyanet etmez ve hiçbir zaman Hz. Ali’nin (ra) emrinden çıkmazdı. Yine Hz. Ali Efendimiz (ra) şöyle buyurmuştur: “And olsun Allah’a ki ben, kesinlikle Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma da hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.” İşte Hz. Ali Efendimiz (ra) evin dâhili durumundan tamamıyla rahat ve huzurlu olduğundan dolayı onca muvaffakiyet ve fetihler elde etmiştir.

Hz. Fatıma (ra) annemizin çok önemli ve ağır vazifelerinden biri de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz. Fatıma beş çocuk sahibi olmuştur, onların isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, küçük yaşta iken vefat etmiştir. Hz. Fatıma (ra) annemizin kendisi vahiy evinde eğitildiği için, İslamî terbiye ve çocuk eğitimini çok iyi biliyordu. Anne sütü ve annenin çocuğunu öpmesinden tutun, bütün hareket, amel ve sözlerine kadar hepsinin çocuğun hassas ruhunda eser bıraktığının bilincinde idi. Hz. Fatıma (ra) annemiz çocuklarıyla oynarken de onlara şecaat, Hakk’ı savunmak ve Allah’ı (cc) sevme Allah’a (cc) ibadet etme dersi veriyordu. Örneğin İmam Hasan’la oynarken şöyle buyuruyordu: “Babama benze ya Hasan, İhsan sahibi      Allah’a ibadet et. Kinli ve öfkeli kimseyi sevme.” İşte bu eğitimler neticesinde, dini savunmak, zalimlere karşı mücadele verme yolunda can ve mallarından geçerek zulüm saraylarını sarsan evlatlar yetiştirdi.

Sevgili Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Allah-u Teâlâ buyurdu ki: İnsanoğlunun her ameli kendisi içindir. Ancak oruç müstesna, çünkü o benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm…” (Buhari, Müslim)

Ramazan-ı Şerifimiz Mübarek olsun.

Gelecek sayımızda devam edeceğiz inşaallah. Allah’a (cc) emanet olunuz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hz. Fatıma’ya (ra) ilk önce Hz. Ebu Bekir (ra) talip oldu. Peygamber Efendimiz (sav) Ona: “Ey Ebu Bekir! Ben onun hakkında ilahi hükmü bekliyorum.” buyurdu. Hz. Ömer (ra) Hz. Ebu Bekir’in (ra) yanına gelince, Hz. Ebu Bekir (ra) bunu ona haber verdi. Hz. Ömer: “Ey Ebu Bekir! Resûlullah (sav) seni reddetmiş!” dedi. Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer’e: “Fatıma’yı Peygamber Aleyhisselam’dan, sen de iste.” dedi. Hz. Ömer gidip isteyince Efendimiz (sav) ona da aynı cevabı verdi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’e “Ey Ömer! Resûlullah Aleyhisselam seni reddetmiş!” dedi. Kureyş eşrafından başka zatlarda da Hz. Fatıma’yı istediler. Peygamberimiz Aleyhisselam, hepsine de Hz. Ebû Bekir’e (ra) verdiği gibi cevaplar verdi. Evliliği ile ilgili olarak Hz. Ali (ra) şöyle anlatıyor:

Halk arasında konuşulanları duyan azadlı kölem bir gün bana: “Ey Ali! Fâtıma’nın Rasûlullah’dan (sav) istendiğini biliyor musun?” dedi. Ben de: “Bilmiyorum!” dedim. Tekrar bana: “Ey Ali! Rasûlullah’a (sav) gidip Fâtıma’yı sana nikâhlamasını istemekten seni alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Yanımda onunla evlenebileceğim bir şeyim yok!” dedim. O da: “Rasûlullah’a (sav) gidersen, muhakkak sana Fâtıma’yı nikâhlar!” diyerek bana gitmemde ısrar etti. Vallahi bu hususta bana yalvarmaktan geri durmadı. Ben ise bu konu için Rasûlullah’ın (sav) huzuruna çıkmaktan çekiniyordum. Fakat akrabalarımın (Haşimoğulları) hepsi bana: "Fâtıma’yı Rasûlullah’tan (sav) bir de sen iste." diye teşvik ediyorlardı. Sa’d İbni Mu’az (ra), bu hususta beni ikna eyledi. Nihayet Resûlullah Aleyhisselam’ın huzuruna girdim. Kendisinin bütün manevi vakar ve heybeti üzerinde idi. Önüne oturdum, susup durdum, konuşmaya kadir olamadım. Bana: “Sen neye geldin, senin bir hacetin mi var? Her halde Fatımayı istemeye geldin!” buyurdu. “Evet!” diyebildim. Bunun üzerine: "Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin yanında bir şey var mı? diye sordu. Ben de: “Atım ve küçük zırh gömleğim var.” dedim. Efendimiz (sav) : “Atın sana lazımdır, zırh gömleğini sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” dedi. Hz. Ali (ra), Rasûlullah’ın (sav) huzurundan gayet neşeli bir şekilde çıkıp mescide vardı. Peşinden Efendimiz (sav) teşrif etti ve Bilâl’e (ra) yönelerek; Muhâcir ve Ensar’ı toplamasını söyledi. Ashâbı kiram mescidde toplanınca Fahri Kâinat Efedimiz (sav) minbere çıktı ve:

“Hamd olsun Allah’a ki, verdiği nimetlerle övülen O’dur! Kuvvet ve kudretinden dolayı kendisine ibadet edilen O’dur! Mülk ve saltanatından dolayı kendisine boyun eğilen O’dur! Azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan O’dur! Yerde ve göklerde hükmünü yürüten O’dur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan ve izzetiyle sağlamlaştıran O’dur! Gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed’le halkı şereflendiren O’dur! Yüce Allah, karşılıklı hısımlıklarla nesepleri birbirine katmayı emir buyurmuş ve bununla günahları ortadan kaldırmıştır. Yüce Allah (cc) kazanın kadere göre, kaderin de kazaya göre cereyanını emir buyurmuştur. Her kaderin eceli, her ecelin de kitapta yeri vardır. Ey Müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şahit olunuz; Fatıma’yı dört yüz miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.” buyurdu. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Fatıma ile Hz. Ali (ra) hakkında: ‘Allah (cc) sizin dağınık işlerinizi toplasın! Nikâhınızı mübarek kılsın! İkinizden güzel ve pek çok nesil çıkarsın! Allah’ım bu evliliği ikisi hakkında da mübarek kıl!’ diyerek dua etti.”

Hz. Ali (ra) zırhını alıp çarşıya çıktı. Yolda Hz. Osman (ra) ile karşılaştı. Zırhını satacağını söyleyince Hz. Osman (ra) istediği bedeli, dört yüz seksen dirhemi verdi ve satın aldı. Sonra ona: “Ya Ali! Bu zırha sen benden daha lâyıksın. Lütfen hediyem olarak kabul eyle.” diyerek geri verdi. Hz. Ali (ra), bu muhabbet ve hediyeye çok sevindi. Zırh gömleğini ve parayı alarak İki Cihan Güneşi Efendimiz’e (sav) getirdi. İki seçkin ashâbının karşılıklı muhabbetinden ve yardımlaşmasından pek memnun kalan Efendimiz (sav). Hz. Osman’a dua etti. Onun nazik davranışını takdir etti. Resûli Ekrem Efendimiz (sav), o paradan bir miktarını alıp Bilâl’e (ra) verdi. Bununla çarşıdan koku almasını tembih etti. Düğün için gerekli zaruri ihtiyaçları, çeyizleri almak üzere bir miktar daha aldı ve Hz. Ebû Bekir’e (ra) uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye (ra) emanet olarak gönderdi. Resûlullah Efendimiz (sav) Hz. Ebu Bekir’e alınacak eşyaları taşımakta kendisine yardımcı olmaları için Bilal (ra) ile Selmanı Farisi’yi (ra) yanına gönderdi. Hz. Ebu Bekir (ra) yardımcılarıyla birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler. Çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı:
Bir adet kadife yorgan (Bunu uzunluğuna örtündükleri zaman sırtları açılır, enine örtündükleri zaman başları açılırdı.), bir adet yüzü deri, içi lif dolu yüz yastık. İkisinin içi lif, ikisinin içi yün dolu dört adet yastık. Birinin yüzü keten bezi içi lif, diğerinin yüzü keten bezi içi ot dolu iki adet döşek. Üç adet minder. Tabaklanmamış bir adet koç postu. Bir adet topraktan yapılmış su testisi, bir su tulumu, bir elek, bir kilim. Ensar kadınlarından birisi tarafından Hz. Fatıma ve Hz. Ali’ye hediye edilen eski Yemen işi, sanatlı, üzerleri gümüşle işlenmiş iki adet elbise, iki adet el değirmeni, bir meşin su bardağı, iki adet çanak çömlek, bir adet hurma yaprağından örülmüş sedir.

Ne güzel çeyiz!... Ne mütevazı eşyalar!... Ne sade hayat!... Ne mutluluk!.. Ne kolay evlilik!.. Günümüz insanına ne ibretli ders!.. Gençlerimize ne eşsiz örnek!... Allah’ım (cc) cümlemize hisse almayı nasib et!...

Zaman su gibi akıp gidiyor, günler bir bir geçiyordu. Hz. Fâtıma’nın (ra) çeyizleri alınmıştı. Düğün hazırlıkları tamamlanmış, fakat günü belirlenmemişti. Hz. Ali (ra) ile kardeşi Âkil düğün mevzuunda görüşmek üzere birlikte Resûli Ekrem Efendimiz’in (sav) hanesine geldiler. Kapıda Ümmü Eymen’e rastladılar ve durumu ona açtılar. Resûlullah’ın (sav) hizmetinde bulunan dadısı Ümmü Eymen bu meseleyi Ümmü Seleme annemize söyledi. O da Hz. Âişe’nin (ra) evinde toplandıkları bir sıra da Efendimiz’e (sav) durumu arz etti ve: “Yâ Resûlullah! Haticetü’l-Kübrâ hayatta olsaydı bize söz düşmezdi. O bu işi tamamlardı.” diyerek söze başladı. Vefakâr Efendimiz (sav), Hz. Hatice annemizin ismini duyunca; “Onun gibi hatun nerde bulunur? Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Bütün malını İslâm yoluna sarf etti.” buyurdu. Onun hizmetini ve büyüklüğünü bu vesileyle tekrar duyurdu. Ümmü Seleme annemiz söze devamla: "Ya Resûlullah! Hakikaten Hatice dediğiniz gibiydi. Cenâbı Hak onu ve bizleri cennette cemeylesin. Amcaoğlun Ali düğünlerinin yapılmasını istiyor. Siz ne buyurursunuz?” dedi. Efendimiz (sav): “Ali bana böyle bir şey söylemedi.” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: "Ya Resûlullah! Ali mahcubiyetinden, edebinden size söyleyemez.” dedi. Fahri Kâinat Efendimiz (sav): “Öyleyse Ali’yi çağırın.” buyurdular. Ümmü Eymen koşup Hz. Ali’yi çağırdı. Mahcubiyetinden sıkılarak huzura giren Hz. Ali (ra) bir kenara oturdu. Fahri Kâinat Efendimiz (sav): “Yâ Ali düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?” buyurdu Hz. Ali efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz (sav): “Fâtıma’nın çeyizi tamamdır. İnşaallah bu vazifede yerine gelecektir.” buyurdu. Ümmü Seleme annemize haber gönderip on dirhem istedi. Gelen parayı Hz. Ali’ye uzattı ve: “Ya Ali! Bir miktar hurma, biraz tereyağı biraz da yoğurt al, gel.” buyurdu. Hz. Ali siparişleri alıp huzura getirdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz hurmaları bir kaba boşaltıp mübarek elleriyle ezdi. Biraz un, yoğurt ve tereyağı ile karıştırarak tatlı bir düğün yemeği yaptı. Arapların meşhur "Hays" adını verdikleri bu yemeği tabaklara koydu. Bu velime yemeği hazırlığından haberdar olan ensardan Sa’d b. Muaz (r.a.) derhal bir koç kesti getirdi. Kimileri bende şu var, kimileri bende bu var diyerek ziyafete katkıda bulundu. Bir başka sahabe de yağ, un vs. getirdi.

Hazırlıklar tamam olunca Resûl-i Ekrem (sav) : “Yâ Ali! ashabı kiramı davet et! Dostlarını davet et!” buyurdu. O da dışarı çıkıp ashabı davet etti. Gelenler onar onar içeri alınıp sıra ile sofraya oturtuldu. Bu şekilde sofralar dolup taştı. Gönülleri bereket, rahmet kuşattı. Hz. Ali (ra) o gün velime yemeğinden yedi yüz kişinin yediğini nakletmiştir.
İki Cihan Güneşi Efendimiz, Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen’den, Hz. Fâtıma’yı giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi. Hz. Fâtıma bindirildi. Yuları Selmanı Fârisî’nin (ra) eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali’nin evine getirildi. Böylece kadınlık âleminin hanımefendisi Hz. Fâtıma (ra) şanına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin ikinci yılının Zilhicce ayında yapıldı.

Ümmü Eymen’in (ra) anlattığına göre Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) kendisi gelinceye kadar Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’nın yanına gerdeğe girmemesini emir buyurmuştu. Efendimiz (sav) gelip kapıyı çaldı. Dadısı Ümmü Eymen karşıladı. Selam verdi, içeri girmek için izin istedi. İzin verilince girdi ve: “Kardeşim burada mı?” diye sordu. Ümmü Eymen: "Ya Resûlullah! Kardeşin kim?” dedi. Efendimiz (sav) de: “Ali İbni Ebî Tâlib” buyurdu. Dadısı: “Sen kızını onunla nikâhladığına göre o nasıl kardeşin olur?” dedi. Efendimiz (sav): "Evet! O öyledir.” buyurdu. Yani o benim dinde kardeşim olur. Fâtıma ile evlenmesinde bir sakınca yoktur, dedi. Sonra bir kapla su getirtti, abdest aldı ve Hz. Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne iki omzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fâtıma’ya da aynı şekilde yaptıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam (sav) Hz. Fatıma için, önünden ve ardından: “Ey Allahım! Fatıma ve zürriyeti hakkında, kovulmuş şeytandan sana sığınırım!” diyerek dua etti. Hz. Ali içinde aynı şekilde dua ettikten sonra, ona: “Allahın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına!” buyurdu.

Peygamberimiz Aleyhisselam (sav), evlenen bir kimseyi tebrik edeceği zaman “Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah’ın bereketi senin üzerine olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!” diyerek dua ederdi. Yeni gelin ve damada da bu duaları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: “Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah (cc) hakkı için kocan iyi bir insandır. Sahabenin evvelidir, ilim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatte bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fâtıma’nın hakkına riayet eyle! Onu hoş tut. O Ben’den bir parçadır. Eğer onu üzersen, Beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı.

Yeni bir hayat başladı. Seyyidler neslinin kaynağı olan bu aile, muhabbet dolu sıcacık bir yuva oldu. Orada sevgi, saygı şefkat, merhamet, hizmet, feraset, nezaket ve nezahet gibi üstün ahlâkî meziyetler yeşerdi. Acısıyla tatlısıyla hayatı olduğu gibi kabul eden aile fertleri, dünyanın sıkıntılarını da birlikte sabır ve rıza ile göğüslediler. Evin içindeki hizmetler Hz. Fâtıma’ya dışarıdaki işler de Hz. Ali’ye bırakıldı. İç ve dış hizmetleri paylaşma yönüyle onlar bir bütünün iki parçası haline gelmişlerdi. Hz. Fâtıma (ra) yerine göre el değirmeninde arpa öğütüp ekmek yaptı. Yemeğini pişirip, temizliğini yaptı. Ev işleriyle uğraştı. Değirmeni çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Ama yokluktan, yoksulluktan hiç şikâyet etmedi. Zâhidâne bir hayat yaşayıp kimseye dert yanmadı.

Fahri Kâinat Efendimiz (sav) damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: “Ey Muhammed’in ev halkı! Haydi, Namaza!” diye çağırmış ve peşinden; “Ey Ehli Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.” meâlindeki Ahzâb Sûresi 33. âyetini okumuştur.

Bir defasında Hz. Fatıma, oğlu Hz. Hüseyin’in (ra) rahatsızlığı sebebiyle geceyi uykusuz geçirmişti. Sabaha karşı çocuğun ağrıları hafifleyince namazını kılıp yastığa başını koymuş ve uykuya dalmıştı. Resûli Ekrem, sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmiştir: “Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa’nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin.” buyurdu.

Gelecek sayımızda devam edeceğiz inşaallah. Allah’a (cc) emanet olunuz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

O Fatıma idi...
Ateş O’ndan ve sevenlerinden uzaktır...
Kur'ân O’na “Kevser” dedi...

Doğumu, şirkin ölümüydü, hakkın ise apaydınlık devam edeceğinin müjdesi... O’nun doğumuyla batıl ümitsizliğe düştü, “Ebter”ler aşikâr oldu. Tıpkı velayetin müjdesi ile kâfirlerin ümitsizliğe düştüğü gibi...

O’nunla kadınlar izzet buldu... Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir ortamda, Rahmet Peygamberi’nin (sav), geldiğinde ayağa kalktığı ve şefkatle ellerini öperek yücelttiği bir kızdı O...

Âlem, kız çocuğuna sevgiyi, Allah Resûlü’nün O’na gösterdiği sevgiyle tanıdı... Merhametin zirvesiydi... Minicik elleri ile babası Rahmet Peygamberi’nin (sav) yaralarını saran, işlerine koşan ve “ümmü ebiha-babasının annesi” olandı O...

Evliliği, eş olarak davranışları, anneliği kısacası her şeyi ile putlaştırılmış gelenekleri birer birer devirdi... O, en iyi kız evlat, en iyi eş, en iyi anne ve tüm zamanların en iyi kadını idi... Öfkesi Allah’ın (cc) öfkesi, sevgisi Allah’ın (cc) sevgisi idi... O Allah’ın (cc) Habibi’nin (sav) canıydı... Eti O’nun etinden, kanı O’nun kanındandı...

O, iman için, Allah’a (cc) ve Resûlüne (sav) duyulan sevgi için ölçüydü... O’na gazaplanan, O’nu inciten, gerçekte Allah’ı (cc) ve Resûlü’nü (sav) incitmiş demekti... “Allah (cc) ve Resûlü’nü (sav) incitenlere Allah (cc), dünyada ve ahrette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzab-57)

Allah (cc) için sevmek ve Allah (cc) için gazaplanmak ile sevgisi Allah’ın (cc) sevgisi, gazabı Allah’ın (cc) gazabı olmak aynı şey değildir. İkincisi ancak “masumiyet” ve “seçilmiş olmak” ile mümkündür. Fatıma (ra) masumedir ve seçilmiştir. Buna Tathir ve Mübahale ayetleri şahittir.

O Sırat-el müstakim’dir. İhtilaflar O’nu izleyerek çözülür... O risalet evinin kızı, velayet evinin eşi ve imamların annesidir...

Hz. Fatıma’ya (ra) Hz. Peygamber (sav) ve yakın çevresi tarafından verilen lâkap ve sıfatlar, O’nun seçkinliğini, ahlâkî üstünlüğünü güzel bir şekilde anlatıyor. O’na İffet ve hayâ timsali, dünyadan kesilip Hakk’a yönelen… “Betül.” İbadete düşkünlüğü neticesi, ilâhî nurun yüzünde aksedişinden parlak bir yüze sahip olan, o kadar ki Hz. Aişe’nin (ra) “Ben karanlık gecede Hz. Fatıma’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim.” dediği “Zehra.” Vakar ve ağırbaşlılığıyla hanımların efendisi anlamında “Seyyi-dü’n-Nisâ.” Yürüyüşü, siması, ahlâkî tavırları Resûlullah’ı (sav) anımsattığından dolayı, babasının kızı anlamına gelen “Bint-i Ebiha”; üstün bir zekâya ve kavrayış gücüne sahip olduğundan dolayı “Zekiyye”; kimseyi incitmemeye gösterdiği özenden ve elinden geldiğince insanları hoşnut etmeye çalıştığından dolayı, razı olunan… “Marziyye” denmiştir.

Peygamberimiz (sav) “Kızım Fatıma’yı seveni cehennemden uzaklaştırdığı için ben ona Fâtıma ismini verdim.” buyurmuşlardır. Bu hadisi şerif ile Peygamberimiz (sav) Fatıma (ra) neslinden gelenlerin ve O’nu ve neslini sevenlerin cehennemden kurtulacağı müjdesini vermiştir.
O’na selam olsun... Evet, anlatılması zor bir şahaser… O’nu anlatmak fevkalade zevkli, bir o kadar da zor bir iş. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın mutlaka eksik bıraktığımız çok önemli şeyler kalacaktır. O, “Cennet Kadınlarının Efendisi”dir. Bu hali izaha ne kelimeler ne de nefesler yetebilir. Hz. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”

Yine Peygamberimiz (sav) buyurmuştur ki: “Fatıma ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadınlarının en üstünüdür.”

Peygamberimiz (sav), Hz. Fatıma’ya (ra) şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ (cc) senin gazabınla gazap eder, senin hoşnutluğunla da hoşnut olur.”

Başka bir hadisi şerif ise; “Fatıma bedenimin bir parçasıdır, ona eziyet Bana eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur ve Fatıma insanların bana en aziz olanıdır.”

Hz. FATIMA’NIN (ra) DOĞUMU:

Resûlullah (sav) ve Hz. Hatice’nin (ra) en küçük kızları olan Hz. Fatıma’nın (ra) doğumu, Kureyşlilerin Kâbe’yi yeniden yaptıkları yıla rastlar. Bu da Efendimiz’e (sav) Peygamberlik gelmeden beş yıl önce olup, o zaman Efendimiz (sav) otuz beş yaşında bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sav) diğer kızları gibi O’nun doğumunda da akika kurbanı kesip fakirlere dağıttı. Hz. Hatice (ra) annemiz Hz. Fatıma’yı (ra) sütanneye vermedi. Sütten kesilinceye kadar kendisi emzirdi.
Allahu Teâlâ (cc), Hz. Peygamberimiz’i (sav):  “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamberimiz (sav), Allah’ın (cc) vaadinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resûlullah'ın (sav) erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır, kendisinden sonra yolu da sönüp gider.” şeklindeki söylentiler çıkartarak Resûlullah’ı (sav) incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenabı Hak (cc) onlara cevap olarak Kevser Suresi’ni indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”

Evet, Allah’ın (cc) bu vaadi, Hz. Fatıma’nın (ra) dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allahu Teâlâ (cc), Peygamberimiz’in (sav) temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan (ra) vücuda gelmesini takdir eylemiştir.

Allah Resûlü’ne (sav) ilk vahiy geldiğinde henüz beş yaşında olan Hz. Fatıma (ra), o yaştan itibaren vahyin manevi atmosferinde büyüdü. İlk vahyin gelmesinden sonra üç yıl boyunca vahyin kesildiği fetret döneminde. Efendimiz’in (sav) ne kadar büyük bir sıkıntı çektiğini tam olarak anlamasa da bu manevi duyuşları hissede hissede büyüdü. Allah Resûlü’ne (sav) davet geldiğinde sekiz yaşında idi ve annesi tereddütsüz Müslüman olunca Hz. Fatıma’da (ra) hemen Müslüman oldu.

Çocukluğunun ilk yılları mücadelelerle geçen Hz. Fatıma (ra) babası, annesi ve Haşimoğulları’nın diğer mensuplarıyla birlikte Ebu Talip vadisinde ablukaya tabi tutuldukları dönemde çok acılar çekti. Anne babasının yüzüne bakmaya kıyamadığı o cevher, döküntüler arasında, yokluk ve açlık geçiriyordu. Müslümanların her acısını kendi acısı gibi bilen Allah Resûlünün (sav), evlatlarının düştüğü bu duruma nasıl üzüldüğünü tahmin bile edemeyiz. İnançlarından dolayı büyük çileler çekmelerine rağmen, yaşadıkları ev, yeryüzünde yaşayan her insanı imrendirecek kadar manevi güzellikler ve huzurla dolu, kutlu bir evdi. Babası Allah’ın (cc) Habibim dediği Resûlü, annesi kadınların mana sultanı idi. Hz. Fatıma (ra) henüz on yaşında iken annesi Hz. Hatice (ra) vefat etti. Evde iki kız kardeş kaldılar. Hz. Ümmü Gülsüm (ra) daha çok ev işleriyle uğraşırken, küçük olmasına rağmen Hz. Fatıma (ra) dışarıda babasını gözetmeye ve ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Hz. Fatıma (ra) çocukluk günlerinden itibaren Allah Resûlü’nün (sav) hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) her davranışıyla, sözü ve düşüncesiyle cahiliye geleneklerinin karşısında durduğu gibi, kızı ile aralarında da alışılmışın dışında bir yol takip ederek Arap toplumunda, aslında bütün o dönem halklarında var olan, kadına menfi bakış açısının değişmesini sağlamıştır.

Hz. Fatıma (ra) Nübüvvet ve Risalet evinde yetişti, babasından ilim ve marifet öğrendi. Efendimiz (sav) Hz. Fatıma’yı çok sever ve öperdi, ne zaman cennet kokusunu duymak istese O’nu koklardı. Bir gün birisi Peygamber Efendimiz’e (sav) sordu: Ya Resûlallah! Niçin Fatıma’ya davrandığın gibi başka evlat ve kızlarına davranmıyorsun? Peygamber Efendimiz (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sen Fatıma’yı tanımıyorsun. Ben ondan cennet kokusunu alıyorum. Fatıma’nın rızası, Allah’ın rızası; gazap ve öfkesi de Allah’ın gazap ve öfkesidir.”

O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa anneciği Hz. Hatice’nin (ra) vefatından sonra babacığının yanından hiç ayrılmadı. Bazen babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Bazen de babasının peşini takip etti. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babacığına yardımcı olmağa çalıştı. Abdulah b. Mes’ud şöyle anlatıyor:

“Bir gün Hz. Peygamber’le (sav) namaz kılarken Ebu Cehil, Utbe ve Şeybe, Ukbe b. Ebi Muayt, Ümeyye b. Halef ve iki kişi hepsi yedi kişiydi. Hicr’de oturuyorlardı. Peygamberimiz (sav) secdeye vardı ve secdeyi çok uzattı. Ebu Cehil “Hanginiz gidip de evde kesilen devenin işkembesini bize getirir ve onu Muhammed’in üzerine koyar?” dedi. Onların en şakisi olan Ukbe b. Ebi Muayt gitti, işkembeyi getirdi ve Resûlullah’ın (sav) omuzlarına attı. Resûlullah (sav) daha secde halinde idi. Bende orada bulunuyordum. Arkam olmadığı için bir kelime konuşmaya dahi gücüm yoktu. Bir de baktım ki Resûlullah’ın (sav) kızı Fatıma (ra) geldi ve babasının omuzlarından işkembeyi alıp attıktan sonra, Kureyşe yönelerek onlara bağırdı. Onlar Fatıma’ya (ra) bir cevap veremediler. Hz. Peygamber ise her zaman ne kadar secdede kalıyorsa, yine o kadar kaldıktan sonra başını kaldırdı ve namazını bitirdikten sonra üç defa ‘Ey Allah’ım, Kureyşi sana havale ettim. Allah’ım, Utbe’nin, Ebu Cehil’in, Şeybe ve Ukbe’nin hakkından gel!’ buyurdu.”

Yine bir gün Hz. Fatıma (ra) Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. Hz. Fatıma (ra) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi babasını savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resûlullah (sav) O’na, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti. Hz. Fatıma (ra) ile ilgili hadiseler tabiki bizim aktardıklarımızla sınırlı değil, İslam tarihini araştırıp okuduğumuzda daha geniş bilgiye sahip oluruz. Bu küçük beden ne büyük bir yürek ne eşsiz bir cesaret kaynağı barındırıyor bünyesinde. Gücünün yetmeyeceğini bildiği halde, adım adım izliyor babasını ve adeta gölgesi oluyor. Şöyle bir hayal edin; insanların en Güzeli’ni ve arkasında küçük ayaklarıyla dolaşan, kalbi kendinden büyük küçük kızı… Bizler orada yoktuk ama Fatıma (ra) babasına taşlar atılırken oradaydı, hakarete uğrarken oradaydı. Resûlullah (sav) destek aramak için etrafına her baktığında o kıymetli yavruyu görüyordu. O’nu görmek, İslam’ın bu küçük neferindeki cansiperane, fedakârı, sabrı ve metaneti görmek Efendimiz’in (sav) gücüne güç katıyordu.

Hz. Fatıma (ra) çok cesaretli idi. Mekke’nin en zalim insanı Ebu Cehil’in bile karşısına çıktı. Bir gün cehaletin babası Ebu Cehil haykırdı: “Ey Muhammed sen soyunun yüz karasısın…Yazıklar olsun…” diyerek hakaretlerde bulundu. Her münakaşada tarafları kızıştırmaya kendisine vazife edinmiş çığırtkanlar vardır. Onlardan birisi cehaletin babasını daha da kışkırtıcı sözler söyledi. Etrafta toplanmış kalabalık arasında, boyu onların beli hizasında, yarım adam uzunluğunda bir çocuk, Fatıma. O ne yürek ki O’nun cesaretine cahil marifeti diyemezsiniz, o ne kararlılık ki karşısındaki Ebu Cehil bile olsa mecalsiz kalırdı. Haykırıyordu, sesinin bütün kuvveti ile: “Asıl sana yazıklar olsun cehaletin babasııı! Söylediklerinin hepsi senin üzerindedir. Ağzından çıkan her fenalığı sana iade ediyorum. Kötülediğin o kişi, benim babam Muhammed Mustafa, Allah’ın Resûlü’dür. Sen ömrünü bu yolda harcasan da bu gerçeği değiştiremeyeceksin, elinde kalan sadece ziyan olmuş hayatın ve ahiretin olacak. Asıl hayf sana, asıl yazık sana, vah ve eyvah da sana olsun.”

Peygamber Efendimiz’in (sav) Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm’ın yayılması için bütün bu eza ve cefalara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o kendine yapılanlara aldırmaz, kin tutmaz ve kişileri Allah’a (cc) havale ederdi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, Efendimiz’in (sav) üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz (sav) eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fâtıma (ra), kapıyı açınca babacığını tanıyamadı ve ağlamağa başladı, ablaları da ağlıyordu. Peygamber babacığı ise kendilerine gülümsüyordu: “Zararı yok, su ile temizlenir.” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sükûnete kavuşturmağa çalışıyordu. Fakat küçük Fâtıma (ra) ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve O’na Allah'ın hıfz u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeğe çalıştı. Mekke'de Müslümanlara eza ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babacığına hicret izni verildi. Fakat Hz. Fatıma (ra) kardeşi Ümmü Gülsüm ve Sevde annemiz Mekke’de kaldılar. Günlerce süren kaygılı bekleyişten sonra, Efendimiz’in müşriklere yakalanmadan Medine’ye hicret ettiğini öğrendiler. Bu haber onları çok sevindirdi. Mekke’de çileleri henüz bitmemişti. Bundan sonra sekiz-on ay sürecek hasret dönemi başladı. Bu dönemi büyük bir kaygı ile geçiren annelerimiz müşriklerin arasında eşsiz bir sabır gösterdiler. Sonunda Efendimiz (sav) Zeyd b. Harise ve Ebu Rafi’yi ailesini getirmesi için Mekke’ye gönderdi. Artık hasret bitti, vuslat zamanı.  Fâtıma (ra) bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme'ye veda etti. Medine-i Münevvere'de huzurla yaşamağa başladılar. Babacığı Hz. Âişe (ra) annemizle, ablası da Hz. Osman (ra) ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış on dokuz-yirmi yaşlarına girmişti.

O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahipti. Üstün bir zekâsı, halim ve selim bir yapısı vardı. Son derece mütevazıydı. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci tanesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in (sav) bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten Hz. Fatıma’ya, Peygamberimiz’e (sav) hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için ashâbı kiramın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Nebiler Sultanı Efendimiz’in (sav) son çiçeğine tâlib olan ilk sahabe?…

Sevgi, muhabbet, fedakârlık bu olsa gerek. Seviyoruz derken şöyle bir duralım, “Acaba biz seviyor muyuz?” Ebu Cehiller hala var ise neden Fatıma’lar olmasın. Fatıma (ra) olamayız ama bizler yine de çıtamızı ona koymalıyız, O’nun gibi sevemesek de izini bulup yolundan gitmeliyiz. Rabbim bizlere daha çok sevebilmeyi nasip eylesin, bizleri sevsin, sevdiklerine sevdirsin, inşaallah. Âmin!

Kaynakça:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 1-2. Cilt, Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort