JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 04 Şubat 2014 09:26

HZ. ÜMMÜ SELEME (RA)

Asıl adı Hind olup ilk zevci Abdullah b. Abdül Esed’ten olan oğlu Seleme’ye nisbetle “Ümmü Seleme” künyesini almıştır. Babası Ebu Ümeyye Süheyl b. Muğire’dir. Annesi Atike binti Amir’dir. Ümmü Seleme (ra) ilk kocası ile birlikte Habeşistan’a hicret etmiş olup Zeyneb, Seleme, Ömer ve Dürre adındaki çocukları hep bu diyarda dünyaya gelmiştir. Bir ara Mekkelilerin Müslüman olduklarını işitmişler ve Habeşistan’ı bırakıp Mekke’ye dönmüşlerdi. Duydukları haber maalesef asılsızdı. Bu suretle ikinci hicretleri uzamıştı. Akabe Biatı’ndan bir sene önce Medine’ye hicrete karar veren Ebu Seleme (ra) bir deve hazırladı. Ailesini ve oğlu Seleme’yi alıp yola koyulacağında, Muğire b. Abdullah oğullarından bir takım kimseler Ümmü Seleme’nin (ra) hicretine engel oldular. Ebu Seleme’nin (ra) kendisi Medine’ye gitmiş, fakat oğlu Seleme ve hanımı Ümmü Seleme (ra) geride kalmıştı. Bu duruma kızan Ebu Seleme’nin (ra) akrabaları işe karışıp: “Mademki onlar Ümmü Seleme’yi kocasından ayırdılar biz de Seleme’yi annesinin yanında bırakmayız.” diyerek münakaşa ve gürültüler arasında çocuğu kolundan ve ayağından çeke çeke alıp götürdüler. Muğireoğulları Ümmü Seleme’yi (ra) kendi yanlarında alıkoymuşlardı. Elem ve ızdıraplar arasında kocasından ve çocuğundan ayrı tam bir yıl geçtikten sonra Medine’ye göç etmesine müsaade edildi. Yavrusuyla birlikte Medine’ye gittiler ve artık zevcine kavuşmuştu. Günlük hayatları muhacirliğin zorlukları arasında geçip gidiyordu. Fakat değil mi ki din kardeşleri arasında bulunuyorlardı ve değil mi ki Resûlullah’ın (sav)’in öğütlerini dinleyebiliyorlardı ve bu saadet onların çektikleri sıkıntılara sabır için kâfi gelmekteydi.

Ümmü Seleme (ra) kocası Ebu Seleme (ra)’a bir defa şöyle demişti: “Cennetlik bir kadının, cennete girmesi mukadder olan kocası öldüğünde başka bir kocaya varmazsa, Allah (cc) o kadını kocası ile birlikte cennete koyar. Tıpkı bunun gibi cennetlik bir erkek de cennetlik olması mukadder olan ailesi vefat ettiğinde, başka bir kadınla evlenmezse Allah Teâlâ (cc) her ikisini de cennette bir araya getirir. Ya Ebu Seleme gel seninle bir sözleşme yapalım. Hangimiz önce ölürse arkaya kalan evlenmesin.” dedi. Ebu Seleme (ra); “Sen benim sözümü dinler ve itaat eder misin?” dedi. Ümmü Seleme (ra): “Evet!” cevabını verdi. Ebu Seleme (ra): “Ben öldüğüm zaman sen evlen.” dedi ve arkasından şöyle dua etti; “ Ya Allah! Benden sonra Ümmü Seleme’ye benden daha hayırlı ve onu hor görmeyecek, darıltmayacak bir koca ihsan eyle.” Ümmü Selem (ra) bir şey diyemedi ve söz kapandı.

Ebu Seleme (ra) Uhud Harbi’nde Üsamet’ül-Cüşemi tarafından kolundan yaralanmıştı. Resûl-i Ekrem’in (sav) Hamra’ül-Esed savaşına çıktığını duyunca merkebine binen Ebu Seleme (ra) Peygamberimiz’e (sav) yetişti ve harbe katıldı. Dönüşte evine ayrılan Ebu Seleme (ra) bir ay kadar yarasının tedavisiyle meşgul oldu. Artık bir rahatsızlığı kalmamıştı. İştirak ettiği Katan Seferi dönüşü Ebu Seleme’nin (ra) yarası tekrar deşilmişti. Bir taraftan acı, bir taraftan yaranın vücuda yaptığı tahribat onu takatsiz bırakmıştı. Günler ilerlerken onun da rahatsızlığı artmaktaydı. Ümmü Seleme (ra) eşinin iyileşmesi için elinden geleni yapıyor ve o günün tedavi yollarından çareler arıyordu. Fakat verilen ilaçlar bir fayda vermiyordu. Şifa ilaçta değil Cenabı Hakk’ın (cc) o maddede şifa yaratmasındadır. Allah Teâlâ (cc) şifayı halk etmezse ilaç faydasız kalmaya mahkûmdur. Ebu Seleme (ra) hicretin dördüncü yılı Cemaziyel-Ahir ayının son günlerinde hayata gözlerini kapamıştı. Ebu Seleme (ra) Berre binti Abdulmuttalib’in oğlu olmakla Resûlullah Efendimiz’in (sav) halazadesi ve aynı zamanda sütkardeşidir. Zira Ebu Leheb’in cariyesi Suveybe her ikisine de sütannelik yapmıştı. Ebu Seleme (ra) Ashab-ı Suffe’den olup okuma-yazma biliyordu. O’nun vefat haberini alan Peygamber Efendimiz (sav) evlerine kadar vardı. Ruhunu teslim ederken açık olan gözlerini mübarek elleriyle kapatarak; “Hakikat, ruh kabzolunca göz onun peşinden bakakalır.” buyurmuşlardır. O sırada yas tutan kadınlara “Siz kendinize hayırdan başka dua etmeyiniz. Çünkü melekler ölünün yanında hazır olduklarından söylediklerinize, dualarınıza âmin derler.” buyurarak kendilerini uyardı. Daha sonra mübarek ellerini kaldırarak şöyle dua etti:

“Ya Allah! Ebu Seleme’yi yarlığa, hidayete ermiş kullar arasında derecesini yücelt. Geride kalanlar arasından ona iyi bir halef ihsan et. Bize ve ona mağfiret kıl. Ona, kabri içinde genişlik ver ve orada nurlandır.”

Ümmü Seleme’nin (ra) Resûl-i Ekrem (sav) ile evlenmesi

Ümmü Seleme (ra) demiştir ki; “Ebu Seleme (ra) vefat ettiği gün, ben Peygamber’in (sav) huzuruna vardım. Kendisine hitaben:

“Ya Resûlullah, Ebu Seleme (ra) vefat etti.” dedim. Resûlullah bana;

“Ya Allah, Beni ve onu yarlığa, ona karşılık olarak bana iyi bir bedel ihsan eyle diye dua et” buyurdu. Ben bu duayı aynen söyledim. Allah (cc) da bana ondan hayırlısını, Hz. Muhammed’i (sav) nasip etti.”

Ümmü Seleme (ra) kocasının vefatından sonra, onun hatıraları içinde ve yetim kalan yavruları ile meşgul olarak, dört ay on günlük iddetini tamamladı. Bu süre dolduktan sonra Hz. Ebu Bekir (ra) Ümmü Seleme’ye (ra) dünür gönderdiyse de, o bu teklifi kabul etmedi. Daha sonra Hz. Ömer de (ra) kendisiyle evlenme teklifinde bulundu. Onu da reddetti. İlerleyen günlerde Peygamber Efendimiz (sav) ashabdan Hatib b. Ebi Belta’yı Ümmü Seleme’ye (ra) dünür olarak gönderdi. O, gelen şahsa; “Hoş geldin. Resûlullah ve elçisine merhabalar olsun. Şu ciheti Resûl-i Ekrem’e haber ver: Ben kıskanç bir kadınım, çocuklarım da var. Nikâhımı yapacak velilerimden yanımda hiç kimse yoktur.” diyerek özür dilemişti. Bir müddet sonra Resûl-i Ekrem (sav) Ümmü Seleme’yi (ra) velisi bulunan kardeşinin oğlundan -veya kendi oğlu Ömer’den- istemişti. Velisi, Resûl-i Ekrem’in teklifini Ümmü Seleme’ye (ra)’a açınca:

-Çocuklarımı ileri sürerek menfi cevap ver, dedi. Efendimiz (sav) ertesi gün gidip teklifini tekrarlayınca, Ümmü Seleme (ra) daha evvelki cevabını tekrarladı. Bundan sonra velisine şu hususu tembih etti. “Şayet Resûlullah (sav) bir daha gelecek olursa teklifini kabul et ve nikâhı yap.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bir müddet sonra gelmiş ve kendisiyle görüşmek üzere Ümmü Seleme’den (ra) izin istemişti. Ümmü Seleme (ra) bu sırada deri tabaklamakla meşguldü. Ellerini yıkayıp Efendimiz (sav)’i içeri kabul etti ve içi hurma lifiyle doldurulmuş, yüzü deri bir yastığı Resûl-i Ekrem’in (sav) oturması için ikram etti. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) bu yastığın üzerine oturdu ve bu sırada aralarına bir perde çekilmiş bulunuyordu. Resûl-i Ekrem (sav) kendisiyle evlenmek istediğini Ümmü Seleme’ye (ra) nazikâne bir ifade ile açmıştı. O:

-Ey Allah’ın Resûlü! Benim için sizde rağbet etmeyecek hiçbir şey mevcut değildir. Ancak ben çok kıskanç bir kadınım. Bu sebeple, benden hoşlanmayacağınız bir hareketle karşılaşırsanız da bu yüzden Allah’ın (cc) azabına uğrarım diye korkuyorum. Sonra ben çocuklu ve yaşlıyım.” dedi. Resûlullah (sav):

-Kıskançlıktan söz açtın. Umarım ki Allah Teâlâ (cc), onu senden giderir. Yaşlılıktan laf ettin. Senin başına gelenin tıpkısı (yaşlılık) benim de başımdadır. Çocuklarından bahsettin, senin çocukların benim de çocuklarımdır, buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Seleme (ra) teklifi kabul edip oğluna:

-Ya Ömer, kalk. Beni, Resûl-i Ekrem (sav)’e nikâhla, dedi. Ümmü Seleme (ra) Efendimiz’in (sav) teklif ettiği mihri kabul ederek evlenmişlerdir.

Ümmü Seleme (ra) kendisine tahsis edilen evde, bir el değirmeni, içinde bir miktar arpa bulunan bir toprak çanak, taştan yapılmış bir çömlek ve içinde bir miktar yağ bulunan başka bir çömlek daha vardı. Annemiz şöyle naklediyor:

“Arpayı el değirmeninde öğüttüm. Sonra ondan bulamaç yapıp yağı da üzerine ilave ettim. İşte Resûlullah (sav) ile evlenmemizde halka ikram edebildiğim velime (düğün ziyafeti) bu yemekti.”

Ümmü Seleme (ra) annemizin yazması yoktu. Fakat okumayı bilirdi. Kadın sahabeler arasında fıkhı iyi bilenlerdendi. Resûl-i Ekrem’den (sav) 378 hadis rivayet etmiştir. Hayatı boyunca takva üzere yaşamaya azami gayret gösterdi. Cömertliği ile tanındığı gibi insanları da cömert davranmaya teşvik etmiştir. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatından sonra ise Müslümanların müracaat ettikleri ilim irfan mektebi olarak yaşamıştır. Peygamber Efendimiz’in (sav) hanımları arasında en son vefat edeni olduğu için en uzun süreli hikmet ve ilim meşalesi o olmuştur. Ümmü Seleme (ra) Peygamber Efendimiz’e (sav) olan yakınlığının, gayretlerinin etkisiyle ilmi noktada sahabelerin önde gelenleri arasında yer aldı. Hanım sahabeler arasında Hz. Aişe’den (ra) sonra en çok hadis rivayet eden ikinci hanım sahabe Hz. Ümmü Seleme’dir (ra). Veda Haccı dâhil olmak üzere sürekli Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında bulundu. Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin Fethi ve Taif Kuşatması’nda da Peygamberimiz (sav) ile beraber oldu. Bütün müşkül durumlarında yanında oldu. Büyük sadakati ve yüksek kavrayışı ile yaşadığı olayların sonuçlarındaki hikmetleri sezmeye muktedir oldu. Peygamber Efendimiz (sav) bazı durumlarda onun fikirlerinden istifade etmiş ve İslam’da kadının yerine dair Hz. Ümmü Seleme’ (ra) şahsında müşahhas örnekler getirmiştir. En önemli hadise Hudeybiye Musalahası sırasında vuku bulmuştur. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatına kadar geçen altı yıl boyunca en yakınında bulunma şerefine nail oldu. Birçok mucizeye tanık oldu. Bunlardan biri de  Cebrail Aleyhisselam ile ilgilidir.

Ümmü Seleme (ra) annemiz buyuruyorlar ki: “Resûl-i Ekrem (sav) ile beraber otururken birisi gelmişti. Dihyet’ül-Kelbi’ye çok benzemekteydi. Peygamber Efendimiz’le (sav) konuştuktan sonra gitti. Efendimiz bana: “Bu gelen kimdir?” dedi. Ben de: “Dihye’dir” cevabını verdim. Meğer o Cebrail Aleyhisselam imiş. Allah’ a(cc) andolsun ki Resûlullah (sav) Cebrail’den (as) aldığı vahyi ashaba bildirmek üzere hutbe irad edinceye kadar geleni Dihye zannetmiştim.

Selman-ı Farisî (ra) tarafından naklediliyor:

Ben bir gün Ümmü Seleme’nin (ra) yanına varmıştım. O ağlıyordu. Kendisine sebebini sordum. Şu cevabı verdi: “Rüyamda Resûlullah’i (sav) gördüm. Başında, saç ve sakalında topraklar vardı. Kendisine, “Ey Allah’ın Resûlu size böyle ne oldu? diye sordum. O, “Biraz önce Hüseyin’in şehit edildiğine şahit oldum.” buyurdu. İşte bu gördüğüm rüyadan dolayı ağlıyorum.” dedi.

Ümmü Seleme (ra) validemiz üzerinden bir zaman geçip Hz. Hüseyin’in (ra) şehit olduğu haberini duyunca baygınlık geçirerek, kederli bir halde ve hıçkırıklar içinde ağladı. Hz. Ümmü Seleme (ra) annemiz Hicretin 61. yılında 84 yaşında âlem-i cemale göç etti. Cenazesi Cennetü’l-Baki Kabristanlığı’na defnolundu. Oğlu Ömer ve Seleme (ra) annelerini elleriyle kabre koyup son vazifelerini ifa ettiler.

Cenabı Hak (cc) bu mübarek annemizi bizlere şefaatçi kılsın.

Yararlanılan Kaynaklar:

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt Işık Yayınları, İstanbul, 2008.

Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, İstanbul 2009

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

gökte nikahı kıyılan annemiz hz. hafsa r.a

Gökte Nikahı Kıyılan Annemiz Hz. Hafsa (ra) - Şeb-i vuslat

Kasım 2009

 

Gökte Nikahı Kıyılan Annemiz Hz. Hafsa (ra)

 

Hz. Hafsa (ra) İslamiyet’in adalet anlayışını en canlı bir şekilde yaşayan ve yaşatan Hz. Ömer’in (ra) kızıdır. Annesi ise çok ibadet yapmakla bilinen büyük sahabelerden Osman b. Mazun’un kız kardeşi Zeynep binti Mazun’dur. Hz. Hafsa (ra) annemiz Resûlullah Efendimiz’e (sav) peygamberlik gelmeden beş yıl önce yani Kâbe’nin yapıldığı yıl Mekke’de dünyaya gelmişti. Hz. Hafsa (ra) annemizin anne ve babası şehrin ileri gelenlerinden olduğu için, çok iyi yetişmişti.

Babası Müslüman olduğunda henüz on yaşını geçmişti. Babası ve halasının teşviki ile Müslüman olarak ilk Müslümanlar arasında yerini almıştır.

Hz. Hafsa (ra) ilk olarak Huneys b. Huzafe ile evlendi. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) İslam davetini Daru’l Erkam’da gerçekleştirirken Müslüman olan Huneys b. Huzafe, Kureşliler’in baskısından dolayı Habeşistan’a hicret etmiş, bir süre sonra da geri dönmüştür. Tekrar Habeşistan’a dönmeyip Mekke’de kalan Huneys, burada Hz. Hafsa (ra) annemizle evlendi. Kendilerini zor günlerin beklediğinin farkında olan eşler, Müslümanlar ile birlikte üç yıl boyunca Şib’de aç susuz abluka altında kaldılar, birkaç yıl sonra ise babası, eşi ve akrabalarıyla birlikte Medine’ye hicret ettiler. Burada Medine’nin dış mahallesi sayılan Kuba’da, Rifaa b. Abdulmünzir’in evine misafir oldular. Resûlullah Efendimiz (sav) hicret edince Kuba’dan Medine’ye taşındılar. Huneys b. Huzafe Mekkeliler ile yapılan Bedir Savaşı’nda ağır bir şekilde yaralandı. Her geçen gün ağırlaşan yarası şehit olmasına sebep oldu. Cenaze namazını Resûlullah Efendimiz (sav) kıldırdı. Eşini seven Hz. Hafsa (ra) annemiz eşinin vefatı ile derinden sarsıldı. Sabretmeliydi, zira sabretmek en güzel ahlaktı. Bunun için acısını kalbinde yaşıyor. Ancak bunu fazla başaramıyor, belli ediyordu. Babası Hz. Ömer, (ra) kızının üzüntüsünü bir türlü üzerinden atamadığını gördükçe içi sızlıyordu. Kızı kadar olmasa da damadının şehit olmasına kendisi de çok üzülmüştü. Her fırsatta kızını teselli edip sabretmesini tavsiye ediyordu. Hz. Ömer (ra) baba olarak kızının halinden müteessir olup yeni bir yuva kurmasını arzu etmekteydi. Kızının dört ay on günlük iddeti de dolmuş bulunuyordu. O sırada Resûlullah Efendimiz’in (sav) kızı Hz. Rukiye (ra) annemiz de vefat ederek Müslümanları yasa boğmuştu. Hz. Ömer (ra) bu iki acıyı bir arada yaşıyordu. Hz. Rukiye’nin (ra) vefatı, eşi Hz. Osman’ı (ra) derinden sarsmış ve aradan aylar geçmesine rağmen onu unutamamıştı. Bu durumu gören Hz. Ömer (ra) ikisinin de üzüntüsünü gidermek için kızıyla Hz. Osman’ı (ra) evlendirmek ister. Hz. Ömer, (ra) Hz. Osman’ın (ra) yanına gider ve “İstersen seni kızım Hafsa ile evlendireyim.” der. Ancak Hz. Osman’ı (ra) en az eşinin vefatı kadar üzen bir başka şey daha vardı. Resûlullah Efendimiz (sav) ile olan yakınlığı ve akrabalığının sona ermesi. Hz. Osman (ra), Resûlullah Efendimiz’in (sav) diğer kızıyla evlenerek bu yakınlığını devam ettirmek istiyordu ve ümitliydi. Bunun için Hz. Ömer’in (ra) teklifine; “Bana düşünmem için zaman ver.” dedi. Aradan günler geçmesine rağmen Hz. Osman’dan (ra) bir ses çıkmadı. Hz. Ömer (ra) Hz. Osman’ın (ra) yanına giderek; “Düşünüp karar verdin mi?” diye sordu. Hz. Osman (ra) üzgün bir şekilde, “Şu günlerde evlenmemin doğru olmadığını anladım.” diyerek teklifi kibarca reddeder. Hz. Ömer (ra) biraz kızdıysa da anlayışla karşılar. Daha sonra Hz. Ömer (ra) Hz. Ebubekir’in (ra) yanına gider ve O’na da; “İstersen kızım Hafsa’yı seninle evlendireyim.” der. Hz. Ebubekir (ra) susup bir cevap vermeyince O’na Hz. Osman’a (ra) kızdığından daha fazla kızar. Çünkü Hz. Osman (ra) hiç olmazsa bir cevap vermiş, özür dilemişti. Hz. Ömer (ra) belki biraz düşünmek istiyor diyerek hep bir haber bekledi. Ama bu haber hiçbir zaman gelmedi. Gururunun kırıldığını fark etti. Büyük bir sabır göstererek arkadaşlarına bir şey söylemediği gibi, duygularına da hakim oldu. Kalbinde kırgınlık ve kızgınlığa yer vermedi. Yine de teselliye ihtiyacı vardı. Bir gün Allah Resûlü’ne (sav) giderek yaşadıklarını ve duyduğu üzüntüyü anlattı. Peygamber Efendimiz’in (sav) kendisini teselli edip, kalbindeki hüznü gidereceğini ümit ediyordu. Yanılmamıştı da beklediğinden çok daha fazlasını bulmuştu. Peygamber Efendimiz (sav) “Ben sana Osman’dan daha hayırlı bir damat, Osman’a da senden daha hayırlı bir kayınpeder salık vereyim mi?” diye sordu. Hz. Ömer (ra) “Salık ver, Ya Resûlullah!” deyince, Peygamber Efendimiz (sav) “Sen kızın Hafsa’yı bana nikahlarsın, ben de kızım Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikahlarım. Çünkü Allah (cc) Osman’ı senin kızından daha hayırlısına, senin kızını da Osman’dan daha hayırlısına nikahladı.” buyurdular. Hz. Ömer’in (ra) kalbindeki sevinç kelimelere sığmıyor, Rabbine şükrünü secdeye kapanarak gözyaşları ile ifade etmek istiyordu. Peygamber Efendimiz’in (sav) huzurunda kendisini tutarak hemen eve gidip kızına müjdeyi verdi.

Resûlullah Efendimiz, (sav) Hz. Hafsa (ra) ile evlendikten sonra Hz. Ömer (ra) ile Hz. Ebubekir (ra) arasında şu diyalog geçti:

Hz. Ebubekir; (ra) “Herhalde Hafsa’yı bana teklif ettiğinde kabul etmediğim için bana gönül koydun.”dedi. Hz. Ömer (ra) de; “Allah biliyor ya evet.” diye cevap verdi.

Hz. Ebubekir (ra) “Teklife olumlu cevap vermememin sebebi Allah Resûlü’nün Hafsa ile evlenme isteğini bilmemdi. Allah Resûlü’nün sırrını ifşa etmemek için bunu sana söyleyemedim. Eğer Resûlullah bu evlilikten vazgeçseydi, kızını memnuniyetle kabul ederdim.” buyurdu.

Hz. Ömer; (ra) “İleri sürdüğün sebebi kabul ettim.” buyurdu. Böylece aralarındaki az da olsa kırgınlık bitmiş oldu.

Peygamber Efendimiz, (sav) Hz. Hafsa’nın (ra) nikahında mehir olarak dört yüz dirhem gümüş vermiş, nikah akdi yapılmış ve gerekli hazırlıklar tamamlanarak Hz. Hafsa (ra) babasının evinden alınıp Peygamber Efendimiz’in (sav) tahsis ettiği eve yerleştirilmişti. Hz. Hafsa (ra) annemiz, Peygamber Efendimiz’e (sav) sadakat ve muhabbetle bağlıydı. O’nun huzurunda bulunurken varid olacak hadisi şeriflere dikkat eder, onları ezberlemeye çalışırdı. Hz. Hafsa (ra) annemiz altmış kadar hadis rivayet etmiştir. Bu hadisi şeriflerin birçoğunu Peygamber Efendimiz’den, (sav) bir kısmını da Hz. Ömer’den (ra) nakletmiştir. Hz. Hafsa’nın (ra) evi Hz. Aişe (ra) annemizin evinin yanındaydı, aralarında sadece bir yol vardı. Birbirleriyle evlerinden çıkmadan çok rahat konuşurlardı. Hz. Ömer (ra) kızını gelin olarak uğurladığında ona birçok tavsiyede bulundu. Ancak birinin üzerinde çok durdu. Kızının, Peygamber Efendimiz (sav) ile evlendiğinde yirmi yaşında olması, sosyal konumunun Hz. Aişe’ye (ra) yakın olması vs. göz önünde bulunduran Hz. Ömer, (ra) kızına Hz. Aişe (ra) ile rekabete girmemesini sıkı sıkı tembih etti. Babasının sözünü dikkate alan Hz. Hafsa (ra) vefat edinceye kadar Hz. Aişe (ra) ile sıkı dost oldu. Hz. Aişe (ra) ile rekabet yapmak yerine O’nu kendisine örnek alarak ilme yöneldi. Allah Resûlü’nün (sav) teşviki ile yakından tanıdığı arkadaşı Şifâ binti Abdullah’tan yazı yazmayı öğrendi. Onun bu halleri Peygamber Efendimiz’in (sav) çok hoşuna gitti. Bütün annelerimiz gibi Hz. Hafsa (ra) da Peygamber Efendimiz (sav) ile yakından ilgilenir ve O’nu memnun etmek için büyük çaba gösterirdi. Çoğu zaman günlerce evlerinde yemek pişmediği, pek çok gece aç yattıkları ve mütevazi bir hayat yaşadıkları halde bunları dikkate almadan Allah’ın (cc) ve Peygamber Efendimiz’in (sav) rızasını kazanmaya çalışırlardı. Seferlere Peygamber Efendimiz (sav) ile birlikte giderler, yerleşik hayatta olduğu gibi seferde de O’na hizmet eder, rahat ettirmeye ve gönlünü hoş tutmaya çalışırlardı.

Hz. Ömer (ra) bir gün kızına Peygamber Efendimiz’in (sav) altına serdiği en yumuşak yaygıyı sordu. Hz. Hafsa, (ra) “Hayber savaşında ganimet alınan kumaşlar vardı. Benim yanımda kaldığı geceler bunları Resûlullah’ın altına yayardım. Bir akşam yatacağı zaman rahat etmesi için bu kumaşları katlayarak O’nun altına yaydım. Sabahleyin kalkınca Efendimiz (sav); “Bu gece yatak neydi?” diye sordu, ben de; “Ya Resûlullah! Her gece yattığınız yataktı, sadece biraz daha rahat etmeniz için onları ikiye katladım.” dedim. Efendimiz; (sav) “Onu eski haline getir, bu gece onun rahatlığı beni namazdan alıkoydu.” buyurdu. Hz. Ömer (ra) bu olayı dinlerken gözyaşlarına hakim olamadı.

 Hz. Hafsa (ra) annemiz diğer annelerimizle çok iyi geçinir, ancak yaşının Hz. Aişe (ra) annemize yakın olması nedeniyle onunla daha iyi anlaşırdı. Resûlullah Efendimiz’e (sav) hizmette birbirleriyle yarışa girerlerdi. Peygamber Efendimiz’in (sav) eşleri bazen birbirlerini kıskanırlardı. Peygamber Efendimiz’in (sav) eşleri, çocukları ve hizmetlileri, Âl-i Beyt okulunun en güzide öğrencileri, Rahle-i Saadetleri’nde okuyup, eğitilerek ümmetin yolunu aydınlatan kutup yıldızları olmuşlardı. Bu yıldızlardan birisi de Hz. Hafsa (ra) annemizdir. Hz. Hafsa (ra) öğrendi, öğretti ve ilme vasıta oldu. Allah Resûlü’nün (sav) nebevî terbiyesinden geçerek kemalatın zirvesine çıktı. Âl-i Beyt hanımları, ilme, en fazla hanımlara ait meselelerde katkıda bulundular. Onlar Allah Resûlü’nden (sav) daha rahat bilgi alıyor, O’nun ev içindeki yaşantısına ve ibadetlerine şahit oluyor, gözlemlediklerini ümmete aktarıyorlardı. İyi bir gözlemci olan Hz. Hafsa (ra) annemiz, Peygamber Efendimiz’in (sav) yaşantısını, ailevi ilişkilerini ve ibadetlerini insanlara aktarmıştır.

Hz. Hafsa (ra) annemiz Peygamber Efendimiz (sav) ile ilgili şu bilgileri verir:

• Allah Resûlü (sav) yatağa yattığında sağ elini yanağının altına koyar ve üç kere “Ey Rabbim, insanları dirilttiğinde, kıyamet azabından beni koru.” diye dua ederdi.

• Allah Resûlü (sav) sabah ezanı okunduğunda cemaatle namaz kılmaya gitmeden önce (kıyam, rükûu ve secdesi) uzun olmayan iki rekât namaz kılardı.

• Allah Resûlü (sav) yemek yerken, bir şey içerken, elbise giyerken sağ elini kullanır; (taharet gibi) diğer işlerde sol elini kullanırdı.

• Allah Resûlü (sav) her aydan üç gün oruç tutardı. Bunlar; pazartesi, perşembe ve ertesi haftanın pazartesi günleriydi.

Hz. Hafsa (ra) ilmin anahtarı olan merak ve soru sorma vasfına sahipti. Anlamadığı bir konuyu hemen sorardı. Resûlullah Efendimiz (sav) annelerimize sadece öğretmiyor, sırası geldiğinde onları takvaya yönlendirerek eğitiyordu. Âmâ olan Ümmü Mektum geldiğinde Hz. Hafsa (ra) ve Hz. Aişe’ye (ra) ondan sakınmalarını söyleyen Allah Resûlü’ne (sav) “Fakat o âmâ, bir şey görmüyor.” dediklerinde, Peygamber Efendimiz (sav) “Siz onu görmüyor musunuz?” diyerek onlara takvayı tavsiye buyurdu. Kur’an-ı Kerim’i çok okuyan Hz. Hafsa, (ra) alimler tarafından Kur’an-ı Kerim vecihlerini nakleden sahabeler arasında sayılacak kadar Kur’an-ı Kerim’e vakıftı. Onun Kur’anı Kerim’e olan derin vukufiyetini bilenler onun yanına gider, kıraat ya da Allah Resûlü’nün (sav) Kur’an-ı Kerim’i okuması hakkında sorular sorarlardı. Hz. Hafsa (ra) annemiz Kur’an-ı Kerim’in cem’i ve çoğaltılması gibi büyük bir hizmetin içinde yer aldı.

Kur’an-ı Kerim Resûlullah Efendimiz’in (sav) vefatından hemen sonra Hz. Ebubekir (ra) döneminde, Zeyd b. Sabit gibi bu konuda en yetkili kişiler tarafından toplanarak, bütün sahabelerin kabul ve ittifakıyla kitap haline getirildi. Asıl Ana Kur’an-ı Kerim denilen mushaf, Hz. Ebubekir’de (ra) kalıyordu. O vefat edince Hz. Ömer’de (ra) kalmaya başladı, Hz. Ömer’in (ra) vefatından sonra da Hz. Hafsa (ra) annemize teslim edildi. Hz. Hafsa (ra) uzun süre O’nu saklayarak Allah’ın (cc) kitabının gözetimini yapma şerefine nail oldu. Hz. Osman (ra) çoğaltıp her birini bir İslam merkezine göndermeye karar verince annemizden Kur’an-ı Kerim’i istedi, Kur’an-ı Kerim nüshalarını çoğalttıktan sonra mushafı tekrar annemize teslim etti.

Uzun yıllar Resûlullah Efendimiz (sav) ile olan, Efendimiz (sav) vefat ettikten sonra da Hz. Ömer (ra), Hz. Aişe (ra), Hz. Ümmü Seleme (ra), Abdullah b. Ömer gibi ilim otoritelerinin yanında yer alan Hz. Hafsa (ra) annemiz, fıkıh konusunda derin bilgiye sahipti. Bunu bilen Hz. Ömer (ra) ondan fetva sorardı.

Hz. Hafsa, (ra) Cebrail (as) tarafından “Çokça oruç tutan, çokça namaz kılan ve seninle cennette nikâhlanan hanımdır.” şeklinde övgü dolu ifadelerle cennetle müjdelenmiştir. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatından sonra otuz beş yıl yaşayan Hz. Hafsa (ra) annemiz, hicretin kırk beşinci yıllarında, altmış yaşlarındayken Medine’de vefat etti. Cenaze namazını Medine valisi Mervan b. Hakim kıldırdı. Cenaze ile birlikte Cennetül Baki Kabristanlığı’na giden vali, Hz. Hafsa (ra) annemiz defnedilinceye kadar oradan ayrılmadı.

Cenabı Hak bu muhterem annemizi bizlere şefaatçi kılsın.

Allah’a (cc) emanet olun, dua ile…

 

Yararlanılan Kaynaklar:
Hilal Kara-Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen
Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007.
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım
Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul,
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt Işık Yayınları,
İstanbul, 2008.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Çirkin iftira,


Hicretin beşinci yılında gerçekleşen Mustalıkoğulları Seferi’nden dönerken, Hz. Aişe (r.a.) annemiz ile ilgili elim bir hadise yaşandı. Sefere katılan İslâm Ordusu konak yerinden ayrılmak üzereyken tuvalete giden annemiz devesinin yanına geldiğinde gerdanlığını düşürdüğünü fark etti. Hemen geri dönüp aramaya başladı. Heyecan ve telaştan aradan geçen zamanın farkına varamadı. Geri döndüğünde kervan çoktan gitmişti, çaresizdi. Allah (C.C.)’a tevekkül ederek beklemeye başladı. Bir süre sonra ordunun ardından unutulan eşyaları toplamakla görevli Saffa b. Muattal geldi. Annemizi orada görünce devesini çöktürdü, büyük bir edep ve itina ile devesine bindirip tek bir kelime bile konuşmadan devesinin yularını tutarak gece boyunca yol alıp annemizi orduya yetiştirdi. Seferde çıkarttığı fitne sebebi ile Müslümanların tepkisiyle karşılaşan münafıkların reisi Abdullah b. Ubey, annemizin Saffa b. Muattal tarafından tek olarak getirildiğini gördü. Bu görüntünün büyük bir fırsat olduğunu düşünerek sinsi ve bir o kadar da çirkin bir iftira attı ve büyüttükçe büyüttü. Hz. Aişe (r.a.) annemizin masum olduğunu bildiren ayetler nazil oluncaya kadar bir ay boyunca bütün Müslümanların gündeminde dedikodu, iftira, namus, zina, nifak, fitne… vardı. Müslümanlar tarih boyunca insanlığı fert ya da toplum olarak derinden sarsan bu kelimeleri ve anlamlarını en yoğun bir şekilde yaşayarak öğrendiler. Allah (C.C.)’nun inzal buyurduğu ayetlerle annemizin masumiyeti en açık bir şekilde bildirildi, “Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşlık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse içinde büyük bir azap vardır.” (Nur Suresi 24/11-20)

Allah Resulü (a.s.m.) veda haccına giderken bütün hanımlarını yanında götürdü. Burada her birinin Efendimiz (a.s.m.) ile çok özel anıları oldu. Hz. Aişe (r.a.) annemiz yaşadığı bu anılarından birini şöyle anlatır, “Veda haccında Allah Resulü (a.s.m.)’ın ihramına kendi ellerimle koku sürdüm, Allah Resulü (a.s.m.) ile birlikte ihrama girerek koku süründüm. Kaha mevkiine gelince kokunun sarısı yüzüme aktı. Beni bu halde gören Allah Resulü (a.s.m.), “şimdi rengin ne kadar güzel oldu Ey Şükeyra (kumralcık)” buyurarak latifede bulundu. Hz. Aişe (r.a.) Allah Resulü (a.s.m.)’ın vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında hep yanında bulunarak acısını paylaştı. Allah Resulü (a.s.m.)’ın vefat ettiği gün Hz. Aişe (r.a.) annemizin yanında altı-yedi dinar vardı, bunları Efendimiz (a.s.m.) dağıtmasını istemişti. Ancak annemiz Efendimiz (a.s.m.) ile ilgilenirken dağıtmayı unutmuştu. Bunu fark eden Efendimiz (a.s.m.) dinarları ensarın fakir ailelerine dağıtılmasını hatırlattı, dinarlar fakirlere dağıtılınca “şimdi rahatladım” buyurdular. Efendimiz (a.s.m.) diğer hanımlarından izin alarak Hz. Aişe (r.a.) annemizin odasına çekildi. Hz. Aişe (r.a.) annemiz olanları şöyle anlatıyor; “Allah Resulü (a.s.m.) mübarek başını göğsüme dayamış yatıyordu. O arada Abdurrahman içeri girdi. Elinde misvak vardı. Allah Resulü (a.s.m.)’ın Abdurrahman’ın elindeki misvaka baktığını görünce Efendimiz (a.s.m.)’ın misvakı sevdiğini hatırladım ve “onu senin için alayım mı?” diye sordum. Başıyla evet diye işaret etti. Abdurrahman’dan misvakı aldım ve Allah’ın Resulü (a.s.m.)’a verdim. Misvak sert gelince “yumuşatayım mı? diye sordum, yine başıyla evet dedi. Misvakı yumuşatıp Efendimiz (a.s.m.)’a verdim. Efendimiz (a.s.m.)’ın yanında bir su kabı vardı,  mübarek ellerini suya koyuyor, ıslanan ellerini mübarek yüzüne sürüyor, bir taraftan da ”Lâilahe illallah! Allah’ım sekarat-ı mevtten sana sığınırım! Allah’ım beni affet, bana rahmet et, beni Refik-ı Âlâ’ya yücelt!” diye dua ediyordu. Sonra elini kaldırıp, gözünü semaya dikerek “Refîk-ı Âlâ, Refîk-ı Âlâ, Refîk-ı Âlâ” diyerek ruhunu teslim etti. Allah Resulü’nün ruhu teslim olunca eli yanına düştü. Başı annemizin göğsünde iken vefat eden Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)  Hz. Aişe (r.a.)  annemizin odasına defnedildi.

Saadet asrının tamamına şahitlik eden Hz. Aişe (r.a.) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) vefat ettiğinde çok genç olmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın sünnetini en iyi bilen, anlayan ve muhafaza edenlerin başında gelir. Küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerim ayetlerini ezberlemeye başlamış olan Hz. Aişe (r.a.), Peygamberimiz Efendimiz (a.s.m.)’ın ilminden şevkle yararlanmış, ayetlerin nüzul sebeplerini ve işaret ettiklerini en doğru şekilde kavramaya gayret göstermiştir. İslami kaynaklarda belirtildiği üzere feraize (Allah’ın (c.c.) kesin emirlerine, farzlara) dair meselelerde Hz. Aişe (r.a.)’a danışmışlardır. Tabiin devrinde yani sahabelerle görüşmüş ve onlardan ders almış olan Salih Müslümanların devrinde birçok hukukçu yüksek seviyedeki hukuk bilgisinden faydalanmak üzere Hz. Aişe (r.a.) Validemizle ilmi istişarelerde bulunmuştur. Ashab-ı Kiram şüpheye düştükleri herhangi bir konuda mutlaka Hz. Aişe (r.a.)’a sorarlar ve onun hakkında Hz. Aişe (r.a.)’ın yanında bir ilim olduğunu görürler. (Hz. Ebu Musa’dan) Hz. Aişe (r.a.) insanların en alimesidir. Sahabelerin büyükleri O’ndan sual sorarlardı.(Kabisa’dan)

Hiçbir kimseyi görmedim ki Hz. Aişe (r.a.)’dan daha fazla Allah Resulü (a.s.m.)’ın sünnetini bilsin. Muhtaç olunan her hususta O’ndan daha fakih olsun, hangi ayetin hangi konuda indiğini ve farzları O’ndan daha iyi bilsin. (Hz. Ebu Seleme’den). Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın hanımı olmasının yanı sıra O’nun değerli öğrencisi de olan Hz. Aişe (r.a.)’ın ilmi sahada çok ayrı bir yeri vardır. Fıkıh ilminde pek çok âlimin hatasını düzeltmiş birçok hadisin de mükemmel bir şekilde izahlarını yapmıştır. Hz. Ömer (r.a.) kadınlarla ilgili fıkıh meselelerinde daima Hz. Aişe (r.a.)’ın görüşünü almıştır. Hayatının bütün aşamaları Müslümanlar için örnek olan Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın özellikle aile hayatının iyi biliniyor oluşunu Hz. Aişe (r.a.) annemize borçluyuz. O, Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’dan en çok hadis rivayet eden sahabeler arasında yer almaktadır. Diğer Müslümanların görmediği, bilmediği pek çok husus Hz. Aişe (r.a.) annemizin rivayetleri sayesinde bilinmektedir. İdeal bir aile reisi olarak Peygamber Efendimiz (a.s.m.) eşlerine, çocuklarına davranışlarını Hz. Aişe (r.a.) annemizden öğrenmekteyiz.

Arapçayı çok güzel kullanan Hz. Aişe (r.a.) annemiz, açık ve yalın anlatım tarzı ve hitap ettiği kişiye en uygun tebliğ yapması sayesinde konuştuğu kişiler üzerinde etkili olmuş bir hatiptir. Halka hitaben yaptığı konuşmalar ve bazı mektupları edebi kabiliyetini de gösteren örneklerdir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) emrolunduğu her buyruğu hemen hayatına aksettiriyordu. Hz. Aişe (r.a.) annemiz, O’nun bu özelliğini şu güzel benzetmeyle anlatmıştır: “Peygamber (a.s.m.) yaşayan Kur’an’dı”. Bu tek cümle Hz. Aişe (r.a.) annemizin geniş manaları az kelime ile ifade etme yeteneğine en güzel örnektir ki bu, asırlardır ümmetin dilinde dolaşmaktadır.

Hz. Aişe bir vesile ile bizzat kendisini şöyle anlatır, “bana dokuz şey verildi. Bunlar Meryem b. İmran’dan başka henüz hiçbir hanıma verilmedi. Bütün bunlara rağmen arkadaşlarıma karşı da övünmem. Bu dokuz şey şunlardır;

- Cebrail (a.s.) benim suretimde inerek Allah Resulü (a.s.m.)’a benimle evlenmesini söyledi.

- Allah Resulü (a.s.m.) bakire olarak yalnızca benimle evlendi,

- Allah Resulü (a.s.m.) vefat ederken başı benim kucağımdaydı,

- Benim evime defnedildi,

- Benim evimdeyken o’na melek gelirdi, vahiy indiğinde örtüsüne bürünen Allah Resulü (a.s.m.)’ı seyrederdim,

- Ben halife ve sıddıkın kızıyım,

- Problemimin çözümü için vahiy indi,

- Tertemiz birinin yanında tertemiz olarak yaratıldım,

- Bana affedileceğim ve bol rızık vaat edildi,

 

Dirayet ve zarafet timsali Hz. Aişe (r.a.) annemiz hakkında İmam Zühri; “bütün kadınlarla müminlerin anneleri olan Peygamber (a.s.m.) zevcelerinin bilgileri bir araya toplansa Hz. Aişe (r.a.)’ın bilgisi onlardan daha üstün ve geniş gelirdi,” der. Hz. Aişe (r.a.)’ın ablası Esma binti Ebu Bekir, Zübeyir b.Avvam ile evlenmiş ve Urve adında bir oğulları dünyaya gelmişti. Urve b. Zübeyir teyzesini ziyadesiyle severdi. Teyzesinin şaşılacak derecedeki bilgisi ve hemen her konudaki engin görüşü Urve b. Zübeyir’i hayrete düşürürdü. Bu ilim karşısında her gün yeni hayretlere düşen Urve bir gün dayanamayıp sordu “teyzeciğim ben senin fıkıhtaki bilgine şaşmam, Çünkü Resulü Ekrem (a.s.m.)’ın zevcesi Ebu Bekir’in kızıdır derim. Ben senin şiirdeki ve Arap tarihindeki bilgine de şaşırmam çünkü halkın bu konularda en bilgilisi olan Ebu Bekir’in kızıdır derim. Bunların hepsini anlıyorum da ben senin tıptaki bilgine şaşıyorum. Bu bilgiyi sana verebilecek kimseyi de tanımıyorum. Tıp bilgisini nasıl elde ettin?” Hz. Aişe (r.a.) yeğeninin hayretle açılan gözlerine gülümseyerek şu cevabı verdi. “ey kardeşimin oğlu Urvecik Allah Resulü (a.s.m.) ömürlerinin sonlarında sık sık hastalanır, kendisine Arap heyetleri gelir dururdu. Her biri bir şey tarif ederdi. Bende o tariflere göre otlardan ilaç yapardım da Varlığın Nuru iyileşirlerdi. Böylece onlardan aldığım her tarifi öğrendim ve bu ilme vasıl oldum.”

Hz. Aişe (r.a.) validemizin evi büyük küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini dinlediği bir ilim merkezi olmuştur. Orada uzun konuşmalar yapar ve dersler verir kendisine emanet edilen ilmi mümkün olduğunca halkın istifadesine sunardı. Bir soru üzerine şöyle buyurmuştur; ”Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın vefatından sonra bu ümmette meydana çıkan ilk bela, tokluktur. Doyunca insanların bedenleri şişmanladı, kalpleri zayıfladı, dünya hırsları kabardı.”

Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın vefatından sonra eşlerinin hallerinde değişme olmamıştır. Nasıl Peygamberimiz (a.s.m)ın zamanında ocakları bir gün yanar bir gün yanmaz, eve gelen tutulmaz hemen dağıtılırsa vefatından sonrada bu böyle devam etti.

Hz. Aişe (r.a.) sırtındaki elbiseyi yamamadan altını üstüne, üstünü altına getirmeden, onu eski sayıp çıkarmazdı. Bir gün Muaviye’nin yanından ona seksen bin dirhem geldi. Akşama kadar bir tek dirhem bile bırakmadan Allah (c.c.) yolunda hepsini fakirlere dağıttı. Cariyesi ona “niçin bize bir dirhemle biraz et almadın?” deyince “Eğer bana hatırlatsaydın bırakırdım” dedi. Dikkat edilirse  kendi açlığı ve ihtiyacını söz konusu bile değil, mesele yardımcısının açlığı ve ihtiyacıdır.

Kuseyir b.Ubeyd’den; müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.)’ın hücresine gittim, bana “şu elbisenin yırtığını dikeyim de konuşuruz” dedi. “Ey müminlerin annesi! Halka senin bu yaptığını söylesem senin cimri olduğuna kanaat getirirler” dedim. Hz. Aişe (r.a.)’da “aklını kullan eskisi olmayan bir kimse için yeni yoktur” dedi.

Hz. Aişe (r.a.)’dan; “bir elbise giymiştim, elbise çok hoşuma gittiği için ikide bir eteğime bakıyordum. O sırada babam -Ey Aişe bilmez misin Allah (c.c.) şu anda sana bakmaz””, dedi. “Niçin” diye sordum, “sen bilmez misin kul dünya süsüyle gururlanırsa Rabbi ona buğzeder, ta ki o süs kendisinden ayrılıncaya kadar” dedi. “Bunun üzerine onu sırtımdan çıkardım ve sadaka verdim”. Babam “umulur ki sadaka vermen senin günahına keffaret olur” dedi.

Hz. Aişe (r.a.)’ın hayatının son dönemlerindeki en önemli olay cemel vakasıdır. Hz. Osman’ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehit edilmesinden sonra halife olan Hz. Ali (r.a.) katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını arttırarak fenalıklarına devam ettiler. Durum böyle endişe verici bir hal alınca ashab-ı kiram’ın büyüklerinden Talha b. Ubeydullah, Zübeyir b. Avvam gibi bir kısım sahabe Mekke’ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Aişe (r.a.)’ı ziyaret ettiler ve “Ey mü’minlerin annesi, içinde bulunduğumuz durumu biliyorsun. Şu halde karışıklık devam edeceğe benziyor olaylara el koymamızın hepimizin hayrına olacağını düşünüyoruz” dediler.

Hz. Aişe (r.a.) olgunluk çağındaydı ve O da temkinli olunması gerektiğini düşünüyordu. “acele etmeyin, sabırlı davranın. Askerlerinizi alıp tenha bir bölgeye çekilerek gerektiğinde Hz. Ali (r.a.)’a yardıma koşmak üzere tetikte bekleyin” diyerek fikrini bildirdi.

Talha b. Ubeydullah, “tamam dediğini yapacağız” dedi. Bu durumda Basra’ya gitmek uygun olacaktır. Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen Müslümanların annesi ve Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar.” Hz. Aişe (r.a.) “bunu Müslümanların rahat etmesi, ümmetin birliğinin bozulmaması ve ashab-ı kiramın korunması için yapacağım” diyerek kararlara uydu.

Hz. Ali (r.a.) durumu haber almıştı. Ama bambaşka bir şekilde… Bu gidişi asiler, Hz. Ali (r.a.)’a başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali (r.a.)’ı da zorlayarak O’nun Basra’ya gitmesini sağladılar. Niyetleri sahabeyi birbirine kırdırmak bundan da kendilerince kâr elde etmekti. Hz. Ali (r.a.), Basra’ya gelince bir mektup yazdı, cevabı da gecikmeden geldi. Mektup şöyleydi, “Ey Mü’minlerin annesi, değerli validemiz, hac farizasını bırakıp buraya kadar yorulduğunu öğrendim. Bunun sebebi nedir?” El cevap, “Ya Ali, seni buraya getiren şeyin aynısı, niyetim fitneyi önlemek ve sulhu sağlamaktan başka bir şey değildir. Halifeliğinin sulh içinde geçmesini dilerdim. Öncelikle katillerin yakalanmasını hem ben isterim hem de benimle birlikte bulunan Zübeyir ve Talha gibi büyükler ister.”

Bu görüşü Hz. Ali (r.a.) da uygun bularak sevindi, zaten O da iki grubun arasını bulmak için elçiler salmıştı. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar. Bu barışın haberini ve memnunluğunu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için türlü düzenler kurdular. Hz. Ali (r.a.)’ın ordusunun ön saflarında bulunan İbni Sebe ve arkadaşları Hz. Aişe (r.a.)’ın ordusuna sabaha karşı saldırdı. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen Müslümanlar harp etmeye başladılar. Her iki taraf da birbirini suçluyordu. Hz. Aişe (r.a.) devesine binerek çarpışmaların başladığı yere gelmişti. Hz. Ali (r.a.) kendi tarafını savaşmaktan alıkoymaya çalışıyor, Hz. Aişe (r.a.) da kendi taraftarlarını teskin etmeye çalışıyordu. Ancak çatışmaya tutuşmuş Müslümanları durdurmak mümkün değildi. Çok kişi canından oldu, aralarında Talha b. Ubeydullah da vardı. Bunca kanın dökülmesine sebep olan münafıkların hedefi Hz. Aişe (r.a.) idi. Müslümanlar, mü’minlerin annesini korumak için O’nun etrafını çevirmişlerdi. Hz. Aişe (r.a.) devesini koruyanlardan birisi yere düştükçe bir başkası onun yerini alıyordu. Hz. Aişe (r.a.)’ın önünde şehit düşenlerin sayısı yetmişe varmıştı. Saldırının şiddetinden devesi yıkılmış o da yere düşmüştü. Bu çarpışma anında bile Hz. Ali (r.a.) yanına gelerek halini sormuş ve çatışma bittikten sonra O’nu kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir ile Medine’ye göndermişti. Hz. Aişe (r.a.) Basra’dan ayrılırken kendisi ile Hz. Ali (r.a.) arasındaki mücadelenin yanlış anlaşılmadan ileri geldiğini söyledi. Hz. Ali (r.a.) da Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev olduğunu belirtti. Hz. Aişe (r.a.) hicretin otuz altıncı yılı Recep ayında Medine’ye doğru hareket etti. İşte bu iki Müslüman grup arasında meydana çıkan çatışmaya Hz. Aişe (r.a.)’ın devesi etrafında şiddetli vuruşmalar olmasından dolayı Cemel Vakası denir. Hz. Aişe (r.a.)’ın bu denli büyük bir orduyu komuta etmesi ve ashabın cennetle müjdelenmiş seçkinlerinin kendisine tabi olması da dikkatten kaçmamalıdır. Hz. Aişe (r.a.) cemel vakasından dolayı Hz. Ali (r.a.)’ı sevmez diyenler de olmuştur. Nasıl böyle bir şey düşünülebilinir ki? “Ali’yi sevmek imandandır” hadisi şerifini Hz. Aişe (r.a.) annemiz nakletmişlerdir.

Resulullah’tan sonra uzun yıllar yaşayan Hz. Aişe (r.a.) annemiz hicretin elli sekizinci yılında Ramazan ayının on yedinci günü, altmışaltı yaşında vefat etti. Vitir namazı kılındıktan sonra geceleyin Cennet’ül Baki Kabristanlığına defnedildi. O gece hanımlarda cenazeye katılmıştı, gece olmasına rağmen çok kalabalıktı. Hurma dallarına bağlanan bezler yağlanıp yakılarak yollar aydınlatılmıştır. Medine valisi Mervan umre için Mekke’de bulunduğundan Hz. Aişe (r.a.) validemizin cenaze namazını Ebu Hureyre kıldırmıştır.

Rabbim annemizden ebediyen razı olsun, şefaatine nail eylesin,

Allah (c.c.) yar ve yardımcımız olsun…

Yararlanılan Kaynaklar
Kandehlevi, M. Yusuf. Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları, İstanbul,
Kara, Hilal, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007.
Özcan, Serpil. Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, İstanbul 2009.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Sevde binti Zem'a, (ra) Peygamber Efendimiz’in (sav) ikinci eşi, Hz. Hatice annemizin vefatından sonraki ilk ailesi, inancı uğrunda Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlardan, bir muhacirin dul hanımlığından Peygamber Efendimiz’e (asm) eş olma bahtiyarlığına eren, imanda sadakat timsali, cömert bir hanımefendi. Yaşlı, dul fakat sevgi dolu bir gönle sahip, Efendimiz’e (asm) zevce olma şerefinin idrakinde samimi bir iman eri, müminlerin annesi.

Hz. Sevde annemiz ilk evliliğini amcasının oğlu Sekran İbni Âmir ile yaptı. İslâm'ın geldiği yıllardı, kocası ile birlikte Müslüman oldu. Bu bahtiyar karı-koca putları bırakıp yüce Allah’a (cc) ve Rasûlü’ne (asm) iman edip O’na tâbi olunca, müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kaldılar. Yakın dost ve akrabaları da müşriklerle beraber oldu. Onlara eza, cefa verdiler. Bu zulüm dayanılmaz hal alıp Habeşistan'a hicret izni verilince, Hz. Sevde de (ra)  kocası Sekran ile birlikte karar verip Habeşistan'a  hicret eden ikinci kafileye dâhil oldular. Allah (cc)    yolunda mallarını, mülklerini, akrabalarını terk ederek hicret ettiler. İnançlarını orada yaşama imkânı buldular. Hicretten çok kısa bir zaman sonra kocası Sekran İbni Amir'in rahatsızlığı sebebiyle Mekke'ye döndüler. Mekke’ye döndükten kısa bir süre sonra Sekran İbni Amr vefat etti. Hz. Sevde (ra) beş küçük çocuğuyla dul kaldı. O, bütün eziyet ve sıkıntılara rağmen dininden taviz vermedi, imanda ihlâs üzere devam etti ve dünyası için dinini değiştirmedi. Büyük fedakârlıklar yaparak hayatını kazanmağa çalıştı.

Peygamber Efendimiz, (asm) Hz. Hatice annemizin vefatından sonra O’nun tatlı hatıralarını yâd ediyordu. Çocuklarına annelerinin eksikliğini hissettirmek istemiyor, onların yalnızlığını giderip üzüntülerini unutturabilmek için çalışıyordu. Evin idaresi Efendimiz’in (asm) üzerine kalmıştı. Bütün ashâb-ı kiram, Efendimiz’in (asm) nur cemaline baktıkça üzülüyor, hüzünlü halini yüzünden okuyor ve hüznünü paylaşmak istiyorlardı. Efendimiz’in (asm) bir an evvel evlenerek yalnızlıktan kurtulmasını ve o sıcak yuvanın hizmetlerinin aksamamasını gönülden arzu ediyorlardı. Fakat kimse bu konuyu açmağa cesaret edemiyordu. O günlerde Osman İbni Maz'ûn'un hanımı Havle (ra) hâne-i saadete geldi ve içeri girince Efendimiz’e (asm) “Ya Rasûlallah, yanınıza girince Hz. Hatice'nin eksikliğini hissettim.” dedi. Efendimiz de (asm); “Evet, O, çocukların annesi, evin de görüp gözeticisiydi.” buyurdu. Bu sıcak ve samimi cevabı alan Havle, (ra) zemini müsait gördü ve Efendimiz’e (asm); “Peki niye evlenmiyorsunuz Ya Rasûlallah?” diye sordu. Efendimiz de (asm); "Hatice'den sonra kiminle?" dedi. Havle; “Kız istersen kızla, dul istersen dulla." diye cevap verince Efendimiz (asm); “Kimdir onlar?” dedi. Havle; “Allah'ın kullarından sana iman edenlerin ilki Hz. Ebu Bekir'in kızı Âişe; diğeri de sana iman etmiş ve söylediklerine tâbi olmuş dul muhacir Sevde binti Zem'a'dır” dedi. Bu cevaptan Efendimiz (asm) memnun oldu ve Havle'ye; “Git, benim için onlarla konuş.” buyurdu. Havle, (ra) sevincinden adeta uçuyordu. Bu şerefli hizmeti yerine getirmek üzere derhal oradan ayrıldı. Doğruca Zem'a İbni Kays İbni Abdişems'in evine gitti. Sevincinden gözleri parıldayan Havle, (ra) Sevde'nin (ra) yanına gitti ve “Ey Sevde! Allah Teâlâ’nın (cc) seni ne gibi bir hayır ve berekete eriştirdiğini biliyor musun?” dedi. Sevde (ra) merakla “Nedir o?” diye sordu. Havle, “Peygamber Efendimiz (asm) beni sana dünür olarak gönderdi.” diye cevap verdi. Sevde (ra) bu habere çok sevindi. Böyle bir teklifi bekliyor gibiydi. Zira kocası Sekran'ın vefatından önce birkaç defa bu haberle ilgili rüyalar görmüştü. Hatta son rüyasında gökyüzündeki ay süzülüp kendi üzerine inmiş ve başının etrafında dönmüştü. Rüyasını kocası Sekran'a anlatınca O; “Sen gerçekten böyle bir rüya gördüysen, bu benim öleceğime, senin de Peygamberimiz (asm) ile evleneceğine işarettir." diye yorumlamıştı. Sevde’nin (ra) hatırına hemen bu rüya geldi. Bu şerefe erebilmek herkese nasip olmazdı. Havle’ye (ra) teklifi babasına götürmesini söyledi ve o da hemen kalktı ve Zem'a İbni Kays'ın yanına gitti. Oldukça yaşlanmış bulunan babasına durumu anlattı ve teklifi arz etti. Babası henüz Müslüman olmamıştı. Buna rağmen iki Cihan Güneşi Efendimiz’in (asm) kızına talip olması onun için kaçırılmaz bir fırsattı. Zira kendisi yaşlıydı ve ölümünden sonra kızının daha zor şartlarda kalabileceğini düşünüyordu. Üstelik bu teklifi büyük bir şeref bildi, tereddütsüz kabul etti ve Efendimiz (asm) hakkında; “Çok şerefli bir eş doğrusu.” dedi. Sevde (ra) çok sevinçliydi ancak Rasûlullah’a (asm) lâyıkıyla hizmet edebilir miyim diye gönlüne takılan bir soru vardı. Bu sebepten Havle’ye (ra) hemen cevap veremedi. Zira beş yetim çocuğu vardı. Onların Resûl-i Ekrem Efendimiz’i (asm) rahatsız etmesinden endişe ediyordu. Rahmet Peygamberi Efendimiz (asm) cevap gecikince kendisi Sevde’nin (ra) yanına gitti, karşılıklı görüşüldü ve durum anlaşıldı. Efendimiz (asm) onun edebinden, sevgisinden ve çocuklarına layıkıyla bakamamaktan çekindiğini öğrenince ona nazik bir şekilde; “Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Kadınların hayırlısı küçük çocukları sebebiyle zorluklarla karşılaşandır. Seni bana nikâhlaması için akrabalarından birisini vazifelendir.” buyurdu. İki sevgili arasında ne güzel hassasiyet, ne güzel bir incelik, birbirlerinin haklarını korumada ne güzel bir örnek davranış... hanım, efendisinin hizmetini ve rahatını düşünecek, efendisi de ailesine sevgi dolu, şefkatli ve merhametli olacak. Sıcak yuva böyle kurulacak, huzur, saadet ve mutlu bir hayat böyle sağlanacak.

Hz. Sevde (ra) evlilikle ilgili olarak kayınbiraderi Hatib İbni Amr'ı görevlendirdi. O da dört yüz dirhem mihir karşılığında Hz. Sevde’yi, Efendimiz’e (asm) nikâhladı. Bu nikâh Peygamberliğin onuncu yılı, hicretten üç yıl önce Ramazan ayında Mekke'de gerçekleşti. O sırada Sevde annemizin yaşı ellinin üzerindeydi. Bu evliliğe o dönemde henüz Müslüman olmamış olan kardeşi Abd İbni Zem'a karşı çıktı. Nikâh esnasında cahiliye dönemi üzere hac ederken haccını yarıda kesti ve saçını başını yolarak bu evliliğe razı olmadığını gösterdi. Daha sonra İslâm’la şereflendi.  Cahiliye döneminde yaptıklarına pişman oldu. Hep o devirleri hatırladığında kendinden utanırdı. Nedametini şu sözlerle dile getirirdi; “Sevde binti Zem'a’nın Peygamber Efendimiz (asm) ile evlendiğini işitince saçlarımı yolduğum, başıma ve yüzüme topraklar serptiğim zaman ki kadar gülünç duruma düştüğümü hatırlamıyorum.” derdi.

Hz. Sevde (ra) validemiz bir iman fedaisiydi. Allah'a ve Rasûlü’ne (asm) tam teslim olmuş sâdık bir mümindi. Bütün inananlar gibi o da çok sıkıntılar çekti. O’nun inancını yaşama, imanını koruma konusundaki gayreti, direnişi, sebatı ve sadakati Efendimiz’e (asm) çok tesir etmişti. Tatlı dilli, güler yüzlü, imanından zerre kadar taviz vermeyen örnek bir hanımefendiydi. Kâinatın Serveri’ne (asm) eş olmak O’nun için ne büyük saadetti. Sevde annemiz bu saadet ve mutluluğu hayatının en büyük sermayesi bildi. Çektiği çileler, sıkıntılar, kederler bu evlilikle sona erdi.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm) bütün evliliklerini Allah Teâlâ'nın (cc) emriyle yaptı. Hz. Âişe annemizle nikâhlandıktan sonra Sevde annemizle evlendi. Hz. Âişe küçüktü, evlenecek yaşta değildi, sadece nişanlandı. O’ndan önce Sevde annemizle evlendi. Efendimiz (asm), “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrail Aleyhisselâm'ın Allah Teâlâ'dan (cc) getirdiği izin ile olmuştur.” diye buyurmuşlardır.  Bu evlilikten kısa bir zaman sonra hicret izni verildi. Efendimiz (asm) Medine'ye hicret etti. Sevde annemiz Mekke'de kaldı. Efendimiz (asm) Medine'ye yerleşince Zeyd İbni Harise ile Ebû Rafî'i Mekke'ye gönderdi. Sevde annemizi ve kızları Ümmü Gülsüm ile Fâtıma'yı getirmelerini buyurdu. Hz. Ebu Bekir de (ra) oğlu Abdullah’a mektup yazdı. Abdullah İbni Ureykıt'ı (ra) üç deve ile aynı kafileye katarak birlikte gönderdi. Aile efradını ve Hz. Âişe'yi getirmesini istedi. Zeyd (ra) kendi hanımı Ümmü Eymen'i de bu vesile ile getirecekti. Birlikte Mekke'ye vardılar ve ailelerini alarak beraberce Medine'ye döndüler.

Hz. Sevde annemiz için mescidin yanında bir oda yapılmıştı. Annemiz oraya yerleştirildi. Bundan sonraki ömrünü Efendimiz’e (asm) ve çocuklarına hizmetle geçirdi.  O, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (asm) hâne-i saadetlerinde hizmetin en güzelini yapmaya gayret etti. Çok saf bir yüreğe sahipti. Hz. Hatice annemizin küçük ciğerpare çocuklarına öz anaları gibi baktı. Hiç bir hizmeti onlardan esirgemedi. Fâtıma ve Ümmü Gülsüm'e son derece nâzik davrandı. Onun bu samimi ve sevgi dolu gayretleri Efendimiz’in (asm) kalbine mutluluk veriyordu. O, Efendisini sevindirecek hiçbir hizmetten, fedakârlıktan geri kalmıyordu. Kendisinden sonra  ikinci hanım olarak Efendimiz’in (asm) evine gelen Hz. Âişe (ra) annemize dahi hizmet etti. Hareketlerini, davranışlarını genç gelinin hoşnut olacağı şekilde ayarlamağa çalıştı. Sevgi dolu bir gönülle, şefkat ve merhametle ona yaklaştı. Her şeyi onun gençliğine bağışladı. Sevde annemiz için Efendimiz’in (asm) evinde olmak, O’nun nikâhında bulunmak en büyük bahtiyarlıktı. Bu nimet ona yetiyordu. Başka bir beklentisi yoktu. Yaşlıydı, iri cüsseliydi, latifeyi severdi. Bir gün Efendimiz’e; (asm) “Ya Rasûlallah, bana ayırdığın günü Âişe'ye bağışladım, ona verdim. Sadece beni nikâhında tut yeter. Kıyamet günü Allah'ın (cc) beni Senin zevcen olarak diriltmesini istiyorum.” dedi. Gönlünün safiyetini bu şekilde ortaya koydu. O, mütevazi ve cömertti. Dünyaya değer vermezdi. Eline geçen, kendisine hediye gelen şeyleri fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Yetimi, fakiri sevindirmekten büyük zevk alırdı. Bir defasında Hz. Ömer (ra) kendine çok miktarda para gönderdi. “Bu nedir?” diye sordu. “Para” denilince, “Hurma mıdır ki, bu kadar çok göndermiş” diyerek hepsini fakirlere dağıttı. O, saf yürekli, gönlü zengin, hizmetli, cesur ve İslâm'ı çevresine yayma konusunda gayretli bir annemizdi. Aile efradının, kardeşlerinin hicretten evvel Müslüman olmalarına vesile oldu. Uhud savaşında Müslüman yaralıların yarasını sararak, onlara su taşıyarak hizmet etti. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) ile birlikte Veda Haccı'nda bulundu. Efendimiz’in (asm) dâr-ı bekâya irtihallerinden sonra bir daha hac ve umreye gitmedi. Bunun sebebini soranlara “Artık Allah’ın (cc) emrettiği gibi evimde oturacağım.” diye cevap verdi. Bu şekildeki davranışıyla Allah Teâlâ'nın (cc) şu emrini hatırlatıyordu, mealen; “Ey Peygamber hanımları! Evlerinizde oturun, evvelki cahiliye devri kadınlarının açılması gibi açılıp saçılmayın (Ahzab sûresi, 33).”  İki cihan güneşi Efendimiz’den (asm) bizzat işiterek rivayet ettiği hadisler dört veya beş tanedir. Bunların bir tanesi şudur;

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (asm) pâk zevceleri bir araya toplanmışlar ve kendi aralarında, “Acaba Efendimiz’e (asm) vefatından sonra ilk defa hangimiz kavuşacak?” diye düşünmüşler ve bunun cevabını bizzat Efendimiz’in (asm) ağzından duymak istemişlerdi. Hep birlikte huzura gelerek, “Ya Rasûlallah! Bizim içimizden hangimiz Size en önce kavuşacak dersiniz?” dediler. İki cihan güneşi Efendimiz (asm) onlara tatlı tatlı tebessüm  ederek; “Vefatımdan sonra bana ilk kavuşacak olanınız, kolu uzun olanınızdır.” buyurdu. Bu nükteli ve hikmetli cevap karşısında annelerimiz birbirlerinin kol uzunluklarını ölçmeye başladılar. Sevde annemizin kolu hepsinden uzun geldi. Bunu kendine işaret bilen validemiz, Efendimiz’in (asm) dâr-ı bekâya irtihalinden sonra kendini daha çok ahiret hazırlığına verdi. Fakat Zeynep binti Cahş annemiz ondan önce rahmete gitti, Efendimiz’e (asm) kavuştu. Aileleri arasında en cömert Zeynep binti Cahş validemizdi. Sevde annemiz Efendimiz’in (asm) o tatlı nüktesini ve hikmetli sözlerini ancak o zaman anlayabildi. Kol uzunluğu cömertlikten kinaye edilmişti. Sevde binti Zem’a (ra) validemiz Hz. Ömer’in (ra) halifeliği döneminde, yetmiş yaşlarında iken vefat etti. Allah (cc) kendilerinden razı olsun. Allah’a emanet olun.

Yararlanılan Kaynak:
Kazıcı, Ziya; Hz. Muhammed’in (sav) Eşleri ve Aile Hayatı, Çağ Yayınları, İstanbul, 1993.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 20 Ocak 2014 16:39

İLKLERİN ANNESİi Hz. HATİCE (2)

Ebedi İzdivaç:
Allah Resûlü (asm) evlilik teklifini kabul edince, Hz. Hatice durumu Varaka b. Nevfel’e anlattı. Varaka b. Nevfel kararı çok yerinde buldu. Hz. Hatice hemen amcası Amr b. Esed’e haber gönderdi ve evlilik hazırlıklarına başladılar. Daha sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) amcalarına, halalarına haber verildi. Onlarda bu habere çok sevindiler ve annemizin evine geldiler. Kaynakların bildirdiğine göre nikâhta Peygamber Efendimiz’in (sav) amcaları Ebu Talib, Hz. Hamza, Hz. Abbas; arkadaşları Hz. Ebu Bekir, Ammar b. Yasir; halaları Safiye ve Atike hanımlar; annemiz tarafından Amr b. Esid, Varaka b. Nevfel, Hakim b. Hizam ve annemize yakın hanımlar vardı. Nikâh başlayınca Peygamber Efendimiz’in (sav) amcası Ebu Talib bir konuşma yaptı. Soylarının Hz. İbrahim’e kadar uzandığını bildirdikten sonra, Allah Resûlü’nün (sav) ne kadar akıllı, şerefli, emin ve iyi bir insan olduğunu anlattı. Fakir olsa da mal ve mülkün geçici şeyler olduğunu söyledi. Konuşmasının sonunda ise Hz. Hatice’ye talip olduklarını beyan etti. Evet, cevabını alınca da mehir olarak on iki buçuk ukye belirlendi. Ebu Talib’in konuşmasının ardından kız tarafından Varaka b. Nevfel’de bir konuşma yaptı. Hz. Hatice’nin faziletini ifade eden sözler söyledi. Ebu Talib Peygamber Efendimiz (sav) ile Hz. Hatice annemizin nikâhlarını kıydı ve “Sizlerde şahit olun ey Kureyş, bizler Abdullah oğlu Muhammed’e Huveylid kızı Hatice’yi nikâhladık.” diyerek merasimi tamamladı. Nikâhtan sonra bir deve kestirerek yemekler yapıldı ve misafirlere ikram edildi. Evlendiklerinde Peygamber Efendimiz (sav) yirmi beş, Hz. Hatice annemiz kırk yaşlarında idiler. Yaş farkı hiçbir zaman sorun olmadı zira o zamanki Araplarda yaştan ziyade kişinin servetine, soyuna ve güzelliğine bakılırdı. Bütün Kureyşliler Onlar’ın evliliklerine çok sevindiler.

Düğünden birkaç gün sonra Peygamber Efendimiz (sav) amcası Ebu Talib’in evinden ayrıldı ve Hz. Hatice annemiz ile birlikte Hakim b. Hizam’dan satın aldıkları yeni evlerine yerleştiler. Onlar’ın evlilikleri sıradan bir evlilik değildi. Büyük bir davanın yükünü taşıyacak çok ulvî bir evlilikti. Bu yüzden evlilik hayatları ilk günden itibaren sevgi, saygı, anlayış, fedakârlık gibi pek çok ulvi değerlerin en uç noktada yaşanmasıyla devam etti. Allah Resûlü (asm) Hz. Hatice’nin evlatlarına da çok iyi bir babalık yaptı.

Hane-i Saadette Açan Güller:
Allah Resûlü (asm) bir taraftan ticaretle meşgul olurken bir taraftan da eşi ve üvey evlatlarıyla mutlu bir hayat sürmekteydi.

Dört yıl sonra bu kutlu hanede güller açmaya başladı. İlk çocukları Kasım’ın dünyaya gelmesine çok sevindiler. Araplarda gelenek olarak ilk doğan çocuğun ismi babanın künyesi olur. Allah Resûlü’ne (asm) Kasım’ın babası manasında “Ebu’l Kasım” künyesi verildi. Ayrıca doğumundan dolayı akika kurbanı olarak iki tane koyun kesilip fakirlere dağıtıldı. Adet olduğu üzere sütanne araştırıldı, Efendimiz’in (asm) halası Hz. Safiye’nin cariyesi Selma Hanım uygun görüldü ve Hz. Kasım ona gönderildi. Bir yıl sonra Hz. Zeyneb dünyaya geldi. O da sütanne olarak Selma Hanım’a gönderildi. Hz. Kasım iki yaşına geldiğinde vefat etti. Hz. Zeyneb’den sonra üçüncü yılda Hz. Rukiye dünyaya geldi. Hz. Rukiye annemiz doğduğunda Peygamber Efendimiz (asm) otuz üç, annemiz kırk sekiz yaşındaydı. Rukiye annemizden bir yıl sonra Ümmü Gülsüm dünyaya geldi ve o da sütanneleri Selma Hanım’a gönderildi. Ümmü Gülsüm’den bir yıl sonra, vahyin gelişinden beş yıl önce Allah Resûlü’nün (sav) en sevgili kızı, seyyidler annesi Hz. Fatıma dünyaya geldi. Hz. Fatıma doğduğunda Efendimiz (asm) otuz beş, Hz. Hatice annemiz elli yaşındaydı. Hz. Hatice annemiz Hz. Fatıma’yı sütanneye vermedi. Sütten kesilinceye kadar kendisi emzirdi. Hz. Hatice annemiz elli altı yaşlarında iken bir oğulları daha oldu. Efendimiz’in (asm) Abdullah ismini verdikleri oğullarının dünyaya gelmesine çok sevinmişlerdi. Ancak bu sevinçleri uzun sürmedi. Allah Resûlü (asm) vahiy kesilmesi ile üzüntülü olduğu dönemlerde oğlu Abdullah’ı kaybetti. Mekkeliler çok zor günler geçirip kıtlıktan dolayı aileler geçimini bile sağlayamazken, bu kutlu aile her yönden nimetin zirvesini yaşıyorlardı.

Bütün faziletleri, iyilikleri ve takvayı kendilerinde üst düzeyde birleştiren kişiye kâmil denir. Hadis-i şerifte kemalin zirvesine çıkan iki hanımdan bahsediliyor. Bunlar Hz. İsa’nın annesi Meryem binti İmran ve Firavun’un hanımı Asiye’dir. Hz. Hatice annemizin isminin bu iki isimle birlikte zikredilmesi, âlimler tarafından Hz. Hatice’nin de bu sıfatı taşıdığının işareti sayılmıştır. Efendimiz (asm) bir gün kemâlatın zirvesindeki bu hanımların isimlerini ellerini semaya kaldırarak zikredecektir, “Zamanındaki hanımların en hayırlısı Meryem binti İmran idi. Zamanının en hayırlı hanımı ise Hatice binti Huveylid’dir.”

Bir başka gün ise, “Cennet ehlinin en faziletli hanımları; Hatice, Fatıma, Meryem ve Asiye’dir.”  buyurmuşlardır. O, bütün kemâlî sıfatları kendisinde toplayan en büyük yıldızlardan biriydi.

O, çok öteleri seyredebilen ufka sahip mükemmel bir hanımdı. O, canını, malını, zamanını, ömrünü maddi ve manevi bütün varlığını Efendimiz’e (asm) ve davasına adayarak kemâlatın zirvesine ulaştı.

Hayat boyunca hiçbir zaman putlara tapmayan Allah Resûlü (asm) çocukluğundan beri her türlü kötülükten korunmuştu. Kırk yaşlarına yaklaştığında tefekküre yönelen Efendimiz sık sık insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilmeye başladı. Allah Resûlü (asm) yaşı ilerledikçe çevresinde olup biten kötülüklere karşı daha duyarlı olmaya başladı. Puta tapmanın yanlış olduğuna inanıyordu. Rabbini bulmak için tefekküre yoğunlaştığı sıralarda kendisine yalnızlık sevdirilen Allah Resûlü (asm) her yıl bir ay evinden uzaklaşarak Nur Dağı’nın Kâbe’ye bakan tarafındaki Hira Mağarası’na gitmeye ve orada ibadet etmeye başladı. Hz. Hatice, Efendimiz’deki (asm) bu durumu fark ederek eşine destek olur, zaman zaman tefekküre dalar, eşiye birlikte ibadet yapardı. İlerlemiş yaşına rağmen defalarca evine kilometrelerce uzak Hira dağına yemek götürürdü. Eşinin aylarca evini terk edip inzivaya çekilmesini anlayışla karşılıyor ve gerektiğinde kendisi de mağarada kalarak büyük bir özveride bulunuyordu. Annemizin kemâlatı, ihlâsı ve Allah’ın rızasını kazanma arzusu ile yaptığı bu eşsiz fedakârlıklar Allah (cc) tarafından özel iltifatla takdir edilmiştir. Allah  (cc) ona selam göndererek annemizi bizzat kendisi, cennetle müjdelemiştir.

Efendimiz (asm), otuz sekiz yaşından itibaren harikulade şeyler görmeye başladı. Vahyin öncüleri olan gördüğü ışık ve nur, duyduğu sesler her geçen gün biraz daha artarak devam etti. Bütün bu yaşadıklarını sadece Hz. Hatice ile paylaşıyordu. Hz. Hatice Varaka b. Nevfel’in anlattıklarından dolayı olacakları tahmin ediyor ve son peygamberin Efendimiz (asm) olduğunu biliyordu. Efendimiz (asm) gördükleri ve duyduklarından zaman zaman korkuyor, O’nu eşi Hz.  Hatice annemiz sakinleştiriyordu. Sorumlulukları giderek artan Hz. Hatice evi, çocukları ve işiyle ilgileniyor bir taraftan da Allah Resûlü’ne (asm) destek oluyordu. Büyük bir şefkat ve anlayışla Efendimiz’e yaklaşıyordu.

Resûlullah’ın (asm) ilâhî hitaba muhatap olma sürecinin her safhasını eşiyle birlikte adım adım yaşayan annemiz, eşi insanları İslam’a davet ile görevlendirilince hiç teraddüt etmeden Müslüman oldu. Aslında o yıllar önce eşinin Peygamber olduğuna inanmış ve bu yola baş koymuştu. Ancak Allah (cc), artık Efendimiz’e (asm) davet görevi vermişti. Hz. Hatice hemen Müslüman olarak hem ilk Müslüman olma şerefini elde etmiş hem de iman   ederek eşine çok önemli bir destek sağlamıştı. Daha sonra çocukları da Müslüman oldu. Allah Resûlü (asm) ilk dönemde İslam davetini uzun bir süre gizli olarak yalnızca çok güvendiği kimselere yaptı. Müslüman olanların sayısının artmasıyla Mekkeli müşriklerin kin ve nefreti de artıyordu. İslam’a davet mücadelesinin bütün safhalarında Resûlullah (asm) ile omuz omuza mücadele veren Hz. Hatice malını ve parasını bu uğurda harcamaktan çekinmedi. Davet başlar başlamaz, inançlarından dolayı kızları boşandı, düne kadar kendisine saygı gösteren insanlar şimdi hakaret ediyor, evinin önüne dikenler koyuyorlardı. Elli sekiz yaşına rağmen her türlü işkence ve açlığa en güzel şekilde göğüs gerdi. Bu mücadeleyi ömrünün sonuna kadar sürdüren Hz. Hatice hayatının son üç yılını iki çocuğuyla birlikte ablukada geçirdi. Üç yıl süren bu ambargo sona erdiğinde Hz. Hatice çok yorgun düşmüştü.

Hz. Hatice ilklerin annesiydi. Allah (cc) ve Resûlü’ne (asm) iman edip tasdik eden ilk insandı. İlk davetçiydi. Allah Resûlü’nün yükünü hafifleten, her daim destekleyen, teselli kaynağı, can dostu, en sadık yari, yareniydi. Karanlığın koyulaştığı en zifiri anlardı. Mekke hüzün yudumluyordu. Fedakâr eş Hz. Hatice ölüm döşeğinde ateşler içinde fani âleme veda zamanını bekliyordu. Efendimiz, (asm) eşinin yanına geldi ve yürekleri yakan o halini gördü. Mekke’nin en zengin kadınıyken bugün açlık ve sıkıntı içinde iki büklüm sürgün hayatının getirdiği şartlar arasında sevdiklerine veda ediyordu. Aklı ve kalbi himayesiz kalan Efendisi’nde ve yetimlerindeydi. Peygamber Efendimiz (sav) eşinin yanına eğildi ve şöyle buyurdu, “Benden dolayı çok acı çektiğini görüyorum, bu acıyı hafifletmek için sana ne desem ey Hatice? Ancak Allah her zorluğun ve sıkıntının arkasından büyük hayırlar yaratır. Biliyor musun     Allahu Teâlâ cennette seni benimle, Meryem binti İmran’ı Musa’nın (as) kardeşi Gülsüm ve Asiye ile birlikte yaratacak” buyurdu. Annemiz son bir gayretle, “Gerçekten öyle mi Ya Resûlullah?” diye sorabildi. Efendimiz (asm) “Huzur içinde ve çocuklarla birlikte.” buyurdu. Efendisi’nden ayrılmak zor olsa da canlar canının kolları arasında ebedi hayata göçtü. Vefat ettiğinde altmış beş yaşında idi. Mekke’deki Hacun kabristanına defnedildi. Efendimiz kabre inerek bizzat kendisi eşini kabre yerleştirmiş. Efendimiz o kadar çok üzülmüştür ki sahabeler hastalanmasından korkmuşlar. Efendimiz Hz. Hatice’nin kadrini “O’nun gibisi var mıdır?” sözleriyle insanlık âlemine ilan etmiştir. Aradan yıllar geçti ve Mekke’nin fethinde Efendimiz annemizin Hacun’daki kabrini ziyaret etmiş, uzun süre dua ederek kâinata vefa dersi vermiştir.

Geride O’ndan hatıra Ehl-i Beyt’in direği annesinin adını taşıyan bir Fatıma ve bir de insanlığa örnek olan destansı bir hayat kaldı…

Rabbim yar ve yardımcımız olsun, ALLAH’a emanet olun.

Yararlanılan Kaynaklar
Kara, Hilal, Abdullah Kara, İlklerin Annesi Hz. Hatice, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007
Kara, Hilal, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort