JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Yeni Doğan Çocukların Sütannelere Verilmesi Âdeti:
Yeni doğan çocukları sütanneye vermek, Kureyş ve diğer Arap eşrafının âdetleri idi. Bu da kadınların kocalarına daha iyi hizmet etmelerini ve çocukların kırda yaşayan Araplar içinde, özellikle havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini, düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi. Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl iki kez, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke'ye gelerek, yeni doğan çocukları ücretle emzirmek üzere alıp yurtlarına götürürlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselam’ı; Süveybe Hatun'dan sonra, Benî Sa'd b. Bekr kabilesinden sütannesi Halime Hatun götürüp emzirdi.

Halime Hatun, Kays b. Aylan’lardan Ebu Züeyb Abdullah b. Hâris'in kızı ve Sa'd b. Bekr b. Hevazinlilerden Haris b. Abduluzza'nın da zevcesi idi. Peygamberimiz Aleyhisselam’ın bu sütanne ve babadan kardeşleri de, Abdullah b. Haris, Üneyse binti Haris ve Şeyma binti Haris idi. Halime Hatun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sa'd b. Bekr kadınlarından da on kadın olduğu halde emzirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıkıp Mekke'ye geldiler. Halime Hatun der ki:

-İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim. Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu. Vallahi, o bize bir damla bile süt vermiyordu. Fakat biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umup duruyorduk. Üzerinde bulunduğum, zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı. Nihayet, Mekke'ye varıp emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de; ”Yetimdir!” denilince onu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor ve O’nun (Peygamber Aleyhisselam) hakkında da, “Yetimdir. Annesi ve dedesi, bize ne ihsan yapabilecek?” diyorduk. Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik.

Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı. O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz Aleyhisselam için sütannesi arayıp duruyordu. Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca, “Sen kimsin?” diye sordu. “Ben, Benî Sa'dlardan bir kadınım!” dedim. “İsmin nedir?” diye sordu “Halime!” dedim. Abdulmuttalib gülümsedi: “Ne güzel! Ne güzel! Sa'd ve hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şerefi de bunlardadır. Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, O’nu Benî Sa’d kadınlarına teklif ettim. Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz, diyerek, almaya yanaşmadılar. Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın? Belki onun yüzünden saadete, mutluluğa erersin.” dedi. Ben de; “Bana biraz müsaade et de kocama bir danışayım.” dedim. Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim ve:  “Mekke'de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün? Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum. Ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan dönmeyi istemiyorum. Vallahi, o yetime gideceğim, ve onu alacağım!” dedim. Kocam, “Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah (cc) onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder. Ey Halime! Git, al onu!” dedi.

Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib'i oturmuş, beni bekliyor bir halde buldum. Kendisine: “Haydi, çocuğu getir!” deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Hz. Âmine'nin evine götürdü. Hz. Âmine, bana “Hoş geldin! Safa geldin!” dedi. Beni Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın (sav) bulunduğu odaya götürdü. Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu geliyordu. Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum. Kendisini uykudan uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı. Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım. Hz. Âmine:

-Bana, üç gece: “Oğlunu, Benî Sa'd b. Bekr’lerde Ebu'z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!” denildi, dedi. Halime Hatun, “İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu'z-Züeyb'dir. O benim babamdır.” dedi. Hz. Âmine gerek hamilelik, gerek doğum sırasında gördüklerini haber verip “Oğlumu iyi koru!” diyerek Halime Hatun'a sıkı sıkı tembihte bulundu. Halime Hatun'un içi son derecede ferahladı, işittiği şeyler kendisini sevindirdi.
Halime Hatun'un Ailesinin Peygamberimiz Aleyhisselam Yüzünden Hayra ve Geçim Bolluğuna Kavuşması:
Halime Hatun, hatıralarını anlatmaya devamla der ki: “Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım. Binitimin ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona memelerimden dilediği kadar süt geldi! O da, onunla birlikte sütkardeşi de kanasıya emdiler ve uyudular. Hâlbuki bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmamıştı. Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Kendisi, ondan, içeceği kadar süt sağıp içti. Kendisiyle birlikte ben de içtim. Her ikimiz de süte kandık ve doyduk. Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik. Sabaha çıktığımız zaman, kocam bana: “Vallahi, ey Halime! İyi bil ki sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun.” dedi. “Vallahi ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum.” dedim. Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da kucağıma aldım. Hâris ise yaşlı devesinin üzerine bindi. Sirer vadisinde yol arkadaşlarına yetiştiler. Kadınlar: “Ey Halime! Ne yaptın?” diye sordular. “Vallahi, hayrı ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.” “Yoksa o kucağındaki, Abdulmuttalib'in oğlu (torunu) mu?” dediler. “Evet!” dedim. Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm. Vallahi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçtim. Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler. Nihayet, kadın arkadaşlarım, bana: “Ey Ebu Züeyb'in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesen, gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?” diyerek sesleniyorlar, ben de onlara: “Evet! Vallahi, işte o merkeptir.” diyordum. Şaşırıyorlar ve “Vallahi, buna şaşılacak bir şey olmuş!” diyorlardı. Nihayet, Benî Sa'd yurtlarındaki evlerimize geldik. Ben, Allah'ın (cc) yarattığı yerlerden, Benî Sa'd yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum. Fakat çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan süt sağıp içiyorduk. Hâlbuki hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu. Hatta kavmimizden, çevremizde bulunanlar, çobanlarına: “Yazıklar olsun size! Ebu Züeyb'in kızının çobanı nerede yayıyor, otlatıyorsa, siz de onunla birlikte yaysanız ya.” diyerek çıkışmakta idiler.” Yüce Allah (cc) bize, O’nun (Peygamberimiz Aleyhisselam’ın) yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu.

Peygamber Efendimiz’in (sav) büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu. Başka çocukların bir aydaki büyümelerini o bir günde büyüyor, başka çocukların bir yıldaki büyümelerini o bir ayda büyüyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam, daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu. Üç aylık olunca, ayağa kalkıp tay duruyordu. Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu. Beş aylık olunca, bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.  Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı. Yedi aylık iken konuşuyor, her tarafa gidip geliyordu. Sekiz aylık iken konuşuyor, konuşulanı anlıyordu. Dokuz aylık iken, açık ve düzgün konuşmaya başlamıştı. On aylık iken, çocuklarla ok atıyordu. Halime Hatun der ki, “İki yıl geçince, onu sütten kestim. Kendisi, iki yılı doldurduğu zaman, oldukça iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. O’nu annesine götürdük, ama biz, O’nun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, kendisini yanımızda bir müddet daha tutmaya istekli bulunuyorduk.”

Habeş Hristiyanları’nın Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Halime Hatun'un Elinden Almaya Kalkışmaları:
Sütannesi Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Medine’ye annesine götürürken, Sirer vadisinde Habeş Hristiyanları’ndan bazı kimselere rastlamıştı. Hristiyanlar, Halime Hatun'a nereye gittiğini sordular. Sonra Peygamberimiz Aleyhisselam’a dikkatli dikkatli baktılar. Arkasını döndürüp O’nun iki kürek kemiği arasındaki peygamberlik hatemine, gözlerinin beyazındaki kırmızılığa baktılar. Kırmızılık hakkında: “Gözlerinden bir şikâyeti, hastalığı var mı?” diye sordular. Halime Hatun, “Hayır! Bu kırmızılık gözlerinden hiç ayrılmaz.” dedi. Hristiyanlar, “Biz, bunu kralımıza, ülkemize götüreceğiz. Çünkü bunun bizimle ilgili hali, şanı vardır. Biz, onun işini biliyoruz.” dediler. Hristiyanlar, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında o kadar baskı yaptılar ki, Halime Hatun O’nu zorla elinden alacaklarından   korkmaya başladı. Fakat Yüce Allah (cc) O’nu onlardan korudu. Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı onların ellerinden güçlükle kurtarıp, Hz. Âmine'nin yanına götürebildi. Hz. Âmine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında bilgi verdi. onun uğurluluğu yüzünden gördükleri hayır ve bereketi anlattı. Habeş Hristiyanları’nın yaptıklarını da haber verdi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Benî Sa'd Yurduna Tekrar Götürülüşü:
Halime Hatun,  Hz. Âmine'ye: “Oğulcuğumu, iyice büyüyünceye kadar benim yanımda bıraksan iyi olur. Çünkü ben onun Mekke vebasına yakalanmasından korkuyorum!” dedim. Bu hususta o kadar ısrar ettim ki, nihayet, Hz. Âmine onu yanımızda bırakmaya razı oldu ve: “Oğlumla birlikte yurduna dön! Ben de O’nun Mekke vebasına tutulmasından korkuyorum. Vallahi, onun hali, şanı büyük olacak!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Atlattığı İkinci Tehlike:
Halime Hatun; yurtlarına uğrayan bir Yahudi cemaatine: “Siz, bu oğlum hakkında bana bir şey söylemeyecek misiniz?” deyip, Hz. Âmine'nin kendisine anlattığı gibi: “Ben ona hamile iken şöyle şöyle, onu doğurduğumda şöyle, rüyada da şöyle gördüm.” diyerek görülenleri anlatınca, Yahudiler birbirlerine: “Onu öldürünüz.” dediler. Halime Hatun'a da: “O, yetim midir?” diye sordular. Halime Hatun, “Hayır! Şu, onun babasıdır. Ben de annesiyim.” dedi. Yahudiler: “Eğer yetim olsaydı, onu muhakkak öldürürdük.” dediler. Halime Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı hemen oradan götürüp kendi kendine: “Az kalsın emanetimi harap edecektim!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Göğsünün Melekler Tarafından Yarılışı ve Tartılışı:
Sütannesi Halime Hatun yemin ederek der ki: “Muhammed Aleyhisselam, süt-kardeşi Abdullah ile birlikte evimizin arkasında, küçük kuzularımızın yanında bulundukları sırada, sütkardeşi telaş ve heyecanla koşarak bize geldi. Bana ve babasına:

-Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, o Kureyşî kardeşimi tutup yere yatırdılar, kendisinin karnını yardılar! Şimdi, onun içini karıştırıyorlar.” dedi. Ben ve babası, hemen ona doğru vardık. Kendisini, ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulduk. Ben, hemen tutup onu bağrıma bastım. Babası da bağrına bastı. “Sana ne oldu yavrucuğum?” diye sorduk. “Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam gelip beni yatırdılar, karnımı yardılar. Karnımda, bilemediğim bir şey aradılar.” dedi. Birlikte, çadırımıza döndük. Sütbabası Haris, “Ey Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum, sen, başına bir felaket gelmeden önce, O’nu hemen ailesine götür teslim et!”dedi. Bu hadise, bazı kaynaklara göre Peygamberimiz Aleyhisselam’ın dört beş yaşlarında bulunduğu sırada vuku bulmuştur.

Peygamberimiz Aleyhisselam da bu hususta şu açıklamada bulunmuşlardır:

“Ben, Sa'd b. Bekr’lerde emzirilip büyütüldüm. O sıralarda, sütkardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kendimize ait küçük kuzuları yayıyor, otlatıyorduk. Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, içi kar dolu, altından bir leğen ile yanıma geldi. Beni tutup karnımı yardılar. Kalbimi çıkardılar. Onu da yardılar. Kalbimin içinden, kara, pıhtılaşmış bir kan parçası çıkarıp attılar. Sonra, kalbimi, karnımı, o karla iyice yıkayıp temizlediler. Sonra da, onlardan birisi, arkadaşına, “O’nu, ümmetinden on kişi ile tart!” dedi, beni onlarla tarttı. Ben onlardan ağır geldim. “O’nu ümmetinden yüz kişi ile tart!” dedi. Beni onlarla tarttı. Ben yine onlardan ağır geldim. “O’nu ümmetinden bin kişi ile tart!” dedi, beni onlarla tarttı. Ben onlardan da ağır geldim. Bunun üzerine, “Artık O’nu tartmayı bırak! Vallahi, O’nu bütün ümmeti ile tartacak olsan, yine de O ağır gelir, dedi.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

HZ. MARİYE-İ KIBTİYE (RA)

Hudeybiye antlaşmasından üç hafta sonra Müslümanlar Medine’ye geldiler. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bu sulh u sükûn devrinde İslam’ı tebliğ ile meşgul oldular. Peygamberliğini bütün dünyaya duyurmak zamanı artık gelmişti. O, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) Bizans Kayserine, İran Kisrasına, Mısır Mukavkısına, Habeş Necaşisine ve Arap reislerine mektuplar göndermişti.

Hicretin yedinci yılında İslam’a davet mektuplarından birini gönderdiği Mısır hükümdarı Mukavkıs bu mektuba bir cevap ile birlikte bazı hediyeler, Mariye ve Şirin adlarında iki kız kardeşi cariye olarak Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) göndermişti. Elçi olarak gönderilen Hâtıb bin Ebi Beta (ra) dönüşü esnasında yolda İslamiyet’i bu cariyelere anlattı. Hristiyan dinine mensuplar iken bu defa gönülleri İslam’a açıldı ve henüz Medine’ye gelmeden önce, bu dini kabul ettiler. Mukavkıs’ın gönderdiği hediyeler Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav)  ulaşınca bu iki kızdan Şirin’i şair Hassan b. Sabit’e verdi. Hz. Mâriye’yi de kendisi aldı ve O’ndan İbrahim adındaki oğlu doğdu.

Hz. Mâriye-i Kıbtiye (ra) Mısır’da Ensina ülkesinde,  Hafın köyünde, Kıbtî bir baba ve Roma’lı Hristiyan bir anneden dünyaya geldi. Mukavkıs’ın sarayına götürülmeden önce kız kardeşi Şirin’le birlikte bu köyde yaşadı. Sonra birlikte saraya alındılar. Hz. Peygamberimiz’in (sav) elçisi Hâtıb b. Beta (ra) Mısır’a ulaştığında bu kız kardeşler sarayda idiler. Mukavkıs İslamiyet’i kabul etmedi ama çok ve değerli hediyeler gönderdi.
Hz. Resûlullah Efendimiz (sav), Hz. Mâriye annemizi Mescid’e yakın bir yerde olan Harise b. Numan’ın evinde konaklattı. Daha sonra kendisine tahsis edilen Medine’nin Avâli diye anılan yukarı taraflarında Beni Nadirlerden kalmış olan hurma bahçesinde oturdu ve hurma mahsulü ile ilgilendi.

Hz. Mâriye (ra) hamile olduğunu anlayınca çok sevindi. Hz. Peygamberimiz’de  (sav) buna çok sevindi. Hicri sekizinci yılın Zilhicce ayında Resûli Ekrem’in (sav) Hz. Mâriye’den (ra) İbrahim adında bir oğlu oldu. Böylece hanımları içinde çocuğu olan ikinci hanımı Hz. Mâriye Kıbtıye (ra) oldu. Hz. İbrahim’in doğumuna ebelik görevini âzâdlılarından Ebu Rafi’nin karısı Selma Hatun yaptı. Doğumdan hemen sonra Peygamberimiz’e (sav) müjdeyi verdi. Peygamberimiz Efendimiz’de (sav) ona bir köle bağışladı. Sonra yanı başında duranlara, “Bu gece bir oğlum oldu, ona atam İbrahim’in adını koydum.” buyurdu. Cebrail (as) gelip: “Esselamü aleyke ya Eba İbrahim (Selam olsun sana ey İbrahim’in babası!) diyerek Hz. Peygamberimiz’i  (sav) selamladı. Doğumunun yedinci günü akika kurbanı kesildi, saçları Ebu Hind tarafından kesildikten sonra tartılarak ağırlığı kadar gümüş sadaka olarak dağıtıldı. Sütanne olarak birçok istekli çıktı ise de bunlar arasından tercih edilen Ümmü Bürde Havle binti Müncir’e verildi. Kocası demirci idi. Peygamberimiz oğlunu hemen hemen her gün ziyaret eder ve genellikle öğle uykusunu orada uyurdu.

Hz. Aişe (ra) validemizin şöyle dediği rivayet edilir: “Sonra Allah (c.c) Mâriye’ye çocuk bahşederek O’nu mükâfatlandırdı. Biz ise bundan mahrum kalmıştık.”

Hz. Mâriye’nin (ra) mutluluğu bir yıldan biraz fazla sürdü. İbrahim iki yaşına yaklaşırken rahatsızlandı. Sütannesinin evine gelen Hz. Peygamberimiz (sav), son dakikalarını yaşamakta bulunan oğlunun yanına girmiş ve onun halini görünce, gözleri yaşarmış idi. Hz. Abdurrahman b. Avf, Resûli Ekrem Efendimiz’e (sav): “Ey Allah’ın Resülü sen de mi ağlıyorsun?” demişti. Peygamber Efendimiz (sav): “Ey Avfoğlu, o gözyaşı merhametimin eseridir.” Buyurdu ve sözlerine devamla “Hakikat, göz yaşarır, kalp mahzun olur. Rabbimiz hoşnut olacağından başka bir söz söylemiyoruz. Ya İbrahim, biz senin ayrılığından duyduğumuz acıyla mahzunuz” buyurdular.  

İbrahim’in vefat ettiği gün, semavi bir hadise olarak güneş tutulmuştu. Halk bu hadiseyi Efendimiz’in (sav) oğlu İbrahim’in ölüm sebebiyle bağlayarak teşe’üm ediyorlardı.” Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bunu duyunca halka şöyle bir hitabede bulundu:

“Ey insanlar! Güneş ve Ay (Allah’ın  kudretine delalet eden) iki ayettirler. Hiçbir kimsenin ne ölümü ne de hayatı için tutulup kararmazlar. Tutulmayı gördüğünüz zaman namaz kılıp dua ediniz…”

Hz. Mâriye (ra) annemiz evine çekildi. Sabrın güzelliğine sarıldı. Hz. Resûlullah Efendimiz’in (sav)  kalbindeki evlat acısını, yarasını, kanatmamaya dikkat etti. Sabrı taştıkça Bâki Kabristanı’na gider, kaybettiği yavrusunun kabri başında rahatlamaya çalışır, gözyaşı dökerek acısını azaltmak isterdi.

Hz. Peygamber’in (sav), Hz. Mâriye (ra) ile evlenmesi Mısırlılar üzerinde gerçekten güzel bir etki bırakmıştı. Mısır’ın fethinde Mısırlıların tarafsız kalması ve Müslümanların da Bizanslıları mağlup etmesi sebeplerinden biri de bu olmuştur.

Hz. Mâriye (ra), Peygamberimiz’in (sav) vefatından sonra sessiz ve sakin bir hayat yaşadı. Beytülmal’dan verilen tahsisatla geçindi. Hz. Ömer (ra)  devrinde Hicretin 16. yılında vefa etti ve Bâki Kabristanı’na defnedildi.

Rabbim bizleri şefaatlerine nail eylesin.

HZ. MEYMUNE BİNTİ HÂRİS (RA)

Hz. Meymune (ra)  annemizin asıl adı Berre idi. Resûli Ekrem Efendimiz (sav) ile evlendikten sonra, Efendimiz ona “Meymune” ismini vermiştir. Künyesi Ümmül-Fadl’dır. Babası Haris b. El-Hazen b. El-Bedr, annesi de Hind binti Avf’dır. Hz. Meymune (ra), Hz. Abbas’ın hanımı Ümmi Fadl’ın kız kardeşi idi. İlk önce cahiliye devrinde Mesud bin Amr ile evlenmişti. Ondan ayrılınca, Ebû Rehm ile nikâhlandı. O da vefat edince dul kaldı.

Resûlullah Efendimiz (sav), Hicretin yedinci senesinde, Hudeybiye’den bir sene sonra, Zilkade ayında, Umre niyeti ile yola çıktı. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) Ye’cüc denilen yere geldiğinde amcası Ebu Talib’in oğlu Cafer’i (ra), Hz. Meymune binti Haris b. Hazen’i, kendisine istemek üzere gönderdi. Hz. Meymune validemiz de Hz.Peygamberimiz’in (sav) amcası Hz. Abbas’ı (ra) kendisine vekil tayin etti. Resûlullah Efendimiz (sav) Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra, Medine’ye dönerlerken Şerif mevkiine gelince, Hz. Abbas, dört yüz dirhem mehir ile Hz. Meymune’yi Resûlullah Efendimiz’e (sav) nikâhladı. Düğün merasimi de burada yapıldı.

Hz. Meymune (ra) validemiz itikadı çok kuvvetli idi ve hayrı çok severdi. O bazen borç para alarak hayırseverliğin en ulvi örneklerini verirdi. Bir ara çok borçlanmıştı. Bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman dedi ki: “Resûlullah Efendimiz’den işittim, buyurdu ki: -Kim iyi niyetle borçlanırsa, Allahu Teâlâ onun borcunu öder.” Dinî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi. Hz. Aişe (ra) annemiz onun hakkında buyurmuştur ki: “Meymune bizim hepimizden daha fazla müttaki ve daha fazla sıla-i rahmi gözeten bir kimse idi.”

Beni Mekke’den çıkarınız!

Hz. Meymune (ra) annemiz 671 senesinde Mekke’de hastalandığında dedi ki: “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resûlullah Efendimiz (sav), benim Mekke’nin dışında vefat edeceğimi haber verdi.” Kendisini çıkardıkları zaman, Resûlullah’a (sav) nikâhı yapılmış olduğu yerde vefat etti. Cenaze namazını yeğeni Hz. Abdullah bin Abbas kıldırdı. Cenazesi kaldırılacağı zaman Hz. Abdullah şöyle dedi: “Bu Resûlullah’ın hanımıdır. Cenazeyi fazla sallamayın ve   edeple yola devam edin.” Hz. Meymune (ra) Peygamber Efendimiz’den (sav) 46 hadisi şerif, başka bir rivayete göre 76 hadisi şerif rivayet etmiştir. Bunlardan 7 tanesi Buhârî ve Müslim’de, diğerleri de çeşitli hadis ve fıkıh kitaplarında vardır.

Rabbim bizleri şefaatine nail olanlardan eylesin.


Yararlanılan Kaynaklar

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
M. Yusuf Kandehlevi, Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları, İstanbul

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazar, 08 Temmuz 2012 04:13

HZ. SAFİYYE binti HÜYEY (r.anha)

Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) hanımlarından Hz. Safiyye binti Huyey (ra), İsrâiloğullarından olup, Hz. Hârûn bin İmran (as)  neslindendir. Babası Huyey bin Ahtab, Hayber Yahudilerin başı sayılırdı. Annesi Berre’nin babası Samuel, Arabistanda şecâat ve cesaretiyle şöhretliydi. 611 senesinde Hayber’de doğmuştur. Hz. Safiyye (ra) Hayber’de, neslinin üstünlüğü, güzelliği iyi ahlâk ve namusluluğu ile herkesçe beğenilirdi. Hayber’de ilk önce meşhur bir şair ve kumandan olan Yahudi Sellâm bin Mişkem el-Kuradı ile nişanlandı. Ondan ayrılarak, Hayber’in en meşhur kalesi Şemmus Kalesi’nin kumandanı çok zengin Kinâne bin Hakîk ile evlendi. Kinâne ile evliyken rüyasında, gökteki ayın onun odasına düştüğünü ve koynuna girdiğini görmüştü. Bu rüyasını kocasına anlatınca, Kinâne; “Sen ancak Hicaz’ın Meliki Muhammed’i istiyorsun” deyip, yüzüne bir tokat attı. Gözü morardı.

Müslümanlar Hayber’i 629 senesinde fethetti. Hz. Safiyye’nin (ra) babası kardeşi ve kocası öldürülüp, kendisi de esir edildi. Dıhye (ra) Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına gelerek “Ey Allah’ın Resulü! Bana bir cariye ver!” dedi. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) “Git esirler arasından bir cariye al.” buyurdular. Dıhye’de (ra) gidip Huyey’in kızı Hz. Safiyye’yi aldı. Bunun üzerine ashaptan bazıları Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) “Ey Allah’ın Resulü! Sen Kurayza ve Nadir kabilelerinin efendisinin kızı Safiyye’yi Dıhye’ye mi verdin? Ona senden daha layık kimse yoktur” dediler. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bu söylenene uyarak Hz. Safiyye’nin kendisine getirilmesini istedi. Dıhye’ye (ra) “Sen kendine başka bir cariye al” denildi. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Safiyye’yi azâd etti. İmân edince, Resûlullah’ın (sav) nikâhıyla şereflendi. Onun azadı mehir olarak kabul edildi. Ümmülmü’minîn yani Müslümanların annesi oldu. Yolculuk sırasında olan nikâhın yemeği eldeki imkânlarla dağıtıldı. Hz. Safiyye’nin (ra) gözünün mor olduğunu gören Hz. Peygamber Efendimiz  (sav); “Nedir bu iz?” buyurunca, “Bir gece rüyamda sanki ay gökten inip, koynuma girmiş görmüştüm. Kocam Kinâne’ye anlattım. “Sen şu üzerimize gelen Arap Melikinin hanımı olmaya göz dikmişsin”, diyerek yüzüme bir tokat vurup, izi kaldı” diyerek rüyasını arz etti. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) Hayber ile Medine arasında üç gece kaldı ve bu sırada da Hz. Safiyye (ra) ile zifafa girdiler. Ebu Eyyüb el-Ensari elinde kılıç Efendimiz’in (sav) kapısında sabahladı. Sabahleyin onun bu halini gören Hz. Peygamber Efendimiz (sav) tekbir getirdiler. Bunun üzerine Ebu Eyyüb el Ensari şöyle dedi; “Ey Allah’ın Resulü! Bu hanım kısa bir süre önce gelin olmuştu. Sense onun babasını, kardeşini ve kocasını öldürmüştün. Bu yüzden onun size zarar vermesinden korktum”. Hz. Peygamber Efendimiz’de (sav) bu sözler karşısında güldüler ve Ebu Eyyüb el Ensar’a hayır dualar ettiler. Hz. Safiyye (ra) annemiz, “Başlangıçta Hz. Peygamber kadar kendisinden buğzettiğim kimse yoktu. Çünkü O babamı ve kocamı öldürmüştü. Fakat Hz. Peygamber (sav) durmaksızın özür beyan ederek “Ey Safiyye! Senin baban Arapları benim aleyhimde kışkırtmış, şunları şunları yapmıştır.” buyurdular. Böylece Allah Teâlâ’nın (cc) izniyle kalbimdeki kin ve nefret tamamen silindi” buyurmuşlardır.
Hz. Safiyye (ra) İslamiyet’le şereflenince çok samimi bir Müslüman oldu. Vaktini ibadet ve zikir ile geçirirdi. Ziynet eşyası fazla olduğundan bunu Peygamber Efendimiz’in (sav) hanımları arasında paylaştırdı. Çok yardımsever olup, her zaman fedakârlıklarda bulunurdu. Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) karşı çok büyük muhabbeti vardı. Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) hastalığında bütün hanımları görmeye gelirlerdi. Hz. Safiyye’ de (ra)  geldiğinde; “Yâ Resulallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim.” buyururdu. Hz. Safiyye Binti Huyey (ra) annemiz Hayber'den gelince Haris İbn en-Nu'man'ın evine indirildi. Ensar kadınları, geldiğini duyunca güzelliğini görmek için ona geldiler. Hz. Aîşe (ra) annemiz de geldi. O dışarı çıkınca Hz. Peygamber Efendimiz’de (sav) de onun peşinden çıktı ve:
-Aîşe nasıl buldun? diye sordu. Hz. Aîşe annemiz:
-Bir Yahudi kadını buldum, dedi.
Resûlullah (sav) O’nun kıskançlığını biliyordu. O’na şu cevabı verdi:
-Böyle söyleme, çünkü o Müslüman olup İslam’a iyice sarıldı.
Hz. Safiyye Binti Huyey (ra), yumuşak huylu, akıllı ve faziletli birisiydi. Bir gün Hz. Peygamber Efendimiz (sav) onun yanına girdi ve onun ağladığını gördü. Ona şöyle dedi:
-Niçin ağlıyorsun?
Hz. Safiyye Binti Huyeyy (ra) annemiz
-Duydum ki Aîşe ve Hafsa bana dil uzatıyorlarmış. Onlar: “Biz Safiyye’den daha hayırlıyız. Biz Rasûlullah’ın (sav) sadece eşleri değil, amcazadesi ve akrabası bulunuyoruz.” diyorlarmış, dedi.
Peygamber Efendimiz (sav):
-Onlara şöyle deseydin ya. Siz ikiniz benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz. Benim dedem Hz. Harun (as), amcam Hz. Musa ve kocam Hz. Muhammed (sav)'dir. Resûlullah’ın (sav) bu tesellisi Hz. Safiyye'nin (ra) annemizin yüreğindeki ızdırap ateşini serinlettiği gibi, Allah Resûlu'nün kendisi için yegâne sığınak olduğunu da iyice idrak etmiştir.

Hz. Safiyye (ra) akıllı, halîme, selîme ve ağır başlıydı. Hakkında şu hâdise anlatılır. Hayber’i Müslümanlar fethedip, Hz. Safiyye (ra), akrabaları ve ahalisi esir edilmişti. Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına getirilirken, Yahudilerin cesetlerinin bulunduğu yerden geçmek zorunda kalındı, Hz. Safiyye (ra) annemize orada bulunan bir kadın bağırıp, çağırarak, başına toprak attı. Fakat o metanetini bozmadı. Hatta geçerken kocasının cesedini de gördü. Fakat istifini bile bozmadı. Yine anlatırlar. Hz. Ömer’in (ra) hilâfeti zamanında, cariyesi onu şikâyet etti: “Safiyye’de daha hâlâ Yahudilik âdetleri var. Cumartesi gününe hürmet edip, Yahudiler ile münasebet kuruyor.” Hz. Ömer (ra)  meseleyi öğrenmek için ona sorunca buyurdu ki: “Hak Teâlâ, bana Cumartesi yerine Cuma’yı inayet kıldıktan sonra Cumartesine hürmet göstermeme ne lüzum var. Yahudiler ile münasebetime gelince, onlar benim akrabamdır. Ben sıla-i rahmi terk etmem.” Hz. Safiyye cariyesini çağırıp, “Bunları sana kim öğretti?” diye sorunca “Şeytan” cevabını aldı. Cariyeye bir şey demeyip onu azâd etti. Başkalarının yardımına da koşardı. Fedakârlık yapardı. Hz. Safiyye (ra) annemiz çok büyük faziletlerinin yanında ilim hazinesiydi. Yanına çok kimseler gelip, kendisine meseleler danışırlardı. Hac mevsiminde taşralı kadınlar gelip, kendisine ilmî meseleler sorup, öğrenirlerdi. Hz. Safiyye (ra) çok cömertti. Eline geçenleri dağıtırdı. Vefâtında bir evi kalmıştı. Emlâkının üçte birini yeğenine, kalanını da fakirlere sadaka olarak tasadduku vasiyet etti. Varisleri başka dinden olduğundan vefâtından sonra vasiyetinde mesele çıktı. Yeğeni Mûseviydi. Bu husus Hz. Âişe’ye (ra) suâl edildi. O da; “Ey Halk! Allah’tan korkunuz. Safiyye’nin vasiyetini yerine getiriniz.” buyurunca, vasiyeti yerine getirildi. Medine’de 671 senesinde, altmış yaşında vefat etti. Cenazesi Cennetül Baki kabristanlığına defnedildi

Allah (cc) şefatine cümlemizi nail eylesin.

Yararlanılan Kaynaklar

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul,
M. Yusuf Kandehlevi, Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları,

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cumartesi, 30 Haziran 2012 20:56

Hz. ZEYNEB binti HUZEYME (r.anha)

YOKSULLARIN ANASI
HZ. ZEYNEB BİNTİ HUZEYME (R.Anha)

Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) Peygamber Efendimiz’in (sav) ailesine katılan bahtiyarlardan. Cömertliğiyle tanınmış, yoksullara, fakirlere yardım eden, merhametli, şefkatli, iyiliksever bir ahlâka sahip gönül zengini mücâhidelerden...
Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) İslamiyet’i kabul etmeden önce bile fakir kimsesizlere yardım elini uzatırdı. İslam dini ile müşerref olduktan sonra bu hali kemal derecesine yükseldi. O’nun kapısından yoksul kimsesizler eksik olmadığı için kendisine "Ümmü’l-Mesâkin = Yoksulların annesi" denirdi. Bu onun lâkabı olmuştu. Cahiliye devrinde bile böyle tanınırdı. O, Arabistan’ın en güçlü kabilelerinden olan Âmir İbni Sa’sa kabilesine mensuptu. Kabilesi arasında önemli bir nüfuza sahipti. Onun ilk evliliği Tufeyl İbni Hâris ile oldu. Ondan boşanınca Ubeyde İbni Hâris ile evlendi. O da Bedir’de şehit edilince Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) dul kaldı. Diğer bir rivayette Hz. Zeyneb binti Huzeyme’nin (ra) Abdullah b. Cahş ile evlendiği ve onun da Uhud harbinde şehit düşmesi üzerine dul kaldığı nakledilmektedir.

Resûli Ekrem Efendimiz (sav) ile Hz. Zeyneb binti Huzeyme’nin (ra) evliliği Hicretin üçüncü yılı Ramazan ayında gerçekleşmiştir. Peyganber Efendimiz (sav) Hz. Zeyneb’i 400 dirhem gümüş mehir karşılığında nikâhı altına almıştır. Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) “Müminlerin annesi” unvanını kazanmaktan dolayı dünyanın en mesut insanlarından biri olmuştu.

Müminlerin annesi olma şerefini elde eden Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) kendine tahsis edilen odasına taşındı. Hz. Hafsa (ra) annemiz ile odaları yan yana idi. Büyük bir mutluluk içerisinde hayatını devam ettiriyordu. Çok ibadet yapar, çokça sadaka verirdi. Bu mesut hayat dünyada üç-dört ay veya sekiz ay kadar ancak sürdü. Hiç hadis rivayet edememiştir. Hicretin dördüncü yılında Rebiülahir ayının sonunda vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) hayattayken Hz. Hatice (ra) ve Hz. Zeyneb binti Huzeyme (ra) annelerimizden başka vefat eden olmamıştır. Cenaze namazını Resûli Ekrem Efendimiz (sav)  kıldırdı ve Bakî kabristanına defnedildi.

Rabbim bizleri şefaatine nail eylesin.


Yararlanılan Kaynaklar
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt Işık Yayınları, İstanbul, 2008.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazar, 24 Haziran 2012 02:53

Hz. CUVEYRİYE binti HARİS (r.anha)

ESARETTEN SAADETE
Hz. CUVEYRİYE BİNTİ HARİS (r.anha)

Hz. Cuveyriye (r.anha) Mustalikoğulları kabile reisi Harris b. Ebi Dirar’ın kızıdır. İlk ismi Berre olup Resûlullah Efendimiz (sav)  tarafından değiştirilerek kadıncık, kızcağız manasına gelen Cüveyriye ismini aldı.

Hicretin altıncı yılında Mustalikoğulları Medine’ye saldırı için hazırlık yapmaya başladılar. Durumu öğrenen Resûlullah Efendimiz (sav) onlardan önce davranarak harbi kazanmıştır. Harp sonunda alınan esirler, savaşa katılan mücahitler arasında taksim edilmekte idi. Hz. Cüveyriye (r.anha), Sabit b. Kays ile amcaoğlunun hissesine isabet etmişti. Beni Mustalik reisinin kızı olan Hz. Cüveyriye (r.anha) o harpte, amcasının oğlu ve aynı zamanda zevci olan Safvan’ı kaybederek dul kalmıştı. Hz. Cuveyriye (r.anha) yirmi yaşlarındaydı. Hz. Cüveyriye (r.anha) için, dokuz okkiye altın, kurtuluş fidyesi olarak tespit edildi. Kurtuluş fidyesini temin edemeyince Hz. Peygamber’imize (sav) gelerek: “Ey Allah’ın Peygamberi, benim başıma gelen felaketi biliyorsun. Sabit beni dokuz okkiye altın kurtuluş fidyesi ile serbest bırakacak. Bu işte bana yardımcı olunuz.” dedi. Resûlullah Efendimiz (sav) cevap olarak buyurdular ki: “Ondan daha hayırlı bir teklifim var, kabul eder misin?” Hz. Cüveyriye (r.anha): “Teklifiniz nedir ya Resûlallah?” diye sordu. Resûlullah Efendimiz (sav) “Kurtuluş fidyeni öder sonra da seninle evlenirim.” buyurmuşlardır. Hz. Cüveyriye (r.anha) “Ey Allah’ın Resûlü dediğiniz daha hayırlı olur.” diyerek bu evliliği kabul eder. Bu teklifi kabul ederek esaretten kurtulan Hz. Cüveyriye (r.anha) Müslüman olur. Hz. Cüveyriye’nin (r.anha) babası Haris b. Dırar, kızını esaretten kurtarmak için, yanına birçok deve alarak Medine yolunu tutmuştu. Akik vadisine geldiği zaman, getirmekte olduğu develerden ikisini bir kuytu yere sakladı. Sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) huzuruna gelerek: “Ya Muhammed, kızımı esir etmiş bulunuyorsunuz. Şu develer, onun hürriyete kavuşması için getirdiğim kurtuluş akçesidir.” dedi. Resûli Ekrem Efendimiz (sav): “Akik’de, dağ arasında ve falan kuytuya sakladığın develer nerede.” buyurdular. O: “Allah’a yemin olsun ki bunu benden başka bilen yoktur.” diyerek, kelimei şehadet getirip Hz. Cüveyriye’nin (r.anha) babası da Müslüman oldu. Beni Mustalik reisinin İslamiyet’i kabul etmesi üzerine onun oğlu ve kavminden olup da yanında bulunan kimseler de Müslüman olmuşlardır. Kızını esaretten kurtarmak için gelmiş iken, küfrün zincirlerini kırıp kendini kurtardı. Evlilik haberi hemen yayıldı. Halk ellerinde bulunan esirleri, biz Allah (cc) elçisinin hısımlarını nasıl esir olarak tutabiliriz diyerek, tüm esirleri adeta birbirleriyle yarış yaparcasına azad ettiler. O gün, yüz tane esir kadın hürriyetine kavuşmuş oldu. Bu manzara karşısında serbest kalanlar ve diğer Müstalikoğulları da İslamiyet’le şereflenmişlerdir.

Hz. Aişe (r.anha) validemiz: “Ben Cuveyriye kadar, kendi kavmine hayır bereket getiren bir hatun görmedim.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) kurtuluş fidyesini ödeyerek Hz. Cüveyriye’yi (r.anha) hürriyetine kavuşturdu. Bundan sonra araya koyduğu elçi ile Hz. Cüveyriye’yi (r.anha) babasından istetti. Bunun üzerine babası, Efendimiz’in (sav) huzuruna gelerek “Ey Allah’ın Resûlü, anam babam sana feda olsun, kızımı sana veriyorum.” dedi. Bunun üzerine 400 dirhem mehir karşılığında nikâh akdi yapılarak, Hz. Cüveyriye (r.anha) Peygamber Efendimiz’in (sav) pak zevceleri arasına katılmış oldu. Bu mutlu evlilik Hz. Cüveyriye’nin (r.anha)  gördüğü bir rüyanın tahakkuk safhasına çıkmasıydı. Peygamber Efendimiz (sav) savaşmak üzere Beni Mustalik yurduna gelmeden üç gün önce Hz. Cüveyriye (r.anha) rüyasında, Medine tarafından yürürcesine gelmekte olan ayın, kendi gömleğinin içine, koynuna girdiğini görmüştü. Bundan kimseye bahsetmedi ve günlerce tesiri altında kaldı. Nikâh akdinin yapılması ile sır ve hikmet perdesi aralanmış ve görülen rüya fiilen tabir edilmiş oldu.

Hz. Cuveyriye (r.anha) annemiz gayet metin, izzeti nefis sahibi bir hatun idi. Hz. Cuveyriye (r.anha) çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Hayrı sever, kendisi aç durur, yoksulları doyururdu. Bir gün Resûlullah Efendimiz (sav) O’nu sabah namazını kıldıktan sonra dua ve zikirle uzun zaman meşgul olurken görmüş ve kendisine şöyle buyurmuştu: “Ben senden sonra üç kere, dört kelime söyledim ki, bugün sabahtan beri senin söylediklerinle tartılsa, onlardan daha ağır gelir. Dikkat et, o kelimeleri sana da öğreteyim: ‘SUBHANELLAHİ VE Bİ HAMDİHİ ADEDE HALKIHİ VE RIDA-ENNEFSİHİ VE ZİNETE-ARŞİHİ VE MİDADE KELİMATİHİ’ cümleleridir.” buyurdu. Bir Cuma günü Peygamber Efendimiz (sav), yanına gelmişlerdi. O gün Hz. Cuveyriye (r.anha) oruçluydu. Efendimiz (sav) buyurdular: “Yarın sen oruç tutacak mısın?” Hz. Cuveyriye (r.anha) annemiz “Hayır” Resûlullah Efendimiz (sav) “Dün oruçlu muydun?” Hz. Cuveyriye (r.anha) “Hayır” Resûlullah Efendimiz (sav) “Öyle ise iftar et” buyurmuşlardır.

Hz. Cuveyriye (r.anha) annemiz hicretin 56. yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. Cenaze namazını Medine valisi Mervan b. Hakem kıldırmıştır. Annemiz Baki mezarlığına defnedilmiştir.

Cenâbı Hak annemizi hakkımızda şefaatçi eylesin.
Allah’a (cc) emanet olun.

Yararlanılan Kaynaklar

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul,

M. Yusuf Kandehlevi, Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları, İstanbul

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort