JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Hicreti

Allah Resûlü (sav) tam olarak tanımadığı, henüz Müslüman olmayan, Medinelilerin ve Yahudilerin nasıl tepki vereceğini bilmediği bir şehre hicret etmişti. Dengeler henüz tam olarak yerli yerine oturmamıştı. Yahudiler, müşrikler, münafıklar ona karşı nasıl tavır alacaklardı? Medineliler Muhacirlerin yükünü kaldırabilecek miydi? Allah Resûlü'nü (sav) korumak için canlarını feda edebilecekler miydi? Efendimiz, benzer daha pek çok soruya cevap arıyordu. Medinelileri ve Medine'nin yapısını tam olarak kavramadan tepkileri ölçüp dengeleri kurmadan ve tam bir güvenlik sağlamadan ailesini Medine'ye getirmek istemiyordu. Yoksa Medineliler, Efendimize:

-Hemen kendi evlerimizden daha güzel bir ev yapalım, demişlerdi.

Allah Resûlü (sav) henüz Medine'nin içine gitmeden Küba'da kaldığı günlerde, her gece bulunduğu ev taşlanmış, korkutulmaya çalışılmıştı. Ensarın hicret eden Müslümanlara kapılarını sonuna kadar açtığını gören Yahudi, müşrik ve münafıklar tek bir yaydan çıkan ok gibi birleşerek açıkça olmasa da Müslümanların karşısına dikilmişlerdi. (Küfür tek millettir-Hadis-i şerif ) Her yönden onları sıkıştırarak davet daha da büyümeden onu yok etmek istemişlerdi. Bunun için Müslümanlar uzun süre, silahları ile yatıp kalkmışlardı.

Zor da olsa sayılı günler gelip geçmişti. Allah Resûlü (sav) yedi ay Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde misafir olarak kaldı. Bu arada Mescid-i Nebevi yapılmış, onun yanında Allah Resûlü'nün (sav) kalacağı odalar inşa edilmişti.

Allah Resûlü (sav) ailesini getirecek ortamı hazırlayınca Zeyd b. Harise ile Ebû Râfi'yi yanına çağırarak onlara Mekke'ye gidip orada kalan ailesini getirmelerini emretti. Zeyd b. Harise, Hz. Fatıma, Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Sevde Annelerimiz ile kendi eşi Ümmü Eymen ve oğlu Üsâme'yi de yanına alarak yola çıktı. Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Fatıma Annemiz amcaları Hz. Abbas'ın develerine bindiler. Kafile Kudeyd mevkiine gelince Zeyd b. Harise üç deve satın alarak, kutlu yolcuları onlara bindirip, Medine'ye doğru yola devam etti. Kureyşliler Müslümanları Mekke'den hicret etmek durumunda bırakmalarına rağmen, bazıları hâlen onlara kötülük yapma düşüncesinden kurtulamamışlardı.

İbn-i İshak'ın bildirdiğine göre; “Allah Resûlü'nün (sav) ailesi hicret ederken yolda Huveyris b. Nukiz adında bir Mekke’liye rastladılar. Müslümanlara kötülük yapmaktan zevk alan bu zalim, Hz. Fatıma ve Hz. Ümmü Gülsüm Annelerimizin devesini dürtüp ürküterek annelerimizin yere düşmelerine neden oldu.”

Hicret, hiçbir insanın kolay kolay kabullenemeyeceği kadar zor bir ayrılıktı. Buna bir de zalimlerin zulmü eklenince dayanılmaz hâle geliyordu. Ama onlar, mücadele ile büyümüş, inanılmaz zulümler görmüş, onlara sabretmiş, iradeleri çelikleşmişti. Buna da sabrederek çölleri aşıp Medine'ye, dinlerini özgürce yaşayacakları İslam yurduna gittiler. Medine'ye vardıklarında Ensar hanımları onları karşılayarak evlerine misafir etti. Onları güzel bir şekilde ağırladılar. Dinlendikten sonra, kendileri için yapılan eve yerleştiler.

Mücadele Devam Ediyor

Allah Resûlü (sav) Mekke'de başladığı İslam davet mücadelesine Medine'de de aynen devam etti. Ancak burada mücadele şekli daha farklıydı. Allah Resûlü (sav) Medine'de bir taraftan sahabelerini yetiştiriyor, bir taraftan İslam Devleti'nin temellerini atıyordu. İnsanlığa örnek olacak bir nesil yetiştiriyordu. Bir taraftan sahabeleri ile gelecek nesillere örnek bir yaşantı ortaya koyarken bir taraftan da İslam'ı yok etmek isteyen müşriklerle savaştı. Bütün bunlara yakından şahit olan Hz. Ümmü Gülsüm Annemiz, bu dönemde de öne çıkmadan yine hizmet etmeye devam etti.

Medine'ye gelişlerinin üzerinden daha bir yıl geçmeden ablası Rukiyye vefat etti. Ablasının ölümü onu derinden sarstı. Özellikle Allah Resûlü'nün (sav) o sırada Bedir'de müşriklerle savaşıyor olması, onu daha çok üzdü. Annemiz, Hz. Rukiyye vefat edince öksüz kalan dört yaşındaki oğlu Abdullah'la yakından ilgilendi. Allah Resûlü (sav) geldikten sonra Abdullah'ı yanına alınca elinden geldiğince ona annesini aratmamaya çalıştı.

İlahî Emir ile Yapılan Evlilik

Hz. Rukiyye vefat edince Hz. Osman çok sevdiği eşini kaybettiği için oldukça üzüldü. Ama onu daha fazla üzen bir şey daha vardı. Allah Resûlü (sav) ile olan akrabalık bağlarının fiilen kesilmiş olması onu âdeta yıkmıştı. Üzüntüsü dışına vurmuş, hasta gibi dolaşıyordu. Bunun için Hz. Rukiyye'nin vefatından sonra kendisine yapılan evlilik tekliflerinin hepsini reddetti.

Said b. Müseyyib'den rivayet edilir; “Hz. Rukiyye'nin vefatından sonra bir gün Allah Resûlü (sav) Hz. Osman'ı gördü. Çok üzgün ve hüzünlüydü. Sessiz sessiz ağlıyordu. Allah Resûlü (sav):

-Niçin bu kadar üzgün görünüyorsun? Niçin ağlıyorsun?

-Ya Resûlallah! Benim başıma gelen kimin başına geldi? Yanımda olan Allah Resûlü'nün (sav) kızını, canımdan bir parçayı kaybettim. Sizinle olan bağlarım kesildi.

Allah Resûlü (sav) bir an durakladı. Sonra:

-Ey Osman! Bak işte Cebrail (a.s.) yanı başımda. O bana; Allah'ın benden seni, Rukiyye'nin ve kabilesindeki hanımların mehri kadar bir mehirle Ümmü Gülsüm ile evlendirmeni emrettiğini söylüyor, buyurdu."

Hayırlı Hanım

Hz. Rukiyye vefat ettikten bir süre sonra, Hz. Ömer, ne zaman Hz. Osman'a rastlasa onu sürekli üzgün bir hâlde görüyordu. Evlenirse üzüntüsünün gideceğini düşündü. Bir gün yanına giderek:

-“Eğer istersen seni kızım Hafsa ile evlendireyim” dedi.

Teklif çok güzeldi. Ancak Hz. Osman Allah Resûlü (sav) ile olan akrabalık bağının kesilmesine dayanamıyordu. Ayrıca Efendimizin Hz. Hafsa ile evlenmek niyetinde olduğunu biliyordu. Bunun için:

-“Biraz bekleyeceğim, ey Ömer” diye cevap verdi. Böyle bir cevap beklemeyen Hz. Ömer, biraz üzüldü. Ancak bir şey söylemeden yanından ayrıldı.

Daha sonra Hz. Ebû Bekir'i görünce, ona kızı Hafsa ile evlenmesini teklif etti. O da susup ona cevap vermedi. Çok sevdiği iki arkadaşından da olumlu cevap alamayan Hz. Ömer buna bir anlam veremedi. Allah Resûlü'nün (sav) yanına giderek durumu ona anlattı. Hz. Ömer'i dinleyen Allah Resûlü (sav) onu teselli ederek:

“Hafsa Osman'dan daha hayırlı biri ile Osman da Hafsa'dan daha hayırlı biri ile evlenecek” buyurdu.

Allah Resûlü (sav), Hz. Osman Efendimiz'den daha hayırlı olarak kendisine, Hafsa Annemiz'den daha hayırlı olarak da Ümmü Gülsüm Annemiz'e işaret ediyordu.

Düğün

Hz.Ümmü Gülsüm Annemiz, Hz. Rukiyye'nin vefatından bir süre sonra, hicretin üçüncü yılının başında Rebîü'l-Evvel ayında Hz. Osman ile evlendi.

Hz. Ümmü Gülsüm’e, Allah Resûlü'nün (sav) eşleri ile Hz. Fatıma ve Zeynep Annemiz, evlilik hazırlıklarında ona yardımcı oldular. Ayrıca Allah Resûlü (sav), kızının evliliğe hazırlanması için Ümmü Eymen annemizi özel olarak görevlendirdi. Ona:

-Kızım Ümmü Gülsüm'ü düğün için hazırla! buyurdu.

Düğün Allah Resûlü'nün (sav) emirleri doğrultusunda gerçekleştirildi. Dualar yapıldı, yemekler yenildi.

Hz. Osman Efendimiz, Hz. Rukiyye Annemiz ile olduğu gibi Hz. Ümmü Gülsüm Annemiz ile de çok mutlu oldu. Çok ahlaklı ve hizmet ehli biri olan Hz.Ümmü Gülsüm, eşi ve kardeşinden ona yadigâr kalan oğlu Abdullah ile de çok iyi bir şekilde ilgilendi. Çevresini ihmal etmediği gibi onları da ihmal etmedi. Hz. Ümmü Gülsüm’ün çocuğu olmamıştır. Allah Resûlü (sav) bütün kızları gibi Ümmü Gülsüm ile de yakından ilgileniyordu. Düğünden üç gün sonra ziyaretine gitti. Kapıyı çalıp eve girdi. Kızının hâl ve hatırını soran Efendimiz ona:

-Eşini nasıl buldun?

Hz. Ümmü Gülsüm onunla çok iyi anlaştığını ifade ederek:

-O çok iyi bir eş, dedi.

Allah Resûlü (sav) kızına eşine çok iyi davranmasını tavsiye buyurarak:

-O atan İbrahim (as) ve baban Muhammed'e en fazla benzeyen kişidir, dedi.

Hz. Ümmü Gülsüm eşi ile çok iyi anlaşır, onun dünyanın en faziletli kişisi olduğuna inanırdı. İnsanlardan Hz. Ali'nin sahabelerin en faziletlisi olduğunu söylediğini duyduğunda, bunu kabul etmeyerek kendi eşinin daha faziletli olduğunu söylerdi. Bir gün Allah Resûlü'ne (sav) gelerek sordu:

-Ya Resûlallah! Fatıma'nın eşi benim eşimden daha mı faziletli? Allah Resûlü (sav) bir süre sustu. Sonra şöyle buyurdu:

-Ben seni Allah ve Resûlü'nü seven ve Allah ve Resûlü tarafından sevilen biri ile evlendirdim.

Aldığı cevaba sevinen Hz. Ümmü Gülsüm Annemiz, Allah Resûlü'nün (sav) yanından ayrıldı. Allah Resûlü (sav) Annemizin arkasından seslenerek:

-Buraya gel kızım!

Annemiz Allah Resûlü'nün (sav) yanına gelince:

-Sana ne söyledim?

-Beni Allah ve Resûlü'nü seven, Allah ve Resûlü'nün de kendisini sevdiği kişi ile evlendirdiğini söyledin.

-Evet, aynen öyle, hatta sana bundan daha fazlasını söyleyeyim mi? Cennete girdiğinde onun yerinin, tüm sahabelerimden daha yüksekte olduğunu görürsün.

Giyimine kuşamına dikkat eden Hz. Ümmü Gülsüm annemiz, eşi varlıklı olduğu için o günkü şartlarda bu konuda hiç zorlanmazdı.

Abdullah'ın Vefatı

Hz. Rukiyye'nin vefatından sonra, yeğeni Abdullah ile yakından ilgilenen Hz. Ümmü Gülsüm, evlendikten sonra ona çok iyi annelik yaptı. Ancak Allah Resûlü'nün (sav) oğulları gibi onun da ömrü fazla uzun olmadı. Hicretin dördüncü yılında, altı yaşında sokakta oynarken bir horoz, gözünü gagaladı. Yüzü çok fena parçalanan Abdullah Efendimiz'in yarası her geçen gün daha da kötüleşti. Acılar içinde kıvranarak vefat etti.

Allah Resûlü (sav), Hz. Ümmü Gülsüm Annemiz, hatta tüm Müslümanlar Abdullah için ağladılar. Allah Resûlü (sav) onu son yolculuğuna uğurlarken kucağına alıp sarıldı, ağlayarak:

-“Allah ancak merhamet eden kullarına merhamet eder” buyurdu.

Cenaze namazını bizzat kendisi kıldırdı. Oğlunun kabrine inen Hz. Osman onu bizzat kendi elleri ile kabre koydu.

Hz. Ümmü Gülsüm Annemizin Vefatı

Hz. Osman ile altı yıl mutlu bir evlilik geçiren Hz. Ümmü Gülsüm 28 yaşında, Hicretin.9 yılında vefat etti. Küçük yaştan beri yaşadığı sıkıntılardan bedeni yorgun düşmüştü, çok zayıflamış ve hastalanmıştı. Bir gün hastalığı iyice artmıştı. Cariyesi Ümmü Ayyaş, yanına girdiğinde Annemizin vefat etmek üzere olduğunu anladı. Hemen Mescid-i Nebevî'ye koştu, orada bulunanlara Hz. Ümmü Gülsüm'ün son nefesini vermek üzere olduğunu söyledi. Hz. Osman Efendimiz koşarak eşinin yanına gitti. Sevgili eşi son nefesini vermek üzereydi. Eşine şefkatle:

-Ey Ümmü Gülsüm! Ey Ümmü Gülsüm, derken o rahmet deryasına çoktan dalmıştı.

Allah Resûlü (sav) ve sahabeler, Hz. Osman Efendimiz'in hemen peşinden annemizin kapısının önüne geldiler. Allah Resûlü (sav) içeri girdi. Kızının vefat ettiğini görünce kalbi şerifleri mahzun oldu, gözlerinden yaşlar boşandı. Hz. Osman çok üzgündü. Peygamber Efendimiz (sav): “Eğer on tane daha kızım olsaydı onları birer birer Osman’a nikâhlardım” buyurarak, Hz. Osman’ı taltif etmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) iki kızı ile evlenme şerefine erdiği için de kendisine “zü’n-nûreyn” (iki nur sahibi) unvanı verilmiştir.

Hz. Ümmü Gülsüm'ü, Allah Resûlü'nün (sav) emri ile Esma binti Ümeys, Efendimizin halası Hz. Safiyye ve ensar hanımlarından Ümmü Atiyye yıkadı. Efendimiz kızının yıkayacak olanlara onu üç beş kere ve daha çok yıkamalarını, yıkanırken onun naşının üzerinin yeşil hurma dallarıyla örtülmesini emir buyurdu.

Cenazeyi yıkanıp kefenlendikten sonra Allah Resûlü (sav) kızının namazını kıldırdı. Sonra Bakî Kabristanı'na götürüldü.

Enes b. Mâlik anlatır:

“Ümmü Gülsüm defnedilirken Allah Resûlü (sav) kabrinin yanı başında oturmuştu. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Yanındakilere şöyle seslendi:”

-İçinizden kim bu gün hanımına yakın olmadı?

Ebû Talha:

-Ben.

-Kabre sen in!

Allah Resûlü'nün (sav) emrini yerine getiren Ebû Talhâ kabre indi. Onunla birlikte Hz. Ali, Üsâme ve Fadl b. Abbas Efendilerimiz de kabre indiler.

Rabbim kendilerine Rahmet eylesin, bizleri de şefaatlerine nail eylesin.

Allah’a (cc) emanet olunuz.


Yararlanılan Kaynaklar

Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2008

M. Asım Köksal, İslam Tarihi Işık Yayınları, İstanbul, 2008.

M. Yusuf Kandehlevi, Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları, İstanbul

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Allah Resûlü (sav) ve Hz. Hatice'nin dördüncü çocukları, üçüncü kızlarıdır. Hz. Ümmü Gülsüm annemiz dünyaya geldiğinde Efendimiz otuz dört, annemiz ise kırk dokuz yaşlarında idi. Kâsım'ın vefatından sonra üçüncü çocuğunun da kız olması Efendimiz’i üzmedi. Bilakis bir çocuğu olduğu için çok sevindi. Ona Ümmü Gülsüm ismini veren Efendimiz (sav), diğer çocukları gibi, onun için de doğumunun yedinci günü akika kurbanı   kestirdi. Onun da saçından bir tutam alınarak fakirlere saçının ağırlığınca gümüş dağıtıldı.

Allah Resûlü (sav) kızı dünyaya gelince onu kucağına alıp ağzında ezdiği bir hurma ile ona tahnik yaptı. Hz. Hatice onu yedi gün emzirdikten sonra Efendimiz’in halası Safiye Hatun'un cariyesi Selma Hanım'a sütanneye verildi. Hz. Ümmü Gülsüm kendinden bir ve dört yaş büyük ablaları ile birlikte oynayarak büyüdü. Kendinden bir yıl sonra doğan Hz. Fatıma annemize de ablalık yaptı.

Nübüvvet nurunun sahibi olan bir babanın ve dünyanın en kâmil hanımının terbiyesi altında büyüyen Hz. Ümmü Gülsüm, her açıdan mükemmel bir şekilde yetişti. Hz. Zeyneb Ebû'l-Âs ile evlenince Allah Resûlü'nün (sav) diğer kızlarını kaçırmak istemeyen Ebû Leheb ve eşi Efendimiz’in evine giderek Rukiyye annemiz ile Ümmü Gülsüm annemizi oğullarına istediler.

Hz. Hatice annemiz de Allah Resûlü (sav) de Ebû Leheb ve eşi Ümmü Cemile'nin katı kalpli insanlar olduğunu düşünüyor, yakın akrabaları da olsalar kızlarını onların oğullarına vermek istemiyorlardı. Ancak ne Ümmü Cemile ne de Ebû Leheb eli boş dönecek kimseler değildi. Annelerimizi oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlayıncaya kadar ayak diretip ısrar ettiler.

Efendimiz "hayır" demenin fayda vermeyeceğini çok iyi bildiği için Utbe'nin Rukiyye, Uteybe'nin Ümmü Gülsüm ile nişanlanmaları için istemeyerek de olsa "evet" dedi. Annelerimizle Ebû Leheb'in oğulları, evlilik çağına geldiklerinde evlenmek üzere, Allah Resûlü'ne (sav) vahiy gelmeye başlamadan hemen önce nişanlandılar.

İnancından Dolayı Boşanıyor
Allah Resûlü'ne (sav) ilk vahiy geldikten sonra, bir daha gelmeyip üç yıl kesildi. “Fetret Dönemi” adı verilen bu dönemde Allah Resûlü (sav) büyük sıkıntılar çekti. Hz. Hatice eşini yalnız bırakmayarak sürekli destek oldu. Vahiy sürecine şahit olan Ümmü Gülsüm, diğer kız kardeşleri gibi bu süreçte anne babasına elinden geldiğince destek oldu. Allah Resûlü (sav) İslam'a davetle görevlendirildiğinde kız kardeşleri ile birlikte hemen Müslüman oldu.

Efendimiz önce akrabalarını, sonra Mekkelileri İslam'a davet etti. Her iki davette de ona karşı çıkan ilk kişi Ebû Leheb oldu. Yalnızca karşı çıkmakla kalmayıp Allah Resûlü'nün (sav) her iki davetini de sabote ederek insanların ona yönelmesini engelledi.

Allah Resûlü'nün (sav) daveti ile sömürü düzenlerinin yıkılacağını anlayan İslam düşmanları, yalnızca Allah Resûlü'nü (sav) engellemediler, vakit kaybetmeden karşı saldırıya da geçtiler. Daveti durdurmak için bütün yolları denediler. Bu yollardan biri de Allah Resûlü'nü (sav) sıkıntıya sokmak, onu bu sıkıntılarla meşgul etmekti. Her asırda İslam düşmanları tarafından çeşitli biçimlerde kullanılan bu taktik o günde Ebû Cehil tarafından kullanıldı. O adamlarına emir vererek; “Muhammed'i kendi kendiyle meşgul edin.” diyordu.

Yaptıkları kötülüklerden dolayı, Ebû Leheb ve ailesi hakkında "Tebbet Sûresi" inince, düşmanlıkları had safhaya çıkan aile Allah Resûlü'nü (sav) rahatsız etmeyi kendilerine bir görev bildi. Ona kötülük yapmak için her yolu meşru gören müşrikler, bu iş için gönüllü olan Ebû Leheb'in ailesini kullandılar. İlk hedefleri, Ümmü Gülsüm ve Rukiyye annelerimizin evlilikleri oldu. Ebû Leheb ve Ümmü Cemile bir yandan, Ebû Cehil ve adamları diğer yandan Utbe ile Uteybe'yi sıkıştırarak onları eşlerini boşamaya zorladılar.

İslam'a düşmanlıkta kimseden geri kalmayan Utbe ve Uteybe söyleneni yapmakta bir an bile tereddüt etmeden hemen eşlerini boşadılar. Ümmü Gülsüm annemizin nişanlısı Uteybe yalnızca bu kadarla da kalmadı, haddini oldukça aştı.

Ebû Leheb oğullarına, Allah Resûlü'nü (sav) kastederek:

-Onun kızlarından ayrılmazsanız başım başınıza haram olsun, dedi. Ümmü Cemile:

-Hemen gidip onu boşa oğlum, diye sıkıştırdı. Ebû Cehil ve adamları:

-Muhammed'in kızını boşarsan, sana istediğin Kureyşli kızı alırız, dediler. Bu sözler Uteybe'yi harekete geçirdi. Hemen Efendimiz’in (sav) evine giden Uteybe küstah bir tavırla:

-Dinini inkâr ediyor, kızını da boşuyorum. Artık beni sevme, ben de Seni sevmeyeceğim, diye bağırdı. Sonra Allah Resûlü'ne (sav) saldırarak O’nun mübarek yakalarına yapıştı. Çekiştirirken gömleğini yırttı. O’nun bu hareketi Allah Resûlü'nü (sav) çok üzdü. Ona:

-Dilerim Allah'tan sana bir köpek musallat etsin, diye beddua etti.

Uteybe o sırada babası ile birlikte ticaret için Şam'a gitmek üzere hazırlanıyordu. Allah Resûlü'nden (sav) ayrıldıktan bir süre sonra kervanla birlikte yola çıktı. Kervan Şam'da Zerkâ denen bir yerde konakladı. Etrafta aslanların dolaştığını gören Uteybe büyük bir endişeye kapıldı. Zira inanmamasına, Efendimiz’e karşı edebsizlik etmesine rağmen O’nun çok iyi bir insan olduğunu, dualarının kabul edileceğini biliyordu. Bunun için uzaktan gördüğü bir aslana bakarak:

-Vah başıma gelenler! Vallahi Muhammed'in bedduası yerine gelecek. O aslan beni yiyecek. O Mekke'de ben Şam'da olsam da Ebû Kebşe (Hz. Peygamberi kastederek) beni öldürecek, dedi. Durumdan haberdar olan Ebû Leheb'de, aslanları görünce çok endişelendi. Kervandaki insanlara Uteybe'yi ortalarına alıp onu aslanlardan korumalarını istedi. Kendilerince tedbir alarak aslanla Uteybe'nin arasına set çektiler. Onu istif ettikleri malların en üstüne yatırdılar. Gece olunca aslan kervandaki adamlara yaklaştı. Yüzlerini koklaya koklaya, sessizce aralarında ilerledi. Aradığını bulamayan aslan, ısrarla ilerlemeye devam ederek eşyaların bulunduğu yere yaklaştı. Ani bir hamle ile fırladı. Eşyaların üzerine çıktı. Aradığı av tam da oradaydı. Uteybe'ye saldırarak onu param parça etti. Olanları çaresizlik içinde ve dehşetle seyreden Ebû Leheb:

-Muhammed'in bedduasından sonra onun iflah olmayacağını anlamıştım, dedi. Ama yine de iman etmedi.

Olanları büyük bir endişe ve kaygı ile izleyen Hz. Ümmü Gülsüm annemiz, çok üzülüyor, ancak müşriklerin planlarını boşa çıkarmak için acısını içine gömüp üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. Bütün aile fertleri gibi o da dimdik ayakta durarak insanları kurtuluşa çağıran babalarını bütün benliği ile destekliyor, elinden geldiğince yardım etmeye çalışıyordu.

Perde Arkasındaki Kahraman
Hz. Zeyneb bu olaylardan üç-dört yıl önce Ebû'l-Âs ile evlenmişti. Hz. Rukiyye ise Utbe'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra Hz. Osman ile evlendi. Evde iki kız kardeş kalmışlardı. Davet hızla devam ediyor, müşrikler her geçen gün, Allah Resûlü'nü (sav) üzecek bir şeyler yapıyorlardı. Babalarına yardım etmek için çırpınan iki kardeş, kız olmalarına aldırmadan müşriklere karşı her fırsatta babalarına destek oluyorlardı.

Henüz küçük bir kız olan Hz. Fatıma, kendince babasını koruma görevini üstlenerek O’nu adım adım takip ediyor, zor durumda olduğunu gördüğünde hiç çekinmeden yardımına koşuyordu. Hz. Hatice Mekkeli hanımlara İslam'ı anlatıyor, onları hidayete çağırıyordu. Evin fedakâr kızı Ümmü Gülsüm ise ev işlerini çekip çevirerek onların işlerini kolaylaştırıyor, bu işlerin onları meşgul edip davete engel olmamasına çalışıyordu. Allah Resûlü (sav) eve geldiğinde onu en güzel şekilde rahat ettiriyor, zaman zaman onu teselli ederek üzüntülerini paylaşıyordu.

Annesini kaybettiğinde on altı-on yedi yaşlarında olan Ümmü Gülsüm onun için günlerce gözyaşı döktü. Annesinden sonra bütün işler ona kaldı. Bundan sonra daha fazla gayret ederek bir de ev işlerinden dolayı babasının rahatsız olmaması için çırpındı, durdu.

Allah Resûlü (sav) Taif’e gittiğinde iki kız kardeş günlerce endişe içinde beklediler. Döndüğünde babalarını yara bere içinde görünce üzüntüden kahroldular. Medine'ye hicret edinceye kadar endişeleri hiç eksilmedi. Efendimiz hicret ederken müşriklerin öldürmek için her yerde babalarını araması, onları perişan etti. Efendimiz’in Medine'ye vardığını duyuncaya kadar uykuları kaçtı, yüzleri tek bir sefer bile gülmedi.

Allah Resûlü (sav) Medine'ye hicret ettiğinde, Ümmü Gülsüm ve Fatıma annemiz Mekke'de kaldılar. Haşimoğullarının korumasından dolayı güven içinde sayılırlardı. Ama yine de babalarını öldürmeye kalkışan müşriklerin işi belli olmaz, her an her şey olabilirdi. Aylarca müşriklerin içerisinde kaygı içinde beklediler. Ancak onlar kendilerinden çok babaları Allah Resûlü (sav) için kaygılanıyorlardı. Babalarından ilk kez bu kadar uzun süre ayrı kalıyorlardı. Hasret ve kaygıdan günler bir türlü geçmiyordu. Bazen endişeden uykuları kaçıyor, iştahları kapanıyor, güzel haberler duyduklarında biraz olsun rahatlıyorlardı.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

İkinci Habeşistan Hicreti
Hz. Rukiyye annemiz Habeşistan'a gelince uzun bir süre dinlenerek ancak kendine gelebildi. Burada nispeten rahat eden annemizin aklı Mekke'de, ailesi ve inananlardaydı. Aradan henüz birkaç ay geçmişti ki Mekke'nin ileri gelenlerinin İslam'ı kabul ettiğine dair bir haber geldi. Hemen hazırlanan Hz. Osman, yanına eşi Hz. Rukiyye annemizi de alarak Habeşistan'a hicret eden bir grup Müslüman ile birlikte geri döndü. Mekke'ye yaklaştıklarında haberin asılsız olduğunu öğrendiler. Ancak gece olunca ölmek pahasına da olsa çeşitli yollarla, gizlice şehre girdiler. Annemiz Mekke'ye girince doğruca babasının evine gitti. Hz. Rukiyye'yi gören ailesi çok sevindi. Ailesi ile özlem gideren annemiz, ailesine Habeşistan'da olup bitenleri en ince teferruatına kadar anlattı.

Müşrikler hâlen zulümlerine devam ediyorlardı. Mekke Müslümanlar için yaşanılmaz bir hâldeydi. Bir süre Mekke'de kalan Müslümanlar bu kez çok daha büyük bir grupla yeniden Habeşistan'a hicret ettiler. Bu kez gittikleri yeri bildikleri için kalpleri biraz daha rahattı. Ancak geride kalanlar onları çok endişelendiriyordu. Onlar gittikten sonra Müslümanlar abluka altına alınmış, üç yıl süren bu zulme daha fazla dayanamayan annesi Hz. Hatice vefat etmişti. Hz. Rukiyye annemiz çok uzaklarda gurbet ellerde olduğundan çok sevdiği annesinin vefatından bile haberdar olamamıştı.

Özlem ve kaygı hariç Habeşistan'da rahattılar. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Medine'ye hicretten iki yıl önce bir oğlu oldu. Oğullarının adını Abdullah koydular. Annemizi çok mutlu eden Abdullah, aileye gurbeti unutturdu. Gününün büyük bir kısmı Abdullah ile geçiyor, onunla rahatlayarak mutlu oluyordu.

Mekke'den sürekli haber alıyorlardı. Son gelen haberlerde Müslümanların Medine'ye hicret ettiğini duydular. Bir grup Müslüman, aralarında anlaşarak Mekke'ye geri dönmeye karar verdi. Hz. Osman Efendimiz ile Hz Rukiyye annemiz de geri dönenler arasındaydı. Mekke'ye gelince annesinin vefat ettiğini duyan Hz Rukiyye annemiz, bu haberle âdeta yıkıldı, günlerce gözyaşı döktü.

Medine'ye Hicret
Bir süre Mekke'de kaldılar. Daha sonra Allah Resulü'nden (sav) izin alarak eşi ve oğlu ile birlikte yola çıktı. 12 gün süren uzun bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaştılar. Bir süre Medine'de Allah Resulü'nün (sav) dayıları Neccâroğulları’ndan Evs b. Sâbit'in evinde misafir kaldılar.

Allah Resulü (sav) hicret ettikten sonra, Medineliler, muhacirlerin kalması için birçok ev verdi. Onları muhacirlere dağıtan Allah Resulü (sav), Hz Rukiyye annemizi ve ailesini bu evlerden birine yerleştirdi. Müslümanlar arasında ibadetini korkmadan rahatça yapan Hz. Rukiyye annemiz, yeni hayatından oldukça memnundu. Günleri ilim irfan öğrenerek, ibadet ve günlük ev işlerini yaparak geçiyordu. Medine'ye ve Medine’lilere kısa sürede alıştı. Artık yeni bir çevre, yeni bir hayat ve yeni bir umudu vardı.

Vefatı

Medine'ye hicret ettikten sonra aradan on altı ay geçmişti. Her şey çok güzel giderken Hz Rukiyye annemiz kızamık hastalığına yakalandı. Annemizin hastalığı gittikçe ağırlaşıyordu. O sırada Bedir Savaşı için hazırlanan Allah Resulü (sav), kızını ziyaret ettikten sonra Hz. Osman ve Üsâme b. Zeyd'e, Hz. Rukiyye annemiz ile ilgilenmeleri için Medine'de kalmalarını istedi.

Hastalığı gittikçe ağırlaşan annemiz, babası Bedir'de müşriklerle savaşırken 22 yaşında henüz hayatının baharında yeni ümitleri ile birlikte Hakkın rahmetine kavuştu. Hastalığı sırasında Hz. Fatıma annemiz gibi başından hiç ayrılmayan Ümmü Eymen annemiz, Hz. Rukiyye annemiz hayata gözlerini yumunca, onu yıkayıp kefenledi. Annemizin cenaze namazını bizzat Hz. Osman kıldırdı. Hz. Osman namazdan sonra Bakî Kabristanı’na götürülen Annemizi, itina ile kabre koydu ve hayat arkadaşını gözyaşları içinde ebedî istirahatgâhına uğurladı.

Annemizin üzerine toprak atılırken Zeyd b. Harise Medine’lilere Bedir Savaşı'nın kazanıldığı müjdesini getiriyordu. Annesi Hz. Hatice'yi vefat ettiğinde Habeşistan'da olduğu için göremeyen Hz. Rukiyye, şimdi vefatında da babasını göremiyordu. Bedir Savaşı'ndan döndükten sonra kızının vefatını duyan Allah Resulü (sav), onun vefatına çok üzüldü. Kabrini ziyaret ederek başucunda dua edip gözyaşları döktü. Kızı için taziyeye gelen sahabe Efendilerimize Hz Rukiyye Annemizin ahlakından ve yaşadıklarından dolayı memnuniyetini beyan ederek:
-Allah’a (cc) hamd olsun! Kızım en güzel şekilde yaşadı, en güzel şekilde defnedildi, buyurdu.

Hz Rukiyye Annemiz vefat ettiğinde bütün Medineliler ardından gözyaşı döktü.

Abdullah İbn-i Abbas anlatıyor:
-Hz Rukiyye'nin ölümüne çok üzülen hanımlar sürekli ağlıyordu. Ömer b. Hattab gelince hanımların susması için kamçısı ile onlara vurdu. Onu gören Allah Resulü (sav) hemen Hz. Ömer'in elini tuttu:

-“Bırak ağlasınlar ey Ömer! Onlar sadece ağlıyorlar. Şeytanın bağırmasından sakının. Eğer ağlama kalp ve gözyaşları ile olursa bu Allah'tandır (cc) ve rahmettir. Eğer söz ve ellerle oluyorsa bu şeytandandır,” buyurdu.

Hanımlar arasında bulunan Hz Fatıma Annemiz, ağlayarak gelip kabrin kenarında bulunan Allah Resulü'nün (sav) yanına oturdu. Ağlamaya devam ediyordu. Allah Resulü (sav) elbisesinin kenarı ile onun yüzündeki gözyaşlarını silerek kızını teselli etti.

Hz. Rukiyye vefat edince henüz dört yaşında olan oğlu Abdullah yetim kaldı. Allah Resulü (sav) torunu ile yakından ilgilenmek için onu yanına, evine aldı. Onu evine götürürken gözyaşlarına boğulan Efendimiz:
-Allah (cc), ancak merhamet eden kullarına merhamet eder, buyurdu.

RABBİM ANNELERİMİZDEKİ SEVGİYİ, AHLAKI, SABRI, GAYRETİ VE TESLİMİYETİ BİZLERE DE NASİP EYLESİN. BİZDEN ÖNCEKİLERE, BİZLERE VE GELECEK BÜTÜN ÜMMETİ MUHAMMED (SAV) HANIMLARINA ÖRNEK TEŞKİL EDEN, İNCİ TANELERİNİN HAYATLARINI RABITALI BİR ŞEKİLDE, TEFEKKÜR EDEREK OKUYABİLMEYİ, YAŞANTIMIZA DA GEÇİREBİLMEYİ RABBİM NASİP EYLESİN. ALLAH’A (CC) EMANET OLUN.

Yararlanılan Kaynaklar
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2008
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
M. Yusuf Kandehlevi, Çeviren: Ali Arslan. Hayâtü’s Sahabe, Merve Yayınları, İstanbul
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Eşi ile İlişkileri

Kâmil bir anne-babanın terbiyesi altında yetişip büyüyen Hz. Rukiyye annemiz, her yönden mükemmel bir hanım olmuştu. Annemizin bu kemali evliliklerine de aynen yansıdı. Hz. Osman Efendimiz de son derece ahlaklı bir beyefendiydi. Eşine çok güzel davranıyor, onu mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Kısa zamanda herkes tarafından parmakla gösterilmeye başladılar. Evlilikleri, şiirlere konu olacak şairler tarafından sitayişle bahsedilecek kadar mükemmeldi. Hanımlar düğünlerde şarkı söylerken şarkılarında onlardan bahsederlerdi; :İnsanoğlunun gördüğü en güzel çift,     Şüphesiz Rukiyye ve eşi Osman'dır.

Bu güzel birliktelik Allah Resulü'nün (sav) gözünden kaçmadı. Eşler Efendimiz’in (sav) takdirini kazanarak hayır dualarını alıyordu.

Üsâme b. Zeyd anlatıyor:
"Bir gün Allah Resulü (sav) beni Hz. Osman'a bir hediye (bir miktar et) götürmem için onların evlerine gönderdi. Eve girdiğimde Hz. Osman eşi Rukiyye annemiz ile oturuyordu. Onların birbirleri ile ilişkilerine hayran kaldım. Onlar kadar birbirlerine güzel davranan kimse görmedim. Hayranlıktan bir Hz. Osman'a bir Hz. Rukiyye'ye bakıyordum. Onlara hayran hayran bakarken dalıp kalmışım. Allah Resulü'nün (sav) yanına geri döndüğümde Allah Resulü (sav) bana:
-Nerede kaldın?
Ben daha bir şey söylemeden Allah Resulü (sav):
-İstersen seni alıkoyan nedeni ben söyleyeyim. Bir Osman'a baktın, bir Rukiyye'ye “Bunlar ne güzel insan” dedin.
-Evet, Ya Resulallah! Seni hak ile gönderen Allah'a (cc) yemin ederim ki bu yüzden geciktim.

Abdurrahman b. Osman'dan rivayet edilir:
"Bir gün Allah Resulü (sav) hâl ve hatırını sormak için kızı Rukiyye'nin ziyaretine gitti. İzin alıp eve girdiğinde kızı Hz. Osman'ın başını yıkıyordu. Onun eşine zevkle hizmet ettiğini gören Allah Resulü (sav), bu duruma sevinerek:
-Ey Kızım! Ebu Abdullah'a hep böyle güzel davran! Çünkü o sahabelerim içerisinde huyu bana en fazla benzeyen kişidir, buyurarak onu eşine iyilik yapmaya, iyi davranmaya teşvik etti.

Çevresi ile İlişkileri

Hz. Hatice annemizin bütün kızları birbirinden iyi yetişmiş, son derece ahlaklı hanımlardı. Herkesin gözü üzerlerinde olduğu ve bin bir sıkıntı ile karşılaştıkları hâlde hiç kimseden onlar hakkında en küçük bir olumsuz söz duyulmamıştır. Bilakis hepsi çevrelerindeki insanlar tarafından çok sevilmiş, hep takdir edilmişlerdir.

Onlar daha büyümeden Allah Resulü'ne (sav) vahiy gelmeye başladığı için sürekli babalarının etrafında pervane olan annelerimiz, başkaları ile ilişkilerinden daha çok Efendimizle (sav) ilişki içindeydiler. Hz. Rukiyye annemiz her fırsatta babasına hizmet eder, onun saçlarını tarardı. Ebu Hüreyre sahabe efendilerimizin birinden naklen anlatıyor:

-Bir gün bir iş için Hz. Rukiyye'nin yanına gittiğimde elinde tarak vardı. Tarağa baktığımı görünce bana:
-Biraz önce Allah Resulü (sav) buradaydı. Bu tarakla onun başını taradım. Efendimiz’in saçlarını tararken bana:
-Ebu Abdullah'ı nasıl buluyorsun, diye sordu. Ben:
-İyidir, dedim. Her zaman olduğu gibi yine:
-Ona iyi davran! O sahabelerim içerisinde ahlakı bana en çok benzeyen kişidir, diye tavsiye buyurdu.

Amansız Zulüm ve Hicret

İslam Mekke'de kök salmaya başlayınca Mekkeli müşrikler davetin önünü kesmek için Efendimiz’e (sav) ve sahabelere tehditten alaya, psikolojik baskıdan sosyal baskıya, sataşmadan işkenceye kadar akıllarına gelen her yolu denemeye başladılar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü İslam'ın nurunu söndüremiyorlardı. Bazı insanları sindirip İslam'a girmelerine engel olmalarına rağmen birçok insanın gizli açık Müslüman olmalarını engelleyememişlerdi. İnsanların İslam'a girişlerinin hızını kesseler de tamamen durduramamışlardı. Bu durum onları çok kızdırıyor, zaman zaman çileden çıkıp insanlıklarını unutuyorlardı.

Allah Resulü'nün (sav) insanları önce gizli sonra açıktan davete başlamasının üzerinden daha bir yıl bile geçmeden müşrikler Mekke'yi Müslümanlar için yaşanmaz bir hâle getirmişlerdi. Hatta Allah Resulü (sav) bazen Mekke'de duramayıp Hz. Ebu Bekir Efendimiz ile birlikte birkaç günlüğüne de olsa çok sevdiği ailesinden, Kâbe’den ayrılarak şehirden uzaklaşmak mecburiyetinde kalıyordu. Ama Allah Resulü'nün (sav) yüzünü bile görmeye tahammül edemeyen Mekke'yi cehenneme çevirip durulmaz hâle getiren müşrikler, ne yaparlarsa yapsınlar insanların hidayetine engel olamıyorlardı.

Allah Resulü (sav) Mekke'den uzaklaşıp dağlara çıkmasına mağaralarda gizlenmesine rağmen, yine insanlarla karşılaşıyor ve onlara İslam'ı anlatarak Müslüman olmalarına vesile oluyordu. Burada onları yetiştirip mağaraları ilim irfan mektebi hâline getiriyordu. Bilâl-i Habeşî, Abdullah b. Mes'ud gibi büyük sahabeler, bu kaçış zamanlarında Müslüman olmuş, mağaralarda günlerce Allah Resulü'nün (sav) rahle-i tedrisatından geçmişlerdi.

İşte Mekke yine müşriklerin zulmünden alev alev yanıyor, etrafta fitne kaynıyordu. Tansiyon yükseldikçe yükselmişti. Müşriklerin Allah Resulü'nü (sav) görmeye tahammül edemedikleri bir zamandı. Allah Resulü (sav) Hz. Ebu Bekir'i de yanına alarak mahzun bir hâlde, sessizce Mekke'yi terk etti. Davetin hedefe ulaşması için her türlü fedakârlığa katlanan Allah Resulü (sav) eşini, çocuklarını bırakarak onların gözyaşları, kaygılı ve üzgün bakışları arasında gecenin karanlığını yararak mağaraları mesken tutup, taşları yastık yapmak üzere şehri terk ediyordu.

Bütün sahabeler Allah Resulü (sav) gibi sıkıntı içindeydi. Hiçbirinin dayanma gücü kalmamıştı. Daha fazla dayanamayan Müslümanlara Allah'ın (cc) rahmeti yetişerek onlara Habeşistan kapılarını açtı. Allah Resulü (sav) Müslümanlara izin verince Habeşistan'a hicret başladı. Hiç şüphesiz zulüm Hz. Rukiyye Annemiz ve onun sevgili eşi Hz. Osman Efendimiz'in de kapısını çalıyor, onları da inletiyor, onların da tahammül gücünü zorluyordu. Hatta ailesini, yurdunu, sevdiklerini terk edip hicret ettirecek kadar sıkıntı içindeydiler.

Esma binti Ebu Bekir anlatıyor:
Allah Resulü (sav) Mekkeli müşriklerin zulmünden dolayı, bir süreliğine babam Hz. Ebu Bekir ile birlikte şehir dışına çıkarak Hira Mağarası'na gitmişti. Ben onlara belli zamanlarda yemek götürüyordum. Onlara yemek götürdüğüm bir sırada Hz. Osman gelerek:

-Ya Resulallah! Ben müşriklerin senin hakkında kötü sözler söylediğini duyup duruyorum. Artık bu konuda sabrım kalmadı. Beni bir yerlere yönlendir. Allah (cc) rızası için hicret edeyim, dedi. Allah Resulü (sav):

-Sabredememekten mi korkuyorsun?
-Evet!
-Yönünü Habeşistan'da ki şu adama doğru çevir. O gerçekten de vefalı biridir. Rukiyye'yi de yanında götür. Onu sakın Mekke'de bırakma! Senin gibi düşünenler de sizinle birlikte gelsinler. Onlar da geri kalmasın.

Hz. Osman Allah Resulü'ne (sav) veda ederek elini öpüp yanından ayrıldı. Mekke'ye gelip Allah Resulü'nün (sav) sözlerini sahabelere bildirdi.

-Ben bu gece Mekke'den ayrılarak Cidde'ye gidip orada bir iki gece sizi bekleyeceğim. Eğer gecikirseniz, denize doğru yöneleceğim, dedi.

Hz. Osman Efendimiz Allah Resulü'nden (sav) ayrılıp doğruca evine geldi. Durumu Hz. Rukiyye annemize anlatarak hazırlanmasını söyledi. Eşini dinleyen annemizin yüzüne büyük bir hüzün çöktü. Anne-babasından, kardeşlerinden ayrılıp gitmek ona çok ağır geliyordu. Hem de müşriklerin acımasız saldırılarına maruz kalmışken. Allah Resulü (sav) şu anda bile, müşriklerin baskısından dolayı şehirden ayrılmış, dağ başlarında mağaralarda kalıyordu. Annesi ve kardeşleri ile vedalaşarak gece eşi ile birlikte gizlice Mekke'den ayrıldı.
Esma binti Ebû Bekir anlatıyor:
Daha sonra, farklı bir zamanda Allah (cc) Resulü'ne (sav.) yemek götürdüğüm zaman bana:
-Osman ve Rukiyye ne yaptılar?
-Hazırlanıp gittiler.
-Hazırlanıp gittiler mi?
-Evet!

Allah Resulü (sav) Hz. Ebu Bekir'e dönerek:
-Bak Esma, Osman ve Rukiyye'nin hazırlanıp gittiklerini söylüyor. Nefsim yedi kudreti altında olan Allah’a (cc) yemin ederim ki! O İbrahim (as) ve Lût'dan (as) sonra eşi ile birlikte hicret eden ilk kişidir, buyurdu.

Onlar gittikten birkaç gün sonra Allah Resulü (sav) mağaradan evine geri döndü. Kızı ve damadı gittiklerinden beri onlardan bir haber alamamıştı. Onları merak ediyor, bir haber alabilmek için şehre girip çıkanlara soruyordu. O sıralarda bir hanımın şehre geldiğini haber aldı. Hemen yanına gitti.

- Osman ile Rukiyye'yi gördün mü?
-Evet!
-Nasıllardı? Onları gördüğünde ne hâldeydiler?
-Osman, hanımını zayıf bir merkebe bindirmiş, kendide yularından tutmuş çekiyordu.
-Allah (cc) onların yardımcısı olsun, diye dua etti Efendimiz (sav).

Hz. Rukiyye yola çıkarken hamileydi. Bin bir endişe ve üzüntü ile yollara düştü. Bilmediği memleketlere doğru, başlarına ne geleceğini tahmin bile edemeden, büyük bir kaygı ile yola devam eden annemiz, çok zor şartlar altında hicret ediyordu. Normalde çöl şartlarında, merkep üzerinde günlerce yolculuk etmek, güçlü kuvvetli erkekleri bile oldukça zorlayacak bir işti. O kadın haliyle narin bedeni ile çöl yollarına düşmüştü. Bin bir özlemle bebeğinin doğumunu bekliyordu. Ama olmadı. Mekkelilerin yaptığı zulüm, daha doğmamış bebeğine de ulaşarak o masum yavrunun ölümüne neden oldu. Annemizin hayallerini süsleyen bebeği bu yolculuk sırasında düştü.

Bebeğinin kaybına çok üzülen Hz. Rukiyye annemiz, iyice halsiz düşmüştü. Yor¬gunluk, üzüntü ve hastalıktan başını kaldıracak takati kalmamıştı. Ancak çare yoktu. O hâlde yola devam etmek mecburiyetindeydi. Peşlerine düşen zalimler her an onlara ulaşabilirdi. Sahile gelinceye kadar çok zor anlar yaşadı.

Kızıl Deniz'e ulaşınca iki geminin hazır olduğunu gördüler. Kişi başına yarım dinara anlaşarak gemiye bindiler. Gemi hareket edince Kızıl Deniz'i aşıp selametle Habeşistan'a vardılar.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Allah Resûlü (sav) ile Hz. Hatice'nin üçüncü çocuğu olan Hz. Rukiyye annemiz doğduğunda, Peygamber Efendimiz (sav) otuz üç, Hz. Hatice annemiz ise kırk sekiz yaşındaydı. Hz. Rukiyye annemiz vahiy gelmeden yedi-sekiz yıl önce dünyaya geldi. Peygamber Efendimiz (sav) huzur dolu yuvanın yeni neşe kaynağı olan dünya tatlısı kızlarına Rukiyye ismini vermişlerdir. Doğumunun yedinci günü akika kurbanı kesildi, fakirlere sadaka verildi. Bundan sonra o da Allah Resûlü'nün (sav) halası Safiye Hanım'ın cariyesi olan Selma Hanım'a sütanneye gönderildi. O sırada üç yaşına girmiş olan Hz. Zeyneb annemiz, kardeşini çok sevmişti. Sık sık sütannelerinin yanına gidiyor, onunla oynuyordu.

Hz. Rukiyye annemiz bir yaşında iken Hz. Ümmü Gülsüm, ondan bir yıl sonra da Hz. Fatıma annelerimiz dünyaya geldiler. Dünyanın en kâmil anne ve babasının terbiyesi altında büyüyen Hz. Rukiyye, ablası gibi her yönden çok iyi bir şekilde yetişiyordu. Aylar ve yıllar bu şekilde hızla akıp gitti. Hz. Rukiyye annemiz yedi, ablası Hz. Zeyneb annemiz on yaşına girmişti. Çok iyi yetiştiği için herkesin dikkatini üzerine çeken ve görenlerin takdirlerini kazanan ablası henüz küçük olmasına rağmen, çevrelerindeki bazı kişiler tarafından evlilik için düşünülmeye başlanmıştı bile. Teyzeleri Hâle ve teyze oğlu Ebû'l Âs, annesiyle görüşerek onu evliliğe ikna etti. Ablasının evlenmesi ile Hz. Rukiyye annemiz, kutlu hanedeki çocukların ablası oldu.

İsteksiz Nişan:
Hz. Zeyneb annemizin evliliğine kimse itiraz etmese de böyle kâmil bir anne babanın çok iyi yetişmiş, güzel kızını kaçırdıkları için pek çok kimse içten içe üzülüyordu. Özellikle Allah Resûlü'nün (sav) amcası Ebû Leheb ve hanımı Ümmü Cemile, ellerini çabuk tutup Hz. Zeyneb annemizi oğullarına istemedikleri için kendi kendilerine çok kızıyorlardı. Biraz da amcaoğulları dururken kızlarını hanımının akrabası ile evlendirdiği için Allah Resûlü'ne (sav) kızıyorlardı. Aralarında konuşup bundan sonra ne yapıp edip Allah Resûlü'nün (sav) diğer kızlarını kaçırmamaya karar verdiler. Ama Efendimiz’in (sav) çocukları henüz çok küçüktü. Hz. Rukiyye annemiz henüz yedi-sekiz, Hz. Ümmü Gülsüm annemiz altı-yedi yaşlarındaydı. Ancak onlar bu güzel kızları kaçırmamaya kararlıydılar. Evlilik çağlarının gelmesini bekleyecek fakat yeğenleri ile oğullarını kesinlikle evlendireceklerdi. İşi garanti altına almak için hemen söz kesmeliydiler. Bunun için bir gün, Efendimiz’in (sav) kapısını çaldılar. Hâl hatır sorma faslı bittikten sonra, Ümmü Cemile konuyu açtı ve Efendimiz’den (sav) kızlarını oğullarına istedi. Efendimiz de (sav)  Hz. Hatice annemiz de donup kalmışlardı. Kızları henüz yedi-sekiz yaşlarındaydı. Hz. Hatice annemiz, onlar çok küçükler, demeye kalmadan, Ümmü Cemile söze atılarak:

-Olsun, adını koyalım kızlar büyüyünceye kadar bekleriz, diyerek annemizi susturdu.

Hz. Hatice annemiz büyük bir üzüntüye kapıldı, "evet" demek de "hayır" demek de sıkıntı olacaktı. Ümmü Cemile, herkesin şerrinden kaçtığı, şirret bir kadındı. Evet de deseler, hayır da deseler sonunda üzüleceklerdi. Hem Ümmü Cemile "hayır" cevabını asla kabul etmezdi. Hz. Hatice annemiz kararı babalarının vereceğini söyleyerek sözü Efendimiz’e (sav) bıraktı. Efendimiz (sav), "hayır" cevabının faydasız olacağını bildiği için Rabbine teslim olarak istemeye istemeye "evet" dedi. Böylece Ebû Leheb'in oğlu Utbe ile Hz. Rukiyye, Uteybe ile Hz. Ümmü Gülsüm arasında nikâh için söz kesildi.
Hz. Rukiyye annemizin nişanlandığı sıralarda Allah Resûlü (sav) birçok olağanüstü şeyler ve rüyalar görüyor, gece gördüğü rüyalar, gündüz aynen çıkıyordu. Yalnızlık sevdirildiği için sık sık Hira Mağarası'na giderek orada inzivaya çekiliyordu. Hira Mağarası'nda olduğu bir gün Cebrail (as) yanına gelerek ona vahiy getirdi. Bütün bu süreçte baba evinde olan Hz. Rukiyye annemiz, olaylara yakinen şahit oldu. Vahyin ne demek olduğunu, hak ve batılı en güzel şekilde öğrenerek özümsedi.

“Ey örtüsüne sarılıp bürünen! Kalk ve uyar! Yalnızca Rabb'ini büyük tanı!” ayetlerinin inzaliyle Yüce Allah (cc), Resûlü'nü (sav) insanlara İslam'ı anlatmak üzere görevlendirdi. Hz. Hatice (ra) vahiy sürecinin tüm safhalarını Allah Resûlü (sav) ile neredeyse bire bir yaşadığından hiç tereddüt etmeden hemen Müslüman oldu. Durumu kızlarına anlatınca onlarda anneleri ile birlikte Müslüman olarak ilk Müslümanlardan olma şerefini elde ettiler.

İnancından Dolayı Boşanıyor:
Her ne kadar, istemeyerek nişanlansalar da evlenecekleri kişiler babasının soyundan gelen Mekke'de saygın bir yere sahip yakışıklı ve varlıklı gençlerdi. Annelerimiz üç yıldır kendilerini bu evliliğe kalben hazırlıyor, evlilik günlerini heyecanla bekliyorlardı.

Allah Resûlü'ne (sav) "Yakın akrabalarını uyar!" ayeti nazil olunca, eşi Hz. Hatice'ye yemek hazırlatan Efendimiz (sav), Hz. Ali'ye (as) akrabalarını davet etmelerini emretti. Akrabaları toplanınca yemekten sonra onlara Peygamber olduğunu anlatacaktı. Ama Allah Resûlü'nün (sav) amcası, kızlarının kayınpederi olan Ebû Leheb toplantıyı sabote ederek davetine engel oldu. Davet ile başlayan bu sürtüşme, her gün biraz daha büyüyerek devam etti. Böylece İslam'a karşı düşmanlığını ilan eden ilk kişi Ebû Leheb oldu.

Allah Resûlü (sav) aldığı emir gereği, akrabalarından sonra Kureyşlileri de İslam'a davet etti. Safa Tepesi'ne çıkıp Kureyşlilere seslenerek onları topladı. Gelenleri İslam'a davet eden Allah Resûlü'ne (sav) ilk ciddi muhalefet yine amcası Ebû Leheb'den geldi. Efendimiz’e (sav) sert bir şekilde çıkışan Ebû Leheb, “Kahrolasıca, elleri kuruyasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” diye meydanı çınlattı. Onun bu çıkışı diğer insanları harekete geçirerek gruplar hâlinde oradan ayrıldılar.

Ebû Leheb'in yaktığı muhalefet ateşini Ebû Cehil ve diğerleri izleyerek Mekke'yi Müslümanlar için cehenneme çevirdiler. Ebû Leheb'in Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) eziyeti üzerine hakkında Tebbet Sûresi nazil oldu.

“Ebû Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcısı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu hâlde hanımı da (ateşe girecek).”
Tebbet Sûresi’nin indiğini duyan Ümmü Cemile, sinirinden yerinde duramaz hâle gelmişti. Allah Resûlü (sav) ve sevgili eşlerini çok üzecek bir şeyler yapmak için çareler arıyordu. Biraz düşününce aklına bütün ailesini üzecek şeytanca bir fikir geldi. Hemen oğulları Utbe ve Uteybe'yi yanına çağırdı. Onları sıkıştırarak onlardan Hz. Rukiyye ve Hz. Ümmü Gülsüm annelerimizi boşamalarını istedi. Böylece onları kızlarının sıkıntısı ile meşgul ederek hem intikam almış hem de Allah Resûlü'nü (sav) tebliğden alıkoymuş olacaktı.

İslâm düşmanlarının zaman zaman başvurduğu işkence şeklini abartan Ümmü Cemile, bunu yaparken yaygara kopararak Hz. Hatice annemiz ve Efendimiz’in (sav) üzüntüsünü daha da arttırdı. Ümmü Cemile'nin yaptıklarını duyan Kureyşliler, yangına körükle giderek hemen Utbe b. Ebû Leheb'i buldular. Ona:
-Muhammed'in kızını boşarsan, sana Kureyşlilerden istediğin kişinin kızını alırız, dediler. Durumu fırsat bilen Utbe:

-Eğer beni Abban b. Said veya Said b. As'ın kızı ile evlendirirseniz, söylediklerinizi hemen yaparım. Babaları Ebû Leheb, Allah (cc) Resulü'nü (sav) kastederek oğullarına,

-O’nun kızlarından ayrılmazsanız başım başınıza haram olsun, diyerek onları Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'ü boşamaya zorladı.

Kötülükte babalarından geri kalmayan Utbe ve Uteybe, zaten anneleri ve toplum tarafından yeterince doldurulmuş, kışkırtılmışlardı. Hiç düşünmeden babalarına:

-Hemen boşarız, diyerek ikisi de Allah Resûlü'nün (sav) kızlarını boşadılar. Böylece Hz. Rukiyye ve Ümmü Gülsüm annelerimiz daha evlenmeden ayrıldılar.

Annelerimiz bu kadar kötü kişilerle hayatlarını birleştirmedikleri için kendilerini teselli etseler de sırf inançlarından dolayı böyle bir cezaya çarptırıldıkları için üzüldüler. Belki gecenin ilerleyen zamanlarında uyanıp saatlerce ağladılar. Hele Mekkelilerin, eşlerini onları boşamaya zorlaması annelerimizi iyice yıprattı. Bir anda kendilerini bütün toplumu karşılarına almış, bütün halkın kendilerini boğmak için harekete geçtiğini hisseder gibi oldular. Bugünler bütün aile, özellikle henüz on ve on bir yaşlarında olan Rukiyye ve Ümmü Gülsüm için saatlerin hiç geçmediği günlerdi. Kalpleri hüzünle doluydu. Birçok duyguyu aynı anda yaşıyorlardı. Hele Kureyşlilerin vakit geçirmeden Utbe'yi, Said b. As oğullanndan beğendiği bir hanım ile evlendirmeleri onları büsbütün üzmüş, gururlarını incitmiş, kalplerini kırmıştı.

Allah (cc) yolunda büyük bir imtihandan geçen Efendimiz (sav) ve ailesi, sabır ve sebatla bu zor günleri geride bırakıp yaralı gönüllerle de olsa yollarına devam etti. Geçmişi veciz bir şekilde özetleyip geleceğe ışık tutan Allah Resûlü (sav) sevgili eşine şöyle buyurdu: "Uyku zamanı geçti ey Hatice!" Hz. Hatice annemiz ve kızları, Efendimiz’in (sav) sözlerinden gerekli mesajı alarak İslam davet mücadelesinde ona inanılmaz destek oldular.

Büyük sıkıntılara maruz kalan, acı çeken mübarek aile Hz. Osman (ra) gibi herkesin saygı duyduğu, her yönden mükemmel, çok değerli bir gencin Hz. Rukiyye annemize talip olması ile derin bir nefes aldı.

Hz. Osman (ra) anlatıyor:
"Evlenmeyi çok fazla istediğim günlerdi. Bir grup Kureyşli ile birlikte Kâbe’de oturuyordum. O sırada biri Ebû Leheb'in oğulları Utbe ve Uteybe'nin Allah Resûlü'nün (sav) kızları ile olan evliliklerini gündeme getirdi. Rukiyye çok güzel, mükemmel bir kızdı. Niçin ben onlardan önce davranıp da Rukiyye ile evlenmedim diye içime bir pişmanlık ve hasret çöktü. Arkadaşlardan ayrılıp eve dönerken yolda teyzem Suda binti Küreyz'i gördüm. Bir kenarda oturuyordu. Teyzem Mekkelilere fal bakar, kehanette bulunurdu. Beni görünce bir şiirle hissettiklerini şöyle anlattı:
Göreceğin üç şeyin müjdesini al, onları selamla!
Sonra tekrar üç, yine üç!
Ta ki ona tamamlanıncaya kadar.
Sana hayır geldi, kötülükten koruyan.
Vallahi sen, eşsiz, namuslu biri ile nikâhlanacaksın.
Kendin gibi bakire biri ile karşılaşacaksın.
Şanı yüce olan birinin kızı ile evlenecek,
Şanını yüceltecek bir iş yapacaksın.

Teyzemin sözlerine bir anlam veremedim. Şaşırıp kaldım:

-Teyze! Bana ne anlatmak istiyorsun?
-Ey Osman! Güzellik senin için, dil senin için! İşte şu Nebî'dir, delili senin için. O’nu Deyyân olan Allah (cc) gönderdi. Ona Tenzil ve Furkan geldi. Ona tabi ol! Putların seni bu yoldan alıkoymasın.
-Teyze! Sen buralarda hiç duyulmamış bir şeylerden bahsediyorsun. Tam olarak anlamadım, biraz açıkla!
-Abdullah'ın oğlu Muhammed (sav), Allah (cc) katından gönderilecek peygamberdir. O, Allah'ın (cc) ayetleri ile gelip onlarla insanları Allah'a (cc) davet edecektir. Işıktır, ışık. Dini felah, işi kurtuluş. Zamanı yakındır. İş bittiğinde, kılıçlar çekildiğinde, mızraklar uzatıldığında, feryat boşadır.”

Kalbime kor bir ateş düşmüştü. Teyzemin yanından ayrılarak düşünceli bir şekilde Hz. Ebubekir'in yanına gittim. Yanına gittiğimde yalnızdı. Selam verip oturdum. Beni düşünceli görünce, hâlimi sordu. Ben teenni ile hareket eden, acelecilikten hoşlanmayan biriydim. Sakin bir şekilde teyzemden duyduklarımı ona anlattım. Hz. Ebubekir:

-Yazık! Hâlbuki sen akıllı birisin. Doğru ile yanlışı rahatlıkla görüp birbirinden ayırabilirsin. Şu kavminin tapındığı putlar nedir? Onlar hissetmeyen, görüp duymayan taşlardan ibaret değil midir?
-Vallahi, senin dediğin gibidirler.
-Teyzenin de dediği gibi. O Allah’ın (cc) Resûlü'dür. Allah (cc), Muhammed b. Abdullah'ı insanlığı dinine davet etmesi için gönderdi. Gidip onu dinlemez misin, diye sordu. Ben de; “Tabi ki giderim.” dedim.

Tam o sırada Allah Resûlü (sav) Hz. Ali (ra) ile yanımızdan geçiyordu. Elinde bir elbise vardı. Hz Ebubekir kalkıp O’nun kulağına bir şey söyledi. Allah Resûlü (sav) yanımıza oturdu. Bana dönerek:

-Ey Osman! Allah’a (cc) yönel, cennetine gir! Ben Allah'ın (cc) sana ve bütün insanlığa gönderdiği Peygamberiyim.

Vallahi o an, Allah Resûlü'ne (sav) tabi olmaktan başka bir şey yapamadım. Hemen şahadet getirerek Müslüman oldum.

Müslüman olduktan sonra Hz. Rukiyye annemize talip olan Hz. Osman'ın teklifi, gerek Allah Resûlü (sav) ve gerekse ailesi tarafından büyük bir coşku ile kabul edildi. Bu yalnızca bir izdivaç değil, İslam davetine karşı yapılan çirkin saldırıya karşı büyük bir tokat, Allah Resûlü (sav) ve ailesinin kalplerini derinden yaralayan zulmün tatlı ilacıydı.

Hz. Rukiyye annemiz Utbe ile boşandığında ne kadar çok mahzun olmuş, üzülmüşse şimdi bir o kadar sevinmişti. Maddî durumu çok iyi olan Hz. Osman, aynı zamanda çok yakışıklı, oldukça akıllı ve ahlâklı bir gençti. Bütün bu vasıfların her biri ona ve ailesine Allah'ın (cc) bir lutfuydu. Kendilerine yakışan çok güzel bir düğün yaparak Hz. Rukiyye annemiz ile evlendi.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort