JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Peygamber Efendimiz’in ilk eşi,
İslamiyet’i seçen ilk hanım sahabe,
Allah’ın (cc) selam gönderdiği ve cennetle müjdelenen ilk hanım,
Müslüman hanımların en faziletlisi,
Peygamber Efendimiz’in ifadesi ile “İnsanlığın Hanımefendisi”,
Müminlerin annesi…

Hz. Hatice, Mekke’de yaşayan köklü ailelerine mensup olan Huveylid b. Esed ile Fatma binti Zaide’nin sekiz çocuğundan birisidir. Babasının soyu beşinci nesilde Allah Resûlü (asm) ile dedeleri Kusayy b. Kilab’da, annesinin soyu ise Allah Resûlü (asm) ile dedeleri Lüey b. Galib’de birleşiyordu. Yani Hz. Hatice annemiz hem anne hem de baba tarafından Peygamber Efendimiz’le akrabadır. Babası Kureyş’in zenginlerinden, insanların akıl danıştığı, ahlaklı ve şerefli bir sefirdi. Mekke’de doğup büyüyen annemiz, otuz yaşına kadar babasının terbiyesinde ve korumasında yetişti.

Çok zeki, akıllı ve güzel bir çocuk olan Hz. Hatice’nin yetişmesinde emeği geçenlerden birisi Peygamber Efendimiz’in halası, annemizin yengesi Hz. Safiyedir. Ahlaki yönden çöküntü içerisinde olan o toplumda Hz. Hatice’nin tertemiz kalmasında emeği olan bir diğer isim de amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’dir. Varaka b. Nevfel putlara tapmayan, hakikati arayan bir Mekkeli’dir.
Kureyşliler, Hz. Hatice’yi çok sevip saydıkları için ona Seyyidet-ü Nisau Kureyş (Kureyşli Kadınların Hanımefendisi) dediler. Hatta iffet ve nezahetinden dolayı O’na Tahire (Tertemiz) Hanım lakabını uygun gördüler. Güzelliği, ahlakı, hareketleri ve tavırları ile dikkatleri üzerine çeken Hz. Hatice’nin evlilik çağı gelmişti. Mekke’nin ileri gelenlerinden pek çoğu O’nunla evlenmek istiyordu. Hz. Hatice kendisine talip olanlar arasından Ebu Hale’yi seçti. Ebu Hale oldukça zengin, ahlaklı, şahsiyetli ve olgun bir beyefendiydi. Ebu Hale ile evlenen Hz. Hatice’nin iki erkek çocuğu oldu. Eşi ve çocukları ile mutlu bir aile hayatı sürdürüyordu. İkinci doğumundan birkaç yıl sonra eşi rahatsızlandı ve hayatını kaybetti. İki çocuğu ile yalnız kalan Hz. Hatice sahip olduğu serveti nasıl değerlendireceğini düşünüyordu. Sonunda yeğeni Hakim b. Hizam’ın yardımıyla ticarete başladı. Hakim b. Hizam Hz. Hatice’nin kardeşinin oğludur. Aynı zamanda Efendimiz’in de gençlik yıllarından beri arkadaşıdır. Büyük bir ticaret kabiliyetine sahip olan Hz. Hatice, kısa zamanda Mekke’nin en büyük tacirlerinden biri oldu. Yanında birçok kişi çalıştıran Hz. Hatice’nin en güvendiği yardımcısı kölesi Meysere idi. Her seferinde onu kervanla gönderir dönüşte ondan bilgi alırdı.

Asil bir hanım olan Hz. Hatice’ye evlenme teklifleri gelmeye başladı. Hz. Hatice’yi çok beğenen ve ısrarla onu isteyen Atik b. Aiz’in teklifini kabul etti ve evlendiler. Kısa süre sonra bir kız çocukları oldu. Fakat mutlulukları uzun sürmedi eşiyle anlaşamayan Hz. Hatice ayrılmak durumunda kaldı. Kısa zamanda kendini toparladı, üç çocuğu ve işiyle ilgilenmeye başladı. Babası vefat edince amcası Amr b. Esed’in yanına sığındı.

İlâhî plan Hz. Hatice’yi ulvî bir hizmete ve makama hazırlıyordu. Bu hizmeti güzel bir şekilde yapabilmek için hazır ve donanımlı olması gerekiyordu. Bir taraftan yaşadıkları Hz. Hatice’yi pişirip olgunlaştırıyor diğer taraftan ticarette ilerliyordu. Geriye iki şey kalıyordu: Birincisi; manevi alt yapının oluşması, ikincisi; yolarının Allah Resûlü ile kesişmesi.

İbn-i İshak’ın bildirdiğine göre, Hz. Hatice bir bayram günü Kâbe’yi tavaf ettikten sonra uzun bir dua ederek oradan ayrılır. Kâbe’nin bir başka tarafında kutlama yapan kadınların yanına gider ve o sırada Yahudi bir âlim yüksek sesle, “Ey Kureyşli kadınlar, şüphesiz ki bu topraklardan bir peygamber çıkacak. Kimin eline onunla evlenme fırsatı çıkarsa kaçırmasın.” dedi. Yahudi’nin bu uyarısını Hz. Hatice’den başkası dikkate almadı. Bu olaydan sonra sık sık rüya görmeye başladı. Rüyalarını Varaka b. Nevfel’e anlatıyordu. Hz. Hatice yine bir gün rüyasında; “Gökten inen bir güneşin Mekke’nin semalarını kapladığını, oradan kayarak evinin üzerinde durduğunu ve bakanların gözlerini kör edecek kadar parlak olan bu ışığın evini, daha sonra bütün âlemi aydınlattığını” gördü. Bu rüyasını Varaka b. Nevfel’e anlattı. Varaka b. Nevfel gülümsedi ve sevinçle, “Müjdeler olsun ey amcakızı! Şüphesiz ki bu rüya Allah’ın (cc) sana olan büyük lütfunun bir işaretidir. Çok geçmeden Allah (cc) senin evine bir nur ihsan edecektir. Eğer bu rüya doğru çıkarsa nübüvvet nuru mutlaka evinin içini aydınlatacaktır. Son Peygamberin nurunun feyzinden muhakkak faydalanacaksın.” dedi. Varaka b. Nevfel konuşurken Hz. Hatice onu dikkatle dinledi ve bayram günü Yahudi âlimin söylediği sözleri hatırladı. Bu iki söz birbirini ne kadar da tamamlıyordu. Büyük bir sevinç ve merak içerisinde düşüncelere daldı. Yahudi ve Hristiyanlığı çok iyi bilen Varaka b. Nevfel gelmesi beklenen Peygamber ile ilgili tüm bildiklerini Hz. Hatice’ye anlattı. Artık Hz. Hatice evleneceği Peygamberin kim olduğunu, O’nu nasıl bulacağını, nasıl evleneceğini merak ediyordu. Bütün bu olaylardan sonra Hz. Hatice, Varaka b. Nevfel’in anlattığı vasıflara uygun bir insan arıyordu. O zamanda bu vasıfları taşıyan kişiler çok az idi. Peygamber Efendimiz’in olabileceğini düşünüyordu ve O’nu daha yakından izlemeye başladı. Ticaretle uğraşması Efendimiz’le tanışmasına vesile olacaktır.

Hz. Hatice Şam’a göndereceği kervanının başına güvenilir, ticaretten anlayan birisini arıyordu. Arama uzun sürmedi, Kureyşliler’in el-Emin diye çağırdığı, son derece ahlaklı, akıllı, ticareti bilen Efendimiz’i buldu.  Efendimiz, dört deve karşılığı Hz. Hatice ile anlaştı. Hz. Hatice kölesi Meysere’yi Efendimiz’in emrine verdi. Meysere’ye; “Sakın O’na muhalefet etme, emirlerine karşı gelme.” diye sıkı sıkı tembih etti. Ona Efendimiz ile ilgili her şeyi gözlemlemesini ve gelince kendisine anlatması talimatını verdi ve kervan Şam’a doğru yola çıktı. Meysere yolculuk sırasında olağanüstü olaylara şahit oldu. Bu olaylardan en önemlisi kervan Şam’ın bir kasabası olan Busra’ya gelince uygun bir yerde konakladılar. Efendimiz bir ağacın yanına giderek gölgesine oturdu. Onların bulunduğu yerin karşısındaki Kiliseden kervanı izleyen rahip Nastura Efendimiz’i görünce büyük bir heyecan yaşadı. Rahip hemen kervanın yanına gelerek Meysere’ye, “Şu ağacın altında gölgelenen kimdir?” diye sordu. Meysere “Kureyş halkından biri.” dedi. Rahip Nastura, “Şimdiye kadar Peygamberlerden başkası bu ağacın altında gölgelenmemiştir.” dedi. Rahip Nastura gölgelenen kişinin Peygamber olup olmadığından emin olmak için Meysere’ye, “O’nun gözünde hafif kızarıklık var mıdır?” Meysere, “Evet hiç kaybolmayan kızarıklık vardır.” dedi. Kızarıklık olduğunu öğrenince büyük bir iç çekti ve büyük bir hasretle inledi “O son Peygamber’dir.” dedi. Meysere hayrete kapılmıştı. Kervan dönüşünde de Meysere’yi şaşırtan mucizevî olaylar devam etti. Kervan kavurucu çöl sıcağında ilerlerken Efendimiz’i sürekli olarak bir bulutun izlediğini fark etti. O gidince giden, O durunca duran bir bulut. Gördüklerinden sonra Meysere Efendimiz’e olan hayranlığı artıyordu. O’na karşı büyük bir muhabbet beslemeye başladı.
Artık yolculuk sona ermişti. Hz. Hatice Mekke’ye giriş yolunu gören evin üst katında hanımlarla oturuyordu, tam öğle vaktiydi. Gelen kervanı izleyen Hz. Hatice, Peygamberimiz’i ve onu takip eden bulutu gördü ve hayretler içerisinde yanındaki hanımlara da gösterdi.

Allah Resulü (asm) Hz. Hatice’nin yanına gelerek yaptığı alışveriş hakkında bilgi verdi. Çok kârlı bir alışveriş olduğunu anlayan Hz. Hatice memnun oldu. Daha sonra Meysere, Hz. Hatice’ye başlarından geçenleri büyük bir heyecanla anlatır. Hz. Hatice’nin kalbi huzurla dolar. Hz. Hatice artık emindir, aradığı son Peygamber Abdullah’ın oğlu Hz. Muhammed’dir. (sav) Hz. Hatice, kız kardeşi Hale binti Huveylid’e Efendimiz’le evlenmek istediğini söyledi. Daha sonra arkadaşı Nüfeyse binti Müneyye’ye anlattı. Onlardan aracı olmalarını istedi. Nüfeyse hanım Efendimiz’le konuştu ve O’na Hz. Hatice’nin kendisiyle evlenmek istediğini söyledi. Bu arada Hz. Hatice’nin kız kardeşi de Efendimiz’in arkadaşı Ammar b.Yasir’le konuştu. Sonuç olarak Efendimiz, Hz. Hatice’nin teklifini kabul etti.

Kara, Hilal, Abdullah Kara, İlklerin Annesi Hz. Hatice, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007
Kara, Hilal, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

ÇOK SEVEN, ÇOK SEVİLEN EFENDİMİZ’İN (SAV) İLK KIZI:
ZEYNEP BİNTİ RESÛLULLAH -3

 

“Mekkeliler! Eceline susayan bana doğru gelsin. Yok, eğer yaşamak istiyorsanız, çekin gidin buradan. Bu kadını babasına götürmekten başka bir niyetim yok. Ya gitmemize izin veririniz ya da hepimiz burada ölür gideriz.”

Kinane keskin nişancı ve usta ok atııcısıydı. Cesurdu da. Gözünü çokluk gibi izafi bir şeyin yıldırması mümkün değildi. Söylediğini yapacaklarını biliyorlardı. Mekkeliler tedirgin olmuşlardı. Durduk yerde öleceklerdi. Bir kadın yüzünden (Hind) bir başka kadın için savaşmaya değer miydi? Onu almaktan vazgeçip, ağız değiştirdiler. Bir aralık Ebû Sufyan yavaşça Kinane'ye sokuldu ve:

“Kinane! Halkın gözü önünde yola çıkmanız doğru bir hareket değil. Sen Muhammed'in başımıza getirdiklerini biliyorsun. Onun kızını böyle açıktan alıp götürmen bizim aczimize delil olacaktır Bu işi sen geceleyin hallet. Şimdi Mekke'ye götür. Halkın itirazı kesildikten sonra gizlice al ve nereye islersen oraya götür.” dedi.

Kınâne “tamam” dedi ve yara-bere içerisinde kalan Hz. Zeynep annemizi ve kızını Mekke'ye götürdü. Annemiz Âtıke halanın titiz bir şekilde bakımıyla birkaç gün içerisinde kendine gelmişti Birden fazla üzüntü ve acı yaşayan Hz. Zeynep'i tekrar geceleyin gizlice Mekke'den çıkarttılar. Ebû Sufyan, karısı Hind’in sebep olduğu bu facianın, yüzüne çaldığı lekeyi temizlemek için olacak, Zeynep'i hazırladı ve bir plan üzere Mekke'den kaçırmaya muvaffak oldu. Kendilerini bekleyen Zeyd b. Harise ve arkadaşlarına teslim ettiler. Hind ise, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) ve kızı Hz. Zeynep annemizi sevindirecek bu olaydan duyduğu ıstırap ve nefreti Mekke sokaklarında şiirler söyleyerek dile getirdi. Ebu’l-As, annemizi Medine'ye doğru yaşlı gözlerle uğurladı. Hz. Zeynep annemiz hevdecin içinde giderken, bir yandan başına gelenleri düşünüyor bir yandan da kocasının hidayeti için sürekli dua ediyordu. Ondan en küçük sert, kaba bir hareket görmemişti. Kendisine bir defa olsun bağırıp çağırmamıştı. Birbirlerini çok iyi anlamışlardı. Sevgi dolu eşini, anlayış, uyum ve saadet membaı yuvasını terk ediyordu. Kalbi kırık, aklı Mekke'de idi. Bu çetin bir imtihandı. Müslüman olanların birçoğu çocuklarından yahut anne-babalarından ayrılmıştı. Zeynep'in payına da sevgili, pek sevgili eşinden ayrılmak düşmüştü. Kavuşmalarının tek yolu vardı, Ebu’l-As'ın imanı. Hz. Zeynep bu tek yola ümit bağlamış, her nefes eşinin hidayeti için dua eder olmuştu. Bu küçük kafile hüzünlü, zor ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Kavuşmanın sevinciyle bütün ağrı ve sızılarını biraz olsun unutturmuştu.

Ebu’l-As, Hicretin altıncı yılında Mekkeliler'in kendisine emanet ettiği ticaret mallarıyla birlikle Şam'dan dönüyordu. Medine-i Münevvere yakınlarında kervanı baskına uğradı. Zeyd b. Harise'nin kumandasında yüzü aşkın bir kuvvet tarafından İs mevkisinde basıldı. Kervanın başında Ebu’l As’ı görünce Hz. Zeyd arkadaşlarına şöyle seslendi. “Sakın kimseyi öldürmeyin. Hepsini canlı olarak yakalayın. Kan dökülmesini istemiyorum.” buyurdu. Kervanın etrafı sarılmıştı. Bu sözleri duyan kervancılar da canlarından emin olunca teslim oldular. Kervanbaşı Ebu’l-As’a misafir gibi davrandı. Çünkü o Efendimizin (sav) damadı, kızı Hz. Zeynep'in kocası idi. Ebul-Âs teyze kızına kavuşabilmek için planlar yapıyordu. Bu yakalanış da belki onun planlarının bir parçasıydı. Çünkü Ebu’l-Âs, fırsat kolluyordu, gece karanlığında Medine'ye girince ortalıktan kayboluverdi. Medine sokaklarında epeyce bir dolaşıp eşinin nerede olduğunu keşfetmeye çalıştı. Sonunda bulmuştu.

“Ey Allah’ım (cc) bu doğru olabilir mi? Onca ayrılık ve hasret şu bir tek kapının aralanması ile bitecek mi? Çektiklerimin sonu geldi mi? Sevgili Zeynep ve güzel kızım burada mı? Sessizce ama içerdekilerin duyabileceği şekilde tıklattı.

-“Kim o?”

-“Benim Ebu’l-As! Senden bana eman vermeni istiyorum!”

Hz. Zeynep'in gözleri yaşlarla ıslanmış, ışıl ışıl parlıyordu Sonunda hasret bitecekti. Buraya kadar cesaretle geldiğine göre demek Ebu’l-As Müslüman olacaktı! Onu kızı Ümame ile baş başa bırakarak çıktı. Baba kız birbirlerini hasretle kucaklaştılar. Ama Ebu’l-Âs tedirgindi daha her şey bitmiş sayılmazdı. Hz. Zeynep mescide vardı. Sabah namazı yeni kılınmış, cemaat dağılmamıştı. Kapıda durdu ve:

-“Ey Müslümanlar! Ben Allah (cc) Resûlü’nün (sav) kızı Zeynep'im. Herkes işitsin ki, teyzem oğlu Ebu’l-As'a eman verdim.” diye seslendi. Sevgili Peygamberimiz (sav) de ashabına:

-“Benim duyduğumu siz de duydunuz mu?'' diye sordu. Onlar da:

-“Evet! Ey Allah’ın Resûlü, biz de duyduk.” dediler.

Bunun üzerine Efendimiz (sav):

-“Zeynep'in eman verdiğine Biz de eman verdik.” buyurdular.

Ebu’l-As'ın gönlü artık İslâm'a açılmıştı. Artık Medine'de kalacaktı; fakat kendisine emanet edilen mallar ne olacaktı? Bu düşünceler içinde ganimetlerin bölüştürüleceği yere geldi. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) onun mahcubiyetini ve gönlündeki ışığı gördü. Işık biraz cılızdı bir destek bekliyordu. Ona şule vermek için ashabına:

-“Eğer uygun görürseniz. Ebu’l-As’ın bütün mallarını ve arkadaşlarını kendisine geri veriniz!” buyurdu.

Ebu’l-As hem şaşırdı, hem çok sevindi, memnun oldu. Kalbi Allah (cc) Resûlü’ne (sav) O’ndaki cömertliğe ve ihsana hayran oldu. Ashâb-ı kiram esirleri hemen serbest bıraktılar ve malları geri verdiler. Olanlara inanamayan Ebu’l-As'ın gözü gönlü doldu. Bu defa kesin kararını vermişti. Malları teslim edip doğruca Medine yolunu tutacak ve Müslüman olacaktı. Ama önce Mekke'ye gitmeliydi. Mekke’ye kervan malları ile birlikte girdi. Kervanda malı olanların haklarını sahiplerine teslim etti.

-“Ey Mekkeliler! Bende herhangi bir alacağı olan kaldı mı?” diye sordu.

-“Hayır, ya Ebu’l-As! Sen bütün malları hak sahiplerine verdin ve ticareti tamam ettin.” cevabını aldı.

-“Benden şimdiye kadar yalan bir söz işittiniz mi?”dedi. Onlar da

-“Hayır, işitmedik. Seni hep doğru sözlü bulduk “dediler. Bunun üzerine Ebu’l-As:

-“Vallahi Medine'de Müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak mallarımıza konmak için din değiştirdi demeyesiniz diye buraya geldim.” dedi. “Ey Mekkeliler şahit olun, ben şehadet ederim ki Allah’tan (cc) başka ilâh yoktur ve ben yine şehadet ederim ki Muhammed (sav) O’nun kulu ve elçisidir.”

Ebu'l-As yıllardır içinde tuttuğu iman sırrını kendileri yüzünden eziyet çektiği, eşinden ayrılmasına neden olan, Mekkeliler’in yüzüne haykırarak bir nevi intikam alıyordu. İçi rahatlamıştı. Bunları yaparken başına bir hal gelebileceğini bile düşünmemişti. Müşrikler başlarına bir kova soğuk su dökülmüş gibi ürperdiler. Onun cesareti karşısında hayrete düşen Mekkeliler’in şaşkın bakışları arasında. Medine'ye gönüller sultanına ve sevgili Zeynep'ine kavuşma hasretiyle, tozu dumana katarak, dinlenmeden, soluklanmadan yola koyuldu. Gece-gündüz demeden yola devam etti. Nihayet Medine'ye girdi. Doğruca Mescid-i Nebevi’ye gitti. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) ashabıyla sohbet ediyorlardı. Huzuruna varıp oturdu ve kelime-i şehadet getirdi Ashâb-ı kiram onun Müslüman olmasına çok sevindi. Henüz mescidden ayrılmadan Hz. Zeynep'in evine müjdeci gönderdiler. Ebu’l-As da Hz. Zeynep'in evine gitmek üzere izin istedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) izin verdi ve “Biraz sonra biz de geleceğiz.” buyurdu. Sonra birkaç ashabıyla birlikte kızının evine geldi ve Ebu’l-Âs b. Rebî ile nikâhlarını tazeledi. Her ikisine de hayır dualarda bulundu, Ebu’l Âs bunca sene geç kalmanın pişmanlığı ve mahcubiyetiyle sevgili eşine baktı ve:

-“İçimdeki ve dışımdaki putları terk edip geldim. Artık sana tamamen layık bir eş olarak geldim. Zeynep'im, senin yanında olmak her şeye bedel bir nimet iken seninle aynı Allah’a (cc) inanmak ve O’na birlikte kul olmak bundan çok daha büyük bir nimet. Birbirimizden ayrı kalmamıza sebep olduğum için beni affet. Seni dinleyip imana gelmediğim için beni affet. Bu kadar gururlu olduğum için de beni affet.” Uzun, bir müddet ayrı kalmanın ardından gözlerinden boşanan vuslat ve muhabbet gözyaşlarını tutamadılar. Allahu Teâlâ’ya (cc) şükür secdeleri ettiler Bu iki genç insan, onları bir arada tutan sevgilerinden, Hak yolda gösterdikleri sabır ve metanet, doğruluk ve mertlik üzere olmalarından, Allah (cc) için en değerli varlıklarından birbirlerinden-vazgeçmelerinden dolayı mükâfat olarak “kavuşma” hediyesi almışlar yeniden bir araya gelmişlerdi.

Kavuşmalarının ardından iki yıl geçmeden Hz. Zeynep yatağa düştü. Hicret yolculuğu sırasında aldığı darbeler annemizde kalıcı bir hasara sebep olmuş ve annemizin vefatına da yol açmıştı. Geride kalan Ebu’l Âs zaten yeterince ayrılık acısını almış olduğundan fazla yaşamadı. Hz. Zeynep'ini toprağa verdikten iki yıl sonra O da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hz. Zeynep ve Hz. Ebu’l Âs'ın kurduğu muhabbet yuvasında Ali ve Ümame isminde iki çocuk dünyaya geldi. Ali küçükken vefat etmiş Ümame ise Hz. Fatıma’nın vefatından sonra Hz Ali (ra) Efendimiz ile evlenmiştir.

Rabbim bizleri şefaatlerine nail eylesin...

 

Yararlanılan Kaynaklar

Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul

Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, İstanbul, 2009

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

ÇOK SEVEN, ÇOK SEVİLEN EFENDİMİZ’İN (SAV) İLK KIZI: ZEYNEP BİNTİ RESÛLULLAH -2

Hz. Zeyneb annemiz vefat edinceye kadar, bu mücadelesi hep devam etti. Annemiz hem bizzat yaşadıkları zulme hem de çevresinde yaşananlara büyük bir sabırla ve metanetle yaklaşarak elinden geldiğince olaylara doğru bir şekilde müdahale etmeye çalıştı. Büyük acılar çeken ve bunlara daha fazla dayanamayan Hz. Hatice annemiz, Allah (cc) Resûlü'nün (sav) peygamberliğini izhârının onuncu yılında vefat etti. Annesinin vefatı Hz. Zeyneb'i derinden sarstı. Annesinin vefatından sonra yükü biraz daha ağırlaştı. Babasının evine daha sık gidip gelmeye, kardeşleri ile yakından ilgilenmeye ve onlara manevî destek olmaya gayret etti. Tam o günlerde hamile kalan Hz. Zeyneb'in dünyalar güzeli bir oğlu oldu. Annemiz oğlunun doğumu ile büyük fakat buruk bir sevinç yaşadı.


Çocuklarına Ali ismini verdiler. O sırada büyük sıkıntı ve üzüntü içerisinde olan Allah (cc) Resûlü (sav) torununun dünyaya gelişi ile biraz olsun rahatladı. Doğar doğmaz onu kucaklayıp sevdi. Hz. Zeyneb, oğlunu yedi gün emzirdikten sonra, küçük Ali'yi Gâdireoğulları’ndan bir hanıma sütanneye verdi. Ali'nin doğumundan bir yıl sonra da Ümâme ismini verdikleri kızları oldu. Hz. Zeyneb annemiz çocuklarının doğumu ile eşsiz bir duygu tatmıştı. O artık anneydi. Gül yüzlü iki yavrunun biricik annesiydi.


Nihayet emir geldi. Müslümanlar kafileler halinde Yesrib'e hicret ettiler. Kısa bir zaman sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) de Hz. Ebûbekir (ra) ile birlikte Mekke'den ayrıldılar. Müşrikler onları yakalamak için büyük çaba harcadılar. Hatta yakalayana ödül vaat ettiler. Allah (cc), kulunu müşriklerden koruyarak gideceği menzile ulaştırdı. Yesrib’e yerleşerek orayı Medine'leştirdiler. İlk iş olarak İslâm'ın ilk müessesesi mescid inşa edildi. Sonra Mekke ve Medine Müslümanları birbiriyle kardeş ilân edildi. Ensar muhacire kucak açtı. Elindeki mallarını ikiye bölerek, kardeşleriyle paylaştı. Hatta kardeşlerini nefislerine tercih ettiler. Kısa zamanda az, fakat yıkılmaz bir kuvvet oluştu.


Peygamber Efendimiz’in değerli çocuklarından Hz. Rukiyye, Habeşistan'a hicret sırasında kocası Osman b. Aftan ile hicret etmişti. Mekke'de Fatıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb, bir de Peygamber Efendimiz’in (sav) zevcesi Sevde binti Zem'a kalmıştı. Allah (cc) Elçisi, Medine'den, Zeyd b. Harise'yi, ailesinden geri kalanları getirmek üzere Mekke'ye gönderdi. Ne var ki Resul kızı Zeyneb o sırada Müslümanlığı kabul etmemiş bulunan kocası Ebü'l As b. Rebi'nin engellemesiyle karşılaştı ve Mekke'de kaldı. Diğer hane halkı hazırlandılar. Medine'ye doğru yola çıkacak kafileye Zeyd b. Harise'nin karısı Ümmü Eymen Bereketü'l-Habeşiyye, oğlu Üsâme, Hz. Ebûbekir'in oğlu Abdullah da katıldı. Kafile Mekke'yi tam terk etmişti ki kendilerini izleyen azılı müşrik Huveyris b. Nukayr'ın saldırısına uğradı. Saldırı bertaraf edildi fakat devesi ürken Hz. Fatıma yere düşüp incindiği için çok acı çekti. Saldırıyı yapan Huveyris Hz. Peygamber’e (sav) eziyet etmekten zevk alan bir İslâm düşmanıydı. Onun yaptıkları, yıllarca unutulmadı ve bu adam nihayet Mekke fethinde Hz. Ali (ra) tarafından öldürüldü. Bir süre sonra kafile Medine'deydi ama Hz. Zeyneb geride kalmıştı. Ancak Ebü’l-Âs büyük sıkıntılara, müşriklerin sataşma ve hakaretlerine rağmen Hz Zeyneb'i korumuş, kimsenin ona zarar vermesine müsaade etmemiştir. Büyük tarihçi İbn Hişâm, Ebü’l-Âs'ın bu tavrının Allah (cc) Resûlü (sav) tarafından takdirle karşılanıp övüldüğünü kaydeder. Mekke müşrikleri İslâm'ın Medine'de kuvvetlenip yayılmasına da razı olmadılar. Bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak Medine üzerine yürüdüler. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) de ashabını toplayıp istişareler yaptı. Mekkeli müşrikleri şehrin dışında karşılamak üzere Medine'den çıktılar. Bedir’de karargâh kurdular. İki taraf Bedir’de karşı karşıya geldi. Bu İslâm'ın ilk savaşıydı. Bu savaşta akrabalar; dayı-yeğen, baba-oğul karşı karşıya geldiler. Teke tek başlayan savaş birden alevlendi. İki ordu birbirine girdi. Müşrikler müthiş bir bozguna uğradı ve kaçışmaya başladı. Allahu Teâlâ (cc)  melekleriyle Peygamberi’ne yardım etti. Görünmeyen ordular devreye girdi. Birçok ganimet ve esir alınarak savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Asıl önemli husus pek çok esirin alınmasıydı ve zorla savaşa sokulan Ebü'l-Âs da esirler arasında idi.

Peygamber Efendimiz (sav) esirler hakkında ashâbıyla istişareler yaptı. Fidye karşılığında bırakılmalarına karar verildi. Esirlerin ailelerine bu haber erişince hepsi fidyelerini göndermeye başladı. Hz. Zeyneb de aynı hazırlığa girişti ve gereken fidyeyi vererek kocasını kurtarmak için Medine'ye adam gönderdi. Hz Zeyneb'in gönderdiği fidye bedeli annesi Hz. Hatice (ra) annemizin kendisine düğününde taktığı gerdanlıktı. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) gerdanlığı görünce tanıdı ve mahzun oldu. Hüznünü anlayan ashâbı kiram: “Ya Resûlullah! Sizi böylesine üzen nedir?” diye sordu. Efendimiz de: “Bu kolyeyi Hatice kendi eliyle Zeyneb'in boynuna takmıştı. Eğer uygun görürseniz bunu sahibine iade edelim!” buyurdular. Hep bir ağızdan ashâbı kiram: “Hemen, derhal Ya Resûlullah! Yeter ki siz üzülmeyin.” dediler. Ebü’l-Âs da fidye ödenmeden esirlikten kurtulmuş oldu. Kolye ve parası kendisine iade edildi. Yalnız bir şart ileri sürüldü. Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye gönderecekti. Zira âyeti celile gelmişti. Mümtehine sûresi 10. âyette mealen: “İnanan kadınlar, kâfirlere (artık) helâl değildir. Kâfirler de mümin kadınlara helâl olmazlar.” buyrulmaktadır.

Bu anlaşma zordu zor olmasına ama Ebü’l-Âs, mert ve dürüst bir kimseydi. Verdiği sözü tutardı. Ebü’l-Âs eşinden ayrılacağına çok üzülüyordu ve “Ayrılığına bir an dahi tahammül edemediğim hatunum. Bu defa yıllardır geciktirmeye çalıştığım ayrılık acısı kapımıza dayandı. Artık seni burada tutma ümidim tamamen yok oldu. Bedir’e lanetli Mekkeliler yüzünden katıldım, cezasını da çekiyorum. Babanın dinine girmene rağmen seni yanımda tutmamın bedelini de hasret acısıyla çekeceğim." demiştir.

Hz. Zeyneb annemiz hâlâ onun Müslüman olacağına dair güçlü bir duyguya sahipti ve ümidini hiç kaybetmemişti. Son defa teklifini tekrarladı: “Ey Ebü'l-Âs! Ne olursun inadından vazgeç. Bu hâlin bize hiçbir fayda getirmiyor. Hak dinin İslâm olduğunu artık sen de biliyorsun. Ne olur benimle birlikte sen de gel. Mekkelilerin ne söylediğinin hiçbir önemi yok. İnsanların en şereflisi olan Babama bile neler yapıldı ve söylendi. Bunlar O’nun değerinde bir azalmaya sebep olabildi mi? Hayır! Niçin kendini bu şereften mahrum bırakıyorsun. İnansan da inanmasan da senin Rabbin olan Allah’ı (cc) tanımak, kul olarak senin de vazifen değil mi? Bizi bugüne kadar bir arada tutan, bin türlü tehdit ve tehlikeden koruyan o değil mi? Artık vade doldu, ne Babamın ne de Allah’ın (cc) bu hâlimize müsamahası var. Ben dinimden dönmeyeceğime göre kalan son çare senin Müslüman olman. Yoksa birbirimize ebediyen elveda diyeceğiz."

Ebü'l-Âs bağrına taş basıyordu, cümleler boğazında düğümleniyor, dilinin ucuna kadar gelen kelimeyi şehadet rüzgâra kapılıp uçuyordu. Bu ne kadar büyük bir imtihan ne büyük bir acı ne şiddetli intikamdı. Verdiği sözü yerine getirirdi. Hz. Zeyneb annemiz eşyalarını toparlayıp hazırlığını tamamlayınca anneciğinin kabrini ziyaret etti. Kızı Ümame ile birlikte kabrin başına vardı. Gözyaşları içinde, hıçkırıklarla dualar ederek anneciğine veda etti. Bütün bu hazırlıklar sırasında gözünün ucuyla eşini kontrol ediyordu. Onun dudakları ara sıra kıpırdıyor ama sesi çıkmıyordu. Gözleri buğulanmış, kaşları çatılmış, sımsıkı kapalı dudakları gayr-ı ihtiyari dilinden dökülecek kelimelere hâkim olmaya çalışır gibiydi. Ebü’l-Âs'ın fidye bedeli biricik eşi olmuştu. Ebû Sufyan'ın karısı Hind annesini ziyaretten dönen Hz. Zeyneb annemizin karşısına çıktı: “Ey Muhammed'in kızı, sen burada babandan ayrı kaldığın sürece bizim gücümüzdün. Şimdi gidersen Mekke daha da zayıflayacak, tabii kocan da. Onu nasıl bırakıp gidiyorsun? Seni burada rahat ettiremedik mi? Sen bakma o birtakım haylazların yaptığına? Bütün Mekkeliler seni sever ve sayar. Gel vazgeç, gitme. Bir gün gelecek Muhammed de yaptıklarına pişman olacak. O da Mekke'ye dönmek isteyecek, o zaman nasıl yüzü olacak? Ya sen? Ya sen Zeyneb hangi cesaretle Mekke'ye geleceksin?”

Hz. Zeyneb annemiz:“Ey Hind senin babama olan kinini çok iyi biliyorum. Beni sevdiğine dair söylediklerin ise hakikat değil. Evet, yüreğim yaralı. Ama Mekke'den değil eşimden ayrıldığım içim. Ancak Allah’ın (cc) emri ve rızası benim için bunların hepsinden daha önemli. Var sen işine git ey Hind beyhude emek harcıyorsun.”

Hz. Zeyneb annemiz, Hind’i kısılmış gözleri ile arkasından bir şeyler mırıldanır hâlde bırakıp yoluna devanı etti. Annemizi almak için yine, Zeyd b. Harise gelecekti ve nihayet Mekke'ye ulaştı. Gündüz gözüyle teyzesinin oğlu Kinane onu Mekke dışına çıkarıp Zeyd b. Harise'ye teslim edecekti. Zira bu yolculuğa itiraz edecek kimsenin olabileceğini düşünmüyorlardı. Eşyaları deveye yüklendi. Önce Hz. Zeyneb sonra da kızı Ümame deveye yerleşti. Kinâne deveyi kaldırdı ve hareket ettiler. Buluşma yerine henüz varmamışlardı. Ne var ki Hind yapacağını yapmış, Mekkelileri kandırmıştı. Peygamber Efendimiz’in (sav) adını duymaya bile tahammülü olmayanlar kızı için iki dünyayı bir araya getiriyorlardı. Elbette bu Hind'in hile ile Hz. Zeyneb annemizi kandırmaya çalışırken söylediği gibi onu çok sevdiklerinden değil, Peygamber Efendimız'e (sav) karşı ellerinde bulundurdukları çok değerli bir kozu kaybetmekten dolayı idi. Azılı müşrikler haberi duyunca peşlerine düşmüş ve onlara Zîtuva mevkisinde yetişmişlerdi. Habber b. Esved bütün kiniyle, öfkesiyle ve var gücüyle deveye saldırdı. Deveyi ürküttüler. Hevdecin bağlarını kesip yere düşürdüler. Hz. Zeyneb annemiz ve kızı yere yuvarlandı ve annemiz yaralandı. Etraflarını çeviren çokluğa karşı bir kadın, bir çocuk ve bir adamın yapabileceği çok şey yoktu. Buna rağmen Kinâne saldırganlarla çarpışmaya hazırlandı. Sadağındakı bütün okları yere döküp haykırdı... 

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

ÇOK SEVEN, ÇOK SEVİLEN
EFENDİMİZ’İN (SAV) İLK KIZI:
ZEYNEB BİNTİ RESÛLULLAH -1

Hz. Zeyneb, Allah Resûlü’nün (sav) Hz. Hatice annemizden ilk kızıdır. Allah Resûlü (sav) ile Hz. Hatice annemiz evlendikten dört yıl sonra ilk çocukları oldu. O sırada Efendimiz (sav) yirmi dokuz, annemiz ise kırk dört yaşındaydı. Efendimiz (sav) ona Kâsım adını verdi. Aileyi çok sevindiren, evlerine neşe saçan Kâsım’dan bir yıl sonra dünyalar güzeli bir kızları oldu. Efendimiz de (sav) annemiz de onun doğumuna çok sevindi. Ona Zeyneb ismini koydular. Zeyneb annemizin doğumu ile evleri daha da şenlendi. Mekke’de kızları olan pek çok ailenin yaşadığı burukluğu hatta acıyı onlar yaşamadı. Erkek çocukları doğmuş gibi sevindiler. Çünkü her ikisi de onu önce çocukları, en değerli varlıkları olarak görüyordu. Efendimiz (sav), kızı olduğu için diğer Araplar gibi üzülmedi, bilakis sevindi. Bu sevincini daha sonra çeşitli vesilelerle dile getirdi. Kendini tanıtırken kızlarıyla gurur duyarak: “Ben bir kız babasıyım.” buyurdular.

Hz. Hatice annemiz Hz. Zeyneb’i yedi gün emzirdi. Onu doya doya sevdi. Sonra, o günkü Arap âdetlerine uyarak kızının daha sağlıklı ve iyi büyümesi için sütanne aramaya başladı. Bir süre sonra kızlarını Allah (cc) Resûlü’nün (sav) halası Safiye annemizin cariyesi Selma Hanım’a verdiler. Sütanneye verildiği gün, onun için birçok özel ve güzel şeyler yapıldı. Önce akika kurbanı kesilip fakirlere ve dostlara ikram edildi. Sonra saçından bir tutam kesilerek ağırlığınca gümüş, yoksullara dağıtıldı.

Hz. Zeyneb’in doğumundan bir yıl sonra Kasım Efendimiz vefat etti. Onun vefatı annesini ve Efendimiz’i (sav) çok üzdü. Akrabalar, dostlar acılarını paylaşarak onları teselli etti. Kasım efendimizden sonra Hz. Zeyneb tek kaldı. Aradan iki yıl geçtikten sonra Zeyneb annemizin bir kız kardeşi oldu. Hz. Rukiyye adındaki bu kız kardeşinden bir yıl sonra Hz. Ümmü Gülsüm, ondan bir yıl sonra ise Hz. Fatıma annelerimiz dünyaya geldi. Diğer kardeşlerinin doğumu ile evde dört kız kardeş oldular. Mutlu bir yuvada, huzur içinde büyüyorlardı. Zeyneb annemizin yaşı ilerleyip genç kız olmaya başlayınca annesi onunla daha farklı ve özel olarak ilgilendi. Genç bir kız olduğunda terbiyesi, hanımefendiliği ve becerisi ile etraftaki herkesin dikkatini çekmeye başladı.

Hz. Zeyneb’in dikkat çektiği kişilerden biri de Hz. Hatice’nin çok sevdiği kız kardeşi Hâle binti Huveylid idi. Hâle annemiz, aklından geçenleri Mekke’nin eşrafından olan oğlu Ebû’l-Âs b. Rebî’ye açınca onun da Hz. Zeyneb’i beğendiğini, hatta onunla evlenmek istediğini anladı. Oğlunun duygularını öğrenen Hâle annemiz, vakit kaybetmeden kız kardeşi Hz. Hatice ile görüştü. Uzun uzadıya konuştular. Hz. Hatice’nin, Zeyneb annemizin Ebû’l-Âs ile evlenmesine tepki göstermediğini hatta sıcak baktığını anlayınca dünyalar onun oldu. Hemen oradan ayrılarak doğruca kendini heyecanla bekleyen oğlunun yanına gitti.

Ebû’l-Âs b. Rebî, ticaret yapan, son derece ahlaklı, insanların güvenini kazanmış bir gençti. Mekke’nin zengin eşrafındandı. Allah Resûlü (sav), Ebû’l-Âs’ı yakından tanıyordu. Hatta Peygamberimiz’in (sav) dostu ve arkadaşı denecek kadar samimiydiler. Allah Resûlü (sav) yalnızca Ebû’l-Âs ile değil, onun bütün ailesi ile samimiydi. Zaman zaman annesi Hâle’nin evine gidip onu ziyaret ederdi.

Allah Resûlü’nün (sav) fikrini almak isteyen annemiz, Efendimiz (sav) ile konuştu. Peygamber Efendimiz (sav), kızlarının evlilik için biraz küçük olduğunu düşünüyordu, ama yapılan teklifi uygun gördü. Eşinin rızasını alıp kızı Zeyneb’e durumu anlatan annemiz, Ebû’l-Âs’ın iyi bir insan ve evlilik için uygun bir eş olduğunu söyledi. Kızının evliliğe razı olduğunu fark edince, Ebû’l-Âs’a haber gönderdi. Aldığı cevaba çok sevinen Ebû’l-Âs annesi ile görüşerek düğün hazırlıklarına başladı. Zeyneb annemiz Allah Resûlü (sav) ile Hz. Hatice’nin evlendirdikleri ilk çocuklarıydı. Çok sevinçli olan Hz. Hatice, kızı Hz. Zeyneb’in düğününün güzel olması için gereken bütün hazırlıkları yaptı. Nikâh kıyılınca gelen misafirlere deve kesen Ebû’l-Âs, onlara güzel bir düğün yemeği ikram etti. Cariyeler def çalarak şarkı söylediler. Hz. Hatice, düğün hediyesi olarak kızına bir gerdanlık hediye etti. Zeyneb annemiz, Allah Resûlü (sav) Peygamber olmadan bir yıl önce evlenmişti. O sırada on bir, on iki yaşlarındaydı.

Allah Resûlü (sav) her fırsatta kızının evini ziyaret eder, onun ve eşinin hâl ve hatırlarını sorardı. Zaman zaman Hâle Hanım’ı da ziyaret eden Efendimiz (sav), ona çeşitli ikramlarda bulunur, onu onurlandırmak için bazen onun evinde kaylûle uykusuna bile yatardı.

Eşi sık sık ticarî seferlere çıktığı için yalnız kalan Hz. Zeyneb, anne babasının ziyaretlerine gidiyor, onları daha sık görebiliyordu. Bu sayede ailesinden haberdar oluyor, her konuda elinden geldiğince onları destekliyordu. Zeyneb annemiz, baba ocağına bu gidiş gelişleri sırasında, Allah Resûlü’nün (sav) peygamberlik sürecine, babasının hâllerine yakından şahit oldu. Vahyin gelişini ilk olarak öğrenen kişilerden olma şerefini elde etti. Olanlara ilgisiz kalmadı. Ailesine destek olmak için büyük bir çaba gösterdi. Babasının yaşadığı manevî endişe ve acılara şahit oluyor, bazen endişelenip üzülüyordu. Bunu fark eden Hz. Fatıma henüz yedi yaşında olmasına rağmen bir gün,
-Bu ümmetin peygamberinin kızı olmak seni sevindirmiyor mu, sözleri ile yaşının çok ötesinde bir feraset ve zekâ ile ablasını uyardı. Hz. Zeyneb annemiz de,

-Elbette sevindiriyor Ey Fatıma! Bu hangi genç hanıma şeref kazandırmaz ki? Hem bundan öte bir şeref mi var? Ancak benim endişem kendimle ilgili değil, babamla ilgili. Dayımız Varaka b. Nevfel’in anneme söylediklerini hatırlayınca endişeleniyorum. O anneme babamızın yalanlanacağını, O’na işkence yapılacağını, memleketinden çıkarılacağını söylemiş. Bunlar aklıma gelince üzülüyorum, cevabını vermiştir.

Bu sözler Hz. Fatıma’yı da düşünceye sevk etti ama annelerinin Allah Resûlü’nü (sav) teselli etmek için söylediklerini hatırlayınca ikisi de rahatladı. Allah (cc) Resûlü (sav), insanları İslam’a davetle görevlendirilince ona ilk olarak Hz. Hatice iman etti. Yalnızca iman etmekle kalmayıp, kızları ile konuşarak onlara İslam’ı anlatmış ve kızlarını İslam’a davet etmiştir. Annelerini dinleyen  kızlar, hiç tereddüt etmeden Müslüman oldular. Zaten onlar vahyin geliş sürecini adım adım takip ediyor, neler olup bittiğine yakından şahit oluyorlardı. İbn-i İshâk, Hz. Âişe validemizden şöyle rivayet etmektedir: “Allah (cc), peygamberine nübüvveti lütfedince ona ilk olarak Hz. Hatice ve kızları iman etti.”

Babasını tasdik ederek Müslüman olan Hz. Zeyneb annemiz, uygun bir zamanda konuyu eşine anlattı. Ancak eşi, Allah Resûlü’ne (sav) olan saygı ve sevgisine rağmen İslam’a girmedi. O, Allah Resûlü’nü (sav) yakından tanıyor, O’nun asla yalan söylemeyeceğini çok iyi biliyordu. Ama bilgisi iman etmesine yeterli olmadı. İman ile şereflenme yolunun önündeki engelleri aşamadı, zincirlerini kıramadı. İslam’ı reddeden kavmi gibi o da "evet" diyemedi. Toplumdaki konumu, ticarî endişesi, yıllardır tapa geldiği putları, ataları vs. bütün bunlardan kopmak, başına gelebileceğini düşündüğü muhtemel sıkıntıları göğüslemek ona zor geldi. Bir gün evinden çıkıp Kâbe’ye gittiğinde Allah Resûlü (sav) ile karşılaştı. Allah Resûlü (sav) önce ona İslam’ı anlattı. Sonra da imana davet etti. Allah Resûlü’nü (sav) dikkatli bir şekilde dinleyen Ebû’l-Âs, sözlerini kelimesi kelimesine kabul etti. Ancak dinine, kabilesine, atalarına aşırı derecedeki bağlılığı, İslam’la şereflenmesine engel oldu. Eve geri dönünce eşine:

“Bu gün Kâbe’de baban ile karşılaştım. Beni İslam’a davet etti.” diyebildi. Sonra sustu, bunun dışında tek bir kelime söylemeden sözünü orada kesti. Belli ki İslam’ı kabul etmemişti. Hz. Zeyneb annemiz çok üzüldü. Henüz erken olduğunu düşünerek eşine müdahale etmeyip durumu zamana bıraktı.

Ancak zaman derdine deva olamadı. Mekke’de pek çok insan Müslüman olduğu hâlde Ebû’l-Âs hâlâ Müslüman olmamıştı. Eşini çok seven Hz. Zeyneb bu duruma kahroluyor, zaman zaman "Niçin?" diye soruyor, ama eşinden her seferinde benzer cevaplar alıyordu:

“Vallahi, babanı herhangi bir yanlış ile suçlayamam. O gerçekten mükemmel bir insan. Seninle ayrı bir dinde de olmak istemiyorum. Ancak insanların bana: ‘Bakın hanımını hoşnut etmek için kavmine karşı çıkmış, atalarını yalanlamış.’ demelerinden korkuyorum.”

O da tıpkı Ebû Talib gibi düşünüyordu. Bu düşünceleri onların kurtuluşa koşmalarına engel oluyordu. Annemiz bu konuda sürekli onu ikna etmeye çalıştıysa da eşi tabularını bir türlü yıkamadı. Belli ki onun şok edici bir vesileye ihtiyacı vardı. Zira düşünceleri onu kör ve sağır etmişti. Durumun farkında olan Hz. Zeyneb annemiz, eşinin İslam’ı kabul etmesi için bütün benliği ile dua ediyor, bu anı büyük bir sabırla bekliyordu.

Allah Resûlü (sav) insanları İslam’a davet etmeye başlayınca pek çok Mekkeli Müslüman oldu. İnsanların onu ciddiye aldığını gören müşrikler, inananlar üzerinde büyük bir baskı kurmaya başladı. Müşrikler, Efendimiz’i (sav) rahatsız etmek için akıllarına gelen her tür maddî-manevî işkence aracını kullanıyorlardı. Hatta sırf Allah (cc) Resûlü’nü (sav) üzmek için Rukiyye ve Ümmü Gülsüm annelerimizin nişanlılarını kışkırtarak boşanmalarını bile sağlamışlardı. Hz, Zeyneb, kardeşlerinin inançlarından dolayı boşanmasına çok üzüldü. Ancak gözleri dönen müşrikler, inananları yıldırmak için hiçbir kötülükten sakınmıyorlardı. Bunun için kardeşlerinin boşanmasına ön ayak olanlar, şimdi de kendi eşinin karşısına dikilerek:

“Muhammed’in kızını boşa, seni Kureyşlilerden istediğin birinin kızıyla evlendiririz.” dediler. Ancak, Ebû’l-Âs’ın ne Allah Resûlü’nü (sav) üzmeye ne de çok sevdiği eşinden ayrılmaya niyeti vardı. Bunun için müşriklerin yaptıkları teklifi: “Hayır! Vallahi, bunu asla yapamam. Eşimden ayrılmam. Kureyşliler’den kimin kızı olursa olsun, onu eşimle değişmem.” diyerek kesin bir dille reddetti. Kureyşliler Ebûl-As’ın çok kararlı olduğunu görünce, ona bir daha da böyle bir teklif yapamadılar.

Müslümanlar ile müşrikler arasındaki mücadele her gün biraz daha büyüyerek devam ediyordu. Müslümanlar davet halkalarını genişlettikçe, müşriklerin zulümleri artıyordu. Müslümanlar onlara karşı sabır, sebat ve gayretleri ile pasif fakat etkin bir mücadele veriyor, sivil direnişleri ile tarih yazıyorlardı. Son derece akıllıca hareket ediyor, duygularına mağlup olmadan eşsiz bir mücadele sergiliyorlardı. Hz. Zeyneb annemiz de aile içinde Müslüman olmayan eşi ile ilişkilerini dengede tutmaya çalışırken dışarıda elinden geldiğince İslam davetine omuz vermeye gayret ediyordu.

Münib b. Müdrik babasından naklediyor:

“Cahiliye döneminde Mekke’ye gitmiştim. Orada Allah Resûlü’nün (sav) Mekkelileri etrafına toplayarak büyük bir heyecan ve gayretle İslam’ı anlattığını gördüm. Allah Resûlü (sav) çevresinde toplananlara: ‘Lâ ilahe illallah (cc) deyin kurtulun.’ buyruyordu. Kureyşliler O’na büyük bir tepki gösteriyor, kimi mübarek yüzlerine tükürüyor, kimi yerden aldığı toprağı üzerine saçıyor, kimi de küfrediyordu. Onlara hiç kimse dur diyemiyor, müdahale edemiyordu. Bu durum sıcaklık artıp güneş ortalığı kavurmaya başlayıncaya kadar devam etti. Allah Resûlü’nün (sav) üstü başı, yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. Tam o sırada genç bir hanım, elinde su dolu bir kapla koşarak Allah Resûlü’nün (sav) yanına geldi. Ağlaya ağlaya yüzünü yıkamaya başladı. Allah Resûlü (sav) onu teselli ederek: ‘Üzülme kızım! Onlar babana ne galip olabilirler, ne de babanı zillete düşürebilirler.’ Çevredeki insanlara yardıma koşan kızı göstererek: Bu genç kız kim, diye sordum. Onlar da şu cevabı verdiler: ‘O Allah Resûlü’nün (sav) kızı Zeyneb’tir. O gerçekten çok hizmet eden bir hanımdır.’ dediler. Allah Resûlü (sav) anlatmaktan, insanları hakka ve hakikate davet etmekten bıkmıyor; onlar da hakaret etmekten, O’na saldırmaktan hayâ etmiyorlardı.”

Yararlanılan Kaynaklar
Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, İstanbul, 2009


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Halime Hatun’un Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Mekke’de Kaybedişi:
Sütannesi Halime Hatun; Peygamberimiz Aleyhisselam’ı beş yaşında iken annesine teslim etmek üzere Mekke’ye getirdiği sırada, Mekke’nin yukarı tarafında kalabalık arasında Peygamber Efendimiz’i (sav) kaybetti.  Halime Hatun, bunu şöyle anlatır: “Hayvanıma bindim. Sütoğlumu da önüme aldım. Mekke’ye giriş kapılarından büyük kapıya kadar vardım. Orada toplanmış bir cemaat bulunuyordu. İhtiyacımı gidermek ve üstümü başımı düzeltmek için sütoğlumu orada bırakıp ayrıldım. Şiddetli bir gürültü işitip döndüğüm zaman, kendisini orada göremedim. “Ey insanlar cemaati! Çocuk nerede?” diye sordum.
-Hangi çocuk? dediler.
-Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib, dedim. “Allah’ın (cc), O’nu büyütmek sebebiyle yüzümü güldüreceği, ev halkımı zengin kılacağı, açlığımı gidereceği ve O’nu annesine götürüp teslim ederek emanetimden çıkaracağım, sevincime ve umduğuma kavuşacağım sırada, önümden kaptılar kaçtılar! Lât ve Uzza’ya and olsun ki, O’nu göremeyecek olursam, kendimi şu dağın tepesinden atacağım, parçalanacağım!” dedim.
-Biz, bir şey görmedik, dediler.

Beni ye’se düşürdükleri zaman, elimi başıma koyup, “Vah Muhammedciğim! Vah oğulcuğum!” diyerek ağlamaya başladım. Kadınları ve erkekleri ağıtımla ağlattım. Orada bulunan halk da benimle birlikte feryad ederek ağlaştılar, yanıp yakıldılar. Kaybolma haberinin Abdulmuttalib’e benden önce erişmesinden korktum. Hemen gidip Abdulmuttalib’in yanına vardım. Bana bakınca:
-Başına mutluluk mu, yoksa yaramazlık mı geldi? diye sordu.
-Belki de, yaramazlığın en büyüğü! dedim. Maksadımı hemen anladı,
-Belki de, oğlum senin yanından kaybolmuştur, dedi.
-Evet! Bu gece, Muhammed’i (sav) getirmiştim. Mekke’nin yukarı tarafında bulunduğum sırada, kaybettim. Vallahi, şimdi o nerededir, bilmiyorum. Belki de, Kureyşîler hainlik, düşmanlık edip O’nu öldürmüşlerdir.” dedim. Abdulmuttalib kızdı ve hemen kılıcını sıyırdı. Kızdığı zaman, hiç kimse onun kızgınlığını durduramazdı. Bana:
-Ey Halime, sen otur! dedikten sonra, Safa tepeciğine çıktı.
-Yâ Âli Galib! diyerek seslendi.
Bütün Kureyşliler toplanıp geldiler:
-Ey Hâris’in babası! Ne haber var? Söyle, sana icabet edelim? dediler. Abdulmuttalib:
-Oğlum Muhammed kayboldu, dedi. Kureyşliler:
-Sen hayvanına atla! Biz de seninle birlikte hayvanlarımıza atlayalım. Sen bizi harekete geçir! Sen denize dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız, dediler. Abdulmuttalib hemen hayvanına bindi. Öteki Kureyşliler de hayvanlarına bindiler. Mekke’nin yukarı tarafına vardılar. Oradan da Mekke’nin aşağısına indiler. Bir şey göremeyince, Abdulmuttalib halkı kendi haline bırakıp Beyt-i Haram’a geldi. İhrama girip Kâbe’yi yedi kere tavaf etti. “Yâ Rab! Kavmimin hepsi toplandı ise de, Muhammed (sav) bulunamadı!” diyerek Allah’tan (cc) yardım diledi. Havadan, bir seslenicinin:
-Ey cemaat! Feryad etmeyiniz! Hiç şüphesiz, Hz. Muhammed’in (sav) Rabbi vardır. O’nu yardımsız bırakmaz ve zayi etmez!” diyerek seslendiğini işittik. Abdulmuttalib:
-Ey seslenici! Bize, O’nun nerede bulunduğunu da haber ver!” dedi.
-O, Tihame vadisinde, sağdaki ağacın yanındadır, diye haber verdi.

Abdulmuttalib, hemen o tarafa doğru gitti. Yolun bir kısmında Varaka b. Nevfel’e rastladı. Birlikte yollarına devam ettiler. O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam bir ağacın altında ayakta duruyor, ağacın dallarını çekip yaprağı ile oynuyordu. Abdulmuttalib, ona: “Ey çocuk! Sen kimsin?” diye sordu. “Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalibim” cevabını alınca,  Abdulmuttalib, “Canım sana feda olsun! Ben, senin deden Abdulmuttalibim” dedi. O’nu öptü, kucakladı ve bağrına bastı. Hemen, hayvanının önüne bindirip Mekke’ye getirdi. Boynuna bindirip Kâbe’yi yedi kere tavaf ve O’nu her türlü tehlike ve kötülükten koruması için Allah’a (cc) dua etti. Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Hz. Âmine’ye gönderdi. Duhâ Sûresi’nin yedinci ayetinde mealinde: “Seni (çocukluğunda) kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?” buyrulmasının bu hadiseye işaret ettiği rivayet edilir.

Bir Kâhinin Peygamberimiz Üzerindeki Teşhisi ve Korkunç Teklifi:
Peygamberimiz Aleyhisselam, beş yaşında bulunduğu ve dedesi Abdulmuttalib’e teslim edildiği sırada, Mekke’ye bir kâhin gelmişti. Kâhin Abdulmuttalib’in yanında Peygamberimiz Aleyhisselam’ı görünce, ona dikkatli dikkatli bakıp: “Ey Kureyş cemaati! Şu çocuğu öldürünüz! Çünkü o sizi bölecek, öldürecek!” dedi. Abdulmuttalib, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı hemen oradan kaçırdı.

Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Hz. Âmine’ye Teslim Edilişi
Halime Hatun der ki; “Sütoğlumu annesine götürdüğümüz zaman: Onu ne diye getirdin ey sütannesi? Hâlbuki yanında kalması için ne kadar ısrar etmiş durmuştun?” dedi. “Allah (cc) oğlumu büyüttü. Ben artık üzerime düşen vazifeyi yerine getirmiş bulunuyorum. Doğrusu, kendisinin başına bir şeyler gelmesinden de korktum. Şimdi, onu, istediğin gibi, sana teslim ediyorum.” dedim. Hz Âmine: “Sen bu halde değildin. Bana doğrusunu haber ver.” dedi. Kendisine her şeyi haber vermedikçe beni bırakmadı ve “Yoksa sen ona şeytanın musallat olduğundan mı korktun?” dedi. “Evet” dedim. “Hayır! Vallahi, şeytan için, ona musallat olmaya, sataşmaya asla yol yoktur. Hiç şüphesiz, benim oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi?” dedi. “Evet, bildir” dedim. “Ben ona hamile olduğum zaman, Şam topraklarından Busra’nın köşklerini bana aydınlatıp gösteren bir nurun benden çıktığını gördüm. Ona hamileliğimde de, vallahi, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen bir şey görmedim. Doğurduğum zaman, o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğmuştur. Şimdi, sen onu bana bırakıp doğruca yurduna gidebilirsin artık.”  dedi. Kureyşliler ve sair halk sakinleştikleri zaman Abdulmuttalib, yirmi deve ile davar ve sığır keserek Mekke halkına yemek yedirdi. Fakirlere sadaka olarak 50 ratl altın dağıttı. Sonra da benim için hazırlanacak her şeyi en güzel şekilde hazırlatıp beni yurduma döndürdü. Ben yurduma tarif edemeyeceğim bir dünyalık hayırla döndüm. Muhammed (sav) dedesinin yanında kaldı. Abdulmuttalib’e, onun bütün haberlerini anlattım. Abdulmuttalib onu bağrına basıp ağladı. “Ey Halime! Hiç şüphesiz, bu oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben, o zamana erişmeyi ne kadar arzu ederdim.” dedi.

Peygaberimiz Aleyhisselam’ın Halime Hatun’a Sevgi ve Saygısı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halime Hatun’u gördükçe: “Benim annem, annem! Benim annem!” der, kendisine candan sevgi ve saygı gösterir, omuz atkısını yere serip onu oturtur, bir dileği varsa, hemen yerine getirirdi. Halime Hatun, bir gün, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı görmek için Mekke’ye gelmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam, o zaman, Hz. Hatice ile evli bulunuyordu. Halime Hatun’u konukladılar ve ağırladılar. Halime Hatun; yurtlarında hüküm süren kuraklık ve kıtlıktan, hayvanlarının kırıldığından dert yandı. Peygamberimiz Aleyhisselam, bu hususta Hz. Hatice ile konuştu. Hz. Hatice, ona kırk koyun ile binmek ve yüklerini taşımak üzere de deve verdi. Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’nin fethinde Ebtah mevkiinde bulunduğu sırada, Halime Hatun’un kız kardeşi, görümcesi ile birlikte, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı ziyaret ve bir dağarcık içinde keş peyniri (çökelek) ve yoğurt kurusu ile eritilmiş yağ hediye etmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona hemen Halime Hatun’u sordu. Vefat etmiş olduğu söylenince, Peygamberimiz Aleyhisselam’ın gözleri yaşla doldu. Onun, geride kimlerinin kaldığını da sorup bilgi aldı. Bu sütannenin kardeşine elbise giydirilmesini, bir deveye bindirilmesini, kendisine ayrıca 200 dirhem gümüş para da verilmesini emretti. Kadıncağız sevinerek yurduna dönerken: “Sen, küçük iken de, büyüdükten sonra da ne güzel kefil olunansın, bakılansın!” demekte idi.

Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke’de, annesi Hz. Âmine ile dedesi Abdulmuttalib b. Haşim’in yanında, Yüce Allah’ın (cc) himayesinde yaşıyordu. Yüce Allah (cc), O’nu, peygamberlikle şereflendireceği için, bir nebat, bir gül gibi güzelce büyütüyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam, altı yaşında iken; annesi Hz. Âmine, kocası Hz. Abdullah’ın Medine’deki Benî Adiyy b. Neccarlardan olan dayılarını ziyaret ettirmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselam’ı dadısı Ümmü Eymen ile birlikte iki deve üzerinde Medine’ye götürdü ve Nâbiga’nın evine indi. Rivayete göre; Hz. Âmine’nin Medine’ye gidişi, özellikle, kocası Hz. Abdullah’ın kabrini ziyaret içindi. Zaten, Hz. Âmine her yıl Medine’ye gidip kocasının kabrini ziyaret ederdi. Kendisinin aynı maksatla, kayınpederi Abdulmuttalib ve dadı Ümmü Eymen’le birlikte Medine’ye gittiği de rivayet edilir.
Neccaroğullarının dayılıkları, Abdulmuttalib’in dayısı olmalarından dolayı idi. Konuklar; Medine’deki dayılarının evinde bir ay oturdular. Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine’de geçen bir aylık ikametleri sırasında olanlardan birçok şey hatırlıyordu. Nitekim Medine’ye hicret edip geldiği zaman, Adiyy b. Neccaroğullarının köşklerini görür görmez tanımış ve: “Çocukluğumda, bu köşkün damında Ensar kızlarından Enise ile oynardım. Dayılarımın oğullarından bazıları da yanımda bulunurlardı.” buyurmuşlardır. Nâbiga’nın evine bakınca da; “Oraya da, beni annem konuk olarak indirmişti.” buyurmuşlardır. Peygamber Efendimiz (sav): “Babam Abdullah b. Abdulmuttalib’in kabri de bu evin içindedir. Suda yüzmeyi de, Adiyy b. Neccarların kuyusunda öğrenmiştim.”

Yahudilerden birtakım kimseler yanıma gelirler, bana bakar dururlardı. Bir gün, Yahudilerden bir adam da bana dikkatli dikkatli bakıp durduktan sonra, dönüp gitti. Yalnız bulunduğum bir günde, tekrar yanıma gelip, ‘Ey çocuk! Senin ismin nedir?’ diye sordu. “Ahmed” dedim. Sırtıma bakınca: “Bu, bu ümmetin peygamberidir.” dedi. Dayılarım da durumu anneme anlatınca, annem benim hayatım hakkında korkmaya başladı. Mekke’ye dönmek üzere, Medine’den acele yola çıktık.”
Hz. Âmine’nin Ebva’da Vefat Edişi ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Ümmü Eymen Tarafından Mekke’ye Götürülüp Dedesine Teslim Edilişi
Hz. Âmine, Medine’deki Neccaroğullarından olan dayılarını ziyaret ettirdikten sonra Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Mekke’ye getirirken, yolda hastalanıp Ebva köyünde durakladı. Başucunda duran ciğerparesinin yüzüne baktı ve sonra da, ona şöyle hitap etti: “Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah’ın (cc) lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu! Allah (cc), seni mübarek ve devamlı kılsın! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, sen Celâl ve İkram Sahibi tarafından Âdemoğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah (cc), seni, milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de esirgeyecek, alıkoyacaktır!
Her canlı varlık ölür.
Her yeni eskir.
Her yaşlanan, kocayan, zeval bulur, yok olur.
Ben de öleceğim.
Fakat temelli anılacağım.
Çünkü temiz bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir hatırlatıcı bırakmış bulunuyorum.” dedi.

Hz. Âmine, Ebva’da vefat etti. Oraya da gömüldü. Hz. Âmine vefat ettiği zaman otuz yaşında idi. Ebva; Mekke ile Medine arasında bir köy olup, Medine’ye Mekke’den daha yakındır. Medine’ye 23 mil yani beş günlük uzaklıktadır. Hz. Âmine’nin Ebva’da vefatı üzerine, Peyamberimiz Aleyhisselam’ı dadısı Ümmü Eymen (Bereke) bağrına bastı. Mekke’den binip gelmiş oldukları iki deveden birisine bindi. Ötekini yedeğine alarak, beş günde Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Mekke’ye getirip dedesine kavuşturdu. Hz. Âmine validemizin vefat haberini duyan Zühreoğulları ve Kureyş kabilesi hep gözyaşı döktüler. Genç yaşta gurbette vefat edişini dile getiren mersiyeler ve O’nun hasletlerini ortaya koyan şiirler söylediler. Dünyada babasız ve annesiz kalan Peygamberimiz Aleyhisselam’ı Yüce Allah (cc) hamisiz bırakmadı. Önce dedesinin, sonra da amcası Ebu Talib’in bağrına bastırdı. Duhâ Sûresi’nin 6. âyetinde: “Rabbin, seni yetim bulup da barındırmadı mı?” buyurularak bu gerçek hatırlatılır.

Rabbim bizleri şefaatlerine nail eylesin. Allah’a (cc) emanet olun.


Yararlanılan Kaynaklar

Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt Işık Yayınları, İstanbul, 2008.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort