JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Perşembe, 01 Mart 2018 14:10

Mart 2018 Mukaddime

Mart 2018

Sayı: 123 - Mart 2018

 

Muhterem kardeşlerim, bu ayki dergimizde tasavvufi manada edeb konularını ele almaya çalıştık. 

Öncelikle tamamen ferdileşmiş, egosundan başkasını tanımayan, sürekli kendini ve dolayısıyla da aklını merkez edinmiş bir topluma döndük. Küçükler büyüklerine saygı göstermiyor. Büyüklerde küçüklere sürekli bir şeyden anlamaz şeklinde bakıyor. Kadınlar artık toplumun içinde kabadayı varî dolaşıyor. Evlerimiz köşe kapmaca oyunu oynanan yerlere döndü. Böyle bir toplumsal atmosferde edepli, ahlaklı nesillerin yetişmesi elbette beklenemez.

Bu atmosfer içerisinde topluma birlikte yaşama ruhunu veren elbette ki İslam kardeşliği olmalıdır. Bunun da yaşandığı ender mekanlar evliyaullah sohbetleriyle canlı tutulan dergahlarımızdır. Bu kadar olumsuz örneklerin içerisinde genciyle, yaşlısıyla, orta yaşıyla herkese örnek olacak bu müesseseleri ayakta tutmak zorundayız. Stadyumları, konser ve sinema salonlarını dolduran nefsin kudurmuşluğunun zirvesini yaşayan bir toplumu ıslah etmenin tek çaresi bu güzide mekanlardır.

Rabbimizin izniyle ve büyüklerimizin himmetleri ve dualarıyla bu müesseseleri çoğaltmaya gayret etmeliyiz. Hâcegân ihvanı olarak geçen ay Aksaray’da böyle bir mekanın açılışını yaptık. Aksaraylı kardeşlerimizin güzel organizeleriyle, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen kardeşlerimiz ve Üstadımız Hâce Hazretleri’nin (ks) katılımlarıyla güzel bir açılış organizasyonu gerçekleştirildi. 

Hâce Hazretleri’nin (ks) burada yaptıkları sohbette “Bu açılışla birlikte Türkiye’nin dört bir tarafına tohumlar atıldığını ve Allah Teala’nın yardımı ve izniyle Hâcegân dergahlarının çoğalacağı” müjdesini verdiler. 

Dolayısıyla bu güzel mekanların çoğalması ile inşaallah gençliğimizin ahlaki sorunlarına çare bulabilecek imkanlarımız olacaktır. İşte bu mekanların işleyişinde en önemli etkenlerden birisi edep konularına dikkat edilmesidir. Çünkü dergahlar adeta Hakk’ın hususi nazar buyurduğu mekanlardır. Bu mekanlar zahirde müminlerle dolduğu gibi batında da melekler ile birlikte peygamberlerin ve evliyaullahın ruhaniyetleriyle sürekli doludur. Bunun içindir ki, buralardan istifade etmek isteyen ihvanlar buralarda kendilerinin sürekli murakabe edildiklerini düşünerek derli toplu hareket etmek durumundadırlar.

Özellikle büyüklerimizin mübarek bedenleri zahirde orada iken bu dikkat daha fazla olmalıdır. Elbette ki her eğitimin bir başlangıcı vardır. Her gelenden aynı şey beklenemez. Fakat tecrübeli olanlar yeni gelenlere örnek olmak durumundadırlar.

İşte bu meselelerden dolayı bu ayki konumuzu “tasavvufi edep” olarak seçtik.

Diğer taraftan malumunuz olduğu üzere rahmet mevsimi olan üç aylarında arifesindeyiz. On dokuz Mart Pazartesi günü itibariyle Receb-i şerifi idrak etmeye başlıyoruz. Hemen ilk perşembesi Regaib-i şerifi idrak edeceğiz. Bundan dolayı da mutlu ve sevinçliyiz. Cenab-ı Hak hepimize mübarek üç ayları rızası doğrultusunda hakkıyla geçirmeyi lütfeylesin.

Bir diğer mevzu da devletimizin ciddi bir terörle mücadelesine şahit oluyoruz. Çevremizde ne kadar dost görünen devletler varsa büyük çoğunluğu karşımıza geçip teröristlerin tarafını tutmaya başladılar. Adeta yeniden yedi düvel ile mücadele ediyoruz. Bu manada devletimiz bize ne görev verirse hazır olmak durumundayız. 

Fakat şu anda fiili olarak mücadelenin içinde olmayan bizlere de büyük görevler düşüyor. Orda mücadele eden askerimize polisimize sürekli dualar etmeliyiz. Her şeyden önce bu haklı davamızı insanlara anlatmalıyız. Çünkü yanlış telkinlerle insanların kafaları karıştırılarak birliğimizi bozmaya çalışanlar var. Bunlara fırsat vermemek için birbirimizi uyarmalıyız. Biliyoruz ki, her şey silahla olmaz. Silahın arkasında sağlam bir irade oluşturulması gerekir. Bu manada da dikkatli olmalıyız.

Cenab-ı Hak bütün müşküllerimizi hallü âsan eylesin. Kardeşliğimiz pekiştirmemizi nasib eylesin. Amin...

 

Perşembe, 01 Şubat 2018 13:58

Şubat 2018 Mukaddime

Şubat 2018

Sayı: 122 - Şubat 2018

 

Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz,
Rasulün cemalini göreyim dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Gel şimdi kardeşler gidelim bile,
Nice aşıkların bağrını dele,
Cebrail delildir, Ahmet’e bile,
Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.

Kadılar mollalar cümle geldiler,
Kitapların hep bir yere koydular.
Sen bu ilmi kimden aldın dediler.
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Yunus Emre bunda mana var dedi,
Bir kamil mürşide sen de var şimdi,
Hazret Musa’ya Hızır’a var dedi,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
                                   Yunus Emre

 

Muhterem kardeşlerim, büyük Allah dostu Yunus Emre’miz ne kadar saf, temiz ve net olarak bizleri hak dostlarına davet etmişler. Ne kadar özelliğin, güzelliğin, ilmin, kariyerin, saltanatın olursa olsun, nefs ve dünya çirkefliğinden kurtulmak için “Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.” buyurmuşlar.

Onların yaşadığı dönemler daha temiz ve Allah dostlarının mübarek bedenleriyle öylesine doluydu ki hiç kelimeleri eğme-bükme gibi zorluklara girmiyorlardı. Kendi yaşadıkları güzelliklere, muhabbetlere, Hak Teala hazretleriyle olan yakınlıklarına tüm insanlık ulaşsın diye adeta kendilerini helak etmişler. 

Fakat maalesef ki, bugün öyle bir karmaşanın içine girdik ki, yaşadığımız, gördüğümüz, hissettiğimiz şeyleri Müslümanlara anlatamaz olduk. Mürşid-i kamillere muarız olan insanlar bu yoldan faydalansınlar, en azından bu ulvi yola münkir olmasınlar diye bazen onlara uygun dille anlatmaya çalıştık. Fakat gördük ki bu gibi anlatımlarla bu insanlara evliyaullah hazerâtını sevdirmeye çalışmak sadece bir zandan ibaretmiş. 

Bizler söylemlerimizi değiştirdikçe onlar kendilerini haklı görüp inatlarını ve inkarlarını artırdılar. Bizler alttan almaya çalıştıkça onlar üste çıkmaya ve gençliğimizin beynini Allah dostlarının düşmanlıklarıyla doldurdular. Netice de bizler belki ortayı bulalım derken neslimizi kaybetmeye başladık.

Fakat Hâce Hazretleri’nin (ks) bizleri yeniden uyandırmasıyla anladık ki haklı olan ve insanlığın Allah’a (cc) Allah’ın da (cc) insanlığa sevdirilmesi gibi büyük bir vazife ile sorumlu olan bizler artık söylemlerimizi değiştirmek zorundayız. 

Ümmeti Muhammed bin dört yüz küsur yıldır evliyaullahın sohbeti, irşadı, tasarrufu ile Hakk’a yol buldu. Onların terbiyesi altında Allah ve Rasulü’nün aşkına ulaştı. Bugünden sonra bizler de eskiden beri yaptığımız tebliğimizin seyrini değiştirmeliyiz. Tasavvufun insanlığa kazandırdığı ahlak-ı hamideyi yaygınlaştırmak için Ümmeti Muhammedi uyarmalıyız. Nasıl ki yüzyıllar boyunca sayısını bilmeye güç yetiremediğimiz kadar evliyaullah geldi yaşadı, insanları irşad etti gittiyse, Bu gün bu kadar küfrün ayyuka çıktığı bir zamanda bütün bu evliyaullahın manevi gücü kadar kuvvetli Allah dostları bu gün aramızda mevcuttur. Elhamdulillah bundan da hiç bir şüphemiz yoktur.

Dolayısıyla bugün bizlere düşen görev açık ve net olarak Hazreti Yunus’un da buyurduğu gibi; ey mümin kardeşim Hakk’a yakınlık ve vuslat istiyorsan bir kamil mürşide varmazsan olmaz. 

Yaradılış gayeni öğrenmek istiyorsan, Hakk’ın bilinmekliğine ve sevgisine ulaşmak istiyorsan bir kamil mürşide varmazsan olmaz.

Hakk’ın yanında iyi bir mümin olmak istiyorsan bir kamil mürşide varmazsan olmaz. 

Selam ve dua ile Allah’a (cc) emanet olunuz.

 

Şubat 2018

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin ŞUBAT 2018 sayısı çıktı.

 

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “Günahın Küçüklüğü Büyüklüğü Değil, Kime Karşı Yapıldığı Meseledir” Başlıklı sohbetlerinde:

''Sual: Efendim, Cenabı Hak insanların yalan söylediğini veya inkâr edebileceklerini, inkâr ettiklerini görüyor. Bazı ayeti kerimelere baktığımızda, mesela Secde Suresi’nde “ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ - Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!”  veya Rahman Suresi’nde “Allah’ın hangi nimetlerini yalanlayacaksınız?” diye insanın bu yapısı hakkında bize bir bilgi de veriyor. 

Bir tarafta insanın diğer bir insana söylediği yalan var bir tarafta da insanın Cenabı Hak ile olan irtibatındaki yalanı ve o yalana kendini inandırması var. Acaba asıl zemmedilen, öncelikli olarak terk edilmesi gereken, “hakiki yalan” bu ikinci bahsettiğimiz mi, kulun yalanlamadaki inadı mı? 

Cevap: Yalan doğrunun, gerçeğin, maruf olanın, meşru olanın üstünü örtmek onu gizlemek anlamındadır. Dikkat buyurursanız küfrün de anlamı budur. Yani yalancıya kâfir demek için bunu söylemiyorum. Ama yalanla küfür arasındaki benzerliği ortaya koymak gerekir. Kâfir de mutlak doğru olan bir şeyin üstünü örtüyor. Maruf olan, bilinen, aleni, meşhur, varlığı birçok delillerle sübut bulmuş bir şeyin örtüyor. Küfür bu, buna kâfir diyoruz. 

Kezzab/yalancı da doğrunun; makul, maruf olanın üstünü örtüyor. İki sıfatta müthiş benzerlikler var. 

Bu benzerlikten bakıldığında örnek verdiğiniz ayeti kerimede yalanla birlikte bir inkâr var, orada küfür var. Yani tadacakları şey ne? Ahiret azabı; Allah’ın vaadi… Onlar onu yalanlıyorlardı. Burada yalandan da öte inkâr ediyorlardı. Ahirette azabın olmayacağını söylüyor, ahiret hayatı diye bir hayatı kabul etmiyorlardı. Böyle bir hayat yok, diyorlardı. Böyle bir hayat olmayınca da o hayatın içeriği yok. Cenabı Hak onlara buyuruyor ki; işte size o hayat ve onun içeriği. Yok saydığınız şeyleri şimdi görün, yalanladığınız şeyleri şimdi tadın, azabı tadın. 

Daha önce de ifade edilmişti, yalanın gizli şirke kapı açabileceği… Bunu bir Müslüman açısından düşündüğümüzde Allah’ın mülkünde yaptığımız her hareket Allah’a karşı. O’na karşı bir nispeti, bir sorumluluğu var. Öyleyse söylediğimiz yalanın da Allah’a söylenmiş olma ihtimali var. Bu illa Allahu Teala’nın buyurduklarını yalanlama anlamında değil. Ahireti, azabı, haşrı vesair uhrevi değerleri, uhrevi erdemleri reddetme şeklinde olmasa da eğer biz dünyada Cenabı Hakk’ın es-Semi’, el-Basir, el-Alim, el-Habir olduğuna tereddütle kendimizi rahat hissedebiliyorsak zamanla bu virüs bizde büyük bir hastalığa dönüşebilir. Zamanla bizi belli uhrevi değerlerin de inkârına, üstünü örtmeye kadar götürebilir. 

Nitekim bugün bunu yaşıyoruz. Kabir azabını reddedenler, şefaati reddedenler… Temelde de belki bunların fikirleri bir yalanla başladı. Bu yalan zamanla bunların içinde büyüdü ve bunları belli değerleri inkâr etmeye götürdü. O kadar ileri gittiler ki Kur’an’ın sarih bir şekilde ifadelerini de tevil yoluyla yalanlamaya başladılar. Kur’an’da mevcut olan ifadeleri de yalanladılar. Misal, Allahu Teala’nın Hazreti İbrahim’e gösterdiği o rüyayı, İsmail’i kesmesi gibi bir emrin olmadığını söylüyorlar. Adam böyle bir emir yok, diyor. Saffat Suresi’nde çok açıkça bunu bildiriyor Cenabı Hak. Nerelere kadar götürdü bunları… 

Halbuki biz de dünyada, dünyevi bir meseleden dolayı söylediğimiz bir yalanı Allah’ın bildiğini biliyoruz. Yani Allah’ın her şeyi bildiğinin bilgisi bizde var. Ama buna rağmen yalan söyleyebiliyoruz.'' Buyuruyorlar.

 

 

Netice-i Meram bölümünde Abdülkadir VİSÂLÎ; “Şehadet Şuurla Mümkündür” ve Vahdettin Şimşek; “Şubat Şehitler Ayı ve Aşıkların Şehadeti” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

 

İrfan AYDIN - Asıl Gündem

Sâlik-i İrfan - Efendimiz'in Küçük Hizmetçisi: Enes bin Malik (ra)

Tamer Doymuş - Emanetlere ve Ahitlere Riayet Etmek

Veysel Özsalman - Boş Zaman

Yusuf-i Kenan - Yolda Bırakmazlar Alırlar Seni

Şeb-i Vuslat - Hırs ve Uzun Emel

Mine Şimşek - Stres

Gönül Pınarından - Teslimiyet ve Güven: Hz. Asiye (3)

 

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

Pazartesi, 01 Ocak 2018 14:21

Ocak 2018 Mukaddime

Ocak 2018

Sayı: 121 - Ocak 2018

 

Muhterem kardeşlerim, dergimizin 11. yılında, yeni bir yılda sizlerle birlikteyiz.

Geçtiğimiz ayın gündemi yoğunlukla Kudüs meselesi ile geçtiği için, bizler de ayın konusunu Kudüs-ü Şerif’in ve dolayısıyla Mescid-i Aksa’nın ehemmiyetine ayırdık. Kudüs’ün tarihi, ilk kıblemiz olması, günümüzde Siyonistlerin niçin Kudüs’ü ele geçirmeye çalıştığını ve bu vaziyet içerisinde Müslümanların durumunu izah etmeye çalıştık.

Kısaca burada da konuya değinmeye çalışırsak, bazı şeyleri yazmadan rahat edemiyoruz. Bu yazacaklarımız sadece Mescid-i Aksa için değil, Kabe-i Muazzama, Ravza-ı Mutahhara ve buraların şubeleri hükmündeki tüm bilad-ı İslam’daki cami ve mescitlerimiz için de geçerlidir.

Tüm bu mabedlerimiz kelimeden de anlaşılacağı üzere ibadet etmek için imar ettiğimiz eserlerdir. Yani buraların yapılış gayesi Müslümanların bu mekanlarda biraraya gelerek namaz kılmaları, dini tedrisatlar ve sohbetlerin yapılması, birbirimiz daha iyi tanıyıp kardeşlik şuurumuzu pekiştirmek içindir.

Peki, bizler ne yaptık ve yapıyoruz? Çok ihtişamlı ve süslü camiler yaptık. Fakat bunun içini dolduracak insanlar yetiştiremedik. Ecdadımıza baktığımızda günümüze göre küçük kalmış mahallelerde adım başı camiler, mescitler ve medreseler yapmışlar. Hayatı cami merkezli yaşamışlar. Her türlü faaliyetlerini caminin etrafında yapmışlar.

İbadetleri, ticaretleri, eğlenmeleri, düğünleri, dernekleri hep caminin etrafında olmuş. Çocuklar caminin yanında oynamışlar, eğitimlerini oralardan almışlar. Sonuçta ibadetsizlik diye bir şey asla olmamış. Namaz kılmamak, kazaya bırakmak onların lügatında olmamış. 

Şimdi günümüze bakalım her şeyimiz camiden uzaklaşmış. Yaşantımız, çarşılarda, avm’lerde, statlarda, kahvelerde geçmeye başlamış. Bunun sonucunda da ibadetler azalmış, yılların birikmiş kaza namazları oluşmuş, kardeşlik zayıflamış ve camilerimiz garip kalmış.

Üstadımız Hâce Hazretleri (ksa) umre ziyaretinden yeni döndüler. Orada Filistinli Müslümanlarla sohbetleşme imkanı bulmuşlar. Konumuzla ilgili olarak ilginç şeyler anlatmışlar. En ilginci Mescid-i Aksa’yı Siyonist işgalinden korumak için mücadele eden insanların çoğunluğunun vakit namazlarında Mescid-i Aksa’ya gitmediklerini nakletmişler. Başka ülkelerden ziyaret maksadıyla gelen Müslümanların daha çok mübarek mescitte vakit namazları kıldıklarını söylemişler. Giyim kuşam meselesinde kimsede İslami kıyafetlerin kalmadığını, bayanların tesettüre riayet etmediğini anlatmışlar. Yahudinin modasıyla Yahudiye karşı çıkmanın nasıl bir garabet olduğunu düşünebiliyor musunuz? Cenab-ı Hak hepimize şuur versin.

Şimdi biz bunları söylerken Filistin davasını ve oradaki kardeşlerimizin mücadelesini küçümsediğimiz anlaşılmasın. Fakat şurasını da unutmayalım ki, müminler bir davada muzafferiyet elde etmek istiyorlarsa Allah’ın (cc) yardımını yanlarına almak zorundadırlar. Bunuda kazanmak için Rabbimiz’in emir ve yasaklarına, O’nun (cc) emrettiği ve yasakladığı şekillerde ittiba etmemiz gerekir. Tamamen batılı normlarda bir hayat şeklini benimseyip bindörtyüzyıllık kadim İslam medeniyetini bir tarafa bırakırsak, ya da bu kadim medeniyeti asrımıza uyumsuz addedersek işte bizler o zaman çok Hazreti Ömer’ler (ra) ve Selahaddin Eyyubiler bekleriz.

Teknolojisi ile bizlere ezici üstünlük sağlamış olan Siyonist Yahudilere karşı İlahi yardımı nasıl talep edebiliriz. 

Bunun içindir ki, Ümmeti Muhammed olarak aklımızı başımıza alıp ciddi bir tefekküre dalmalıyız. Her şeyimizle Muhammedi bir ahlak ve sahabe-i güzinin anlayışına dönmek zorundayız. Aksi halde on binlerin katıldığı mitinglerde, Amerikan sigaraları içerek çok “Kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail!” naraları atarız.

Rabbimiz hepimizi “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hitab-ı izzetine mazhar eylesin, ve bizleri şuurlandırsın. Amin...

 

eğitim evvela kullukta tekamül için olmalıdır

Eğitim, Evvela Kullukta Tekâmül İçin Olmalıdır - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Eğitim, Evvela Kullukta Tekâmül için Olmalıdır

 

İnsanın yaratılış serüveni aynı zamanda eğitimi, maddi manevi terbiyesi için kendisine verilen bir imkan olmuştur. Allahu Teala dünyaya gönderdiği ilk insanı peygamber olarak görevlendirmekle ondan gelecek nesilleri eğitmeyi, şeytanın ve nefsin eline bırakmamayı murad buyurmuşlar. Bu hakikat aynı zamanda Rabbimizin kullarına verdiği kıymetin de en büyük göstergelerinden birisi olmuştur. Çünkü büyüklerimiz tarafından dar-ı gurbet, dar-ı bela ve imtihan olarak da isimlendirilen dünyada insanoğlu kendisine en faideli mürebbilerle sürekli desteklenmiş, dünya ve ukbaya dair kendisine ne lazımsa, onlardan talim etmiştir.

Eğitim meselesi temelde tek sahaya aittir. Bizler bu dünyada kulluğu talim etmek, rıza doğrultusunda amel etmek için bulunmaktayız. Hatta; “Ölüm sana gelinceye kadar…” (Hicr 99) buyrularak bu esas gayeye matuf amellerin son nefese kadar devam etmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Efendimiz (as) da; “Beşikten mezara kadar ilim taleb ediniz.” buyurmuşlar ve insanın kulluk yükümlülüklerini belirli bir yaşa kadar ebeveyninin kontrolünde, belirli bir yaştan sonra da kendi sorumluluğunu taşıyarak yerine getirmesi gerektiğini ifade buyurmuşlardır.

Şu da bir gerçek ki muvakkat bir zaman da olsa bu dünyada yaşamaktayız. Dolayısıyla bu dünyanın gerekliliklerini de müminler olarak en ince ayrıntısına kadar öğrenmeli insanlığın faidesine olabilecek her türlü fenni de tedris etmeliyiz. Çünkü bizler asıl vazife olarak ahireti mamur etmekle görevlendirilsek de bunu tedarik etmemizi sağlayacak şekilde dünyayı imar etmek de bizim vazifemizdir. Çünkü dünya rıza-ı İlahi’nin kazanılmasının yegane mekanıdır. Tarihsel vakıalar da dikkatli ve vicdanlı bir şekilde incelenirse net olarak görülecektir ki dünyada huzur ve sükunun en fazla olduğu, müreffeh bir şekilde yaşandığı, hak ve adaletin cihanşümul olduğu zamanlar Allah korkusu olan mümin kimselerin sözlerinin geçtiği, milletlerin onlar tarafından yönetildiği zamanlar olmuştur. Bu zaman dilimlerindeki huzur ortamı insanların Rablerine salim bir akıl, selim bir kalp ve berrak bir zihinle daha rahat yönelebilmesine imkan sağladığı için insanlar da kulluk vazifelerini ifa hususunda en parlak dönemlerini yaşamışlardır.

Üstelik Cenabı Hak, Kur’an-ı Kerimi’nde bu eğitim işi üzerinde o kadar durmuştur ki “cahillerden olmamamız gerektiğini” (En’am 35), “cahillerden yüz çevirmemiz gerektiğini” (A’raf 199) bize bildirmiş; “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını” (Zümer 9) beyan etmiştir. Tabi burada bahsi geçen cahilliğin ya da bilmenin ne olduğu hususu üzerine değişik yorumlar yapılmış fakat bu kelimeler ilk akla gelen manalarıyla bile ele alınsa insanın eğitilmesi, bir program dahilinde öğrenimine devam etmesinin lüzumu anlaşılmış olur. 

Öyle anlaşılıyor ki eğitim; insanların gerek davranış olarak gerekse de psikolojik olarak salim bir istikamette sıhhatli bir vaziyette bulunması; öğretim ise kendisine lazım olan bilgi ve birikimi ehil olan bir muallimden ahzetmesidir. Bu tedris hiç şüphesiz adım adım olur. İnsanoğlu zaman içerisinde kazandığı bu bilgi ve birikimi gerek dünyası için gerekse de ahireti için yerinde ve zamanında kullanabilmeli, böylelikle de Rabbinin rızasını ummalıdır. Bu hususta da neyi nerede kullanacağını, nasıl kullanacağını peygamberlerden ve onların kamil varislerinden öğrenir. 

Buraya kadar ki ifadelerimizden de açıkça anlaşılacağı üzere insanın bütün hayatı ister dünyevi ister uhrevi bir talim, öğrenim ile geçmektedir. Öğrendiği her şeyin insana mutlaka kazandırdığı bir hisse vardır. Burada çoğumuzun gözden kaçırdığı bir husus var; dünyevi ve uhrevi olarak mutlaka ihtiyacımız olan öğrenme işinde nasıl bir metod, bir sıralama takip edeceğiz?

Bize sorulduğunda ahiretin dünyadan daha mühim olduğunu söylüyoruz. Ama bunu hal ve hareketimiz, yapıp ettiklerimiz ile de teyit etmemiz gerekmekte hiç şüphesiz. Evvel emirde dünyayı da ahiretimiz için lehimize kullanmak gerektiğini idrak etmeliyiz. Bundan sonra bize verilen boş vakit nimetini kulluğumuzu mükemmelleştirmeye yardımcı olacak ibadet, zikir, tedris, kıraat vs. işleri hem yapmayı öğrenecek hem de daha mükemmelen icrasına vesile olacak şekilde değerlendirmeliyiz. Daha sonra da maişetimizi temin için; görgü, bilgi, birikim için gerekli olan öğrenme işlerine yönelmeliyiz. 

Yani evvela kul olmaya azmetmeli, daha sonra ne olacaksak olmaya gayret etmeliyiz. İnsan iyi bir kul olduktan sonra ne olursa olsun her yönüyle takdir edilecek bir hayat yaşar. Fakat Rabbine karşı kulluk şuurunda olmayan, iman ve amel yönünden zafiyet içerisinde bulunan bir kimse bugün hepimizin gıpta ettiği mesleklere, makam ve mevkilere sahip olsa da neticede kendisine ve insanlara faideli bir iş yapamayacaktır. Çünkü Rabbine kul olamayan nefs ve şeytanına payende olacaktır. Dolayısıyla da ama bu dünyada ama ebedi alemde yapıp ettiği şeylerden hakiki manada bir istifadesi olmayacaktır.

Tabi burada esas olan insanın bunları anlayışında, niyetinde kalın çizgilerle birbirinden ayırmasıdır. Yoksa değişik vesilelerle bazen birisi birisinin önüne geçebilir. Önemli olan genel olarak istikametin hangi yönde olduğudur. Hafızayı beşer nisyan ile malüldür, demişler. Zaman zaman asıl gayemizi, maksadımızı unutup gaflete düştüğümüz vakitler de olur. Bunlar kulluk icabı olan şeyler. Yani bu halimiz de bu tedrisin, öğrenmenin içerisinde sayılır. Bu da bir derstir. İnsan yanlış yaptığında kendisini ondan nasıl arındıracağını, bunu telafi etmek için yapması gerekenleri de yine muallimlerinden maddi, manevi hocalarından öğrenmeli, onların tecrübelerinden istifade etmelidir.

Eğitimin önemli ayaklarından birisi de kendimizden önce yaşanan müspet ve menfi hadiselerden istifade etmek, yani evvelki tecrübelerden hareketle hayatımıza yön vermektir. Büyüklerimiz; “İnsan evvelki tecrübelerden istifade edip ibret almalı, yoksa kendisi ibret alınacak duruma düşüverir.” buyuruyorlar. Cenabı Hak da Kur’an-ı Kerimi’nde bize geçmiş peygamberler ve ümmetleri zamanından olumlu ve olumsuz hadiseleri bildirmiştir ki bizlere örnek olsun. “Düşünmez misiniz?” (Nahl 17), “Akletmez misiniz?” (Yasin 62) gibi hitapları ile de bizi düşünmeye ve Hak tarafından beğenilen, razı olunan işleri yapmaya; kerih gördüğü, razı olmadığı şeyleri de terk edip hayatımızdan çıkarmaya bizi sevk etmektedir. 

Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki eğitim ve öğretim hayatın her anında, ta ki son nefesimizi verinceye kadar devam edecek bir besleniştir. Tabi ki içerisinde bulunduğumuz zaman ve zemine göre şekli, içeriği değişecektir. Ancak mümin kimse bu manada talebeliğini unutmamalı; hak ve hakikat arayışına devam etmelidir. Bu manada Efendimiz (as) bize ufuk açmış ve “İlim Çin’de de olsa alınız.” buyurarak uzaklık yakınlık dinlemeden her hal ve kârda ilim ve irfana talip olmak gerektiğini bize emretmişlerdir.

Cenabı Hak bizi dünyevi ve uhrevi nimetlerle nimetlendirsin, ilim ve irfandan hissemizi ziyadeleştirsin; dünya hayatında talip/salik olduğumuzu hiç unutmadan, her an bir öğrenci olduğumuz anlayışıyla hayat yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin.

 

Yazar:  Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort