JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazartesi, 01 Ocak 2018 02:01

GÖNÜLDE YETİŞEN GÜLLER

Gönülde Yetişen Güller

Gönülde Yetişen Güller - Andelib

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Gönülde Yetişen Güller

 

Ey gonca-fem seni nerde bulayım?
Açan gülden ya da hardan sorayım?
Bağda mısın, bağbanda mı kime varayım?
Gülde misin, bülbülde mi bulmak isterim.
          Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)

“İkra” emriyle başlar ilk vahiy. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak 1-5)

Kalem, yaratılan ilk eşya; oku, ilk emir… Bunlar müslümanların şiarı olmalı. Müslümana birçok sıfatı kullanabiliriz: İhlaslı müslüman, dürüst müslüman, zengin müslüman… Fakat müslümana cehalet hiç yakışmıyor, cahil müslüman lakabı kulakları tırmalıyor, gönülleri rahatsız ediyor.

“Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” fermanı her devri kuşatan muazzam bir rehberdir bize. İnsan merak etme öğrenme duygusuyla dünyaya gelir. Bebekken gözler görünce, kulaklar işitince tanıma süreci başlar. Büyüdükçe yeni şeyler öğrenir çocuk… Ailesinde gördüğü ile yaşadığı ile kimlik kazanmaya başlar. Peygamber Efendimiz (sav): “Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” buyurmuştur.

Müslümanlar olarak eğitimden ne anlıyoruz? Eğitim neye diyoruz? Birkaç cümle, birkaç işlem zannediyorsak eğitimi, bilelim ki böyle nesil yetişmez. Nesil yetiştirmek diye bir derdimiz kaldı mı acaba? Doktor, mühendis, hakim, savcı olsun diye gösterdiğimiz gayreti iyi bir müslüman olsun diye de gösterebiliyor muyuz?

Alman Nazi işkencesi görmüş, toplama kampından kurtulan biri şimdi bir lisede müdür. Ve her eğitim yılı başında öğretmenlerine der ki: “Kamptan sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar… Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma ve matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak önem taşır.”

Yakın zamanda ülkemizin yaşadığı en büyük felaket FETÖ’yü düşünün. En çok eğitim işi ile uğraştılar. Doktorlar, hakimler, savcılar, öğretmenler yetiştirdiler. Ortaya çıkan sonuç, vatanını satacak, ülkesinin insanlarını öldürecek kadar hainleşecek, dini değerleri inkar edecek bir mankurt oldular. Demek ki sadece fenle, matematikle insan yetişmiyor.

Dünyanın özellikle de müslümanların en büyük sorunu eğitim. İnsan yetişmiyor artık. Batı insani erdemlerini çoktan kaybetti. Geçmişleri de vahşet, bugünleri de… Eskiden birbirlerini öldürüyorlardı, şimdi müslümanları, zayıfları, mazlumları öldürüyorlar… 

İslam dünyasına bakın… Nicedir hasret kaldık güzel insanlara… İmamı Azamlar, İmam Şafiler, İmam Gazaliler, Şahı Nakşibendler yetişmez oldu artık. 

Pinokyo, Kırmızı Başlıklı Kız, Robin Hood masalları ile büyüttüğümüz nesillerimizden Abdulkadir Geylani nasıl çıksın? Oysa biz yalan söyledikçe burnu uzayan Pinokyo yerine çocuk yaşta eşkiyaya bile doğruyu söyleyen Abdulkadir Geylani’yi anlatmalıydık. Enes bin Malikleri, Bilali Habeşileri, Ammar bin Yasirleri, Sa’d bin ebi Vakkasları, Musab bin Umeyrleri anlatmalıydık. İmam Rabbanileri, Mevlanaları, Yunus Emreleri anlatmalıydık… 

Şimdi okul kitaplarımızda müziği getiren tanrılar anlatılıyor. Oysa bizler halıkımız olan Allahımızı (cc) anlatmalıydık, Peygamber Efendimiz’i sevdirmeliydik… Tertemiz dimağları, gönülleri Yüce Mevla ile, peygamber sevgisi ile bezemeliydik… 

Çöplükte gül yetişmez, yetişse de değeri olmaz. Dini, milli ve ahlaki değerlerini yitiren evlerimiz, okullarımız nasıl gül yetiştirsin? Sadece bilgi ile eğitim olmaz. Bildiğini yaşayanlar gerçek eğitimi verebilirler. Meşhur bir söz vardır: Eskiden ilim sadırdan sadıra öğrenilirdi, sonra sadırdan satıra, sonra da satırdan satıra öğrenilir oldu… İlim, yaşayan bir gönülden gelirse muhatabı olan gönülde tesiri olabilir. Satırların bile bozulduğu günümüzde insan nasıl yetişsin?

Son zamanlarda birçok eleştiriyle yıpratılmak istenen tasavvufun eğitim metodu gönülden gönüledir. İslamı aşkla yaşayan bir gönülden (mürşidi kamilden) İslamı muhabbetle yaşamaya talip olan gönüle (müride) aktarılan eğitimin adıdır tasavvuf. Bu eğitim hayali değildir; yaşanmış, denenmiş ve başarıya ulaşmış bir metottur. Dünyanın en güzel insanları olan ashabı kiram bu yolda eğitilmiştir. Daha sonra gelen Allah dostları da bu yolla yetişmiştir. Abdulkadir Geylaniler, Şahı Nakşibendler, Abdulhakim Bilvanisiler, Yakub Haşimiler… gönüllerde yetişen goncegül gibiydiler. Yetiştiler, olgunlaştılar, goncegül gibi açıldılar sonra. Bütün dünya onlardaki güzelliklerden istifade etti. Gönüllerde yetişen bu güller yeryüzünü güzelleştirdiler yıllarca. İslamın gönülleri saran enfes rayihası bu güllerle yayıldı. Güller azalınca, evimiz-yurdumuz İslam kokmaz oldu artık. 

Tasavvuf, gül yetiştirme mektebi… Tasavvuf, gönülden gönüle eğitimin adı…

Müslümanlar arasında ehli sünnet anlayışı dışındaki akımlar yayılmaya başladı. Gönülü reddeden Vahhabilik, Selefilik, radikallik gibi bu anlayışlar; müslümanları birbirine düşürmektedir. Kardeşliği tesis etmek yerine, nifağı, bozgunculuğu arttırma gayreti içindeler. Müslümanların bu dağınıklığı İslam düşmanlarının işine gelmektedir. Bu yüzden Vahhabilik, Selefilik gibi akımlar Batı tarafından desteklenmektedir. İslam ümmetini bir araya getirecek, gönlü ve aklı buluşturan ehli sünnet çizgisi ise hedefe konmaktadır. Türkiye ile son zamanlarda bu kadar uğraşılmasının asıl sebebi bu olsa gerek. İslam birliğinin önü kesilmek isteniyor.

Birçok saldırıya maruz kalan tasavvufun kırıntısı kalmış bugün. Türkiye’de, İslam’ın kalesi, ümmetin birleştiricisi olan ehli sünnet anlayışı devam ediyorsa bu gönül mektebi olan tarikatlerin varlığını devam ettirmesindendir. 

Gerçekten dindar bir nesil yetiştirmek istiyorsak nesillerimizi gönülden, yaşantıdan gelen ihlaslı, muhabbetli bir bilgi ile yetiştirmek gerekir. İslam’ın gülleri yetişsin istiyorsak gül medeniyetinin varisi olan tasavvufu yeniden canlandırmalıyız. Eğitimimizi gönül mektebinden (tasavvuftan) metotlarla yeniden düzenlemeliyiz. 

Ya Rabbi, Hz. Muhammed’in (sav) gül kokusundan mahrum etme bizi. Hayatımızı nefsimizin çirkinliklerinden uzaklaştır. İslam’ın güzellikleriyle bezendir bizi. Nesillerimizi gül gibi yetiştirmeyi bize nasib eyle. Onlar İslamın gülleri olsunlar, gülün kokusunu unutan dünyaya yeniden umut olsunlar. Çölleşen dünyaya İslam’ın gül kokusunu yeniden yaysınlar.

 

Yazar: Andelib

 

Pazartesi, 01 Ocak 2018 01:52

NİÇİN OKUMALIYIZ?

Niçin Okumalıyız

Niçin Okumalıyız? - Şems-i Tağban

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Niçin Okumalıyız?

 

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mani ne?
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilemedin,
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme.
Eri Hak bilmez isen,
Abes yere yelmektir.

Yunus Emre der hoca
İstersen bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.

 

Yunus Emremiz sözün özünü bu mısralarında ifade etmiş zaten. Yaşamanın gayesi Allah’ını bilmek, sevmek ve kul olmak değil mi?

Öyle veya böyle, memleketimizde yaşayan bir fert, en azı 4 yıldan başlamak üzere ömrünün ortalama 15-20 senesini okumaya-okutulmaya veriyor da niçin okuduğunun ve okutulduğunun adını bile koyamıyor...

Kimi doktor, kimi mühendis, kimi alim olmak ve daha buraya isimlerini sığdıramayacağımız meslek türlerinden birinin ferdi olmak için yıllarını veriyor. Elbette okuyor da öğreniyor da... Ancak ne okumanın izi, ne de öğrendiğinin eseri ruhuna kalbine işlememiş bir okuma..

Büyüğümüz Hace Hazretleri “niyetinde belirlemediğin, niçin yaptığını bilmeyerek yerine getirdiğin ibadetin fayda vermeyeceğini” ifade buyurmuşlardı. İbadet dahi niyetsiz olunca Mabud’unun nazarında kıymetsiz kalıyorsa, kıymeti dünyada kalacak amellerin, çalışmaların, okumaların O’nun nazarında ne değeri olabilir ki? İnsana işlemeyecek, onu ahlaken olumlu yönde etkilemeyecek bu gayretler hangi güzel neticeyi ikram edebilir ki insana?

Okumayalım mı o halde?

Dinin ilk emrini, vahyin ilk cümlesini hiçbir Müslüman görmezden gelemez: “Oku!” Oku ama “Yaradan Rabb’inin adıyla.” O’nun izini bulduğun-bulabildiğin, O’nun kokusunu duyabildiğin, O’nun tadını alabildiğin her şeyi oku.

Neden peki? Çünkü “O yarattı.”

Yarattı da serbest mi bıraktı? Elbette hayır! “İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?” (Kıyame, 36) İnsanı bırakmadığını ikiyüzyirmidörtbin nebisinden, evliyasından, ulemasından, şühedasından, sulehasından, ehlinden, âlinden, yarattıklarından anlıyoruz. Terk etseydi bizi, okumamızı istemese idi bu aleme bu kadar okunacak şey bırakmazdı.

Tabi ki okuyalım, öğrenelim, bilgi sahibi olalım. Ama ilk evvela neyi, niçin okuyacağımızı doğru belirlememiz gerekir. Neyi hangi sebep uğruna okuyacağımızı bilmediğimizde yıllarımız geçer de farkına varamayız nereden başladığımızın ve nereye ulaştığımızın. Geçen 15-20 senenin neticesinde sadece okumuş oluruz hesapsız ve gayesiz biçimde...

Bu yüzden olacak ki Hz. Peygamber (sav), ashabını eğitmede ve okutmada farklı bir metod izledi. Adeta ashabına “Benimle geçen zamanınız neticesiz kalmasın. Beni takip edin” buyurdu ve talebelerini yanından ayırmadı. Ashabına Kur’an’ı hem öğretti, hem yaşattı. Hem gösterdi, hem uygulattı. Hem talim etti hem terbiye verdi. O da edebini Rabbi’nden almıştı. “Rabbim beni edeplendirdi ve edebimi güzel kıldı.” buyurdu.

Mekke-i Mükerreme’de başlayan eğitim-öğretim, Medine-i Münevvere’ye taşındı. Ama kopma olmadan, ayrılık olmadan. Sonra sordu imtihan etti: “Ya Muaz sana bir dava geldiğinde nasıl hüküm verirsin?” “Önce Allah’ın Kitabı ile, sonra Rasulullah (sav)’ın sünneti ile..” cevabını verince Efendimiz (sav) tekrar sordu: “Orada da açıkça bir hüküm bulamazsan?” Hz. Muaz cevap verdi: “İctihad ederim, Siz’den anladığımla hükmederim.”

Efendimiz (sav) Muaz b. Cebel’in bu cevabına çok sevindi. Adeta talebesi mezun olmuş ve ona diplomasını vermişti. Aynı havayı soluyan, gözünü, gönlünü, kulağını, dimağını, anlayışını hasılı hiçbir şeyini Hz. Peygamber (sav)’den ayırmayan, dizinin dibinde yetişen talebesi elbette doğru ictihad edecekti. 

Rasulullah(sav) mübarek elini onun göğsüne koyup “Elhamdulillah! Allah Teâlâ, Rasulünün elçisini, Rasulullah’ın rızasına uygun eyledi.” buyurdu. Mezun olan Hz. Muaz gözden uzaklaştı ve Yemen’de uzun müddet kalarak bir çok kimsenin hidayetine vesile oldu.

Buradan anlıyoruz ki talebe ve hoca ilişkisi okumada çok önemli. Neyi ne kadar hangi metodla okuyacağına talebenin kabiliyeti ile birlikte hocası karar veriyor. Tekdüze bir okuma yok. Herkes kabiliyetine göre ders almalı.

İslam’ın büyükleri, talebe olanlara birçok nasihatlarda bulunuyorlar. İmam Zernuci, talebenin ilme başlamadan önce iyi bir terbiyeye sahip olmasını, şefkat ve merhamet sahibi olmasını, okumadaki niyetini belirlemesini, okuyacağı ilmi, o ilmin hocasını, ders arkadaşlarını doğru tercih etmesini, ilme ve ilim ehline değer vermesini, ilimde ciddiyet, devamlılık ile birlikte büyük çaba harcamasını tavsiye eder.

İslam Tarihi’nde eğitim ve öğretim Efendimiz (sav) ile başlamış, bina edildiği ilk günden itibaren eğitim ve öğretim kurumu olarak hizmet veren Mescidi Nebevi ve Suffe, sonraki dönemde adına medrese denilen kurumların ilk modeli olarak kabul edilmiştir. Bundan başka Medine-i Münevvere’de Kur’an eğitiminin yapıldığı bir eve Daru’l-kurra denilmekte idi. Müstakil olarak inşa edilen medreselerden sonra da mescidler ve camiler, içerisinde sadece namaz kılınıp sair ibadetlerin yapıldığı yer olarak kalmayıp birer dershane olma özelliklerini sürdürmüşlerdir.

Günümüzde birer dershane olma özelliğini kaybeden cami ve mescidlerin eski işlevine dönmesi en büyük arzumuzdur. 

Medreselerin kurumsallaştığı ilk devirlerde Kur’an, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Kelam gibi İslami İlimler tedris olunurken sonraki dönemlerde ders çeşitliliği artarak Tıp, Astronomi, Matematik, Arap Dili ve Edebiyatı, Farsça, Mantık ve daha birçok ilmin öğretildiği üniversiteler haline dönüşmüştür.

En yaygın dönemini yaşadığı Selçuklu, Endülüs ve Osmanlı zamanında medreseler İslam’ın ulaştığı her yerde içinde bulunduğu devleti asırlar sonrasına madden ve manen taşıyabilmiştir.

“Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun.” hadisinin mucebince hareket eden İslam toplumu merkezine cami ve müştemilatını koyarak şekillenmiş ve bereketlenmiştir.

Dünyevi ve siyasi ihtirasların neticesi olarak kapatılan bu eğitim kurumlarını son yüzyılda canlandırma gayretleri yeniden bir ivme kazanmıştır. Bu çabalar içerisinde Hacegan cemaatinin gayreti de nazarı dikkate ve duaya şayandır. 

Öğrencilerini; üretemeyen-eriten, tüketen, yok eden belki de zararlı hale getiren öğretim kurumlarından uzak tutmakla birlikte Cenabı Hakk’ın rızasına muvafık, Rasuli Ekrem (sav)’in “kardaşlarım” diyebileceği bir nesil yetiştirmek için BİSMİLLAH diyen Hace Hazretleri Suffe-i Hacegan’ın ilk talebelerini kabul ettiler. Aradan bir yıl geçti. Dualarla, himmetlerle, güzel niyetlerle beslenen fidanlar, ümidimiz odur ki Allah’ın izniyle filizlenip meyveye duracaklar... Onlar sadece anne ve babalarının evlatları değil, büyüklerinin yavruları, gözbebeği, küçüklerinin abileri ve yol göstericileri...

Yaradanımız’dan duamız odur ki; bütün bu çabalar Kendimizi bilmeye, Hakk’ı arif olmaya, bir gönüle girmeye vesile olsun...

 

Yazar:  Şems-i Tağban

 

Pazartesi, 01 Ocak 2018 01:40

İLMİN FAZİLETİ

İlmin Fazileti

İlmin Fazileti - Tamer Doymuş

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

İslmin Fazileti

 

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Efendimiz’e, ehli beytine, ashabına ve etbaına olsun.

“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer 9)

İlim (eğitim) konusunu iki bölümde müzakere edeceğiz. Bu bölümde ilmin faziletini mütalaaya çalışacağız inşallah. İlmin faziletini bildiren ayeti kerimeleri, hadisi şerifleri, ashabın görüşlerini anlamaya çalışacağız. İkinci bölümde ise muallimin, talebenin, ilmin hususiyetlerini müzakere edeceğiz. 

İlmin faziletini bildiren ayeti kerimeler:

İlmin faziletini bildiren ayeti kerimelerden bazılarında şöyle buyruluyor: “Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” (Fatır 28)

O kâfirler: “Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter).” (Ra’d 43)

“Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip- ilettiğini görüyorlar.” (Sebe 6)

“Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” (Nahl 43)

“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 269)

“Hayır, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder.” (Ankebut 49)

İlmin faziletini bildiren hadisi şerifler:

“İman çıplaktır, onun örtüsü takva, süsü hayâ ve meyvesi ilimdir.’’

“Kur’an bilgisine mazhar olan bir kimse, başkasının maddi varlığını daha hayırlı görürse, Allah’ın büyüttüğünü küçültmüş olur.’’

Hz. Enes’den (ra): “Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki kardeş vardı. Biri sanatla uğraşıyordu. Diğeri ise Allah Rasulü’nün (sav) yanından hiç ayrılmayıp ondan ilim öğreniyordu. Sanatla uğraşan kişi kardeşini Allah Rasulü’ne (sav) şikâyet etti Allah Rasulü’nün (sav) cevabı şöyle oldu: “Belki de sen onun sayesinde Allah tarafından rızıklandırılıyorsundur.”

“Allah’ı zikretmek, hayırlı işler yapmak, ilim öğrenmek (alim olmak) dışında dünya ve dünya da bulunan her şey lanetlenmiştir.’’

“İlim öğrenin; zira ilmin öğrenilmesi haşyet (Allah korkusudur), araştırmak cihattır. Onu bilmeyenlere öğretmek sadakadır, bilenlerle paylaşmak da Allah’a yakınlıktır.’’

“Allah kimin için hayrı dilerse onu dinde anlayış ve derin bilgi sahibi kılar.’’

İlim öğretmenin fazileti:

“Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 33)

İlim hususunda ashabı kiramın sözleri:

Kümeyl b. Ziyad anlatıyor: Hz. Ali b. Ebi Talib (ra) elimden tutarak benim şehrin dışına sahraya çıkardı. Sahraya çıktığımızda oturup derin bir nefes aldı ve:

-Ey Kumeyl b. Ziyad, kalpler birer kaptır, kalplerin en iyisi de söylenenleri en iyi kavrayanlarıdır. Ama söyleyeceklerimi iyi belle! İnsanlar üç kısımdır: Birinci gurup, alim-i rabbani olanlardır, yani Allah’ı tanıyıp ilmiyle amil olan zümre. İkinci gurup, kurtuluş yolunda ilim öğrenenler. Üçüncü gurup da bayağı kimseler, sesi gür çıkan herkesin ardına takılan sakatat takımı… Ki rüzgâr ne tarafa eserse o tarafa yönelirler, ilim nuruyla aydınlanmamışlar, sağlam bir kaleye sığınmamışlardır. İlim maldan hayırlıdır, ilim seni korurken sen malı korursun ilim amel edildikçe artar, mal ise harcandıkça azalır. Alimi sevmek borçtur. İlim, alime hayatında saygı kazandırır, ölümünden sonra da hayırla yad ettirir, serveti müessiriyeti servetle kaimdir, servet elden gidince tesiri de hükümsüz kalır. Nice mal biriktirenler vardır ki hayatta oldukları halde ölüdürler. Bilgeler ise kıyamete kadar yaşarlar, vücutları ortada olmasa bile misalleri gönüllerdedir.

Ali (ra) sinesine işaret ederek:

- Bak, dedi, işte şurada ilim var! Ah o ilmi taşıyabileceklere bir rastlasam. Yo! Yo! Hızlı kavrayan birine rastladım, ama güvenilir değil, dini dünyaya alet ediyor, Allah’ın delillerini Allah’ın kitabı aleyhine, Allah’ın nimetlerini kulları zararına kullanıyor! Hak ehlinin peşine giden buldumsa da o da Hakk’ı yaşatacak basiretten yoksun. İlk baş gösteren ufak bir kuşku ile kalbin şüphe kıvılcımları tutuşuyor! Ne bu, ne öteki kişi işe yarar!.. Bir zeki kimse de var ki dünya zevkleriyle tutuşmuş, yularını şehvetlerin eline vermiştir. Diğer biri de var ki mal ve servet biriktirmekle aldanmıştır, bunlar da din kılavuzu, dine çağıran kimselerden olamazlar. Bu ikisine daha ziyade otlakta otlayan hayvanlar benzer. İşte ilim, onu layıkıyla taşıyanların ölmesiyle ölür. Evet, yeryüzü Allah, için, Allah’ın delillerini ayakta tutanlardan boş kalmayacaktır. Bu, Allah’ın beyyinelerinin geçersiz olmaması için bir zorunluluktur. Bunların az olmasına karşılık Allah katında mertebeleri çok yüksektir. Allah bunlar vasıtasıyla delillerini, savunur, Allah’ın hüccetlerini bunlar kendileri gibilerine aktarırlar, benzerlerinin gönüllerine eklerler. İlim bunlarla işin hakikatine erişiriler, dünya şehvetlerine dalanların zor görüp yanaşmadıkları meseleleri bunlar kolaylaştırırılar. Cahillerin ürktüğü nesnelerle bunlar hem dem olurlar. Bedenleri dünyada olduğu halde ruhların yücelikleri görme yerindedir. Allah’ın ülkelerinde Allah’ın halifeleri, dinine çağırıcıları işte bunlardır! Ah! Ah! Onları görebilseydim! Allah’tan senin ve kendim için mağfiret dilerim. İstersen artık kalk gidelim.

Hz. Ali efendimiz (ra) ilim ile ilgili yine şöyle buyurmuşlardır: “Fazilet, ancak ehli ilme mahsustur. Çünkü onlar doğru yoldadır; hidayet arayana yol gösterirler. Herkesin kadir ve kıymeti başarısına göredir. Cahiller ehli ilme düşmandırlar. İmdi sen ilim elde etmeye bak, ilmin ebediyen cahili olma! İnsanlar ölü, ehli ilim diridirler.” 

Hz. Muaz b. Cebel’in (ra) ilme teşviki:

Şöyle diyordu: İlim öğrenin, çünkü Allah için ilim öğrenmek Allah’a karşı bir tazim, ilim peşinde bir ibadettir. İlmin müzakeresi tesbih, ilimden konuşma cihad, bilmeyenlere öğretmek sadaka, ilmi layık olanına bolca okutmak Allah’a yakınlık vesilesidir. Çünkü ilmi helal ve haram yollarını bildiren, cennetliklerin yollarını aydınlatan bir kılavuzdur. İlim ıssız yerlerde yalnızlığı gideren bir dosttur, gurbette arkadaş, halvette sohbetçidir. İlim darlıkta, kolaylıkta bir kılavuzdur, düşmanlara karşı bir silahtır, dostlar katında süstür. İlim sayesinde Allah bazılarını yükseltir, onları hayır yolunun öncüleri ve liderleri yapar, onların peşlerine gidilir, yaptıkları yapılır görüşlerine başvurulur. Melekler onların dostluğuna özenir, kanatlarıyla onları okşar. Yaş ve kuru ne varsa, denizdeki balıklardan karadaki canavarlara vesaire hayvanlara varıncaya kadar her şey bilginler için mağfiret dilerler. Zira ilim cehaletle mukabil gönüllere hayat bahşeder, karanlığa karşı gözlere ışık saçar, Kul, ilim sayesinde seçkinlerin mertebelerine yükselir, dünya ve ahrette yüce derecelere ulaşır. İlim hususunda düşünmek oruca, mütalaası da gece namazına muadildir. Akraba hukuku ilimle tanınır, helal haram onunla bilinir. İlim amelin önderidir, amelimin peşinden gider. İlim iyi kimselere nasip olur, bahtsızlar ondan mahrum kalır.

Hz. İbn Mesud’un (ra) ilme teşviki:

“Ey insanlar ilim çekilip alınmadan İlim öğreniniz. İlmin çekilip alınması ilim adamlarının ölmesidir. İlme sarılınız, çünkü herhangi biriniz bildiği şeylere ne zaman ihtiyaç duyacağını bilemez. İlme sarılınız bununla beraber çok derinlere de inmeyiniz. Sahabelerin yolunu izleyiniz. Yakında bir takım kimseler belirecek, Allah kitabını okuyacak, lakin ahkâmını arkalarına atacaklar.’’

İbn Abidin’de ilim öğrenmeyle ilgili olarak şöyle geçer:

“Beş farz ile ilm-i ihlâsı öğrenmenin farz olduğunda şüphe yoktur. Çünkü amelin sahih olması buna bağlıdır. Helali, haramı ve riyayı öğrenmek de farzdır. Zira ibadet eden kimse riya yaparsa amelinin sevabından mahrum olur. Hasetle ucbu (yani kendini beğenmeyi) öğrenmesi dahi farzdır. Çünkü bu iki şey ateşin odunu yediği gibi ameli yerler. Alışveriş, nikâh, talâk gibi şeyleri yapmak isteyenlerin de bunları öğrenmeleri farzdır. Haram kılan, küfre müeddi olan sözleri öğrenmek de farzdır. Yemin ederim ki, şu zamanda bunlar en mühim şeylerdendir. Zira çok defa avamın küfre varan sözler söylediklerini işitirsin. Hâlbuki onlar bundan gafillerdir. İhtiyaten cahil, imanını her gün, karısının nikâhını da ayda bir veya iki defa iki şahit huzurunda tazelemelidir. Çünkü hata erkekten sadır olmasa bile kadınlardan çok sudur eder

Kıyamet gününde kula dört şey sorulmadıkça ayakları kaymayacaktır: 

1 - Ömrünü nerede ifna ettiği, 

2 - Gençliğini nerede yıprattığı, 

3 - Malını nereden kazandığı, 

4 - İlmi ile ne yaptığı (sorulacaktır)

Kulun dinini icrası Allah için amelinin ihlâsı ve kulları ile muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenmesi İslam’ın farzlarındandır. Her erkek ve kadının din ve hidayet ilmini öğrendikten sonra abdest, gusül, namaz ve orucunu öğrenmesi, nisaba malik olanın zekâtı, kendisine hac farz olanın haccı ticaretle meşgul olanın alışverişini öğrenmesi farzdır. Ta ki sair muamelatta şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer herhangi bir işle meşgul olanlarda da böyledir. Haramdan korunmak için onların da meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır.”

Efendimiz’in (sav) bir duasıyla bu bölümü bitirelim: “Ey Allahım! Menfaat vermeyen ilimden, korkmayan kalpten, kabul olunmayan duadan ve doymayan nefsten sana sığınıyorum!”

 

Kaynakça:

-Cem’ul-Fevaid, Muhammed b. Süleyman er-Rudani
-İhyau ‘ulumi’d-din
-Hayatü’s Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

 

Yazar:  Tamer Doymuş

 

Pazartesi, 01 Ocak 2018 01:33

İSLAM ÜNİVERSİTESİ

İslam Üniversitesi

İslam Üniversitesi - Veysel Özsalman

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

İslam Üniversitesi

 

Çok değil bundan yirmi sene evvel birisi gelip bize memleketimizde İslam Üniversitesi kurulacağından bahsedecek olsa, onun aklını yitirdiğinden şüphe dahi etmezdik. Çünkü o günlerde İslam’a karşı cephenin, İslam Üniversitesi bir tarafa dursun dini eğitim veren imam hatip okullarına dahi tahammülü yoktu. Tam yirmi sene evvel Ağustos 1997’de bu hasmâne tavır “sekiz yıllık zorunlu eğitim” adı altında, daha doğrusu imam-hatip okullarının orta kısmının kapatılması projesiyle, hiçbir zaman son bulmayacak ve dindirilmesi imkânsız öfkesinin gereğini yapıyordu.

Herhalde bugün din eğitimi gibi en temel hakları gasp edilmiş, en tabii istekleri bile reddedilerek sınırları başkaları tarafından çizilen hayatları yaşamaya zorlanmış aynı insanlara “ülkenizde İslam Üniversitesi kurulması için hiçbir engel kalmadı” hatta bu hususta “ciddi teşebbüslerde bulunuluyor” denilse mutluluktan havaya uçarlardı. Ama ne hikmetse uçmadılar… Hatta İslam’a düşman cepheden de mesleği sadece ortalığı bulandırmak ve her şeye itiraz etmek olanların dışında söz söyleyen olmadığı gibi onların da tepkisi çok şiddetli değildi.

Belki o sırada gündemin yoğun olması, belki ardı ardına açılan üniversitelerin bizde bir alışkanlık meydana getirmesi, belki meselenin ifade ettiği mananın bizim ve İslam’la alakalı her şeye karşı olanlar için tamamen kavranamaması ve belki de -ne yazık ki- her iki taraf içinde bir anlam ifade etmemesi hadisenin ciddi münakaşalara sebebiyet vermesini engelledi. Şimdi biz bütün bu ihtimalleri bir tarafa bırakıp dikkatimizi sadece “İslam Üniversitesi” üzerinde toplayarak onun imkân ve şartlarını düşünmeye çalışalım.

Üniversitenin en temel vazifesi ilmi araştırmalarda bulunmak, bu araştırma neticesinde keşif ve icat ettiği bilgilerin eğitim-öğretimini icra etmek, diğer bir taraftan da cemiyet ve dünya meselelerine müspet çözümler üretmeye çalışmaktır. Bu şekilde tarif edilince üniversitenin, beşeriyetin fen ve teknikte ilerlemesine olduğu kadar ahlak ve kültürüne yapması beklen katkıya da değinilmektedir. Çünkü cemiyetin en büyük meselelerinin başında ruhi ve ahlaki olanlar gelmektedir. Hatta fen ve teknikte kesinlikle ahlaktan bağımsız olmayıp onun şeref ve ahlakını koruyup kollamak da yine üniversitenin mesuliyetidir. Bu sahaları boş bırakan, göz ardı eden, kendisini kupkuru ilimle vazifelendirmiş üniversitenin, cemiyeti kucaklayıp kaldıracak gücü bulması hayalden başka bir şey değildir.

Üniversite bir memleketin ideallerini gerçekleştirecek, müşküllerini çözecek ve yarınlarına yön verecek kurumların zirvesidir. Bu manada üniversite ilim, ahlak ve fazilet yuvası olmalıdır. Bir milletin kendi kültür mührünü vurmadığı bir üniversiteyle milletler sahnesinde boy gösterme hayali hep eksik ve çocuksu kalacaktır.

Memleket meselelerine ışık tutan, ahlaki bakımdan gençlere örnek olup onların yolunu aydınlatan fikir ve ruh bütünlüğünü bozmadan kendisine emanet edilen gençleri işleyerek onlarda bulunan cevheri parlatan kurumun adıdır üniversite. Sadece diploma ve iş bulma sevdasıyla her davranışın mubah kabul edildiği, gençlerin beden ve ruh enerjisinin, en çok da ceplerindeki üç beş kuruşun, sömürüldüğü yer kesinlikle üniversite değildir.

Üniversite kendisini korumak maksadıyla özgürlüğünü bahane ederek dış dünyadan gelecek tesirlere kapanarak ve dahi kendisi de hayati mevzularını görmezden gelerek bu memleketin ruhi inşasında herhangi bir pay sahibi olamaz.

Sanatta, iktisatta, siyasette, felsefede, hukukta ve her şeyde alınacak ne kadar akıl ve dinlenilecek ne kadar söz varsa milletin bu ihtiyacını evvela o sahada mütehassıs kişileri bünyesinde barından üniversite gidermelidir. 

Bizdeki haliyle üniversite, bahsettiğimiz hususların hepsine yabancı, bahsettiğimiz hususların hepsini dışlayıcıdır. Bilimsellik adı altında bütün varlığını “sekülerlik” bahsine yatıran sonra da “dımdızlak” ortada kalan bir serkeş, köklerini kendi memleketine salamamış ve dalları etrafına gölge etmeyen kuru bir gövdeden ibarettir. Çünkü bizdeki üniversite halefi olduğunu iddia ettiği darülfünunun yerine geçtiği günden beri genel itibariyle idare kadrosu ve zihniyet olarak milletin yaşayışına, kültürüne ve inançlarına sırtını dönmüş ve onları görmezden gelmiştir.

İster beğenilsin ister beğenilmesin bu milletin mutlak ekseriyeti evvelce olduğu gibi hala meselelerinde dinin ne söylediğine ehemmiyet vermektedir. Bu sebeple ilim, ahlak ve eğitim mevzularının, milletin arzu ve hassasiyetlerine rağmen, bunlara toptan aykırı nazarlarla ele alınıp halledilmeye çalışılması faydadan uzak boşuna bir uğraştır.

İslamiyet’in bir zerreyi dahi dışarda bırakmayan bakış açısı elbette ki eğitimde ve ondan bir şube olan üniversitede hâkim olmak arzu, kabiliyet ve mecburiyetindedir. Yaptığı faaliyetlerde -hatta ilahiyat sahasında dahi- ölçüsü İslamiyet olmayan, mevzuları İslam’ın değil de çağın dayatmalarının süzgecinden geçirmeye azmeden üniversite, hiçbir zaman memleketin ahlak davasına ve gençlerin ruh inkılabına katkıda bulunamayacaktır.

Tam da bu noktada İslam üniversitesi bir zaruret olarak karşımıza çıkıyor. İlim, sanat, felsefe ve diğer bütün sahalarda evvela memleketin sonra da dünyanın ihtiyacı olan hakiki eser ve bilgilerin ortaya koyulması için ona ihtiyaç duyuyoruz. Yoksa zaten yüzlercesi mevcut olan ve aralarına her sene yenileri eklenen, ilimi kapasite olarak muasırlarının ruh ve ahlak bakımından da selefi olduklarının aşağısında bir tek üniversiteye daha ihtiyaç yoktur.

Eğer bir İslam üniversitesi kurulacaksa oradan mezun olan hekim tıp ilminin inceliklerinin yanı sıra, organ naklinin İslami boyutunu da öğrenmeli, mahremiyetin neden ihmal edilemeyeceğini de kavramalı, insanın neden eşref-i mahlûkât olduğunu da anlamalıdır. Yapacağı bütün tedavi, muayene ve muamelelerde İslami değer ve hususlara riayet etmelidir.

İslam üniversitesinde yetişen mühendisin en yüksek ve sağlam binanın nasıl yapılacağının yanı sıra neden Kâbe’nin yanına gökdelen yapılamayacağını da düşünmesi gerekir. Bu üniversitenin yetiştirdiği mimar, çizdiği herhangi bir projede mescidi neden mahzen yahut kazan dairesiyle birlikte yerin dibine koymaması gerektiğini akleder.

İslam üniversitesinin yetiştirdiği sanatkâr göze, kulağa, gönle hoş gelenin şehvet, bayağılık, hakaret ve türlü ahlaksızlıklardan faklı olduğunu bilir. Boş çerçeveyi sanat diye ortaya koyanla ona aklın almayacağı paraları döken sözde sanatsevere cevabını aynı çerçeveyi sırtlarında parçalayarak verir.

İktisatçısı İslam’a göre ticareti, gıda mühendisi helal haram besinleri, hukukçusu İslam hukukunu...

İslam üniversitesi hayatın hiçbir sahasını boş bırakmayan, İslam’ın cemiyetin kılcal damarlarına varana kadar getirdiği nizam ve inceliği hisseden bir kadroyu yetiştirmelidir. Devlet memurluğu kapısında atama bekleyen binlerce gence binler ekleyecekse, yüzünü batıya, sırtını millete/ümmete dönecekse; iç hesaplaşmalar ve makam sevdası bakımından mevcut yüz doksan altı tanesini aratmayacaksa, tabelasında İslam yazarken müsteşrik zihniyet ve ağzıyla her fırsatta ve her sahada ehli sünnete saldıracaksa hiç zahmet edilmesin.

Bir ahlak ve ruh davası olan eğitim meselesinde her anlamda en fazla yoldan çıkmış ve çürümüş şube olan üniversitenin, bir an evvel kendisinden beklenen vazifeleri yerine getirerek gençlerin önünü aydınlatması için İslam üniversitesinin bir vesile olmasını ve tez elden kurulmasını arzuluyoruz.

 

Yazar:  Veysel Özsalman

 

Bizler Allaha

Bizler, Allah'a, Resûlün'e ve Allah Dostlarına İtaatten Vazgeçmeyeceğiz - Vahdettin Şimşek

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Bizler, Allah'a, Resûlün'e ve Allah Dostlarına İtaatten Vazgeçmeyeceğiz

 

Muhterem kardeşlerim, Bu ayki yazımızda 15 Temmuz 2016’dan beri sürekli tekrarlanan ve adeta darbeye kalkışan dış güçler ve FETÖ’nün B planı gibi gördüğümüz, İslami cemaatlere karşı söylemlerin sebeplerini ve bizlerin durumunu izah etmeye çalışacağız.

FETÖ ve başındaki hoca kılıklı şeytanın yıllarca İslam akidesini bozmaya çalıştığı bir gerçekti. Bunu İslam münevverleri ve mütefekkirleri yıllar önce sohbetlerinde, makalelerinde ve reddiyelerinde izah etmeye çalıştılar. Fakat akılları sadece makam, mevki, maddiyata çalışan her kesimden müslümanlar bu ferasetli ve basiretli ikazlara “siz onların yaptıklarını yapamadığınız için kıskanıyorsunuz” savunmalarıyla karşı çıktılar. 

Hâcegân cemaati olarak Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerinde sürekli vurguladığı “Fetullah Gülen tehlikesi” uyarılarına müslümanlar tarafından ağır eleştiriler geliyordu. Bu yıllarca devam etti. Hiç kimsenin beklemediği 17-25 Aralık ihanetinden kısa süre önceki sohbetlerinde Hâce Hazretleri yine bu insanın hiç bir zaman İslam alimi olmadığını, kafirlere beslediği sevgiyi müslümanlara karşı beslemediğini beyan buyurmuşlar ve yine müslümanlardan sohbetleri terk edenler olmuştu. 

Biz içinde olduğumuz için şahitlik açısından kendi cemaatimizden bahsettik. Akli selim sahibi tüm müslümanlar yıllarca bu uyarıları yaptılar. Fakat gelin görün ki, yıllarca onlara paralarını, makam ve mevkilerini, kurbanlarını, zekatlarını ve hayatlarını veren insanlar sanki suçlu kendileri değil de müslüman cemaatlermiş gibi “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali sürekli bu güzide oluşumları hedef tahtasına koymuşlardır.

Yetkili-yetkisiz, bilgili-bilgisiz, laik-liberal, demokrat-muhafazakar her kesimin ortak cümlesi “bundan sonra kimseden emir almayacağız” olmuştur. Ülkemizin maddi ve manevi kalkınmasında zerre kadar payı olmayan bu güruh anlaşılıyor ki, zaten bir yerlerden emir almışlardı.

Ülkemizin hangi kesiminden olursa olsun, hiç kimse şurasını unutmasın ki, Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyetten bu güne kadar müslüman cemaatlerin dışında maddi ve manevi alanda Türkiye’nin hayrına hiç kimse çalışmamıştır. Sağcısı-solcusu, komünisti-faşisti, bunların tamamı cennet vatanımızı sürekli yabancılara peşkeş çekmişlerdir ve göz boyamalarının dışında ülkeye bir çivi çakmamışlardır. 

Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren aşırı baskılara rağmen, sırf İslam örfünü terk etmedikleri için binlerce alimin şehit edildiği, zorlukları gördükleri halde, bugünkü cemaatlerin çekirdeği olan İslam alimleri çok büyük gayret gösterdiler. Bu aziz vatanda İslam dininin yok olmaması için akla hayale gelmeyen zorluklara katlandılar. Yeniden dirilişin sadece tek kanatla olmayacağını göstermek için talebelerini sadece İslami ilimlerde değil, aynı zamanda fenni ilimlerde de yetişmeye teşvik ettiler. 

Bunun en büyük örneği olarak Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi hazretlerinin hulefasının gayretleri takdire şayandır. Sırasıyla Mustafa Feyzi efendi (ks), Hasib efendi (ks), Abdülaziz Bekkine (ks) hazretleri, Muhammed Zâhid Kotku (ks) hazretleri yetiştirdikleri talebelerini bir İslam mücahidi, maneviyatı yüksek, üstün ahlaklı yetiştirirken, aynı zamanda ülkeyi maddi manada da yönetecek ilim adamları olarak da yetiştirmişlerdir. Bugün bu insanların birçoğu devlet idaresinde hizmet etmektedirler. Özellikle merhum Necmeddin Erbakan hoca ve yetiştirdiği devlet adamları bu ekolün insanlarıdır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri adeta kendini feda ederek yetiştirdiği şakirtleri ile gençliğin ateizm tuzağına düştüğü o devirlerde iman kurtarma davası üzerinde durarak büyük faideler sağlamıştır. Burada bir parantez açmak ihtiyacı duyarak diyoruz ki, Fetullah Gülen hiç bir zaman Bediüzzaman hazretlerinin yolundan gitmemiş, bu güzide insanın davasını kullanmak istemiştir. Bunun dışındaki Bediüzzaman’ın talebeleri en zor zamanlarda dahi gençliğin imanını kuvvetlendirmek için gayret sarf etmişlerdir. 

Bu iki İslami cemaat meşhur oldukları için örneklerimizi bunlardan almayı uygun gördük. Bunların dışında Mahmut efendi hazretleri İslami ilimler alanında, Süleyman Hilmi Tunahan (ks) hazretleri Kur’an hizmetleri alanında, Şehid Esad Erbili (ks) hazretlerinin yolunu takip eden Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks) hazretleri gençliğin imanlı ve ahlaklı yetişmesi için görülmemiş fedakarlıklar yapmışlardır.

Özellikle tasavvufi alanda doğu ve güneydoğumuzun İslam’a sımsıkı sarılmasını sağlayan, rençperinden-doktoruna, eşkıyasından-albayına, her alanda insanlığı kucaklayan Allah dostlarının hizmetleri unutulamaz.

Abdulhakim el-Hüseyni (ks) hazretleri, Şeyh Seyda Muhammed Said El-Cezerî (ks), Alvarlı Muhammed Lütfi (ks), Şeyh Yahya Çokreşi (ks) gibi mübarek isimlerini saymaya güç yetiremediğimiz evliyaullah hazeratı bu aziz vatanımızın İslam’dan uzaklaştırılmasına Allah Teala’nın (cc) izniyle müsaade etmemişlerdir.

Şimdi bugün terör örgütlerinin İslam’ı kullanmaya çalışarak herkesin gözü önünde yapmış oldukları ihanete bakarak müslümanları ve onların muazzez liderlerini ve cemaatlerini suçlamak, onları da vatan hainleri gibi göstermek, hiçbir akli selim sahibi müslümana yakışmaz. Bunu yapsa yapsa yine içimizdeki yahudilerin ve hristiyanların paralı maşaları yapabilir. Onları da kâle almak gibi bir niyetimiz yok.

Netice olarak müslüman cemaatlerin içinde ve onları seven bir kardeşiniz olarak hepinizin adına diyoruz ki, İslam bin dört yüz küsur senedir cari olan bir dindir. Bu din gerek Peygamberi’nin (sav) söylemleri ve yaşantısıyla, gerek ashabının uygulamaları ile ve gerekse de evliyası, uleması, adil umerası ile bugünlere kadar bozulmadan gelmiştir. 

Biz bu dini, çeharıyar-ı güzin hazeratından, ehl-i beyt imamlarından, büyük mezheb imamlarımızdan, Cafer-i Sadıklar’dan, Hasan-ı Basrilerden, Abdulkadiri Geylanilerden, Mevlânâ Bahauddin Şah-ı Nakşibendlerden, Ebu Hasen Şazelilerden, Mevlâna Celaleddini Rûmilerden, Muhyiddini Arabilerden, Abdulhakim Arvasilerden, Abdulhakim Hüseynilerden ve bu gün Mevlâna Hâce Yakub-i Sani el-Haşimi Hazretleri ve emsali zatlardan öğrendik ve bundan sonra da onların yolundan gidenlerden talim edeceğiz. Bu ümmet bu zatların faydasını görmüştür. Onlarla birlikte olunca Cenab-ı Hakk’ın nasıl aziz kıldığını, onlardan uzaklaşınca da nasıl zelil kıldığını tecrübe etmiştir. Yine bugün evliyaullahtan yüz çeviren onların yolunu şirk kabul edenlerin yoğun olduğu bölgelerin nasıl bir çıkmazın içinde olduklarını ve ehl-i küfür tarafından nasıl zulme uğradıklarına şahitlik ediyoruz. Çünkü hadis-i kudside Efendimiz’e hitaben Rabbimiz celle ve âla hazretleri: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim.” (Buhârî, Rikak 38) buyuruyorlar. Bu açık ilahi tehdide rağmen Allah dostlarını ve onların yollarını inkar edenlerin akıbeti muhakkak perişanlık olacaktır.

Dolayısıyla günümüzde bilmeden birilerinin sözlerini tekrar eden saf müslümanları uyarmak açısından ve her zaman hayrın yanında olan cemaatlere ve büyüklerine yapılan saldırıların yarasıyla bu yazıyı yazma ihtiyacı duyduk. Allah rızası için müslümanlar olarak bu yanlışa düşmeyelim. Aklı evvelin biri diyor ki, “Bundan sonra hiç kimseye itaat etmeyen özgür bir nesil yetiştireceğiz.” Bunlar otuzlu yıllardaki firavun kalıntılarının sözlerini hatırlatıyor. Bu tip tasması başkasının elinde olanları dinlemeyelim. Allah’a, Rasulü’ne ve Allah adına hareket eden büyüklerimize itaat etmeyen bir nesil yarın başımıza bela olmaz mı? Zaten ahlaklı bir nesil yetiştirmenin çok zor olduğu bir dönemde özgürlük teraneleri ile cemaatlerden uzaklaştırdığımız çocuklarımıza İslam ahlakını nerede aşılayacağız.

Bu duygularla aklımızı başımıza alıp kendi bindiğimiz dalı kesmeyelim. Aksi takdirde düşmanlarımızın tuzağına düşüp gelecek nesillerimizi heba etmiş oluruz.

Allah yâr, kalpler beraber olsun.

 

Yazar:  Vahdettin Şimşek

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort