JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Rabbimiz Temizdir Temizlenenleri Sever

Rabbimiz Temizdir Temizlenenleri Sever - Nurten Özen

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Rabbimiz Temizdir Temizlenenleri Sever

 

Evvela bizi yaratan yaşatan Yüce Rabbimize hamd, O’nun tertemiz habibine sonsuz salavat, kıyamete kadar gelecek dostlarına selam olsun. 

Mevlamız bizleri tertemiz yarattı ; temizlenelim diye Efendimiz’i (sav) bizlere lütfetti. Bu dünyanın kirlerine bulaşmayalım diye dostlarına ulaştırdı. Ne kadar şükretsek azdır.

İnsanın bir bedeni bir de ruhu vardır.Bedeni maddi kirlerden, ruhu manevi kirlerden arındırmalıdır.Temizlik bedeni, iman ruhu arındırır.Beden temizliği ile ruh temizliği arasında sıkı bir bağ vardır. Onun için Peygamber Efendimiz; “Temizlik imanın yarısıdır.” buyurmuştur. Allahu Teala da Peygamber Efendimiz’e gönderdiği ilk ayetlerden birinde, “Elbiseni temiz tut” diye emir buyurmuştur. Bir kimsenin müslüman olduğunu gösteren en belirgin özellik namaz, namazın anahtarı da abdesttir. (Ebu Davut, Taharet, 31 ) 

Abdest; bedenin dış dünya ile temas halinde olan önemli organlarının temizlenmesini sağlar.Boy abdesti, insanın hem maddi hem de manevi temizliğini sağlar. Temizlik olmadan, yani abdest veya boy abdesti almadan kılınan namazın hiçbir değeri yoktur. Allah Teala; namaz kılınacağı zaman yüzü, elleri, dirseklere kadar kolları , bileklere kadar ayakları yıkamayı ve başı meshetmeyi yani abdest almayı emretmiştir. (Maide 5/6) 

Erkek ve kadınlara cinsel ilişkiden sonra, hanımlara adet bitiminden ve lohusalık döneminden sonra boy abdesti almayı farz kılmıştır. (Bakara 2/222) Yüce rabbimiz çok temizlenenleri sevdiğini belirtmiştir. (Tevbe,9/108)

Abdestin Önemi:

Dinimize göre temizliğin, maddi kirlerden arınmanın simgesi abdesttir. Bazı organların günde beş kez veya birkaç defa yıkanmasıyla, bütün bedenin haftada en az bir defa yıkanmasıyla insan maddi kirlerden temizlenir. Abdestin manevi kirlerden arındırma özelliği de vardır. Peygamber Efendimiz’in belirttiğine göre; abdest alırken el, kol, ağız ve burun temizlenince, bu organlarla yapılan günahlar vücuttan atılır; yüz yıkanınca gözlerle işlenen günahlar bağışlanır; baş meshedilip ayaklar temizlenince ,bu organlarla işlenen günahlar dökülüp gider. (Müslim teharet 32)

Abdest, vücutta gözle görülmeyen manevi izler bırakır. Kıyamet gününde bu manevi izler hemen fark edilecektir. Orada mü’minler; yüzleri nurlu elleri ve ayakları parlak kimseler diye çağrılacaktır. Onun için yüzünün nurunu, el ve ayaklarının beyazlığını daha fazla artırmak isteyenler, bunu elinden geldiğince yapmalıdır. (Buhari, vudu 3)

Boy abdestinin önemi; Ergenlik çağına gelmiş bir müslümanın, haftada bir defa yıkanması zorunludur. Rasulü Ekrem, haftada sadece bir defa yıkanmak durumunda olan ergenlerin, bunu Cuma gününe denk getirmesini tavsiye buyurmuştur. (Buhari, Ezan 161) Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde de, Cuma günü yıkanmadan camiye gelenler, Hz. Ömer gibi halifeler tarafından uyarılmış ve onlara Rasülü Ekrem’in bu konudaki titizliği hatırlatılmıştır. (Buhari, Cuma 2)

Hz. Bilal’in ayakkabılarının tıkırtısı: İbadetlerin en değerlisi namaz, namazın vazgeçilmez şartı da abdesttir. Duruma göre abdest almak ne kadar zahmetli de olsa, mümin bu sıkıntıları göğüsleyerek abdestini alır. Çünkü abdest onun için manevi zenginliktir. (İbni Mace Taharet 4) 

 

Birgün Peygamber Efendimiz Bilal-i Habeşi’ye: “Ben cennette, senin ayakkabılarının sesini önümde duydum buyurdu ve hangi ibadeti sebebiyle bu dereceye yükseldiğini öğrenmek için de en fazla sevap beklediğin ibadet hangisidir?” diye sordu. Her zaman abdestli bulunmaya özen gösteren Bilal-i Habeşi, abdest aldığı zaman, o abdestle mutlaka bir miktar namaz kıldığını söyledi. (Buhari,Teheccüt 17) Rasülü Ekrem Efendimiz, kendisinin öğrettiği gibi güzelce abdest alan ve gönlünden bir şey geçirmeden iki rekat namaz kılan kimsenin bütün günahlarının bağışlanacağını müjdeledi. (Buhari, vudu 24 28)

Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu; “Bir müslüman Allah Teala’nın emrettiği şekilde güzelce abdestini alıp beş vakit namazını kılarsa, bu namazlar onu namazların arasındaki yaptığı günahlardan arındırır.” (Müslim, Taharet 10) 

Diş Temizliği: Rasülü Ekrem Efendimiz diş temizliğine önem verirdi; Allah’ın sevgili elçisi,misvak kullanmanın, ağzı temizlemeye ve Cenabı Hakk’ın rızasının kazanmaya sebep olduğunu buyururdu.(Nesai, Taharet 5) 

Kendisi de uykudan uyanınca, ve dışarıdan Hane-i Saadete gelince mutlaka dişlerini misvaklardı. 

Rahmet Peygamberimiz “Ümmetimi zora sokmaktan endişe etmeseydim,onlara her namaz vaktinde misvakla dişlerini temizlemeyi emrederdim.” buyururdu. O bizlerden bunu yapmamızı arzu ediyordu.

Genel Temizlik:

Peygamber Efendimiz, diş temizliği yanında, sünnet olmak, mahrem yerlerdeki ve koltuk altındaki kılları temizlemek, tırnak kesmek, su ile taharetlenmek gibi temizliklerin de insan yaratılmanın bir gereği olduğunu buyururdu. (Buhari, libas 63, 64) 

Abdest bozarken elbisesine idrar bulaşmasından sakınmayanların kabir azabı göreceklerini hatırlatırdı. (Buhari, vudu,55,56)

Yol üstüne, insanların dinlendikleri yerlere, gölgeliklere abdest bozmaktan şiddetle sakındırırdı. (Müslim ,Taharet,68)

Günümüzde belki bunlar yapılmasa da, insanları rahatsız edecek her türü davranış da böyledir. Yolda yürürken tükürmek, duvarlara rahatsız edici yazılar yazmak, mesire yerlerinde çöpleri bırakmak da böyledir.

Müslüman dışını temiz tuttuğu gibi içini de öylece temiz tutmalı. Cenabı Hak bize abdestte, adeta dış uzuvlarımızı yıkatırken gönle giden yolları da işaret buyurmuştur. İbn Ataullah hazretleri de “Beden organları kalbe akan su kanalları gibidir. Kalbine, bu organların yoluyla gıybet, söz taşıma, kötü söz, harama bakma gibi öldürücü kötülüklerin girmesine engel ol. Kalpten dışarı çıkan şeyler, kalbi hakikatlere karşı perdelemez, onu ancak orada bulunan şeyler örter.” buyurur.

Rabbimiz (cc) şöyle buyurmuştur:

“O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.Ancak Allah’a kalb-i selim(temiz bir kalp)ile gelenler ( O günde fayda bulur)” (Şuara 88,89)

Ezcümle: Rabbimiz Temizdir, temiz olanları Sever. Mevlamız bizi sevsin, Habibi’nin, dostlarının sevgisiyle şereflendirsin.

Amin

 

Yazar:  Nurten Özen

 

Pazartesi, 01 Ocak 2018 22:51

MUHARREM HÜZÜN DEĞİL UMUT AYIDIR

Muharrem Hüzün Değil Umut Ayıdır - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Muharrem Hüzün Değil Umut Ayıdır

 

Allahu Teala mekândan münezzehtir. Dünya ise bir mekândır. Arızanın/sorunun birisi budur ki insan dünyayı kalbine alsa, Cenabı Hak o kalbe tenezzül buyurmaz. O mekâna gelmez, tecelli etmez. Ne zaman ki kalp lâ mekan olur; kalp de mekânsız olur; o zaman açılır ve Cenabı Hak’tan tefeyyüz etmeye başlar, feyizlenir, bereketlenir. Mekânsızlıktan kastımız takıntılarından kurtulması, takıntılarını bırakması... 

İnsanın kalbindeki bu marazların defi ancak edebe riayet, ihlası elde etmek, Allahu Teala’ya muhabbet etmek/sevmekle ve Allahu Teala’nın muhabbet ettiği/sevdiği şeylere muhabbet etmekle mümkün olur. Kalp bunlar ile o takıntılarından kurtulur. 

Ğavs Hazretleri (ksa) buyururlardı ki: “Allah emindir, sırrını eminine verir.” Demek ki emin olunmadan, emniyet içinde olmadan; takva elbisesini, ihlas elbisesini, teslimiyet elbisesini giymek mümkün olmaz. Hadisi şerifte buyrulmuş; bunlar Allahu Teala’nın nurlarından birer nurdur. O kimi, hangi gönlü dilerse o nuru o gönle ilka eder, yerleştirir. “Dilerse”den kasıt demek ki emniyettir. Allah indinde emin olmak, güvenilir olmak… İşte bu da kalbin, Allah’ın tenezzül buyurmayacağı alakalarla kesilmesiyle olur… Bilindiği kadar, ne kadar bilebiliyorsak kalbimizi o nispette Allahu Tealaya bağlamak… Sohbet, rabıta, murakabe, zikir vesair bu tip faaliyetlerin hepsi bunlar için.

Zümer suresinde Cenabı Hak, zikrinden gafil olup da kalbi katılaşanlardan bahsediyor. “… Vay o Allah’ın zikrini terk eden kalpleri katılara!... Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler…” Bunlardan olmamamızı Cenabı Hak emir buyuruyor. 

Bu ayeti kerimeyi sufiye hazeratı iki şekilde anlamışlar: Birincisi, Allah’ın zikrinden gafil oldukları için yani zikretmedikleri için kalpleri katılaşanlar; zikirden nasipsizler… İkincisi; Allah’ı zikrettiği halde zikirle kalpleri katılaşanlar… Birincisi anlaşılıyor değil mi, Allah’ı zikretmemişler, gaflet etmişler, Allah’tan gayrı şeyleri zikretmişler; onları hatırda tutmuşlar, arzulamışlar, istemişler, kalpleri katılaşmış; bunu anlayabiliyoruz. 

İkinci bir şık olarak buyurmuşlar ki Allah’ı zikrettikleri halde zikirden kalpleri katılaşanlar… Niye zikirden kalpleri katılaşmış; Allah’ı zikrederken niye böyle bir duruma düşmüşler? İşte onlar da o zikrin edebine riayet etmedikleri için… Zikri layıkıyla yapmaya gayret etmedikler için… 

Layıkıyla yapmak -ben nefsime söylüyorum- bizim için çok söz konusu değil ama en azından gayret emeliyiz. O gayret değerlendirilebilinir. Demek ki zikri adabına uygun yapmayınca o zikir de kalbi katılaştırabiliyor. Efendimiz’in böyle bir hadisi şerifi var: “Öyle namaz kılanlar var ki huşu, huzur namazın adabı olmadığı için o namaz onların Allah’tan uzaklaşmalarına sebeptir.” Yani o zikirleri o taatleri onları Allah’tan uzaklaştırır. Halbuki niye yapıyordu bunları, Allah’a yaklaşmak için. İşte bunun için kalbin arızalarının giderilmesi, edebe riayet edilmesi, ihlasın tahsili için ciddi gayret gösterilmesi ve muhabbete say etmek; Allah’ı Peygamberi ve onların sevdiklerini sevmek… O zaman gönül inşirah eder, inşaallah zikir de fikir de kolaylaşır; feyiz de, nisbet de, himmet de gelir…

Rabbimizin “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emri şerifini sadece bir doğruluk anlamında algılamayalım. Doğru bildiğimiz, doğru olan mutlak doğrularımız, mutlak değerlerimiz… Doğruluktan kasıt bunların tamamıdır. Bütün bu doğruları bütün bu mutlak olan değerleri, ilahi emirleri yasakları emredildiği şekli ile yap, buyrulmaktadır. Namaz kıl ama emredildiği, tarif edildiği şekliyle namazı kıl. Kitabın ve sünnetin sana tarif ettiği şekli ile kıl. Doğru olan budur; “Doğru ol!”dan kasıt budur. Oruç tut. Doğru olan budur, oruç tutmak ama bunu emredildiği şekliyle; orucun içindeki hikmeti kaybetmeksizin, o hikmeti nazara vererek oruç tut. Yoksa bir şeyin özünü kaybedersen onun kabuğu çok fazla bir işe yaramaz. 

Dosdoğru oldan bunu anlıyoruz: bütün emirleri emredildiği, istenildiği, tarif edildiği şekli ile yapmak. Bunun adına istikamet diyoruz. Dolayısıyla böyle olursa insanın her hali müstakim olur. 

“Ben Müslümanım de, sonra dosdoğru ol!” buyuruyor Cenabı Peygamber. Biz bunu şöyle anlıyoruz: Ben Müslümanım, ben inandım diyorsan öyleyse dosdoğru ol. Allah’a inanıyorum diyorsan bu ifadeni her halin istikametiyle ortaya koyabilirsin. İşte o müstakim olmak onu istenildiği şekliyle yapma gayreti içinde olmak... Ne kadar benzetebilirsen, ne kadar yaklaştırabilirsen… 

Sevgi bunu kolaylaştırıyor… Sevgi bu istikametlerdeki külfeti, zorluğu kaldırıyor. Yoksa ihlasa ulaşmak kolay değil. Mesela insan bir cevhere, bir madene ulaşmak için belki yerin yüzlerce metre altına iniyor. 

Kalp yedi tabakadan oluşuyor. Müminin arşı kendi kalbidir. Cenabı Hak semayı tarif ederken: “سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً –” semalar yedi tabakadır, buyuruyor. Buna dayanarak sufiler demiştir ki insanın kalbi de yedi tabakadır. Bu yedi tabakanın en nihai noktasında, deruni noktasında ancak insan tecelli-i Zat’a vasıl olabilir, tecelli-i Zat’a ulaşabilir. 

İmanın, ihlasın, teslimiyetin cevheri ancak o noktada bulunabilir. Bunun şartlarına, edebine, usulüne riayet etmezsen mesela bir madende maden kazımının tabaka tabaka inişin usulü, bir planı, projesi vardır. Rastgele yaparsan çökme olur, yıkılır. 

Bu yüzden dualarımızda Cenabı Hak’tan bizi edebe muvaffak kılmasını temenni edelim. Öyle dua edelim; “Ya Rabbi, bizi güzel edepte muvaffak eyle!” Çünkü Efendimiz buyurmuş ya: “Beni Rabbim terbiye etti, O Beni çok güzel terbiye etti, en güzel şekilde Beni terbiye etti.” Cenabı Hak Peygamberimiz’i terbiye buyurmuş, adeta bizim terbiyemizi de O’na vermiş. Kullarını terbiye etsin diye Efendimiz’i bize göndermiş. Allahımız bizim Rabbimiz; Peygamberimiz bizim mürebbimiz… Peygamberimiz Hazreti Sıddık’ı terbiye buyurmuş, o yüzden adeta her şeyiyle O’na benzemiş “İkinin ikincisi” diye methedilmiş. Ben o ayeti şöyle anlıyorum; Peygamberler müstesna beşeriyetin ikincisi… Birincisi Sultanulenbiya (sav) ikincisi Hazreti Sıddıkulazam. Peygamberin terbiyesinden geçmiş. O Selman’ı terbiye etmiş. Silsileye baktığımızda terbiyeyi birbirlerinden öğrendiklerini görüyoruz. Hazreti Selman öyle bir terbiye görmüş ki onun için müjdelenmiş: “Din Süreyya yıldızına çıksa senin neslinden gelecekler onu yeryüzüne indirirler.” Elhamdulillah, bu terbiye devam ediyor. Selman’ın nesli Sadat-ı Hacegan’dır, Sadat-ı Nakşibendiye’dir. Hazreti Selman, Hazreti Kasım’ı terbiye etmiş. Hazreti Kasım baba tarafından Hazreti Ebubekir’in torunudur, Hazreti Ebubekir’in Muhammed isminde bir oğlu vardır, Hazreti Kasım onun oğludur, anne tarafından da Hazreti Ali’nin torunudur. Kasım’ın annesi Ali efendimizin kızlarındandır, Ehlibeyt’ten geliyor. O terbiye iki kanaldan da Hazreti Kasım’a gelmiş. Kasım, Hazreti Caferi Sadık efendimizi terbiye etmiş, Hazreti Bayezid Bestami ile devam etmiş. 

Kendi başlarına adeta bunu başaramamışlar. Bu insanlara baktığımızda bunlar sahabi, bunlar ilmin kutupları, ilmin temel taşları bunlar… Devirlerinin feridi insanlar… Böyleyken bunu kendi başlarına başaramamış; ihlası, o terbiyeyi, o muhabbeti elde etmek için edebe ulaşmak için terbiye görmüşler. 

Belki dünyada yapılabilecek çok kolay işler vardır ama insan başlangıçta onun da acemisidir, o kolay işi de birinden görmese yapamaz. Bakıldığında en kolay gibi görünen iş orakla, tırpanla ot biçme diyelim; ama insan birinden bunları kullanmayı görmezse onu öğrenmezse orakla elini keser, tırpanla ayağını keser kendine zarar verebilir… Basit gibi görünüyor; şöyle sallayacak otları biçeceksin, ama öyle olmuyor. Sallarken onu bir yerine vurabilirsin. Onun da usulü var. Tırpanı taşa vurur; ağzını körleyebilir kırabilirsin, işin yarım kalır. Ot biçmeyi de öğrenmen lazım. Her şeyin edebini öğrenerek ilerleyebiliriz. 

Allah’a vuslat en ince sanat… Yani biz ot biçmeyi bile birinden öğrenmeden yapamazken, Allah’a vuslat etmek gibi en ince bir sanatı kendi başımıza yapmamız mümkün değil. Bunun için büyüklerin muhabbeti, rabıtası, büyüklerle hemhal olmak şart… 

Muharrem ayındayız. Muharrem büyük bir ay, ismi üstünde Muharrem; haram bir ay; yani hürmete layık bir ay, hürmetli bir ay, muhterem bir ay… Büyük bir ay, büyüklerin ayı... Muharrem’i böyle büyük yapan, önemli kılan şey büyüklerin hali… En az on tane Peygamber bu aya damgasını vurmuş. Peygamberlerin yaşadıkları güzel haller, onların Mevla’ya karşı olan edepleri bu aya damgasını vurmuş, bu ay güzel olmuş. 

Evet, bu ayda Kerbela vakası da var ama bu ayın kıymeti, bu ayın hürmeti Kerbela’dan gelmiyor. Müslümanlar bu konuya da ciddi dikkat çekmeliler. Bu ayı hürmetli kılan şey Kerbela hadisesi değildir. Kerbela hadisesi inanan insanları hüzne boğan, derde giriftar eden bir şeydir. Emin olun Kerbela’da yaşanan o hadiseden dolayı ne kadar ağlasak, ne kadar sızlasak azdır. O gözyaşlarımızın hiçbiri bize o Kerbela şehitlerini geri getirmez. Ama sürekli bunu gündemde tutup insanları mahzun etmek, insanları hüzne sevk etmek, insanları ağlatmaya çalışmak bu da Muharrem’in edebinden değil. 

Muharrem bir kurtuluş ayıdır, Muharrem rahmet ayıdır, Hakk’ın tecelli buyurduğu, tenezzül buyurduğu, ikram buyurduğu, ihsan buyurduğu bir aydır. Öyleyse Muharrem umut ayıdır. Muharrem; o Peygamberlerin kurtuluş hallerine, tablolarına bakarak kurtuluşumuz için ümit besleyip göstermemiz gereken gayreti izhar etme ayıdır. Bu Peygamberler nasıl halas oldular, nasıl necat buldular, nasıl onlara bir çıkış yolu ihsan edildi bunları değerlendirme, bunların üstünde derin derin düşünme, tefekkürde bulunma ayıdır. 

Muharrem’i önemli kılan bunlardır aslında. Çünkü Kerbela hadisesi olmadan önce de Muharrem hürmetliydi, mübarek bir aydı. Bu yüzden yani büyüklerin de ayı olduğu için Peygamberlerden başlayıp o büyüklerin hallerini çok konuşmak lazım. Çıkış yolları oralarda gizli. O şifreler büyüklerin ahlakında, amelinde, halinde, istikametinde, buralarda gizli. 

Ben Kerbela hadisesini şuna benzetirim: bu da aslında bize bir yol gösteriyor, sırf hüzün değil mesele… Mesnevi’de bir kıssa nakledilir tüccarın birisinin bülbülü var, çok güzel ötüyor, onu seviyor, öttükçe meşk ediyor onunla, gamını/kederini unutuyor… O bülbülüne iyi bakıyor onu besliyor. 

Bir gün ticaret kastıyla Hindistan’a gitmesi gerekiyor, giderken bülbülüne de soruyor:

- Benden bir şey istiyor musun, bir arzun var mı? Bülbül de diyor ki 

-Gittiğinde eğer orada da bülbülleri, benim gibi kuşları görürsen onlara de ki; benim evimde kafeste sizin bir arkadaşınız var, onun size selamı var. Onlara benim selamımı götür. 

Adam gidiyor, alışverişlerini yapıyor, ormanlık bir yerden geçerken kuşları görüyor. Bülbüller, papağanlar oynaşıyor, ötüşüyor. Daldaki bir kuşa diyor ki benim de evimde bir kuşum var, sizin arkadaşınız; size çok selam söyledi. Adam selamı iletir iletmez kuş birden ölüyor, daldan düşüyor. Adam, Allah Allah kuşa ne oldu, ben bir şey yapmadım ama kuş ölmüş. Subhanallah, demek ki arkadaşının hasretine, onun muhabbetine dayamadı öldü, diyor. 

Dönüyor geliyor evine bu hadiseyi bülbülüne anlatıyor. 

- Kafesteki bülbüle diyor ki Hindistan’da ormanda senin arkadaşlarına selamını söyledim ama ilginç bir şey oldu. Ben selamını söylediğimde daldaki kuş düştü, öldü. Çok taaccüp ettim garibime gitti. Ben bir şey yapmadım, kuş düştü öldü. Demek ki senin hasretine dayanamadı… 

Bunu anlatınca kafesteki kuş da ölüyor. Adam buna daha çok şaşırıyor. Kafesten çıkarıp eline alıyor, bakıyor o da ölmüş. Diyor ki bu nasıl bir sevgi, Hindistan’daki bunun hasretinden öldü, onun haberini buna getirdim bu da üzüntüsünden burada öldü. Camın kenarına getiriyor, artık ölmüş, herhalde atacak. Camı açıyor, tam atmaya teşebbüs ederken kuş kanatlanıp uçuyor, ağacın dalına konuyor. 

Adam buna daha çok şaşırıyor. Diyor ki, 

- Sen beni kandırdın, dostlukta bu var mı? Bülbül diyor ki, 

- Hindistan’daki arkadaşım var ya, o da ölmemişti. 

- Ne biliyorsun, diyor adam. Bülbül diyor ki 

- O bana taktik öğretti; ölü numarası yaparak bana haber gönderdi. Dedi ki sen de ölü numarası yap ki özgürlüğüne kavuşasın, hürriyetini elde edesin. Öl, seni serbest bırakırlar. Bana bu haberi göndermek için ölü numarası yaptı. Sen de bunu geldin bana anlattın, ben de bundan bir ibret aldım, ders aldım. Öldüm, hürriyetime kavuştum… 

Şimdi Hazreti Hüseyin bize adeta bu bülbül kıssasındaki gibi bir ders öğretiyor. Özgür yaşamak istiyorsanız kendi benliğinizden, nefsinizden kurtulun. Biraz önce söylediğimiz gibi dünya bir mekândır, Allah mekândan münezzehtir. Bu mekânlardan kurtulmak, “lâ mekan” olmak istiyorsanız ölmeden ölün, ölmeye hazır olun. Allah için ölebilmenin şuuruna varın ki yaşayabilesiniz. Hazreti Hüseyin şehadetiyle bize bu dersi verdi. 

Muharrem’de olan en son hadise bu, Kerbela vakası. Sondan başa doğru devam ettiğimizde biz Hazreti Hüseyin’in mevzuundaki o dersi, ibreti, hikmeti anlayabilirsek yukarı doğru olan kurtuluşlar, necatlar, halaslar bizi bulacak. Hazreti Âdem’in, Nuh’un, Musa’nın Eyyub’un ve sair selamet buldukları haller bize ulaşacak o zaman. Ama ne zaman bunu anlayabilirsek… 

İşte bunu anlayabilmek için de sürekli büyüklerin hallerini -büyüklerden kastım Peygamberler başta olmak üzere hayatları bize örnek olabilecek insanlar- hayatlarını sürekli gözden geçirmeli, müzakere etmeliyiz. 

Adeta bunun için de Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de Meryem Suresi’nde Efendimiz’e Peygamberleri anmasını; “…İbrahim’i an… İsmail’i an… İdris’i an…” buyuruyor. Yani onların hayatlarını unutma, onların mesajlarını unutma, hatırla ve hatırlat, bunları zikret… Onların değişik güzel sıfatlarından bahsediyor Cenabı Hak; “O mümindi, o salihti, Allah’ın Nebisi’ydi, o sadıktı…” böyle değişik yönlerini nazara veriyor. 

Biz de bunları anarak, sürekli gündemimizde tutarak onların edeplerine, bizlere öğrettikleri edeplere riayet ederek, onların usulünce kulluk yapmaya gayret gösterirsek dışarıdaki tufan ne olursa olsun o zaman inanıyoruz ki Cenabı Hak bizim hareket gemimizi Cudi Dağı’na oturtur, tufandan bize selamet ihsan eder. Eyyub misali derdimiz, sıkıntımız ne kadar çok olursa olsun Cenabı Hak bize bir ma-i kudret/kudret suyu, bir ab-ı hayat gönderir, bizi şifayab eder. Musa gibi inananlarla birlikte denize yürümeye zorlansak Cenabı Hak bize yol açar. Denizlerden bize yol açar, bizi selamete ulaştırır. 

Sevgi, ihlas, muhabbet vs. bunlar karşılıksız kalmıyor. Sevginin karşılığı yine elhamdulillah sevgi oluyor. Fatıma binti Esed; Ebu Talib’in hanımı, Ali efendimizin annesi, dolayısıyla Efendimiz’in ﷺ  yengesi… Dedesi dünyayı değiştikten sonra Cenabı Peygamber Ebu Talib’in yanına geliyor. Onun çocukları arasında büyüyor. Fatıma annemiz yani yengesi annelik yapıyor Efendimiz’e. Öyle seviyor ki Efendimiz’i evde sofrayı kurduğunda eğer o anda Efendimiz yoksa kendi çocuklarını yedirmiyor. “Muhammed (ﷺ) gelmeden yemeğe el uzatmayacaksınız!” diyor. Efendimiz geliyor, sofraya oturuyor birlikte başlıyorlar. Böyle bir sevgisi var Efendimiz’e. Öz evlatlarından neredeyse daha çok seviyor Efendimiz’i. Ona öyle ihtiram gösteriyor, hürmet ediyor, sevgi, saygı gösteriyor. Efendimiz de onu annesinden ayırt etmiyor. İfadelerinde zaten “İkinci annem.” diye buyuruyor Efendimiz. 

Biliyorsunuz Ebu Talib’in imanı tartışmalı; Ehlisünnet uleması içinde iman etti diyenler de var, fakat etmedi diyenler daha ağırlıkta… İman kendisine nasip olmadı görüşünde olanlar daha fazla ama İslam’a büyük hizmetleri oldu, yardımları oldu, Efendimiz’e küçümsenmeyecek çok ciddi yardımları oldu. Bundan dolayı da Efendimiz’in ona azabının hafifletilmesi için yaptığı dualar var; bu çok farklı bir mevzu ama Hazreti Fatıma iman ediyor hatta hicret ediyor, Cenabı Peygamberle Medine-i Münevvere’ye de geliyor ve Medine-i Münevvere’de dünyasını değişiyor, orada vefat ediyor. Cennetülbaki’ye defnediliyor. 

Dedik ya sevginin karşılığı sevgi oluyor; Fatıma annemiz dünyasını değiştiğinde Efendimiz namazını kılıyor. Kabristana götürüldüğünde mezar eşilmiş, kabir açılmış; Allah’ın Peygamberi buyuruyor ki: “Annemin kabrine önce ben yatayım sonra onu oraya koyalım ki benim yattığım yere Cenabı Hak rahmet inzal edecektir.” Ondan şefkat, sevgi, ilgi görmüş bunu karşılıksız bırakmıyor… 

Kabre yatıyor, kalkıyor annemizi tam kabre koyuyorlar Cenabı Peygamberin o yaptığına yine kendi gönlü razı olmuyor ona ikramını biraz daha arttırmak istiyor, çocukluğunda gördüğü o sevgiye, ilgiye karşılık vermek istiyor… Üstündeki fistanını, gömleğini veya ridasını çıkarıyor ona sarıyor, kefeninin üzerinden annemize giydiriyor: Benim gömleğimle defnedin ki ona bir işaret, bir beşaret olsun adeta Rabbim onu o gömlekten tanısın, melekler onu o gömlekten tanısın ona hürmet etsinler, buyuruyor… Sevgini karşılığı… 

Kapatıyorlar kabri, Cenabı Peygamber bu sefer kabirde dua buyuruyor. Bu hadisi şerif tevessülün de delilidir. Rasulullah buyuruyor ki: “Öldüren ve dirilten, daima diri ve ölümsüz olan Allahım!  Annem Fatıma binti Esed’i bağışla. Gireceği yeri geniş kıl. Peygamberin ve benden önceki peygamberlerin hakkı için!”

Efendimiz -hem de tevazu gösteriyor- “Eğer benim senin yanında bir hatırım varsa o hatırımın hakkı için ve benden önceki Peygamberlerin hatırlarının hakkı için Ya Rabbi bana annelik yapan bu annemi rahmetinle karşıla… Ben onu sana tevdi ediyorum, sana ısmarlıyorum, sana teslim ediyorum; sen bunu rahmetinle karşıla, ondan merhametini esirgeme Ya Rabbi...” Bu anlamda Cenabı Peygamber (sav) epey bir duada bulunuyor. 

Şimdi insan o annemiz adına meseleyi düşününce oynayası geliyor. Bir çocuğa sevgisine, gösterdiği şefkate böyle büyük bir şefkat, böyle bir ilginin gösterilmesi; Efendimiz’in nübüvvetini kullanarak böyle bir tasarrufta bulunması, geçmiş Peygamberlerden tevessül etmesi… İnsanın oynayası geliyor. 

Şöyle diyorum ben de kendime: Ya Rabbi! Taklit de olsa bizim Habibine bir sevgimiz var. Biz hiç kimsenin, hiçbir şeyin Senin yanında O’nun hatırı kadar hatırı olmadığına iman etmişiz. Diyoruz ki, bu sevgimize karşılık O’nun hatırına, Ondan evvel ki Peygamberlerin hatırına, yanında hatırı olan, ihtirama/hürmete layık olan bütün varlıkların hatırına bize rahmetini, mağfiretini, hidayetini ver Ya Rabbi! 

Bize dinimizi, şeriatımızı, huzurumuzu, birlikteliğimizi, ihlasımızı, kardeşliğimizi iade eyle Ya Rabbi! 

Gaflet edip nelerimizi kaybetmişsek, nelerimiz elimizden gitmişse -bizim belki ihmalimizdendir- onları bize geri iade eyle Ya Rabbi! 

Şu Muharrem hürmetine o Peygamberlere ihsan ettiğin o kurtuluş yollarını; Eyyub’un şifasını, Musa’nın denizden, Nuh’un tufandan halas olmasını, Hazreti İsa’nın çarmıhtan kurtulmasını, semaya uruc etmesini, Âdem’in tevbesinin kabul olunmasını… her ne tür böyle memnuniyet verici güzellikler varsa onlar misali bizi de Sen rahmetinle, katından lütfunla memnun eyle Ya Rabbi! 

Bir buçuk milyar Müslüman kan ağlıyor… İslam’ın arzı Kerbela’ya dönmüş, dünyanın her yeri Müslümanların bulunduğu bölgeler adeta bir Kerbela gibi. Belki binlerce Hüseyin şehid oluyor, binlerce Hasan, Zeynelabidin şehid oluyor. Gerçek hicreti bize lütfeyle Ya Rabbi! 

Bu Muharrem hürmetine içte de dışta da; zahirimizde de batınımızda da bütün alakalardan kesilip Hakk’a, hakikate hicret edebilmeyi, hikmeti anlayıp hikmete hicret edebilmeyi bize lütfeyle Ya Rabbi! 

Bize Medine’de bahşettiğin o medeniyeti yeniden iade eyle. Yaşadığımız sürece bizi, kıyamete kadar neslimizi o medeniyet için de daim kaim eyle Ya Rabbi! 

Buna çok yalvaralım… Bu gecelerde gündüzlerde yalvaralım. Büyüklerden böyle tevessül edelim. Ve sevmeye azmedelim ki sevgimize karşılık olsun. Büyükleri sevelim, o sevgiye Efendimiz’in annem dediği o Fatıma’ya, o annemize gösterdiği gibi Rabbim de bize Efendimiz’in üzerinden, büyüklerimizin üzerinden bir karşılık ikram etsin inşaallah...

 

Cuma, 01 Aralık 2017 00:28

KURBAN İBADETİ ve MAHİYETİ

Kurban İbadeti ve Mahiyeti

Kurban İbadeti ve Mahiyeti - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Kurban İbadeti ve Mahiyeti

 

Yaklaşmak, Allah’a yakın olmaya vesile olan şey anlamına gelen “kurban” kelimesi, dini terim olarak, Allah rızasını kazanmak amacı ve ibadet niyetiyle belirli vakitte, belirli nitelikleri taşıyan hayvanı usulünce kesmek demektir.

Kurban ibadeti, hem sözlük manasından hem de ıstılahî manasından anlaşılabileceği gibi bizi Allah’a yaklaştırıcı bir ibadet sayılmıştır. Allahu Teala, Kur’an-ı Kerim’de;

“Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): Seni öldüreceğim, demişti. Diğeri ise şöyle demişti: Allah, yalnız kendisinden korkanlardan (kurbanlarını) kabul eder.” (Mâide 5/27) ayetiyle Habil ile Kabil arasında geçen kıssayı bize bildirmiş ve bu ibadetin ilk insanlardan vahyin nazil olduğu güne kadar süre geldiğini bildirmiş, bize emredilmiş olması dolayısıyla da kıyamete kadar devam edeceğini haber vermiş oldu. 

“Biz, her ümmete -(kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, ilâhınız, bir tek ilâhtır. Öyle ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazı insanları müjdele!” (Hac 22/34) ayetinde de yukarıdaki manayı teyid edercesine uygulamaları şeriatlere göre farklı olsa da her ümmete kurbanı emrettiğini bizlere bildirmiştir. 

Ömer Nasuhi Bilmen Hazretleri ayeti şöyle tefsir buyurmuşlar; “Bu mübarek ayetler, vaktiyle diğer ümmetler için de kurban kesip Allah’ı anmada bulunacakları mahaller tayin buyrulmuş olduğunu bildiriyor, bütün milletlerin ilâhı, yalnız Allah Teala olup ancak O’na kullukla mükellef bir halde ibadet ve itaatte bulunan kulların vasıflarını bildirerek kendilerini müjdeliyor. Kurbanların dinî alâmetlerden olup ne şekilde kesileceklerini ve onlardan nasıl istifade edileceğini ve kimlere etlerinin dağıtılacağını Allah’ın rızasını kazanmaktan ve ilâhi ihsana karşı şükür sunmaktan ibaret bulunduğunu beyan buyurmaktadır.” 

İmamı Azam Ebu Hanife’ye göre Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinde akıllı, buluğa ermiş ve nisap miktarı (80.18 gram altın veya bu değerde para veya ticaret malı) para veya servete sahip olan mukim müslümanlar kurban kesmekle yükümlüdür. İmam Şâfiî, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre de diğer şartları taşımakla birlikte dinen yolcu sayılan kimseler de kurban kesmekle yükümlüdürler.

Zekât ile yükümlü olmak için nisap miktarı malın artıcı nitelikte olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı olmasına karşılık, kurban ibadeti ile yükümlü olmak için bu şartlar aranmaz. Bir kimse Kurban Bayramı’nın üçüncü günü akşam vaktine kadar nisaba malik olsa kurban kesmek onun üzerine vacib olur.

Kurban kesmek İmamı Azam Ebu Hanife’ye göre vacip, İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf, İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre sünnet-i müekkededir. Hükmünün vacip veya sünnet-i müekkede olması, uygulamaya bir etki yapmamaktadır. Zira her iki görüş sahipleri de gücü yeten kimsenin kurban kesmelerini öngörmektedir. Ulema-i izam hazeratı imkânı olanların kurban kesmeyi terk etmelerine ruhsat vermemişlerdir.

“Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın.” mealindeki hadis, İmamı Azam’ın bu konudaki görüşünün dayanaklarından biridir. Hadisin, Ebu Hanife’ye delil oluşu şu yoruma dayanmaktadır: “Hadiste yer alan böylesine güçlü bir uyarı, ancak vacip olan bir ibadetin terki konusunda yapılmış olabilir. Kurban vacip olmasaydı terk eden kimse için Hz. Peygamber böyle bir ifadeyi kullanmazdı.” Ebu Hanife’ye göre kurbanın vacip olduğunun diğer bir delili Peygamberimiz’in kurban kesmeyi hiç terk etmemiş olmasıdır. Ayrıca, Hz. Peygamber’in, Ebu Bürde’ye namazdan önce kestiği kurbanın yerine bir başkasını kesmesi gerektiğini söylemiş olması da, kurbanın vacip olduğunu gösteren bir delildir.

İmam Azam Hazretleri ayrıca Efendimiz’in; “Kim (bayram) namazını kılmadan önce kurbanını kesmişse, yerine bir diğerini kessin. Kurbanını henüz kesmemiş olan da ‘Bismillah’ diyerek kessin.” şeklindeki hadisini de kurbanın vücubuna delil saymıştır.

Kurbanın müekked sünnet olduğunu söyleyenlerin delilleri ise bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de açık bir emrin bulunmaması ve Peygamberimiz’in bazı hadisleridir:

“Bilinen on gün (Zilhiccenin on günü) girdiği vakit kurban kesmek isteyen kimse, (kurban edeceği hayvanın bedeninden) bir kıl almasın, bir tek tırnak kesmesin.”

“Bu hadiste Peygamberimiz ‘kurban kesmek isteyen kimse’ ifadesiyle kurban kesmeyi kişinin iradesine bırakmıştır. Bu da kurban kesmenin vacip olmadığını ifade eder.” demişlerdir.

Bugün anladığımız manada kurban ibadeti, Hazreti İbrahim peygamberden bize kadar devam eden bir uygulamadır. Hz. İbrahim, bir oğlu olduğu takdirde en sevdiği şeyi Allah’a kurban etmeyi adamıştı. Zaman geçip oğlunun dünyaya gelmesinden sonra, kendisine bu ahdi rüyasında hatırlatılmış; İbrahim (as) rüyasını, oğlunu kurban etmesi gerektiği şeklinde yorumlamış ve büyük bir imtihan karşısında olduğunu anlamıştı. Hz. İbrahim hiç tereddüt göstermeden bu konuyu eşi Hz. Hacer’e ve oğlu Hz. İsmail’e açmış; ailecek bu emre itaat edip büyük bir teslimiyetle ilâhî emri yerine getirmeye yöneldikleri sırada, yüce Allah, onların bu bağlılıklarına karşılık Hz. İsmail yerine bir koçun kurban edileceğini Cebrail vasıtasıyla kendisine bildirmişti: “(Ve O’na) O boğazlanması emredilmiş olan oğul için (bir büyük) temiz, kadri yüce (kurbanlık bedel verdik) o oğulun boğazlanması kaldırıldı, O’nun yerine öyle bir hayvanın kurban olarak kesilmesi emredilmiş oldu.” (Saffat 37/107) Deniliyor ki: “Bu kurban kesilecek hayvan, vaktiyle Habil’in Allah’a sunduğu kurban idi ki, cennette otlatılmakta bulunmuş idi.” Doğrusunu Allah bilir.

Kur’an’da kurban kesilmesi emredilmektedir: “Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser, 108/2). Ekser ulema bu âyetteki “venhar” emrinin, “kurban kes” anlamına geldiğini ifade etmişlerdir. Kurban ibadetinin kesin dayanağı, konu ile ilgili Peygamberimiz’in sözleri ve uygulamalarıdır. Kurban ibadeti; hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Peygamberimiz (as) birçok hadisinde kurban kesilmesini teşvik etmektedir: “Âdemoğlu kurban bayramı günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmaz. Şüphesiz ki kesilen kurban kıyamet günü boynuzları, kılları ve tırnakları ile gelir. Hiç şüphe yok ki kesilen kurban, kanı yere akmadan önce Allah katında kabul görür. Öyleyse gönüllerinizi kurban ile hoş ediniz.”

Peygamberimiz (as) Medine’de on yıl ikamet etmiş ve her yıl kurban kesmiştir. Enes (ra) anlatıyor: “Rasulullah, yedi deveyi kurban olarak eli ile ayakta kesti. Medine’de ise, boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etti. Rasulullah (as) keserken tekbir getiriyor, besmele çekiyor ve ayağını hayvanların boyunlarının üzerine koyuyordu.”

Diğer bütün ibadetlerde olduğu gibi kurbanda da niyet ve ihlas şarttır. İhlas, bir işi, bir ibadeti sadece Allah’ın rızasını kastederek yapmaktır. Kur’an-ı Kerim’de; “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hac 22/37) anlamındaki ayet, bütün ibadetlerin temel şartı olan ihlasa kurban cihetinden de vurgu yapmaktadır. Sevgili Peygamberimiz de, bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur.”

Dinen kurban edilebilecek hayvanlar; koyun, keçi, sığır, manda ve devedir. Bunların dışındaki hayvanlardan kurban edilebileceğine dair bir delil yoktur. Kurbanlık hayvanlardan koyun veya keçi ancak bir kişi tarafından kurban edilir. Bunun yanında sığır, manda ve deve yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban edilebilir. Ortakların tek veya çift olmalarında da bir sakınca yoktur. Ortakların iştirakiyle kesilen kurbanlarda, ortakların hepsi ibadet niyetiyle katılımda bulunmalıdırlar. İçlerinden herhangi biri ya da birilerinin akika ya da adak kurbanlarına niyet etmesi, diğerlerinin de vacip olan kurbana niyet etmelerinde bir sakınca yoktur. Fakat ortaklardan biri herhangi bir şekilde kurban niyetiyle değil de, et alma kastıyla kurban kesimine iştirak ederse, bu durumda diğerleri de niyet ettikleri kurbanları kesmiş sayılmazlar. Onun için kişi kimle ortaklık yaptığına dikkat edilmeli. Unutulmamalıdır ki faize bulaşmış, abdest namazdan bihaber, haram ile arasında kesin hudutlar bulunmayan kimselerle ortaklık da son derece tehlikelidir. Çünkü bu tip işlerle iştigal eden kimsenin sahih bir niyette bulunabilmesi çok zor ihtimaldir. Zira amelinin bozukluğu niyetinin de bozukluğuna işaret eder.

Koyun ve keçi cinsi hayvanlar, bir yaşını doldurduktan sonra kurban edilebilir. Koyunun, altı ayını tamamladığında, bir yaşını doldurmuş, diğer koyunlar gibi semiz ve gösterişli olanı da kurban edilebilir. Sığır ve manda cinsinden olan hayvanlar iki yaşını, deve ise beş yaşını doldurduktan sonra kurban olarak kesilebilir.

Kurban bir ibadet olduğu için kurbanlık hayvanların, kurban olmaya mani kusurları taşımaması gerekir. Bu kusurlar Peygamberimiz’in hadislerinde; “Topallığı açıkça belli olan, körlüğü açıkça belli olan, hastalığı açıkça belli olan hasta ve iliği kurumuş derecede zayıf olan hayvanlar kurban edilmez.” şeklinde ifadesini bulmuştur. Ayrıca bu hadisin ışığı altında, kurbanlık hayvanın kurban olmasına mani kusurları şöyle özetlenebilir: İki veya bir gözü kör, aşırı derecede zayıf, yürüyemeyecek derecede kötürüm ve topal, kulağının ve kuyruğunun üçte birden fazlası kopmuş, dişlerinin yarıdan fazlası dökülmüş, doğuştan kulağı olmayan, koyun ve keçide bir, sığırda iki memesi kurumuş, ağır hasta olan hayvanları kurban etmek caiz olmaz.

Diğer taraftan kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tamam ve besili olması, ibadetin gaye ve mahiyetine uygun olduğu gibi, sağlık kurallarına da uygun düşer. Bu itibarla kurbanlık satın alırken, kusurlu olup olmadığına dikkat etmek gerekir.

Kurban, bayram namazı kılınan yerlerde, kurban bayramının ilk üç günü bayram namazının kılınmasından sonra, üçüncü günü akşamına kadar olan süre zarfında kesilebilir. Bayram namazı kılınmayan yerlerde ise, aynı süre içinde sabah namazı vaktinden itibaren kurbanlar kesilebilir. Arefe günü veya bayramın ilk üç gününden sonra kurban kesmek caiz olmaz. Nitekim bir hadiste Hz. Peygamber: “Bugünümüzde yapacağımız ilk şey bayram namazını kılmak, sonra (evlerimize) dönüp kurban kesmek olacaktır. Her kim böyle yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur. Kim (namazdan) önce kurban keserse, o ancak ailesine bir et sunmuş olur. Bu kestiği kurban olmaz.” buyurmuşlardır.

Kurbanın rüknü, kurban edilmesi caiz olan hayvanlardan birini kesmek olduğundan, kurbanın bedelinin yoksullara verilmesiyle kurban kesilmiş olmaz. Bu şekilde verilen para sadaka olur. Efdal olan kişinin kurbanını bizzat kesmesidir, çünkü Peygamberimiz (as), kurbanlarını bizzat kendisi kesmiştir. Bir kimse kurbanını bizzat kesemiyorsa, o zaman ehil birine vekâlet vererek kurbanını kestirir. Kendisi de mümkünse orada hazır bulunur. Kurbanı kesen kimse, kurbanlık hayvana eziyet vermemelidir. Ehil olmayan kişiler kurban kesmemeli ve kesim esnasında hayvana eziyet edilmemelidir.

Kesim esnasında hayvan yere yatırılırken, “Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim, ben Allah’a ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim.” (En’am 6/79) ve “Şüphesiz benim namazım, ibadetim (kurbanım) hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am 6/162) mealindeki ayetleri okur. Kurban kesen kişi devamla, “Allahuekber Allahuekber, la ilahe illallahu vallahu ekber, Allahuekber velillahi’l-hamd” der, ara vermeden “Bismillahi Allahuekber” diyerek kesimi yapar. Usulüne göre kesim işlemi, hayvanın yemek ve nefes boruları ile iki şah damarının kesilmesi ile gerçekleşir. Hayvan henüz ölmeden başını bedeninden ayırmak ve derisini yüzmeye başlamak, uygun bir davranış olmaz. Kurban kesildikten sonra sahibinin iki rekât namaz kılarak şükürde bulunması güzel bir davranış olur.

Deve ve sığır gibi hayvanlar ortaklaşa kurban edildiğinde, etleri ortaklar arasında tahmini olarak değil, tartılarak taksim edilmesi kul hakkına riayet çısından son derece önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’de kurban eti hakkında, “…Ondan yeyiniz, yediriniz.” (Hac 22/36) buyrulmuştur. Kurban kesmenin maksatlarından biri de, yoksulların evine et girmesini temin etmektir. Bu itibarla, kurban etinin hepsini yoksullara sadaka olarak dağıtmak veya aile efradı için alıkoymak caiz ise de, en uygun olanı kurban etini üçe taksim edip, birini kurban kesemeyen kimselere dağıtmak, bir bölümünü akraba, tanıdık ve komşulara ikram etmek, birini de aile için alıkoymaktır. Şayet kurban kesen kimsenin aile fertleri kalabalık ve hali vakti de çok iyi değilse, kurban etini dağıtmadan tamamını çoluk çocuğu için alıkoyabilir.

Cenabı Hak, kestiğimiz ve keseceğimiz kurbanlarımızı, Zâtı’na ve emirlerine olan bağlılık ve sadakatimizin göstergesi bütün ibadetlerimizi kusurlarına bakmayarak kabul buyursun. Tüm ibadetlerimizi salihlerin amellerine ilhak buyurup kabullerin en güzeli kabul eylesin. Bizleri de başta peygamber efendilerimiz olmak üzere salihlerin şefaatleriyle şereflendirsin.

Not: Bu yazımızı hazırlarken Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı M. Şemsettin ÜNAL tarafından kaleme alınan “Kurban İbadeti” adlı makaleden, Ömer Nasuhi Bilmen Hazretleri’nin “Kurân-ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsiri” ve “Büyük İsmlam İlmihâli” isimli eserinden istifade edilmiştir.

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

Ve Ona Büyük Bir Kurbanı Fidye Olarak Verdik

''Ve Ona Büyük Bir Kurbanı Fidye Olarak Verdik'' - Tamer Doymuş

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

''Ve Ona Büyük Bir Kurbanı Fidye Olarak Verdik

 

“(Rasulüm) Biz Sana kevseri verdik. Onun için Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz Sana hınç besleyendir.” (Kevser 1-3)

“Biz, her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. Şimdi, İlâhınız, bir tek İlah’tır. Öyle ise, O’na teslim olun. O ihlâslı ve mütevazı insanları müjdele!” (Hac 34)

Kurban, muayyen bir vakitte, muayyen bir hayvanı ibadet maksadıyla usulüne uygun olarak kesme. Sözlükte yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah’a yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve şükrü ifade eder. Yukarıda Hac suresindeki ayette geçen “mensek” kelimesi ibadet ve Allah’a yaklaştıran ameller anlamına gelmektedir.

Ihbat; korkmak, tevazu göstermek demektir. “muhbitin” mütevazı itaatli, Allah korkusu ile vasıflı, temiz inançlı olan şahıslar manasına gelmektedir.

Cenabı Hak ayeti kerimede ibadet ve itaatte bulunan kulların vasıflarını bildirerek kendilerini müjdeliyor. Kurbanların dini alametlerden olup ne şekilde kesileceklerini ve onlardan nasıl istifade edileceğini ve Allah’ın rızasını kazanmaktan ve ilâhi ihsana karşı şükür manasında olduğu ifade edilmektedir.

“Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) ‘Andolsun seni öldüreceğim!’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder!’ dedi.” (Maide 27)

Bir hadisi şerifte: “Muhakkak sadaka, isteyenin eline ulaşmazdan önce Rahmanın eline ulaşır.” 

Bu hadisin anlamı şöyle izah edilmiştir: Muhakkak ki Allah Teala amelinde ihlâslı davrananın amelini kabul buyurur. İbadetleri anlamlı kılan şey şüphesiz ki niyettir. Zahiren belki fiiller vücubiyeti düşürse de ibadetin kendisinden beklenilen amaç gerçekleşmez. Misal, amellere riya karışırsa o amelin hakikatinden mahrum kalınır. O amelin neticesinde beklenen şey geçekleşmez.

“Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Size verdiği hidayetten dolayı Allah’ı büyük tanımanız içindir ki O, hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Güzel davrananları müjdele!” (Hac 37)

Hace Hazretleri (ksa) Mefâtihu’l-Ünsiyye fî Enfâsi’l-Kudsiyye (Kudsî Nefeslerle Yakınlık Anahtarları) isimli eserinde kurbanla ilgili bölümde şöyle buyuruyorlar:Cenabı Hak: “Bunların ne kanı ne de eti Bana ulaşır.” buyuruyor. Burada Allah’a ulaşacak olan şey sizin takvanızdır. İbadet olan yönü aslında budur. O takva nasıl elde edilir? Malum bütün semavî dinlerin üç temel esası var: Tevhid, risalet ve ahiret. Bütün dinler, sacayağı gibi bu üç temel esas üzerine oturtulmuştur. Kurban kesmek de tevhidle alakalıdır. Tevhidi tamamlayıcı bir unsurdur. İnsan bununla dinini tamamlar. Yani dinini kemale erdirir. Bunu bugün de görüyorsunuz. İnsan kalbi Allah’tan uzaklaştıkça, Allah’tan gafil oldukça değişik şeylere yönelmekte ve yöneldiği şeyleri yönelişine göre bazen kutsamakta. Ona uluhiyet isnat edebilmekte. Bu şahıs olabiliyor, kurum olabiliyor, eşya olabiliyor... Tarihte de bu vardı. İnsanlar belli sebeplerden dolayı bazı hayvanları mukaddes saymışlardır. İsrailoğulları boğayı mübarek-mukaddes saymışlardır, Bakara Suresi bunun için nazil olmuştur. Samiri âdetinin temeli de buraya dayanır. İşte bu sebepten Cenabı Hak onlara bir boğa kesmelerini emredince ihtilafa düştüler. Kesmek istemedikleri için, kesmeden imtina ettikleri için ihtilafa düştüler. ‘Mukaddes olduğu için kesilmez.’ dediler. Şimdi Hindistan’da bir Hindu’ya inek kestirebilir misiniz? İmtina ettiler, sarı mı olsun, kırmızı mı olsun, alaca mı? Boynuzlu mu olsun, boynuzsuz mu? Bunlar birer kaçış yollarıydı. İsrailoğulları kendi putlarına dokunmak istemedikçe adeta Cenabı Hak ısrarla üzerinde durdu: “Kesin!” Ve neticede hayvanı kestiler.

Müslümanlara da bu sebepten dolayı kurban emredildi. Allah Teala: “Biz, her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık.” (Hac 34) buyuruyor. Peki, niçin emredildi? Gönlünüzdeki şirki kesin. Allah’tan başka tapındıklarınızı, mukaddes saydıklarınızı, yöneldiklerinizi kesin. Yani onlarla ilişkiyi/alakayı kesin. Allah’ı dinleyin, tevhide dönün... Kurbanın asıl amacı bu. İşte takvaya ulaştıran yönü burası. Allah’tan korkmayı, Allah’ı kâmil olarak tanımayı getiriyor. Bugün belki biz ineğe/öküze tapmıyoruz ama paraya tapıyoruz, dünyaya tapıyoruz, kariyere tapıyoruz… Biz de Samiriler gibi kendimize göre kültürümüze, yaşam tarzımıza göre altın buzağılar üretip tapınıyoruz. Kurbana verdiğimiz para ile adeta bu duygulardan arınıyoruz, bu duygulardan temizleniyoruz. Kurban bunun için kesiliyor. Fakire/komşuya et vermek, bunlar tali illetler. Kan akıtmak aslî sebepten değil. Aslî sebep: Sen içindeki zehrini akıt. Kalbinde biriktirdiğin masiva zehrini akıt… Çünkü mal, para senin kanın, canın gibi. Onları öyle benimsemişsin. Kalbinden bunları çıkar. Kurbandaki gaye bu… Bununla insan dinin temel esaslarından biri olan tevhide erişmiş, tevhidi ta- mamlamış oluyor. Bu ise çok yüce, çok ulvî bir maksat.

Bugün bu iki şey rahatsızlık veriyor. Müslümanların asıl olarak üzerinde durması gereken nokta ve bugünkü mücadelenin temeli bu olmalı: Tevhid mücadelesi… Kurbandaki gaye de tevhidi açığa çıkartmak, tevhidi kemale erdirmektir. Toplumun altın buzağılarının kesilmesidir. Buna gücü olan, imkânı olan her mümin ısrarcı olmalıdır.

Bir işi ‘Allah için yapıyoruz, Allah için yapmak lazım!’ derken o işi ciddi olarak Allah ile irtibatlandırmak lazım. Bu da sebebini bilerek olur. Bizim hadiselerimizin yerine ulaşmamasının nedeni bu, ortada kalıyor. Meselelerimizi Allah’la irtibatlandıramıyoruz. Belki sözlü olarak bunu ifade etmeye çalışıyoruz ama bilinçli olamıyoruz. Bu da meselelerden istenilen verimi getirmiyor. Takvaya eriştirecek sebep, kurbanın isteniliş sebebi bu. Hutbelerimizde, vaazlarımızda, sohbetlerimizde önce bu gayeyi teslim edelim, tespit edelim ki anlaşılsın.

Bu kargaşada tevhidimize de bir şeyler karışabiliyor. Ve müslümanlar Allah’tan gayri şeyleri kutsallaştırabiliyorlar. Onların etkisi, tesiri altına girebiliyorlar. Kurbanla bunların kesilmesi isteniyor. Allah’tan gayri, O’nun Zatî muhabbetinin dışında her neyin etkisindeysek o etkilerden sıyrılmamız isteniyor. Ulaşacağımız takva bu… Allah’ın bizden istediği de bu…” Diğer ayeti kerimelerde mealen şöyle buyruluyor:

“İşte kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse bu Rabbinin yanında kendisi için daha hayırlıdır. (Kur’an’da haram oldukları) okunanlar dışındaki hayvanlar sizlere helâl kılınmıştır. Artık o murdar putlardan kaçının. Yalan sözden de kaçının.”

“Allah’ın muvahhidleri olun. O’na ortak koşanlardan olmayın. Kim Allah’a ortak koşarsa sanki o gökten düşüp kendisini kuşlar kapmış veya rüzgâr kendisini ıssız bir yere sürüklemiş olduğu (kimse) gibidir.” 

“İşte kim Allah’ın mukaddes kıldığı esaslara saygı gösterirse şüphesiz ki bu kalplerdeki takvadandır.” 

“Bunlardan (kurbanlıklarda) belirli bir müddete kadar sizin için menfaatler vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik (Kabe civarı) dır.” (Hac 30-33)

“Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler; namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.” (Hac 35)

İhlâslı kulların bazı vasıfları tefsirde şöyle ifade edilmiştir:

-Allah anıldığı zaman korku ve huşu duymaları: “Onlar Allah anılınca kalpleri titreyen kimselerdir.” Yani Allah’ın adı anıldığı zaman bundan kalpleri ürperir.

-Musibetlere karşı sabırlı olmaları: “Uğradıkları musibetlere sabrederler.” Yani Allah Teala’ya itaat hususunda elem ve meşakkatlere tahammül ederler.

-Namazı dosdoğru kılmaları: “Onlar namazı dosdoğru kılanlardır.” Namazlarını vakitlerinde, Allah Teala’ya huşu ile birlikte, erkânları ve şartları tam olarak eda ederler.

-Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden Allah yolunda harcamaları: Onlar Allah’ın kendilerine verdiği helâl rızkın bir kısmını ailelerine, yakınlarına, fakirlere ve muhtaçlara infak ederler. Allah Teala’nın koyduğu sınırları muhafaza ederek yaratılmışlara güzellikle muamele ederler

Kurbanda şüphesiz ki akla ilk gelen Hz. İbrahim (as) kıssasıdır. Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in (as) kıssası Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince, ‘Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün; ne dersin?’ dedi. O da cevaben: ‘Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun!’ dedi.

Her ikisi de teslim olup, İbrahim onu alnı üzerine yatırınca, ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz muhlisleri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.’ dedik.” (Saffat 102-106)

Bu mübarek kıssa birçok dersler içermektedir. Bu hususlar tefsirlerde geniş olarak izah edilmiştir: Hz. İbrahim (as) oğluna alıştığında ve Hz. İsmail (as) çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına eriştiğinde ve yaşantısında ona eşlik edebilecek çağa geldiğinde Hz. İbrahim’e (as) rüyada verdiği söz hatırlatılıyor ve Hz. İbrahim büyük bir iç huzuru ve teslimiyetle emri yerine getirmenin gayreti içinde oluyor. Çünkü isteyen Mevla. Mevla’nın istediği baş ve göz üstüne. Önemli olan Rabbin isteğinin gerçekleşmesidir. Hem Hz. İbrahim hem de Hz. İsmail bu emri tam bir itaat ve teslimiyet içinde yerine getirmekte olduklarını ayeti kerimeden öğreniyoruz: İsmail (as) şöyle diyor: “…Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun…” (Saffat 102)

Hz. İsmail (as) emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor. Bu teslimiyet içinde ayrıca terbiye ve edebi de öğreniyoruz. Muhakkak ki Hz. İsmail (as) bu teslimiyeti, edebli ve ahlaklı, Hanif dininin önderi olan Hz. İbrahim (as) gibi bir Peygamber (mürşidi kâmil) tedrisatından elde etmiştir. 

“Rüyana sadakat gösterdin ve onu gerçekleştirdin.” Yüce Allah’ın istemiş olduğu, boyun eğmek ve kendisine samimi bağlılıktır. Ancak bunun, gönülde Allah’tan başkasına yer olmayacak şekilde gerçekleşmesi, onun emrinden başkasına değer verilmemesi ve O’ndan başkasına sevgi beslenmemesi şeklinde olması isteniyor. Yukarıda da ifade edildiği üzere Mevla’ya olan sevginin yerine geçecek her ne varsa kurban ile bütün bunları aradan çıkarmak murad edilmiştir. O’nun emrine, isteğine uyarak “Niçin?” diye sormadan, emre teslimiyeti, itaatin nasıl olması gerektiği anlatılmaktadır. Nefsinde kendine pay çıkarmadan, İnsanın Mevla’ya sunacağı şeyin metod ve şeklinin seçimini kendisi yapmaksızın, Mevla nasıl olmasını istiyorsa, öyle davranarak Allah’ın takdirine razı olmaktır, kulluk. Ancak bu şekilde Hakk’ın rızası elde edilir, sevgisi kazanılır.

İşte bu teslimiyetin neticesinde Hak’tan gelen ilk ikram: Ayeti kerimede şöyle buyruluyor: 

“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık: İbrahim’e selâm olsun. Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır. Salihlerden bir peygamber olarak O’na İshak’ı müjdeledik. Onu ve İshak’ı bereketli kıldık. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.” (Saffat 107-111)

Kurbanın fazileti konusunda birçok hadis rivayet edilmiştir:

-Hz. Hüseyin’den (ra) rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim gönül hoşnutluğu ile mükafatını Allah’tan umarak, kurban keserse, bu kendisini cehennem ateşinden korur.”

-Hz. İbn Abbas’dan (ra) rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bayram gününde gümüş para, Allah katında kurbanlıktan daha sevimli bir şeye harcanamaz.”

-Hz. Aişe’den (r.anha): “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Âdemoğlu Kurban bayramı günü işlenen amellerden olarak kurban kanı akıtmaktan Allah katında daha sevimli bir amel işlememiştir. Muhakkak ki kurban edilen hayvan kıyamet günü boynuzları, kılları ve çatal tırnaklarıyla gelecektir ve muhakkak ki kan, yere dökülmeden önce Allah katında yüce bir mevkie ulaşır. Dolayısıyla kurbanla nefislerinizi temizleyin.”

-Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu anh’dan rivayetle Allah Rasulü (sav) şöyle buyurdu: “Kimin imkânı olup da kurban kesmezse, mescitlerimize asla yanaşmasın.”

“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” (Hac 36)

 

Kaynak:
-El-Camiu li Ahkamil Kuran, Kurtubi
-Fizilal’il Kuran, Seyyid Kutub
-Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri
-Tefsirü’l-Münir, Vehbi Zuhayli
-Tergib ve Terhib

 

Yazar:  Tamer Doymuş

 

Cuma, 01 Aralık 2017 00:16

ALLAH’A (CC) YAKINLIK

Allaha cc Yakınlık

Allah'a (cc) Yakınlık - Vahdettin Şimşek

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Allah'a (cc) Yakınlık

 

Dergimizin kıymetli okuyucuları;

Bu günler kurban bayramına hazırlık günleri ve bu ayın başı da kurban bayramı olduğu için ana konumuzu kurban ibadeti, kurban ibadetinin mahiyeti olarak belirledik. İlk iki yazarımız konuyu bu minval üzere sizlerin faidesine sunmaya çalıştılar. Biz ise konumuzu kurban kelimesinin asıl manası olan kurbiyyet, yani Allah’a yakınlık üzerine hazırlamaya çalıştık.

Rabbimiz Teala hazretleri Kur’an-ı Kerimi’nde: “Andolsun ki, insanı biz yarattık, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz ve biz ona habl-i veritten (şah damarından) daha yakınız.” (Kâf 16) buyuruyorlar.

İsmail Hakkı Bursevi hazretleri (ks) ayeti tefsirinde: “Ayette geçen ‘habl’ kelimesi (ki bu sözlükte ip manasındadır), şekil açısından ipe benzeyen bir damardır. ‘Verîdân’ da boynun iki tarafını saran kalpteki atar damara bağlı olan, kesildiğinde insanın ölümüne yol açan iki damardır.

Müfredat’da: ‘Verîd’ ciğere ve kalbe bitişen damardır. O halde biz ona şah damarından yakınız sözü, ruhunuzdan yakınız denilmektedir.” buyurmaktadır.

Allah Teala (cc) hazretleri insanı yaratırken kendi ruhundan üflediğini buyuruyor. Bu Halıkımız’ın (cc) bizi kendi zatı için seçtiğini gösteriyor. Bize üflenen bu ulviyetin zayi olmaması için de âdeta bizi görüp gözetme açısından kalbimize saniyede yetmiş kere nazar buyuruyorlar. Amandır kulum üzerindeki emaneti ilahiyi zayi etmesin. Zaten insandaki bu ulviyetin sebebiyledir ki, O (cc) bizi cennet gibi ulvi ve tertemiz mekanda yarattı. O mekan bizim aslî vatanımızdır. Hikmeti icabı Rabbimiz (cc) babamız Hazreti Âdemin bir zellesi üzerine bizi süfli olan dünyaya gönderdi. Fakat tabiri caizse nefsimize uyduğumuz halde, hevamıza tabi olduğumuz halde yine de gözünü bizden ayırmadı. O her zaman bize bizden yakın oldu. Günah çukurlarında da olsak, gaflet içinde yüce zatını unutsak da O (cc) hep bizi bekledi. Ne kadar isyan etsek de bizi aç susuz bırakmadı. O’nu (cc) inkar ettik, ortaklar koştuk, celallenip canımızı almadı. 

Fakat O bizi hep beklerken biz O’nu ötelerin ötesine gönderdik. Bazılarımız “Göklere karışabilir, yağmur yağdırsın, bolluk bereket göndersin, ama bizim işlerimize karışmasın!” dedik, bir kısmımız, “Peygambere vahyetti, O’na (sav) bir kitap gönderdi. Sonra hiç bir şeye karışmadı.” dedik. Müslümanlar olarak el birliği ile Rabbimizi kendimizden -lâ teşbih- uzaklaştırdık. 

Hâce Hazretleri (ks) konuyla alakalı bir sohbetlerinde “Herkes Allah’ı arşta, kürste arıyor. Kimse Allah’ı gönlünde, kalbinde aramıyor. Kimse demiyor ki Allah kalbimdedir, Allah damarımın içindedir, Allah kanımda dolaşıyor, herkes Allah arşta, kürste, levhde, kalemde... Ara babam ara. Onun için diyorum: “Allah adamın elinden tutar kapı kapı gezdirir, kendini aratır sana.” Allah adamın elinden tutuyor, adam kapı kapı geziyor Allah arıyor. Bir gün olurda içindeki sırrı ilahiye vakıf olurda, Halıkı’nın kendine ne kadar da yakın olduğunu anlarda aslına döner diye hep bekledi.” buyuruyorlar. 

Rabbimiz (cc) hazretleri bir başka ferman-ı ilahisinde Habibine hitaben buyuruyorlar ki; ”Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.” (Bakara 186)

Biraz insaf ve iz’an sahibiysek şu hitab-ı izzetteki inceliği anlamak durumundayız. Kudret ve kuvvet sahibi, arşın ve kürsün, var olan her şeyin sahibi olan Allahımızın kullarına şefkat ve merhametine bakınız. Bize yakın olduğunu, her an imdadımıza yetişeceğini ve bizimle her an ilgilendiğini ne kadar güzel buyuruyorlar. Bizler müminler olarak bu hitabın altında ezilmeliyiz.

Oysa günümüz müslümanlarının bir kısmı müsteşriklerin bile yapamadığı kadar yaratıcılarına yakıştırmalarda bulundular. Haşa geleceği bilemeyen, yoktan bir şeyi var edemeyen, kullarını sevemeyen bir ilah tablosu ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Sadece merhamet yönünü ortaya çıkarıp batılıların Noel babasına benzer bir ilah gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunların neticesinde de bize çok yakın olduğunu buyuran Allahımızı bizden uzaklaştırıyorlar. 

Ayetin devamında bu yakınlığı anlayanlar için: “Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm.” buyruluyor. Yani bu yakınlık sırrına erişenler bizden ne isterlerse alabilirler. Bu sırrı anlayamayanlar ise çaputtan, mumdan, dünya adamlarından medet ummaya çalışırlar.

Netice olarak yakınlık sırrına ulaşmanın yolu nedir? Zaten bize yakın olan Rabbimizi kendimize nasıl yakınlaştırabiliriz? 

Bu soruların cevabını da yine Allah Teala (cc) buyuruyorlar: “0nun için her kim Rabbinin yakınlığını arzu ederse salih bir amel işlesin ve Rabbinin ibâdetine hiç bir şirk karıştırmasın.” (Kehf 110)

Bu hitab-ı izzette de Rabbimiz yakınlığın anahtarını bizlere sunuyor ve buyuruyor ki, bize yakın olmak için öncelikli olarak salih amel işleyeceksiniz. Salih amel nedir? Elbette ki salihlerin amelidir. Yani bütün amellerini ıslah etmiş, kulluklarının tamamını likasına eriştikleri Rablerine tahsis etmiş insanı kamillerin amellerini işlemek Hak Teala’nın hoşnut olduğu salih amellerdir.

Konuyla alakalı yine Hâce hazretleri buyuruyorlar ki, Cenâb-ı Hak: “Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.” (Nur 37) buyuruyor. 

Artık Allah ile aralarına hiçbir şey girmez. Yakınlıkta bir tabir vardır. O kadar yakınız ki aramızdan su sızmıyor. Teşbihte hata olmasın Cenab-ı Hak ile öyle olur. Aralarından gaflet suyu sızmaz. O kadar yakın olurlar. Ama insan bu hedeflerini ciddi bir şekilde belirleyip, üzerinde durmalı, bunlardan taviz vermemeli, bunlar onu suni arzulardan, sufli isteklerden, dünyevi kâbusların tamamından beri eder, temizler.”

Netice-i kelam olarak acizane kanaatimiz şudur ki, bu yakınlık sırrı bir ilahi nasib meselesidir. Fakat bu nasibi biz bilemeyiz. Mademki, O bize şah damarımızdan yakın olduğunu buyurmuş biz müminler olarak fert fert bu niçin ben olmayayım şuuruyla hareket etmeliyiz. Çünkü bu yakınlık da herkes için aynı değildir. Mesela peygamberler için bu yakınlık farklıdır, veliler için farklıdır, avam, nas için farklıdır. Bu manada peygamberler seçilmiş oldukları için müstesnadırlar. Fakat diğer insanların anlayışları ve amelleri ile Hakk’a yakınlıkları derece derecedir. Bunun içindir ki, yaratılmış her insanın bu manada bir kabiliyeti vardır. Mühim olan bu kabiliyetin açığa çıkarılması için gayret sarf etmek ve bu gayreti sarf ederken de bu yakınlığı hakke’l-yakîn elde etmiş olan salihlerden yardım almaktır. Bizim kanaatimiz budur.

Cenab-ı Hak bizi zatına yakın kullarından ayırmasın ve kendisinde Allah’a (cc) yakınlık arzusu bulunanları salih kullarına idhal eylesin.

Amin...

 

Yazar:  Vahdettin Şimşek

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort