JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Ehlisünnetin Fitne Dönemlerine Bakışı

Ehlisünnetin Fitne Dönemlerine Bakışı - Sâlik-i İrfân

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Ehli Sünnetin Fitne Dönemlerine Bakışı

 

Hamd olsun alemlerin Rabbi olan Allahımıza… O Rahmandır, Rahimdir… O’na ne kadar şükretsek azdır… Bizi insan kıldığı için, bizi ümmeti Muhammed’den kıldığı için, bizi Hâcegân nispetine ulaştırdığı için… Ne kadar hamd etsek, şükretsek azdır.

Sonra, salat ve selam Sahibimiz, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in üzerine olsun. O Allah Teala’nın bizlere gönderdiği en büyük hediyedir. O’nun kıymetini bilmekten, O’nun ümmeti olmanın kadrini bilmekten ne kadar da uzağız. O’na, ehli beytine, ashabına ve varislerine selam olsun, ihtirâm olsun.

Ülkemizde siyasette, ekonomide güzel şeyler oluyor, bu kesin ve net. Fakat İslamî-ahlakî değerler eğitim yoluyla topluma aktarılamazsa dünyevileşme girdabı bizi boğacak, tarihin çöplüğüne bıracaktır. Cenabı Mevlamızın muradı belli ki bu millettir. Nasihatle hidayet olmayan kişi ve toplumlar musibetle yola getirilir. Cenabı Mevlamızın adetullahı tarih boyunca hep böyle olmuştur. Öncelikle kişisel olarak imanımızı, ahlakımızı… velhasıl hayatımızı gözden geçirip Hakk’ın huzurunda hesabını veremeyeceğimiz durumlardan uzaklaşmaya çalışmalıyız. Bu konuda sahabe-i kiram hazeratı bize mükemmel örnektir. Hâce Hazretleri’nin “Sahabe hayatı okumak imanı artırır, evliya hayatı okumak sevgiyi artırır.” ifadelerini bu sayfalarda çok kez dile getirdik. Sadece bu söz ile hakkıyla amel edebilsek -yine Hâce Hazretleri’nin tespitiyle- ‘bugünün en büyük küfrü dünyevîleşmek’ten kurtulmamız, korunmamız mümkün olacaktır. İşte bu bağlamda Halife Hz. Osman efendimizin 12 yıllık hilafet dönemi bize çok ilginç veriler sunmaktadır. Hz. Ömer efendimizin sağlamlaştırdığı devlet yapısı sonrası Halife Osman efendimizin özellikle ilk 6 yılında gerçekleşen fetihler, elde edilen müthiş gelirler… Fakat zenginlikle atbaşı gitmeyen ahlakî dönüşüm… İşte alıntıladığımız kesitlerden hareketle ders almak, günümüze ışık tutmaya çalışmak… bunu arzuluyoruz, buna gayret ediyoruz. Çünkü 28 Şubatları, baskı dönemlerini geçtik, adeta şu anda fetihler ve yükseliş dönemlerindeyiz.

İşin bir tarafı da şu: Bu Kurban Bayramı itibariyle bir senedir Hz. Osman (ra) efendimiz ile ilgili dergimizde yazmaya çalışıyoruz. Araştırmalarımızda şunu gördük ki Osman efendimizi ne kadar az tanımışız, ona yapılan haksızlıkların ne kadar azını bilmişiz. Araştırdıkça, öğrendikçe bugün -bırakın Şia’nın iftiralarını- müslümanlar arasında bile Hz. Osman efendimize karşı ne kadar haksız duygu ve düşüncelerin olduğunu görüyoruz. Kasıtlı yazanlar dışında, ehlisünnet çizgisindeki kimi yazarların bile insafsız nakil ve yorumlarda bulundukları görülüyor. 

Hz. Osman efendimiz ile ilgili bu yazımızda da onun hayatından bize çarpan ilginç kesitler paylaşmaya çalışacağız.

 

Ehlisünnetin Fitne Dönemlerine Bakışı

Ehlisünnet alimleri sahabe arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar konusunda ileri geri yorum yapmanın doğru olmadığını, bu tür olayların Allah’a havale edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Sahabe efendilerimizin maddi ve manevi varlıklarına yönelik saldırılardan kaçınmak gerekir. 5. Raşit diye tesmiye edilen Halife Ömer bin Abdülaziz’e sormuşlar: “Sıffin’de savaşanlar hakkında ne dersin?” O da: “O kandır, Allah elimi ondan korumuş, temiz tutmuştur. Dilimi de o olayın kanıyla boyamak istemem.” Sonra şu ayeti kerimeyi okumuştur “Bu gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız sizedir. Onların yaptıklarından dolayı siz hesaba çekilmezsiniz.” (Bakara 134) (Hilyetü’l Evliya cilt 9, sayfa 114)

Mevdudi’nin El Hilafe ve’l Mülk isimli eseri, Muhammed Ebu Zehra’nın Tarih-ül Ümem-il İslamiye ve İmam Zeyd bin Ali isimli eserleri sahabe ve Emevi halifeleri ile ilgili birçok eleştiri ile doludur. Bu kişiler, hiçbir güzel davranışı ve övülecek özelliği olmayan kişiler gibi sunulmaktadır. Bu kitapları yazan araştırmacılar kaynakları gerektiği gibi incelememiş, çözümlemelerini Şia’nın yaklaşımları ve görüşleri üzerine kurmuşlardır. Allah bizi de onları da affetsin. (Hz. Osman Hayatı-Şahsiyeti ve Dönemi Prof. M. Ali Sallabi s.318) 

İmam Zehebi bu konuda şöyle söyler: Sahabe arasında gerçekleşen olaylar ve savaşlar karşısında yorum yapmayın. Hükmü Allah’a bırakmak, geçmişte temel tavır olduğu gibi bugün de temel tavır olmalıdır. Zaten sahabe arasındaki anlaşmazlıkları anlatan kitapların birçoğunda yalan, kesik ve zayıf haberler bulunmaktadır. Bu kitapların gönüllerde şüphe oluşturmaması için imha edilmesi gerekir. Böylece sahabeye olan sevgi artar, insanlar onlardan razı olurlar. (Siyeru A’lam-ün Nübela cilt 10, sayfa 92)

 

Hz. Osman’ın Beytülmâl’den Akrabalarına Fazla Mal Verdiği İddiası

Hz. Osman çok zengin bir insandı ve akrabalarına da çok düşkündü. Onlar için çok dua ederdi fakat şer düşünceli kişiler Hz. Osman’ın Beytülmâl’den akrabalarına para aktardığını iddia ettiler. Hz. Osman şöyle dedi: “Benim ailemi çok sevdiğimi ve onlara para aktardığımı söylüyorlar. İyi bilin ki akrabalarıma olan sevgim beni haksızlığa sürüklemiyor, akrabalarıma verdiklerim de kendi malımdandır. Ben müslümanların mallarını haksız yere kendim ve akrabalarım veya başka insanlar için kullanmam. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde müslümanların işlerinin halledilmesi için kendi malımdan büyük miktarlar veriyordum. Ben hırslı, mal sevdasına düşmüş birisi olsaydım böyle yapar mıydım? Yaşım ilerlemiş ve birçok sevdiğim bu âlemden göçüp gitmişken bu inkarcıların söyledikleri nedir?” (Tarihi Taberi c.v, s.356)

İbni Teymiye, Hz. Osman’ın akrabalarına diğer müslümanlara göre daha fazla mal ve para verdiği yönündeki iddialara şöyle cevap verir: Hz. Osman’ın dört damadına 400 bin dinar, Mervan’a da 1 milyon dinar verdiği söylenmektedir. Pekala bu söylenenlerin kaynakları nerededir? Evet, Hazreti Osman akrabalarına veriyordu ancak aynı şekilde diğer insanlara da veriyordu. Ortaya atılan iddiaların sağlam delillerle desteklenmesi, ispatlanması gerekir. Söylenenlerin yalan olduğunun bir diğer delili de zikredilen meblağlardır. Ne Hazreti Osman ne de diğer halifeler bu kadar büyük miktarları kimseye vermemişlerdir. (Minhacü’s Sünne c.3,s.190) 

Hz. Osman’ın akrabalarını kayırdığı onlara özel görevler verdiği söylenmiştir. Oysaki Hz. Osman’ın akrabalarından görevlendirdiği 5 vali vardır: Hz. Muaviye, Abdullah bin Ebi Serh, Velid bin Ukbe, Said bin As, Abdullah bin Amir. Bakıldığı zaman sayısal olarak Hz. Osman’ın 26 valisinin olduğunu görüyoruz böyle olunca Ümeyyeoğulları’ndan 5 kişinin vali olması çok normaldir. Hatta Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve selem) Ümeyyeoğulları’ndan daha fazla kişiyi yönetimde görevlendirdiği düşünülürse mesele anlaşılmış olur. Üstelik bu 5 valinin beşi de aynı zamanda görev yapmamıştır. Hz. Osman vefat ederken kendi ailesinden görevde olan üç vali vardır. Hz. Osman efendimiz bu konuda kimi tarihçilerin ve yazarların ciddi inceleme olmaksızın insafsızca yaptıkları eleştirilerden kurtula- mamıştır. Özellikle son dönem kimi araştırmacılar yeterince incelemeden ve sınırlı olaylara dayanarak Hz. Osman ile ilgili genel hükümler vermişlerdir. Bazıları sağlam kaynaklardan alıntılar yapsa da çoğunlukla Şia menşeili zayıf kaynaklara dayanmışlardır. Seyit Kutup, Mevdudi, Taha Hüseyin, Suphi es-Salih, Muhammet er-Rayyis gibi kimi yazarlar mazlum halifeyi acımasızca ve haksızca eleştirmişlerdir. (Hz. Osman (ra) Hayatı-Şahsiyeti ve Dönemi Prof.M.Ali Sallabi s.301)

 

Hz. Osman’ın Cuma Namazı İçin İki Ezan Okutması

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim sünnetime ve Benden sonraki raşid halifelerin sünnetine uyun.” (Sünen-i Ebu Davud, Kitabı Sünnet 4607) Şüphesiz Hazreti Osman raşit halifelerdendir. Medine’de nüfus artmış, yerleşim alanı genişlemiştir. Cuma namazının vaktinin yaklaştığını bildirmek için bir ezan okunmasının uygun olacağını düşünen ehli sünnet sahabenin ileri gelenleriyle istişare etmiş ve bunun güzel bir uygulama olacağı görüşü ortaya çıkmıştır. Böylece cuma namazı için iki ezan okunmaya başlamıştır Hz. Ali (ra), Emeviler, Abbasiler döneminde de bu uygulama devam etmiş böylece icma oluşmuştur. (Osman El-Hamis, Hukbe-fi’t Tarih s.88)

 

Temettü Haccını Yasaklaması

Mervan Bin Hakem şöyle diyor: Hz. Osman’ı ve Hz. Ali’yi gördüm. Hz. Osman temettü haccını yasaklıyor ve Hac ile umrenin bir arada yapılmasını doğru bulmuyordu. Hz. Ali ise bu durumu görünce “Birisinin sözüne bakarak ben Hz. Peygamberin sünnetini terk edemem.” demiştir. (Buhari Kitabu’l Hac 1563) Hz. Osman, Hz. Ali’nin bu sözü karşısında rahatsız olmamış, meseleye ictihad farklılığı olarak bakmıştır. 

 

Hz. Osman’ın Hz. Muaviye’ye Deniz Savaşı İçin İzin Vermesi

Şam Valisi Muaviye (ra), Halife Hz. Ömer döneminde deniz savaşı için halifeye adeta yalvarmış, izin istemiştir. Hz. Ömer deniz savaşı ile ilgili Amr bin As’a mektup yazarak bilgi istemiş, Medine’de istişare etmiş ve Hz. Muaviye’ye şöyle yazmıştır: “Deniz harbi yapmayacaksın. Allah’a yemin olsun ki ben Muhammed ümmetinin o şekilde taşınmasına müsaade etmeyeceğim. Bir müslüman benim için bütün Rumlardan ve sahip olduklarından daha değerlidir. Yeni bir durum olduğunda bana arz etmen gerekir. Durum sana bildirilmiştir. Yaptığım istişareler ile ulaştığım sonuç budur.” (Tarihi Taberi cilt 5, sayfa 258) Hilafet görevi Hz. Osman’a geçince Hz. Muaviye deniz savaşı isteğini ona da iletir. Hz. Osman şöyle cevap verir: “Deniz harbi talebini Ömer’in reddettiğini biliyorum eğer eşini de beraber götürürsen ve kimseyi asker olarak seçmeyerek gönüllü savaşa gitmek isteyenleri götürmek istersen Kıbrıs seferine çıkabilirsin.” (Taberi cilt 5, sayfa 260) 

Cenabı Hak bizleri Osman efendimize bağışlasın, onun ve diğer ashabın pâk izinden gidebilmeyi, ahlakından nasip alabilmeyi lütfeylesin. Cennetinde, cemâlinde bizleri onlarla buluştursun.

 

Yazar:  Sâlik-i İrfân

 

Cuma, 01 Aralık 2017 00:13

SILA-İ RAHİM

Sıla i Rahim

Sıla-i Rahim - Veysel Özsalman

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Sıla-i Rahim

 

Bundan birkaç nesil evvel insanların yaşadıkları köyden, kasabadan mecbur kalmadıkça ayrılmaları çok sık rastlanılan bir durum değildi. Ciddi sağlık problemleri yahut askerlik gibi zorunlu durumların dışında insanlar ekseriyetle hayatlarını doğup büyüdükleri coğrafyada tamamlamaktaydı. Şimdilerde ise her gün biraz daha değişen ve gelişen hayat şartlarının etkisiyle insanın dünyaya geldiği köy yahut kasabayı terk etmesi bir tarafa dursun, doğduğu şehri hatta ve hatta ülkeyi kalıcı olarak değiştirmesi sıradan hadiseler haline gelmiştir.

Eğitim, sağlık, iş ve benzeri sebeplerle insanların bir yerden diğerine savrulmaları artık hayatlarımızın rutini olduğundan kimse tarafından yadırganmamaktadır. Etrafımıza şöyle bir göz gezdirdiğimizde, türlü sebeplerle kendi memleketinden ayrılmak zorunda kalıp “gurbette” olan ne kadar çok insan olduğunu fark edebiliriz. İnsan ilişkileri hususunda azami hassasiyet sahibi olan İslam dini açısından meseleye bakıldığında insanların tanışması, kaynaşması ve neticesinde iyi ilişkiler kurması ihtimallerinden dolayı bu durumun bir hayli faydası olacağı ortadadır.

Ancak yine aynı durumun hususiyetle yakınlardan başlanarak evvela anne babanın ve daha sonra sair akrabanın ziyaret edilip haklarının gözetilmesi prensibini imkânsız kılmaz ama zora soktuğu da ortadadır. Birçoğumuz için, içerisinde bulunduğumuz devrin şartlarından dolayı, her türlü hayır işlerinde akrabanın korunup kollanması ve dahi onların ziyaret edilip gönüllerinin hoş tutulması şeklinde yerine getirilen sıla-i rahim vazifesini, uzun yolcuklar yapmadan yerine getirmek artık sadece bir hayaldir. Bu durum neredeyse birçok zihinde sıla-i rahim ve yolculuk kelimelerinin eşitlenmesine sebep olmuştur.

Birçok hadiste en temel ibadetlerin ardından zikredilmesi sıla-i rahimin önemini bize göstermektedir. Efendimiz’in yanına gelerek: “Ya Rasulallah; beni cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” diye sual eden bir kişiye: “Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim edersin.” diyerek nasihatte bulunması bu durumu gayet güzel örneklendirmektedir.

Efendimiz (sav): “Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse cennete giremez.” buyuruyor. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de: “Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.” (Rad 25) ifadesiyle akrabalık bağlarının kesilmesi sonucunda doğacak netice belirtiliyor.

Evvela Allah’ın rızasını kazanmak için yerine getirilmesi gereken bir vazife olan ve insanı cennete sokacak derecede kıymetli bir amel olan sıla-i rahimin, maddi-manevi çeşitli vasıtalarla gerçekleşen bir yapıya sahip olsa bile, akıllarda uyandırdığı ilk mana, yani akrabalarla yüz yüze görüşmek, bahsettiğimiz sebeplerden ötürü günümüzde zora girmiştir. Bırakın derece derece uzaklaşan akrabaları, artık ana babayı ziyaret edip onların yüzünü görmek, ellerini öpüp dizlerine başımızı koymak işlerimizin, izinlerimizin, tatillerimizin müsaade ettiği kadardır. Bir başkası tarafından tatbik edilecek olsa “zulüm” diye adlandıracağımız bu şartlar, kendi “tercihlerimiz” sonucu meydana geldiğinde tabii bir durum olarak anlaşılmaktadır.

Kısa süre önce idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı ve bu arada yaz aylarının gelmiş olması münasebetiyle okulların tatil olması birçoğumuzu yeniden sıla-i rahim iklimine sokmuştur. Şimdi ise önümüzde bu tarz ziyaretler için bir diğer büyük fırsat olan Kurban Bayramı epeyce yaklaşmıştır. Bayramların meydana getirdiği manevi iklim ve bu zamanlarda ele geçen seyahat fırsatları hem bedenen hem de ruhen dinlenmeyi mümkün kılmakta ve sıla-i rahim gibi vazifeleri yerine getirebilmemize vesile olmaktadır.

Dar bir zaman dilimine sıkışmış olsa da imkânı olanların aile büyükleri ve akrabalarıyla bir araya geleceği, hasret gidereceği, paylaşarak dertlerini azaltıp mutluluklarını çoğaltacağı bir rahmet dönemine daha yaklaşıyoruz. Daha evvel defalarca olduğumuz gibi büyük şehirlerin boşalıp insanların, tatil beldelerine gidenleri hesaba katmazsak, sıla-i rahim vazifelerini yerine getirdiğine şahit olacağız. Kaderin bir cilvesi yahut zamanın bir gerekliliği diyerek ayrı kaldığımız sevdiklerimizin hasretini bir nebze olsun dindirebilmek, aile büyüklerimize hürmet edip gönüllerini hoş tutmak adına ziyaretlerinde bulunmanın verdiği paha biçilmez huzur ve mutluluğa tekrar tanıklık edeceğiz. 

Anne baba, eş, dost, akraba haklarını gözeten, onların korunup kollanıp ziyaret edilmesi gerektiğini bizlere tavsiye eden, bu şekilde davranarak hem bizim hem de onların kârlı çıkacağını bildiren Din-i Mübin-i İslam, ziyaretin faziletini sadece bu kişilerle sınırlandırmıyor. Allah rızası için yapılan her türlü ziyaret bizler için rahmet vesilesi kılınıyor. Bu durumu izah etmek için nakledilen kıssalardan bir tanesi şöyledir: “Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teala, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:

– Nereye gidiyorsun? dedi. Adam, 

–Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:

–O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var? dedi. Adam:

–Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyaretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:

–Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teala’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi.”

İslamiyet’in bir diğer çağırısı da mümkün olduğunca salihlerle beraber olmaktır. Cenabı Mevla Hazretleri’nin lütfu Peygamber Efendimiz’in (sav) varisi olan kâmil insanları ziyaret etmek elbette ki ziyaretlerin en şereflilerindendir. Hatta bu manada “gerçek sıla-i rahim Allah dostlarını ziyaret etmektir” denilmiştir. Şimdi biz Cenabı Mevla’nın beraber olun dediği salihlerin yanına uğramayıp onların terbiyesinden mahrum kendi başımıza kalırsak hem bu dünyada hem de yarın ahirette halimiz ne olur? Hem sonra “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” müjdesine nail olabilmek adına bu beraberliği önce zahiren sergilemek gerekmez mi?

Cenabı Hak cümlemizi kâmil mürşid-lerin feyiz ve edebinden nasiplendirsin, onların bereketleri vesilesiyle bizi Kendi nuruna kavuştursun. (Âmin!)

 

Yazar:  Veysel Özsalman

 

Cuma, 01 Aralık 2017 00:11

ÇOCUKLARDA AİDİYET DUYGUSU

Çocuklarda Aidiyet Duygusu

Çocuklarda Aidiyet Duygusu - Yusuf-i Kenan

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Çocuklarda Aidiyet Duygusu

 

Aidiyet, doğuştan gelen bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda kişinin bu ihtiyacını gidermek için giriştiği yakınlaşma çabasıdır. Aidiyet, insanın kendini emniyet ve güven içerisinde hissettiği kişi ve grupla duygusal bağ kurmasıdır. Kişi duygusal bağ kurduğu yerden sosyal yaşam kuralları ve davranışlar edinir. Yaşamda karşılaşacağı problemleri, aidiyet kurduğu kişilerin davranışlarına bakarak öğrenir. Çocuk aidiyet bağını ailesi ile kuramazsa çevresindeki başka biri ile kurma çabasına girer.. Günümüz çocuklarının en önemli sorunu da budur. Aynı evin içinde yaşayan fakat, kılık kıyafeti, yaşam tarzı farklılaşmaya başlayan çocukların asıl problemi aidiyettir. Çocuk aidiyet kurduğu başka birinin davranışlarını örnek alıyordur. Unutulmamalıdır ki benliğin koruyucu kalkanı çocukluğun başından ergenliğin sonuna kadar aidiyettir.

Ailesi ile yaşayan çocuk mecburen önce ailesi ile aidiyet ilişkisi kurar. Büyüdükçe dış dünya ile tanışır, farklı kişiler ve ortamlar görür ve farklı yerlerde aidiyet ilişkisine girer. Bir mahalledeki arkadaşlar, okuldaki yaşıtları gibi… Burada dikkat edilecek önemli husus “birincil” aidiyet duygusunun nereye tutunduğudur. Eğer bu aileyse sorun yoktur. Çocuk onlardan aldığı güçle arkadaşları ile sağlıklı bağ kurar. Çocuğun birincil aidiyet duygusunu kırmaması da dikkat edilecek bir diğer unsurdur. Çünkü bu kırılırsa aileden adım adım kopma gibi sonuçlar doğurması muhtemeldir. Çocuk kuracağı aidiyet ilişkilerinin nasıl olacağını ailesi ile kurduğu aidiyetten öğrenir. Yaşamı boyunca aidiyetin birkaç farklı boyutunu yaşar çocuk. Bu farklı boyutları biraz sonra incelemeye çalışacağız. Kim kendisini nereye ait hissederse, ait hissettiği yerin davranışlarını edinir. Çocuk başka yere aidiyet kurar ise oranın davranışlarını benimser. Çocuk kiminle aidiyet kurduysa duygusal ve davranış yapılanması aidiyet kurduğu kişi ile gerçekleşir. Aidiyet cok önemlidir. Çünkü ebeveynleri olarak bizleri dinlemesi, önemsemesi, değer vermesi, özellikle ergenlik döneminde asi ve isyankar tavırlar takınmaması işte buna bağlıdır.

Çocukluk üç dönemden oluşur:

0-4 yaş arasında “Bağlanma”, 

4-12 yaş arasında “Aidiyet”,

12 yaş ve sonrasında devam eden “Uyum” süreci… Sırası ile her basamak bir diğerinin zeminini hazırlar, temelini oluşturur. Birinin temelinde sorun olursa diğer aidiyet hissine ge- çiş zor olacaktır. Sadece ailesi ile aidiyet kuran çocuk çevresindeki kişilerle dost, arkadaş çer- çevesinde bağ ku-ramaz. Bu kişiler aslında ailesine düşkün değil, aksine aidiyet gelişimindeki ikinci basamağa çıkamamışlardır. 

Aidiyet doğuştan gelen bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda kişinin bu ihtiyacını gidermek için giriştiği yakınlaşma çabasıdır. Aidiyet kişiyi yalnızlıktan kurtarır. Bu duygu ile bir yerlere tutunamayanlar hayatta hep yalnızlık içerindedir. Aidiyet duygusu kuramayanlar bütünleşemezler, kendi yalnızlıklarını oluştururlar. Manevi ihtiyaçları giderilmediği içinde ruhsal problem yaşarlar çoğu zaman. Aidiyet sadece çocukluk döneminin gereği değildir. Yeteneklerini, gücünü keşfeden bağımsızlığını elde eden kişinin bilinçli olarak sevildiği, takdir edildiği, değer gördüğü yere yakınlaşmasıdır. Güvenle kurulmuş aidiyet duygusu kişide “değerlilik” hissi oluşturur. Değerlilik ise yaşam boyu sürecek bir diğer ihtiyaçtır.

Değerler edinimi aidiyetle sağlanır. Anne babanın değer verdiği şeyler çocuk içinde de- ğerli olur. Anne babanın korkuları ve tepkilerini çocuk aidiyetle kopyalar. Aidiyet kişiye problem çözme yeteneği kazandırır. Çocuk nereye bağlıysa ora- nın problem çöz- me şeklini edinir. Çocuk yaşamında çoğunlukla bu yöntemlere başvurur. Sadakat duygusu aidiyetin sonucudur. sadakat birine ölesiye bağlanmak şeklinde algılanmamalıdır. Sadakat değerlerine sahip çıkma, kişiliğine, onuruna, insan olmaktan kaynaklanan değerlerine sahip çıkma demektir. Aidiyet, duygusal doyum sağlar. Aidiyet duygusu ile güvenle bağlanmış kişi duygusal doyumunu da buradan gerçekleştirir. Böylece duygusal ihtiyaçlarını dışarıdan karşılamak için anormal davranışlar sergilemez. Ailesi ile aidiyet kuramamış kişiler okul arkadaşları ile bu bağı kurmak için her türlü zarara uğramayı göze alır. Onların isteklerini yerine getirmeyi vazife edinirler. İsteklerin doğruluğu yanlışlığını sorgulamazlar. Ailesi ile bu bağı sağlıklı kuran çocuklarda bu davranış gözlenmez. Aidiyet duygusunun oluşumu için en önemli şart; çocuğun bağımlılık ilişkisi içerisinde değil, kendisi olabilmesi ve mizacıyla var olarak sevdiği kişiye kaygıyla değil huzur içerisinde bağlanmasıdır. Fiziksel birliktelik var ise aidiyet duygusu var olmaya başlar. “Anne babanın bir numaralı görevi nedir?” diye bir soru sorulsa ya da bir baba kendine “Ben bir kocayım, ben bir babayım, yanımda bir kadın var, çocuklar var, ben aslında kendime aile içerisindeki bir numaralı görev olarak neyi tanımlayayım?” diye soracak olmuş olsa şunu söyleyebiliriz ki, bir kocanın kendisinde vazife olarak göreceği şey; “aile bütünlüğünü sağlayabilmek” olmalıdır. Bir annenin en büyük özelliği de aile bütünlüğünü koruyabilecek zihinsel ve fiziksel bir yapıyı destekliyor olmasıdır.

Baba ve annenin en önem göstereceği şey, çocuklarıyla aynı fiziksel ortam içerisinde bulunmak olmalıdır. Evin içerisinde anne baba çocuk birlikte olmaktan, etkinlikler yapmaktan, bir şeyler anlatmaktan, baba ya da annenin; “Bugün ne oldu biliyor musunuz?” diye evin içerisinde şen şakrak olmalarından, çocuk için okul hayatını anlatmaktan, aynı fizik ortamı içerisinde bulunmaktan keyif almalarıdır. Ev zaten çerçe- veleri belli olan bir ortamdır. Ancak bu ortamın içerisinde aile üyeleri aynı fiziksel mekânı kullanmıyor. Çocuk gitmiş odasında televizyon seyrediyor, hanım gitmiş içerde bulaşıklarla uğraşıyor, adamcağız da oturmuş televizyon seyrediyor. Baktığımız zaman burada fiziksel birliktelik yoktur. Aidiyet duygusunun oluşabilmesi için en temel şart aile üyelerinin günlük olarak en az 2 saat birlikte vakit geçiriyor olmasıdır.

Duygularını, hüznünü, sevincini çocuğuyla paylaşmayan bir anne baba çocuğuyla duygusal birliktelik kuramaz. “Çocuk canım, ne anlar ki!” diyen anne baba çocuğuyla duygusal birliktelik kuramaz. Çocuk anne babanın yüzünden, vücut dilinden duygularını okuyamıyorsa duygusal birliktelik kuramaz. Anne-babalar donmuş bir yüz ile, monoton bir ses ile yaşıyor; kendini paylaşmıyor, duygularını paylaşmıyor, hislerini paylaşmıyor ise çocuk da duyguların paylaşılmadığı yerle aidiyet duygusu kuramaz. İnsanın böyle bir yeteneği yoktur.

Sonuç olarak her şey ailede başlar, ailede biter.

 

Yazar: Yusuf-i Kenan

 

 Müslüman İçin Hayır Yollarının Çokluğu

Müslüman İçin Hayır Yollarının Çokluğu - Yusuf Fuad

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Müslüman İçin Hayır Yollarının Çokluğu

 

“İyilik işleyenin faydası kendisinedir.” (Câsiye 15) ayeti kerimesinin de açıkça ifade ettiği gibi mümin kişinin bu imtihan dünyasında Allah’ın razı olacağını umarak yaptığı her iş onun lehinedir. “Her ne hayır işlerseniz, Allah onu mutlaka bilir.” (Bakara 215) buyruğu da bir anlamda her müslümanı hayra teşvik etmekte, yapılan hiçbir güzel işin boşa gitmeyeceğini bildirmektedir. 

Aynı zamanda yapılan amellerin yalnız Allah rızasını arzulayarak işlenmesi gerektiğinin de emredilmekte olduğu söylenebilir.

Bu konudaki hadisler ise oldukça çoktur. Biz de burada imkan dahilinde bir kaçını zikretmeye çalışacağız. 

عَنْ أبي ذَرٍّ جُنْدَبِ بْنِ جُناَدَةَ  قال : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ الأعْمَالِ أَفْضَلُ؟ قال : الإيمان بِاللَّهِ وَالْجِهَادُ فِي سَبِيلِهِ. قُلْتُ : أَيُّ الرِّقَابِ أَفْضَلُ؟ قال : أنفَسُهَا عِنْدَ أَهْلِهَا وَأَكْثَرُهَا ثَمَنًا. قُلْتُ : فَإن لَمْ أَفْعَلْ؟ قال: تعِينُ صَانعًا أَوْ تَصْنَعُ لأَخْرَق.َ قُلْت:ُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَرَأَيْت َإن ضَعُفْتُ عَنْ بَعْضِ الْعَمَلِ؟ قال :تكُفُّ شَرَّكَ عَنِ النَّاسِ فَإنهَا صَدَقَةٌ مِنْكَ عَلَى نَفْسِكَ.

Ebû Zerr Cündüb ibn Cünâde  şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasulü hangi amel daha üstündür, dedim.

“Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır.” buyurdu. Bu sefer ben: Hangi esir ve köleyi hürriyetine kavuşturmak daha faziletlidir, dedim.

“Sahipleri yanında en kıymetli ve değeri yüksek olanı.” buyurdu. Cihadı ve köle azadını yapamaz isem dedim. “İş bilene yardım edersin, iş bilmeyenin işini yaparsın” buyurdu. Ey Allah’ın Rasûlü bunların hiçbirini yapamaz isem, dedim.

“İnsanlara zarar vermekten sakınırsın bu da kendine verdiğin bir sadakadır.” buyurdu. (Buhârî, Itk 2)

En hayırlı, en üstün amelin ne olduğunu öğrenmek hepimizin zihnini az çok meşgul eder. Bu konudaki merakını gidermek isteyen Hz. Cündüb’e, Efendimiz’in  buyurduğu cevap “Allah’a iman…” olmuştur. Çünkü iman her hayrın başıdır. O olmadan hiç bir işin kıymeti yoktur. İman, “kalp ile tasdik” anlamında kalbin; “dil ile ikrar” anlamında da dilin amelidir. Bu sebeple imana amel denilebilir. 

Allah yolunda cihadın iman ile birlikte zikredilmesi, onun, hayırlı işlerin ve amellerin en başında, imandan hemen sonra geldiğini göstermektedir. 

عَنْ أبي ذَرٍّ  أن رَسوُلَ اللهِ  قال : يُصْبِحُ عَلَى كُلِّ سُلاَمَىْ مِنْ أَحَدِكُمْ صَدَقَة ٌ فَكُلُّ تَسْبِيحَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَحْمِيدَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَهْلِيلَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَكْبِيرَةٍ صَدَقَةٌ وَأمر بِالْمَعْرُوفِ صَدَقَةٌ وَنَهْيٌ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَيُجْزِئُ مِنْ ذَلِكَ رَكْعَتَان يَرْكَعُهُمَا مِنَ الضُّحَى 

Ebû Zerr’den  rivayet edildiğine göre Rasulullah  şöyle buyurdu:

“Her birinizin her bir eklemi için bir sadaka gerekir. Öyle ise her subhanallah demek bir sadakadır. Her elhamdülillah demek bir sadakadır. Her lâ ilâhe illallah demek sadakadır, her Allahu ekber demek sadakadır, iyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Bir kimsenin kuşluk vakti kılacağı iki rekat kuşluk namazı da bunların yerine geçer.” (Müslim, Müsâfirîn 84) 

Bir başka hadiste insan vücudunda 360 eklemin olduğunun bildirildiği göz önüne alındığında, bu 360 ekleme birer sadaka vermek oldukça zor bir vazife olarak gözükmekte.

Fakat Allah Rasulü’nün  devamla buyurmuş oldukları bu zor gözüken vazifeyi hafifletmektedir. Hadiste tarif edilen ve “Kuşluk Namazı” olarak bildiğimiz bu namaz duha (kuşluk) vakti, iki rekat ile sekiz rekat arasında kılınabilen bir namazdır. Bu namazın vücudun bütün azaları için sadaka olması, namazın vücudun bütün azalarıyla yapılan bir ibadet olması sebebiyledir.

عَنْ أبي ذَرٍّ  قال : قال لِيَ النَّبِيُّ  : لاَ تَحْقِرَنَّ مِنَ الْمَعْرُوفِ شَيْئًا وَلَو أن تَلْقَىأخاكَ بِوَجْهٍ طَلِيقٍ.

Ebû Zerr  şöyle demiştir: Peygamber,  bana şöyle dedi:

“Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!” (Müslim, Birr 144)

Kainatın Efendisi’nin  mezkur buyruğunda, müslümanın hayatında gayet basit görebileceği bir fiilden bahsedilmekte ve bu fiilin önemine işaret edilmektedir. Gerçekten birçoğumuz, küçük şeyleri “iyilik” olarak değerlendirmemek yanılgısına düşeriz ve böylece dindeki iyilik imkânlarını kullanamayız.

Din kardeşini güler yüzle neşeli bir şekilde karşılamak onu sevindirir ve içini rahatlatır. Bir mümini sevindirmek ise, hiç şüphesiz başlı başına bir iyiliktir. İyiliksever olmak, mutlaka büyük iyilikler yapmak demek değildir. Küçük olsun büyük olsun her iyiliğe, tam bir iyilik nazarıyla bakmak gerekmektedir.

 

Yazar: Yusuf Fuad

 

Cuma, 01 Aralık 2017 00:08

AMERİKA NE YAPMAK İSTİYOR?

Amerika Ne Yapmak İstiyor

Amerika Ne Yapmak İstiyor - İrfan Aydın

Sayı : 117 - Eylül 2017

 

Amerika Ne Yapmak İstiyor

 

Salat ve selam âlemlere rahmet olarak gelen Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in, daha sonra diğer peygamberlerin, ehlibeytin, ashabı kiramın, sadatı kiram efendilerimizin mübarek ruhlarına olsun. Sonra da günümüzü aydınlatan büyüklerimizin üzerine olsun…

İslam dünyası uzun zamandan beri savunmada kalmış ve sürekli olarak kendisi üzerinde üretilen sinsi planları defetmeye çalışmıştır. Bunda bazen muvaffak olmuş bazen de olamamış birçok mevzisini kaybetmiştir. Yirminci yüzyıl modernizmi içerisinde bu savaş süslü sözler ve modern bilim kandırmacası içerisinde kalsa da durum tamamen aynıdır. Yakın zamanda savunmadan yavaş yavaş atağa geçmeye başlayan ülkemiz bu oyunları bozmaya ve müslümanların yüz akı olmaya başlamıştır. Önce kendi içinden gelen saldırıları Allah’ın (cc) yardımı ile bertaraf eden ülkemiz saldırıları sınırlarında göğüslemeye başlamıştır. Sonraki hamle yakın ve uzakta meydana gelen tehlikeleri bertaraf etmektir. Netice bütün İslam dünyasında müslümanlara sahip çıkabilmektir. 

Yakın zamanda Türkiye’nin yükselişi ile BOP projesi de dahil ulaşmak istedikleri hedeflere ulaşamayan batılı hegomonyal güçler yeni projeleri devreye sokmaya çalışmaktadırlar. Dünyanın liderliğinde bir kabadayı gibi oturan Amerika bunda en önemli oyuncu olacağı izlenimini vermektedir. Yakın zamanda başkan değiştiren Amerika’nın dünya siyasetinde nasıl bir yol izleyeceği merakla bekleniyordu. Bu nedenle küresel oyuncular teyakkuzda durup yeni bir hamle yamaktan kaçınmaktaydı. Başkan değişim zamanına getirilerek Suriye’de hamle yapan Türkiye, Rusya, İran üçlüsü yeni başkanın nasıl bir yol izleyeceğini bilemediği için biraz beklemede kalmayı tercih etmişti. Bu nedenle Türkiye’nin yeni bir Suriye operasyonuna onay verilmemiş Amerika’nın takınacağı tavra göre bir durum tespiti yapmayı tercih etmişlerdi. Bütün dünyada buna benzer durumlar yaşanmaktaydı. 

Amerika’da önceki başkan dönemini pasiflikle suçlayan yeni başkan atak oynayacağını belli etmeye başlamıştır. Önce Suriye’ye göstermelik füzeler atan yeni yönetim sonra Kuzey Kore’ye yönelmiş ve tabiri caizse bir it dalaşına girmeye başlamıştır. Zaten hükümetine büyük şirketlerin yöneticilerini ve emekli generalleri alan yeni yönetim yeni dönemin politikalarının ipuçlarını vermekteydi. Anlaşılan o ki Pentagon, silah üreticileri ve belli sermaye çevreleri Amerika’nın düştüğü durumdan çıkışı savaşta görmekteydiler. Amerika içinde bulunduğu vahşi kapitalizmin oluşturduğu tüketim çılgınlığını mevcut kaynaklardan temin edememekte ve başka ülkelerin elinde bulunan kaynaklara göz dikmektedir. Geçmişte ikiz kuleleri vurarak başlattığı işgal ve talanlara yenilerini eklemek istemektedir. Kuruluşu suçlular ve katiller üzere olan ülke başka bir şey bilmemektedir. Dünyayı kendi hegomonyasında tutabilmek için kurduğu devasa ordu ve tüketim çılgınlığına düşmüş obez Amerikan halkını ayakta tutabilmek için zayıf bir ülke seçip bir birleşmiş milletler kararı çıkartarak o ülkeye çökmektedir. İşgal ettiği ülkelerin kaynaklarını tamamen sömürerek o ülkeyi fakir bir halde bırakmaktadır. Girdiği ülkelerde mezhebi ve kavmi ayrılıkları körükleyerek o ülke insanlarının bir daha bir araya gelememesini sağlamaktadır. Sonraki aşamada mezhebi ve kavmi bölünmeyi coğrafi bölünmeye dönüştürmektedir. Bunun en canlı örneği Irak’tır. Amerikan işgalinden sonra ülke mezhebi ve kavmi açıdan üçe bölünmüştür. Bugünlerde Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt yönetimi bağımsızlık oylaması yaparak bölünmüş devletler aşamasına geçecektir. Denize kıyısı olmayan ve dört tarafı kendisine karşı olan devletlerle çevrili olan bu devlet Amerika ve İsrail’in kuklasından başka bir şey olmayacaktır. Irak’ta son aşamaya gelen senaryo Suriye’de orta aşamalarındadır. Bundan sonraki aşama Suriye’yi kantonlara bölmektir. Tabi bu aşamada Türkiye ve Rusya ve İran işbirliği Amerika ve avanelerini denklem dışında bırakmıştır. Bundan çok rahatsız olan yeni Amerikan yönetimi Rusya ile diyolağa geçerek Suriye’de kendine alan açmaya çalışmaktadır. Rusya ile anlaşarak Şam kırsalından başlayan İsrail ve Ürdün sınırına kadar uzanan güney batı Suriye’yi çatışmasızlık bölgesi ilan ettirmiştir. Bu bölgenin çatışmasızlık denetimi İsrail ve Ürdün’e bırakılmıştır. Bu taksime İran ve sahadaki kirli sopası Hizbullah! İtiraz etmektedir. Bu çatışmasızlık bölgesi İsrail’in Golan tepeleri işgalini pekiştirdiği gibi Şam kırsalına kadar tampon bir bölge kurması manasına gelmektedir. Böylece Suriye savaşının bu dereceye gelmesinin asıl sebebi olan İsrail sahada ciddi manada gözükmeden kurtlar sofrasından ucuza pay kapmış olacaktır. Tabi bu planların sahada ne kadar uygulanabileceği meçhuldür. Bölgede milyonlarca müslüman yaşamaktadır. Bölgede savaşçı gruplar bulunmaktadır. Söz konusu bölge kolay kolay İsrail’e lokma olacak gibi gözükmemektedir. Görelim Mevlam neyler neylerse güzel eyler…

Türkiye Rusya ikilisi bölgede güzel bir dayanışma örneği sergileyerek bölgedeki ateşi yavaşlatmış ve sönme aşamasına gelmiştir. Oluşturdukları çatışmasızlık bölgeleri Suriye halkına nefes aldırmış ve geleceğe daha güvenle bakmaya başlamışlardır. Türkiye bölgede müslümanlar lehine daha çok kazanım elde etmek için Rusya ve İran’la Akdeniz’de ortak petrol arama ve çıkartma anlaşması imzalamıştır. Ayrıca Türk akımı ve nükleer santral projeleri ile Rusya’ya yeni imkanlar sunmuş hem kendi hem de Rusya kazanmıştır. 

Türkiye, Rusya, İran üçlüsünün bölgede çözüm üretmesi ve savaşı sonlandırma noktasına gelmesi bölgedeki kargaşadan daha uzun yıllar nemalanmayı bekleyen Amerika’yı son derece rahatsız etmiştir. Son günlerde Hatay’ın güney doğusunda bize sınır İdlip’i işgal etmeyi planlayan Amerika barışı bozarak denklemi kendi lehine değiştirmek istemektedir. Bölgedeki en önemli kozu olan YPG’ye bin tır dolusu gelişmiş silah göndererek Suriye denkleminde var olduğunu ve ona sorulmadan hiçbir şey yapılamacağını söylemektedir adeta. Herkeste biliyor ki YPG’ye verilen o silahlar kesinlikle DEAŞ için değildir. Amerika Türkiye içerisindeki argümanlarını kaybetmiş artık dışarıdan saldırı dönemini başlatmıştır. Önce Fetö daha sonra PKK’yı kaybeden Amerika’nın son silahı CHP’nin de bir şey yapamayacağını anlamış ki dışarıda YPG’ye yüz bin kişilik ordu kurdurup bin tır da silah vermiştir. Tabi korkunun ecele faydası yok nasıl Fetö’yü kaybettiyse, nasıl PKK’yı kaybettiyse ve şimdilerde Kılıçdaroğlu’nu kaybediyorsa YPG argümanını da kaybedecektir. Asıl önemli olan YPG seddi yıkıldıktan sonra Türkiye’yi nasıl durdurabilecektir. Rabbimiz ülkemiz için gayret eden bütün sivil ve resmi kuruluşlara, kişi ve kurumlara yardım eylesin. Karşısındaki şer ittifakını bertaraf eylesin.

Diğer yandan yazının başında da belirttiğimiz gibi Amerika saldıracak, talan edecek hazinesine katacak, zayıf ülkeler aramaktadır. Belki bunun için ciddi bir bahaneye gerek duymamakta ‘suyumu bulandırdın’ dese saldırabilmekte. Bunun örneğini yine baba ve oğul Bush döneminde Irak’ta gördük. Kimyasal silah var dediler yanlarına yardakçılarını da alıp saldırdılar ve en sonunda yokmuş dediler. Geride binlerce ölü ve yetim Binlerce dul kadın, mağdur bir Millet… Bugün de bu eski film tekrar sahneye konulmak istenmektedir. Sadece bir bahane lazımdır. Bu bahaneyi de İsviçre de yetiştirilmiş Kuzey Kore’nin toy lideri altın tabakta sunmaktadır. Hiç bir akıllının kabul etmeyeceği bir şekil de Amerika’ya kafa tutmakta ve nükleer füzelerle tehdit etmektedir. Ortada ciddiye alınacak bir durum olmamasına rağmen ciddiye alınarak savaş sebebi bahanesi hazırlanmaktadır. Şimdilerde konuşulan küçük çaplı bir nükleer başlık taşıyan balistik bir füze Amerikan toprakları yakınında bir denize attırılarak veya bizzat Amerika karşı taraf atmış gibi gösterip kendisi atarak bir tsunami yapılacağı ve bununda beklenen fırsatı vereceği şeklindedir! Anlaşılan Amerika çoktan kararını vermiş ve gizli bir ajandayı harekete geçirmiştir. Elinde içi boşaltılacak ülkeler listesi vardır. Bunlara sırasıyla çökecek ta ki ekonomisi düzelene ve tüm dünyayı itaat altına alana kadar. Bunu ilk aşamasını Katar krizinde gördük o ülkelere giderek adeta ya canın ya malın demiştir. Suud üç yüz elli milyar dolar, Katar ise on iki milyar dolar (arkası gelir) vaat ederek canlarını kurtarmış ve şimdilik hedeften çıkmış gibi gözükmektedirler. Ama verecek parası olmayan fakir ülkelerde durum hiç iç açıcı değil. Para ödeyip işgalden kurtulamayaklardır. Burada en önemli özellik ciddi bir yer altı zenginliği üstünde oturan fakir ve dik başlı bir iktidar olması olarak özetleyebiliriz. Başta petrolü olan Venezuella olmak üzere bir çok Asya Afrika ve Amerika ülkesi ciddi bir tehdit altındadır. Amerika acaba bugün kime saldıracak diye merak edildiği günler çok uzak gibi gözükmemektedir. 

Tabi Türkiye’de bunun dışında değildir. Hatta Ortadoğu açısından en önemli bir noktadadır. Geliştirdiği ittifaklarla ve oluşturduğu çözümlerle Amerika açısından baş tehdit Türkiye’dir. Fakat Türkiye’nin köklü geleneği, iktidarın aldığı geniş tabanlı halk desteği ve güçlü ordusu bunu engellemektedir. 7 Şubat Mit operasyonundan beri sürekli saldırılmış fakat yıkmayı başaramamışlardır. Bütün uğraşlara ve türlü ayak oyunlarına rağmen iktidar yıkılmadığı gibi daha da güçlenmiştir. Saldırıların kaynağını çok iyi tespit eden iktidar önce bir bir maşaları kırmış sonra da maşaları tutanların ellerini yakmaya başlamıştır. Almanya’sı, İngiltere’si, Amerika’sı içeride ciddi operasyon yapamaz hale gelmişlerdir. En azından sarsıcı eylemlere imza atamamakta, gönderdikleri kuklaları hemen yakalanmakta. Bunun neticesi olarak Amerika yeni bir planı devreye sokmuş gibi gözükmektedir. Hemen güney sınırımıza boylu boyunca YPG seddini çeken Amerika şimdilerde sağladığı paralı askerlerle sayıyı yüz bine silah sevkiyatını da bin Tır’a çıkartmış durumda. Burada yakın zamanda ciddi bir hesaplaşmanın olacağı aşikardır. Bizim aniden bir gece ansızın saldırmamızı engellemek için YPG’lilerin etrafında bir sürü Amerikan askeri nöbet tutmaktadır. Ayrıca Suriye’de irili ufaklı bir çok üs kurmuştur. Öte yandan Türk akımı ve Tanap’ın da yönlendiği Bulgaristan’a asker çıkarmıştır. Diğer yandan da İpekyolu ve Tanap’ın geçeceği Gürcistan’a asker çıkarmıştır. Akdeniz’deki uçak gemisi filosuna bir ikincisini ekleyerek Akdeniz filosunu güçlendirmiştir. Sürekli olarak Nato gücü kapsamında Karadeniz’de gemi bulundurmaktadır. 

Görüleceği üzere Amerika etrafımızı dört bir yandan sarmaktadır. Amerika’nın ajandası belli değildir. “S400’leri almanız sizin için iyi olmayacaktır! Suriye’ye daha fazla müdahil olmayın!” diye aba altından sopa göstermektedir. Biliyorsunuz eceli gelen cami duvarına yanaşırmış. Geçmişte artist Regan’ın, baba ve oğul Bush’un izlediği politikalara dönen Amerika geçmişten hiç ders almamış gibi gözüküyor. İkiz kuleleri yıkarak başlattığı işgaller sonucunda istediği hiçbir hedefe ulaşmayan Amerika 2008 krizi ülke adeta yıkılma noktasına gelmişti. Bu dönemde Irak’tan, Afganistan’dan ülkesine sadece bayrağa sarılı tabutlar götürebilmişti. Bugün geçmişten ders almayarak hem kendisini hem de dünyayı maceraya sürükleyecek gibi gözükmektedir. Bu macera en çok kendi halkına zarar verecek gibi gözükmektedir. Artık eyaletlerin bağımsızlık kıpırdamalarına girdiği zenci ve Latin kökenlilerin hareketlendiği bir dönemde böyle bir hamle tamamen çılgınlık gibi gözükmektedir. Amerika’yı bir birine bağlayan ekonomi çökerse Amerika’yı kim tutabilecektir. Ama bunları düşünmek bir kenara bir akıl tutulması içerisinde sadece saldırmayı düşünmektedirler. Halbuki itidal herkesin yararınadır.

Rabbimizden niyazımız başımıza örülmek istenen bütün oyunları bir bir bertaraf eylemesi ve kötü düşüncesi olanların düşüncelerini kendilerine döndürmesidir.

 

Yazar:  İrfan Aydın

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort