JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Çarşamba, 01 Kasım 2017 19:39

MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER

Müminler Ancak Kardeştirler

Müminler Ancak Kardeştirler - Fatih Yıldızlı

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Müminler Ancak Kardeştirler

 

Türkçe, kelime kökü veya gövdelerine gelen yapım ekleriyle yepyeni sözcükler türeten kadim ve kudretli dillerden biridir. Kelimeler türetildikten sonra da çekim ekleri marifetiyle sözcüklere anlamlar yüklenir. Harfler, yapım ve çekim eklerini aldıktan sonra nihayet duyguyla düşünceler söze ya da yazıya dönüşür. Bu buluşma çok önemli bir adımdır ancak sözün muhatabı olan “kulak” ile yazının muhatabı olan “ göz” varılması gereken son nokta değildir. Hitama ermek için mutlaka “yüreğe” inilmelidir. Yoksa kelimeler kifayetsiz kalmaya mecburdur. Bir kelime, bir yapım eki, gönülde yer etmeyince maalesef vahşet çıkabiliyor ortaya. İnsanlığımızdan utandığımız o haberin, Sakarya’daki kan donduran o vahşetin, tanığı olduk maalesef. Suriyeli mazlum bir bacımız ve ve biri doğmamış iki yavrusu…

Türkçede “-daş/-deş” yapım eki beraberlik, güven, ortak payda vs. anlamları veren bir ektir: arka-daş, sır-daş, vatan-daş… Özellikle üzerinde durmak istediğim ise zaman içinde değişime, dönüşüme uğramış, eki- kökü içinde kaynaşmış bir sözcük:

Karın-daş / Kardaş / Kardeş. Bu sözcük zaman içinde adeta et ve tırnak misali bir bütün haline gelmemiş mi sizce de? Başlangıçta sekiz harf olan bu sözcük, gözü yorduğu için evvela kısaltılmış, muhtemelen kulağı tırmaladığı için de son hecede incelmeye uğramış. Ne ala ne hoş! Göz ve kulak kriteri olmuş, peki gönülde yer bulmuş mu bu sözcük?

Allah (cc), Hucurat Suresinde: “Müminler ancak kardeştirler…” diye buyuruyor. Maalesef biz ise bu güzel sözcüğü aynı anne-babadan dünyaya gelen, kan bağıyla kurulu bir yakınlık olarak anlıyoruz. Yani iki milyar olan kardeşimizi, nüfus kayıt örneği ile sabitliyoruz. Halbuki bizi ayet-i celilesi ile uyaran Rabbimiz, bununla da kalmayıp Habibi vasıtasıyla da bize kardeşliğin en güzel örneklerini göstermedi mi? Kendi kız kardeşini öldüresiye döven Hattab’ın oğlunu, İslam ile şereflendirip “adaletin simgesi” yapıp 40. müslüman olmasını ihsan ederek 38 kardeşi ve Efendimiz Hz. Muhammed (sav) İle bir ve beraber eylemedi mi? Aynı kandan gelen kardeşler sırf Allah’a iman ettikleri için Efendimiz’in nurlu yolundan gitmeyi tercih ettikleri için kardeşlerine zulmetmedi mi? Bu zulme karşı Efendimiz’in yanındaki la teşbih bir avuç müslüman bu boykota direnip kenetlenip kardeşliğin ancak müminlik ve müslümanlık bağıyla izzet bulacağını ispat etmediler mi? Yine Bedir’de, Uhud’da kardeş kardeşe kılıç çekip kan dökerken “İslam Kardeşliğini” benimseyen sahabe efendilerimiz, kardeşi için kalkan kılıca kendini sipet etmedi mi? Hele hele ensar-muhacir kardeşliği, kardeşlik mefhumunun zirvesi olmadı mı? Bu öyle bir zirveydi ki, Ensar öyle bir kardeşlik yapmıştı ki Peygamber Efendimiz (sav), Mekke’nin Fethi’nden sonra yine ensar kardeşlerine dönmemiş miydi? Bu öyle ulvi bir hukuk işte. Sen kardeşine sahip çıkarsan Cenab-ı Allah da seni Habibi ile şerefyab eyler!

Maalesef İslam aleminin içine öyle nifak tohumları atılmış ki kardeş kavgası yüzünden kan kaybediyoruz. Öyle bir hırs bürümüş ki gözümüzü resmen kendi kanımızı içiyoruz. Kimi zaman siyasal farklılıklar, saltanat hırsı, kibir, gurur, mezhep çatışması adı altında oldu kardeşliğimize ihanetimiz. Hele şu son zamanlardaki ise bir başka yakıyor yüreğimizi: Irkçılık. Suriye’den çıkmak zorunda kalan ve bize sığınan kardeşlerimize olan ırkçı tutum yürek parçalıyor. Tabii ki oradan sadece mazlumlar iltica etmedi, şüphesiz ki ne idüğü belli olmayan soysuzlar da var. Devletimiz böylelerine hak ettiği muameleyi yapmalı, yapıyor da zaten! Bu tipteki çapulcuların yaptıkları rezillik ve vahşetler koca bir millete nasıl mal edilebilir? Tıpkı Sakarya’da insanlığın yüz karası olan o iki caninin yaptığı vahşetin bizim milletimize mal edilemeyeceği gibi. Allah; o ve onlar gibi canileri, insanlıktan yoksun o şeref yoksunlarını adaletiyle yargılasın! Sürekli, savaştan kaçtıkları için ağza pelesenk edilen o mazlumlar adına ben soruyorum: “15 Temmuz 2016 gecesi neredeydiniz, Dininiz, devletiniz, vatanınız, milletiniz kısacası mukaddesatınız için ne yapıyordunuz?” Eğer o hain kalkışmaya karşı çıkan ve şehadete yürüyen o milyonlarca kahramanın içindeyseniz zaten bu kardeşlik hukukuna riayet ediyorsunuz demektir. Eğer darbe olsun diye beklenti içinde olmuşsanız veya darbe girişimi savuşturulunca devletin ve milletin tarafına geçtiyseniz zaten yok hükmündesiniz, kıymetsiz düşünceleriniz sizin olsun! Hatırlatma: Milliyetçiliği, ırkçılık; kardeşliği, kandaşlık kalıbına sokan insanlar şunu iyi bilmeli ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), ırkçılığı tel’in etmiştir. Bu inatta ısrar ederlerse de hesap veremeyeceklerdir!

Baba vefat edince, evin en büyüğü annesine ve kardeşlerine sahip çıkar. Aksinin dört kitapta da yeri yoktur. Alem-i İslam’ın asr-ı saadetten sonraki en büyük sancaktarı, la teşbih babası Osmanlı İmparatorluğu ölünce evlatları yetim kaldı. Şükürler olsun ki şu anda en büyük evlat olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kardeşlerine sahip çıkıyor. Doğu Türkistan’dan Bosna’ya, Filistin’den Kafkaslara, Afrika’daki müslüman ve mazlumlara kadar hangi kardeşine hangi yardımı sunabiliyorsa elhamdulillah o kardeşinden o yardımı esirgemiyor! Bizi yoktan var edip varlığından haberdar eyleyen, bizi Habibi’ne ümmet eyleyen, bizi İslam’ın ve Müslümanların lideri eyleyen Cenab-ı Allah’a zerreler adedince şükürler olsun. Rabbim bize ensar efendilerimizin ayak izini takip edebilme fırsatı vermiş hamdolsun, muhacir olma imtihanına tabii tutulan kardeşlerimize de yardım eylesin! Bize kardeşimizin ayağına diken batsa o acıyı yüreğinde hissedecek bir şuur nasip eylesin ve dahi o dikeni oraya yerleştiren, büyüten eli de koparacak kudreti lütfeylesin!

 

Yazar: Fatih Yıldızlı

 

Çarşamba, 01 Kasım 2017 19:25

ALLAH DOSTLARINDAN İNCİ TANELERİ

Allah Dostlarından İnci Taneleri

Allah Dostlarından İnci Taneleri - Yusuf Yıldırım

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Allah Dostlarından İnci Taneleri

 

Allah dostlarından Cüneyd Bağdadi (ks) buyurur ki: “Allah Rasulü’nün izini takip etmeyen, sünnetine tabi olmayan ve yoluna bağlı kalmayanlara, Allah’a giden bütün yollar kapalıdır. Çünkü hayrın bütün yolları peygambere ve O’nun izini takip edip tabi olanlara açıktır.”

Muhyiddin-i İbn Arabi (ks) sünneti açıklama hakkında der ki: “İnsan, şeriat’a göre üç durumdan birinden uzak değildir. O da: Ya tam batinî olur; Bu da bize göre amelin tevhide (imana) olumlu ya da olumsuz bir etkisi yoktur diyenlerin görüşüdür. Bu durum şer’i hükümleri iptale ve hakikatini değiştirmeye götürür. Dinin temellerinden herhangi bir temeli veya sünnetlerinden bir sünneti yıkmaya götüren şey; yeme, içme ve cinsel ilişki gibi adetlerde de olsa, bu durum tamamen kınanmıştır. Allah (cc) bizi ve sizi bundan korusun.

Ya da tam zahirî ve istikrarsız olur; Öyle ki bu onu itikat konusunda tecsim (cisimleştirmek) ve teşbihe (mahlukata benzetme) götürür. İkisinden de Allah’a sığınırız. Yahut dünya sevgisinden dolayı kalpleri melekût âlemini müşahede etmekten mahrum bırakılan ahkâm ilimleri sahibi olan fakihlerden birinin mezhebine dayanır. Onu; tabi olduğu fakihin mezhebine muhalefet etmekten korkak görürsün. Hz. Peygamber’in (sav) sünnetlerinden birini işittiğinde onu başka bir fakihin mezhebine havale eder ve o sünnetle amel etmeyi terk eder. Onun fazileti hakkında 1000 tane meşhur hadis getirsen ona kulak vermekten sağır kesilir. Hatta fakihin bu hadis-i kitabına almamasına dayanarak, mutekaddim (ilk nesil) olan tabiin ve selefi sâlihîn rivayetlerine sui zan eder. Bunun gibisi de şer’an kınanmıştır. Onlardan olmaktan Allah’a yalvarır ve sığınırız.

Ya da şeriatın zahiriyle hareket eder; Öyle ki ibadet ve adetlerin faziletinin en ufak meselesinde dahi, adım adım şeraitin izin verdiğini yapar, vermediğini yapmaz. Güvenilir hadis kitaplarını mütalaa esnasında anladığına uygun olarak veyahut mütalaa ehlinden değilse, kendisine güvenilir ve hocası ve şeyhinden dinlediğine göre, Hz. Muhammed’in (sav) ibadetlerindeki hiçbir fiili kaçırmamak için bütün gayretini ve gücünü harcar. İşte bu, orta yoldur ve sünnetin ta kendisidir. Böyle hareket eden sünnîdir ve bununla Allah’ın sevgisini kazanır.”

Rivayete göre Beyazıd-ı Bestami (ks) arkadaşlarına bir gün şöyle dedi: “Kalkın! Kendi veliliğini ilan eden falan kişiye gidelim ve haline bir bakalım.” Ravi dedi ki: Ona vardık; adam evinden çıkıp mescide doğru giderken kıble yönüne doğru tükürdü. Bunun üzerine Ebu Yezid ona selam dahi vermeden geri döndü ve şöyle dedi: “Bu adam Rasulullah’ın (sav) edeplerinden bir edep hususunda bile güvenilmez iken iddia ettiği sıdıklar ve evliya makamına nasıl güvenilir?”

Ebu’l-Feyz Zünnûn el-Mısrî (ks): “(Hakikat ehlinin) sözleri dört şey üzerinedir. Yüce Allah’ı sevmek, dünyadan nefret etmek, K. Kerim’e tabi olmak ve halin değişmesinden korkmak.”

Cenab-ı Hakk’ı sevmenin bazı alametleri: “Ahlakında, fiillerinde, emirlerinde ve sünnetlerinde yüce Allah’ın sevgili Peygamber’ine uymaktır.”

Bişr-i Hâfî hz. şöyle buyurdular: Rüyamda Hz. Peygamber’i (sav) gördüm bana dedi ki: “Ey Bişr! Yüce Allah seni akranların arasından niçin yükselttiğini biliyor musun?” Ben, “Hayır ya Rasulallah!” dedim. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Benim sünnetime uyman salihlere hizmet etmen, kardeşlerine nasihat etmen, ashabımı ve ehl-i beytimi sevmen var ya; işte seni iyi kulların derecesine ulaştırdı.”

Konu ile alakalı yine Allah dostlarının sözlerini idrak ve anlayışımıza sunmaya devam ediyoruz. 

“Kim Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine uymadan bir amel yaparsa, o amel batıldır.”

“Birisinin havada durup oturacak kadar keramet sahibi olduğunu görseniz de, o kişinin Allah’ın emir ve yasaklarına nasıl uyduğunu, ilâhî hududu muhafaza ve şeriata uyma hususunda nasıl davrandığına bakıp görmeden ona aldanmayınız.”

“Kim, her zaman işlerini (ve hallerini) Kur’an ve sünnet ile ölçmez ve kalbine gelen düşünceleri tenkit süzgecinden geçirmezse, onu Allah dostları arasında sayma.”

“Allah ile sohbet; güzel edep ve sürekli heybetle olur. Allah Rasulü ile sohbet; O’nun sünnetine uymak ve ilmin zahiri ile amel etmekle olur. Yüce Allah’ın dostları ile sohbet; onlara hürmet ve hizmetle olur. Aile fertleri ile sohbet; güzel ahlakla olur. Din kardeşleriyle sohbet; (ortada kızılması gereken bir) günah olmadıkça devamlı güleryüz göstermekle olur. Cahillerle sohbet; onlar için dua etmek ve onlara merhamet etmekle olur.”

“Kim sözünde ve fiilinde sünneti kendisine amir kılarsa o, hikmetle konuşur. Kim sözünde ve fiilinde arzularını kendisine amir kılarsa o, bidat olanları konuşur. Nitekim Yüce Mevla Nûr suresi 54. ayette buyuruyor ki: 

“Eğer O’na (peygambere) itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.”

“Kim gözünü haramlardan korur, nefsini şehvetlerden alıkoyar, iç âlemini sürekli murakabe ile zahirini de sünnet ile mamur eder, nefsini de helal yemeye alıştırırsa, bunun feraseti yanılmaz.”

“Kim şeriat edeplerine uyarsa, Allah onun kalbini marifet nuruyla nurlandırır. Allah’ın sevgili Peygamber’ine (sav), emirlerinde, fiillerinde ve ahlakında uyma makamından daha şerefli bir makam yoktur.”

“Senden her ne sorulursa onun cevabını ilim meydanında ara. Eğer orada bulamazsan hikmet meydanında ara. Eğer orada da bulamazsan onu tevhid terazisi ile tart. Şayet bu üç yerde de bulamazsan onu şeytanın yüzüne çarp.”

“Kim yüce Allah’ın yolunu bilirse, o yolda yürümesi kolay olur. Yüce Allah’a giden yolda, Hz. Peygamber’e (sav), hal, fiil ve sözlerinde uymaktan başka bir rehber yoktur.”

“Allah’ı sevmenin alameti, O’na itaatini (nefsin arzularına) tercih etmek ve Peygamberi’ne (sav) uymaktır.”

“Müridin edebi; Şeyhlere hürmete devam etmek, kardeşlere (dervişlere) hizmet etmek, sebeplere bağlanmaktan gönlünü çekmek ve şeriatin edeplerini yerine getirmektir.”

“Farzlardan birini terk eden kimseyi Yüce Allah sünnetleri terk etme belasına düşürür. Sünnetleri terk eden kimsenin bid’atlara düşmesi yakındır.” 

Rabbim muhafaza buyursun. Selam ve dua ile.

Allah’a emanet olunuz.

 

Yazar: Yusuf Yıldırım

 

Çarşamba, 01 Kasım 2017 18:54

DİL ve AFETLERİ GIYBET ETMEK -6

gıybet 6

Dil ve Afetleri Gıybet Etmek -6 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Dil ve Afetleri Gıybet Etmek -6

 

Bu ayki yazımızda gıybete izin verilen durumların dördüncüsünden devam ediyoruz inşaallah.

4. Bir müslümanı kötülükten korumak: Bir kimseye gelecek kötülüğü önlemek için, ona zarar verecek kimsenin durumunu anlatmak gıybet olmaz. Bir âlimin, bid’at ehli ve fâsık birinin yanına sık sık gidip geldiğini görsen ve o âlimin, o bid’atçının tesiri altında kalacağından korkarsan, bid’atçının durumunu âlime açıklayabilirsin. O âlime zarar vereceğinden korkarsan buna izin vardır.

Bu durumdaki korku kimilerinin aldandığı bir noktadır. Bunu yapan kimse bazen içindeki hasetten ötürü onu engellemeye çalışır. Şeytan bu durumda haset ile şefkati birbirine karıştırarak insana sunar ve onu aldatır. Yine şahidin güvenilir olup olmadığı araştırıldığında, şahidin güvenilirliğini zedeleyen bir ayıbı biliniyorsa söylenmelidir.

Evlilik ya da emanet verme konusunda istişare ediliyorsa, aleyhinde bulunmak kastıyla değil de nasihat maksadıyla o kişi hakkında bildiklerini söyleyebilir. Eğer yalnızca, “Senin için uygun değildir” sözüyle evlenmekten vazgeçecekse daha ileri gitme. Şayet ayıbını açık seçik beyan etmeden vazgeçmeyecekse o zaman adaydaki bildiğin kusurları genişçe açıklayabilirsin. Bu konuda Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Facirin (açıkça günah işleyen kimsenin) ismini söylemekten çekiniyor musunuz? (Hayır, çekinmeyin) Onun halini ortaya dökün ki insanlar onu tanısın. Yaptıklarını anlatın ki insanlar ondan sakınsın.”

Büyükler şöyle derdi: Şu üç sınıf insanın gıybeti günah olmaz:

Zalim idarecinin,

Bid’at ehlinin,

Açıkça günah işleyenlerin.

5. Bilinen lakabı ile tanıtmak: Kişiyi herkes tarafından bilinen bir lakabıyla tanıtmak günah sayılmaz. Âlimler, bir kimseyi tarif ederken bazen (kör kadı, Topal Ali, Uzun Hasan gibi) şahsın lakabını kullanmaya mecbur kalmışlardır. Bunlar öyle lakaplardır ki kendisi için söylenen kimse, bunu duyduğunda alınmaz, rahatsız olmaz. Çünkü o, bununla meşhur olmuştur. O kimseyi lakabı yerine başka bir şekilde tanıtmak mümkünse, öyle yapmalıdır; bu daha iyidir.

6. Açıktan günah işleyeni tanıtmak: Halkın içinde çekinmeden günah işleyen kimselerin bu hallerini anlatmak gıybet olmaz. Mesela, kadınsı hareketlerde bulunan, meyhaneci, içkiyi açıktan içen, insanlara zulmeden ve bu çirkin işleri açıktan yapıp böyle sıfatlarla anılmaktan da sıkılmayan kişinin bu işlerini gıyabında söylemen günah değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüzünden hayâ perdesini atan kişinin gıybeti olmaz.” Hz. Ömer (ra), “Facirin korunacak bir hürmeti yoktur.” demiştir. 

O, bu sözüyle, günahı açıktan işleyenleri kastetmiştir. Çünkü açıktan günah işlemeyen kimse hürmete lâyıktır, onun gıybeti yapılmaz.

Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: “Şu üç sınıf insanın gıybeti günah olmaz:

Kötü arzularına düşkün olan kimsenin,

Açıktan günah işleyenin,

Zalim idarecinin”

Hasan-ı Basri (ra) bu üç sınıf insanı birlikte saymıştır, çünkü onlar bu kusurları açıktan işlerler. Bunlar çoğu zaman da yaptıklarıyla övünürler. Onlar bu kötü işleri kimseden çekinmeden açıkça yaptıklarına göre, arkadan anlatılmasından neden rahatsız olsunlar! Ancak onların açıktan işlemedikleri şeyi anlatan kimse günaha girmiş olur.

Avf b. Ebû Cemile şöyle anlatmıştır: “Bir gün İbn Sîrîn’in yanına geldim. Onun yanında Haccâc’ın aleyhine konuştum. Bunun üzerine İbn Sîrîn beni şöyle uyardı “Allah, adaletli bir hakemdir. Haccâc tarafından zulme uğrayan kişilerin intikamını Haccâc’dan alacağı gibi; Haccâc’ın intikamını da onun gıybetini yapanlardan alır. Yarın Allah’ın huzuruna vardığında kazandığın en küçük bir günah sana, Haccâc’ın kazandığı en büyük günahtan daha çok zarar verir.”

Gıybetin Kefareti

Şunu bil ki, gıybet eden kişi büyük günah işlemiştir, bunun için pişman olup tövbe etmelidir. Gıybette iki hak vardır; biri yüce Allah’ın hakkı, diğeri de gıybeti yapılan kimsenin hakkıdır.

Kul yaptığı gıybetten pişman olup üzüntü duymalıdır ki, Allah’ın (cc) hakkıyla, ilgili sorumluluktan kurtulsun. Sonra da gıybetini yaptığı kişiden helâllik dilemelidir. Böyle yaparsa ona karşı işlediği zulmün günahından kurtulur.

Helâllik isterken de mahzun ve üzüntülü olmalı, yaptığından pişman olarak helâllik istemelidir. Gösterişe düşkün kimseler, kendisinin takva sahibi olduğu görülsün diye helâllik isterler. Aslında o, yaptığından pişman değildir. Onun derdi gösteriştir. O, bu niyetiyle ikinci bir günaha girmiş olur.

Hasan-ı Basri (ra) şöyle demiştir: “Gıybeti yapılan kimse için yüce Allah’tan af dilemek yeterlidir. Helâllik istemek şart değildir.”

Bu konuda Enes b. Mâlik’in (ra) rivayet ettiği şu hadis delil olarak gösterilmiştir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Gıybet ettiğin kişinin kefareti, onun için mağfiret istemendir.” Mücâhid der ki: “Kardeşinin gıybetini ederek etini yemenin kefareti, onu övgüyle anman ve kendisine hayır dua etmendir.”

Atâ b. Ebu Rebâh’a, “Gıybetten nasıl tevbe edilir?” diye sorulduğunda, şöyle demiştir: “Gıybetini yaptığın arkadaşına varır şöyle dersin: Ben senin hakkında yalan söyledim, haksızlık yaptım, kötülük ettim. İstersen hakkını al, istersen beni affet.” En uygun olanı budur.

Birinin, “Gıybet sözlerinin mal gibi geri dönüşü olmadığı için helâllik almak gerekmez” demesi yanlıştır. Çünkü burada iftira varsa, iftira cezası uygulanır ve iftiraya uğrayan kimse hakkını isteyebilir. Bu konuda Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde, kardeşinin namusu ya da malına karşı yaptığı bir haksızlık varsa, altın ve gümüş gibi maddi şeylerin geçmediği kıyamet gelmeden önce kendisiyle helâlleşsin. Şüphesiz ahirette hesap görülürken onun sevaplarından alınıp haksızlık ettiği kimseye verilir. Eğer sevapları bulunmazsa, arkadaşının günahlarından alınır, ona yüklenir; böylece günahları çoğalmış olur. Sonra da onların cezasını çekmek üzere ateşe atılır.”

Kadının biri, başka bir kadın hakkında, “Eteği uzundur.” deyince, Hz. Aişe (ra) onu şöyle uyarmıştır: “Gerçekten onun gıybetini yaptın. Git ondan helâllik iste.”

Bunun gibi eğer gücü yetiyorsa ondan helâllik ister. Adamın izini kaybetmiş ya da gıybetini yaptığı kimse ölmüşse onun için bol bol dua eder, mağfiret ister ve hayır hasenat yapar.

Soru: Haksızlık yapılan kişi, helâllik isteyene hakkını helâl etmek zorunda mıdır?

Cevap: Şart değildir. Çünkü bu karşılıksız ikramdır. İkram ise fazilettir, güzel davranıştır, şart değildir. Ancak özür dileyen kimse, helâllik istediği kimseye karşı biraz fazlaca sevgi ve övgüde bulunmalıdır. Onun gönlünü hoş edinceye kadar buna devam etmelidir. Gönlünü bir türlü hoş edemezse, özür dilemesi, sevgi göstermesi iyilik olarak yazılır ve kıyamet günü gıybetin günahını siler.

İşin özeti, affetmek çok daha faziletlidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle demiştir: “İnsanlar kıyamet günü Allah’ın (cc) huzuruna getirilince onlara, ‘Allah’tan (cc) ecir alacak olanlar kalksın’ diye seslenilir. Bunun üzerine sadece, dünyada insanları affedenler kalkarlar.” Cenâb-ı Allah (cc) şöyle buyurur: “Af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”

Resûl-i Ekrem (sav), Cebrail’e, “Ey Cebrail! Bu af nedir, nasıl olur?” diye sorunca, Cebrail (as) şöyle demiştir: “Allah, sana zulmedeni affetmeni, sana gelmeyene gitmeni, sana vermeyene vermeni emrediyor.”

Adamın biri Hasan-ı Basri’ye (ra), “Falanca senin gıybetini yaptı!” dedi. Bunun üzerine o gıybet edene bir tabak taze hurma göndererek, “İşittiğime göre, sevaplarından bana hediye etmişsin. Buna karşılık ben de sana bu hurmayı hediye gönderdim. Ama kusuruma bakma, senin hediyen kadar kıymetli bir şey gönderemedim!” demiştir.

Bu sayımızda gıybet konusunu bitiriyoruz. Gıybet konusunu tavsiye edilen diğer kaynak kitaplardan da okursak daha faideli olacaktır. Rabbim izin verir ise gelecek sayımızda dilin başka bir afetiyle devam edeceğiz inşaAllah, selam ve dua ile.

Kaynakça:

Dil Belâsı, Hüccetü’l İslam İmam Gazali, Semerkand Yayınları, 2011.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Peygamber Olup Olmadığında İhtilaf Bulunan Kimseler

Peygamber Olup Olmadığında İhtilaf Bulunan Kimseler - Mine Şimşek

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Peygamber Olup Olmadığında İhtilaf Bulunan Kimseler

 

Alemlerin Rabbi olan eşi benzeri dengi olmayan Yüce Allahu Teala’ya binlerce hamdü sena olsun. Habibi Kibriya Muhammed Mustafa’ya (sav) zerreler adedince salatu selam olsun. Cenabı Hak (cc) bu dünyadan ayrılmadan cümlemizi mağfirun zümresine ilhak eylesin. Peygamberlerin kısa hayatlarını yazdıktan sonra, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen fakat peygamber olup olmadığı hakkında ihtilaflı olarak bilinen bu güzel, peygamberlerin de kısa hayatlarını yazmaya çalışacağız inşaallah. Pek büyük bir zât olan (bilahare) peygamberlerin isimleri şunlardır. Hz. Üzeyr, Hz. Lokman, Hz. Zülkarneyn ve Hz. Hızır’dır. Rabbim hepsine zerreler adedince rahmet etsin.

Hızır (as) ve Kısaca Hayatı:

Kur’an-ı Kerim’de “Hızır” isminde açıkça bahsedilmez, ancak Kehf Suresi’nde yer alan Hz. Musa ile ilgili kıssada: “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan...” diye sözü edilen şahsın Hızır (as) olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat peygamber efendimiz tarafından gelen hadisi şeriflerden bu şahsın Hızır olduğu açıkça belirtilmiştir. Hz. Musa döneminde yaşamış ve peygamber olması kuvvetle muhtemelen hikmet ve ilim sahibi bir şahsiyettir.

Ebu Hureyre’den (ra) nakledilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (sav): “Hazreti Hızır’a bu adı verilmesinin sebebi, kuru yerde oturduğunda altında otlar yeşerip dalgalanırdı.” buyurmuştur. (Buhari 27)

Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: Hazreti Hızır, Musa aleyhisselam ile yol arkadaşlığı sırasında karşılaşacakları manzaralardan dolayı Musa’nın (as) sabredemeyeceğini kendisine hatırlatmış ve kendisinden göreceği olaylara tepki ve konuşmamasını söyleyerek sabretmesi için söz almıştır. (Kehf, 66-70. Bahsi anlatılmaktadır.) Bir gün Hz. Musa İsrailoğulları arasında vaaz ederken ona kendisinden daha, ilim ve hikmet sahibi olup olmadığı sorulmuş Hz. Musa ise: “Hayır yoktur.” diye cevap vermiştir. Cenabı Hak (cc) bir vahiyle Hz. Musa’ya Mecmau’l- Bahreyn’de iki denizin kavuşum yerinde kullarından salih bir kul olan “El-Hadır” yani Hızır aleyhisselamın kendisinden daha alim olduğu bildirilir. Bunun üzerine Hz. Musa hizmetinde bulunan genç bir delikanlı ile Hızır’ı bulmak üzere uzun bir yolculuğa çıkar. İkisi iki denizin birleştiği yere ulaşınca yolculukta azık olarak, yemek üzere yanlarına aldıkları balıkları unutmuşlardır. Musa (as) yemek için delikanlıdan balığı çıkarmasını istediği zaman balığın denize dalıp kaybolduğunu fark ederler. Hz. Musa’nın Hz. Hızır’ı bulmasının alameti bu balığın kaybolması olayından dolayı derhal oraya geri dönerler ve orada Hızır’ı (as) bulurlar, bundan sonra Hz. Musa ile Hızır (as) yolculuğu başlar.

Ayeti kerimede: “Bir vakit Musa (hizmet eden) gence demişti ki (Ben Hızır’la buluşmak için) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim veya uzun zaman yürüyeceğim. Derken (ikisi) yürüyüp o iki deniz arasının birleştiği yere varınca, bir kayaya sığındılar fakat azıklarından su birikintisine koydukları ölü balıkları unuttular. Oda sıçrayıp denizde kayıp gitmişti.” (Kehf, 60-64)

“Derken orada kullarımızdan bir kul olan (Hızır’ı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona: “Sana doğru yol ve hayır olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim.” Dedi. O da :” Doğrusu sen benimle yaptıklarıma sabretmeye asla dayanamazsın. Bilgi olarak aslını kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?” dedi. Musa:” İnşallah beni sabredici olarak bulacaksın, sana hiçbir işte karışmam.” dedi.” (Kehf, 65-82)

Hızır (as) ile Musa’nın (as) Yolculuğu:

Önce deniz sahilinde yolculuk için bir gemiye binerler. Hızır (as) bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için gemiyi geri dönmek zorunda kalır. Hz. Musa ise sabredemeyip şöyle der: “Gemiyi, yolcularını boğmak için mi deldin? Doğrusu sen çok kötü bir iş yaptın.” Yolculuğun sonunda ilk bakışta görünmeyen perde arkasını bilgi niteliğinde Hızır aleyhisselam açıklar: ”O deldiğim gemi denizde çalışan birkaç yolcunundu. Onu kusurlu yapmak istedim çünkü gemi yolculuğa devam ederse ileride her sağlam gemiye el koyan bir kral (gemi korsanları) vardır.” der ve yolculuğa devam ederler. (Kehf 71)

Yolculuk sırasında diğer çocuklar ile oynamakta olan bir çocuğu Hızır (as) öldürür. Hz. Musa yine sabredemez ve: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın, doğrusu sen çok çirkin bir iş yaptın.” der. Hz. Hızır ben sana bu yolculukta bana sabredemezsin demiştim der ve perde arkasını açıklar: ”Cenabı Hak o çocuğun anne ve babasının hayırlı kimseler olma sebebiyle ileride kendilerini üzecek büyük sıkıntılara sokacak bir çocuğu erken yaşta vefat ettirip onun yerine daha hayırlı bir evladın verilmesinin gerçekte o aile için hayır olduğu işaret ediliyordu” der. (Kehf, 74-75) Hz. Musa ise vermiş olduğu sözünü hatırlar Hz.Hızır’dan özür diler tekrar yolculuğa beraber devam etmesi için rica eder.

Yolculuğun üçüncü merhalesinde Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır. “Musa ve Salih kul yollarına devam ettiler sonunda bir köye varıp halkından yiyecek istediler halk ise onları misafir etmek istemedi. Musa ve Salih kul orada yıkılmak üzere olan bir duvarı gördüler Salih kul hemen duvarı doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa:“İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın.” Dedi. Salih kul şöyle dedi “İşte bu senin benim aramın ayrılması demektir. Sabredemediğin şeylerin iç yüzünü sana anlatacağım…” “Duvara gelince Bu ev şehirde iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında kendilerine ait bir hazine vardı. Bunların babaları salih bir kimse idi. Rabbin o ikisinin gençlik çağına erip hazinelerini bizzat kendileri çıkarmalarını istedi. Bu rabbinden bir rahmettir, ben bunları kendiliğimden değil Allah’ın emriyle yaptım işte sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” (Kehf, 77-82)

Bu hikmet dolu yolculukta bizlere mesaj verilen insanların günlük hayatta karşılaştıkları bir takım olayların bazen büyük felaketler gibi görünen sonucu ise güzelliklerle belki mükafatlarla sonuçlanmaktadır. Bazen hayatımızda hastalık olabilir bazen sıkıntı fakat bilmeliyiz ki bizim için belki günahlarımıza kefarettir. Bazı şer olarak gözüken olaylar, asıl iç yüzünün hayır olduğu görülmektedir. Bir örnek verir isek ayeti kerime’den: “…Sizin hayır gördükleriniz şer, şer gördükleriniz(de) hayır vardır.“ diye buyrulmaktadır.(Bakara 216)

Bir hadisi şerif de Peygamberimiz (sav) Hızır Aleyhisselam’ın ilmi hakkındaki görüşlerinde: ”Bir serçe denizden gagasıyla su alıp gemiye konmuştu Hızır (as) bunu Hz. Musa’ya göstererek şöyle dedi: ” Allahın ilmi yanında benim ve senin ilmin serçenin şu denizden eksilttiği su kadardır.” buyurmuştur.(Buhari ilim, 24) (Müslim Fezail, 180) (Ahmed b. Hanbel, 311-318)

Üzeyr (as) ve Kısaca Hayatı:

Hazreti Üzeyr, Harun peygamberin neslinden gelip, Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. İman sahibi bir zat olup peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Hayatı boyunca şerden kaçıp daima hayır yolunda ilerlemiştir.

Ayeti Kerimede Cenabı Hak (cc): (Yahudiler): “Üzeyr Allah’ın oğludur. Hristiyanlar da Mesih (Hz. İsa) Allah’ın oğludur.” dediler. Bu onların ağızlarıyla doladıkları sözlerdir (sözlerini) önceden inkar etmiş olan gerçek müşriklerin sözlerine benzetiyorlar Allah onları kahretsin nasılda Hak’tan sapıp yüz çeviriyorlar ve yalan uyduruyorlar.” buyrulmuştur. (Tevbe, 30-31)

İbni -Abbas’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte ise Peygamberimiz (sav): “Yücelerin yücesi Allah İsrail oğullarının elinde bulunan Tevrat’ı onların elinden aldı. Tevrat içinde bulunan sandığı kaybettiler aynı zaman içinde Tevrat onların zihninde de silindi. İsrail oğulları buna baya çok üzülürler, bilhassa Üzeyr (as) çok üzülüp ibadet eder ve Allah’a çokça yalvarıp yakarır. Allahtan inen nur onun kalbine inip yerleşir unutulmuş olan Tevratı hatırlar. Sonra da Tevrat’ı baştan İsrailoğullarına öğretir. Daha sonra Tevratın içinde olan sandık bulunur bunun üzerine Üzeyr’in (as) baştan İsrail oğullarına onlara öğrettiği aslına uygun olduğunu görünce Hz. Üzeyr’i çok severler fakat bu seferde aşırıya giderek “Olsa olsa Allahın oğludur.” derler.” buyurmuştur. (İbni Cebir- Ettebari, Cemiul Beyan, 1951-111)

 

Kaynakça:

Semerkant Dergisi, Lokman Hekimin Oğluna Nasihatları

Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen

 

Yazar: Mine Şimşek

 

Çarşamba, 01 Kasım 2017 18:01

BİRBİRİMİZE YARDIM İLE İKRAM ETMELİYİZ

Birbirimize Yardım ile İkram Etmeliyiz

Birbirimize Yardım ile İkram Etmeliyiz - Nurten Özen

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Birbirimizi Yardım ile İkram Etmeliyiz

 

Her türlü hamdü sena Alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) selatü selam Efendimiz’e (sav) aline, ashabına, etbaına, kıyamete kadar gelecek olan varisi ekmellerine olsun.

Müslümanın hedefi, yaşadığı sürece iyilik etmek, Allah’a karşı gelmemektir.

Bu yüce hedefe varmak için bütün müslümanlar birbirine yardım etmelidir; günah işlemekte ve ölçüyü aşmada işbirliği yapmamalıdır. Allah Teala böyle buyurmaktadır. (Maide 5/2) Bu ilahi emri nasıl yerine getireceğimizi Peygamber Efendimiz şöyle açıklamıştır: “Bir müslüman din kardeşine, zalim de olsa, mazlum da olsa yardım edecektir.” Yani mazlumun elinden tutacak; zalimin eline vuracaktır. Zalimin zulmüne engel olmak ona yardım etmektir.

Müslümanların nasıl yardımlaşacağını Allah ve Rasulü şöyle açıklamıştır: “Müslümanlar birbirinin kardeşidir; onlar tıpkı bir beden gibidir. Göz ağrıdığında bütün bedenin ağrıdığı gibi; baş ağrıyınca her yerin ağrıdığı gibi onlar da birbirinin derdine duyarlıdırlar. Müminler kardeş oldukları için birbirini sevecek, koruyacak, birbirine merhamet edecektir.Vücudunda bir organı hasta olduğunda insanın uykusuz kaldığı, ateşler içinde kaldığı gibi onlar da birbirinin acısını yüreğinde duyacaktır.” (Buhari, Edep, 27)

Müslümanlar şunu da bilecektir: Bir müslüman din kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da (cc) onun ihtiyacını karşılayacaktır. Sıkıntısını giderirse Allah Teala da onun kıyamet günündeki bir sıkıntısını giderecektir. Aybını, kusurunu örterse, Allah Teala da onun aybını kusurunu örtecektir. Kısacası bir müslüman kardeşinin yardımına koştuğu sürece, Allah Teala onu yardımsız bırakmayacaktır. 

Bu yardımlaşma aile fertlerinin birbirine yardımlaşmasını da kapsar. Ev işlerinde eşine yardım eden kimse Peygamber ahlakını uygulamış olur.

Birbirine yardım etmenin pek çok çeşidi vardır. Birine iyi, doğru ve güzeli tavsiye etmek hatasını gösterip “Bunu yapma!”demek bir yardımdır.

Birbirine dargın iki kişiyi barıştırmak bir yardımdır. Nakil vasıtasına binmekte zorlanan, eşyasını yüklemekte sıkıntı çeken birinin elinden tutmak bir yardımdır. Yol sorana yol göstermek bir yardımdır. Geleni gideni rahatsız eden bir şeyi yol üstünden kaldırmak yardımdır. Bir iş yapana yardımcı olmak işini beceremeyenin işini görmek bir yardımdır. Hatta kimseye zarar vermemek, kötülük yapmaktan uzak durmak da insanın kendi kendine yardım etmesidir. Bir müslüman derdini kendi imkanlarıyla halledemiyorsa ona aracı olmak bir yardımdır. Birine aracı olan yaptığı iyiliğin sevabını görecektir. (Nisa 4/85) Aracılık hep iyi işlerde olmalıdır; dinin bir kişiye verdiği cezayı uygulatmamaya çalışmak yardım değildir. Bu düpedüz Allah Teala ile zıtlaşmak demektir. Borcunu ödeyemeyen bir kimseye kolaylık göstermek de bir yardımdır. Bir gün Rasulü Ekrem Efendimiz Allah Teala’nın huzuruna getirilen bir zengini anlattı:

“Cenabı Hak ona, “Sana verdiğim zenginliği nasıl kullandın?” diye sordu. O da kendisinden alışveriş yapanlara kolaylık gösterdiğini, eli darda olanlara süre verdiğini söyledi. Bunu üzerine Allah Teala “ben yardım etmeye senden daha layığım” diyerek onu affetti.”

Yine efendimiz, borcunu ödemeyene süre veren veya alacağının bir kısmını hatta tamamını bağışlayan kimseyi Allah Tealanın kıyamet gününde, arşın altında gölgelendireceğini müjdeledi.

Herkes sıkıntısını Peygamber Efendimiz’e açardı. O da kapısına gelene önce kendi imkanlarıyla yardım etmeye çalışır, edemezse sahabilerinden yardım isterdi ve onlara yardımın karşılığını Allah’tan alacaklarını söylerdi.

Bir iyiliğe öncülük edene, o iyiliği yapan kadar sevap verileceğini ifade ederdi.

Peygamber Efendimiz Yemenli Eş’arilerin yardımlaşma şeklini pek beğenirdi:

Onlar savaşa gidip de yiyecekleri tükenmeye yüz tutunca veya Medine’de iken ailelerinin yiyeceği azaldığında, yanlarında kalanı getirip bir yaygıya döker, sonra da onu aralarında eşit olarak paylaşırlardı. Rasul-i Ekrem, onların birbirlerine böyle arka çıkmasını pek takdir eder; “Eş’ariler benden, ben de onlardanım!” diye iltifat buyururdu.

Müslümanlar birbirini her durumda savunmalıdır.

Din kardeşinin bulunmadığı bir yerde onun aleyhinde konuşulup hakaret ediliyorsa, kendisi de onu savunabilecek durumda ise, gözünü kırpmadan savunacaktır. Kendisi yardıma muhtaç olduğu zaman da Cenab-ı Hak ona yardım edecek ve cehennemden koruyacaktır.

Din kardeşini savunabileceği halde savunmazsa, Allah Teala da onu yardıma muhtaç olduğu yerde yalnız bırakacak, kıyamet gününde halkın önünde küçük düşürecektir.

Buna bir misal verelim:

Bir gün Peygamber Efendimiz bir sahabenin evine gitmiş, komşuları da orada toplanmıştı. İçlerinden biri Malik ibni Duhşün’ün nerede olduğunu sordu. Bir başkası Maliki’in Allah’ı ve Rasulü’nü sevmeyen bir münafık olduğunu ileri sürdü. Rasul-i Ekrem Efendimiz hemen onu savundu:

“Öyle deme! Onun samimi bir şekilde La ilahe illallah dediğini görmüyor musun?” buyurdu.

Sıcak bir yaz günü, Peygamber Efendimiz ashabıyla birlikte Tebuk Seferi’ne çıkmıştı. Tebük’e varınca Ka’b ibni Malik’in nerede olduğunu sordu. İçlerinden biri onun gururu yüzünden bu sefere katılmadığını söyledi. Esasen Malik gururu yüzünden değil de, bazı önemsiz bahanelerle bu sefere katılmamıştı. Orada bulunan Ashab-ı Kiramdan Muaz ibni Cebel:

“Ya Rasulallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz!” diyerek kardeşini gıyabında savundu.

Ka’b ibni Malik onun bu iyiliğini hiç unutmadı.

Allah Teala bazı kimseleri hayra anahtar, şerre karşı sürgü yapar. Bunun aksi de söz konusudur. Cenab-ı Hakk’ın hayırların yapılmasına vesile kıldığı kimse gerçekten bahtiyardır. 

Allah Teala’nın en sevdiği kimse insanlara en faydalı olandır. Onun en sevdiği davranış, insanları sevindirmek, sıkıntılarını gidermek, borçlarını ödemelerine yardımcı olmak, karınlarını doyurmaktır.

 

Yazar: Nurten Özen

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort