JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Çarşamba, 01 Kasım 2017 22:10

SÜNNET-İ RASULULLAH İLE DİRİLMEK

ahzab suresi 6

Sünet-i Rasulullah ile Dirilmek - Şura Oğuz

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Sünnet-i Rasulullah ile Dirilmek

 

‘’Yüz çevirenlerin dışında ümmetimin hepsi cennete girerler!’’. Hadis-i şerif anladığımız ilk mana ile bizler için çok mühim bir müjde aslında.Cehennemden kurtuluş ebedi saadete ulaşmak için... Ama madalyonun diğer tarafından baktığımızda aslında üzerimizdeki sorumluluğun ve kendimizi içine attığımız büyük bi zaafiyetin uyarıcısı niteliğinde. Çünkü hadisin devamında yüz çevirenlerden kastın sünnete riayet etmemek olduğuna işaret ediliyor. Akılcılık ve kolaycılığın bir sisteme dönüşmeye başladığı günümüzde bu hadisin ehemmiyeti daha da anlaşılıyor. İnsan çift yönlü yaratılmış bir varlıktır. Bir yandan ruha diğer taraftan maddeye, cesede bağlı yaşar. Ama hayatımızda daha çok nefsimizin de içinde var olduğu madde dünyasına dair tercihler yaparız. Onun ihtiyaçları bizim için daha elzemdir. Çoğu zaman ruhi ihtiyaçlarımızın farkına dahi varmayız... Halbuki hakikatte olması gereken bunun tam zıttıdır. İşte ruhi ihtiyaçlarını gözetmeksizin hırsla maddesel ihtiyaçlarına yönelen bir insan için hayatı boyunca kendi kararlarını almak, yaşantısında aklını ve bilgisini rehber edinmek, en basit gündelik işler olmak üzere bütün işlerinde usulsüzlüklere giderek dini literatürleri, usulleri gözardı etmek çok da zor değildir.

Halbuki hayatımızın her anını düzenleyen dinimiz bu anlayışla ne kadar da zıt. Rabbimiz bizim için gönderdiği dini ile her halimize bir usul, nizam getirmiş. Mümine yakışan ise bu öğretileri ölçü alarak yaşamak. Rabbimiz bizim için bütün bu ölçüleri Kur’an-ı Hakim yolu ile Habibinin yaşantısı yahut kavli ile öğretmiştir. La teşbih İslam bizim her anımıza her halimize karışıyor elhamdülillah. Şu vakitte veya şu işte İslamın ölçüsü yoktur; keyfekeder hareket edelim diyebileceğimiz bir an dahi yoktur. Kaldı ki nasıl biz sünneti hayatımızdan çıkaralım yahut Rasulullahsız bir din düşünelim. Sünnet başımızın tacıdır. Onsuz yaşanacak bir İslam da yoktur. Bugün sünneti bu şekilde hayatımızdan çıkarmak isteyip Kur’an müslümanlığı propagandası yapanlar şüphesiz yarın da Kur’an’ı hayatımızdan çıkarmaya çalışacaklar. Velhasıl insanlara peygambersiz, kitapsız, kuralları ve ölçüleri nefslerin yahut sistemlerin belirlediği bir din yaşatmak isteyecekler. Bugün sünnete attıkları iftiraların aynısını Kur’an’ımıza da atarak zaten allak bullak olmuş zihinleri daha da karıştırmak isteyecekler. Bu algı operasyonlarına karşı müslümanın en iyi silahı ise yine sünnete sımsıkı yapışmak olacaktır. Onlar o tarafta Rasulullah’a, sünnetine iftara atmaya dursun; biz her halimizi sünnet ile şereflendirmeliyiz. Kur’an ile hadisin yahut sünnetin aynı tertemiz kaynaktan geldiğini inkar ederek dimağlarımızı bulandırmaya çalışsalar da biz her türlü Sünnet-i Rasulullah’a yapışarak İslam’ın yaşanabilirliğini ve kıymetini göstermek durumundayız.

Bu olaylara bakıp bir iç muhasebe yapmamız gerekli. Alimlerin tesbiti ile gün içinde yapılabilecek dört bin küsür Sünnet-i Rasulullah varken ben bunların kaçını biliyorum ve kaçını uyguluyorum? Bu konuda gayretim ne kadar? İnsan kendini sevdiğine benzetmek ister hatta kişinin farkında olmadan bu halle hallenir çünkü sevgi bunu gerektirir. Şimdi bir dönüp bakalım bizim hayatımız kimin hayatına benziyor? Dünya ehli olmuş, Rasulullah’a yüz çevirenlerinkine mi yoksa ayakkabısının bağcığının rengini peygamberine soran ashaba mı? Bizim haytımızda kararları kim veriyor? Kuralları kim koyuyor? Ölçüleri belirleyen kim? İslam mı? Nefsimiz mi? İslam/sünnet düşmanları mı? Bu sorularla ciddi muhasebe etmek gerekir. Çünkü insan nefsi bir an boş durmaya gelmez. Zaten hakiki bir mümin için de İslamsız geçirebilecek bir an yoktur.Bir bardak suyun içilmesinden bunun def-i hacetine dek İslam bize nizamlar belirlemiştir. Bu sebeple Efendimizin hayatını çok iyi okumamız gerekir ki O’nu tanıyabilelim. Hangi durumda nasıl tepki vermiş, (misal) içinde bulunduğum bu durumda nasıl hareket eder, karar alırdı, çocukalarını nasıl eğitmiş, nasıl namaz kılmış, nasıl dua etmiş, nasıl yemiş içmiş, nasıl yatmış....... bunları sayısız çoğaltabiliriz. İşte bütün bunların ve daha fazlasının cevabının O’nun (sav) hayatında aramamız lazım. Hallerimiz öyle İslamlaşmalı ki her fiilimiz kendiliğinden O’na (sav) benzeyerek meydana gelsin. O’nun (sav) sünneti bizden bir parça olsun... Bu da ancak Kur’an’la, sünnetle ve bu ikisinin yolunu bize açan, öğreten,sevdiren Mürşid-i Kamillerle mümkün olacaktır...

 

Yazar: Şura Oğuz

 

Cuma, 01 Aralık 2017 12:46

Aralık 2017 Mukaddime

Aralık 2017

Sayı: 120 - Aralık 2017

 

Dergimizin kıymetli okuyucuları;

Onuncu yılımızın son sayısında yine sizlerle birlikteyiz.

Evet, dile kolay tam on yıl aralıksız olarak dergimizi çıkarmaya muvaffak olduk.

Bu manada bize bu gücü ve aşkı veren Rabbimiz celle ve âla hazretlerine nihayetsiz şükürlerimizi sunuyoruz. Yaratılış sebebimiz ve muhabbetiyle bizleri nurlandıran Kainatın Efendisine (sav), âline ve ashabına nihayetsiz salât ve selam ediyoruz. Sohbetleri ve himmetleriyle bizleri kuşatan Hak dostlarına ve hassaten üstadımız Hâce Hazretlerine (ksa) nihayetsiz şükranlarımızı sunuyoruz. Son olarak on yıl boyunca her türlü şartlarda dergimize yazı yazan muhterem hocalarımıza ve hiç bir zaman desteklerini esirgemeyen siz okuyucu kardeşlerimize nihayetsiz teşekkürlerimizi sunuyoruz. 

Rabbimiz daha nice on yıllara istikamet üzere ulaşabilmemizi nasib eylesin.

Kıymetli kardeşlerim, Hâce Hazretleri (ksa) ve bir grup arkadaşımızı mübarek topraklara uğurladık. Bizler için hüzün kaynağı olsa da üstadımızın ve ihvanımızın oralara gitmesi ve orda yapacakları ibadetleri ve duaları elbette bizleri de mesrur kılıyor. Çünkü o mübarek topraklara giden on binlerce müslüman var. Birçoğu niçin gittiğinin bilincinde olamıyor. Dolayısıyla orda kazandıkları maneviyatı memleketlerine kadar dahi götüremiyorlar. Maddi kazancını düşünen insanların elinde bazen rızaya uygun bir amel yapıyorum düşüncesiyle harama dahi bulaşabiliyorlar. Bizler de önceki gidişlerimizde bunların örneklerini çokca görmüştük.

Bu yüzden başlarında Hâce Hazretleri (ksa) olduğu üzere Kabe-i Muazzama’da Hakk’ın huzurunda, O zülcelal hazretlerini incitmeyecek şekilde ve aksine rahmetini cûşa getirecek amelleri yapmaya muvaffak olmak farklı bir duygu olsa gerektir. İşte bu bilinçle yapılan ibadet ve dualar inşaallah hem orda bulunanların eksik amellerinin kabulüne sebep olacak, hem de alem-i İslam’ın kurtuluşuna vesile olacaktır.

Bu yönüyle Hâcegân ihvanının umreye gitmesi bizler için bir sevinç kaynağıdır.

Çünkü son dönemlerde görüyoruz ki, ehli küfür adeta zulmünü zirveye taşımaya çalışıyor. Bunu yaparken yine içimizdeki satılmışları kullanıyor. Müslümanların şuurlanması zirveye doğru giderken, paniğe kapılıyorlar. Bir an evvel bunun önünü kesmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla ellerindeki bütün piyonları ileri sürüyorlar.

Fakat onlarda biliyorlar ki, korkunun ecele faydası yoktur. Eğer müslümanlar asrı saadetteki gibi, Bedir Savaşı’nda, Hendek Savaşı’nda, Mekke’nin Fethi’ndeki gibi Rablerine sığınmaya başladıklarında saltanatları bir bir yıkılmaya başla-yacak. Selçuklulardaki, Osmanlılardaki peygamber, ehli beyt ve evliya sevgisi yeniden yeşermeye başladığında önü alınmaz bir fetihler silsilesiyle yere yeksan olacaklarını görecekler.

Onlar bunun farkına varmaya başladılar. Bu yüzden yedi düvel saldırıya geçtiler. Yukarda belirttiğimiz zenginliklerimizi elimizden almak için var güçleriyle bir taraftan gençliğimizin ahlakını bozmaya çalışıyorlar, bir taraftan da İslam’a meyledenlerin akidelerini bozmaya gayret ediyorlar.

Ama inşaallah hepsi nafile gayretler olacak. Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz. Yüz yıl önce battı sanılan İslam güneşi ilk zamandaki parlaklığıyla Rabbimizin inayetiyle yeniden doğacaktır.

Cenab-ı Hak (cc) bizlere bu güzellikleri göstermeden canımızı almasın. İslam sancağının altında bütün müslümanların bir araya geldikleri günleri bizlere göstersin. Amin... 

Allah yâr olsun kalpler beraber olsun.

 

Çarşamba, 01 Kasım 2017 12:42

Kasım 2017 Mukaddime

Kasım 2017 1

Sayı: 119 - Kasım 2017

 

Muhterem kardeşlerim, dergimizin yeni sayısında sizlerle birlikteyiz. Bizleri her ay buluşturan Rabbimiz’e (cc) nihayetsiz hamd ve şükrediyoruz. Habibine (sav) binlerce salât ve selam, dostlarına minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Kardeşlerim, bu ay tasavvuf yolunun en kıymetli usullerinden biri olan Nakşibendiliğin günümüz şartlarında uygulanabilirliği ve uygulamalardaki farklılıklardan dolayı nasıl bir tablo ortaya çıktığını açıklamaya çalışacağız..

Öncelikle şurası aşikardır ki, nakşibendi geleneğinde en önemli esas ilimdir. Yapılan her uygulama Kur’an, Sünnet ve ilim ehli olan meşayihi kiramın tecrübeleri ile şekillenmiştir. Bundan dolayıdır ki, her dönemde müslüman toplumun İslam’ı takva ölçüsünde yaşamalarına öncü olmuştur. 

İkinci olarak nakşibendilik, Hak olmasına rağmen, kerameti değil istikameti ön planda tuttuğu için dış cereyanlardan çok fazla etkilenmeyen, anlayış kabiliyeti güçlü fertler yetiştirmiştir. Bu gün her ne kadar sadece gizli zikir yapmak gibi kısır bir anlayışla algılansa da aslında gönlün derinliklerinden gelen bir muhabbetle Hakk’a doğru seyrin menbaı olmaya devam etmektedir.

Bu noktada Hâce hazretlerinin (ks) bir kibar-ı kelamını sizlerle paylaşmak isteriz. Buyuruyorlar ki, 

“Gerçek Nakşibendi olan bilmelidir ki, hakiki nakkaş Rabbü’l âlemin’dir. Kainat üstündeki o kudret nakşını görüp ayniyle o nakşı kendi üzerinde uygulayabilmektir. İşte bu netice bizi, neticede başladığımız nokta olan seyyidimiz Hazreti Ali’nin buyurmuş olduğu “perde kalksa idi. Ben onu görmüş olsa idim, yakinimde hiçbir şey değişmezdi.” Sözüyle, O nakkaşın nakşını ayniyle bizim uygulayabilmemizdir.”

Bunun içindir ki, böyle ulvî ve zarif bir yolun insanların anlayabileceği, her kesimi kucaklaması gereken, bizden-sizden ayrımlarına kurban edilmemesi lazımdır. 

Bir diğer meselemiz geçen ayki yazımızda da bahsetmeye çalıştığımız, İslam’ın sahih kaynaklarında açık olarak belirtilen kaidelerinin, gençliğimizin ahlakına sahip çıkmak maksadıyla alimlerimizin vaazlarında beyan etmeleri neticesinde, derdi İslam düşmanlığı olan muannit insanlar tarafından eleştirilmesi ve bazı Müslüman çevrelerin bunlara destek vermesi idi. 

Netice olarak gördük ki, bu bahsettiğimiz kesim kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkemizde halen daha sözlerini geçirebiliyorlar. Bunların bağırtı ve çağırtıları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından halen daha kaale alınabiliyor. 

Sözü İhsan Şenocak Hocamızın Diyanetteki görevinden açığa alınması ve hakkında soruşturma başlanmasına getireceğiz. Allah için bu kararı veren yetkili kişilere soruyoruz. Beyefendiler içinizden birisi çıkıp söylesin ki, “İhsan Şenocak’ın ikaz ettiği meselelerdeki kullandığı ayet-i kerime ve hadisi şerifler doğru değildir. Bu sözlerin İslam’la alakası yoktur. Bu zat bunları uydurmuştur.” Karşısına da delillerinizi koyarsınız. Sonra dersiniz ki, “bu sebeplerden dolayı soruşturmanın selameti açısından açığa alıyoruz.”

Bu hocamız bu ikazlarını müslüman anne-babalara ve onların kızlarına yapmıştır. Bu dinimize inananları bağlar. Her fırsatta İslam’a düşmanlıklarını gösteren laik yobazların baskısıyla, Müslüman halkın gönlünde taht kurmuş insanları rencide etmeye halkın gözünden düşürmeye çalışmak tek kelimeyle korkaklıktır.

Ayrıca bu zatı muhteremler hep Kur’an ve sünnet yolundan zerre ayrılmayan insanlarla uğraşacaklarına, üniversite kapılarına Kur’anda peygambere itaat yoktur diyerek, Allah’ın ayetlerini nefislerine göre yorumlayan İSYANOĞLU tayfasına da bir şeyler söyleseler ya... Yıllarca Fetö’nün İslam dışı söylemlerine ses çıkarmayan hatta onun için dinler arası diyalog masaları kuran bu insanlar her geçen gün Müslüman toplumun gözünden düştüklerini görmüyorlar mı?

Bu manada özellikle Cumhurbaşkanımızın DİNDAR NESİL yetiştirme fikrini bu insanlarla nasıl gerçekleştireceğini merak ediyoruz. Biz kendilerinin samimi olduklarına inananlardanız. Fakat korkarız ki, bu basiretsiz insanların yaptıkları onlarında samimiyetlerine gölge düşürecektir.

Ümit ediyoruz ki, bu ve bunun gibi yanlışlıklar bir an evvel düzeltilir ve halkımızın gönlüne bir ferahlık verilir, inşaallah.

 

Aralık 2017

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin ARALIK 2017 sayısı çıktı.

 

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “ZATI İDRAK EDİLEMEZ OLANIN SEVGİSİ İDRAKSIZ DEĞİLDİR” Başlıklı sohbetlerinde:

Sual: Sahabilerdeki farklılığı/üstünlüğü Efendimiz aleyhissalatu vesselam ile olan irtibatlarından ötürü anlayabiliyoruz. Ama sahabenin dışında bir de Veysel Karani hazretleri gibi zatlar var... Onlar neyi idrak etti de ümmete böyle şefaatçi olabildi, Efendimiz aleyhissalatu vesselam indinde çok özel bir yere sahip oldu? O idrak ettiği şey kesbi miydi yoksa vehbi miydi?

Cevap: Hazreti Veysel Karani’nin ismi Veysel değildir. Veysiyet onun sıfatı, karakteri olduğu için Veysel ismiyle meşhur olmuştur. Ve tasavvuf berzahında da üveysiliğin piri olarak bilinir.

Veysel Karani’nin kendi şahsında üveysiyet olduğu gibi ailesinde de üveysiyet vardır. Annesi de üveysi velilerdendir. Veysel Karani’nin dayısı üveysi velilerdendir. Dayısı hiç putperest olmamıştır. Hanif dinine mensuptur. Hazreti İbrahim’in şeriatı ile amel eden birisidir. Veysel Karani’deki o hal, o kemal tamamen vehbidir. Bununla birlikte elbette ki gayreti vardır.

Veysel Karani’nin öne çıkan ameli sevgidir, muhabbettir. Sonra bu muhabbete merhamet eklenmiştir. Muhabbetle merhameti mezcetmiştir. Veysel Karani, bu iki kanatla Allah’a yükselmiştir.

Bundan sonrakilere bakacak olursak “edenler neyi idrak etmişler”… Evet, hakikatte idraksizliğin idrakı idraktır, denilmiş. Tabi bu Hakk’ın Zatıyla ilgilidir. İdrakı mümkün olmayan Zatın (celle celaluh), sevgisi mümkünsüz değildir; bunu idrak etmişler. Aslında sahabenin de idrak ettiği budur. Zatı idrak edilemez olanın sevgisi idraksız değildir.

Bunu idrak edince bütün himmetlerini, bu anlamdaki bütün gayretlerini Allahu Teala’nın sıfatlarına yönlendirmişlerdir. Veya sıfatları üzerinden Allahu Teala’yı sevmeye yönelmişlerdir. O sevgi onları o kadar temizlemiş o kadar saydamlaştırmış, şeffaflaştırmış ki Cenabı Hakk’ın bir sıfatından baktıklarında, tefekkür noktasında, sanki bütün sıfatlarını o sıfat aynasında seyretmişler. Öyle bir şeffaflık olmuş. Ama bu sevgiyle, muhabbetle olmuş.

Buna her biri belki farklı bir şeyi katık yapmış. Dedik ya Veysel Karani merhamete muhabbeti katık yapmış. Öbürü meveddeti katık yapmış, öbürü başka bir şeyi katık yapmış. Bir şeyle bir şeyi birleştirerek, sanki bir terkip yaparak kemal bulmuşlar.

Zaten Rab-bimiz bahane Rabbi… Öyle çokça zorluk isteyen, murad eden, zorlaştıran değil. Belki çok basit bir şeyden bile, ama ciddiyetle samimiyetle yapıldığında, hoşnut olan bir mabudumuz var. Bu yolu biz biraz yokuşa sürmüşüz.

Geçenlerde de bu mevzu konuşulmuştu, İmamı Azam efendimizin (rahmetullahi aleyh) kırk yıl yatsının abdestiyle sabah namazını kılması gibi ifadeler var. Bazı büyükler hakkında da bu tip ifadeler var.

Bu tip ifadeler İslam’ı zorlaştırmaktan başka bir şey değil. Biz bununla İmamı Azam’ın büyüklüğünü ümmete anlatmak istiyoruz ama farkında değiliz İslam’ı zorlaştırıyoruz. O büyüklerin amelini, o büyüklerin takip ettiği yolu zorlaştırıyoruz. Gerçek kaynaklarda arasanız böyle şeyler bulamazsınız. Bunlar biraz abartı ifadeler.

Onların değerleri farklı noktalarda… Velev ki böyle bir şey olmuş olsa dahi İmamı Azam kırk yıl yatsı abdestiyle sabahı kılmış olsa bile onun değeri buradan değil, buradan değer olmaz. Biz onların değerini başka noktalarda aramalıyız.

Bu anlamda Cenabı Peygamber’e baktığımızda orada bizi böyle çokça zora sokan şeyler görmüyoruz. Var, birçok yönleri var ama adeta bunları ümmetinden gizlemiş.'' Buyuruyorlar.

 

Netice-i Meram bölümünde Abdülkadir Visâlî; “Hz. Şahı Nakşibend ve Nakşibendilik-2” ve Vahdettin Şimşek; “Nakşibendiliğin Dört Ana Unsuru-1” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

 

Sâlik-i İrfan - Bir Peygamber Aşığı Abdullah İbn Ömer (ra)

Tamer Doymuş - Ahlaki Değerler

Veysel Özsalman - Hak Damarı

İrfan Aydın - Ortadoğuda Değişen Dengeler

Yusuf-i Kenan - İnsan Güzelliğin Portresidir

Yusuf Fuad - Namaz Hakkında Hadis-i Şerifler - 1

Fatih Yıldızlı - Cömertlik ve Cimrilik

Şeb-i Vuslat - Riyayı Terkedip, İhlâsa Sarılmak

Mine Şimşek - Son Sözün ''Hu'' Olsun Senin.! el-ESMAÜ'L-HÜSNA

 

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

İnsan Kamil Olunca Değerini Bulur

İnsan Kâmil Olunca Değerini Bulur - Andelib

Sayı : 115 - Temmuz 2017

 

İnsan Kâmil Olunca Değerini Bulur

 

Muhterem kardeşlerim, bu ayki yazımızda kaliteli bir insan nasıl yetişmeli ve bunun oluşması için gerekli argumanlar ve merhaleler nelerdir, büyüklerimizin bizlere buyurdukları kibar-ı kelamları ışığında açıklamaya çalışacağız.

Ayet-i kerimelerde Rabbimiz Zülcelal hazretleri buyuruyorlar ki; 

“Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.” (İsra suresi 70. Ayeti kerime)

“Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin suresi 4. Ayeti kerime)

Halıkı Zülcelal hazretleri tarafından maddi ve manevi zahir ve batın her türlü ikramlarla donatılmış ve Ahsen-i takvim (en güzel bir şekilde) olarak yaratılmış olan insan başlangıçta zaten yaratılış harikasıdır. Doğumundan büyümesine, yetişmesine ve vefatına kadar her türlü ihtiyacını karşılayacağı ve hayatını en güzel bir şekilde yaşayacağı bütün imkanlar önüne serilmiştir. İnsan idrakini durduracak kadar mükemmel bir vücut yapısı lutfedilmiştir. Hak (cc) Ruh-i şeriflerinden üflemişler, kalb ve akıl ile desteklemişler. Bunlarda yetmemiş ilk yarattıkları insana bilmesi gereken her bilgiyi öğretmişler ve ona insanlığı eğitmesi için peygamberlik ikram edilmiş, hayat kataloğu olarakta 10 suhufla desteklemişlerdir. Daha sonraki seyirde suhuflarla birlikte peygamberler göndermeye devam etmişler, insanlık çoğalıp yeryüzüne dağılınca büyük peygamberler ile birlikte kitaplar göndermişler. Yani kısaca belirtecek olursak, kaliteli olabilmesi için insana her türlü imkan Hak Teala hazretleri tarafından ikram edilmiştir. 

Günümüzde insanın yaradılış gayesi yanlış anlaşıldığı için, insanda yanlış yönlendirilmektedir. Kaliteli insan yetiştirmek denilince hemen maddi manada anlaşılmaktadır. İyi bir doktor, iyi bir mühendis, iyi bir siyasetçi vs. yetiştirmenin aynı zamanda kaliteli insan yetiştirmenin gereği olduğu algılanmaktadır. Elbette ki, bu bugün ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Avrupalıların bilim ve teknolojide ilerlemeleri neticesinde insanlığın her şeye maddeci bir yaklaşımla bakmaları bu sığ düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Avrupalılar bu ilerlemeleri kaydederken kendilerine göre bazı ahlaki kurallarda geliştirmeye çalışmışlar ve sonuçta eksikte olsa bazı başarılara ulaşmışlardır. Fakat bu ahlaki prensipler hep maddeci ve menfaatçi mantıkla ortaya konulduğu için insanlığa faydalı şeyler icad etmiş olsalarda, insanlığın yok edilmesi için her türlü silahı da (atom bombası ve kimyasal silahlar dahil) üretmişlerdir. Bunun neticesinde de kendine ahlaklı fakat kendinden olmayana zalim bir insan modeli ortaya koymuşlardır.

Bunlara özenen İslam dünyası da sanki eksiklik İslam dininde imiş gibi bir algı ile kaliteli insan denince batılıların karakterinde ve becerisinde olması gerektiği zannına kapılmıştır. Bunun sonucunda belki bilim dallarında kaliteli insan yetiştirmeye muvaffak olmuşlardır, fakat ahlaki açıdan batılımı doğulumu olduğu anlaşılamayan ucube nesiller yetiştirilmiştir ve halende bundan kurtulamamışlardır.

O zaman bu gün kaliteli insan yetiştirmenin yolu nedir? Nerde yanlış yapmıştık ki, bu durumlara geldik? İmkanlarımız geliştiği halde niçin halen daha faydalı nesiller yetiştiremiyoruz? Bunun sebebi nedir?

Öncelikle şurasını unutmayalım ki, kaliteli insan olmanın birinci ve tek yolu Müslüman olmaktan geçer. Cenab-ı Hak bizleri yaratırken “insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” fermanı ilahisi ile bize bir ihtarda bulunuyor. Bizi mükerrem ve ahseni takvim üzere yaratırken, ancak kendi emirleri doğrultusunda yaşarsak bu ikrama ve ihsana mazhar olabileceğimizi buyuruyor. Bunun içinde başta belirttiğimiz gibi bize kitaplar gönderiyor ve bu kitapların emirlerini yaşayarak bizlere talim ettirecek olan peygamberler gönderiyor. Yani “sen kendi istediğin rol modeli seçemezsin. Sadece numune-i imtisal olan peygamberimi rol model olarak seçebilirsin, Bizim O’’na öğrettiğimiz bilgilerin dışında her şey sendeki kaliteyi yok eder.” buyuruyor. 

İnsan Hakk’ın emirlerine uygun yaşamadığı sürece nâs mertebesinde, emirleri yaşamaya başladığında insan mertebesinde, kaliteye ulaştığında ise insanı kamil mertebesine ulaşır. Yani İslam’ın anlayışında insan gayreti ile kemalat kesbederek mükemmele ulaşmalıdır. Nâs unutkan manasına gelir. Yani dünyaya gelmiş yaradılış gayesini unutmuş, nefsi emmareye köle olmuştur. Bu köleliyi idrak edip, tevbe ile Hakk’a (cc) dönünce Âdemiyetini idrak edip insan sınıfına dahil olur. Burda da yetinmeyip çalışıp gayret edip Halıkı Zülcelal hazretlerinin “dön Rabbine, sen Ondan razı, O senden razı olarak.” Hitabı izzetine nail olmak için gayret sarfederse işte o zaman kaliteli insan yani insanı kamil, hatta hazreti insan olur.

İşte bu kemalata ermek için yapılacak gayrette nasıl bir yol izlenmelidir? Bunun cevabı içinde büyüklerimizin kibarı kelamlarına müracaat edeceğiz.

İmam Efendi Osman Bedruddin Erzurumi (ks) hazretlerinin mektubatının takdim kısmını hazırlayan muhterem Ahmet Fevzi Özçimi, İmam efendinin mürşidi Mahmud Sâmini (ks) hazretlerinin ve İmam efendi (ks) hazretlerinin mektuplarından çıkararak adeta bir ana fikir gibi yazdığı on madde, yukarda sorusunu sorduğumuz izlenecek yolu bizlere göstermektedir.

Buyruruyorlar ki,

1- Bütün mükevvenatın yaradılış sebebi insandır ve Cenab-ı Hak her şeyi insan için yaratmıştır.

2- “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğime muhabbet ettim.” Kudsi hadisinin ışığında anlıyoruz ki, insanıda Allah (cc) kendisinin en üst seviyede bilinmekliği için yaratmıştır.

3- İlahi beyanla da tasrih edildiği üzere insan, Allah’ın (cc) en müstena ve en büyük eseridir. Maddesi ile de manası ile de, hiçbir varlıkla kıyaslanamayacak kadar müstesna yaratılmış olan insan, bütün kâinatın özüdür, kalbidir. Kâinat onunla can, mana ve renk kazanır.

4- Ancak yukarda ki üç maddede zikredilen insan; Allah’ımızın, mahlûkatın en şereflisi olarak “Ahsen-i takvim üzere” yarattığını beyan buyurduğu ve yeryüzünde kendisine halife olmaya hak ve liyakat kazanmış olan hazreti insandır.

5- İşte bu manadaki insanın mutlak ve muşahhas numunesi olan, Allah’ın sevgilisi, kainatın Efendisi Hazreti Muhammed’in (sav) şu âlem sahnesine gönderilmesi iledir ki, (mutlak hakikat)e ait şaşmaz ölçüler bize intikal etmiştir.

6- Bu itibarla hakiki manada insan ve İslam olabilmenin, yaradılış gayemize uygun hayat sürmenin, korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail olmanın –tek cümle ile- dünya ve ötesinde Hakk ve hakikate, kurtuluş ve saadete ermenin tek yolu ve çaresi evvela sembol ve örnek insanı, yani Hazreti peygamber (sav) efendimiz hazretlerini belli ölçüler içerisinde tanıyıp bilmek, sonra da bu bilişin verdiği imkân ve müsaade nisbetinde o muazzam varlığı sevip, ona yakın olabilmektir.

7- Çünki, böyle bir biliş ve bu yolla ona yakin oluş, aynı zamanda Halıkımızı da bilmenin, bulmanın ve tarifsiz bir sevgi ve muhabbet yoluyla, varlığı ilahiye ye ermenin tek yolu ve tek çaresidir. Fahri kâinat efendimizi biliş ve O’na muhabbetten geçmeyen bir yolun, bize Allah’ımızı bildirmesi ve bizi O’na kavuşturması da mümkün değildir.

8- Tasavvuf ise talib olanlara, hakiki manada insan olabilme sanatını öğretip, öğrettikleri ile eğiten; muhabbet yoluyla (biliş-buluş-oluş) safhalarından geçirmek suretiyle bizi, ilk merhalede peygamber efendimize, nihai planda ise Allah’ımıza ulaştıran, bir eğitim sisteminin adıdır.

9- Bu sistemin icaplarını kişinin kendi kendine öğrenmesi ve ifa eder hale gelmesi mümkün değildir. Böylesine hayati bir konuda, özel bir şekilde eğitilerek insan-ı kâmil haline gelmiş, topyekûn bütün insanlığa tek ve mümtaz bir numune olan Hazreti peygamber efendimizin (sav) Ahlakı Muhammedisi ile tahalluk etmiş ve talip olanlara da kendisi gibi olabilmenin yollarını göstermeye memur ve vazifeli kılınmışi bir hakiki mürşide, bir manevi mürebbiye mutlaka ihtiyaç vardır.

10- İşte ancak vazifeli kılınmış böyle bir mürebbinin taht-ı terbiyesinde insan, yaratılışındaki gayeyi tahakkuk ettirerek; meleklerden muazzez, ulvi ve yüce bir varlık olabilmenin; Allah’ını (cc) bilmenin, bulmanın ve O’na ermenin yoluna girer ve dolayısıyla, kendisini yaratan varlığın huzuruna, onu hoşnut edecek bir hüviyetle çıkmanın şuur ve idrakine ulaşır. 

Netice olarak şurası unutulmamalıdır ki, insan oğlu dünyaya bir imtihan için gönderildi. Dünyada yapacağı hiç bir iş, meslek, kazanacağı kabiliyetler asla kalıcı olmayacaktır. Yani bir insan dünyada ulaşılabilecek en üst makamlara, mevkilere ve zenginliklere ulaşsa da, bu onun kaliteli bir insan olduğunu göstermez. Bunlarla birlikte Rabbini (cc) yeteri kadar tanır ve ona itaatte kemal kesbederse olgun bir insan ve mü’min olur. Buna ulaşabilmesi içinde mutlaka kendine kendisini tanıtacak ve kendini tanıyınca Rabbini tanıyacağı bir insan-ı kamili örnek almalıdır. Bununla sadece ahiretini mamur edip cennete ulaşmış olmaz. Aynı zamanda da Hakk’a vuslatı yaşayarak, Allah’ın Cemal-i Bâ kemaline kavuşur. 

Yani kısaca Rabbinin, bilinmekliğini murad ederek yarattığı insan o muradı tahakkuk ettirerek vazifesini tamamlamış olur.

Bunun içindir ki, insan bütün umurlarıyla Hakk’ı razı etmek için gayret sarfetmelidir. Dünyaya ilk adım attığındaki sâfiyetini korumak için ciddi bir terbiyeden geçmelidir. Sonuçta da dünya imtihanını alnının akıyla veren bahtiyar insanlardan olmaya muvaffak olmalıdır.

Cenab-ı Hak teala hazretleri bu şuura ulaşmamızı ve bu gayrete muvaffak olmamızı nasib ve müyesser eylesin. AMİN...

 

Yazar: Vahdettin Şimşek

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort