JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 01 Ağustos 2017 00:13

BERAT KANDİLİ

berat kandili

Berat Kandili - Tamer Doymuş

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Berat Kandili

 

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam alemlerin Sultanı’na, ehli beytine, ashabına ve etbaına olsun.

Mübarek üç ayların ikincisi olan Şaban ayı içinde yer alan, adeta yaklaşan Ramazan için son hazırlık olan “Berat kandili” tüm İslam alemi için, insanlık için hayırlara vesile olmasını Mevlam nasip buyursun. Şaban ayının on dördüncü gününü on beşinci gününe bağlayan gece berat kandilidir.

Alemlerin sultanı Efendimiz (sav) bu geceyi Hz. Âişe (r.anha) validemize tanıtırken şöyle buyurmuştur:

“Bu gece Şaban’ın onbeşinci gecesidir. Allah Teala bu gecede Benü Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları cehennemden kurtarır. Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asi olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz.”

Bu geceye “Beraet” isminin yanında daha başka isimlerde verilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

1- “Mübarek” bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle bu isimle adlandırılmıştır.

2- “Beraet” kulların günahlarının affolunması ve temize çıkmaları sebebiyle de bu isimle adlandırılmıştır.

3- “Rahmet” kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle bu isim verilmiştir.

4- “Berae” ya da “Sakk” bu geceyi iyi değerlendiren kulların seçilerek salih kullar arasına alınması sebebiyle bu isim verilmiştir. 

Yine bu gece için bazı özellikler de ifade edilmiştir. İşte o özelliklerden bazıları şunlardır:

1) Bu gecede önemli işlerin seçimi ve ayırımı yapılır.

2) Bu geceyi ibadetle geçirenlere yardımcı olması amacıyla Allah tarafından melekler gönderilir.

3) Bu gece bağışlanma ve af gecesidir.

4) Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür.

Bu özelliklerde ifade edilen hususiyetleri birlikte müzakere edelim inşaallah:

1- Bu günleri fırsat bilerek ibadetlerimizi istenildiği şekliyle ve anlayışla yapmak için Allah Teala’dan niyaz etmeliyiz. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyruluyor:

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.” (Bakara 21)

Anlayış noktasında ise şöyle buyruluyor: “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal 29) 

“Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac 77)

“Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin 22) 

İbadet ve taatten maksat marifetullahı gerçekleştirmektir. Ayeti kerimede: “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” (Enam 91) buyruluyor. Efendimiz (sav) şöyle buyuruyorlar:

“Şayet Allah’ı hakkıyla tanımış olsaydınız, denizlerde su üzerinde gezerdiniz, duanız sayesinde dağlar yerinden oynardı.”

Hucvirî, Keşfu’l-Mahcub isimli eserinde marifet konusuyla ilgili olarak şöyle buyuruyorlar: Bütün hallerde ve zamanlarda kul için önemli olan şey, şanı yüce olan Allah’ı tanımaktır. Hakk Teala: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56) buyurmuştur. Buyruluyor ki bu ayetteki “ibadet etsinler” ifadesi “tanısınlar” manasına gelmektedir.

İbn Ata (ks): Marifetin üç rüknü vardır: heybet, haya, üns demiştir.

İmam Şiblî hazretleri şöyle buyurmuşlar: “Arif olanın (O’ndan başkası ile) alakası, aşık olanın şekvası (şikayeti), kul olanın davası, Allah’tan korkanın kararı ve hiçbir kimsenin Hak Teala’dan firarı yoktur.”

Ve yine: “Marifet, hayayı ve tazimi icab ettirir. Nitekim tevhid de rızayı ve teslimiyeti icap ettirir.” denilmiştir. Zünnun Mısrî (ks): “Alime tabi olunur, arif ile hidayete erilir.” demiştir.

İbn Ataullah İskenderî (ks) hazretleri şöyle buyuruyorlar: “Marifetullah, Allah’a haşyet duymak, sürekli murakabe, emir ve nehiyleri yerine getirmede acele davranmak, derin bir yakine sahip olmak, kuvvet ve temkin sahibi olmak, Allah’tan öğrenip almaya devam etmek, Allah’a dayanıp güvenmek, Allah’a tevekkül etmek.”

İşte bizlere Mevlamızın bir fırsat olarak ikram ettiği mübarek gün ve geceler, bu manada değerlendirilirse kul için maksat gerçekleşmiş olur. Bir başka ayeti kerime de şöyle buyruluyor:

“De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (Zümer 14)

Müminlerin vasıfları ise ayeti kerimede şöyle belirtiliyor:

“(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!’’ (Tevbe 112) ayette ifade buyrulan özellikler şöyle sıralanmıştır:

Müminler; 1- Tevbe ederler 2- İbadet ederler 3- Allah’a hamd ederler 4- Oruç tutarlar 5- Rüku ederler 6- Secde ederler 7- İyiliği emredip kötülüğü yasaklarlar 8- Allah’ın sınırlarını korurlar.

İbadeti yapmaktaki niyeti ise ayeti kerime şu şekilde izah eder: “Bilakis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse (Allah’a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” (Bakara 112) bir diğer cephe ise ayette şöyle ifade ediliyor:

“Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa 142)

İbadetle gelinmesi gereken noktayı ise şu şekilde nazara verir: “Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara 138)

“İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur).’’ (Enam 102)

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam 162)

2- Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür.

“İman edip iyi işler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.)” (Nisa 173)

Bugünleri gafletle geçirmemek lazımdır. Hakk’ın bir ikramı olduğu anlayışını unutmamak gerek. Çünkü O’na dönmeyi düşünmeyenler ve ona karşı gelmekte inat edenlere şöyle seslenmektedir:

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.” (Araf 146)

İbadetleri dolayısıyla kulluğu anlık düşünmemelidir. Kulluk süreklidir. Yakin gelinceye kadar kulluğa devam emredilmektedir. “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr 99)

Kulluğu günübirlik, haftalık veya yıllık olarak belli zaman dilimlerine tahsis etmek kulluk kavramını anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Oysaki belli gün ve geceler hem geçmişin bir muhasebesini yapmak hem de yeni bir başlangıç yapmak için sunulmuş fırsatlar olarak anlamak daha uygun olacaktır. 

Ayrıca, anne ve babasını incitenler, büyücüler, başkalarına kin besleyenler içki düşkünleri bu gecenin faziletinden yararlanamazlar, diye de buyrulmuştur.

3- Bu gece bağışlanma ve af gecesidir

“Ve Allah’tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.” (Nisa 106)

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.” (Nisa 110)

“Allah, iman eden ve iyi şeyler yapanlara söz vermiştir; onlara bağışlama ve büyük mükâfat vardır.” (Maide 9)

“Hala Allah’a tevbe edip O’ndan bağışlanmayı dilemeyecekler mi? Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.’’ (Maide 74)

Hz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyorlar:

“Şaban ayının yarısı (Beraet gecesi) gelince gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Cenabı Allah o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu; onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu; rızık vereyim. Şifa dileyen yok mu; şifa vereyim.”

Kelabazî hazretlerinin “Ta’arruf” isimli eserinde şu ifadeler geçer: “Cüneyd b. Muhammed tevbe nedir sorusuna: Günahı unutmandır diye cevap vermiştir.”

Cüneyd’in sözünün manası şudur: Günah olan fiilin zevkini ve izini kalbinden öylesine çıkaracaksın ki; ruhunda bundan eser kalmasın. Böylece hayatta bu günahı katiyen tanımamış biri haline gelirsin (günah işlediğin zaman Allah’ın heybet ve azameti gönlünü öylesine kaplasın ki günah ve onun bıraktığı iz aklına gelmesin.

Mübarek kandil gecelerinde yapılan ibadetler, tevbeler, yakarışlar sabah olduğunda unutulmamalı, o gece söz verilen şeylerin arkasında durmak gerekir. Şayet böyle olursa artık “her günü kadir bil” anlayışı içinde insanın her günü adeta kandil olur.

Avf ve tevbeyi teşvik eden ayetlerden bazılarını konunun daha iyi anlaşılması için ifade edelim:

“Gerçek şu ki sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Enam 54)

“Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” (Enfal 33)

“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de: ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin!’ derler.” (Tahrim 8)

Peygamber Efendimiz’in (sav) şu duasıyla mevzumuzu bitirelim: Allahım! Azabından affına, gazabından rızana sığınır, senden yine sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten acizim. Sen seni sena ettiğin gibi yücesin!

 

Kaynak:

-Hucvirî, Keşfu’l-Mahcub
-Kelabazî, Ta’arruf
-Şamil İslam Ansiklopedisi
-İmam Kuşeyrî, Kuşeyri Risalesi
-İbn Ataullah İskenderî, Allah’ın İki Veli Kulu

 

Yazar: Tamer Doymuş

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:11

FİTNE GÜNÜ BU ŞAHIS HİDAYET ÜZERE...

Fitne günü

Fitne Günü Bu Şahıs Hidayet Üzere - Sâlik-i İrfân

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Fitne Günü Bu Şahıs Hidayet Üzere

 

Hamd Rabbul alemîn olan Mevlamızadır. O bizi sevgi ve merhametle yaratan Allahımızdır. Bizi insan olarak, ümmet-i Muhammed olarak yaratmış ve elhamdulillah ki Hâcegân nisbetine ulaştırmıştır. Rabbimize şükürden aciz kaldığımızı ifade eder ve O’nun sonsuz merhametine sığınırız.

Sonra, insan olmaktan sonraki en büyük nimetimiz sahibimiz, şefaatçimiz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) Hazretleri’ne de zerreler adedince salat, selam ve ihtiram ederiz.

Bugün birilerinin “Peygambere salavat getirmek, bana, yağcılık yapmak gibi geliyor!” dediğini duyuyoruz. Böyle bir edepsizlikten Allah’a sığınarak diyoruz ki: “Ya Rasulullah! Senin ayağını bastığın yer gözümüze sürme olsun. Senin mübarek bedenin, terin, sesin, nefesin, miras bıraktığın ilmin, irfanın, ahlakın... her şeyin ama her şeyin bize şifadır, kurtuluş vesilesidir! Bizi Sensiz bırakma! Bize hem bu dünyada hem ahirette sahip çık. Bunlar günahkar da olsa benim ümmetimdendir, de. Amandır ya Rasulallah amandır! Herkesin kendi derdine düşeceği günde bizi garip bırakma!” Bizim imanımız bu, ikrarımız bu…

Ahir zamanda olduğumuzdan şüphe yok; çünkü Efendimiz (sav) bugünlerin geleceğini, böyle edepsizlerin çıkacağını da ifade etmişler: “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun! Koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur’an yeter, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz!’ diyeceği günler yakındır...” (Sünen-i Ebu Davud, 4604)

“Dikkat edin! Sizden birinizi emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış olarak- ‘Bilmiyorum, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız!’ derken bulmayayım.” (Sünen-i Ebu Davud, 4605)

Efendimiz’e (sav) bugün dil uzatan kimseler, bilerek ya da bilmeyerek müsteşriklere hizmet ediyorlar. Batıl dünyası yüzlerce yıldır ümmet coğrafyasında çalışmalar yapıyor. Elde ettikleri sosyolojik, psikolojik, coğrafi, dini verileri kullanarak insanımızı yönetme-yönlendirme programları oluşturmaktalar. 

Müslüman toplumlarda dini eğitimin esası olan “Kur’an bilgisi ve Peygamber sevgisi” gerçeğinden hareketle, bu iki kaynağı tahrif ve tahrip etmek amacıyla Kur’an-ı Kerim’in modern(ist) yorumları ve Efendimiz (sav) hakkında şek-şüphe, vehim-vesvese oluşturma çabaları dün-bugün başlamış değil.

Osmanlıyı yıkan güçler elbette ki cumhuriyetin başlangıcından itibaren “dini değerler” noktasında fazlasıyla duyarlı idiler. Dini değerlerin mümkünse yok edilmesi değilse kontrollü bir şekilde yaşamasına izin verilmesi uygulaması esas alındı. Bu bağlamda özellikle Ankara İlahiyat Okulu’nun (kendi ifadeleriyle ‘ekolü’nün’) iyi irdelenmesi gerekir. 

“Her şey aslına döner.” kaidesi mucibince kapatılan tekkeler, dergahlar, yasaklanan dini eserler halk nezdinde-gönlünde yine karşılığını bulup yaşarken; İmam Hatip Liseleri-İlahiyat fakülteleri de asli konumuna doğru evrilmeye başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı her ne kadar siyasetin kendine açtığı yolda cesurca yürüyemese de güzel adımlar atmaya başladı.

Bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde 16 Nisan referandum sonuçları henüz netleşmemişti. Fakat şundan eminiz ki halkımız, Cenabı Mevlamızın bizlere takdir ettiği role yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Yüzlerce yıl bütün ümmetin sesi-temsilcisi olan bu millet, bugün Erdoğan liderliğinde toparlanmakta, bir araya gelmektedir. Erdoğan sonrasında da Allah’ın izni, lütuf ve keremiyle ondan daha iyileri gelecek ve bütün Bâtıl dünyasına gereken cevaplar verilecektir. Cenabı Mevlamız bizi o günlere eriştirsin. O günleri görmeden canımızı almasın inşaallah.

Evet, o güzeller güzeli Sahibimiz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) hazretlerinin yetiştirdiği örnek insanlardan Hz. Osman (ra) efendimizin hayatından tablolar paylaşmaya devam ediyoruz:

Abdullah bin Abbas (ra), Rasulullah Efendimizin: “Ya Rabbi! Osman’ı kıyamet gününün sıkıntılarından kurtar, ona rahatlık ver. O bizim birçok sıkıntımızı gidermiştir.” buyurduğunu bildirmiştir.

Osman efendimiz ticari işlerini yapar yapmaz koşturur, ekseriyetle Peygamberimiz’in (sav) yanından ayrılmazdı.

Peygamberimiz (sav) kendisine 40 gün komşuluk yapan Hz. Osman’ın su şıpırtısını bile duymadığını, buyurmuştur.

Yine buyurdular ki: “Biz Osman bin Affân’ı, Allah Teala’nın halili ve kerim olan babamız İbrahim aleyhisselama benzetiyoruz.” 

Abdullah bin Ömer’in bildirdiği hadisi şerifte ise: “Osman ümmetimin en hayırlısı ve en çok ikram edenidir.” buyuruldu.

Osman (ra) cömert, haya sahibi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonra ibadete kalkardı. Gündüzleri de oruçla geçirirdi. 

Zümer Suresi’nin 9. ayeti kerimesi Hazreti Osman, Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer için indirilmiştir, şeklinde görüşler ileri sürülmüş; müfessirlerin çoğu bu ayeti kerimenin Hz. Osman hakkında indirildiğini bildirmişlerdir. 

“Yoksa, o, ahiret (azabın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak, gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir halde taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak temiz akıl sahipleridir ki (bunlar) hakkıyla düşünür.” (Zümer Suresi 9)

Bir gün Rasulullah (sav) yakında meydana gelecek fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Serveri Alem: “O fitne günü bu şahıs hidâyet üzere olacaktır.” buyurdular. Kalkıp o şahsa baktım. O kişi Osman bin Affân idi. Rivayet eden diyor ki o şahsı Rasul-i Ekrem’e göstererek “Ya Rasulallah! Bu mudur?” dedim. “Evet!” buyurdular. 

Yine aynı hususta hasen hadis olarak Hz. Aişe (ra) annemizden rivayet edilen hadisi şerifte: “Ya Osman! Allah sana (hilafet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşasıya kadar sakın onu çıkarma!” buyrulmuştur. Bu hadisi şerif sebebiyle Hazreti Osman’ın muhasara edildiği zaman halifelikten çekilmediği nakledilmiştir.

Bir diğer hasen hadis olarak İbni Ömer (ra) rivâyeti ile Rasul-i Ekrem (sav), Hz. Osman zamanında çıkacak fitneyi zikrettikten sonra Hz. Osman’ı işaret ederek: “O fitnede bu, mazlum olarak katledilir.” buyurmuştur.

Rasulullah (sav): “Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim.”  buyurmuşlar. Yine buyurmuşlar ki: “Bütün melekler benim ile iftihar ederler. Ben de Osman bin Affân ile öğünürüm.” 

Rasulullah (sav) Efendimiz’in, Hazreti Osman’a buğz eden bir kimsenin cenaze namazını kılmadığı da rivayet edilmiştir.

Halife Hz. Ebû Bekir (ra) zamanında Medine’de kıtlık olduğu bir sırada Hz. Osman, Şam’dan 100 deve yükü buğday getirtmiştir. Bazı tüccarlar satın almak için yanına koşarlar. Ancak o:

“Sizden daha iyi alıcım var. Sizden daha fazla kar veren var, der. Sahabiler bunu Hz. Ebu Bekir’e bildirip üzüldüklerini ifade ederler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman’ı herkesten iyi tanıdığı için onlara şöyle der:

O, Rasulullah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır. Cennette de onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anlamışsınızdır. Buyurun, beraber gidelim ve durumu kendisinden öğrenelim.

Hz. Osman’ın yanına vardıklarında Hz. Ebu Bekir:

Ey Osman, bu insanlar sözlerine üzülmüşler. Ne dersin, meselenin aslı nedir?

Hz. Osman şöyle cevap verir:

Ey Rasulullah’ın halifesi! Onlardan daha iyi alıcı olan biri, 1’e 700 veriyor. Biz de buğdayı 1’e 700 verene sattık.”

Hz. Osman bu sözleriyle, kervandaki malını Allah yolunda sadaka olarak verdiğini ifade etmektedir. Nitekim az sonra 100 deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakir sahabilere karşılıksız olarak dağıtıverir. Hz. Ebu Bekir buna çok sevinir ve Hz. Osman’ı alnından öper.

Cenabı Hak bizi Osman efendimize bağışlasın. Onun fedakarlığından-cömertliğinden bizlere de lütfeylesin. Cennetinde, cemalinde hepimizi o güzel insanlarla buluştursun. Amin, velhamdu lillahi Rabbil alemîn…

 

Yazar: Sâlik-i İrfân

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:10

UTANMAK

Utanmak

Utanmak - Veysel Özsalman

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Utanmak

 

Anne ve babaların evlatlarını en fazla tenkit ettiği hususların başında onların utangaç olması gelir. Kendilerince tanıdıklarını zannettikleri cemiyet hayatında muhteriz (çekinen) bir ferdin diğerlerinin gerisinde ve gölgesinde kalacağı fikri ebeveynlerin endişelerinin esas kaynağıdır. “Ağlamayana emzik yok!” düsturuyla hareket eden ve her şeyden evvel daha fazla maddi menfaat sağlama gayesi güden cemiyetin tabiatı, fertlerin bu hale müsait bir şekilde yetiştirilmesini teşvik etmektedir. Çocuğun ahlaki gelişimine bu şekilde müdahale edilmesi müspet manada bir katkı mıdır yoksa aksine menfi tesirleri de söz konusu olan bir teşebbüs müdür?

Bir kelebeğin kozasından çıkarken ki kıvranışlarını görerek zorlandığı fikriyle işi ona bırakmayıp kozayı yırtmak ne ise çocuğu mahcubiyet duygusundan bir an evvel sıyırıp atılgan bir yapıya bürünmesi için zorlamak da odur. Nasıl ki kozası yabancı eller tarafından yırtılan kelebeğin kanatları bu ilk ve en mühim idmandan mahrum kaldığı için bir daha asla uçmaya elverişli hale gelemeyecekse, mahcubiyet duygusu anne baba eliyle törpülenerek pürüzsüz bir hale gelen çocuğun cemiyet hayatında gerekli değerlere tutunması da imkânsız hale gelecektir.

“Kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabilinden “kendisini ezdirmesin, hakkını yedirmesin” diye cesaretlendirmeye gayret ettiğimiz çocukların durması ve koruması gereken sınırlar konusunda da bir şuura sahip olması gerekir. Zaten ileriki yaşlarda medyanın her alanında ve sokakta duyup işittikleriyle haya duygusu sürekli zımparalanacak olan gençlerin, bu hissinin muhafazası için çabalamak ana babaların en mühim görevleri arasındadır. Aksi takdirde hakkını aramak yerine her şeye ve bu uğurda her türlü fiile hakkı olduğunu düşünen bir nesil yahut üstadın tabiriyle “utanmaktan utanan bir nesil” ile karşı karşıya kalmak işten bile değildir.

Her haliyle ve daha çok ruhi cihetiyle himaye edilmeye muhtaç olan çocukların anlayışları, şuursuz ana baba davranışları sebebiyle ileride tamiri mümkün olmayacak şekilde zedelenmektedir. Mesela henüz konuşmayı yeni sökmüş ve doğru düzgün konuşamayan erkek çocuklarını etraftakilere ağza alınmayacak sözler söylemeye zorlayan yahut gençlik çağına yeni adım atmış kızlarını mahremiyeti göz ardı ederek misafirlere “hoş geldiniz” demeye davet eden ana babalar, haya kalesinin kapılarını düşmana kendi elleriyle aralamaktadır. Nebevi ahlak ise bize bunun tam tersini yapmamızı öğütlemekte ve utanma duygusun muhafazasına dikkat çekmektedir.

İbni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) utangaç kardeşine bu huyunu terk etmesini söyleyen Medineli bir müslümanın yanından geçerken ona: “Onu kendi haline bırak; zira haya imandandır.” buyurmuştur. Çünkü utanma duygusuna sahip olan kişiler fena davranışlar yapmaktan beri dururlar. Yine bu manada Efendimiz (sav): “Haya ancak hayır kazandırır.” buyurmuşlardır. 

Alemlerin Efendisi (sav) “haya”yı bizde uyandırmış olduğu manaların aksine, yani çekinme, korkaklık ve pısırıklıktan çok farklı bir şekilde tarif buyurmuşlardır. Kutlu Nebi (sav) bir gün ashabına: “Allah’tan Hakkı ile haya ediniz.” buyurmuştur. Ashab ise: Ey Allah’ın Rasulü, elhamdulillah haya ediyoruz, diye mukabele etmişlerdir. Bunun üzerine Rasulullah: “Hakiki haya o (sizin kastettiğiniz) değildir. Fakat gerçek manasıyla Hakk’tan haya eden başı (baştaki organları) ve başın içindekini (düşünceleri) korusun, karnı ve karnın ihtiva ettiğini (yeme ve içmesini) kontrol etsin, ölümü ve musibetleri hatırlasın, ahireti isteyen dünya hayatının ziynetini terk etsin, böyle yapanlar Allah’tan hakkıyla haya etmiş olurlar.” buyurmuşlardır. 

Yukarıdaki hadis-i şerifte müslümanca hayatın çerçevesi çizilmiş ve bunun adına “haya” denilmiştir. Gözü, kulağı, ağzı, karnı ve bunların içerisindekileri yani fikirleri ve şehveti kontrol etmek ve yüzü ahirete dönük bir hayat sürmek Cenab-ı Mevladan haya etmek olarak tarif edilmiştir. Bu kontrolün sağlanmasında en mühim duygulardan bir tanesi de “utanma” duygusudur. Bu derece geniş ve şümullü manaya sahip “haya” kavramından bahsedildiğinde aklımıza gelen ilk karşılığın dilimizdeki “utanma” kavramı olması da bu hususa işaret etmektedir.

Utanma hissi insanın fıtratında mevcuttur. Bu sebeple insan hangi dine hangi inanışa mensup olursa olsun, hatta bir dine inanmamayı dahi tercih etmiş olsa bile, bazı durumlarda utanacak ve hareketlerini bu doğrultuda düzenlemek isteyecektir. Ancak bu utanma hissi tek başına bir anlam ifade etmeyecek hatta utanılacak davranışın yapılıp yapılmaması bakımından bir değişikliği doğurmayacaktır. Bu durumun en meşhur ve çarpıcı örneklerinden bir tanesi Hz. Yusuf (as) ile Züleyha’nın yaşamış olduklarıdır.

Kur’an-ı Kerim’de: “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.” (Yusuf 24) şeklinde ifade buyurulan hadise, Zeliha’nın evin bir köşesinde bulunan putun üzerine bir bez parçası atması ve Yusuf’un (as) bunun anlamını sorması üzerinedir. Zeliha: “Puttan utanıyorum!” deyince Yusuf (as): “Senin puttan utandığından fazla ben Hak Teala’dan utanmaktayım!” demişti.

Hangi fiil yahut hangi his olursa olsun, manasını İslam’ın kuşatıcılığında bulmadığı sürece kıymetsiz ve gülünç olmak mecburiyetindedir. Budala nefis putun üstünü örttüğü bir parça bez ile ondan kurtulabileceğini düşünür fakat ona olan bağlılığını sorgulamayı akıl edemez. Sevmek, buğzetmek, korkmak, ümit etmek diğer bütün hisler ve tabi ki utanmak da İslam’ın sunduğu çerçeve içerisinde bir anlam kazanmaktadır. Menbaı İslamiyet olmayan utanma hissi kişiyi fena davranışlardan alıkoymak yerine, ortaya çıkacak rahatsızlık hissinin savuşturulması için, olabilecek en bayağı ve cılız iddiaya başvurması adına nefsi teşvik eder.

“Hayanın hepsi hayırdır.” buyuran Peygamber Efendimiz (sav), onun insana değer katıp tazim görmesine vesile olacağını belirtmektedir. Hatta haya, insanın peygamberler, melekler ve Cenab-ı Mevla Hazretlerinin iltifatlarına mazhar olmasını sağlamaktadır. Hz. Osman (ra) misalinde olduğu gibi. Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) yanına girdiğinde normal oturuşunu değiştirmeyen Efendimiz (sav), Hz. Osman (ra) yanına girdiğinde toparlanmış ve bu itinasının sebebini: “Meleklerin bile haya ettiği bir kimseden benim haya etmemem doğru olmaz.” diyerek ifade buyurmuşlardır.

Cenab-ı Mevla Hazretlerinin kendisinden haya edenlere vadini, Ahmed b. Ebu’l-Havârî’nin Ebu Süleyman Darânî’den naklettiği şu sözlerle idrak ediyoruz: “Allah Teala buyurur ki: Kulum sen benden haya ettikçe ben halka ayıplarını unuttururum. Kıyamet gününde aleyhinde şahitlik yapmasın diye üzerinde günah işlediğin yere de günahlarını unuttururum. Ümmü’l kitab (olan levh-i mahfuz)dan hatalarını silerim, kıyamet günü seni hesaba çekmem.”

Hem diğer insanlara ve yaratılmışlara hem de Cenab-ı Rabbü’l-Alemin’e karşı yitirilmiş ve hayatın dışına itilmiş bir değer olarak utanma müslümanca bir hayat yaşayabilmenin şartlarındandır. “Her dinin bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı da hayadır.” buyuran Peygamber Efendimiz bu gerçeği dile getirmiştir.

Bir Allah dostundan nakledilen: “Allah Teala’dan utanmayan bir kimsenin hayadan bahsetmesi ne kadar şaşılacak şeydir!” ifadesinin muhatabı olarak, gerçek haya sahiplerinin bize emsal teşkil eden hayatlarından kırıntıları kapabilme ümidiyle müteselli oluyor, avunuyoruz. Cenab-ı Mevla bizleri onların ahlakıyla ahlaklandırsın.

Amin.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:08

İSTİKAMET ÜZERE OLMAK

 İstikamet Üzere Olmak

İstikamet Üzere Olmak - Yusuf Fuad

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

İstikamet Üzere Olmak

 

Kişinin her türlü aşırılıktan sakınarak doğruluk üzere bulunması anlamında kullanılan “istikamet – استقامة” kelimesi müslümanın hayatının mihengidir. Bir anlamda maddi ve manevi her türlü konuda itidal üzere olmak demektir. Bu itidal hem hal ve hareketleri hem dili hem de kalbî duyguları şamildir. Bu noktada müslümanın yegane amacı Hâlıkı’nın, Rabbi’nin kendisinden istediği bir hal, bir yol üzere yaşamak ve nihayet Allah’a iman ve Rasulü’nü tasdik üzere bu dünyadan ayrılmaktır.

Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler:

عَنْ أبي عَمْروٍ  قال : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ قُلْ لِي فِي الإسلام قَوْلاً لاَ أَسْأَلُ عَنْهُ أَحَدًا غَيْرَكَ قال : قُلْ آمَنْتُ بِاللَّهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ.

Ebu Amr (ra) şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasulü! İslam’a dair bana öyle bir söz söyle ki ve bana İslam’ı öylesine tanıt ki; onu bir daha senden başka kimseye sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim. Rasulullah (sav) da: “Allah’a inandım de ve dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İman, 62)

عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  قال : قال رَسُولُ اللَّهِ : قَارِبُوا وَسَدِّدُوا وَاعْلَمُوا أنهُ لَنْ يَنْجُوَ أَحَدٌ مِنْكُمْ بِعَمَلِهِ. قالوا: وَلاَ أنت يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قال : وَلاَ أنا إلا أن يَتَغَمَّدَنِيَ اللَّهُ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍ.

Ebu Hureyre’den (ra) bize aktarıldığına göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bütün işlerinizde geri kalıp ileri de gitmeden orta yolu tutunuz ve dosdoğru olunuz. Biliniz ki; hiçbiriniz yaptığı ameller sayesinde cehennemden kurtuluşa eremez.” Ashab: “Sen de mi ya Rasulallah?” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: “Evet ben de kurtulamam. Şu kadar var ki; Allah rahmet ve lütfuyla beni bağışlarsa o başka.” (Müslim, Münafikûn, 76)

Açıklama:

“Sana emredildiği şekilde istikamet sahibi/dosdoğru ol!” (Hud 112) ayetinin de içinde bulunduğu Hud Suresi’nin nazil olmasının ardından Allah Rasulü’nün (sav) sakallarının bir kısmını beyazlamış olarak gören Ebubekir Sıddık efendimiz (ra) bunun nedenini sormuş ve Efendimiz de bu surenin inzaline işaret buyurarak: “Beni ihtiyarlattı!” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 56/6)

Bu hadise de mezkur ehâdis-i Nebi gibi meselenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Alemlere rahmet olarak irsal buyrulmuş Eşref-i Mahluk Efendimiz’de (sav), bu denli dehşetli bir hale sebep olan müstakim olma işi, bizlerin bir an dahi aklından çıkarmaması ve her hareketinde, her sözünde göz önünde bulundurması gereken bir emr-i ilahîdir.

İnsanı uhrevî kurtuluşa götüren bu emr-i ilahî yani istikamet, kısaca Hz. Nebi’nin (sav) yolunu izlemektir. Kur’anı-ı Kerim’de pek çok ayette emir buyrulmuş bu ittiba dareynde saadetin yegâne yoludur. Bu ayât-ı beyyinâttan birini dahi zikretmek kafi gelecektir: 

 فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 

“Öyle ise Allah’a ve O’nun Allah’a ve sözlerine inanan Rasul’ü, ümmi Nebi’ye iman edin ve O’na tabi olun. Umulur ki doğru yolu bulursunuz.” (A’raf 158)

Vahyi ilahinin yanı sıra hidayet yolunun öncüsü olan Rasulullah da bizzat bu hususa işaret etmiş ve ashabını talim amacıyla toprak üzerine düz bir çizgi çizip daha sonra da onu kat’eden diğer bazı çizgiler çizmiş, ardından da kendi yolunu o düz çizgiye benzeterek: “İşte benim doğru yolum!” buyurmuş ve onu istikamet diye nitelemiştir. (İbn Mâce, Mukaddime, 1)

Cenabı Hak’tan niyazımız bizleri de Rasulü Ekrem’e ittiba eden salih kullarına dahil etmesi ve bu dünya hayatında onlarla birliktelik üzere sabit kadem olmayı nasib etmesidir.

 

Yazar: Yusuf Fuad

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:07

RAMAZAN GELİRKEN...

Ramazan Gelirken

Ramazan Gelirken... - İrfan Aydın

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Ramazan Gelirken...

 

Ramazan ayına hazırlandığımız şu günlerde İslam dünyasında değişen bir şey olduğunu söylemek zor. Müslümanların az çok bulunduğu bütün beldelerde müslümanlar için yaşam her zamanki gibi zor ve meşakkatli. Kimi yerlerde kan ve zulüm varken kimi yerlerde pisikololojik baskı devam ediyor. Arupa’da ırkçı saldırılar artarken müslümanlara yönelik baskı gün geçtikçe artmakta.

Türkiye müslümanları olarak dönüm noktası olarak sayılabilecek bir seçimden geçtik. Halk oylaması olarak önümüze gelen seçimde hükümet sistemi değişikliğine “evet” veye “hayır” demek sureti ile tayin edici bir rol üstlenmemiz istendi. Biz de halk olarak bundan sonra hükümetin ve parlamentonun ayrı ayrı seçilmesine ve halkın -inşaallah- Hakk’ın da iradesinin tek bir noktada birleşmesine karar verdik. Böylece ortak atın beli kırık olur atasözü gereği tek başlılığa geçmiş olduk. İnşaallah bundan sonra hem ülkemiz hem de bu millete umudunu bağlamış mazlum müslüman milletler için daha hayırlı işler yapılacağını ve işlerin daha da hızlanacağını düşünüyoruz. Her zaman olduğu gibi bundan sonra da Cenab-ı Hak’tan niyazımız ülkemizi idare edenleri hayırlı işlerde muvaffak etmesi, şartlar gereği hayırsız sayılabilecek işlerden de uzak durmalarıdır.

Türkiye’deki halk oylaması adeta dünya başkanlık sistemi için halk oylaması gibi geçti. İlginçtir bütün dünyada müslüman milletleri bu seçimin sonucuna kilitlemişken, müslüman olmayan batılılar da bu seçimlere kilitlenmişti. Fransa’daki başkanlık seçimleri dahi bu şekilde bir önem arz etmedi. Türkiye’deki halk oylamasına o kadar taraf oldular ki kendi seçimlerine birkaç hafta kala Avrupa’da gazeteler Türkçe manşetlerle çıkabildi. İnsan bir durup ne oluyoruz diye sormadan edemiyor. Acaba biz kendi ülkemizde başkanlık sistemini mi oyluyoruz yoksa Almanya’da, Hollanda’da, İsviçre’de ve diğer Avrupa ülkelerine gerçekleşecek bir rejim değişikliğini mi oyluyoruz? Acaba biz kendimize mi başkan seçeceğiz, yoksa bütün İslam alemine, Avrupa ve Amerika’ya mı başkan seçeceğiz?

Evet bu halkoylaması dahi tek başına göstermiştir ki Türkiye’nin yükselişi dünyanın merkezinedir. Bugün dahi Türkiye’nin alacağı tavır gideceği istikamet tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Aslında bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız, bu kadar öneme sahip olacak bir konuma gelmemiz ne ile oldu? Güçlü bi ekonomimiz mi var da bütün dünya bizimle bu kadar ilgileniyor? Yoksa zengin yer altı kaynaklarımız mı var da bütün dünya bunu önemsiyor? Acaba Amerika’yı, Rusya’yı, Avrupa ve Çin’i titretecek bir ordumuz ve savunma sanayimiz mi var da dünya bizden korkmaktadır?

Evet bu soruların cevabını zahirde mi aramalıyız yoksa batında mı? Ya da her ikisinde birden mi aramalıyız? Acaba Allah’ın (cc) bu millet hakkındaki muradı nedir? Geçmişte olduğu gibi ehli beytin ve evliyanın duasını üzerimize alabilir miyiz? Geçmişte ordularımızın önünden yürüyen sevgili Peygamberimiz yine bizi himaye eder mi? Rabbimizden niyazımız bu Ramazan vesilesi ile millet olarak kaybettiğimiz Allah (cc), Peygamber (sav), ehli beyt ve evliya yakınlığını tekrar elde etmemizdir.

Kanayan yaramız Suriye’de kısa bir aralıktan sonra Zalim Esed tekrar varil bombalarıyla bombalamaya başladı. Suriye şehirlerinden gelen görüntüler İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan ve tamamen yerle bir olan şehirleri hatırlatıyordu. Bırakın insanları hayvanların dahi canlı kalamayacağı bu yıkık şehir manzaraları içler acısı bir görünüm arz ediyordu.

Suriye’de önce Halep’e saldırdılar daha sonra tahliye edilip İdlip’e giden müslümanlar bu sefer de kimyasal saldırıya maruz kaldı. Bütün dünyanın gözleri önünde Esad rejimi müslüman halkın üzerine kimyasal füzelerle saldırdı. Yüzlerce çocuk ve yaşlı ya öldü ya da kalıcı hasarla yaralandı. Bir anda televizyonları nefes almakta güçlük çeken çocuk ve yaşlıların görüntüsü sardı. Bütün dünyanın ve müslümanların gözleri önünde yine acı bir senaryo yaşanmaktaydı. Tekrar kınamalar başladı. Amerika yeni başkanın da etkisiyle göstermelik bir füze saldırısı yaptı. Esed’in uçaklarının havalandığı havaalanına elli küsur füze attı. Fakat ertesi gün aynı havaalanından uçaklar havalanmaya başladı. Yani Amerika dostlar işbaşında görsün hesabıyla hareket etmişti. Daha çok Amerikan iç politikasında yeni başkanın elini güçlendirmeye yarayan bu füze saldırısı yaraya merhem olmaktan çok uzaktır. Suriye’nin geleceği konusunda müdahil ülkelerin tam bir anlaşmaya varamamaları zalim Esed rejiminin ömrünü uzatmaktadır.

Amerika’da yeni seçilen başkanın izleyeceği politika tüm dünyayı özellikle de İslam dünyasını yakından ilgilendirmektedir. Amerika sürekli bir düşman algısı oluşturup ona göre dış politika belirlemektedir. Soğuk savaş dönemlerinde Sovyetler düşmandı, Sovyetlerin dağılması ile el-Kaide denilerek dolaylı olarak müslümanlar düşman algısının merkezine oturtuldu. Daha sonra el-Kaide DEAŞ’a dönüştü. Yeni başkan ile birlikte herkesin merak ettiği soru Amerika’nın düşman algısının merkezine DEAŞ’ı mı, İran’ı mı, Rusya’yı mı yoksa Çin’i mi oturtacağıdır. Tüm dünyada bu merak konusudur. Düşman tanımına göre herkes pozisyonunu belirleyecektir ve ona göre bir dış politika üretecektir. Bizi çok ilgilendiren Suriye, Irak ve İran politikası bizim önümüzü ya açacak ya da kapatmaya devam edecektir.

Mısır’ın darbe ile başa gelmiş eli kanlı devlet başkanının Amerika ziyareti dikkat çekti. Kendi ülkesinde halkına dayanmayan halkını sürekli baskı altında tutan darbeci Sisi Amerika’ya kuyruk sallamaya ve verilecek her türlü görevi yerine getirmeye hazır olduğunu söylemeye gitti. Nitekim Amerika’dan döner dönmez iki Kıpti kilisesi önünde meydana gelen patlamalar Sisi’ye istediği fırsatı hemencecik verdi. Ülkede artık gelenek haline gelmiş olağanüstü hal ilan edildi. Geçmişte Nasır, Sedat ve Mübarek olağanüstü hal ilan ederek binlerce müslümanı hapishanelere tıkmıştı. Altmış-yetmiş yıldır devam eden işkenceler ve zulüm bugün de devam etmektedir. İşin dikkat çeken yanı, daha doğrusu acı yanı da aynı günlerde Suud’lu bir alim müsveddesinin İhvan hakkında verdiği fetvadır. Bu alim geçinen kişi siyasi davranarak İhvanın İslam için zararlı ve katil bir örgüt olduğunu dolayısı ile ona yapılacak her türlü kötü muameleyi hak ettiğini ima etmişti. Zaten İslam dünyasının asıl sorunu budur. Müslümanlar kendi aralarında müttefik olacakları yerde kafirleri müttefik olarak tutmaktadırlar. Bununla kısa vadede bir kar sağladıklarını düşünseler de Rabbimizin izni ile orta ve uzun vadede tutunamayıp gideceklerdir. Bin beş yüz yıldır mecraında akan bu ırmağı yollundan çıkarmaya başka bir mecraya akıtmaya çalışanlar elbet bu ırmağın içerisinde boğulacaklar ve ırmak yatağına kısa zamanda dönecektir.

Müslümanlar olarak biz Ramazanda oruç tutup arınmaya ve Rabbimize halis olarak yaklaşmaya çalışırken kafirlerin saldırılarının bu ayda şiddetlendiğini görüyoruz. Müslümanların az da olsa takvalı duruşu şeytanı ve onun askerlerini çıldırtmaktadır adeta. Her Ramazan zulmün olduğu beldelerde saldırılar tavan yapmakta ve her yerden katliam haberleri gelmektedir. Müslümanlar oruçlu olarak Rablerine kavuşmakta ve Hakk’ın huzuruna çıkmaktadırlar. Kafirlerin bu sığ ve aciz tutumu müslümanlara tuttukları orucun bir hediyesi olarak şehadetin nasib olmasını sağlamaktadır. 

Günümüz müslümanları tarihte gördüğümüz takva sahibi müslümanlar gibi değildir. İtikatları da amelleri de ilimleri de zayıftır. Geçmişte ilimde amelde orta-vasat bir seviye var iken bugün namaz kılan müslüman sayısı bile azınlıktadır. Fakat Rabbimiz Rahman ve Rahimdir. Babaları, dedeleri karanlık bir dönemde doğmuş günümüz müslümanlarını temizlemek için değişik vesileler nasib etmektedir. İşte Ramazan da bunun için çok önemli bir vesiledir. Rabbimizden niyazımız bu Ramazanı bizim ve İslam alemi için hayırlara vesile kılmasıdır.

 

Yazar: İrfan Aydın

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort