JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 01 Ağustos 2017 00:06

ŞEYTANIN DÜŞÜNCE SİSTEMİ: TAĞUT

Şeytanın Düşünce Sistemi

Şeytanın Düşünce Sistemi: Tağut - A. Mesud Çınar

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Şeytanın Düşünce Sistemi: Tağut

 

اَلَمْ تَرَ  اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ  اَنَّهُمْ  اٰمَنُوا  بِمَٓا اُنْزِلَ  اِلَيْكَ  وَمَٓا اُنْزِلَ  مِنْ قَبْلِكَ  يُر۪يدُونَ  اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا  اِلَى الطَّاغُوتِ  وَقَدْ  اُمِرُٓوا  اَنْ يَكْفُرُوا  بِه۪ۜ  وَيُر۪يدُ  الشَّيْطَانُ  اَنْ يُضِلَّهُمْ  ضَلَالاً  بَع۪يداً   ﴿٦٠﴾   وَاِذَا ق۪يلَ  لَهُمْ  تَعَالَوْا  اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ  اللّٰهُ  وَاِلَى الرَّسُولِ  رَاَيْتَ  الْمُنَافِق۪ينَ  يَصُدُّونَ  عَنْكَ  صُدُوداًۚ   ﴿٦١﴾   فَكَيْفَ  اِذَٓااَصَابَتْهُمْ  مُص۪يبَةٌ  بِمَا قَدَّمَتْ  اَيْد۪يهِمْ  ثُمَّ  جَٓاؤُ۫كَ  يَحْلِفُونَ  بِاللّٰهِ  اِنْ اَرَدْنَٓا  اِلَّٓا  اِحْسَاناً  وَتَوْف۪يقاً   ﴿٦٢﴾   اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ  يَعْلَمُ  اللّٰهُ  مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ  فَاَعْرِضْ  عَنْهُمْ  وَعِظْهُمْ  وَقُلْ  لَهُمْ  ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  قَوْلاً  بَل۪يغاً   ﴿٦٣﴾   وَمَٓا اَرْسَلْنَا  مِنْ رَسُولٍ  اِلَّا  لِيُطَاعَ  بِاِذْنِ  اللّٰهِۜ  وَلَوْ  اَنَّهُمْ  اِذْ  ظَلَمُٓوا  اَنْفُسَهُمْ  جَٓاؤُ۫كَ  فَاسْتَغْفَرُوا  اللّٰهَ  وَاسْتَغْفَرَ  لَهُمُ  الرَّسُولُ  لَوَجَدُوا  اللّٰهَ  تَـوَّاباً  رَح۪يماً   ﴿٦٤﴾   فَلَا  وَرَبِّكَ  لَا يُؤْمِنُونَ  حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ  ف۪يمَا شَجَرَ  بَيْنَهُمْۙ  ثُمَّ  لَا يَجِدُوا  ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  حَرَجاً  مِمَّا قَضَيْتَ  وَيُسَلِّمُوا  تَسْل۪يماً ﴿65﴾65                  

Yukarıdaki ayeti kerimelerin nüzul sebepleri anlatıldığına göre iki kişi arasında anlaşmazlık çıktı; bunlardan biri münafık, diğeri ise Yahudi idi. Münafık: “Kab b. El-Eşref’e gidelim!” dedi. Yahudi ise: “Muhammed’e gidelim!” dedi. Meselelerini halletmek için Hz. Peygamber’e (sav) gittiler. Efendimiz (sav) Yahudi’nin lehinde, münafığın aleyhinde hüküm verdi. Dışarı çıktıklarında Hz. Peygamber’in hükmüne razı gelmeyen münafık, Yahudiye: “Ömer(ra)’e gidip davamızı ona götürelim” dedi. Hz. Ömer’e gittiklerinde Yahudi: “Biz davamızı Muhammed’e götürdük Muhammed benim lehime hüküm verdi bu adam ise bu hükme razı olmuyor. Senin hükmüne razı olacağını söylüyor aramızda hüküm ver dedi. ” Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) münafığa: “Bu doğru mu?” dedi. O da “Evet!” diye cevap verdi. Hz. Ömer az bekleyin yanınıza çıkacağım diye evine girdi. Kılıcı ile geldi ve münafığın boynunu vurdu. Bunun üzerine Cenabı Hak şöyle buyurdu: “Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.” Cebrail Hz. Peygamber’e (sav) “Ömer hak ile batılın arasını ayırdı!” dedi. Bu olaydan sonra Hz. Ömer’e (ra) hak ile batılı ayıran anlamında “Faruk” lakabı verildi. 

Cenabı Hak bahsi geçen ayeti kerimelerde Tağut’un şeytanın hazırladığı girildiğinde bir daha içerisinden çıkılmayacak en tehlikeli yollardan olduğunu bildiriyor. 

Tağut, Allah’tan (cc) başka rububiyet atfedilen her şey, şeytanın insanı etkilediği hakmış gibi görünen düşünce tuzağı. İnkarının neticesi ile insanı kurtuluşa götüren nefis ve şeytanın dayanağı. Allah (cc)’ın başka bir beyanı ile: “Kim tağutu inkar edip Allah’a inanırsa sapasağlam bir kulpa yapışmış olur.”

“Onlara; ‘Allah’ın indirdiğine ve Peygambere gelin!’ denildiği zaman; onlara aranızda vuku bulan meselelerin çözümü için inandık dediğiniz kitaba ve sünneti ile hüküm verecek Peygamberine gelin denildiği zaman. münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün; kendi haksızlıkları ve aleyhlerine çıkabilecek hükümlerin korkusu ile sen onların senden ve sana indirilen kitabın hükümlerinden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. 

Ya nasıl, elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince, hemen sana geldiler de: ‘Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik.’ diye Allah’a yemin ediyorlar.”

Bu ayeti kerime yukarıda anlatılan Hz. Ömer (ra) kıssası ile ilgilidir. Olaydan sonra münafıklar Hz. Peygamber’e (sav) gelip yemin ederek şöyle demişlerdir: “Bu adam iyilik etmekten senin yükünü hafifletmekten başka bir şey istememiştir.” 

“Biz sadece iyilik edip arayı bulmak istedik.” Geçmişten günümüze kadar münafıklar her zaman sözde Hakk’a, özlerinde ise tağutun düşünce sistemine inanarak müslümanları destekliyormuş gibi görünmüşlerdir. 

Cenabı Hak ayeti kerimenin devamında münafıkların ıslahı ve nifağın tezkiyesi için bir uslub ve yöntem gösteriyor. “Onlar, Allah’ın kalblerindekini bildiği kimselerdir.” Bu sözleri ile aslında neyi kastedip neyi gizlediklerini Allah (cc) bilir. “Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir edecek güzel söz söyle!” Sana gelip söyledikleri yalanlara, kırıcı sözlerine aldırma onlara yaptıkları işin çirkinliğini, inandıkları düşüncenin tağutî olduğunu bu inanç ve tavırlarına devam edecekleri taktirde bir daha bu şekilde affedilmeyeceklerini anlat.

Bunca yaptıklarınıza rağmen sizi bir kez daha affeden Allah (cc) ayeti kerimenin devamında nifaktan kurtulmaları için peygamberlerinin bir kurtuluş kapısı olduğunu beyan etmektedir. “Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı.” Şimdi siz kendinize gönderilen peygambere itaatte kusur etmeyin. O nun gönderiliş amacını unutmayın ki o sizin için affa bir vesiledir.

“Hayır! Rabbine and olsun ki iş bildikleri gibi değil.” Onların dediği gibi “Biz kendi işimizi kendi anlayışımızla çözelim halledemezsek hakka götürürüz!” ya da “Peygamber bu hususta isabet edemedi bir de Ömer’e soralım!” demeleri gibi değil. “Onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”

Cenabı Hak bizi kitabına, ahkamına, hikmetine, ve bütün bunları beyan eden Peygamberine tabi olan, teslim olan kullarından eylesin.

Amin…

 

Yazar: A. Mesud Çınar

 

Çocuklarda Sorumluluk Bilnci

Çocuklarda Sorumluluk Bilincini Geliştirmek - Yûsuf-i Kenân

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Çocuklarda Sorumluluk Bilincini Geliştirmek

 

Sorumluluk, bir bireyin uyum sağlaması, üzerine düşen her görevi yerine getirmesi başka insanların haklarına ve kararlarına saygı göstermesi demektir. Sorumluluk duygusu olmayan bir insanın, her koşulda kaybetmesi elzemdir.

Bir insan dünyaya geldiği andan itibaren hayatının sonuna kadar devam eden bir dizi görev ve zorunluluklara sahiptir. Kişinin öncelikle kendi hayatına karşı, sonra da yaşadığı çevreye karşı üstlenmek zorunda olduğu sorumlulukları vardır. Sorumluluk duygusuna sahip bir insan yaptıklarının sonucunu, ona verilen görevlerin önemini bilir ve herkes tarafından takdir edilir. Kısaca başkalarının haklarına saygı gösteren, kendi davranışlarının sonucunu kabullenen insan sorumluluk sahibi insan demektir.

Sorumluluk duygusu ile özgüven gelişimi arasında büyük bir ilişki vardır. Çünkü sorumluluk duygusu gelişmiş bir çocuğun kendine güveni de gelişecektir. Kendi ihtiyaçlarını tek başına yapabilen, anne ve babasına bağımlı olmayan; davranışlarının sonucunu gördükçe ve başardıkça kendine güveni artan bir çocuğun sorumluluk duygusu fazlasıyla gelişmiş demektir. Kazanılan her başarı çocuğun bireyselleşmesinde, bağımsız ve toplum içerisinde kendine yetebilen, kendini ifade edebilen bir birey olmasında atılmış bir adımdır.

Dünyaya gelen her insan sorumluluk sahibi olmakla yükümlüdür. Sorumluluk, bir bireyin uyum sağlaması, üzerine düşen her görevi yerine getirmesi, kendine ait olan tüm olayların bir başkası üzerindeki etkisinin sonuçlarını üstlenmesi, başka bireylerin tüm haklarına saygı göstermesi, kendi yaptığı hataların ve doğruların sonuçlarına sahip çıkması, olarak tanımlanır.

Sorumluluk sahibi olan bir bireyi ise şöyle tanımlamak doğru olur; kendi kararlarını kendi alabilen, bağımsız davranabilen, değer yargıları olan, karar alırken mantıklı düşünüp elinde olan tüm kaynakları kullanabilen, kendine her konuda güvenli, başka bireylerin haklarını göz ardı etmeden kendi ihtiyaçlarını karşılayan kişidir. Başladığı bir işin olumlu veya olumsuz ortaya çıkabilecek tüm sonuçlarını sırtlayabilen bir kişiye sorumluluk sahibi kişi denilebilir. Sorumluluk küçük yaşlarda başlar ve duygusal, sosyal, zihinsel ve bedensel açıdan oldukça önemlidir. Sorumluluk duygusu hayatta başarılı ve mutlu olmayı etkileyen en önemli kişilik özelliklerindendir.

Bir bireye sorumluluk duygusu çocuk yaşlarda kazandırılır, ergen olduklarında ve yetişkinlik dönemlerinde de devam eder. Bunun için anne babaların çocuklarda gelişim dönemleri hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Sorumluluk duygusu doğuştan gelmez; ancak doğumdan başlayıp tüm hayat boyunca süren, öğrenilmesi ve kazanılması zorunlu olan bir davranış şeklidir. Anne-babalar bir çocuğun sorumluluğunun sadece ders çalışmak, ödev yapmak, okula gitmek gibi fiillerle sınırlandırmamalıdır. İmkanlar el verdikçe çocuğa evde, dışarıda herhangi bir yerde bir görev verilmelidir ki çocuk bir işi kendi kendine yapabileceğini düşünüp o iş için çaba sarf etsin. Böylece sorumluluk duygusunu yavaş yavaş kazanmaya başlayıp kendine güvenen, özverili, sosyal ortamlarda kendini rahat ifade edebilen ve hayatı boyunca da tüm sorumlulukları üstlenecek bir birey olacaktır.

Sorumluluk duygusu ile özgüven arasında güçlü bir bağ vardır. Bir birey sorumluluk duygusu kazandıkça kendine güveni artar, mutlu olur, daha fazla görevi yerine getirmek ister. Bir bireyin kazandığı her beceri bir sonrası için ona cesaret verir ve kendi kendine karar almakta zorlanmaz. Kendisine ait bir görevi başarıyla yerine getirebilir. Örneğin; bir çocuk kaşık tutmaya başladığı anda kendi kendine yemek yeme alışkanlığı kazanmazsa ilerleyen zamanlarda ayakları üzerinde duran bir birey olması gittikçe zorlaşır çünkü kendine güveni olmaz, yapacağı bir şey başarılı sonuçlanacak olsa bile onu yapamayacağını düşünür ve sorumluluk kazanması zorlaşır.

Sorumluluk duygusu bir kişilik özelliği olarak ya da sonradan kazanılan bir beceri olarak değerlendirilebilir. Bazı bireyler kişilik özellikleri nedeniyle sorumluluk kazanmaya daha yatkın ya da istekli olabilirler, örneğin anne, baba olarak aynı tutumları sergilerseler de iki kardeş birbirinden tamamen farklı sorumluluk bilinci geliştirebilirler. Kişisel özellikler belirleyici olsa da genel olarak sorumluluk duygusu öğretilen ve kazandırılan bir beceridir. Çocuğun hayatındaki her beceriyi öğreten ve geliştirmesine yardım eden anne-baba, sorumluluk duygusunun gelişiminde de başrole sahiptir. 

Bireysel sorumluluktan sosyal sorumluluğa: Çocuklara sorumluluk bilicini geliştirmek önce için kendileri ile ilgili durumlardan yola çıkmak, daha sonra ailenin bir bireyi olarak aile ilgili sorumlulukları ve daha sonra da sosyal sorumlulukları öğretmek önemlidir. Aile içinde öğrenilen beceriler aslında sosyal ilişkilerde belirleyici rol oynar. Arkadaşları ile uyum içinde oynamak, okul kurallarına uymak için gerekli alt beceriler evde aile ortamında öğrenilir. Anne, baba olarak çocuğa sorumluluk bilinci aşılarken aslında onu toplumsal hayata da hazırlamak gerekir. Davranışların sonucunu kabul etmek, karşılaştığı sorunları tek başına çözebilmek, kendi duygu ve ihtiyaçlarını uygun şekilde ifade edebilmek aynı zamanda başkalarının hak ve duygularının da farkında olmak sağlıklı ve mutlu bir birey olarak toplumun bir parçası olmak için gerekli becerilerdir. Anne-baba olarak küçük yaştan itibaren ilk önce çocuğun kendisi ile ilgili sorumlulukları (üstünü giyinmek, oyuncaklarını toplamak vb) öğrenmesini desteklemek sonra ev ile ilgili sorumlulukların (Pazar sabah kahvaltısına yardım etmek, masayı kurmak vb) paylaşımını beklemek ve sosyal sorumluluklar konusunda model olmak (ağaç dikmek, ihtiyacı olanlara yardım etmek, çöpleri yere atmamak vb) sorumluluk bilinci kazandırmak için atılacak önemli adımlardır. 

Bireyin en önde gelen sorumluluğu yaradıcısı, Rabbi olan Allah’a (cc) karşı olan sorumluluğudur. Bu da çocukluktan itibaren ailede verilmeye başlarsa birey için sağlam bir temel oluşturur. Her kul ruhlar aleminde Rabbine bir söz vererek dünyaya teşrif eder. Verdiği bu ilahi sözü tutabilirse rıza-i ilahiyeye ulaşılmıştır demektir. İnsanın gerçek huzuru sorumluluklarına uygun şekilde yaşayabilmesiyle mümkündür. Çünkü hakiki kalbi huzur Allah (cc) ile olmakla mümkündür.

Çocuklar “yaşayarak- yaparak” öğrenirler. Bu nedenle sorumluluk duygusunun gelişmesinde en etkili yöntemlerden biri çocuğun davranışının sonucunu yaşamasına fırsat vermektir. Anne-babalar genellikle çocuklarını olumsuzluklardan koruma içgüdüsüyle hayatı çocuklar için kolaylaştırmaya çalışırlar. Sabahları okul için giysileri giydirmek, ayakkabıları bağlamak, ödevini yapmadan okula gidip de öğretmeninden uyarı almasın diye ödev ile ilgili araştırmaları yapmak… vb. Tüm bunlar kısa vadede çocuğu olumsuz sonuçlardan korur gibi görünse de uzun vadede maalesef kişilik gelişimini, özgüven oluşumunu olumsuz olarak etkileme riskini taşırlar. Biri her gün bizim için işlerimizi yapsa biz de bir süre sonra tembelleşiriz. İşimizi yapmak için çaba göstermek yerine bağımlı bir hal alırız. 

Korumacı tutum sergilemenin diğer ucunda ise çocuktan sorumluluklarını yerine getirirken “en iyi yapmasını” beklemek bulunur. Her yeni beceri başta acemice olan girişimlerle başlar. Bu nedenle çocukların sorumlulukları öğrenirken zamana ve anne-babanın sabrına ihtiyaçları vardır. Yemeğini kendi başına yemeğe başladığında döküp saçması normaldir ya da bardağı taşırken elinden düşürmesi. Bu tip durumlarda anne-babanın eleştirel davranması “bırak dökeceksin, sen yapamazsın” gibi geri bildirimler vermesi ya da daha hızlı sonuçlar istedikleri için kendilerinin yapmaları sorumlulukların kazanılmasını engelleyebilir. 

Sorumlulukların kazanılmasında anne-babaya düşen bir diğer rol ise istenilen davranışları sergileyen bireyler olmalarıdır. Çocuklar çok iyi gözlem yeteneğine sahiptirler. Anne-babanın çocuklarına öğretmek istedikleri davranışlar için model oluşturması etkili bir yöntemdir. Eğer anne-baba günlük hayat ile ilgili sorumlulukları zorla, isteksizce gerçekleştiriyor ya da aksatıyorlarsa çocuk için de sorumluluklar kaçınılması gereken durumlar anlamına gelecektir. 

Çocuğun yaşına uygun sorumluluklar verilmesi önemlidir. Çocuğumuz kaç yaşında olursa olsun, yapabileceği yaşına uygun sorumluluklar bulunabilir. Önemli olan çocuğun becerileri dahilinde sorumlulukları ondan beklemektir. 

Küçük sorumluluklar ile sosyal hayata geçmesini sağlamak sorumluluk bilinci açısından önemlidir: Küçük yaşlarda başlayan sorumluluk duygusu hem çocukların kendilerine güven duymasına katkıda bulunur, hem de otokontrol gelişimini destekler ve ilerleyen zamanlarda sosyal yaşama adaptasyon için olumlu katkılar sağlar. Örneğin; küçük yaşlarda odasını toplamanın anlamını kavrayan çocuk, sokağa çöp atmaması gerektiğinde bunun nedenini daha kolay kavrayarak bu davranışı özümseyip sergileyecektir. 

Bir diğer önemli yaklaşım model olabilmektir: Çocuklar gözlemleyerek her yaptığımızı kopyalama eğilimindedirler. Bu nedenle çocuklarımızdan sergilemelerini beklediğiniz her davranış için onlara olumlu modeller olarak yol gösterme noktasında sorumluluk sahibi olmamız çok önemlidir.

Çocuklarımızı iyi tanıyabilmeliyiz: Uygun sorumlulukların verilebilmesi için, çocuğumuzun içinde bulunduğu gelişim döneminin özelliklerini bilmemiz ve kişisel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Bu nedenle gelişim dönemi özellikleri hakkında kitaplar okumak ve çocuğumuzu gözlemlemek çok önemlidir.

Sabırlı ve destekleyici olmak gerekir: Sorumluluk kazanımı, yavaş gelişen bir kazanım alanıdır. Bu nedenle, hızlı bir gelişim beklememek ve sürekli destekleyici bir tutum içinde olmak gerekir.

 

Yazar: Yûsuf-i Kenân

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:04

DİL ve AFETLERİ GIYBET ETMEK - 3

Dil ve Afetleri 3

Dil ve Afetleri Gıybet Etmek - 3 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Dil ve Afetleri Gıybet Etmek - 3

 

Gıybete Kulak Vermek

Şaşkınlık ifadesiyle bile olsa gıybete kulak vermek de gıybettir. Zira bu hayretini, gıybet edenin keyfi gelsin de devam etsin diye açığa vurmaktadır. Bu yolla, gıybet edenin içindekileri döktürür ve: “Hayret! Ben onun böyle olduğunu bilmiyordum. Şu zamana kadar onu hayırlı kimse olarak bilirdim. Allah (cc) bizi o belâdan korusun...” der. Bütün bunlar gıybet edeni tasdik etmek olup hepsi gıybete girmektedir. Hatta yanında yapılan gıybete ses çıkarmayan kimse de gıybete ortaktır. Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Gıybeti dinleyen de gıybetçilerden biridir.”

Hz. Ebubekir (ra) ile Hz. Ömer (ra) konuşuyorlardı. Biri diğerine, “Falan adam çok uyur!” dedi. Sonra ikisi beraber Allah Resulü’nün yanına gittiler, ekmeklerine katık istediler. Rasul-ü Ekrem Efendimiz (sav):

“Siz katık yediniz!” buyurunca onlar,

“Hatırlamıyoruz!” dediler. Bunun üzerine Allah Resulü (sav):

“Evet! Siz ikiniz kardeşinizin etinden yediniz!” buyurdu. 

Dikkat edersen birinin söylediğini diğeri dinlediği için Peygamber Efendimiz (sav) ikisinin de suç işlediğini belirtmiştir.

Rivayete göre, iki kişi konuşurken biri, recmedilerek öldürülen Mâiz hakkında, “Köpeğin ölüsü gibi öldü!” dedi. Allah Resulü (sav) ikisine birden:

“Şu leşten yiyiniz!” buyurarak ikisinin de suç işlediğini ifade etmiştir.

 

Gıybeti İşiten Ne Yapmalı?

Gıybeti işiten, diliyle karşı çıkmadığı ya da korkuyorsa kalbiyle nefret etmediği müddetçe o günaha ortaktır. Sözü başka bir kelamla bölmeye ya da oradan kalkıp gitmeye gücü yettiği halde, yapılan gıybete karşı bir tavır almazsa, günaha ortak olur. Diliyle “sus” diyor, ancak kalbiyle devam etmesini arzuluyorsa bu münafıklıktır. Kalbiyle nefret etmediği müddetçe günahtan kurtulamaz. Eliyle sus diye işaret etmesi ya da kaşlarını çatıp alnını kırıştırması yeterli değildir. Bu davranış gıybeti yapılanı önemsememektir. Aksine gıybeti yapılana kıymet verip açıkça müdafaa etmelidir.

Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her kim, yanında bir mümin kötüleniyor, o da gücü yettiği halde kardeşine yardım etmiyorsa, Allah onu kıyamet günü mahlukatın önünde rezil eder.”

Ebü’d-Derdâ (ra), Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Her kim, kardeşinin arkasından onun haysiyet ve şerefini korursa, kıyamet günü onun haysiyetini korumayı Allah üzerine almıştır.”

Bir hadis de şöyledir:

“Her kim, kardeşinin arkasından onun haysiyetini korursa, kıyamet günü onu cehennem ateşinden korumayı Allah üzerine almıştır.”

 

Gıybete Götüren Sebepler

Şunu iyi bil ki, insanı gıybete sürükleyen sebepler çoktur. Bunlar on bir maddede özetlenebilir. Bunlardan sekiz tanesi, herkesi ilgilendirir. Üç tanesi de din ehli ve havasla alakalıdır.

1. Öfkesini gidermek için gıybet: 

İnsan, bir sebeple birine kızıp, öfkesi artınca, adamın ayıplarını anlatarak öfkesini sakinleştirir. Şayet kendisini engelleyecek dinî hassasiyete sahip değilse haliyle dili gıybete kayar. Bazen de kızgınlığını bastırır, ancak kızgınlık içinde gizlenir ve sabit bir kine dönüşür. Böylelikle sürekli gıybete sebep olur. Kin ve öfke, gıybete sürükleyen en büyük faktörlerdendir.

2. Arkadaşlara uymak için gıybet: 

Kişi arkadaşlarına uyarak onların gıybet etmelerine yardımcı olur. Arkadaşları gıybetle gönül eğlendirirken, onların zoruna gider ve kendisinden nefret ederler endişesiyle, onlara karşı çıkmayı ya da o meclisi terk etmeyi uygun görmeyip konuşmalarına izin verir. Bu davranışının da güzel geçim ve hoş sohbet olduğunu zanneder.

Bazen arkadaşları bir şeye kızınca, o da o şeye kızması gerektiğine inanır. Böylelikle gizli ve açık her zaman onlarla birlikte olduğunu ifade eder. Onlarla beraber ayıp ve kusurları sıralamaya başlar. Bu yanlıştır.

3. Kendini savunmak için gıybet: 

Birinin kendi aleyhine hareket edeceği, dil uzatacağı, itibarlı biri yanında onu rezil edeceği ya da aleyhine şahitlik yapacağı hissine kapılır. Onun yapacağı şahitlik geçersiz olsun diye arkadaşı onu kötüleyip ayıplamadan önce kendisi çabuk davranarak onu kötüler.

Ya da şöyle bir yöntem uygular: Peşine yalan sıralayabilmek için ilk önce arkadaşı hakkında doğru olan şeylerden bahseder. Yalanlarla doğruları birbirine karıştırarak, “Ben yalanı hiç sevmem. Bakın size şu şu halleri haber vermiştim. Mesele benim dediğim gibidir.” der ve kendini bu şekilde haklı göstermeye çalışır.

4. Yanlışı başkasına nispet ederek gıybet: 

Yanlış yaptığı bir şey kendisine isnat edilen kişi ondan sıyrılmanın yollarını ararken, başkasının yaptığı yanlışları diline dolar. Halbuki kendini temize çıkarırken, başkasını kötülememeliydi. Bazen bu kimse başkasının da o yanlışta kendisine ortak olduğunu zikrederek suçunu hafifletmek ister.

5. Övünmek için gıybet: 

Bazıları başkasının noksanını ortaya çıkarıp kendini yüceltmek ister ve “Falan cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır...” gibi sözler söyler. Gayesi, kendisinin faziletli olduğunu ispatlamak, daha bilgili olduğunu göstermektir. Bazen de o kişinin hak yanında itibarının yücelmesinden korkar ve bu nedenle aleyhinde konuşur.

6. Haset ve kıskançlıkla gıybet: 

Bazıları insanların sevdiği ve ikram ettiği birinin övülmesini istemez. Bu nimetin ondan gitmesini arzular. Bu maksadı için de onu kötülemekten başka hiçbir yol bulamaz. O kişinin insanlar yanındaki şeref ve haysiyetini düşürerek sevgi ve ikramdan uzaklaştırmak ister. Zira insanların ona ikramı, övgüyle bahsetmesi hasetçiye çok ağır gelir. Bu, hasedin ta kendisidir. Bu durum gazap ve kin değildir, çünkü bu ikisi, ilgili kişiye karşı suç işletebilir. Haset ve kıskançlık ise bazen iyi dostlar arasında da görülebilir.

7. Eğlenmek için gıybet: 

Bazıları şakalaşmak, gönül eğlendirmek, zamanı gülüp eğlenerek geçirmek için başkasının ayıplarını zikreder ve insanları güldürecek şeylerini anlatır. Bunun kaynağı da kibir ve kendini beğenmektir.

8. Alay için gıybet: 

Bazısı başkasını küçük düşürmek için onunla alay eder. Bu, o kişinin yüzüne karşı ya da arkasından yapılır. Bunun kaynağı da yine kibir ve alay edilen kimseyi küçük görmektir.

 

Din Ehlini ve Seçkin İnsanları Gıybete Sürükleyen Sebepler

En ince ve zor ayırt edileni, din ehlini gıybete sürükleyen sebeplerdir. Çünkü bu sebepler, şeytanın hayır altında gizlediği şerlerdir. Onda görünüşte hayır vardır, ancak şeytan onun içine şerri karıştırmıştır. Bunlar şöyle olur:

1. Hayret ve şaşkınlık ifadesiyle gıybet:

Şaşkınlık ifadesi kişiyi, dinde yapılan bir hata veya bir yanlışı gıybet yoluyla dile getirmeye sevk eder.

Mesela, “Falancadan gördüğüm şeye çok şaşırdım!” der. Bu sözüyle doğruyu söylemiş ve gördüğü yanlıştan dolayı hayretini ifade etmiş olabilir, ancak hayretini, o kişiyi belirtmeden ifade etmelidir. Hayret ifade ederken kişinin ismini de araya koydurmak şeytan için çok kolaydır. Böylelikle farkına varmadan gıybet etmiş, büyük bir günah işlemiştir. “Falancaya şaşıyorum, filanın yanında nasıl oturuyor? O cahilin biridir!” gibi sözler de gıybete girmektedir.

2. Şefkat görünümünde gıybet: 

Bazısı, birinin başına gelen dertten dolayı üzülür ve: “Zavallı adam! Onun başına gelenler beni üzdü!” der. Üzüntüsü doğrudur, ancak bu üzüntü, ona adamın ismini vermemesi gerektiğini unutturur ve böylece gıybete girer. Onun adına üzülmesi, şefkat göstermesi, hatta hayrete düşmesi hayırdır ancak hiç farkında olmadan şeytan onu şerre sürüklemiştir. Üzülmek, şefkat göstermek adını anmadan da mümkündür. Kişinin, onun adına üzüntü duyup, şefkat göstermekle elde ettiği sevabı yok etmek için, şeytan onu ismini de anmaya kışkırtır.

3. Allah için kızma adına yapılan gıybet: 

Kişi bazen birinin yaptığı yanlışlığı işittiği ya da gördüğü zaman gıyabında kızar. Onun ismini vererek kızgınlığını ortaya koyar. Aslında onun yapması gereken, iyiliği emredip, kötülükten sakındırarak, gidip bizzat kusur işleyene kızmalı; onun kusurunu arkasından anlatmamak, adını gizleyip yanlışını yaymamaktı.

Bu üç hususu, insanların çoğu hiç fark edemez. Kusur işleyene şaşkınlık, şefkat ve kızmak Allah (cc) için olunca onun arkasından konuşmanın bir sakıncası olmaz zannedilir. Bu düşünce hatadır. Gıybete ancak, ismi anmaktan başka hiçbir çaresi kalmadığı bazı özel hallerde izin verilmiştir. Bunun açıklamasını ilerideki sayılarda işleyeceğiz, inşaallah.

Gelecek sayımızda, dili gıybetten korumanın çarelerini paylaşmaya çalışacağız inşaallah.

Allah’a (cc) emanet olun...

 

Kaynakça:

Hüccetü’l İslam İmam Gazalî, Dil Belâsı, Semerkand Yayınları, 2011.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:03

EZELDEN EBEDE AHDE VEFA

ezelden ebede ahde vefa

Ezelden Ebede Ahde Vefa - Nurten Özen

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Ezelden Ebede Ahde Vefa

 

Hamd alemlerin Rabbi, asla vadinden dönmeyen yüce Rabbimize; salatu selam el-Emin olan Efendimiz’e, O’nun aline ashabına etbaına, ekmeli varislerine olsun. 

Ahd, söz vermek; vefa da sevgide sebat etmektir. Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i celilesinde; ahdi ilahiyyeye riayet, ahitlerine vefa edenleri medhü sena ve ahitlerine vefa gösterenlere de kendisinin vefa buyuracağını emir buyuruyor. Bu ahdü misakın Bezm-i Elest’te umum ruhlarla olduğu naslarla sabittir. Efendimiz (sav): “Ahdi olmayanın imanı yoktur.” buyurmuştur.

Bir zamanlar Allah Teala insanlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da “Evet Rabbimizsin, biz buna şahidiz!” demişti.

Hz. Ömer Efendimiz Hacer’ül Esved’i öperken “Ey Hacerü’l-Esved! Ben bilirim ki sen bir taşsın. Fakat ne yapayım ki Hz. Rasul-ü Ekrem’in seni öptüğünü gördüğüm için seni öpüyorum!” diye buyurmuş ve Ömer’in (ra) bu beyanını Hz Ali (ra) efendimiz işittiği zaman: “Ya Ömer! Hacerü’l-Esved senin dediğin gibi değildir. Cenabı Hakk’ın bizimle olan ahdi ilahisi bu Hacerü’l-Esvedi’n içerisindedir. Kıyamet günü bunu bize izhar edecektir.” diye buyurur.

Erzurumlu Osman Bedrüddin hazretleri: “Evliyaullahın elini öpmek de bu kabildendir.” buyuruyor. İnsan tevbe edip bir yola intisap etmekle elest bezminde verdiği sözü yenilemiş olur.

Bir gün Peygamber Efendimiz, Muaz İbn Cebel’e: “Söyle bakalım! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” diye sordu;O da bir sahabi inceliğiyle;

“Allah ve Rasulu daha iyi bilir!” dedi.

O zaman Allah’ın sevgili elçisi sorduğu soruyu şöyle cevapladı:

“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı; sadece O’na kulluk edip O’ndan başkasını ilah edinmemesidir. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise bir başka varlığı ilah yerine koymayan kullarına azap etmemesidir.”

Allahu Teala biz insanları tek başına değil, birlikte yaşamamız için yaratmıştır. Bir arada yaşamanın gereği olarak insanlar birbiriyle ticaret yapar, anlaşmalar, sözleşmeler yapar, borçlanır, evlenir.

“Cenabı Hakk da onlardan yaptıkları anlaşmaların, sözleşmelerin gereğini yerine getirmelerini ister.” (Maide 5/1)

“Allah’a söz vermek anlamına gelen anlaşmalara, sözleşmelerine ve ettikleri yeminlere sadık kalmalarını arzu eder.” (Nahl 16/91)

“İnsanın verdiği sözden dolayı sorguya çekileceğini hatırlatır.” (İsra 17/34)

İnsanlarla yapılan her türlü anlaşma ve sözleşmelerin Allah’a söz vermek anlamına gelmesi müslümanı düşündürmelidir.Şunu hiç unutmamalıyız; sözünde durmak müminin, caymak münafığın özelliğidir. (Buhari, İman, 106)

Mümin; münafığa benzemekten şiddetle kaçınmalı, verdiği sözü tutup ettiği vadi mutlaka yerine getirmelidir. O zaman ödülü de büyük olacaktır.

Çünkü sevgili Peygamberimiz şu konulardaki tavsiyesini tutana cenneti garanti etmiştir. Bunlar:

Konuştuğu zaman yalan söylememek, vaadinden dönmemek,

Emanete hiyanet etmemek, gözünü, elini ve cinsel organını haramlardan korumak.

Peygamber Efendimiz, kendisinden bir şey istendiği vakit, elinde varsa hemen verirdi. Elinde yoksa ilk fırsatta vermek üzere vaatte bulunurdu. Birine söz verince de, her ne pahasına olursa olsun yerine getirirdi.

Hz. Ebubekir (ra) O’nun bu özelliğini çok iyi bilirdi. Halife olduğu günlerde Bahreyn’den çokça mal gelince ashab-ı kiramı topladı ve onlara: “Hz. Peygamber içinizden birine ilerde vermek üzere vaadde bulunmuş muydu?” diye sordu. Bazılarına “Elime mal veya para geçerse sana yardım ederim!” dediğini öğrendi ve Allah’ın Elçisinin onlara olan vaadini yerine getirdi.

Peygamber Efendimiz’in haber verdiğine göre: “Kıyamet günü, sözünde durmayan kimsenin arkasına bir bayrak dikilecek, vefasızlığının derecesine göre o bayrak yükseltilecek ve: “Bu bayrak falan adamın gösterdiği vefasızlığının işaretidir!” diye ilan edilecek; ne yazık ki en vefasız kimseler kamu yöneticileri arasından çıkacaktır.” (Buhari, Cizye, 22)

Allah Teala’nın, kıyamet günü kendilerine yakınlık göstermeyeceği üç gurup insandan biri: “Vallahi, billahi!” diye and içtikten sonra sözünden cayanlardır. (Buhari, Büyü, 10)

İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Ruhu’l Beyan’ında bu bahse dair şu fıkrayı nakil buyuruyor:

Geçmiş zamanda Numan ibni Münzir namında bir Arap emiri var imiş. Senenin bir gününde sabahleyin erken ilk olarak kime tesadüf ederse ona ikram eder ve diğer bir gününde de gece kime tesadüf ederse onu da idam ettirirmiş. Bu idam gününde, o gece badiyeli bir araba tesadüf ederek onu yakalattırır. Ve yakalattığı o Araba: Ne cesaretle bu gece kendisine göründüğünü sorar. Arap cevaben: “Ben zaten canımdan usanmışım, ancak çocuk-çoluğumun nafakasını tedarik için buraya gelmiştim.Müsade et de onlara bir şeyler tedarik ederek götürüp vereyim. Geri dönerim.O zaman beni katlettir!” der. Emir Arab’tan kefil ister, arab da bir kefil göstererek gider. Dönüş için Arab’ın bildirdiği müddet sona erer, fakat Arab gelmez. Bunun üzerine kefilini katlettirmek üzere Emir hazırlık yapar. O sırada Arab da gelir. Emir taaccüb eder ve bunların birbirlerini tanıyıp tanımadıklarını sorar. Tanımadıklarını bildirirler. Emir Arab’a: “Gidip kurtulmuş iken niçin geldin?” diye sorar. Arab da gelirim diye ahdetmişdim, dinim beni ahde vefaya sevk etti, der.

Emir biraz teemmül ettikten sonra; “İkiniz de gerek sehada ve gerekse ahde vefada birbirinizi geçtiniz. Bana bir şey bırakmadınız ki ben de onu yapayım. Ben de bundan sonra bu katil gününü kaldırıyorum!” der ve bunları affeder.

Büyüklerimiz buyuruyor ki: “Öl söz verme, öl sözünden dönme!”

Evet, insanın gerek halk ile gerekse Halık ile olan ahdine vefa etmesi gerekir.Böyle olursa, umulur ki Rabbimiz de bizim hakkımızdaki gazabını rahmete tebdil eder. Vaadinde hiçbir zaman hulf etmeyen Rabbimiz ezelden ebede ahde vefa etmemizi nasibi müyesser eylesin.

Amin.

 

Yazar: Nurten ÖZEN

 

Salı, 01 Ağustos 2017 00:01

MUTLULUK NEDİR Kİ…

Mutluluk nedir ki

Mutluluk Nedir Ki... - Gönül Pınarından

Sayı : 113 - Mayıs 2017

 

Mutluluk Nedir Ki...

 

Bütün hamdler, alemleri yoktan var eden ve insanoğlunu bu kainata eşref-i mahluk olarak gönderen, insanoğlunu mukaddes emanetin yüklenicisi ve yeryüzündeki halifesi kılan ve alemlere rahmet olarak gönderilen Nebiyi Zişan Efendimiz’e (sav) ümmet olma şerefiyle şerefyâb kılan Cenabı Hakk Teala hazretlerinedir.

Salat ve selamların en ekmeli O’nun Rasulü, Kâinatın Efendisi, yeryüzünün yegâne kılavuzu, yeri ve göğü Cenabı Hakk’ın yüzü suyu hürmetine yarattığı mutlak önder, örnek kılavuzumuz olan Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) olsun. Ayrıca O’nun pak âlinin, güzide ashabının ve onların yolunu ve izlerini sürdüren, bugüne dek o kutlu yolun bizlere ulaşması için birer ayna olarak varlığını kutlu varlığa vakfeden Allah dostlarına, salihlere, şehitlere de selam olsun.

Mutluluk bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumu. Bir isteğimiz, bir özlemimiz yerine geldiğinde duyduğumuz sevincin adıdır mutluluk. Müslüman için mutluluk denince akla hep O’nun (cc) adı gelir. O’nunla (cc) buluştuğumuz için mutlu oluruz. Mutluluk aslında insanın aradığı şeydir.

Eğer arayıp bulduysa insan, bütün dünyayı ona verseler bundan daha mutlu olamaz. Çünkü O’nunla beraberdir artık. Mutluluk olmazsa insanlar hep huzursuz olur. 

Bazen mutluluklar bize birkaç gün misafir olup da gidebiliyor. Mutluluk birkaç gün dahi olsa güzel bir şey değil midir? Asıl mutluluk o sevinçli anında olgun davranmaktır. Bazen elimize geçen bir demet çiçektir mutluluk. Ya da çocuğun eline verilen bir çikolata gibidir. Sevinç anında insana bir demet çiçek verilse o bir demet çiçeği koruyabilme sanatıdır mutluluk. Mutluluğun tarifini ne kadar yazsak, anlatsak mutluluğu anlatmaya kelimeler yetmez.

Her insanın kendisine ait çok mutlu olduğu anları vardır. Dünya denilen bu tiyatro sahnesinde “Allah’ı bilmek, onu bulmaya gayret etmek en güzel mutluluktur.” İnsan aslında mutluluğu ararken biraz mantıklı olmalı. Bazen hayal ederiz mutlu oluruz, bazen yaşar mutlu oluruz. İşte bu konuda hayal veya hakikatin birbirine nasıl uyumlu olduğunu müşahede edebiliriz.

Pek çok hayal, aslında hakikatin içerisindedir belki fakat çoğu kimse görmez. Şu dünyanın gerçekliğinden sıyrıldığımız anda, bir hayal, bize o zaman bir kurtulma halatıdır belki de. 

İnsan neyi hayal etmeli? Dünya hayatının sıkıcı olduğu anlarda gerçek ve sonsuz olanı düşünmek, hayal etmek, yönelmek… O’na (cc) yöneldiğinde içini bir mutluluk, sevinç kaplar; çünkü Mevla ilesin. O zaman bütün dünyanın nimetleri verilse insan o mutlu olduğu anı hiçbir şeye değişmez; çünkü o mutluluk onun bir ömrüne bedeldir. 

İnsanoğlunun yaratılışında mutluluk vardır. Mutluluğun sırrı ise sevgiden gelir. İnsan sevdikçe mutlu olur. Bu nedenle mutluluğu ararken mantıklı olmak lazımdır. Bir kere “insan” kendi geleceğini iyi algılamalı. Mesela, insan ne ile mutlu oluyorsa onun peşinden gidiyor. Bu konuda verebileceğimiz o kadar örnek var ki… Bunların hepsinin başında sevgi gelir, aşk gelir. İnsan her neyin peşinden gidiyorsa o işte mutlaka sevgi vardır. Kişi yaptığını sevgi ile yaptığı anda ona mutluluk verir. Yaptıkça mutlu olur. Onun aynısı olur. Ama dedik ya mantıklı bir mutluluk aramak gerekir. Mademki bu fani şeylerin peşinden gidildiğinde o kadar mutlu oluyoruz, hayatımız renkleniyorsa asıl ebedi olanı düşünüp ona adapte olduk mu nasıl bir mutluluk olur bizlerde?Bunun örneğini önceki peygamber efendilerimizde, Rabbimizin en sevgili kulu Peygamber Efendimiz’de (sav), sahabe efendilerimizde ve sâdât-ı kiramda, Allah’ın dostlarında görüyoruz. Bu nedenle beklentilerimizin içinde mutluluk arıyorsak “Asıl mutluluk nedir, nerededir?” sorusunu kendi kendimize sormamız lazım. 

İnsan bazen evinde sıkılıyor. Kendi kendine, bir kendimi dışarıya atsam, diyor. Dışarıya çıkınca sanki sıkıntısı gidecekmiş gibi. Aslında insan o an mutluluk arıyor. Ama o mutluluk nerede? Bunu anlayamayabiliriz. Oysa Rabbimiz mutluluğun asıl kaynağını bize buyuruyor: “Hayya alesselah, hayya alel felah” haydi huzura, haydi feraha, haydi mutluluğa, haydi sevince… Yani ey kulum bana yönel, bana gel… İşte bu mutluluğu aramak, bulmak lazım.

Büyükler öyle buyurmuş ya: “Ara sende, bul sende. Ara sen de, bul sen de.” Onu anlatan, O’nu tanıtan, O’nunla buluşmayı öğreten bir dostu olması lazım insanın. İnsan kendi kendine bulamaz. Kendi başına kalırsa, kendini dışarıya atarsa boş şeylerin peşinden koşar ve mutlu olduğunu zanneder. Oysa kamil bir dostu, iyi bir arkadaşı ona gerçek mutluluğu anlatacak, öğretecektir. O zaman mutluluğu hayal ederken o hayalin içinde bulur kendini. O’nun (cc) isminin anıldığı yerde, O’nu sevenlerin meclisinde bulur kendini ve orada mutlu olur. Kendi mutluluğuyla oradaki insanların mutluluğunu birleştirir. 

Kâinatın Efendisi buyuruyorlar ki “Mümin müminin aynasıdır.” İnsan mutluluğu daha elle tutulur hale getirebilir. Mutluluğunu şekillendirir. Bunun dışındaki arayışlarsa hep boşa çıkacaktır.

Mademki bu dünya bir imtihan dünyasıdır, buna imanı nedeniyle o imtihan dünyasında dahi mutlu olur. Bu durumu yine Peygamber Efendimiz’de ve sahabelerinde kolayca görebiliriz. 

Kendimize uygun bize yakışır mutluluklar arayalım ve bulalım. Bunlarla mutlu olalım. Hem hikmeti ilahi de bizden böyle bir mutluluk ister.

Zira bu dünyada insan ancak bu kadar mutlu olabiliyorsa bu mutluluğumuz hayatımızı lezzetlendirip tatlandırıyor ama doyurmuyorsa dünyanın fani oluşundandır. Ancak ve ancak mutluluğun gerçek anlamını ahirette yine o mutluluğu gerçek manada anlayanlarla birlikte yakalayabiliriz. Hayal gücümüzü ve mutluluğumuzu, sevincimizi buna göre ayarlamalıyız. 

Aşık sever, mutlu olur. Maşuk ise onu mutlu gördüğü için mutlu olur.

Rabia Hatun adlı bir şairimizin şiiri ile yazımıza son verelim:

 

“Bir kasedir alev dolu gönlüm yana yana

Men ta senin yanında dahi hasretem sana

Yaşlar dökende söndürmez ateşimi su...

Sunsan elinle kanımı içsem kana kana..

Olsamdı ben sema, olsandı sen hava.

Alsamdı ben seni dem dem, nefes nefes...

Olsamdı ben zaman, olsandı sen mekan,

Eflaki dolduran bir aşk olurdu bes.

Pâyın sedası gelse de sen hiç gelmesen

Men beklerem kıyamete dek vuslat istemem.

Bulsam izinle semtini, ol semte ermesem.

Akşam zamanı hasretin encamı gelmeden.

 

Yazar: Gönül Pınarından

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort