JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Esiri Olduğumuz Tutkularımız Bizi Perişan Ediyor - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 112 - Nisan 2017

 

Esiri Olduğumuz Tutkularımız Bizi Perişan Ediyor

 

İslami hükümleri menfi ve müsbet şeklinde ikiye ayırabiliriz. Menfi hükümler haramlar, tahrimi ve tenzihi mekruhlar, müfsitler ve en sonuncusu mübahlar var. Mübahın bir hükmü yok. Ortada, sevabı da günahı da olmayan şeyler… Müspet olan hükümler farzlar, vacipler, sünnetler, müstehablar diye zikredilmiştir. 

Her iki taraftan da birinci derecede olanlar kati-kesin nas ile yapılması veya yapılmaması emredilen şeyler. Yani farz ve haram noktasında bunları bir denklemde düşünün, her ikisi de kati nasla sabit. Veya edillei şeriyye dediğimiz dört delille de tespit edilmiş şeyler. Namazın farziyyeti, içkinin haramiyyeti gibi… Bunlar hakkında naslar var, hükümler var. Farz olan hükümler ve terk edilmesi farz olan hükümler; onlar da tersine farzlar… 

Vacip olanlar yine nasla haklarında emir var ama farzlar kadar kesin değil, mutlakiyet bildirmeyen ama emredilen emirler… Kurban gibi, bayram namazları gibi, teşrik tekbirleri gibi, vitir namazı gibi… Bunlar hakkında ayet var, icma var ama farz kadar kesinlik arz etmiyor. Ulema bunun üstünde ihtilaf etmiş. Bizde vacip saydığımız şeyleri bazı ekollerde sünnet olarak gören ulema olmuş. 

Bunların karşısında olanlar da mekruhlar… Tahrimi-harama yakın olan mekruhlar; tenzihi-helale yakın olan mekruhlar. Ama neticede her ikisinin de terki emredilmiştir. Harama yakın olanı haram kabul edilmiştir. Helale yakın olsa da bunun da terki emredilmiştir. O da kerihtir, kusurdur. 

Bunun dışında kalanlar; müstehab olan şeyler yapılmadığında bir sıkıntıya yol açmayan, külfet gerektirmeyen ama yapıldığında ecir kazandıran şeylerdir. Müstehab yaparsan güzeldir sana uhrevi bir menfaat sağlar, terk ettiğinde bir vebali yoktur. Bazı nafileler bu kabildendir. 

Müfsitler; onu yaptığında amelini bozar, ameli ifsat eder. Bir müfsit fiille uğraşsan ameli iptal eder bu da sakıncalıdır; mekruh gibi mahsurlu görülmüştür. 

Mübah olan şeyler vardır; yeme içme, uyku gibi. Uyuyabilirsin, yiyebilirsin, içebilirsin bu helaldir ama temiz de olsa her şeyi yiyip içmedin bunda bir sıkıntı yok. Mübah olan şeylerin aşırısına kaçarsan, ifrad noktasına vardırırsan bu da müfsid olur, ifsad etmiş olursun. Aşırı su içiyorsun israftır sıhhate zararlıdır, kararınca içmen gerekir. Aşırı yiyorsun zararlıdır, kararınca olursa bir sıkıntısı yoktur. Çok uyuyorsun, sakıncalı uyku saatin belli bu da en fazla sekiz saat… Olması gereken uykun eğer sekiz saatin üstüne çıkıyorsa bu bir mümin için sıkıntıdır. Vaktin israfıdır, vakti uyku ile geçiremezsin. Beş saat ile sekiz saat arası bir uyku sıhhatli bir insana, normal bir insana kafi derecededir. Beş saat de uyusa yeter. Özellikle de yaş ilerledikçe, ellinin üzerine doğru gittikçe sekiz saatten aşağıya düşmek lazım. Yedi saat, altı saat gibi. Biraz daha yukarı çıktıkça beş saat uyku da yeterli olmakta. Bunun da fazlası zararlı olan şeyler. 

Şimdi tabi kul bunlarla mükellef. Biz bunlara efali mükellefin diyoruz. Kulun mükellef olduğu vazifeler. Bunlardan ahirette sorgulanacağız. Bunları hayatımızda nasıl tatbik ettik ne derece bunlara özen, itina gösterdik, ne derece önemsemedik bunlardan dolayı muhasebe edileceğiz. Haramlardan da helallerden de farzlardan da muhasebe ve muhakeme edileceğiz. Ben farzı yaptım bitti, yok. Cenabı Hak bunların değerlendirmesini yapacak. Nasıl yaptın bu farzı, bunlar tek tek incelenecek. 

Hal böyle olunca müminin hayatına baktığımızda bize mübah gibi, zararsız gibi görünen ama aslında bize ciddi zarar veren şeyler var. Hayatımızda uyguladığımız, tatbik ettiğimiz bizi manen sıkıntıya sokan ciddi şeyler var. 

Bunu hep ifade etmeye çalışıyoruz; mümin için helal haram bellidir. Mümin şüpheli olan şeye dikkat etme durumundadır. 

Biz şüpheli deyince şüphelileri de hep yiyip içtiğimiz şeylerde araştırıyoruz. Şu yağı yersek bu şüpheli olabilir, şu meşrubatı içersek bu şüpheli olabilir. Eyvallah da şüpheli, fiillerde de olabilir, şüpheli fiiller de vardır. Ben şu işi yaparsam bu iş de şüpheli olabilir. Çünkü o şeylerden direkt olmasa da bir cihetiyle, dolaylı yollardan harama kapı açılabilir, beni haramın içine yavaş yavaş çekebilir. 

Bir ağaç kurdu bir ahşap masanın içine girse belki onu birden yıkamaz ama seneler içinde kemire kemire, Hazreti Süleyman’ın asası misali, masayı devirebilir. Hazreti Süleyman’ın elindeki asayı yüz senede kemirmişler. Süleyman aleyhisselam yüz sene vefat etmiş bir şekilde asaya dayalı kalmışlar. Bir güve, bir kurtçuk yüz senede asayı yiyor, asa kırılıyor ve Hazreti Süleyman yere düşüyor. O zaman anlıyorlar ki vefat etmiş. Halbuki, asaya ilk dayandığında vefat etmiş. Ama vefat ettiğini anlamamışlar, Cenabı Hak satretmiş. 

Şimdi insanın içine, fiiline, ameline bu şekilde bir şüpheli şey girdiğinde zamanla insanı çökertiyor. Zamanla bakıyorsunuz ki bu insanın helallere, farzlara, vaciplere karşı gayreti azalıyor. Müminlere karşı itimadı azalıyor. Bir noktadan ona zarar veriyor. 

Bu yüzden filan meşrubat mı şüpheli, filan ekmek mi şüpheli diye araştırırken fiilleri de tetkik etmek durumundayız. Çünkü fiillerde de bu olabiliyor. Yaptığımız işleri gözden geçirme durumundayız. 

Yoksa bugün Müslümanlar Allah’a şükür uyanmışlar, meselelerini araştırıyorlar, okuyorlar, dinliyorlar. Herkes misal pepsinin, coca colanın vesair o tür içeceklerin caiz olmadığını biliyor. Hiçbir Müslüman bunları içmez diye düşünüyorum. İçmez, evine almaz, bunlardan bir menfaat ummaz. 

Ama fiiller var ki oyalanıyoruz onlarla. Bunlar günah değil… Örnek olsun diye bunu söyleyeceğim misal otuzüçlük tespih alıyoruz ve bunu elimizde sallıyoruz, bununla oynuyoruz. Evet, bu günah değil ama mahsurlu. Niye mahsurlu? Bu tesbihin maksadı Allah’ı zikir. Bununla Allah’ı zikretmen gerekiyor. Bu sana zikri hatırlatmalı eğlenceyi değil. Sen bunu eline aldın mı günahın aklına gelmeli ona istiğfar etmelisin. Peygamberin aklına gelmeli salatü selam getirmelisin. İmanın aklına gelmeli imanını kuvvetlendirmek için tevhid söylemelisin. Rabbin aklına gelmeli O’nun ismi şeriflerini esma-i hüsnasını zikretmelisin. Tesbih bunu hatırlatmalı ve sana bu konuda yardımcı olmalı. Sen bunu eline aldığında böyle sallayıp durursan evet, yaptığın iş günah değil, şeriata muhalif bir iş değil ama bunun sana bir faydası var mı? Yok. Zamanla seni gaflete düşürür. Seni zikirden alıkor. Bunu her yerde yaparsın icabında yakışmaz sana. Misal saçlı sakallı bir adamı düşünün elinde tespihi böyle sallıyor. Ne düşünürsünüz? Bunun akıldan zoru var dersiniz. 

Şimdi bu tür yaptığımız işleri oturup düşünmeliyiz. Bizim bu işi yapmaya ayıracak zamanımız var mı? Son dönemlerde tartışılıyor satranç helal mi değil mi? Bir Hocaefendi çıkmış haram demiş, şimdi birileri almış bunu yürümüş. Hatta Satranç Federasyonu hocayı mahkemeye vermiş… 

Müslümanın satranç oynayacak zamanı var mı? Müslümanın bir Subhaneke’yi okurken elli tane yanlışı varsa bu Müslümanın satrançla geçireceği zamanı var mı? Bir Müslüman henüz daha farzlarını bilemiyorsa, haramları bilemiyorsa, tahrimi, tenzihi mekruhları, vacipleri… bilemiyorsa bu müslümanın satrançla geçireceği bir zamanı var mı? Öyleyse bu Müslüman için satranç haram. Çünkü satranç oynaması onu bütün bu hayırlı işlerden, bunları öğrenmeden alıkoyuyor. Hiç mi kaza namazın yok? Hiç mi Allah’ın rahmetine ihtiyacın yok ki oturup zikretmen gerekmesin. Hele üzerine bir emanet almışsan evradı, ezkarı olan biri isen… Sen vaktini bunlarla değerlendirmelisin. Senin için satranç şüpheli ki Hanefilerden bir kısım da santrancın haram olduğuna hükmetmişlerdir. Diyelim ki helal olsa dahi senin için bu helaliyet şüpheli. Çünkü senin daha acil ve önem arz eden işlerin var. Sen bunları yapmakla mükellefsin. 

“İşte efendim ben vird yapıyorum, bir sayfa Kur’an da okudum, Allah kabul etsin, sonra da bu işleri yapıyorum!” Misal satranç oynuyorum. Satrancı örnek olsun diye söylüyorum. 

Niye iki sayfa Kur’an okusan fazla mal göz mü çıkarıyor? Virdini görevlilerle istişareli şekilde artırıp beş bin değil de on bir bin vird çeksen olmuyor mu? Allah için yaptığın şeyi arttır, sana fayda sağlayacak şeyi arttır. Yüz tane salavat söyledin, iki yüz söyle, üç yüz söyle… Al bir dini eser, bir ilmihal, bir tefsir, bir hadis mecmuası onu oku… 

Şüpheli fiillerden de sakınmalıyız yoksa kendimizi kandırmış oluruz. Allah Rasulü’nün mümini tarif ederken “O konuştuğunda yalan söylemez.” ifadesi gereğince önce kendimize yalan söylemekten vazgeçeceğiz. “Mümin emanete hıyanet etmez.” Biz de bu kadar Rabbimizin emaneti var dolayısıyla zaman emanet bize, nefeslerimiz sayılı. Saymış vermiş Cenabı Hak bu nefesleri ve bunları nerede harcadığımızın hesabını soracak. Zaman bize emanet, çok iyi değerlendirmek durumundayız. 

Mümin “Ahdine riayet eder.” buyuruyor Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam). Bizim Allah’a bir ahdimiz var ki bunun karşılığında bize buyrulmuş ki; 

“وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ - Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 99)

Ölüm size gelinceye kadar kulluğa devam edin. Fasıla yok, bakın ölüm gelinceye kadar. Can bedende olduğu sürece, nefes alıp verdiğiniz sürece Allah’a kulluk devam etmeli… Dolayısıyla da biz her hareketimizi, her fiilimizi, her sekinetimizi ibadetleştirmeliyiz. 

Alışkanlık haline getirdiğimiz, esiri olduğumuz tutkularımız bizi perişan ediyor. Ellerimizde telefonlarımız aşırı derecede bunlarla meşgulüz arkadaşlar. Yazık… Tespihle böyle meşgul değiliz. Telefonda belli oyunlar varmış; sürekli o oyunları takip ediyoruz. Yahu yakışıyor mu bize? Demin dedim ya şu tespihi şöyle sallasam bana yakışır mı?… 

Hepinize sorsam kaç sene oldu siz bu yola intisap edeli en geç gireniniz en az üç beş sene olmuş. Hiç mi bu yoldan bir lezzet almadık yahu insaf edelim, hiç mi bu yoldan bize bir şey öğretmediler. Nerede fırsat bulursak telefonda oyun oynuyoruz, kimse görmüyor ya! Veyahut internete bir takılıyoruz, magazin haberleri bizi meşgul ediyor. Ümmetin durumu bizi meşgul etmiyor. Rabbimizin bizim hakkımızdaki hükmü bizi meşgul etmiyor. Rasulullah’ın bize tavsiyeleri bizi meşgul etmiyor. Bizi magazin haberleri meşgul ediyor. Tayyip Erdoğan ne demiş, Binali Yıldırım ne demiş… Bu yine en insaflısı… Filan bakan ne demiş, fişman müdür ne demiş sürekli bunlarla meşgul olmaya çalışıyoruz. Peki, Allah için bana söyler misiniz Allahu Teala bunlardan birini soracak mı bize ahirette? Bunlardan birisi sualimizde karşımıza çıkacak mı? Adam o kadar takılıyor, o kadar meşgul ki buraya da gelemiyor. Telefon onu o kadar meşgul ediyor ki evinden çıkıp hatmeye, sohbete gelemiyor; tiryaki olmuş. 

Veyahut bilgisayarlara o kadar bağlanmışız ki internetti, tabletti, bilmem ne idi evde onlarla oynuyoruz. Onun bunun sitesini, facebookunu takip ediyoruz. Yahu dedikoducu mahalle kadınlarını geçtik. Mahallenin çeşmesinde kadınlar eskiden toplanır mahallede ne olup bitiyor birbirlerine aktarırlardı, dedikodu yaparlardı. Şimdi bu işi erkekler yapıyoruz. Bize haram olan kadınların bile facebooklarını takip ediyoruz. Böyle bir fetvayı nereden aldık? Elin hanımının facebookunu biz takip ediyoruz, elin hanımına bakıyoruz orda. Ya bu haram değil mi? Nasıl böyle bir şeyi yaparız? 

Eğer bundan bir ilim öğrenme adına İslami, ilmi siteleri takip ediyorsan, oradan bir tefsir, bir hadis, bir fıkhi hüküm okuyorsan aliyyülala, başım gözüm üstüne… Arkadaş orada oyun oynuyormuş. Ne oyunu? Kovalamaca oyunu, duvar atlamaca oyunu, topu önüne alıp koşturmaca oyunları varmış, bunları oynuyorlar. Yahu çocuk musunuz biraderler… Bizim evde çocuk bile bunları oynamıyor. 

Şimdi sorsam size günlük ne ders yapıyorsunuz emin olun birçoğunuzun dersi yok. Almadık değil vermişler size, almışsınız, yaptığınız yok. Tespihle oynayın biraz. Biraz örtünün altında oynayın ki bakalım neler göreceksiniz? Ders yok… Kur’an okuma yok; Ramazandan Ramazana… Kaç tanemiz Ramazanın haricinde elimize Kur’an alıp günlük bir hatim takip ediyoruz? Kaç tanemiz oturup hadisi şerif ezberlemeye uğraşıyoruz? Ama bilgisayar oyunlarını düzenli takip ediyoruz veya magazin haberlerini, dedikodu haberlerini, spor haberlerini düzenli takip ediyoruz. 

Bir Müslümanda takım tutma, sporla ilgilenme olabilir mi, nedir bu spor hastalığı? Bunlar takıntı… Bunlar imana zarar şeyler. Bazen esprisine soruyorum arkadaşlara; hangi takımlısın? Fenerbahçeliyim diyor, Galatasaraylıyım diyor… Niye? Senin takımın Nakşibendilik. Sen bir araştır bak ki Nakşibendiler neler yapmışlar dünyada. Araştır bak Şahı Nakşibend kimdir, Hazreti Ebubekir neler yapmış bunu araştır. Hangi futbolcu nerden nereye transfer olmuş, bunları biliyorsun. Rasulullah’ın ashabını araştır. Sen sahabe takımını tut, ehli beyt takımını tut, merakın bunlara olsun. Tuttuğun takımın on birini, teknik direktörünü say desem hepsini sayacaksın, sana on iki imamı say desem hiçbirini bilmiyorsun. Allah’ın velileri bunlar, Peygamberin torunları… Peygamberimizin ailelerini say desem sana bilmiyorsun. “Ümmehatul müminin - onlar sizin annenizdir.” buyuruyor Kur’an. İmanınla kabul ettiğin, anne dediğin insanların isimlerini bilmiyorsun. Bilsen onlardan istimdat edeceksin, şefaat isteyeceksin. Ama sahada oynayanların isimlerini, teknik direktörünü, kaptanını, en çok gol atanını… biliyoruz. 

Kuran’ı Kerim de zikredilen yirmi sekiz Peygamberi söyle, yok bilmiyoruz. Peygamberlerle işimiz yok ama Akp’nin milletvekillerini say desem sana hepsini sayıyorsun. Nasıl bir ters işleyiş bu? 

Bakın bu yüzden de birbirimizle paylaşabileceğimiz çok şeyler olmuyor. Şurada birkaç kelime muhabbet ediyorsak ediyoruz buradan ayrıldıktan sonra birbirimizle paylaşabileceğimiz bir şey olmuyor, sohbet yok. Hangimiz evde bacımızı karşısına alıp da onunla sohbetleşebiliyor. Şöyle bir çay koyup şurada dinlediklerini evde yeniden sağlamasını yapma sadedinde bir etüt yapabiliyor. Yok… Bacılarla, yengelerle paylaştığımız bir şey yok. Niye; eve gidince bilgisayar bizi bekliyor. Ama düşünmüyoruz ki yenge de bizi bekliyor belki. O da hasretle bekliyor ki dergahtan-mescitten bir şey getirdi mi bana. Gönlüme bir ilaç, bir zikir, bir nur getirdi mi? Yok. Yersek yemeğimizi yiyoruz, hayvani yönümüzü tatmin ediyoruz, ondan sonra oturuyoruz bilgisayarın veya televizyon başına. 

Peki, biz dünyada bunlar için miyiz?

Efendimiz bu zikrettiğimiz hadiste münafığın alametini bazı rivayetlerde üçtür, bazı rivayetlerde beştir buyuruyor. Bazı rivayetlerde yine nifakın dört alametinden bahsediyorlar. Bunlar bir, “Konuşunca yalan söyler.” Bana yalan söylemen şart değil, kendine yalan söylüyorsan yalancısın. Münafık konuştu mu yalan söyler. İki, münafık emanete riayet etmez. Emaneti zayi eder, kimden olursa olsun. Üç, münafık ahde riayet etmez, sözünün eri değildir onun ipiyle kuyuya inilmez. Dört, din ilimlerini öğrenmek istemez. Dininde alim, bilgin olmak istemez. Anadan babadan kulaktan dolma ne öğrenmişse onunla yetinir. Beş, konuştuğunda kötü söyler. Kızınca, damarına basınca kötü, çirkin söz söyler. Söver, siler, hakaret eder. 

Bunları Cenabı Peygamber münafıklık alameti olarak zikrediyor. Hep söylüyoruz bunu: Hazreti Ömer ikide bir gidip Rasulullah’ın en yakın arkadaşlarından ve sır kâtibi olan Huzeyfetul Yemani’ye soruyor: “Ben münafık mıyım? Sen ben de münafıklık alametleri görüyor musun?” Ömer soruyor…

Hazreti Ömer ben münafık mıyım diye sorarsa sen ben düşünelim ki biz nasıl sormalıyız? Hasan Basri (rahmetullahi aleyh): “Siz ashabı görseniz deli derdiniz, onlar sizi görse dininizden şüphe ederdi. Bunlar hangi dinden diye sorarlardı…” diye buyurmuş. Arada yaklaşık elli senelik bir zaman farkı var, elli sene sonraki ümmete bunu söylüyor. 

Şimdi biz bu iki zaviyeden; Hz. Ömer’in ve Hasan Basri’nin zaviyesinden kendimize bakalım ve Efendimiz’in saydığı şu maddeleri kendimize bir ölçelim. 

Bizim için caiz olmayan sadece briç, pişpirik, tavla oynamak değil… O bilgisayar oyunlarını oynamak, telefonlarda oyun oynamak bizim için tavla gibi, bizim için o taş dizme (okey) gibidir. Farkı yok. 

“Ya burada bir günah yapmıyoruz!” Ne demek yahu, zamanı israf ediyorsun. Senin israf edecek zamanın var mı? Senin için her nefes son nefes değil mi? Nasıl yaşıyorsun sen? “Allah israf edenleri sevmez.” diye hiç Kur’an’da duymadın mı? İsraf edenler şeytanın kardeşleridir, duymadın mı? Bu sanki zaman için söylenmemiş mi? Bu israf sadece para için mi, yeme içme için mi? Ömür israfı, zaman israfı… ki bu kadar insanlık senden belki bir fayda beklerken, emri bil maruf beklerken… Bunca senedir sohbet dinlemişiz, şu manevi medresede bir şeyler öğrenmişiz, öyle ise bunu çıkıp çevremize anlatalım, çevremizle paylaşalım. 

Bakın bugün sırf Türkiye için kaç bin tane emekli ve halen görev yapan imam, müezzin, Kur’an Kursu öğretmeni, müftü, vaaz, murakıp var. Sayısını tam bilmiyorum ama emeklileri ve elan görevde olanları toparlasak belki iki yüz bin kişi olur. Tahminen söylüyorum, yanılıyor olabilirim. İçimizde görevli arkadaşlar var bu konuyu daha iyi bilirler. Bir de bunlara eğitimci kadroları eklersek; İlahiyat mezunu, ilahiyatta öğretim görevlisi, imam hatiplerde, maarifde din dersi öğretmeni olarak görev yapan arkadaşlarımızı… İmam hatip mezunlarını, özel eğitim almış, gerek doğu medreselerinde, gerek cemaatlere bağlı Kur’an kurslarında İsmailağa Cemaati, İskender Paşa cemaati, Süleyman Efendi Cemaati vesair cemaatleri de düşünürsek… Türkiye’de müthiş kadro var, bir potansiyel var. Bunca potansiyele rağmen şu memlekette halen gusül abdestini bilmeyen, hala helali haramı bilmeyen insanlar var. Haramın ölçülerini bilmeyen, helalin sınırlarını bilmeyen insanlar var. Anlatılmamış. Halen finans kurumlarıyla diğer bankaların farkını bilemeyen, alışverişle faizin arasındaki farkı bilmeyen insanlarımız var. 

Peki, ne yapıyor bu kadar insan? Bu kadar emekli imam, görevde imam, müftü, ilahiyatçı vesair ne yapıyor… Her biri sokağa çıkıp bir kişiye bildiklerini anlatsa seksen milyon insana rahatlıkla ulaşabiliriz. Belki Türkiye şu olduğu konumdan çok daha farklı konumda olabilir. Hepimizde biliyoruz ki emri bil maruf nehyi anil münker bize namaz gibi farz, bize oruç gibi farz. Ama buna zaman ayırmıyoruz… Oynamaya zamanımız var!.. 

O kahvedeki adamın fayans dizmeye ne kadar zamanı varsa bizim yaptığımız işin de ondan farkı yok. Eğer bizde bilgisayar başında öyle oyunlar oynuyorsak aynı o kahvedeki adam gibiyiz kusura bakmayın. O adam ıstakanın başında kahvede fayans diziyor bizde telefondan, internetten boncuk oyunu oynuyoruz, top oyunu oynuyoruz bilmem ne oyunu oynuyoruz. 

Şimdi hangi mantıkla bana diyeceksiniz ki okey haram da benim ki helal. Bunun bir mantığı var mı? Onunki niye haram, kahvede oynuyor diye mi? Seni kimse görmüyor, kimse görmeyince (!) seninki helal… Senin düştüğün en büyük haram bu işte: beni kimse görmüyor. Sen Allah’ın seni gördüğüne inanmıyorsun, sıkıntı burada. Sen ihsana ermiş olman gerekirken, Allah’ı görürmüşçesine, O’nun seni gördüğünü unutmaksızın hareket etmen gerekirken sen, seni kimse görmüyor diye bu kadar rahat hareket ediyorsun. Sıkıntı burada, senin haramın burada…

 

Cumartesi, 01 Temmuz 2017 09:55

Temmuz 2017 Mukaddime

Temmuz 2017

Sayı : 115 - Temmuz 2017

 

Kıymetli kardeşlerim;

Manevi yoğunluğun zirve yaptığı bir iklimden geçtik. Rabbimiz (cc) lütfu ve inayetiyle rahmet kapılarının ardına kadar açık olduğu bu maneviyatı yüksek mevsimi güzel alışkanlıklar kazanarak tamamlamışızdır, inşaallah.

Elbette ki, Rabbimizin mahza lütfundan ikram ettiği bu manevi nimetler bizleri daha fazla gayret getirmek içindir. Normal zamanlarda günahlarla kirleterek tıkadığımız manevi damarlarımızın adeta manevi anjiyo ile açılmasına sebep olmaktadır. Kısıtlanmış olan hareket alanlarımız genişlemeye başlamaktadır. Bunun neticesinde de ibadetlere olan meylimiz artmaktadır. Daha bir iştiyakla ibadet etme, ibadetlerden lezzet alma hasletleri oluşmaktadır.

Burada dikkat etmemiz gereken bu hallerimizi muhafaza etmektir. Yani kalb hastası bir insanın damarları açıldıktan sonra doktorların ona şunu ye, şunu yeme, şu ilaçları ihtimam göstererek kullan gibi bazı tembihleri olur. Hasta bunlara riayet ederse kalbini korumuş olur. Bunlara riayet etmezse tekrar damarları tıkanır ve yaşantısı kısıtlanmış olur.

İşte manevi hallerimizde aynı bunun gibidir. Ramazan boyunca bize bazı diyetler uygulandı, bazı yeni ibadetler (teravih, Kur’an tilaveti, zikrullah gibi) yapmaya gayret ettik. Bunların sayesinde manen sıhhate kavuştuk. Bundan sonra yapmamız gereken ise işte bu hali korumaktır. Ramazandan sonra da elimizden geldiği kadar bu ibadetlerimize devam etmeliyiz. Özellikle sohbet meclislerine devam etmek bizlerin bu devamlılığı sağlamasına yardımcı olacaktır. Çünkü insanoğlu unutkandır. Sohbet meclislerinde büyüklerimiz bizlere sürekli hatırlatmada bulundukları için, bu unutkanlığımıza da çare olacaktır.

Cenab-ı Hak bizleri yolundan ayırmasın ve sevdikleriyle haşretsin. Amin...

 

Temmuz 2017

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin TEMMUZ 2017 sayısı çıktı.

 

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “DİN TAMAMLANDIKTAN SONRA TEDRÎCİ DAVRANILAMAZ” Başlıklı sohbetlerinde:

''Sual: Efendim, İslam’ın ilk nazil olduğu dönemde belli meselelerde bir tedricilik var. İçkinin üç aşamada haram kılınması gibi… Bugün tedricilik Müslümanlara uygulanabilir mi? Cenabı Hak artık Müslümanlardan bu tedriciliği, yavaş yavaşlığı bekliyor mu? 

Cevap: Yok. Çünkü Cenabı Hak “Sizin için dini tamamladım, nimetimi kemale erdirdim.” (5/Maide,3) buyuruyor. Buradaki nimetten kasıt da din ve kitaptır. Kastedilen Kur’ân-ı Kerim ve dinin kendisidir. Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerim’in, yine Kur’ân-ı Kerim’de ellinin üzerinde isimleri var. Hidayet buyuruyor Cenabı Hak, Nur buyuruyor, Furkan buyuruyor, Ruh buyuruyor… Cenabı Hak Kur’ân-ı Kerim’i değişik isimlerle tesmiye ettiği gibi iki yerde bizim anlayışımıza göre çok farklı isim kullanmış. Birisi, Rızık kelimesi. Kur’ân-ı Kerim’e rızık buyuruyor, Cenabı Hak. Rızkı manevi olması hasebiyle, ruhun gıdası olması hasebiyle… İkincisi de işte bu ayeti kerimede de “Nimetimi tamamladım, kemale erdirdim” buyurarak, nimet ifadesini kullanıyor. 

Biz bu iki ifadeyi hep yenilip içilecek şeyler olarak algılıyoruz da bu bizim yanlışımız. Nimetin tamamlanması, yani dinin Kur’ân’ın tamama ermiş olması…

Dolayısıyla da biz bu bütünü görmüşüz ve bütüncülü kabullenmişiz. Bundan sonra bir tedricilik yok. Çünkü bunlarla birlikte bir de cezai müeyyideler var. Yani tedricilik olsa ceza olmazdı. Cenabı Hakk’ın misal İsrailoğullarına verdiği cezaya bakın. Bakara Suresi’nde buzağıya tapanlarla, Samirilerle ilgili Cenabı Hak onların tevbelerini kabul etmedi, ayeti kerimeyle bu sabit. Tevbelerini kabul etmedi ve buyurdu ki: “Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti.” (2/Bakara,54). 

Kendinizi katledin, öldürün! buyurdu. Ama bunu onlara intihar şeklinde de emretmedi, intihar etmelerine de izin vermedi. Misal her biriniz kendinizi bıçaklayın, bu suretle kendinizi öldürün; buna izin vermedi. Buyurdu ki bir bulut göndereceğim o bulut her şeyi kapatacak, ortalığı karartacak. Siz o sırada birbirinize saldırın. Bir bulut geldi ortam karardı bunlar birbirlerini görmediler kılıçlarla birbirlerine saldırdılar. Kimi misal oğlunu öldürdü, kimi babasını öldürdü, kimi dayısını, amcasını öldürdü; birbirlerini katlettiler. 

Daha o dönemin Peygamberi Allahu Teala’ya dua ediyor. Buyuruyor ki; Ya Rabbi benim kavmim, ümmetim kendini böyle helak edecek, geriye ibadet edecek kimse kalmayacak sen bunları bağışlasan, affetsen. Cenabı Hak o Peygamberin duasını kabul buyuruyor, ona icabet buyuruyor. Buyuruyor ki; Tamam, kalanlar tevbe etsin, onların tevbeleri makbul, ölenlerinı de şehit yazdım… Sonradan ama… Başta tevbelerini kabul etmedi kendinizi cezalandırın, kendinizi öldürün buyurdu. 

Şimdi Cenabı Hak bize böyle bir ceza vermiyor; bize tevbe edin tevbenizi kabul edeyim, buyuruyor. Bundan daha güzel bir tedricilik olur mu? Yoksa “Günahı yavaş yavaş terk edin!” bu anlamda tedricilik olmaz. Çünkü biz her an ölümle karşı karşıyayız.'' Buyuruyorlar.

 

Netice-i Meram bölümünde Vahdettin ŞİMŞEK; “İnsan Kâmil Olunca Değerini Bulur” ve Andelib; “Kaliteli İnsanı Ancak İnsan-ı Kamil Yetiştirebilir” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

 

Abdülkadir Visâlî - Dünya Bir Değiş-Tokuştan İbarettir - 2

Tamer Doymuş - Rasulullah Efendimizi Ziyaret

Sâlik-i İrfân - Allah'a Yemin Ederim ki Ben Sizin İyiliğinizi Düşündüm

Veysel Özsalman - Unutmak

Yusuf-i Kenan - Çocuklarımızdan Beklentilerimiz

Yusuf Fuad - Hayır ve Şer

Fatih Yıldızlı - Kaliteli İnsan Olmak

Şeb-i Vuslat - Dil ve Afetleri Gıybet Etmek - 5

Mine Şimşek - İbadette İhlasa Ulaşabilmek

Nurten Özen - Beri Gel Barışalım, Yad İsen Bilişelim

Gönül Pınarından - Aşk Yolculuğu

 

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

Perşembe, 01 Haziran 2017 17:09

Haziran 2017 Mukaddime

Haziran 2017

Sayı : 114 - Haziran 2017

 

Gülzâr-ı Hâcegân dergimizin kıymetli okuyucuları;

Dergimizin Haziran sayısıyla birlikteyiz. Mübarek Ramazan ayının manevi ikliminde dergimizin dolu ve doyurucu içeriği ile bu manevi havaya bir katkı sağlamayı umuyoruz.

Hâce Hazretleri (ksa) ve hâcegân ihvanının umre ziyaretlerinden dönüşleriyle birlikte bu manevi havanın daha da yoğunlaştığı düşüncesindeyiz. Mübarek topraklardan dönüşleri ile adeta Kabe-i Muazzama’nın kokusunu ve Ravza-i Mutahhara’nın maneviyatıyla birlikte Efendimiz’in (sav) ruhaniyetiyle birlikte geldiler. Ramazan-ı şerif her yıl gelişiyle bizleri mesrur ediyordu. Fakat umre ziyaretçilerinin getirdikleri manevi hediyelerle birlikte ramazan-ı şerife girmemiz başka bir manevi haz kazandırdı. Lâ teşbih sanki Efendimiz (sav) ile birlikte bu manevi iklime girdik. Her türlü hasretimiz giderilmiş oldu.

Bu duygular içerisinde ibadetlerimizi ifa etmeye çalışırken elbette ki İslam beldelerindeki kardeşlerimizi de unutamıyoruz. Gerek ramazan-ı şerifin, gerek kavuşacağımız Kadir gecesinin ve bayramın bizlere verdiği manevi yakınlıkla Rabbimiz’e (cc) daha bir içtenlikle yakararak ümmet-i Muhammed’in her türlü musibetlerden halas olmasını niyaz edeceğiz.

Şurasını unutmayalım ki, Hak Teala Hazretleri bizleri önce nefsimizle, sonra da birbirimizle olan muamelelerimizle değerlendirecektir. Nefsini terbiye ve tezkiye edememiş bir mümin asla başkaları için fedakarlık yapamaz. Bunu da göz önünde bulundurarak kendimizi de asla ihmal etmemeliyiz. Bunun içinde sürekli olarak tevbe hali üzerine olmalıyız. Nefsimizin haz duyacağı manevi haller bile olsa o hallerden vazgeçmeliyiz ki hem kendimize hem de din kardeşlerimize fayda sağlayabilelim.

Dolayısıyla bu manevi iklimde elde edeceğimiz her türlü kazancımızı nefsimize kurban etmeden Allah’a yakınlaşmaya vesile kılabilmeliyiz. Bunun içinde Allah dostlarının eteğine daha bir sıkı sarılıp onların nasihatlerini en kıymetli varlığımız olarak görmeliyiz.

Bu duygularla, dergimiz yayın kurulu adına hepinizin bayramını tebrik ediyor, hayırlar getirmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.

 

Haziran 2017

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin HAZİRAN 2017 sayısı çıktı.

 

HÂCE HAZRETLERİ’NİN (ksa) “KİMSE MÜHENDİS, DOKTOR, HUKUKÇU OLMAK İÇİN YARATILMADI, HERKES KUL OLMAK İÇİN YARATILDI” Başlıklı sohbetlerinde:

''İmam Hasan Basrî hazretleri bir gün yolda yürürlerken yüksek sesle gülen bir genç görmüşler. Artık ne görmüş de gülmesine vesile olmuş bilmiyoruz ama hazreti imamın dikkatini çekiyor ve ona soruyor: 

-Evladım sana ahirette sırat köprüsünü geçtin diye bir müjde mi geldi? 

-Yok efendim, diyor genç. 

-Peki, seni cehennemden halas ettik, sana cehennem hiç göstermeyeceğiz; böyle bir haber mi sana ulaştı?

-Hayır efendim, öyle bir haber de gelmedi. 

-Sen cenneti kazandın, seni Cenabı Hak cennetine koyacak; böyle bir müjde mi aldın?

-Hayır efendim, öyle bir müjde de gelmedi.

-Peki, yavrum bu gülmenin, bu kadar neşeli olmanın sebebi nedir, böyle kahkaha ile gülüyorsun, çok sevinçlisin, bunun sebebi nedir? 

Genç kalıyor. Ve rivayet ediliyor ki; Basra’da ondan sonra o genci görmüşler, ömrü boyunca o genç bir daha gülmemiş. Yürürken başını yerden kaldırmamış, bir daha gülmemiş… 

Tabi insan hayatın ölçüsünü öyle insanlardan almalı. Bu inanan insan için… Hasan Basriler, İmam Azamlar, Cüneydi Bağdadiler vesaire o emsali zevatı kiram, inanan insanlar için örnektirler. Biz hayatımızın ölçüsünü onlardan değil de dünya adamlarından almaya kalkarsak onlardan sanki bir ateş almış oluruz. 

Düşünün insan misal bir tefeciden borç alsa o pisliği temizleyemez. Çünkü sürekli ona faiz ödemek zorundadır. O tefeci onun kanını, iliğini kurutur. Habire borcun üzerine borç bindirir. 

Şimdi insan dünya insanlarına; dünyevileşmiş, ahiret endişesi olmayan insanlara baksa, sanki onlardan bir ateş almış gibi olur, bütün hayatını yakar. Çoluk çocuğunu yakar, perişan olur. Allah’ın emrinden uzaklaşır. Sıratı müstakimi bırakır. Ne farz bilir ne sünnet bilir. Ne helal bilir ne haram bilir. Çünkü dünya adamlarının böyle ölçüleri yoktur. Onların tek ölçüsü vardır; kazanmak. Bunun nasıl olduğu, şeklinin nasıl olacağı önemli değildir. Bu zulümle mi olur, hırsızlıkla mı olur, vurgunla mı olur… Önemli değil. Önemli olan tek şey kazanmak…

Ama müslüman bilir ki kazandığı her şeyin hesaplaması var Allah’ın yanında. Günlerce aç kalmışlar Sultanu’l-Enbiya (aleyhissalatu vesselam) ve ashabı. Karınlarına taş bağlamışlar, ayakta durabilmek için, yıkılmamak için karın boşluklarına birer tuğla, kerpiç koyuyorlar... 

Sahabeden birisi bahçesine davet etmiş, bir hurma ikram edecek. Ömer efendimiz çok acıkmışlar demek ki; hemen acele ile bir hurmayı alıyor, ısırıyor. Yarısı elinde yarısı ağzında… Cenabı Peygamber buyuruyor ki: “Ya Ömer! Yediğini iyi düşün, o hurmayı düşün, yarın ondan dolayı hesaba çekileceksin!” 

Hazreti Ömer bir karnındaki taşlara, açlığına bakıyor, bir elinde o yarım kalan hurmaya bakıyor, bütün takati kesiliyor. Ağlayarak o yarım hurmayı Efendimiz’e gösteriyor: “Şu yarım hurma için de mi ya Rasulallah? Yarım hurma için de mi Allah bizi muhasebe edecek?” 

Efendimiz buyuruyor ki: “Evet, ya Ömer! O yarım hurma için de hesaba çekileceksin!” 

İmam efendimiz buyuruyor ya: “Tam bir hesaba çekilsek azaptan kurtulanımız olmaz.” Allah’a sığınırız. Eğer Cenabı Hakk’ın merhameti olmasa, inceden inceye bizi muhasebe etse -peygamberler müstesna- azabı olmayan kimse olmaz.'' Buyuruyorlar.

 

Netice-i Meram bölümünde Vahdettin ŞİMŞEK; “Şeriat ve Tarikat İlişkisi” ve Andelib; “Şeriat, Tarikat Maksuda Yoldur” başlıklı makalelerini okuyucularımızla paylaşıyorlar.

DERGİMİZİN DİĞER YAZILARI İSE ŞÖYLE:

 

Tamer Doymuş - Ramazandan Sonra

Sâlik-i İrfân - Şayet Kendini Yazmış Olsaydın Da...

Abdülkadir Visâlî - Dünya Bir Değiş-Tokuştan İbarettir

Veysel Özsalman - Nerede O Eski Ramazanlar?

Yusuf Fuad - Sünnete Riayet

İrfan Aydın - Tasavvufsuz İslam'ın Sonuçları

Yusuf-i Kenân - Karnedeki Notlar Anne Babanın da Notlarıdır

Şeb-i Vuslat - Dil ve Afetleri Gıybet Etmek - 4

Mine Şimşek - Hatemü'l-Enbiya Efendimiz - 2

Gönül Pınarından - Kalbin Canlılığı Ne İle?

Nurten Özen - Cennetin Kapısını Cömertler Açar

 

Rabbimiz Celle ve Âlâ cümlesinden razı olsun, ümmet-i Muhammed’i müstefid kılsın. Âmin…

“Mü'minin Hayatı Ta’lim, Tatbik Ve Tebliğden İbarettir” anlayışıyla hizmetine devam eden Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nin bir sonraki sayısında buluşmak üzere Allah'a emanet olun...

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort