JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Cumartesi, 01 Ekim 2016 00:15

Ekim 2016 Mukaddime

ekim 2016 2

 

Sayı : 106 - Ekim 2016

 

Gölgesinden Korkan Müslümanlardan Bî-zâr Olduk

Kıymetli kardeşlerim;

Biz müslüman ve Türk bir millet olarak; ashabı kiramın, kahraman İslam mücahidlerinin ve dini, mukaddesatı, vatanı için her şeyi göze alan bir ceddin torunları olduğumuzu dünyaya kabul ettirmiş bir milletiz. İnandığımız değerler söz konusu olduğunda 15 Temmuz gecesi olduğu gibi ölüme düğüne gider gibi gideriz. Bunu sadece iddia olarak söylemiyoruz, icraatta da defalarca ispat etmişiz.

Bir Erzurumlu olarak canlı şahid olma kabilinden söylüyoruz ki, Erzurum’un kurtuluşunda dedelerimizin ve nenelerimizin baltayla, kazmayla, kürekle ve en önemlisi de korkusuz yürekle düşmanı nasıl kovduğumuzu cümle âlem biliyor. Bu kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar bütün memleketimiz için böyledir hiç şüphesiz. Memleketimizin her tarafında nasıl kahramanlık destanları yazıldığını anlatmaya bu mahdud sınırlar yetmez.

Hal böyle iken, müslümanlar olarak kazandığımız bir mücadeleyi, düşmanın içimize korku salmak için attığı zayıf fitnelere kapılarak niçin tavizkar bir tutuma dönüştürüyoruz?

Diyeceksiniz ki, bu girizgâhın sebebi nedir? Yine müslümanlar olarak bizler hangi korkulara esir olduk veya oluyoruz?

Yaşadığımız iki olayla misallendirelim. Evvelâ İstanbul’dan Erzurum’a ilahiyat fakiltesinde okumaya gelen bir kızımızı müslümanların yardımlarıyla hizmet etmeye çalışan bir yurda çarşafından dolayı almadılar. Sebeb olarak ise akılları dümura uğratan bir gerekçe söylediler: “Çarşaflılar IŞİD’lilere benziyor! Yurt mimlenebilir!”

İkinci olarak dergimizin abonesi olan birçok kardeşimiz; bizi de FETÖ’den zannederler ya da FETÖ de bir cemaatti bizi de bir cemaatten bilirler korkusuyla aboneliklerini iptal ettiriyorlar. Benzer şeyleri diğer kardeş cemaat mensuplarından da duyuyoruz.

Allah rızası için müslümanlar! Biz dergimizin tirajı düşer, maddi imkânlarımız azalır diye endişelenmiyoruz. Kendisi için gayret eden her cemaate, gruba, ferde Allahu Azimüşşan yardım edeceğini vaad buyuruyor. Sizler müslümanların elindeki imkânları korkularınızla yok etmeye çalışırsınız, fakat Rabbimiz celle ve âlâ Hazretleri görünmez hazinelerinden kat kat fazlasını verir. Ama kıyamet günü bunun hesabını nasıl veririz, bunu da düşünmek zorundayız. 

Yaklaşık yüz yıl boyunca küfrün boyunduruğu altında çilelerle yoğrularak pişmiş bir milletin evlatları olarak artık bu korkuyu üzerimizden atalım. Allah’a (cc) sığınalım. O istemedikten sonra bize hiç bir güç zarar veremez.

Allah emanet olunuz...  

 

Ekim 2016

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegan Dergisi'nin EKİM 2016 sayısı çıktı.

 

allahı tanıyıp bildiğin

İnsanın Ömrü Doğduğu Günden Beri Olan Süre Değil, Allah'ı Tanıyıp Bildiği Günden Beri Olan Süredir - Gönül Pınarından

Sayı : 103 - Temmuz 2016

 

İnsanın Ömrü Doğduğu Günden Beri Olan Süre Değil, Allah'ı Tanıyıp Bildiği Günden Beri Olan Süredir

 

Kullarına bu kadar nimeti lütfeden, onları maddi manevi nimetlerle yediren, içiren her türlü kötülüklerden koruyan, iyiyi-kötüyü ayırt edebilecek idraki veren, ibadet etmeyi, kendisine kul olmayı nasip eden alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun. 

En güzel salatu selamlar Efendimiz Hz. Muhammed’e ehli beytine, ashabına ve O’nun yolundan gidenlerin üzerine olsun.

Cenabı Hak insanı ahseni takvim üzere yaratıp, ona ruh ve nefs vermiştir. Onun gönlünü ise kendi sevgisiyle donatmıştır; ama bu sevgiyi bulandıran nefs, başka şeylere meylettirir ve yaratılış gayesini unutturur. Oysa hz. insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve yaratılmışların en şereflisidir. İşte Hazreti İnsanı değerli kılan şey O’nun (cc) halifesi olmasıdır.

Kâinatın aynasıyım,
Mâdemki ben bir insanım.
Hakk’ın varlık deryasıyım,
Mâdemki ben bir insanım.
Hâce Hazretleri (ksa)

Bu anlamda hz. insanın bu dünyaya gönderilmesinin bir gayesi vardır. Bu dünya aslında bizim için bir sebeptir. Cenabı Hak, Hz. Âdem babamızı yarattı ve bu dünyaya gönderdi bir gaye için. Hâce Hazretleri buyuruyorlar ki: “Cenabı Hak, Hz. Âdem’i yarattı, cennete yerleştirdi. Cennetin güzelliğini gören Hz. Âdem o güzelliğin gerçek sahibini bir an gönlünden çıkardı ve Hz. Âdem’in imtihanı başladı. Bu dünyaya gönderildi, bu dünya alemine. Asli vatandan gurbete gelmişti Hz. Âdem. Cennetü aladan esfel denilen, aşağıların en aşağısı, temiz olmayan, dünya denilen bir mekana gelmişti. Hz. Âdem pişman oldu, yıllarca ağladı… Gözlerinden akan yaşlar gönlündeki o perdeyi kaldırdı, o hasreti onu olgunlaştırdı; çünkü asli vatandan gurbete gelmişti. İnsan anasının-babasının, sevdiğinin kıymetini onlardan ayrılınca anlar. Yanındayken çok idrak edemez, ne zaman ki onlardan ayrı kalır o zaman anlar. Çünkü hasret insanı olgunlaştırır. Hz. Âdem de asıl yurdu olan cennetül aladan bu dünya mekanına gelmişti. Mevla ile hasretini paylaşmaya başladı. Ağladı… O’na duyduğu hasretten ağlıyordu. O sevgisi, Allah’a olan aşkı onu ağlatıyordu ama biliyordu bu hasret bitecek bir gün, bu hasrete cevap gelecek… Ağlıyordu bir yandan şöyle diyordu: “Ya Rabbi! Ben cennetten arşa bakarken arşın her yerinde, (la teşbih büyük levhalar halinde) “La ilahe illallah Muhammed rasulullah” diye bir ifade görüyordum. Dikkatimi çekiyordu. Ya Rabbi! La ilahe illallah senin zatındır. Ama seninle birlikte kayda geçen, seninle birlikte yazılan Muhammed rasul kimdir ya Rabbi? Merak ediyorum!” Cenabı Hak da ona: “O senin, şu anda senin üzerinde bulunduğun dünyanın, senin çıkarıldığın cennetin, maddi manevi her türlü mekânın varlık sebebidir. O senin neslinden gelecek bir peygamberdir.” deyince Hz. Âdem “Ya Rabbi! O sana bu kadar yakın, isminle birlikte yazmışsın ismini. Beni O’na bağışlasan olmaz mı?...” Ve Cenabı Hak o anda Hz. Âdem babamızı bağışladı.” 

Biz de Hz. Âdem’in evlatları olarak meseleye bu yönden bakarsak… Bu dünya hayatı bizler için bir hasret yurdu, bu dünyanın güzelliği bizi aldatmasın. Hayatımızın değerini anlamak için bizler de Hz. Âdem babamız gibi bir sebebe dayanmalıyız ki hayatımızın bir değeri olsun. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki: “Dünya müminin zindanıdır.” Bizler o zindanı cennet bahçesine çevirebiliriz. Hz. İbrahimler, Hz. Yusuflar, sahabe efendilerimiz, sadatı kiram efendilerimiz zindanlara, ateşlere atıldılar. Ateşleri, zindanları gül bahçesine çevirdiler. Bizler de onların yolunu takip edersek bu hayat bize gül bahçesi olur. Mevla ile olan her yer gül bahçesidir. 

İbn Ataullah el-İskenderî buyuruyorlar: “Allah’a yemin ederim ki, senin asıl ömrün doğduğun günden beri olan süre değil; bilakis Allah’ı tanıyıp bildiğin günden beri geçen süredir.” Sahabe efendilerimizi düşünelim: Hz. Ömer efendimiz 35 yaşlarında müslüman oldu. 35 sene Hak’tan ayrı yaşadı. Ne zaman ki müslüman oldu ondan sonraki hayatı mana buldu, Hz. Ömer oldu… Ammar bin Yasir ailesi köleydiler. Allah’ı tanımaya başladılar. O’nu bildiler O’nda dirildiler, hayatları mânâ buldu, sanki yeniden doğdular. Hz. Sümeyye annemiz Rasulullah’ın Sümeyye’si oldu, örnek bir kadın, örnek bir şahsiyet. “İnkarda bulun hayatını bağışlayalım.” diyordu müşrikler, ama o O’nda dirilmişti. Allah’ı ve Rasulullah’ı sevdiler, kalplerini Hakk’a açtılar. Adeta iman nuruyla aydınlandılar, bizlere de örnek oldular…

Bunu böyle söylüyoruz da gerçekten anlayabiliyor muyuz? Burası çok mühim, bu sahabe annemiz ömrünü hizmetçilikle, kölelikle, çileyle geçirmiş. Ne zaman Allah Rasulünü tanıdı o zaman ömrü hayat buldu, o andan sonraki hayatı ne kadar kısa da olsa… O artık ebedi hayata dirilmişti. 

Şimdi bizler de bu dünyada nefsimizin kölesi olmuşuz. Bizi de ebedi hayata uyandıracak bir davetçi lazım. Ah bir iman edebilsek, ah bir sevebilsek, ah bir yeniden doğabilsek… İşte o zaman ömrümüz hayat bulur, mânâ kazanır. 

Cenabı Hak bizlere mağara ahalisinden haber veriyor. Kehf Suresi’nin 13-14. ayetlerinde buyuruyorlar ki: “Biz Sana onların kıssalarını doğru olarak naklediyoruz, hakikatten onlar Rablerine iman eden bir kaç genç yiğitti. Biz de hidayetlerini artırdık ve kalplerini pekiştirdik, kalplerine kuvvet ve metanet verdik de o vakit ayağa kalkıp dediler ki: Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Kesinlikle ondan başka hiçbir tanrıya tapmayız; yoksa gerçekten saçma sapan konuşmuş oluruz.”

Bu surede putperestlere karşı hak mücadelesi veren gençleri anlatıyor Cenabı Hak. Bizler de bu dünya mağarasında tıpkı onlar gibi mukavemet (dayanma, karşı koyma, direnme, diriliş…) göstermeliyiz. O zamanki direnme putlara karşıydı şimdiki putperestlik ise insanın put yerine koydukları: nefs, mal-mülk, evlat, dünya sevgisi… Bu sevgiler Cenabı Hak ile arasına giriyorsa bu dünya mağarasında bu sevgilere-meyillere mukavemet göstermelidir. 

Dünya denilen bu mağarada nice İbrahimler vardır insanlardaki bu putları yıkmak için. Aksi halde insanın kendi başına bu putları yıkması imkânsızdır. Cenabı Hak bazen bu sıraladığımız sevgiler ve meyillerden bizleri imtihan eder. Çünkü hepsi O’nundur (cc). İşte Hz. İbrahimler bize o imtihanlara karşı nasıl sabredeceğimizi öğretirler, içimizdeki putları kırabilme yol-yordam ve yöntemini bize öğretirler. Dış putları kırmak kolaydır da içteki sevgileri-meyilleri kesmek zordur; sonuçta bize: “Kahrın da hoş lütfun da hoş.” dedirtirler. Bizleri gerçek hayata uyandırırlar. 

Evet, ömür geçiyor geride ne kadar ömrümüz var bilemiyoruz. Bunca zamandır bu alemde gezdik durduk, ömür geçti. Artık bir dur diyelim kendimize; çünkü nefesler sayılı. Cenabı Hakk’ın sevgisine erişeceğimiz O’nu bulup tanıyacağımız yerde olalım. Cenabı Hak bize bir yol göstermiş. Dosdoğru bir yol, onu bulalım. Günümüzü-ömrümüzü Allah ile geçirmeye çalışalım. Kur’an ile, müminlerle, cemaatle… Günümüzün Hz. İbrahim’iyle, Hz. Yakub’uyla geçirelim ömrümüzün diğer kalanını. Her şeyi terk edelim anlamında anlamayalım meseleleri, elimiz karda gönlümüz yarda olmalı yani hem bu dünyada olacağız hem de Cenabı Hak’la olacağız. 

Yeniden doğacağız, her şey O’nunla (cc) hayat bulmuyor mu? Yeniden canlanmıyor mu? Alemi tefekkür ettiğimizde Allah’ın emriyle güneşin her gün doğduğunu ve battığını görüyoruz. Gece ve gündüz art arda geliyor. Yeryüzü kışla ölü bir hal alırken baharla dirilip canlanıyor. Alemlerin göz bebeği olarak yaratılan Hz. İnsan, bir yönüyle aynen bu misallerdeki gibidir. O her gün Hakk’ın eliyle ölür ve yine Hakk’ın eliyle dirilir. “Kabe’yi ilk görüşte yapılan dua mutlak kabul olur.” şeklinde ifade nakledildiğinde Büyüğümüz Mevlana Hâce Hazretleri: “Kabe’yi her gün görüşüm yeni bir görmedir çünkü Cenabı Hak beni her sabah yeniden diriltir.” buyurmuşlardı. Evet, Cenabı Hak takdir buyurmuşsa sabah günün doğmasıyla hayat buluyorlar. İşte biz de O’nda dirilelim. O’nun diri olan kalbi bize de hayat versin. “Allah ve Rasulü sizi hayat verecek şeylere çağırır.” buyrulmuş Kur’an-ı Kerim’de. Kalbimizi önemseyelim. Gönlümüzü fani olan şeylerle meşgul etmeyelim. Bir insanın diyelim sabaha kadar başı-dişi-gözü ağrıdığı zaman hemen der ki “Bir sabah olsa da doktora gitsem.” Sabahı zor bekler ve hemen doktora gider. Başımızın, gözümüzün tedavisi için çareler arıyoruz. Oysa kalp gözümüz bunca zaman hastadır da onu tedavi etmeyi düşünmüyoruz. 

Bir kadının on tane oğlu olsa on oğlundan dokuzu ölse geriye sadece bir tanesi kalsa o kadın bütün sevgisini o biricik yavrusuna adamaz mı? Biz de ömrümüzün çoğunu bitirdik. Hiç olmazsa geriye kalan az bir kısmının kıymetini bilelim. O ömrü faydasız yerlerde tüketmeyelim.

Allah yar ve yardımcımız olsun. Selam ve dua ile Allah’a emanet olun.

 

Yazar: Gönül Pınarından

 

Cumartesi, 01 Ekim 2016 00:01

VEFALI ANNEMİZ ÜMMÜ SELEME (r.anha)

 annemiz

Vefalı Annemiz Ümmü Seleme (r.anha) - Mine ŞİMŞEK

Sayı : 103 - Temmuz 2016

 

Vefalı Annemiz Ümmü Seleme (r.anha)

 

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc), salatu selam ve inayetsiz ihtiramlar nübüvvet bahçesinin en nadide Gülüne olsun. Selam ehli beyte, sahabeyi kirama, tüm ümmetin üzerine ve dünyadan göç eden ana-baba ve akrabalarımıza zerreler adedince selam olsun rahmet olsun.

Sahabe annelerimizin hayatlarını okurken Peygamber Efendimiz’in (sav) hanımlarından olan vefalı annemiz Ümmü Seleme’nin hayatları da bizleri duygulandırdı. Bu ay annemizin güzel hayatlarını yazmaya çalışacağız inşaallah.

Hâce Hazretleri bir sohbetlerinde: “Size Peygamberimiz’in hanımlarının isimlerini sayın desem, iki veya üç tanesini oda bilinen isimlerini ancak sayabilirsiniz. Allah’ın sıfatlarını sayın desem peygamberlerin meleklerin sıfatlarını sayın desem bilmiyoruz, abdestin farzları nelerdir bilmiyoruz, asıl bilmememiz gereken şeyleri bilmiyoruz. 

Niye sayamıyoruz? Çünkü açmıyor bizi, ama dizileri kaçırmıyoruz, modacılığa devam ediyoruz. Buraya bir kere geldik arkadaşlar daha geriye dönüş yok..! Burada sermayeyi biriktirip öte tarafta emekliliğimize rahat etmeğe bakacağız.

Allah orada merhamet eder diyoruz. Hazreti Allah’ı tam tanıyamıyoruz hakkıyla tam sevemiyoruz, O’nsuz (cc) olmaya devam ediyoruz. Efendimiz’in amcası Ebu Talib’i müşrikler doldurup: “Ölen analarımız, babalarımız dedelerimiz nereye gitti?” Sor diye gönderiyorlar. Sultanu’l-Enbiya buyuruyor: “Öbürleri nereye gittiyse onlar da oraya gitti.”

Kişi onu öğretene onu terbiye edene, eğitene öyle samimi bağlı olacak ki mürşidi bazen onu imtihan da edebilir. Hazret buyuruyor: “Mürşid bazen müride ödev verir, iyi yapabilmiş mi ödevlerini.” Yani sohbetteki aldıklarını güzel bir şekilde yapabiliyor mu. Bilmem anlatabiliyor muyum?” buyurdular.

Hâce Hazretleri’nin bu güzel sohbetlerini biraz açmaya çalışalım inşaallah: Bizler için gerek gelmiş geçmiş yüz yirmi dört bin başka rivayette iki yüz yirmi dört bin peygamberlerin -Allah’ın selamı ve rahmeti üzerlerine olsun- gerek evliyaların sohbetleriyle arada bir tatlı sert ikaz ve uyarılarıyla sırf bizler için sayu gayret sarf ettiklerini biliyoruz. Bizler farz olan ibadetleri yaptık mı tamam diyebiliyoruz. Oysa bunlar olması gerekenlerdir. Yine bizlere gerekli olan diğer ilimleri yani abdestin namazın en ince ayrıntılarını bilmek, Peygamberimiz’in hanımlarını tanımak onların yaşantılarını hayatımıza geçirmeye gayret etmemiz, onları sevmemiz, meleklerin ve peygamberlerin sıfatlarını yani özelliklerini bilmemiz, bu ilimleri öğrenmemiz bizler için “Manevi bir ilaçtır.” diye adeta bizleri güzel sohbetleriyle uyarıyorlar. Peygamber Efendimiz buyurmuşlar: “Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.” Ve “Çin’de de olsa ilmi arayınız, çünkü ilim öğrenmek her müslümana farzdır. Melekler yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talepleri için kanatlarını yere sererler.” (Camiü’s-Sağır 1-310) 

Cenabı Hak (cc) son nefesimize kadar ilim öğrenmemizi öğretmemizi ve Peygamberimiz’in (sav) hanımlarının isimlerini bilip onlara her namazımızda rahmet gönderip onların ahlakıyla ahlaklanmayı cümlemize nasib etsin.

Bir ayeti kerimede Cenabı Hak (cc): “Peygamber müminlere kendi öz canlarından daha yakın gelir, eşleri ise müminlerin analarıdır.” buyurmuştur. (Ahzab 6)

Peygamber Efendimiz hanımlarının isimleri şöyledir:

Hz- Hatice (r.anha)

Hz- Sevde Binti Zem’a (r.anha)

Hz- Aişe (r.anha)

Hz- Hafza Binti Ömer (r.anha)

Hz- Zeynep Binti Huzeyme (r.anha) 

Hz- Zeynep binti Cahş (r.anha)

Hz- Ümmü Seleme (r.anha)

Hz- Ümmü Habibe (r.anha)

Hz- Cüveyriye binti Haris (r.anha)

Hz- Safiye binti Huyey (r.anha)

Hz- Mariye Ümmü İbrahim (r.anha)

Hz- Meymune binti Haris (r.anha)

Hz- Reyhane (r.anha) 

Allah annelerimizin hepsinden razı olsun.

Ümmü Seleme (r.anha): 

Asıl adı Hint’dir. Mekke’de doğmuştur, künyesi Ebu Seleme’dir. Mahzum kabilesine mensuptur. İlk evliliği halasının oğlu ile yapmıştır, ondan bir oğlu olup ismi Selebe’dir. Ona nisbetle Ümmü Seleme denilmiştir. Kocası Uhud Savaşı’nda derin yara almış beş ay kadar tedavisi sürüp ve şehadet şerbetini içmiştir. Annemiz inancı uğruna çok çileler çekmiş imanından taviz vermemek için büyük fedakarlıklara katlanmıştır.

Asalet sahibi bir hanımefendi idi, Efendimiz’e karşı hep asil davranışlar sergilerdi. Veda Haccı dahil yanından hiç ayrılmamıştı. O hayatını züht takva ve ibadetle geçirirdi, hanım sahabe arasında fıkhi en iyi bilenlerdendi. Bilhassa hanımlarla ilgili meseleler İslam fıkhını en iyi bilen sahabiler arasında yer aldı. Aişe annemizden sonra hadis rivayette ikinci sırada yer almıştır.

Ümmü Seleme annemiz dirayetli zeki ve problemlere çözüm üreten bir annemizdir. Peygamber Efendimiz’e (sav) fikren destek verirdi. Hicrî 4. yılında şevval ayının sonlarında Peygamber Efendimiz’le nikahları kıyılmıştır, kendisi anlatır: “Vefat eden Zeynep’in odası bana verildi, odada bir adet çanak bir adet su testisi bir el değirmeni içi hurma lifi ile dolu bir yastık ve bir yatak ve birde çömlek vardı.”

Annemiz evlendiğinde Fatımatü’z-Zehra annemizin bakımını üstlenmiştir. Hüseyin efendimiz dünyaya geldiğinde onun bakımını üstlenmiştir. Ümmü Seleme annemiz hayatını takva üzere yaşamayı sürdürmüş pazartesi perşembeyi oruçlu geçirip eli açık çok cömert birisi olduğunu ve 378 hadisi şerif rivayet ettiği bildirilmiştir.

Ümmü Seleme annemizin rivayet ettikleri birkaç hadisi şeriflerden örnek verecek olursak:

1) Peygamberimiz (sav): “Kendinde üç haslet veya bunların biri bulunmayanın hiçbir ameline kıymet verilmez. İsyandan kendini alıkoyacak takva ve Allah korkusu. Kötüye karşı susması bildirecek hilm (yumuşaklılık). İnsanlarda geçim sağlayacak güzel huy (olmaz ise).” buyurmuştur.

2) (İkram edilince) “Üç şey geri çevrilmez: Yer vermek, güzel koku, süt.” buyrulmuştur. (Tirmizî)

3) “Kendinize beddua etmeyiniz, ancak hayır dua ediniz zira melaikeler dediğinize amin der.” buyrulmuştur. (Ebu Davud)

Peygamber Efendimiz’in (sav) vefalı eşlerinin aralarında her ne kadar tatlı kıskançlıklar olsa da birbirlerine karşı şefkatli yumuşak nazik olup ve geriden: “Onun kadar ibadete düşkün onun kadar iyi ve cömertini görmedim.” diyerek iltifat ederlerdi. Ne güzel buyurmuş hazreti Mevlana:

İstiyorsan Hakk’a varmayı, 

Meslek edin gönül almayı.

Bırak sarayda mermer olmayı,

Toprak ol bağrında gül yetişsin. 

Bizlere gerekir ki yapılan sohbetleri duyduğumuz zaman orada bırakıp evlerimize dönmemektir. Bu benim ödevimdir deyip kendi eksiklerimizi bularak tesirini ancak eksiklerimizi düzeltebilirsek elde edebiliriz inşaallah. Ümmü Seleme annemiz gibi fıkhi meseleleri en iyi şekilde bilmeliyiz, kadın ilmihallerini okuyup bilmediklerimizi öğrenmeye gayret etmeliyiz, bu kadar öğrendiğim bana yeter dememeliyiz. Allah dostlarının üzerinde dikkate alarak buyurdukları: “Kişi sohbet dinledikten sonra kendi nefsini muhasebe etmelidir ki, bu benim hatamdır deyip o hataya bir daha dönmemelidir.” Bizlerden sadece sohbet, ilim ve ibadet ile uğraşılması da istenilmiyor. Her kadın elinden gelebildiği kadar, uğraşı emeği bu manada bilmediklerini öğrenmesi onun sanatıdır.

Yemek yapmak sanattır, dikiş nakış bilmek sanattır. Çocuğunu İslam’ın emrettiği şekilde terbiyeli yetiştirmek sanattır. Derli toplu temiz olmak, konuşurken nerede nasıl konuşulacağını bilip, konuşmak; susulması gereken yerde susmak, kırıcı ve sert değil yumuşak olmak, bu meselelerde kendimizi eğitebilmek sanattır, bunlarda bir çeşit ilimdir.

Şefkat dolu annemiz, hicrî 61 yılında Medine-i Münevvere’de seksen dört yaşında ruhlarını Rahman’a teslim etmiş Baki Kabristanı’na defnedilmiştir. Ümmü Seleme annemize ve diğer annelerimize ayrıca (Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatımatü’z-Zehra) annelerimize zerreler adedince selam olsun, rahmet olsun. Şefaatlerine nail olup cennette komşu olabilmeyi nasib etsin.

 

Kaynakça:

Semerkand Dergisi, İslami sohbetler, Cesaret ve İlim Sembolü Ümmü Seleme

 

Yazar: Mine ŞİMŞEK

 

Pazartesi, 05 Eylül 2016 21:29

15 TEMMUZ SÜRECİ SONRASI YOL HARİTAMIZ

15 Temmuz Süreci Sonrası Yol Haritamız -  Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

15 Temmuz Süreci Sonrası Yol Haritamız

 

Bediuzzaman hazretleri buyurur: “Dine zarar verenler dinde ihmal gösterenlerdir.” İslamı yaşamada ihmalkar olanlar, dinin emirlerini ama bilerek ama bilmeyerek hafife alanlar belki din düşmanlarından daha çok dine zarar vermektedir. Zaten bu ihmali bilerek yapıyorsa Allah esirgesin...

Çünkü küfür her şeyiyle zahirdir, açıktır. Dolayısıyla insan küfre karşı tedbirini alır. Bilir ki küfür bu noktadan saldıracak, ona göre yapması gerekenleri yapar. Ama hem dindar görünümlü olup hem de dini savsaklayan bir toplum birçok musibete açık bir toplumdur. Cenabı Hak gerek imtihan kastıyla gerek -eğer o boyuta varmışsa- intikam kastıyla o topluma değişik musibetler isabet ettirir. 

Şimdi bu kadar şeyler olmuş, yaşanmış (15 Temmuz süreci kastediliyor) gerçekten oturup düşünmemiz ve şu ayeti kerimeden hemen dersimizi çıkarıp işe koyulmamız lazım:

“ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ - Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara 222)

Allah tevbe edenleri seviyor… Biz gönlümüzde Hakk’ın sevgisini kaybettik. Bizim gönlümüzde Hakk’ın sevgisi azalınca korku da gitti, Hakk’ın heybetini kaybettik. Dolayısıyla Hak’tan korkmayınca fütursuz işlere giriştik. Sanki dünya bize bırakıldı zannettik. Yanlışlara soyunduk. Biz o sevgiyi kaybettiğimiz gibi Hakk’ın yanında sevimliliği de kaybettik. Hakk’ın bize olan sevgisi de belki kayboldu. Adeta Cenabı Hak “Hadi ne haliniz varsa görün!” buyurdu. Şimdi biz geri dönüş yapmak durumundayız. Bunun için millet olarak tevbe ile işe başlamalıyız. Tevbe ederseniz Allah sizi sevecek.

Tevbeden kasıt yaptıklarınızı anlayıp da bir daha onlara dönmemek, böyle şeyler yapmaya tevessül etmemek ve küçüğüne büyüğüne bakmaksızın bütün günahlara tevbe etmektir. 

Günahın küçüğü büyüğü olmaz, sufilerin anlayışı budur. Günahın kime karşı yapıldığı önemlidir. Büyük bir makama karşı yapılan küçücük bir suç bile ciddi ceza gerektirebilir. Misal bizim birbirimize hakaretimizle Cumhurbaşkanına hakaret adalet önünde aynı kefeye konmaz. Bir insan kalksa Cumhurbaşkanına hakaret etse bunun ciddi cezası var, hapislik olmasa bile ciddi para cezası var, tazminat cezası var. Ama bir arkadaş başka bir arkadaşa sert bir söz söylemiş bundan dolayı bir ceza olmaz. Cumhurbaşkanında farklı olması onun makamıyla alakalıdır. Makamı muhatap almışsın, makama hakaret etmişsin. 

Şimdi insan Allah’a karşı suç işlerse bunun küçüğü olmaz. O makamın ulviliği ile makamın yüceliği ile ölçülür. Bu yüzden yaptıklarımızın küçüğüne büyüğüne hepsine birden tevbe edeceğiz ki Allah’a sevimli olalım. Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever, buyuruyor Cenabı Hak… İçimizi, dışımızı temizleyeceğiz, ama her türlü kirden… Yani günahtan, masiyetten, şehvetten, gafletten, dalaletten, bid’atten, batıl zihniyetten temizlendiğimiz gibi toplumu da temizleyeceğiz… İçimizde münafık, zalim, müşrik insanları barındırmayacağız. Temiz bir gönül, temiz bir zihin, temiz bir toplum… 

Bunun için Cenabı Hak bize buyuruyor ki;

“ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ  - Sadıklarla beraber olun.” (Tevbe 119) Siz Hakk’a karşı sıdk sahibi olanlarla, sadakat ehli olanlarla beraber olun. Hakk’ı gerçekten gönülden tasdik edenlerle, musaddık olanlarla olun. 

Hakk’ı tasdik; Hakk’ın bütün emirlerini bilâşek tasdik etmektir. Onun emrettiği şeyler üstünde anlama kastı, tefekkür manası ayrı, itiraz anlamında fikir yürütmek o emri kendi hayatınıza, kendi anlayışınıza uydurmaya çalışmak bu tasdik değildir, bu iman değildir, bu sıdk değildir. 

İşte bu yüzden temizlenmek gerekiyor. Allah temizlenenleri sever buyuruyor Cenabı Hak. Biz yeniden Allah’ın sevgisini kazanmaya gayret edeceğiz. Biz -Allah hepimizi bütün müslümanları muhafaza buyursun- Hakk’ın gözünden düştük sanki. 

Geçmişte farklı bir kalkışma olmuştu (28 Şubat dönemi kastediliyor) müslümanlarda, neticesinde çok ağır bedeller ödendi. O zaman da şöyle denmişti ki, la teşbih Cenabı Hakk’ın eteklerine bastı müslümanlar (Şeriatın emirleri çiğnendi anlamında). Bu çok ağır bedeller getirdi bize. Şimdi bir imtihana tabi tutulduk, eğer bunu anlamaz da farklı yanlış işlere girersek Hakk’ın gözünden düşeriz. O zaman bizi Hakk’a karşı kimse koruyamaz. Hak bizi her şeye karşı korur ama hiçbir şey bizi Hakk’a karşı koruyamaz. Bu yüzden sevimliliğimizi kazanmalıyız. Tevbe ile işe başlayıp temizlik ile devam etmeliyiz. 

Daha sonra hemen yönümüzü Cenabı Peygamber’e çevirmeliyiz. Çünkü Cenabı Hak buyuruyor ki;

“ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ - Andolsun, Allah’ın Rasulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21) 

Sizin ihtiyaç duyabileceğiniz, size lazım olabilecek hayatınızın bütün parçaları, bütün şekilleri, planları, projeleri A’dan Z’ye hepsini biz Rasulullah aleyhissalatu vesselamda cem ettik. Siz her konuda O’na bakın, O’nu dinleyin, meselelerinizi O’nun onayına sunun. 

Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ve Allah’ı zikrediyorsa yani Allah ile bir ilişki kurmak, Allah ile bir irtibat kurmak istiyorsa mutlak Sultanul enbiya aleyhissalatu vesselam’a baksın. O’nun ölçülerini esas alsın. 

“ قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ - De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran 31) Allah’ı seviyorsanız, sevme gayretinde iseniz, O da bizi sevsin diye uğraşıyorsanız mutlak Peygamber’e tabi olmanız lazım. Bu sadece ben peygamberlere iman ettim demekle değil; ittiba iledir. İttiba nedir, tabi olmak, o hali yaşamak, yaşama azminde gayretinde olmak… Eğer tâbi olursanız bilin ki o zaman Allah sizi sevecek. Muhammed’i (aleyhissalatu vesselam) sevdiği gibi sizi sevecek. O’nun hatırına sevecek sizi. O’na benzediğiniz için sevecek sizi. O’na özendiğiniz, O’na bezendiğiniz için Allah da sizi sevecek. 

Hani tevbe edip tevvabinden olmuştunuz; sıdkı ihtiyar edip salihlerle beraber olmuştunuz; Rasulü örnek almıştınız ya şimdi netice… 

“ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ -  Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmran 31)

Allah sizi mağfiret edecek, küçük büyük ne yaptınızsa vazgeçecek Allahu Teala. Şimdi siyasiler birbirlerinin davalarından vazgeçiyorlar, belli şeylere af çıkarıyorlar, vergi borçlarını kaldırıyorlar ya; Hakk’ın affı buna benzemez… 

Allah’ın yanında günah sayılan, hata sayılan her ne çeşit varsa… Allah’a karşı yapılmış olan ne varsa Allah onlardan geçecek, sizi bağışlayacak, temizlenmiş olacaksınız… Bakın yine bizi O temizliyor ama biz sebeplere yöneliyoruz.

“ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ” Aslında Cenabı Hakk’ın böyle yapmak yani affetmek, sevmek esasta en çok hoşuna giden şey bu… O bunu istiyor. İstiyor ki siz böyle sebeplere yönelin, tevbenizde sadık olun, iyileri tercih edin. Sultanul enbiya’ya ittiba edin ki O (celle celaluh) da bunları vesile kabul edip sizi affetsin. Sizi musibet eliyle değil de muhabbet eliyle tutsun. Aradaki rabıta, ikram, ihsan, in’am, ziyadeleşsin kat be kat… Ama bize bunların sebeplerini de buyuruyor. Yani böyle bir yol takip ederseniz… 

İki yüz elli kişi şehit oldu Allah rahmet etsin. Bunlar Hakk’ın şehididir ama biz bunları “Demokrasi Şehidi” diye yaftalıyoruz! Allah bunların hesabını sorar bize. Demokrasi demek batıl bir dava demektir, şeytan oyunudur. Nasıl demokrasi şehidi? Bu insanlar mukaddesatları için, vatanları için, kutsi bir dava için şehit oldular, demokrasi için şehit olmadılar. Olanlar varsa ayrı biz onu takdir edemeyiz ama bizim gördüğümüz bu. Şimdi biz bu insanlara demokrasi şehidi diyoruz. “Kim batıl bir dava için savaşır ve ölürse o bizden değildir.” buyuruyor Cenabı Peygamber aleyhissalatu vesselam. 

Asrı saadette bir savaşta bir kişi öyle mücadele etmiş ve kahramanca ölmüş ki sahabe ona gıbta etmişler. Şimdi o cennetin şurasındadır, cennetin burasındadır diye kendi aralarında ona yer beğeniyorlar. Efendimiz bunları işitiyor ve buyuruyor ki, “O şu anda ateştedir.” “Nasıl ya Rasulallah nasıl ateşte?” diyor ashab. “Onun gayesi Hak değildi. O kendi kahramanlığından bahsedilsin diye ve kendi kabilesini korumak için savaştı, Allah için savaşmadı. Onun için yeri ateştir.” buyuruyor Cenabı Peygamber.

Şimdi biz hem şehid diyoruz hem de kalkıp demokrasi yaftasını vurup adeta adamları cehenneme göndermek istiyoruz. 

Şimdi insanlar sokaklara çıkıyor keşke biz de şehit olsak diyorlar. Bu güzel bir arzu… Mevlana’nın güzel bir ifadesi var. Buyuruyor ki, sen sahabe dönemine yetişemedin, Cenabı Peygamberi göremedin diye üzülme, endişe etme. Gül mevsimine yetişip gül bahçesine giremedinse gül suyu dökün, gül suyundan gülün kokusunu almaya çalış… Peygamberin ashabına yetişemedin o hayatı yaşayan müminlere karış. Öyle bir cemaate karış… Gül suyu mesabesinde gül bahçesinde olmuş olursun. 

Şimdi savaşıp şehid olamadın adeta Cenabı Peygamber bu anlamda gül suyu sunuyor bize. Şehidlik, şehadet gül ise ve bu da bir ilahi nasip işiyse Efendimiz bize bir gül suyu veriyor:

“مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي عِنْدَ فَسَادِ أُمَّتِي فَلَهُ أَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ”

“Kim ümmet içinde fitne, fesat, tefrika alıp başını gittiğinde bir sünneti ihya etmeye, bir sünnete ittiba etmeye çalışırsa; Peygamberin hayatından ahlakından, O’nun güzelliklerinden bir güzelliğe bürünürse, onu kendine şiar edinirse o sünnete intisap ederse bu kişiye yüz şehid sevabı vardır.”

Niye bunu yapmıyoruz? Ama meydanlarda şehid olmak istiyoruz. Orada şöhret var çünkü… Ama bir sünneti işlersen senin iç aleminde, haleti ruhiyende, senin amelinde yüz şehitlik var… Buna talip değiliz. Şimdi ne kadar inandırıcı olur bu? Buna talip olmayan bir insan gidip meydanlarda şehit olsun ne kadar inandırıcı olur. Dünyada belki buna inanılır, burada insanlar bizi kahraman yapabilir. Bu işin öbür tarafını düşünmek durumundayız…

Yine Efendimiz -mealen- buyuruyor hadiste… Bir şehidi Cenabı Hakk’ın huzuruna getirecekler Cenabı Hak ona soracak:

- Sen niye şehid oldun? 

- Ya Rabbi senin rızan için, vatan için, mukaddesat için şöyle cenk ettim, böyle kafir öldürdüm, böyle yara aldım vs. diyecek. Cenabı Hak ona buyuracak ki:

- Sen yalan söylüyorsun. Sen kahraman olmak için, millet senden bahsetsin diye yaptın. Adın gazetelere çıksın, televizyonlara çıkasın diye, programlarda seni göstersinler, bak böyle kahraman… desinler diye yaptın bunları. Bu karşılıklarını da dünyada aldın. Burada sana bir pay kalmadı. Yüzünün üstüne sürünerek buyuruyor Cenabı Peygamber o cehenneme gidecektir. Allah esirgesin… 

Buradaki hadisenin de çok bir önemi olmuyor o zaman. Önemli olan şey Allah’ın buyurduğu… O bizi tevbeye davet ediyor, temizlenmeye davet ediyor, sadıklarla beraber olmaya davet ediyor ve bunun neticesinde bizi mağfiret edeceğini, bağışlayacağını, bizi seveceğini müjdeliyor. Hak bizi sevdi mi de mesele tamam oluyor. O severse âleme sevdiriyor. 

Biz derdimizin ilacını Kur’an-ı Kerim’de ve Rasul’ün hayatında aramak zorundayız. Başka fikirler, başka anlayışlar bunların hepsi dedikodudur, hepsi zırvaat bunların. Cenabı Hak bunlardan uzak durmamızı emrediyor. Lokman Suresi’nde öyle buyuruyor:

“وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُواًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ”

“İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.” (Lokman, 6)

Boş sözler, boş lakırdılar, dedikodular bunlar nerede yayılırsa yayılsın; ister böyle halk meclislerinde, ister basında, yayında, televizyonda ister siyasette… nerede yayılırsa yayılsın bunlardan uzak duracağız. 

“ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ - O (müminler) ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Müminun, 3) Dilinizi bu boş sözlerden muhafaza edin, yüz çevirin bunlardan. Size dünyada ve ahirette faydası olmayacak değerlendirmeler, fikriyatlar, sözde çözüm yolları… Bunlardan yüz çevirin. 

Çıkış:

“ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ - Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28)

Gönüllerin huzuru değil mi istenilen… İnsanlık için istenilen insan kalbinin, insan zihninin itminana ermesi, huzur bulması, sekinete erişmesi değil mi?.. Bu ancak Allah’ın zikriyledir buyuruyor Cenabı Hak. O zikirden kasıt İslamdır. O zikirden kasıt Kur’an’dır. O zikirden kasıt Kur’an’ın ve İslam’ın bizden istediği ameliyedir, kulluktur. 

Çözüm buradadır. Biz bunu gidip başka şeylerde ararsak başımıza gelen meseleyi arttırırız. 

“ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ - Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 7) buyuruyor. Eğer siz Hakk’ı tanımazlık yaparsanız, nimeti başka yerlerden bilir başka sebeplere yönelirseniz azabınız artar, çoğalır, işin içinden çıkamazsınız. 

Şükürcü olmak lazım… Şükür, nimeti nimet sahibi adına kullanmaktır. Mun’imi/nimeti vereni unutmaksızın o nimeti O’nun yolunda, O’nun rızası için, O’na ulaşmak için vesile kılmaktır, şükür. Yoksa bu işin başka çıkışı olmaz. Bizim Allah’ın zikrinden başka, Kur’an’a dönüşten başka kurtuluşumuz yok. 

“ وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً - Her kim de Benim zikrimden yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır.” (Ta-Ha 124) buyuruyor Rabbimiz. Siz ne zaman ki Kur’an’dan uzaklaşırsınız, Kur’an’a sırt dönersiniz, Allah’ın hükümlerini hafife alırsınız, Hakk’ı tanımazlık yaparsınız, Allah’ın zikrini terk edersiniz; bu zikri ihya etmeye çalışan, Allah’ın zikrini hayata geçirmeye çalışan cemaatleri tenkit edersiniz, bunlara karşı cephe alırsınız sizin için dar bir geçim, zor bir hayat, sıkıntılı dönemler vardır buyruluyor. 

Cemaatler de zikrin bir parçasıdır. Kur’an insanla tev’emdir. İnsan için vardır Kur’an. Öyleyse sen Kur’an’ı alıp insanı öldürürsen Kur’an’ı yaşatamazsın. 

Hani bir İslam âlimi diyor ya eğer Allah ile berabersen, Allah sana yar ise Yusuf misali zindan da olsan saraydasın. Zindanlarda olsan senin gönlün Hakk’ın izzet sarayı. Huzurlusun, rahatsın... Ama Allah’a yar değil de ağyar isen Allah’tan uzaksan, Allah’tan gafilsen sen sarayda olsan zindandasın. O saray seni sıkar, daraltır, bunaltır… 

Dar bir geçim var… İşari tefsirlerde “ضَنْكا” ifadesini yedi başlı bir canavara teşbih etmişler ki yedi makamlı nefsdir demiş sufiye hazeratı. Yani Cenabı Hak seni nefsinle baş başa bırakır, perişan olursun. Emmare olan nefs altından girer, üstünden çıkar. Nefsinle baş başa kalırsın... Allah Rasulü ne buyuruyor “Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahi Ya Rabbi beni nefsimle bırakma!” Geçmişi geleceği bağışlanmış, masumiyetin merkezinde olan Habib makamına, sevgili makamına gelmiş bir insan buyuruyor ki; beni nefsimle baş başa bırakma Ya Rabbi!..

Efendimiz’in habib-sevgili oluşu Kur’an’da yok ama vakıada var. Ayetlere de baktığımızda Hakk’ın en sevdiği insan… Zayıf bir hadistir, halkın lisanında, halkın kelamında olan şeyler Hakk’ın kudret kaleminden çıkmıştır. Eğer bunu bu Müslümanlar söylüyorlarsa “Habibullah” diyorlarsa O’na, demek ki Allah O’nu o makama getirmiş ve bize O’nu öyle tanıtıyor, öyle sevdiriyor, gönlümüze öyle geliyor. Zahiren mecaz bir mana Habibullah, mahbubiyet makamına getirmiş Efendimiz aleyhissalatu vesselamı. Elbette ki O’nunla birlik olanlar, O’nunla beraber olanlar O’nun hürmetine, O’nun hatırına değişik nimetlere nail olacak…

Böyle bir konumda olan bir insan buyuruyor ki; beni nefsimle baş başa bırakma Ya Rabbi. Şimdi düşün ki sen azgın nefsinle baş başa kalsan… Beş vakti zor kılıyoruz yahu, insaf edelim… Namazı zor kılıyoruz bir çare, bir çözüm bulsak da kılmasak… Bazı böyle reformist kişilerin verdikleri fetvalar da hoşumuza gitmiyor değil: Takdim tehir, toptan kılma veya Fetönün verdiği fetva; ima ile kılma… Hoşumuza da gidiyor bunlar, nefs bunlardan gıdalanıyor. Bir de düşün ki bütün bütün bu nefsinle baş başa kalsan… Cenabı Hakk’a karşı “Sen sensin, ben benim!” demiş bir varlık sana neler demez. 

İşte bu yüzden kal’a-i ilahi olan Allah’ın zikrine koşacağız. Kur’an’ın kalesine gireceğiz, Kur’an’ın korumasına gireceğiz.

“طٰهٰۜ مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ”

“Ta-Ha. (Ey Muhammed!) Biz Kur’an’ı Sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik.” (Ta-Ha, 1-3)

Ey Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)! Sana Kur’an-ı Kerim kendine eziyet edesin diye, teşkale edesin diye veya sırf mücadele aracı olarak verilmedi. Şimdi biz Kur’an’ı sadece cedel meselelerinde kullanıyoruz, Kur’an bunun için verilmedi. Ancak kim huşu isterse, kim Allah’tan korkmayı arzularsa Allah’a dönmek isterse, Allah’a yakin olmak isterse onu temizlemek için, tezkiye etmek için; ona bir zikir olsun, nasihat olsun, öğüt olsun, ölçü olsun, temizleyici olsun diye verildi. Kur’an’la temizlenmemizi istiyor Cenabı Hak. Kur’an’ı kılıç gibi kullanmamızı istemiyor. Kur’an’la amel etmemizi istiyor, Kuran’ı zikretmemizi istiyor. Onu hiçbir şekilde unutmamamızı istiyor. Unutmamak sadece ezberde tutmak değil, hayatta tutmaktır… Rabbimiz bizden bunu istiyor. İşte cihad, mücadele, hizmet… Her ne diyorsanız, bu yolu açmaktır. Bu yolu açıp insanları bu yola davet etmektir. Bunun dışındakiler lehvelhadis kavlindendir, hepsi boş sözdür, hepsi marazdır. Yüz çevrilmesi gereken şeylerdir. 

Biliyorsunuz Cenabı Hak melekleri Âdem’e secde ettirmiştir. İbadeten değil, hürmeten ve itaaten meleklerin secde etmesini istemiştir. Bu Âdem’in kemalini bize anlatır. Ademiyetin ne demek olduğunu anlatır. Âdem’den kastımız insan… Burada konu olan peygamber olan Âdem değil. Âdem’in peygamberliği değil ademiyeti… Âdemin kemalini anlamak için Cenabı Hak bunu emir buyurmuş, İnsan bu kadar kıymetli; melekleri ona secde ettiriyor. Ve o Âdem’e nübüvvet veriyor. Meleklerine vermediği bir görevi veriyor. Beşeriyetin hayal dahi edemeyeceği bir görev; nübüvvet tacını giydiriyor, Âdem’e nasip oluyor bu. Niye? İnsanlar ona itaat etsin diye. Sonra dönüp Kur’an ifadesiyle buyuruyor ki;

“ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ - Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin!” (Nisa 59) Allah’a itaat ettiğiniz gibi Rasul’e de itaat edin. Başka bir fermanında Cenabı Hak:

“اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً - Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de O’na salat edin, selam edin.” (Ahzab 56) buyuruyor. Teslimiyet üzere, ihlas üzere, müthiş bir samimiyet üzere O’nu selamlayın. O’na sevginizi, muhabbetinizi bildirin. O’na imanınızı bildirin. O’na itaatinizi bildirin. O’na saygınızı, bağlılığınızı, sevginizi, hürmetinizi, hizmetinizi gösterin. Salâvattan böyle farklı manalar çıkıyor. 

Bu teslimiyet oradan başlıyor ve bakın misal biz namazda bir kişinin bir insanın (imamın) ayaklarına adeta secde ediyoruz. Onunla birlikte hareket ediyoruz. Bir cemaat niyetinde imama uymayı kast etmeden imamın arkasında namaz kılsa namazı olmaz. Cemaatle kılmış sayılmaz. Bakın niyet, bir teslimiyet alametidir. Türkçe’de “uydum imama” diyoruz. Uydum imama demezse imamın arkasında namaz kılsa bu kişinin namazı olmaz. 

İmam Şafiî bu meseleyi biraz daha güzel izah ediyor, teslimiyete bir bilinç katıyor. Diyor ki; bir kişi sadece “نَوَيْتُ اَنْ اُصَلِّي - Ben namaz kılmaya niyet ettim.” dese imama uymak için bu kâfi değildir namazı olmaz, niçin imama uyduğunu söyleyecek. O yüzden “Âlemlerin Rabbi için ben namaz kılmaya, imama uymaya niyet ettim.” diyecek. Yüce olan, ibadete müstehak olan, ilah olan, ma’budi hakiki olan Allah için ben namaza ve imama ittibaya niyet ettim, diyecek. Bu, bilinçli bir teslimiyettir. Niyet de aslında bu bilinci insanın içine yerleştirmek içindir. 

Şimdi deniliyor ya körü körüne teslimiyet… Bu müminin hali değildir zaten. Mü’min şuurludur, mü’min bilinçlidir, mü’min firasetlidir. “Onun bakışından korkun, Allah’ın nuruyla bakar” buyuruyor Cenabı Peygamber. Mü’min üstündür, anlayışıyla üstündür. 

“ وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ - Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmran 139) buyuruyor Allahu Teala. 

Siz müminseniz, iman etmişseniz, imanın farkındalığına varmışsanız; İslam’ın, müslüman olmanın farklılığını anlamışsanız, aidiyet hissine Allah’a ait olduğunuz hissine sahipseniz siz üstünsünüz, yücesiniz. Öyleyse mü’min bilinçlidir, mü’min firasetlidir, mü’min basiret sahibidir. Eğer bunlarda sıkıntı varsa imanında sıkıntı var zaten bu kişinin. 

Ama bu teslimiyet olmaksızın da hayat yürümez. Allah için itaat duygusu olmazsa hayat yürümez. İmama iktida etmezsek, itaat etmezsek namaz olmaz. “Sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” buyuruyor Cenabı Hak. O emir sahiplerine itaat olmazsa fitne olur, fesat olur, savaş olur, ihtilaf olur. Masiyet olmadıkça, Hakk’a isyan olmadıkça, zulüm olmadıkça teslimiyet ve itaat gerekir, hürmet gerekir. 

Kavramları karıştırarak ve İslam’ın yaşanmışlığını bin beş yüz senelik kültürü, birikimi yok sayarak bir yere varmaya çalışmak bizi yanlışa götürür. Sanki dinin yeniden yorumlanması, modern bir yorum getirmek bizi fetullahlaştırır. O da buna gayret ediyordu. Yeni yorumlar getirmeye çalışıyordu. İnsanların anlayış kodlarıyla oynuyordu. 

“Her şey aslına döner.” Aslımıza dönmek durumundayız. Asıl nedir, ahkâmı ilahi, sünenatı Peygamberi aleyhissalatu vesselam ve İslam ümmetinin, İslam büyüklerinin tecrübeleri ki bunlar da Kur’an’ın tefsiri, sünnetin yorumu sayılırlar. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki;

“ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ - Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar huşu duyarlar.” (Fatır 28) Allah’ı en iyi âlimler bilebilir. Öyleyse bizim Allah’ı tanımak için, Allah’ın ilmini öğrenmek için, hakikatleri öğrenmek için âlimlere ihtiyacımız var. Allah buyuruyor ki, onlar biliyor. Huşu onlarda, huzur onlarda… Allah’tan gereği gibi huşu sahibi olan, korkan, titreyen, dikkat eden, kullarımızın içinde kendilerine bilgi verilenlerdir. Bu bilgi sadece kitaptan okumayla öğrenilmiyor. Allah onu dinde fakih kılacak, ona bir hayır verecek, bir hikmet verecek, gönlünü açacak…

“ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ - Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl 43 ) buyuruyor Cenabı Hak. Biz birçok meseleyi bilmiyoruz çünkü Rabbimiz buyuruyor ki; “Size az bir ilim verildi.” Biz hiçbir şey bilmiyoruz o zaman. Melekler diyorlarsa ki biz bilmiyoruz, Kâinatın Efendisi buyuruyorsa ki, “Seni gereği gibi ben bilemedim, ben bilmiyorum.” biz hiçbir şey bilmiyoruz. Öyleyse “Sorun!” buyuruyor Cenabı Hak. Bilmediklerinizi sorun. Kime; bilenlere, Allah’ın bildirdiklerine. Size acayip, garaip gelen şeyleri Cenabı Hakk’ın ulema dediği, huşuyu kalplerine lütfettiklerine sorun. 

Yani bu işler niye böyle oldu diye kafanıza göre oturup meselelerinizi yorumlamayın. Sorun bunları. Hazreti Selman buyuruyor ki, “Biz Rasulullah’a ayakkabımızın bağını bile soruyorduk ki yeşil mi olsun, sarı mı olsun.” Sorun buyuruyor Rabbimiz. Dininizi sorun, Rabbinizi sorun…

Hazreti Cibril bunu öğretiyor, geliyor imanı, İslam’ı soruyor, ihsanı soruyor, kıyameti soruyor Allah’ın Rasulü’ne. Bize sormanın edebini öğretiyor. Sormamız gereken şeyleri öğretiyor… Ne buyuruyor Rasulullah o huzurdan ayrıldıktan sonra, “O kardaşım Cibril idi, size dininizi öğretmeye geldi…” Sorularıyla size dini öğretmeye geldi. Demek ki bu dini öğrenmek için sormamız gerekiyor. Kime; gerçek bilenlere… Huşuya ermiş insanlara. Hakk’ın kendilerine hikmet verdiği insanlara, dinde fakih kıldığı insanlara… Rasulullah öyle buyuruyor; “Allah kimin hakkında hayrı murad ederse onu dinde fakih kılar.” Onun anlayış ufkunu açar, ona sadece kitaptan değil, kâtipten de ilim verir. 

İşte bu da itaati gerektirir. Hazreti Ömer, Hazreti Cibril’in en ince ayrıntısına kadar tarif buyurmuş. O huzura gelişi, şekli, şemaili, oturuşu… bütün bunlar bir edep manzumesi… Hadisten bunu anlıyoruz. Hazreti Ömer diyor ki: “Geldi Rasulullah’ın huzurunda iki diz üstü oturdu, Bir tıflı edib/edebli bir çocuk gibi… Ellerini uyluklarının-baldırlarının üstüne koydu… Ve Rasulullah’a o kadar yanaştı ki neredeyse dizleri dizlerine değecekti, o kadar yakın oldu Cenabı Peygambere. Huzurunda böyle oturdu ve O’na sorular sordu ve cevabı aldıktan sonra “Saddakte ya Rasulallah” dedi, tasdik etti.” Yani sıdkını bildiriyor, inandım tamam, bu anlattığına kaniyim, teslimim, itaatkârım, anlamında… 

Ömer efendimiz buyuruyor ki, “Biz şaşırdık. Hem bilmiyor soruyorsun hem de sonra dönüp ne doğru söyledin diyorsun, sanki imtihan edercesine…” Hâlbuki orada Hazreti Cibril itaati, ihlâsı öğretiyor. İlmi tasdik etmemiz gerektiğini, şüpheye düşmememiz gerektiğini, yersiz tartışmalara, ilmi mütalaalara girmemiz gerektiğini bize öğretiyor. 

Hz. Ömer devam ediyor, “Sorularını sorduktan sonra huzurdan geri geri, edeple çıktı.” Rasulullah Efendimiz buyuruyor, “Bakın ne tarafa gitti.” Ashab dışarı çıkıyor, bakıyorlar dışarıda kimse yok. Medine düzlük bir yer, nereye çıksa görülecek. Kimse yok dışarıda. “Ya Rasulallah dışarıda misafir yok.” Rasulullah buyuruyor ki: “O kardaşım Cibril’di, dininizi öğretmeye geldi. Dinin inceliklerini, güzelliklerini size öğretmeye geldi.” 

Şimdi bizde öyle bir şüphe hastalığı yerleşmiş ki; bir meseleyi misal bir Hocaefendiye soruyor bir cevap alıyoruz ama kani olmuyoruz, başka bir Hocaefendiye gidiyoruz. Kendi içimizde bile bakıyorum adam misal geliyor meseleyi bir Mustafa Efendi’ye soruyor, Hacı Mustafa Efendi’nin verdiği cevap onun nefsine ağır geliyorsa onu kabullenemiyorsa Bana geliyor. Bizden aldığı cevap da ona uymuyorsa bizim Hacı Ahmed’e gidiyor. Niye “Saddakte” diyemiyoruz. Yani bunu “Bizim sözümüz olduğu için kabul edin anlamında” söylemiyorum. Eğer delille bize bir şey söyleniyorsa Kitap’tan ve sünnetten bize bir şey söyleniliyorsa biz ona itaat etmek durumundayız. Acaba Hacı Ahmed, Hacı Vahdet, Hacı Mustafa farklı bir şey söyleyebilir mi, bize uygun bir şey söyleyebilir mi diye araştırıyoruz. 

Bu şüpheden kaynaklanıyor, bu gafletin ta kendisidir. Buna bir anlayış farklılığı diyemeyiz. İslam’ın temel meselelerinde anlayış farklılığı olmaz. Çünkü bu anlamda din birdir. Âdem’den günümüze din İslam’dır; birdir. Ve bu dinin temel prensipleri olan tevhid, risalet ve ahiret değişmemiştir. Peygamberler bu konularla ilgili farklı şeyler söylememişlerdir. Şeriatlarda farklılıklar vardır, bu da insanın kolaylığınadır. Zaman, mekân değiştikçe Cenabı Hak bazı hükümlerini değiştirmiştir. 

Eğer daha güzelini öğrenmek için bir gayret varsa ayrı, bu güzel bir şey. Yani azimete doğru bir çaba varsa bu güzel eğer yok sürekli ruhsatlara yöneliş varsa bu bizdeki ihlâsı, samimiyeti, muhabbeti öldürür. 

“Sizin kıymetliniz, takvayı da aşıp etkaya da ulaşanınızdır.” buyruluyor ayeti kerimede, mübalağa var ayette. Allah bizi etkaya davet ederken bizim hala ruhsatları aramaya çalışmamız bizim ne kadar gaflette olduğumuzu gösterir… 

Allah bize aşkı nasip etsin inşaallah. Zatına karşı, Rasulü’ne karşı, emirlerine karşı, dostlarına karşı, birbirimize karşı bize aşk versin ki o zaman bu iş kolay. 

Her kime bir nefes aşk selam eyledi, Gönlü ulaştı Hakk’a, anda karar eyledi…

demiş şair. 

Aşkın zerresi gönlümüze damlasa o zaman bîkarar olmaktan, kararsız olmaktan kurtulup bir karar oluruz, o zaman sabitleniriz.

“ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ - Ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed 7) buyuruyor Cenabı Hak. O zaman ayaklarımız Hakk’ın bizi istediği noktada sabitleşir. 

Allah bizi sabitkadem eylesin.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort