JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Özgüven; bireyin kendisine yönelik iyi duygular geliştirmesi sonucu oluşan kendisini iyi hissedebilmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle kendimizdeki güzelliklerin farkına varabilecek ilk adımı atmaktır. İçe dönük olmaktır. Beden gözümüzün doğal işlevi nasıl dış dünyayı gözlemlemek ise, iç dünyamızı gözlemlemenin sonucu kendimizi tanıyarak, fıtratımızdaki sırrı ilahiyi anlayıp fark edebilmek özgüven demektir. Özgüven sahibi bireyler hem kendileriyle hem de çevreleriyle barışık mutlu bir hayat yaşar.

Özgüveni yüksek insanlar girdikleri her ortamda fark edilirler. Bakışları, duruşları, beden dilleri hayata karşı güçlü duruşlarını yansıtır. Bu ayrıcalıklarıyla karşılaştıkları her olumsuzluğun üstesinden daha kolay gelirler. Toplum içerisinde her ortamda liderlik namzeti ile öne çıkarlar. İnsan hayatında başarının ve mutluluğun sırrı özgüven duygusunda saklıdır.

Özgüveni eksik kişilikler sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken kendilerinde var olan yeteneklerden habersizdirler. Bunun doğal sonucu olarak da kolaylıkla üstesinden gelebilecekleri pek çok sorun kısa zamanda az bir gayretle çözülebilecekken çözümsüz bir kısır döngüye dönüşebilmektedir. Kendisinden uzak ve habersiz yaşayan her birey gerekli içsel yetenek ve donanımlara sahip olduğu halde bundan emin olamadığı için endişelenir. Birçok durumda, özellikle karar verme, inisiyatif kullanma veya başka insanları da işin içine katmak gerektiğinde bu durum rahatsızlık ve huzursuzluk sebebi olur.

Buna karşın, terbiye edilmemiş nefsin elinde kontrolsüz gelişmiş aşırı bir güven duygusu içinde davranan insanlar; sınır tanımazlar. Amaca ulaşmada her şeyi hiçbir endişe taşımadan kolayca kullanabilirler. Benmerkezci davranarak farkına vardıkları yetenekleri hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılabilirler. Üzerlerine aşırı iş yükü alırlar. En iyiyi kendilerinin bildiğini düşünerek, önerileri göz ardı ederler. Yardım etmek isteyenleri de  anlayıp, dinlemeden kolayca reddedebilirler.

Olması gereken düzeyde terbiye edilerek, ehilleştirilmiş bir özgüvene sahip olunduğunda ise; en iyisi için çaba gösteren birey, kabul edilebilir bir sonuç ortaya koymak için bilinçli çaba sarf eder. Başarısızlıkla karşılaştığında mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlar. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlayamadığı ya da yapamadığı bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini bilir. Hatalarını dert edip yakınmak yerine onlardan ders çıkarır. Adımlarını sağlam basar. Birçok durumla ve sorunla daha iyi baş edebilir.

İmanlı bir insanın özgüven anlayışı; iradesini güçlü tutarak hadiselere karşı sağlam ve kararlı durmak yani ümitsizliğe düşmemek olmalıdır. Başarılı olmanın neticesinde de bu başarıyı kendinden değil Allah’tan bilmelidir. Zaten hakiki özgüven de budur. Ancak başardığı işleri kendi nefsinden bilip gurura kapılırsa tehlikeli olur. İnsan kendisini keşfettiğinde öne çıkan üstün özelliklerini, yeteneklerini, istidatlarını Rabbi’nin bir lütfu olarak bilmelidir. Bu özelliklerini O’nu tanıma, anlama, bilme yönünde kullanmaya gayret ederek şükrünü eda etmeye çalışmalıdır.

Özgüven duygusu doğuştan kazanılan bir şey değildir. Özgüven öğrenilir. Özgüvenin temeli çocuklukta atılır. Çocukların özgüven kazanmasında aile yaşamının, ana-baba tutumlarının ve arkadaş çevresinin çok büyük rolü vardır. Ebeveynler, çocuğun öz saygı ve güvenin temellerini oluşturan ilk model insanlardır. Çünkü çocuk kendisine ilişkin olumlu bir benlik algısı edinmesini çevresinden aldığı tepkiler doğrultusunda gerçekleştirir.

Çocuğun özgüveninin gelişmesinde ailenin görünen yüzünden ziyade görünmeyen tarafı etkilidir. Bunun için her aile kendi değer sisteminin farkında olmalı ve bunu çocuğa açıklamalıdır. Böylece çocuklar neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğuna kendileri inanarak karar vereceklerdir. Yüksek ö güvene ve saygıya sahip olmak, çocuğun hem sevgi dolu hem de yetenekli olmasına çok büyük katkı sağlayacaktır. Büyükleri tarafından sevgi gören, gereksinim duyduğunda beklediği yakınlık ve ilgiyi bulan, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendine özgüveni olur.

Buna karşılık sevildiğini, önemsendiğini hissetmeyen, beklediği yakınlık ve ilgiyi göremeyen, sürekli eleştirilen ve olduğu gibi kabul edilmeyen çocuk kendisini değerli hissetmez ve özgüveni olmaz. Kendisini değerli görmeyen (özgüveni olmayan) çocuk yaşadığı aile, çevre, okul ve toplum içinde problemlere sebep olur. Çocuk, değerli olduğunu hissetmeli, hem kendisiyle hem de çevresiyle barışık olmalıdır. Çocuğun sevgiyi, saygıyı ve yeteneğini hissetme derecesi, yaşamının ileriki yıllarında onu her alanda etkileyecektir. Aynı zamanda da, çocuğun keşfetme yeteneğini, diğer çocuklarla ilişkisini ve başarılı olmasını belirlemede kendine olan özgüvenin ve özsaygısının önemli bir faktör olacağı da unutulmamalıdır.

Çocuk toplum içerisinde bazen haksızlıklara ve istismara uğrar. Bunun sonucunda  kalıcı özgüven eksikliği oluşabilir. Bu yüzden çocuğun gelişimini etkileyen en önemli şey sevilip sevilmeme duygusudur. Anne ve babası tarafından sevilen bir çocuk kendisini sevmeyi öğrenir. Tüm çocukların sevgi ve takdir görmeye ihtiyacı vardır ve özellikle anne-babalarının olumlu ilgisi çocukların gelişip, ilerlemesini sağlar. Özgüven için sağlam bir temel oluşturmanın en önemeli araçlarından biri ise kullandığımız kelimelerdir.

Çocuklar anne-babalarının söylediklerine ve söyleme şekillerine karşı son derece hassastırlar. Bu nedenle alay veya utandırma tarzındaki eleştirilerden kaçınmanız çok önemlidir, suçlama ve olumsuz yargılamalar özgüven düşüklüğüne neden olur. Çocuğunuza asla lakap takmamalı (“sakar”, “tembel” gibi) ve özellikle başkalarının önünde kesinlikle çocuğunuzu eleştirmemelisiniz. Bu tür kelimeleri kullanmak yerine, “Bu çok iyi bir denemeydi, inanıyorum ki bir dahaki sefer başaracaksın, sana güveniyorum, bu çok güzel bir fikir vs.” gibi ifadeler kullanarak, saygılı bir yaklaşım içerisinde davranmalıyız.

Çocukta özgüven eksikliğini gösteren işaretler şunlardır: Aşırı kontrolsüz ya da aşırı kontrollü davranışlar, ebeveynlerine sürekli olarak sevilip sevilmediğini sorması, kendi hataları için başkalarını suçlaması, sık sık yardım almak istemesi, utangaç ve içine kapanık davranması, kendisini aşağı görme alışkanlığı kazanması, işbirliğine yanaşmaması, sürekli kaba ve zorba davranışlar göstermesi, sık aralıklarla sinir krizleri geçirmesi, daima insanları memnun etme endişesi taşıması, yalan söylemesi, kendisine başkalarına ait eşyaları hor kullanması, düzenli olarak okuldan kaçması, başka çocuklarla kaynaşırken sıkıntı çekmesi…vb.

Çocuğun özgüvenini artırmak için yapmamız gereken başlıca davranışlar şöyle özetlenebilir: Sorumluluktan çekinmeleri sebebiyle ev içinde veya dışında basit sorumluluklar verilerek başarı inancı sağlanmalıdır. Fikirlerine değer verilmeli, önemsenmeli, hataları büyütülmeden düzeltme fırsatı tanınmalı, olduğu gibi kabul edilmeli, iyi davranışları karşılığında övülmeli, onunla gurur duyduğumuz, onu o olduğu için sevdiğimizi her fırsatta dile getirerek anlaması sağlanmalıdır.

Çocuğun duyguları, gözlemleri ve algıladıkları dinlemeye değerdir ve böyle yapmak çocukların öz saygılarını artırır. Bize bir şeyler söylemek istediğinde, gerçekten ona zaman ayıramayacaksak uygun olmadığımızı ve ne zaman uygun olacağımızı mutlaka söylemeliyiz. Çocuklarını dinleyen aileler, olayları daha çok çocuğun gözünden görmeye başlamakta ve böylece çocuk da duygularına önem verildiğini anlamaktadır. Peygamber Efendimiz’in (sav) kuşu ölen bir çocuğun ziyaretine gidip onun üzüntüsünü paylaşması, taziyesini bildirmesi, teselli etmesi de bu noktada bizim için önemli bir örnektir. Çeşitli vesilelerle çocukla birlikte vakit geçirmek özgüven duygusunun gelişmesi için çok önemlidir. Bu ona verilen değeri göstermektedir. Özellikle çalışan anne babalar bu hususta çok dikkatli olmalıdır.

Her birey kendine has özellikler taşır. Bu sebeple her insan ayrı bir dünyadır. İster kardeşler arasında, ister diğer çocuklar ile olsun kıyaslama çocukların en sevmediği şeydir.  Ailesinden sürekli azar işiten, kötü benzetmelere muhatap olan, fikirlerine değer verilmeyen çocuklar hırçın olur. Dikkate alınan, hesaba katılan, fikirleri sorulan çocuklarda öz güven gelişir.

Gerçekçi beklentiler oluşturulmalıdır. Çocuktan çok fazla (veya çok az) şey beklenmemelidir. Anne-baba çocuktan yapabileceğinden daha fazlasını beklerse, sürekli hayal kırıklığına uğrar ve çocuğa da kendisinden memnun olmaması gerektiği yönünde mesaj verir. Çocuktan beklentilerimizin çok az olması da çocuğun kendinden beklentisinin çok az olmasına neden olur. Gerçekçi beklentiler oluşturmak çocuklara kontrol duygusu kazandırır.

Çocuklara mutlaka bir beceri kazandırmak gerekir. Bunu gerçekleştirirken arkadaşça davranılmalı, ilgi alanları araştırılmalı, gerekirse birlikte çalışılmalıdır. Bunlar yapılırken bir ders verme havası içine girilmemelidir. Ayrıca bir şeyi bizim istediğimiz için değil, çocukların kendileri istediği için yapmalarını sağlamak gerekir.

Sonuç olarak çocuklarımızın özgüveni tam olmasını istiyorsak çocuklarımız için anne babalar olarak  olumlu bir rol modeli olmalıyız. Hatalar yapılabileceğini ve bunlardan pek çok şey öğrenilebileceğini, önemli olan hatada ısrarcı olmamak gerektiği çocuğa kazandırılmalıdır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Sevgi, Rabbimizin rahmetinin bir yansıması, insana doğuştan verilen fıtri bir duygu, yaratılışımızın özüdür. Ben yerine sen diyebilmenin karşılığıdır sevgi.  Sevdiğini her şeyin önüne koyabilmektir. Sevgilinin kendinden beklediğini, bekletmeden verebilmektir. Sevgi, sevdiğinin kabında şekillenip O, gibi olabilmektir. Kendinden sıyrılıp sevdiğinde hemhal olmanın yoludur sevgi. Sevmek sevdiği olmaktır. Sevgide ikilik kalkar, bir olmaya bırakır yerini. İki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tevhid etmiş tek bir yürek vardır sevgide.

Tek bir kalp olunur, tek bir yürek olunur Az, çok, orta gibi hiçbir derecesi olmayan en zevkli ibadetin adıdır sevgi

Sevmek sevgiliye bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır. Sevmek çok ötelerde olsa bile yaşamak ve yakın olmaktır, sevgiliye yakınlılıktır, doğallıktır, özdenliktir sevmek

Sevgi ile insan olgunlaşır, değişir, şekil alır, pişer, sağlamlaşır, sırlanıp parlar, vitrindeki yerini alıp görücüye çıkar, sahibinin elinde tutulmayı bekler ümitle. Sevgi zoru, kolay kılmanın; uzağı yakınlaştırmanın sırrıdır.

Sevgi gönüllerin anahtarıdır. En sağlam fetihler sevgi ile yapılandır. Gönülleri fethetmekle başlar kalıcı başarılar. Muvaffakiyet sevip sevilmekle olur.

Sevgi, hiçbir karşılık beklemeksizin en sevgili olan Rabbimiz, Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına tabi olmak, ona itaat etmek, onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha leziz görmek ve onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, onu kırmak ve incitmekten her an korkmak, rıza-i ilahi için yaşamaktır.

Büyüğümüz Hace Hazreteleri, (ks) sohbetlerinde pek çok kez buyurdukları gibi: “Bizim yolumuz sevildiğini bilme yoludur.” İnsanda sevilmek kadar kalıcı etki bırakan bir şey yoktur. Sevginin hatrına ne dağlar delinir de bezginlik olmaz, ne çöller aşılır da yorgunluk bilinmez. Ne acılar çekilir de ah vah edilmez. Sevildiğini bilen onu kırmamak, üzmemek için her anını ona beğendirmek için geçirir. Onun ahlakını kendisine tercih eder. O, onda neyi, nasıl, ne zaman, nerede görmek istiyorsa oradadır. Çünkü artık O’nun sevgisi kuşatmıştır tüm benliğini.

Hacegan büyüklerimiz de irşad yolunu sevgi olarak seçmiştir. Sevgi ile terbiye olmuş mürid nefsiyle meşgul edilmemiş, Rabbini tanımaya, anlamaya yönelik bir terbiyeye tabi tutulmuştur. Zaten nefs sevginin ileri aşaması olan aşk ile Rabbinin istediği şekle girdikçe onun gölgesi olmaya mahkumdur. Gölge misali Rabbi ile bütünleşmiş gönlün, ruhun peşini takip etmekten başka çaresi yoktur artık.

Sevgi insan hayatının her kademesinde en temel terbiye usulüdür. Ceza yöntemi ile insan zoraki davranışları alışkanlık haline getirebilir belki, fakat kendisini serbest hissettiği an öğrenildi zannedilen davranışlar yerini daha da kötü davranışlara dönüştürebilir.   Fakat sevdirilerek şuuruna erdirilerek kazandırılan davranışlar başkaları için de örnek olur. Güzel davranışların temelini oluşturan sevgi her ortamda diğer insanları da etki alanına çeker, özendirir, farkını belli eder. Bir ömür bıkmadan, yılmadan, şevkle istikrar ve samimiyet sağlar.

Aile, çocuğun terbiyesinde anne karnından başlayarak dünyaya geldiği ilk yıllardan itibaren sevginin önde tutulması geren en temel müessesedir. Çocukluk dönemi içerisinde çocuğun kişiliğinin temelini şekillendiren okul öncesi dönemde çocuk, sözle anlatılanlardan çok gözlemleri ile öğrendiği için, bu dönem içerisinde yetişkinin örnek olması çok önemlidir. Anne-baba çocuk arasındaki ilişkilerde sevgi en önemli faktördür. Sevgiden uzak olarak büyütülen çocuk, susuz bırakılan bir bitkiden farksızdır. Sevgi ve şefkat eksikliği çocuğun gelişmesini, her yönü ile etkileyebilir. Sevgi ihtiyacı karşılanmayan bir çocuğun, bu eksiğini başka bir alanda telafi etmesi mümkün değildir. Sevginin cömertçe verildiği, bireyler arasında karşılıklı anlayış, güven ve saygı bulunan aile ortamları, çocuğun sağlıklı gelişimi için olduğu kadar, toplumsal kurallara kolaylıkla uyum sağlayabilmesi için de uygun deneyim ortamlarıdır. Çocuk, anne-babanın, eğitim konusunda aldıkları ortak makul kararları ve buna uygun pekiştirici tutumlarıyla yetişkinlere ve kendisine güvenmeyi, kendi gücünün sınırlarını öğrenir. Toplum hayatının temel davranışları olan yemek, uyku, temizlik gibi ilk alışkanlıklarını yine yetişkinlerin kararlı tutumuyla başarı ile kazanır.

Eğer ebeveynler olarak çocuğumuzda görmek istediğimiz temel insani ve ahlaki değerleri veremezsek, yaşadığımız toplumda insanlıktan uzaklaşmış, her türlü ahlaksızlığı ideal hayat standardı kabul etmiş popüler kültür unsurları hazır beklemektedir. Bunun içinde seçtikleri yol sahte sevgidir. Kitle iletişim araçlarıyla idol gösterilmeye çalışılan dünyaya tapan sporcular, inanç ve akideden uzak hayal ürünleriyle oluşturulmuş saçma sapan çizgi film kahramanları, ahlaksız senaryoları oynayarak sanat yaptıklarını zanneden dizi film oyuncuları…vb. kendilerini sevimli göstererek çocuklarımızın saf günahsız gönüllerini fethetmek için tüm güçleriyle taarruz etmektedirler. Rabbimizin bize emaneti olan yavrularımıza biz sahip çıkmazsak onların taliplileri çoktur. Hem de şeytana pabuç çıkarttıracak yöntemlerle, birbirleriyle yarışırcasına.

Unutmamalıyız ki insanlığın en şereflisi olan Paygamber Efendimiz’in (sav) çocuklar ile münasebeti bizlere örnek olmalıdır. O: sevdiğini bildirmekle kalmamış, çocuklara sevginin bütün çeşitlerini göstermiştir. O, çocukları öpmüş, kucaklamış, göğsünde uyutmuş, onlarla şakalaşmış, onlara iltifat etmiş, hediye vermiş, hasta olanları ziyaret etmiş, selam vermiş, bineğine almış, onlara dua etmiş, gururlarını incitmeden onları ikaz etmiş, onlarla oyun oynamıştır.

Sevgiyle çocuğuna yaklaşan anne-baba çocuğuyla arasındaki tüm engelleri yıkar. Her şeye rağmen sevildiklerini bilen çocuklar anne-babalarını anlamak ve üzmemek için, daha fazla çaba gösterirler. Ne var ki ebeveynlerin en çok şikayet ettikleri çocuklarında görülen başarısızlık çoğu kez sevgi azlığından kaynaklanmaktadır. Okullarımızdaki başka çocuklara zarar veren, şiddeti oyun bilmiş uyumsuz çocuklara baktığımızda sevgiye muhtaç olduklarını görürüz. Büyüklerinden istedikleri o minicik gibi gözüken ama dünyalardan daha geniş olan gönüllerine sevildiklerini hissettirmeleridir. Unutmayalım ki: Bir gül fidanı nasıl suya, havaya, ışığa ve toprağa muhtaç ise; çocukta sevginin şefkatin, karşılıklı saygının  olduğu mutlu  bir  aile  toprağına  muhtaçtır.

Bir  babanın çocukları  için  yapabileceği  en  önemli  şey, annelerini sevmektir. Bir annenin de çocukları için yapabileceği en önemli şey babalarını sevmektir. Bunu çocuklarına yaşantılarıyla öğretebilmektir. Anne ve babaların birbirlerine duydukları sevgiyi çocuklarının önünde göstermeleri çok önemlidir. Çünkü en doğru ve kalıcı öğretme yöntemi yaşantı yoluyladır. Yaşadığı, gördüğü davranışı çocuk asla unutmaz. Hele ki gördüğü o davranışlar sevdiklerinden geliyorsa onun taklitçisi ve uygulayıcısı olurlar.

Çocuğun yaşantısını belirleyen ailede, çevrede ve okulda çocuğa karşı sevgi, ilgi ve alaka gösterilmiyorsa bunun doğal sonucu olarak onlarında çevrelerine karşı kaba, saldırgan ve şefkatsiz davranmaları doğaldır. Çocukta gördüğümüz bu gibi davranışlardan şikayet etmek aslında konuyu asliyetinden uzaklaştırma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü: Bunun en başta sorumlusu aile ve çevredir. Aile iyi bir iletişimle bunun gerçek sebebini kolayca bulabilecekken iletişimsizlik sebebiyle sorumluluğu kendi dışında, en kolay şekliyle de çocukta aramaktadır.

Çocuğun kendisini ifade etmesine müsaade etmek, onu dinlemek çok önemlidir. Çocuk her şeyini ilk önce ailesiyle konuşarak paylaşmalıdır. Her zaman onları yanlarında hazır oldukları bilincini taşımalıdır. Ailesiyle her şeyini rahatlıkla konuşabileceğini, saklanacak, gizlenecek hiçbir şeyi olmayacağını bilmelidir. Çocuğa bu bilinci ancak iyi iletişim kurabilmiş anne ve babalar kazandırabilir. Bu da aile içinde yaşatılan sevginin marifetiyle olur.

Çocuğunuzu bütün özellikleriyle sevmeliyiz ve kabullenmeliyiz. O bize Rabbimizin emanetidir. O, Hazreti İnsan’dır. Bu bakışı ana eksen bilmeliyiz. Çocuklarımızda bulunmayan vasıfları onlarda aramak ona yapılabilecek en büyük hakarettir. Her insan kendisiyle özeldir. Bu özellik onun güzelliğidir. Çünkü o fıtratı ona veren yaratıcısı Rabbimiz Allah(cc) onu öyle görmek istemiştir. Önemli olan o gözle bakıp ondaki güzellikleri görüp onunla onu sevebilmektir.

Çocuğunuza bir şeyler öğretirken sevgi dolu ve kibarca davranılmalı, onunla büyük bir insanı nasıl ciddiye alıyorsak öyle konuşmalıyız Okul başarısı yüksek çocukları incelediğimizde çocuğuna sarılan, öpen ve onunla küçüklüğünde ilgilenen anne-babayı buluruz.

Çocuğun ruh sağlığı sevilmek ve oynamaktır.

Büyüğümüz Hace Hazretleri’nin (ks) bizlerden eksik etmediği şu duası ile: Allah Bizleri sevsin, sevdirsin, sevindirsin (Amin).

Allah’a emanet olun.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Büyüğümüz Hâce Hazretleri (ks) bir sohbetlerinde: “Allah (cc) ile buluşulacak gerçek zemin, anlayıştır.” buyurdular. İnsanın görebildiği şeyler baktığı yer ile alakalıdır. Bakışımız hangi zaviyeden ise görüşümüz de o kadardır. Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde: “İnsanlar Allah’a (cc) anlayışları (akılları) nispetinde yakınlaşır.” buyurmuştur. Yine Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’in Bakara Suresi 242. ayeti celilesinde: “Allah (cc) ayetlerini anlayasınız/akledesiniz diye açıklamaktadır.” buyurur. Buna benzer, Kur’ân’da “anlayış” kavramı anlamında kullanılan, “akletmek” ifadesi yetmişten fazla ayette geçmektedir. Rabbimiz, kendine açılan kapının anahtarını anlayış olarak tanımlamıştır. Gönlümüzün derinlerinde yer alan, Rabbimiz’in tecelligahı olan o mahrem oda ancak anlayışla açılabilir. Günümüz insanlığının içinde bulunduğu bu durumu tanımlamak için “anlayışsızlığımız” desek yerinde olacaktır.

Sağlam ve sahih anlayış, selim kalbin yapabileceği haslettir. Sağlıklı bir anlayış için öncelikle insanın kalbini temizlemesi gerekir. Bu temizliğin tasavvuf  literatüründeki karşılığı “tezkiye” dir. (Nefsin terbiye edilerek zararsız hale getirilmesi.) Nasıl ki namaza başlamazdan evvel abdest alarak manevi bir hazırlık, temizlik şartsa sağlıklı anlayış için de kalp temizliği mecburidir. İnsanı kemalata erdiren şey, peygamber anlayışıdır. İslam inancının merkezine Hz. Muhammed’i (sav) koymak insanı kemale erdiren anlayıştır. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) buyurduğu gibi: “Din kulun Allah’a gidişidir. Aşk, Allah’ın kula gelişidir.” Onlar öyle bir aşkla bağlanmışlar ki bu bağlılıkları onlara farklı kapıların açılmasına imkan sağlamıştır.

Kalp temizliği için ihtiyaç duyulan temel bilgi zikir ve Kur’ân’dır. Zikir ve Kur’ân herkesçe tek başına anlaşılamaz. Her insanın anlayışını sağlayan farklı bireysel özellikler vardır. Zeka düzeyimiz, zeka alanlarımızın değişik alanlarının, farklı derecelerde ileri veya geri olması gibi özellikler anlayış oranımızı belirler. Bunun içindir ki; ilahi mesajı bizzat yaşayarak, hayatın içinde biz kullarına öğretmesi için Rabbimiz Allah (cc), bizlere Hazreti Muhammed’i (sav) sevgili olarak, örnek insan olarak göndermiştir. Ashab bu terbiyeyi bizzat Hazreti İnsan’dan, insanların en kıymetlisinden aldıkları için gökteki yıldızlar gibi aydınlık, yol gösterici olmuştur.

Peygamber Efendimiz bugün de velayet rehberliğini devam ettirmektedir. Buna sebep ana eksen tarihin her döneminde olduğu gibi Hazreti İnsan’dır. Efendimiz’in (sav) manevi mirasçıları âlim, kamil, gönül ehli insanlar biz ümmeti Muhammed’i irşad ve terbiye için bizlerle beraberdirler.
Hâce Hazretleri “Sizler Kur’ân ayetlerine inanç manzumesi şeklinde bakarken, biz ise tefekkür malzemesi diye bakıyoruz.” buyurmuşlardır. İşte anlayışını Hak’tan alamayan günümüz insanlığı ekseni kaydırılmış bir anlayışla İslam ve şeriat; Allah’ın (cc) anlaşılması için vaaz olunmuşken bugün hükümler manzumesi durumuna düşürülmüştür.

Cenabı Hak; “ayetlerini anlayasınız/akledesiniz diye” buyurmuştur. İşte anlayışını Hak’tan alamayan insanların akledebildikleri ancak kendileri olabiliyor. Çünkü görebildiği alan o kadarına müsaade ediyor. Halbuki Rabbimiz, Allah (cc), akledesiniz veya akletmez misiniz, diye buyururken Kendi Zâtı’nı, sıfatını, kudretini düşünüp anlamamızı istiyor.

Yine bir hadisi şerifte; “Allah bir toplumu helak etmeyi istedi mi, o toplumdan evvela âlimleri alır.” buyrulmaktadır. Günümüz insanlığının, daha doğrusu insanlardaki anlayış bozukluğuna sebep olan asıl unsur, Peygamber Efendimiz’e yol olan manevi mirasçıların, hakiki manada âlim zatların anlaşılamamış olmasındandır.

Anne babalar olarak bize düşen en büyük görev; sorumlu olduğumuz evlatlarımızın dini duygu ve anlayışlarını kendimize göre değil, Rabbimiz’in istediği gibi temellendirip, şekillendirebilmemizdir.

Hiç şüphe yok ki İslâm’da, dinî düşüncenin temelini Allah inancı oluşturur. Küçük yaşlardan itibaren çocuğun din eğitiminde öğretilmesi gereken ilk husus, Allah inancıdır. Allah inancı diğer iman esaslarıyla da çok sıkı ilişkili olduğundan diğer iman esaslarının öğretiminde de Allah inancı kullanılmalı ve bu inançla beraber diğer esasların eğitimi de verilmelidir. Çocukların iman derslerini alma yaşı her şeyden önce okul öncesi dönemdir. Okul öncesi dönem çocukların inanç dünyasının şekillendiği dönemdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) okul öncesi dönem yapılan eğitim faaliyetlerini “taşa kazımak”, sonraki dönemlerde yapılan faaliyetleri ise “suya yazmak” olarak nitelendirmektedir. Bilindiği üzere taşa kazınan yazı taş, kaya parçalanmadıkça yok olmaz. Ama suya yazılan yazı ise, yazıldığı an silinmeye mahkûmdur. Bu nedenle çocuklarımızın iman eğitimini kesinlikle ihmal etmemeli, okul öncesi dönemde iman derslerinin temelini atmalıyız. “Ağaç yaşken eğilir.” Atasözümüz çocukluktan itibaren başlayan anlayışımızın, kalıcı olarak bizim diğer yaş dönemlerinde de gelişerek asliyetimize ulaşmada ne denli etkili olduğunu çok güzel ifade eder.

Çocuklarda Allah algısı, anlayışı nasıl oluşur? Çocukların zihin dünyalarında, Allah kavramının şekillenmesinde içinde bulundukları yaş grubunun temel özelliklerinin etkisi çok fazladır. Ayrıca anne babanın Allah anlayışı ve ona doğrudan öğretme faaliyetlerinin mahiyeti, içinde bulunduğu çevre, çocuğun Allah anlayışının şekillenmesinde son derece etkilidir. Anne babası veya yakınları, meselâ tamamen yanlış olan Allah’ın gökte olduğu inancına sahipse ve bunu dillendiriyorsa; çocuk, Allah’ın gökte olduğuna inanacaktır. Halbuki Rabbimiz; “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun gönlüne tecelli ettim.” buyurarak Kendisini gönülde aramamız anlayışını bizlerden beklemektedir. İşte bizler ondan uzaklaşarak Rabbimizi Hazreti İnsan’da aramak, kendi içimize yönelmek yerine; dağda, taşta, böcekte, vaktimizi harcayabiliyoruz. Ayrıca sıkça kullanılan ifadelerde meselâ, anne baba; Allah yakar, taş eder gibi O’ndan hep korkulan bir varlık olarak bahsederse; çocuk da doğal olarak O’ndan korkacaktır. Korkusu, sevgisinden daha çok öne çıkacaktır. Halbuki Rabbimiz biz kullarını kendisine dost olsun diye yarattı. O’nun bizden istediği Kendisi ile ilgili anlayışın temelini dostluk ve sevgi oluşturmalıyken, biz tam zıttı bir anlayışla çocuklarımızı korku ve endişe verici, ceza yönü öne çıkan Allah idrakini onlara aşılayarak anlayışlarını şekillendirebiliyoruz.

Genel anlamda okul öncesi çağlarda çocuğun Allah anlayışı; insan biçimci, insana benzeyen bir varlık olarak düşünülür. Bu anlayış psikolojide “antropomorfist özellik” olarak ifade edilir. Yani çocuklar, ancak beş-yedi yaşlarından itibaren Allah’ı insanlardan ayırt etmeye başlar ve Allah’ın insanlardan farklı olduğunu kavrayabilir. Altı-yedi yaşına kadar çocukların hemen tamamı Allah’ı güçlü, kuvvetli, yüce bir insan şeklinde ya da çizgi filmlerde gördükleri kahraman tarzında hayal ederler. Çocuk ancak on yaşından itibaren Allah’ı bir yetişkin gibi algılayabilir. Özellikle dört yaştan itibaren çocukların Allah’ı tanımaya yönelik soruları artar. Her meselede ve her konuda “nedenler ve niçinler” anne babayı bunaltacak duruma getirebilir. Bu sorular beş-altı yaşlarına kadar durmadan devam eder. Çocuğun dinî eğitiminde bu yaş dönemi iyi değerlendirilmeli, çocuğa aşırı yüklenmeden, sorularına uygun cevaplar gerektiği kadar verilerek doğru Allah tasavvuru çocuğun zihnine nakşedilmelidir. Bu yaşlarda çocuklar soyut kavramları anlayamayacakları için, Allah’ın anlatılması da dahil her konuda somutlaştırma gayreti içine girilmesi bir zorunluluktur.

Okul öncesi dönem çocuklarında Allah, babadan da, dağlardan da, her şeyden büyük kocaman bir Allah’tır. Dört yaş, çocukların hayallerinin güçlenmeye başladığı çağdır. Bu dönemde çocuklar, gerçeklerle hayalleri birbirine karıştırırlar. Bu sebeple kafalarında kurup geliştirdikleri hayalleri gerçekmiş gibi anlatmaya çalışırlar. Onların, Allah’ı Hz. Peygamberimiz’i (sav) gördüğünü söylemeleri; gerçekte veya rüyada Allah’la, peygamberle konuştukları, onların kendisini sevdikleri şeklinde birtakım olaylar anlatmaları mümkündür. Ancak çocuklar bu anlatımları için kesinlikle yalanlanmamalı, yalancılıkla itham edilmemelidir. Çocuklardaki bu davranışın temelinde, istedikleri ama yapamadıkları, olmasını arzuladıkları şeyi gerçek gibi anlatma veya anne baba ve çevrenin ilgisini çekme gibi kaygılar yatmaktadır.

Çocuğa erken dönemlerde verilecek bilinçli, doğru anlayışta bir eğitim, çocukta Allah inancını güçlendirecek ve ileride öğreneceği konulara ışık tutacaktır. Çocuk kâinata ve bütün olaylara bu gözle bakacak, sağlıklı düşünmeyi öğrenecektir. Bunun neticesinde de iki dünya saadetini kazanmaya aday yeni bir nesil ortaya çıkacaktır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Aynı konuyu işlediğimiz ilk iki yazımızdan farklı olarak burada çocuk terbiyesi ile ilgili Peygamber Efendimiz’in (sav) ve Onlar’ın varisleri olan din büyüklerimizin emir ve tavsiyeleri ışığında öncelikle anne babalar olarak uymamız gereken ya da özellikle kaçınmamız gereken genel kaidelere değineceğiz.

Rabbimizin biz kullarına ihsan buyurduğu nimetleri saymakla bitiremeyiz. Bu nimetleri en iyi şekilde değerlendirmek, müminin en büyük görevidir. Nimete şükür; ona gereken değeri vermek, yerinde kullanmak ve onu faydalı hale getirmekle olur.

Dinimizin muhatabı insandır. İnsandan murad ise asıl yaradılış gayesi olarak; Rabbin’den bir an dahi gafil olmadan, O’nun istediği hâl üzere, O’nun razı olacağı şekilde yaşamasıdır. İnsana yakışan budur. Dünyanın en zor işi insan yetiştirmektir. İnsana yapılan yatırım, en kazançlı olanıdır. Çünkü Rabbimiz yarattığı dünyanın, kulları tarafından şekillendirilmesine de müsaade etmiştir. İşte Rabbini bilen her insan yapacağı her işte önce O’nun rızasını gözetir. Her ürettiği yeni icadın önce O’nun tarafından beğenilip, beğenilmeyeceğini sorgular. O’nun istemediği şeylerden uzak duracağı gibi bu yönde direnç gösteren diğer gafil insanlarla da  yine Rabbi’nin hoşnutluğunu kazanmaktan başka hiç bir niyet taşımadan mücadele eder. Bu sebeple en büyük yatırım insanın kemâlâtına yönelik yapılan yatırımdır. Öğrenme yönüyle insan verimli çağı çocukluk dönemidir. Bu dönemden başlayarak aile içerisinde alacağı terbiye onun kişiliğini şekillendirir. “Ağaç yaşken eğilir.” Sözüyle bunu atalarımız ne güzel teyid etmişlerdir.

Büyüğümüz Hâce Hazretleri(ks)’nin; “Aile olarak sizden isteğimiz çocuklarınıza düzenli olmayı öğretin.” nasihatı çok önemlidir. Çünkü düzenli olmayı kişiliğine yerleştirmiş her fert, hayatının her döneminde edindiği terbiye, ahlak ve doğruluk prensiplerini yerli yerine koyabildiği için bunlar onun hayatını yeniden düzenler. Onda yük değil doğal bir vitrin olur, diğer mümin kardeşleri için ayna olur.

İnsan yetiştirmeyi, sadece dünyada üretimi artırmak için bilinçli insan gücü şeklinde gören kapitalist ve materyalist ülkeler bile, kendi çocuklarının ve gençlerinin dürüst, çalışkan, güzel ahlaklı, başarılı, kültürlü, topluma faydalı, vatansever, eğitimli ve kendi öz değerlerine saygılı insanlar olarak yetişmesini ister. Bunun için çaba harcar. Bunu başaran ülkelerin, diğer sıkıntıları daha kolay ve daha çabuk çözülür. Çünkü, her şeyin başı insandır. İnsanın iyi yetişmesi için hiçbir masraftan ve güçlükten kaçınmayanlar, başarının ve medeniyetin zirvesine yükselir. Bu gün Avrupa’yı teknolojide üstün kılan budur. Fakat ne var ki gelişimin aslı, insanın kendi iç alemindeki gelişimdir. İnsanın gelişimi kendisini tanıması, ne olduğunu, ne için yaratıldığını, nasıl yaşaması gerektiğini fark edebilmesidir.

İnsanın kemâlâtı yine bir insan eliyle olur. Bu Rabbimiz’in belirlediği yöntemdir. Efendimiz’in (sav) gönül rahlesinde, O’nun terbiyesiyle yetişenlere ashab denmiştir. Her biri gökteki yıldılar misali aynı istikameti “sırat-ı müstakim”i göstermişler. Daha sonraki dönemlerde de bu usulü anlayarak bu yoldan gidenler: Abdülkadir Geylânî (ks) olmuşlar, Şah-ı Nakşibendî (ks) olmuşlar, Mevlânâ  olmuşlar, Yunus (ks)  olmuşlar…

Yüce Rabbimiz’e ne kadar hamd etsek azdır ki, günümüzde de O’nunla olanı, O’ndan bir an gafil olmadan yaşayabilen, gerçek yaradılış sebebi olan kulluğu Rabbimiz’in istediği gibi yapan büyüklerimiz bizlerle beraberdir.

Bizlerle aynı toplumsal sıkıntılar içinde yaşadıkları halde onlar dipdiri ayaktadır. Gönül rahlelerini açmış, biz insanları Rabbimiz’e, Rabbimiz’i de bizlere sevdirmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. Hiç bir dünyalık beklemeden, bu gaye onların hayat şeklini belirlemiştir. Büyüklerin gönül dergahında İslam dininin emir ve yasaklarıyla terbiye edilen, doğru, yanlış kıstaslarını İslam şeriatına göre belirlemiş ve kişiliğini İslam şeriatı üzere oluşturmuş her fert dünyada da ukbada da mutludur. Diğer mümin kardeşlerine de ayna olur. Yapacağı her işte önce Alah’ın (cc) rızasını gözetir. İnsanların huzur ve mutluluğuyla toplum huzur bulur.

Toplumumuzda günden güne artan suç unsuru olan davranışların çok olmasının temel sebebi çocukluktan itibaren insanlığın artık fıtratına uygun, asıl şekliyle terbiye edilememesidir.
Toplumu meydana getiren en önemli unsur çocuklardır. Onlar hayatın başlangıcı ve bugüne taşıyanlarıdır. Bugünün çocukları da hayatı yarına taşıyacaklardır. Çocuk; gözümüzün aydınlığı, evimizin neşesi ve dünya hayatının meyvesidir. Geleceğimizin teminatıdır. Onların iyi terbiye edilmesi gerekir.

Efendimiz (sav), çocuk terbiyesi hakkındaki hadisi şeriflerde şöyle buyurmuştur:

“Çocuğun güzel terbiye edilmesi, evladın babası üzerindeki haklarındandır.” (Beyhakî)

“Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin.” (İbn-i Mâce)

“Çocuğu terbiye etmek, tonlarca sadakadan daha sevaptır.” (Tirmizi)

Bu konunun son bölümünde de anne babalar olarak çocuklarımız ile ilişkilerimizde, onların terbiye edilmesinde, kişiliklerinin şekillenmesinde olumlu etki sağlayacak; aile içerisinde hassas olmamız gereken somut davranışlardan bahsedeceğiz. Bunların  başlıcaları şunlardır:

*Çocuk aile bireylerinden birisi tarafından azarlanınca diğerleri ona arka çıkmamalıdır.

*Kusurlarını kabul etmesi öğretilmeli. Kusurlarını bilip yapmamaya çalışması hayatta başarılı olmasına sağlar.

*Çocuk asla yalancılıkla suçlanmamalıdır.

*Büyüklerimizin bize ne kadar sabırlı olduklarını hatırımızdan çıkarmadan biz de çocuklarımızı terbiye ederken sabrı elden bırakmamalıyız.
*Sürekli şiddet kullanarak çocuğu terbiye etmeye çalışan ana baba; çocuğun korku içinde, asabi ve saldırgan olmasına, kendi problemlerini şiddet yoluyla çözmeye çalışmasına sebep olur.

*Çocuk terbiyesinde ne kadar doğru olursa olsun ne söylediğimiz değil, nerede, nasıl söylediğimiz daha önemlidir.

*Çocuk anne babasını taklit ederek sosyalleşir. Bu yüzden en güzel terbiye metodu doğru davranışlarımızla örnek olmaktır.

*Çocuğun yanlışları ona fark ettirilmeli, izah edilerek sebebini anlaması sağlandıktan sonra gerekiyorsa cezalandırılmalıdır.

*Çocuk, ilk gördüğü eşyayı tetkik etme, kurcalama ve sorup öğrenmeye heveslidir. Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalı. Böylece çocuğun düşünme kabiliyeti gelişmiş olur.

*Anne babalar çocuklarını: “Sen adam olmazsın”, ''Senden ne köy olur ne kasaba” gibi ifadelerle suçlamalardan kaçınmalıdır. Çünkü bu ve buna benzer onur kırıcı ifadeler çocuğun kendine güvenini azaltır, kişilik sahibi olmasını engeller.

*Sözlerine önem verilmeyen, diğer arkadaşlarıyla her fırsatta kıyaslanan veya sürekli eleştirilen çocuk; suskun, içine kapanık, güvensiz, huysuz ve saldırgan olur. Çocuklarımızın sağlam bir psikoloji ile gelişmesini istiyorsak, başkalarıyla değil kendisiyle yarıştırmalıyız.

*Çocuğu suçlamak, lakap takmak, alay etmek, tehdit etmek uygun değildir. Git gel gibi emir yerine gider misin, gelir misin gibi ifadeler kullanılmalıdır. Onunla edebli konuşmalı, “Teşekkür ederim, Allah razı olsun, Özür dilerim, efendim” gibi kelimeler öğretilmelidir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Geçen ayki yazımızda “terbiye” kavramının hem kelime manasını hem de hayatımızdaki yeri ve önemine dair giriş yapmıştık. Konunun çok geniş olması sebebiyle bu yazımızda da terbiye kavramını, gerek ayet ve hadisler gerekse onların yeryüzündeki ayaklı numunesi olan büyüklerimizin söz ve nasihatleri ışığında incelemeye çalışacağız.

Özetle Müslüman anne babalar olarak terbiyeden anlamamız gereken şu olmalıdır: Çocuğu, Kur’an ve sünnet ışığında dünya ve ahiret hayatına kâmil bir şekilde hazırlayan, insanın sıhhî, aklî, içtimaî yönlerini bir bütün halinde geliştirebilen, bu cihetiyle de kulu Rabbine, Rabbini de kula yaklaştırabilecek kültürü kazandıran niyet ve gayretdir. Bu yönde bir terbiye kazandırmak anne babaların en büyük mesuliyetleri olduğu gibi hayatlarından sonra da açık kalan defterlerine hasenat yazılmasına da vesiledir. Emekle yetiştirilen, hakkı ile terbiye edilen salih ve saliha evlatlar, ahirette anne baba ile cehennem arasında perde olacaktır.

Bir annenin yüreği, çocuğun eğitim ve terbiye aldığı ilk mekteptir. Merhamet, şefkat, fedakârlık, sevgi, muhabbet ilk olarak anneden öğrenilir. Bir anne için en güzel meşgale çocuğunu yetiştirmek, terbiye etmek ve topluma armağan etmektir. Çocuğu güzel huy ve meziyetlerle bezeyen, kötü huy ve alışkanlıklardan uzaklaştırmakla neticelenen terbiye, ailenin evladına bırakabileceği en güzel servettir.

Ahlâkî yönden bozuk olan çocuklar ne kadar kabiliyetli ve çalışkan olurlarsa olsunlar, bu kabiliyetlerini hayırda değil, şerde kullanırlar. Ahlâksız insana imkân ve servet vermek, kediye ciğer emanet etmekten farksızdır. Hayatın içerisinde şahit olduğumuz o kadar çok örnek var ki, terbiye edilmemiş nefsin eline geçmiş, dünyalık denilebilecek her türlü nimet, külfete dönmüştür. “Keşke bu para, bu mevki, bu ilim onda değil de ahlâkı düzgün, terbiyesi yerinde olan birisinde olsa!” dediğimiz çok olmuştur.

İnsanın doğuştan gelen bir takım manevî hastalıkları vardır. Kin, haset, öfke, bencillik, cimrilik, hırs, kibir vs. gibi hastalıkları giderip; ona sevgi, hoşgörü, sabır, cömertlik, fedakârlık, kanaatkârlık, tevazu gibi güzel hasletler kazandırmak ahlâki terbiyenin esasıdır. Yalan ve riyadan uzak, ihlâs ve samimiyet üzere yaşamak, başkalarının ırz ve malına göz dikmemek, eliyle ve diliyle kimseyi rahatsız etmemek, başkalarına zarar vermediği gibi, başkalarına faydalı olmak, helallere yapışıp haramlardan kaçınmak, olgun insan olmanın gereklerindendir. Küçük yaşta çocuğa bu hasletleri kazandırmak ona her şeyi kazandırmak demektir.

Terbiye Arapça bir kelimedir ve "rabba" fiilinin masdarıdır. Terbiyeye benzeyen çeşitli kelimeler de aynı şekilde "rabba" fiilinden türemişlerdir. Terbiye ile aynı kökten gelen ve Kur'an'da yüze yakın yerde geçen "Rabb" kelimesi, Allah'ın sıfatıdır. Sahip, malik ve idareci gibi manalar için kullanılır. Aynı zamanda terbiye manasına da gelir.

Terbiye, herhangi bir şeyi kademe kademe, tedric ile kemâline eriştirmektir. Kâinâttaki bütün varlıkların terbiye görme ve kemâle erme kanunları vardır. Bu kanunların sahibi, hâkimi, idâreci ve yöneticisi de hiç şüphesiz her şeyin tek yapıcısı, yaratıcısı, oluşturucusu Rabbimiz Allah’dır (cc).

İlk peygamber Hz. Âdem’den (as), son peygamber Hz. Muhammed'e (sav) kadar, bütün peygamberlerin ana gayesi, insanları tevhid inancı ile terbiye etmektir. Peygamberler insanları eğitirken, en güzel metotları takip etmişlerdir İnsan eğitiminde en güzel metot, peygamberlerin metodudur. Onlar bu yolda sabır, doğruluk, dürüstlük, adalet ve benzeri bütün hususlarda örnek insanlar olarak hareket etmişlerdir.

Günümüzde, Peygamber Efendimiz’in (sav) kendi cismanî vücudu aramızda olmasa da O ümmetini, varisleri olan evliyaullah hazeratına (ks) emanet etmiştir. Büyüklerimizin gönlüyle Efendimiz (sav) bir an bile aramızdan ayrılmamıştır. Bu anlayış ve idrak müminlerin kalplerini ve amellerini sürekli diri tutar. İnsanın değeri ait olduğu yerden kaynaklanır. İnsanı yeryüzüne halife olarak göndermiş olan Rabbimiz Allah (cc) bütün kâinâtı onun hizmetine vermiştir. İnsanın değeri ancak bu iltifatın anlamına yakışır bir ömür sürmesi ile bâkî kalır. Çoğumuz dedemizin dedesinin ismini dahi bilmezken, Yunuslar (ks), Mevlânâlar (ks), Abdulkadir Geylanîler (ks), Şah-ı Nakşibendîler (ks)... kıyamete kadar hep tanınacaklardır.

Ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmek “irfan” ile olur. İrfan ise insanı kemâle erdirir. İnsana yakışan ya kemâlattır ya da insanı kâmille beraber olmaktır. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) pek çok defa buyurdukları gibi: “Kötünün yanında iyi olmaz, iyinin yanında da kötü bulunmaz.” Anlaşılacağı üzere kim olduğumuzdan daha önemlisi kimlerle beraber olduğumuzdur.

Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) buyurdukları gibi: “Esansçı dükkânına giren hiçbir alışveriş yapmasa bile oranın güzel kokuları üzerine sinmiş olarak ayrılır. Demirci dükkânına giren ise bir şey almasa bile oranın isinden, pasından, yağından, cürufundan üstü başı etkilenmiş halde ayrılır.” Bizlerin terbiyesini vazife bilmiş büyüklerimiz, işlediğimiz cürümleri yüzümüze vurmadan düzeltmeye çalışmakta, sonsuz bir sabırla, çoğu zaman bir annenin bile evladına tahammül edemeyeceği kadar azim ve kararlılıkla, dostça bizlere yaklaşmaktadır. Belki de gönül kapılarını sonuna kadar açtıran şey, ne anlama geldiğinden gafil yaşadığımız insan olarak yaratılmamızın hatırıdır. Büyüklerimizin gönlü o kadar geniştir ki herkese mutlaka bir yer açılır. Yeter ki insan, nefsini terbiye etme niyeti ve kararlılığı içerisinde olsun. Onların gönlünde olana zor, kolay olur. Uzak, yakın; yavaş, hızlı olur.     

Çocuklarımızın, güzel davranışlar sergileyen, ahlâkî ilkeleri hayatlarına aktarıp çirkinliklerden kaçan, Allah’ın (cc) ve kulların razı olacağı insanlar olmalarını arzu ediyorsak önce kendi hayatımızı düzgün bir hâle getirme uğraşında olmalıyız. Bir çocuk için en önemli şey örnekliktir. Örnek olmak ise söz ile değil davranışlarla olmaktadır. Yalan söyleyen bir ana baba çocuğundan doğru sözlü olmasını istese bile bunun gerçekleşme imkânı zordur. Yine zararlı alışkanlıklara bulaşmış, sigara içen, kötü alışkanlıkları bulunan ana babaların çocuğuna sözle yapacağı uyarılar da etkili olamayacaktır. İbadet hayatımız da aynen böyledir. Aile içerisinde kendisine faydası olmayan anne babanın evlatlarına da faydası olamaz.

Namazımızı önce biz kılacağız, orucumuzu önce biz tutacağız, ibadetlerimizi önce biz yapacağız, güzel ahlâklı olacağız, çirkin ahlâktan uzak duracağız sonra da çocuğumuza tavsiyelerde bulunacağız. İşte hem sözle hem de davranışla uygulayacağımız bu eğitim metodu çocuğumuz üzerinde hayat boyu silinmez bir etki bırakacaktır. Resûli Ekrem (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” (Ebu Davut, Zekât, 45)

Terbiyeye bu derece önem veren İslam dini, insanların ruh, akıl ve cisminin eğitim ve terbiyesi için, birçok emir ve yasaklar koymuş ve bunlara uyulması için de çeşitli cezai müeyyideler ortaya koymuştur. Bu müeyyideler bizlerin selameti içindir. Sevmek ve sevdiğini incitme korkusu en büyük korkudur. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) buyurduğu gibi; “Gönülleri fethetmek asıl meseledir.” Sevmeden, sevdirmeden yapılacak her şey zoraki olur. Zorla olan her şey en küçük fırsatta terk edilir. Terbiye ise en kolay severek olur. Seven sevdiğinin haliyle hâllenir. Anne babanın çocuklarını terbiye etmelerinde en temel yol; büyüklerimizi/evliyaullah hazeratını aile içerinde de sevmek ve sevdirebilmektir. İslam’ın koyduğu terbiye kurallarına uygun hareket eden insanlar, dünya ve ahirette huzur ve saadete ererler.

Bir sonraki sayıda -eğer Allah (cc) nasip ederse- “Aile İçerisinde Uymamız ve Uygulamamız Gereken Terbiye Prensiplerini” işlemeye çalışacağız.

Selam ve dua ile sizleri Allah’a (cc) emanet ediyoruz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort