JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazartesi, 20 Ocak 2014 14:50

RUH VE RUH SAĞLIĞIMIZ

İnsan, temelde beden ve rûh olarak tasnif edilir.  Hadis-i şeriflerde çocuğun anne karnındaki oluşumunu anlatan farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetler çocuğun yüz yirmi günlük iken canlandığını anlatırken; bazı rivayetler ise kırk günlükken canlandığı açıklamasını yapar. Sonuçta kırk gün ya da yüz yirmi gün içinde birey anne karnında daha dünyaya gelmeden rûh ile bütünleştiği anda artık kürtaj da haramdır. Çünkü insan artık özüyle bütünleşmiştir. Bu da insanın oluşumunda “rûh” kısmının önemini ortaya koyar.

Rûh ile insan hisseder, sever, buğzeder, sevinir, üzülür. Bazen güler, bazen de ağlar. Rûh insan için manevi bir cevherdir. Öldükten sonra da yaşamaya devam eden kısımdır rûh. Tasavvuf ehline göre rûh; hisseden, canlı, nurânî, şekilsiz, renksiz, ağırlığı olmayan, her şeyi kavrayan, beden ile münasebeti olan bir varlıktır. Rûh, bedenin ne içinde ne de dışındadır ama bedeni idare eder ve bedenden etkilenir. Buna göre rûhun üç temel fonksiyonu: Duyum, düşünce ve sezgidir (kalp).

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz rûh kavramını birkaç farklı yerde kullanmıştır. Allah Teâlâ, Hz. Âdem'in (as) cesedini topraktan şekillendirdikten sonra ona kendi rûhundan üflemiş ve böylece Âdem (as) hayat kazanmıştır. Yine, insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi rûhundan üflemiş ve onu rûh sahibi canlı bir insan haline getirmiştir: "Her şeyi en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan var eden, sonra insan soyunu adi bir suyun özünden yaratan, sonra şekil verip düzelten, ona kendi rûhundan üfleyen O'dur." (es-Secde, 32/7-9)

İsa'nın (as) babasız olarak yaratılışı anlatılırken de rûh, aynı anlamda kullanılır: "Irzını koruyan Meryem'i de hatırla. Biz ona rûhumuzdan üfledik." (el-Enbiya, 21/91) İsa (as) bundan dolayı “Rûhullah” (Allah'ın rûhu) olarak da isimlendirilmiştir.

Yine rûh kelimesi Cebrail'in (as) karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda, "Rûhu’l-Kudüs" ve "Rûhu’l-Emin" terkipleri ile geçmektedir: "De ki; "Kur'ân’ı, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail), Rabbimin katından hak olarak indirdi."

"Meryemoğlu İsa'ya da açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile te'yid ettik" (el-Bakara, 2/87, 253), "Uyarıcılardan olasın diye, bu Kur'ân’ı açık bir Arapça lisanıyla, senin kalbine, "Rûhu’l-Emin" (Cebrail) indirmiştir." (eş-Şuara, 26/193-195)

Bazı âyetlerde de rûh kelimesi ile Allah Teâlâ'nın vahyi, yani âyetleri kastedilir: "Allah meleklerini vahyi (rûh) ile kullarından dilediğine göndererek…" (en-Nahl, 16/2)          

Nasıl ki bedendeki en ufak, gözle bile göremediğimiz mikrop denilen virüsler insanı yatağa düşürebiliyor hatta ölümüne sebebiyet verebiliyorsa rûhumuzu da aynı şekilde ufacık ihmaller etkisi altına alarak hastalandırabilir. Beden sağlığımıza verdiğimiz önemin, gösterdiğimiz titizliğin çok daha fazlasını rûh sağlığımız için de göstermek insan için bir elzemdir. Özellikle insanın özünden uzaklaşıp hızla dünyevileşmeye başladığı günümüzde, madden her şeye sahip olabildiği halde adını koyamasa da istediği hep rûhunun huzur bulmasıdır. Hatta uzmanlara göre anlam verilemeyen pek çok intihar vak’asının altında kendince rûhu huzura kavuşturma çabası vardır. Rûh ait olduğu yerde huzur bulur. Bir ayette Rabbimiz: “Kalpler ancak Allah’ı zikir ile mutmain olur.” buyurmaktadır. Beden kafesine hapsolmuş rûhu ancak ehli terbiye edebilir. Kendi rûhunu, ait olduğu yere kavuşturmuş, o mutmainliğe vakıf olmuş insan-ı kâmillerin önüne diz çökmeden, onların hizmetinde bulunmadan, dostluğu onlarla yaşamadan rûh sağlığımıza gerçek anlamda kavuşamayız. Ashabı üstün kılan özellikte buradadır. Onlar sevgililerin Sevgilisi’nin hizmetinde bulunarak onun aşkının ateşinde pişerek her biri gökteki yıldızlardan farksız oldular. Hem kendilerini hem de etraflarını hep aydınlattılar, hep aydınlatacaklar. Onların karınları çoğu zaman yarı aç, yarı toktu. Fakat rûhları huzur doluydu. Bu rûha sahip kırk kişiden on binler, milyonlar doğdu ve hâlâ da doğmakta, tâ ki kıyamete kadar da doğacak. Onlar kadar rûhları sağlıklı kim olabilir ki. Ecdadın; “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözü ne güzelde anlatıyor olan biteni. “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlullah” diyerek bedenleri uzak olmak mecburiyetinde kaldığı zamanlarda da ondan gönülde bir an uzaklaşmadan her hal ve karda ölmeden önce ölmüşler, rûhlarını da ona teslim etmişlerdi.    

Kendi rûhundan üfleyerek eşref-i mahlûkat mertebesine yükselttiği insan, eğer rûhunu hakikatten gayrısına meylettirirse; esfele safilin konumuna düşer. Rûhunu hastalıktan kurtaramayanların bir diğer ismi de budur.

Bizzat kendisine dost olmaya layık gördüğü insan, büyüğümüzün takdir ettiği bir ifadeyle Allah’ın (cc) en büyük ayetidir.  “Bilinmekliğim için yarattım.” buyuran Allah (cc), kendisinden başka her şeyden kıskanmıştır insanı. Hasta rûhların ameli olan şirk, en büyük günah bildirilmiştir bize Rabbimizden.

Âlimlerin çoğunluğunun ittifakına göre, rûhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ezeli değildirler, ancak ebedidirler, ölen, insanın cesedidir. Rûhun bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet gününde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet ve azabına muhatap olacağı bir gerçektir  Bu sebeple Rabbimizin muhatap kabul ettiği rûhumuz ile eşref-i mahlûkatken yanlış tercihimizle rûhumuzu başka yerlerde oyalarsak bu ayrılığa dayanamayan rûh, hastalanıp esfele safilin durumuna düşer. Hem dünyada hem de ukbada ebedi saadet için rûhumuzun sağlığı hep muhafaza edilmelidir. Bu da ancak rûhu kirlenmemiş, Hak’tan başkasına yar olmayan, her anını Hak ile yaşayan ve bu güzelliği herkesle paylaşmayı hayat biçimi edinmiş, sevgililer Sevgilisi, son Nebi Efendimiz’in (sav) varisleri olan Allah’ın (cc) veli ve salih kullarına intibak etmekle mümkündür.

Selam ve dua ile Allah’a (cc) emanet olunuz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

SON ÇOCUKLUK DÖNEMİ (6-12 YAŞ)

Son çocukluk dönemi: Kızlarda 6-11, erkeklerde ise 6-12 veya 13 yaş arasında yer alan bu döneme “Okul Çağı” veya “Temel Eğitim Çağı” adları da verilmektedir. Bu dönem çocuğun aile ortamından çıkıp, sosyal çevreye tamamen karışmaya başladığı dönemdir. Bu dönemde çocuğun çevresi ve anlayışında ciddi değişimler belirir. Onun için anlaşılmaz olarak gözüken pek çok kavram günden güne açıklık kazanır. Çocuk, bu dönemin sonlarına doğru somut düşünme aşamasından soyut düşünme aşamasına geçer. Çocuklar, kendi aralarında çeşitli gruplar oluşturur. Bu grupların oluşumunda en önemli faktör cinsiyet oluşumudur. Kızlar ve erkekler kendi aralarında oluşturdukları gruplar içerisinde oyunlarını oynarlar. Bu tür gruplaşmalar bu dönemin doğal özelliklerindendir. Bu dönem zihinsel öğrenme çağının başlangıcı olmakla birlikte bu evrede duygusal öğrenmenin devam ediyor olması da dikkat çekicidir. Bu evrenin en belirgin özelliklerinden birisi de çocuğun bilgiye olan düşkünlüğüdür. Çünkü zihinsel öğrenme bu dönemde başlamaktadır. Son çocukluk evresi, eğitim ve öğretim açısından son derece önemlidir. Çocuk ilk defa düzenli, planlı-programlı eğitimle karşılaştığı ve toplumsal hayata katıldığı için bu evre, psikologlar tarafından "Çocuğun sosyokültürel doğumu" olarak adlandırılmaktadır.

Okul çağı, çocuğun yuvasından çıkıp dış dünyaya açıldığı, toplumsal çevreye iyice karıştığı çağdır. İlköğretimin ilk yıllarını içine alan bu dönem, ergenliğin ilk belirtilerinin başladığı yaşlarda son bulur.

Bu dönemde çocukların yaşayacakları gelişimsel özellikler ve değişimler, zaman zaman kişisel farklılıklar gösterse de genel olarak benzer bir seyir izler. Çocukların yakınındaki yetişkinler olarak bu değişimleri bilmek ve farkında olmak hem bazı kaygılarımızı gidermek hem de onlara uygun yollarla destek olmak açısından oldukça önemlidir.

Okul öncesi dönemi izleyen ve son çocukluk adı verilen 6 - 12 yaş dönemi gelişim evresinde, çocuklar mantıklı ve doğru düşünme hassasiyeti kazanır. Hayal gücü yerini somut kavramlara bırakır. Gerçekleri görme ve algılama başlar. Yeni bir sosyal çevre olarak okula başlama ile öğretmen, arkadaş ilişkileri önem kazanır. Toplum kurallarına uyma gereği ortaya çıkar. Bu yaş dönemi çocuğu artık aklıselim sahibi olmaya adaydır.

Bu yaş döneminde özetle:
•Bireysel bağımsızlığını kazanma isteği ve mücadelesi,
•Olumlu arkadaş ilişkileri geliştirme,
•Kendisini gösteren uygun kız - erkek rolleri,
•Okuma - yazma - sayısal alan becerileri,
• Özgüveninin (kendine güven) artması,
• Benlik saygısının artması,
• Zihinsel gelişimde artma olur.

Bu dönemde çocuklar, anne babadan etkilenmeyle birlikte yeni girdikleri sosyal çevrelerde öğretmen ve arkadaşlarından da yoğun olarak etkilenirler. Artık anne baba önem sırasını
öğretmene bırakmıştır. Çocuğumuzun kişiliğinin oluştuğu çağ olan bu dönemde öğretmenin kişisel ve ahlaki özellikleri çocuğumuz için birinci derecede örnek teşkil eder. Birey olarak kimlik gelişiminde bu etkiler ciddi anlamda önem taşır. Bu yaşta çocuğun kendi benlik kavramını beğenmesi, kendi başarılarından, özetle kendinden hoşnut olması, tüm yaşama yansıyacak olumluluklar getirir. Bedensel, sosyal - kültürel sorunları olan çocuklarda kendinden hoşnutluk (yüksek benlik saygısı) daha güç gelişir. Anne baba başta olmak üzere çevrenin olumlu desteği ile öz güvenleri artar.

Bu nedenle özellikle anne-baba olarak:
• Çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlamak gerekir.
• Ailesi, öğretmeni, arkadaşları tarafından sevildiği, benimsendiği, bir sosyal çevreye ait olduğunu hissetmesi gerekir.
• Yaşam güçlüklerini karşılayabilme sorumluluğu verilmelidir. Çok fazla ya da az beklentiler oluşturmadan aşırı koruyucu, size bağımlı kılmadan kendi kabiliyetlerini geliştirmede dengeler kurulmalıdır.
• Öz disiplin, kendi kendini kontrol başarısı kazandırma önemlidir.
• Destekleme, yüreklendirme, övme uygulamaları ile başarabileceği ve başardığı konuları vurgulayın. Olumsuz örnekleri eleştirme yerine olumlu olaylarda takdir edici olun.

İlköğretim dönemi, çocuklarda, tüm bu gelişimin yanında arkadaşlıklar kurabilmenin önemini öğretmesi açısından da mühimdir. Yaşıtlarıyla daha fazla zaman geçirir, daha çok güvenir, birlikte olmak ve paylaşmaktan mutlu olurlar. Arkadaş seçiminde daha titiz olmaya başlarlar. Bir iki tane iyi ve sürekli arkadaşları olabilir. Bunun yanında sevmedikleri ve uzak durmayı tercih edebilecekleri arkadaşları da vardır. Sırdaş olarak seçilmek çok önemlidir, ancak çok iyi sır sakladıkları söylenemez.

Ayrıca okulla ilgili uyumunda arkadaşlarının rolü büyüktür. Okulda arkadaş ilişkileri iyi gidiyorsa, okulu oldukça severler ama ilişkilerinde ters giden bir şeyler varsa okula gitmek istemeyebilirler ya da gönülsüz giderler. Arkadaşlarının düşüncelerini çok önemserler ama ilişkileri için verdikleri kararları çabuk unuturlar.

İki kişi oynarken her şey yolundadır, fakat ortama üçüncü birinin girmesi işleri karıştırabilir. Burada daha çok birinci tercih olamama kaygısı hâkimdir. Bu yaş çocuklarının hemen hepsinde arkadaşları tarafından ilk tercih edilen kişi olma isteği vardır. Üç ya da daha fazla kişinin olduğu oyun gruplarında, lider olan kişiyi çekememe, onun koyduğu kurallara isyan etme ama bunun yanında onunla arkadaş olmaktan vazgeçememe gibi çelişkili tepki ve duygular yaşayabilirler. Kuralların bozulmaması ya da sadece kendileri tarafından değiştirilmesi gibi egosantrik(kendini olayların ve kâinatın merkezi olarak gören) bir yaklaşımları vardır. Bu daha çok, henüz kendini değerlendirme becerisine sahip olamayışlarından kaynaklanır.

Bu yaş çocukları kolayca motive olurlar. Sadece yapılması istenilen şeyin, nasıl söylendiği önemlidir. Hemen heveslenirler ama bu hevesleri kısa sürer. Bu yüzden anne babalar çocuklarında oluşturmak istedikleri terbiye ve davranış öğretilerinde sürekli ve tekrar edici olmalıdırlar. Bu yaş dönemi çocuğu, din psikolojisi açısından incelendiğinde; kavramları anlamaya başlamasıyla, “Gerçekçi” bir din anlayışının da temellerini de bu yaşlarda atmaya başladığı görülür. Dine ilgisi artar, bilinçlenir. Sorularına aldığı cevapları sorgular. Aklında sınar. Sorduğu sorulara kesinlikle ciddi ve doğru cevaplar verilmelidir. Çocuklarımızın din eğitiminde aile çok önemlidir. Özellikle ailenin örnek oluş biçimi yaşantısıyla somut bir hal almalıdır. Dini sunuş çok önemlidir. Okul, öğretmen, arkadaş gibi yeni çevreler çocukta önemli etki ve iz bırakır. Mesuliyet ve birliktelik duygusu gelişir. Özellikle cemaatle yapılan ibadetler, akşamları aile içerisinde yapılan ders ve sohbetler dine ilgiyi arttırır. Bu sohbetlerde hayatımıza örnek aldığımız erkek ve kadın din büyüklerimiz özellikle vurgulanmalı örnek almamız gereken fiil ve ahlaki özellikleri açıkça öne çıkartılmalıdır. Fıkhen düzenli namaza bu dönemde başlanacağı için çocuklarımız cemaat ortamlarında namaz alışkanlığını
daha kolay kazanacaklardır. Aile içinde cemaatle kılınan namaz çocuklarımıza ibadet etme alışkanlığı aşılayacaktır. Onlara bu tür ortamlar hazırlanmalıdır. Allah(c.c), Peygamberimiz(s.a.v.)ve onların varisleri olan evliyaullah hazeratı sevdirilmelidir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

6 YAŞ SOSYAL GELİŞİM DÖNEMİ
6 yaşına geldiğinde çocuklarımız aileden kolaylıkla uzaklaşabilecek durumdadır. Arkadaşlar edinir, yakın çevresinde kendisine yakın bulduğu kalabalık ortamlara karışır. Yemek yemek, giyinmek, gibi kişisel işlerini tek başına yapar. İlgi alanlarına göre hobiler, oyunlar, kurallar geliştirir. Özellikle geliştirdiği oyunlarda kız ve erkek çocuklar arasında bariz farklılıklar izlenir. Her iki cinste yeni şeyleri denemek ister. Oyunlar oluşturulur, kurallar yeni şekliyle belirlenir, birçok hayali roller geliştirilir. En çok hoşlandıkları oyunlar ise grup oyunlarıdır. Grup içerisinde uyulması gereken kuralları uygular, bazı sorumluluklar yüklenir, söylenenleri dikkatle dinler, dikkat süresi uzar. Artık kendisiyle gerçek nitelikte eğitim-öğretim uygulamaları yapılacak bir çağa gelmiştir.

6 yaş çocuğu, iki buçuk yaşında görülen olumsuz evrenin belirtilerini tekrar yaşar, davranışları dengesizleşir, kurallara karşı isyankâr tavır takınır. Tembel ve kararsızlık içindedir. Başkalarına kötü sözler söylemek, onları terslemek, onlarla tartışmak, isim takmak, arkalarından bağırmak gibi olumsuz huylar edinebilir. Bencil ve kavgacı olabilir. Bir şeye kızdığı zaman onun sorumlusu olarak annesini görür ve hıncını ondan almaya çalışır. İstekleri hiç bitmez. Çoğunlukla istediği şeyler, o anda olmalıdır. Her şeyin istediği anda ve istediği biçimde gerçekleşmesini bekler. İstediği her neyse, tamamını ister, paylaşmaktan kaçınır. Seçim yapamaz, suçlanmak, eleştirilmek istenmez, kendisine verilen cezalara tepki gösterir.

Burada anne babalar çocuklarının psikolojilerini iyi tahlil etmelidirler. Hata yapsalar dahi suçlarını, hatalarını direk yüze vurarak değil de onda oluşmasını istediğimiz davranışı örnek göstererek; iyi, güzel çocuklar böyle davranmalıdır, sen de iyi, güzel bir çocuksun diyerek örnek davranışı sevdirerek uygulatmalıdırlar. Aksi takdirde inatlaşmaya çok müsait olan 6 yaş çocuğu doğruyu bildiği halde yapmayacak bu onda ilerleyen yıllarda kişilik gelişiminin bu yönde şekillenmesinin temeli olabilecektir.

6 yaş dönemi ülkemizde ilköğrenim yaşı kabul edilen 7 yaşa hazırlık dönemi olarak da kabul edildiği için bu yaş dönemi, çocuk için ne kadar verimli geçerse bu onun okul başarısına da önemli katkı sağlayacaktır.

Bu çağda her çocuğun dışarıda tek başına oynama, yürüme, komşulardan annesinin istediklerini ona getirmesi, bakkaldan çikolata, sakız gibi ihtiyaçlarını temin edebilme gibi sorumluluk gerektiren beceriler kazanması sosyalleşmesi açısında önemlidir. Ayrıca ev yemeklerini yemeyi başarması; yeme, içme, uyuma gibi gereksinimlerini kendi başına gidermesi; tuvalet alışkanlığı kazanması, kendi evinden başka ortamlarda da tuvalete nasıl girip, çıkacağını, temizliğini annesi yanında yokken tek başına nasıl yapabileceğini kontrol altına alması; kendini ifade edebilecek derecede konuşabilme yeteneği kazanması; çevre gerçekleri hakkında basit kavramları anlayabilmesi (tehlike, yabancı, kötülük, zarar… vb); insanlar arasındaki cinsel ayrılığı tanıyabilmesi, kendi cinsinin davranış, rol ve tavırlarına göre hareket etmesi; neyin doğru, neyin yanlış olduğuna ilişkin basit gerçekleri öğrenmesi; başkalarının dertlerine ortak olmada ilk kavramları anlaması, öğrenmesi; aile çevresine, kültür yapısına, geleneklere, disipline uyabilmesi; anababaya, diğer aile büyüklerine ve küçüklerine nasıl davranılacağını kısmen öğrenmesi gerekir.

Öğrenmenin temellerinin atıldığı bu çağ da çocuklar kendilerinin bulunduğu çocuk ortamlarında etkileşim ile çok daha kısa zamanda hayatın gerçekleriyle birlikte çok fazla şeyler öğrenebilirler. Hem de bunu severek yaptıklarından bu öğrendikleri onların kişilik gelişimlerinin temelini şekillendirir. Bu nedenle çocuklarımızın din eğitimini onların seviyesine inerek verebilecek anaokulu, ya da değişik isimlerle bu misyonu yüklenmiş güvenilir ortamlara çocuğumuzu yönlendirmek bu yaş için çok önemlidir. Anne-baba belki de eğitim konusunda çok mahir olabilir fakat çocuğun sağlıklı sosyalleşebilmesi yoğun ortamlarda hem daha sağlıklı hem de çocuk açısından çok daha sevimlidir.

Çocuk bu yaşlarda asla ihmal edilmemelidir. Aile içinde onun anlayabileceği dilden peygamber Efendimiz(sav) anlatılmalı, onun sevilecek en büyük insan olduğu hep vurgulanmalıdır. Bu konularla ilgili sorular sorması sağlanmalı, sabırla cevaplanmalı ve bu konuda çocuğumuza kendisini ifade etme, konuşma fırsatı verilmelidir.

Çevremizdeki büyüklerimiz, ehlullah hazeratı çocuğumuza tanıtılmalı, sohbet, muhabbet ortamları içerisine sokarak onlarda büyük sevgisi, dost sevgisi, veli sevgisi oluşturulmalıdır. Evde yapılan ibadetlere çocuklarımız da davet edilmeli, onların katılımının aile için ne kadar önemli olduğu çocuklarımıza mutlaka hissettirilmelidir.

Çocuklarımızın cinsiyetlerine göre uymaları gereken dini rollerin temeli ihmal edilmeden bu dönemde onlara aşılanmalıdır. Kız çocuklarımıza örtü, tesettür sevgisi verebilmek için onların önlerinde örnek olmak çok önemlidir. Çocuk annesinin kıyafetini onun bir seçimi ve zevki olduğunu anlamalıdır. Annenin kızına onun istediği renk örtüyü takması çocuk için çok önemlidir. Çocuk neden örtü taktığını kendince bilebilmelidir. Çünkü arkadaş ortamlarında kendisine niçin örtü taktığı sorulduğunda çocuk tereddüde düşmeden bunu cevaplayabilirse başkasının yapamadığını yapabildiği için kıyafetine daha bir sıkı sarılır. Bu durum 6 yaş çocuğunun bilinmesi gereken önemli bir psikolojik özelliğidir.

Unutulmamalıdır ki her insan gerek çocuk olsun, gerekse yetişkin; kendi davranışları ile başkalarının davranışlarını karşılaştırarak kendi kendini tanımaya çalışır. Bu karşılaştırmanın sonunda kendisinin nasıl bir kişi olduğunu; neleri yapabileceğini, neleri yapamayacağını anlamaya başlar. Böylece insan kendi kendine bir değer biçer ve kafasında canlandırdığı değerlere ulaşmak için de arzu duyar. Bireyin kendisine ilişkin beslediği değer yargısına “benlik” denir. Bu nedenle çocuğumuzun benliği oluşurken onun davranışlarını şekillendirmek istediğimiz örnek modeller çocuğa hedef gösterilmeli bu örnekleri çocuğumuza tanıma imkânı verilmelidir. Kızlarımıza Hz. Fatıma anlatılmalı, Hz. Zeynep’in dik duruşu, kararlılığı, ahlâkı her fırsatta örnek gösterilmelidir. Erkek evlatlarımıza onların seviyelerine göre hazırlanmış Efendimiz(sav)’in ve Ashabın örnek davranışlarını anlatan kitaplardan okunmalı, hayal güçlerini bunlarla geliştirmesi sağlanmalıdır. Aksi takdir de çocuklarımız kimleri örnek alacaklarını çok aramadan, yanı başlarındaki televizyonda çoktan bulacaklardır. Bunların kimler olabileceğini bildiğimiz için burada zikretmek istemiyorum.

Bireyin, dışındaki bireylere karşı yaptığı tepkilerin niteliği, bireyin kişilik özelliklerine bağlıdır. Farklı bir durumla karşı karşıya kalan bireyin neyi alacağı, neyi bırakacağı, onun durumla ilgili yeteneklerine, tutumuna, geçmiş yaşantılarına, amaçlarına, beklentilerine, değer yargılarına ve endişelerine dayanır. Yine bireyin, diğer bireyleri algılaması veya onlardan gelebilecek etkilenmeleri yorumlaması, “kişilik özellikleri” nin gelişim seviyesi ile orantılıdır. Kişilik; bir insanın bütün ilgilerini, tavırlarını, niteliklerini, yeteneklerini, konuşma tarzının, dış görünümünün ve çevresine uyum tarzının özelliklerini özetleyen bir terimdir. Diğer bir deyişle de şöyle ifade edilebilir; insanın uyumunu sağlamak amacıyla yapmış olduğu, kendisine has davranış biçiminin ve tüm özelliklerinin bir bütünlük içinde süreklilik göstermesidir. Bu nedenle hayatta muvaffak olabilen bireyler ilkeli olabilenlerdir. İlkeli olabilmek kişilik sorunu yaşamayan doğruyu öğrendiğinde dışarıdan gelen tepkilere sonuna kadar dirayet göstererek değişmeden dik durabilen sağlam karakterli bireylere has bir davranıştır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

0-4 Yaş arasında çocuklarımız aile ortamından ayrılarak kendi dışında diğer çocuk ve yetişkinlerle iletişim kurabilmesi onun olgunlaşmasında çok büyük bir önem taşır. Çünkü artık çocuğumuz diğer bireylerin onun açısından ne anlama geldiği, kendisinin diğer bireyler üzerinde ne gibi etkiler bıraktığı ve sosyal ortamlar içerisindeki konumunu gün geçtikçe anlamaya başlar. Ayrıca ilerideki sosyal hayatını şekillendirecek pek çok davranışın temelleri bu yaşlarda atılmaya başlar. Çocuğumuzun aile dışında diğer bireylerle ilişki kurmasının sonucunda onda giderek artan bir bağımsızlık duygusu gelişir. Bu nedenle çocuğumuzu şekillendiren tüm çevre etmenlerini kontrol etmek çocuğumuzun sağlıklı yetişmesi ve gelişmesi bakımından İslami şuura sahip Müslüman anne babaların sorumluluğundadır.

Çocuklar üç yaşından itibaren birbirleriyle oyun çevrelerinde iletişim kurmaya başlar. Oyun ortamları çocuğumuzun diğer çocuklarla olan ilişkilerini giderek yoğunlaştırır. Birbirlerini hem daha çok ararlar, hem de çok kavga ederler. Dört yaşından itibaren artık çocuğumuz tam anlamıyla sosyal bir varlıktır. Yaşının özelliği olarak tercihi çocukların fazlaca bulunduğu ortamlardır. Hatta ebeveynlerin gitmek istedikleri ortamda çocuk olmadığını sezerlerse oraya gitmeyi reddedebilirler. Bu yaşlarda çocuklarımız arkadaşlık konusunda seçicidirler; birkaç çocukla yakın bağlılık içerisine girerken diğerleri ile geçici ve yüzeysel arkadaşlık ilişkisi geliştirir. Burada en önemli husus bağlılık gösterdiği arkadaşlarıyla kendisini özdeşleştirir. Onların tavır, tutum, hatta sözlerini benimseyip kullanırlar. Bu şekilde hem cinsiyetlerine, hem de yaşlarına uygun tavırları prova edip kendilerine mal ederler. Bu nedenle ebeveynler çocuklarının oyun ortamlarını bilinçlice şekillendirmelidirler.

5 YAŞ SOSYAL GELİŞİM DÖNEMİ
Çocukluk döneminin düğüm noktasını “altın yaş” olarak tanımlanan 5 yaş oluşturur. Bu dönemde artık çocuklarımız daha bilgili ve olgun bir birey olma yönünde tavırlar takınır. Çevresine karşı dostça bir yaklaşım içindedir. Kendi yeteneklerini sergileme eğilimi taşır. Sorumluluk almak ister. Yaşadığı kültür ortamına davranışlarını uydurur. Bu nedenle ebeveynler milli ve manevi değerleri önce yaşayarak sonrada onun seviyesine inerek sebeplerini açıklayarak anlatmayı tehir etmeden bu döneme yaymalıdırlar.

Çocuklarımız genellikle bu yaş döneminde daha akıllı, uslu ve bağımsızdır. Kendisi dışında gelişen hadiselere daha duyarlı ve kontrollü yaklaşır. Arkadaşlarıyla oynarken daha çok iki, üç arkadaşının bulunduğu grup oyunlarını tercih eder. Küçüklerini korur. Onlardan yaşça ve akılca daha üstün olduğunu kanıtlayıcı davranışlar gösterir. Ev dışında daha mutlu olur. Oyunda kurallara uyulması ve dürüst olunması gerektiğini anlar. Yardım amacıyla bir şeyler yapmaktan hoşlanır. Hayal ve gerçeği; doğru ve yalanı birbirinden ayırt etmeyi öğrenir. Kendisi, ailesi, arkadaşları ve olaylar hakkında sorular sorar.

Beşinci yaşın sonlarına doğru, çocuklarda düşünerek hareket etme davranışları başlar. Çocuk zaman zaman ciddileşerek yaşadıklarını düşünür. Çocuklarımız bu yaş döneminde toplumda aileye doğru bir yöneliş gösterir. Artık aile onun için güven duyulacak birinci sosyal kurumdur.

Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri ise toplumun isteklerine uygun davranmasıdır. Oyunlarında günlük yaşamını canlandırır. Yöneltilmekten, eğitilip, öğretilmekten hoşlanır. Her şey için izin ister. “Gidebilir miyim? Alabilir miyim? Yapabilir miyim?” gibi sorular sorar.

Yazımız bir sonraki sayıda kaldığımız yerden devam edecektir. Allah’a emanet olunuz...    

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Emanetçisi olduğumuz çocuklarımız hiç kuşkusuz ki bizim mutluluk kaynağımızdır. Çocuğumuzun bir yeri incinse acısını onlarla birlikte bizler de duyarız, onlara şefkat kanatlarımızı sonuna kadar gereriz. Onların hayatı bizler için çok değerlidir. Bu bizim için oldukça olağan bir davranıştır. Çünkü bilinçli anne baba olmanın ilk adımı fedakarlıktır. İslami duyarlılık taşıyan Müslüman anne ve babalar çok iyi bilirler ki  kendisinden feda etmeden, bedel ödemeden, hakkını vermeden kolayca elde edilen kazanımların kaybedilmesi de kolay olur. Hele ki yaşadığımız zaman dilimi her şeyin çabucak değiştiği, değişimi bile takip etmekte zorlandığımız bir dönemi kapsar. Bu dönemde belki de en büyük başarı kendimizi ve anlayışımızı geliştirerek değişmeden ayakta kalabilmektir. İlk günkü heyecanı ve saflığı hep taze tutabilmek, kalbimizdeki o iman ve muhabbet ateşini bize verilen orman köylüsü misali hep diri tutabilmek. Yani yaşadığımız hayatın hakkını vererek nefes almak. Ancak bu da Ataullah İskender’i Hazretleri’nin buyurduğu gibi anlayışını Allah’tan alan insanlara has bir haldir. Anlayışımız asıl kaynaktan menbaından gelişirse insan hayatının da ne kadar değerli olduğunu o zaman tüm netliğiyle görebiliriz. Çünkü anlarız ki hayatı yaşamayı değerli kılan tek amaç rabbimizi hoşnut edebilme gayretidir. Yani bizim de O’ndan razı olduğumuzu O’na bildirmek ve her anımızı O’nun da bizden razı olacağı, bizimle hoşnut olacağı hale getirmektir. İşte bu azim ve kararlılıkla sonuna kadar bu anlayışında samimi olabilen bireylerin oluşturduğu anne babaların yetiştirdiği çocuklar da Allah’tan geldikleri anki temizliği ve fıtratı muhafaza ederek kendilerini değiştirmeye çalışan ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçmayan batıl güçlere karşı Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak değişmeden gelişebilirler.

Şüphe yok ki en büyük terbiye anlatarak değil anlatmak istediklerimizi örnek davranışlarımız da göstermekle mümkündür. Başarının sırrı, yaptığımız işe ait her şeyi öğrenmek ve öğrendiklerimizi insanlara faydalı hale getirerek azim ve kararlılıkla uygulamaktır. Hiç kimse başarı merdivenini elleri cebinde çıkmamıştır. İyi bir evlat yetiştirmek örnek bir anne baba olmakla olur. Çocuklarımızın günahı anne babalar olarak bizlerin işlediği günahların bir sonucu olabileceğini acaba hiç düşündük mü? Çocuklarımıza hep nasihat ederek onlardan kötü alışkanlıklarını terk etmelerini bekleriz. Bunun nedenini hiç sorduk mu kendimize, Bunu onun için mi ya da kendi şerefimize itibarımıza laf gelmemesi için mi istiyoruz. Biliyoruz ki niyetimiz amelimizin karşılığını belirleyecektir. Acaba hiç kendimiz anlayış ve davranış olarak “Allah için, Allah uğruna terk etmenin Allah’a yaklaşmak “ olabileceğini çocuklarımıza gösterdik mi?       

Çoçuklar farklı dönemlerde yeni psikolojik açılımlar ve bunun sonucunda toplumsal gelişim özellikleri gösterir. Anne-babalar bu farklı çocukluk dönemlerini genel özellikleriyle çok iyi bilmelidirler. Çocuğumuzu anlayamadan ona rehberlik etmeye çalışmak ustalıktan anlamayan birisinin bina inşa etmesinden farksızdır. Çocuklarımızın sosyal gelişim dönemleri bir bütünlük arz eder. Birinci dönem dediğimiz 0-4 yaş arası sosyal gelişim anne babalarca  bilinçlice ona faydalı geçirilirse çocukluğun dönüm noktası kabul edilen ikinci çocukluk dönemi olan 5 yaş sosyal gelişim dönemi de o denli kolay ve verimli geçer. Bu bölümde bireyin şekillendiği kişiliğinin temellerinin atıldığı birinci çocukluk evresi diye de ifade edilen 0-4 yaş sosyal gelişim döneminin özelliklerini inceleyeceğiz. 

0-4 YAŞ SOSYAL GELİŞİM DÖNEMİ
Sosyal davranışların kaynağı bebekliğin ilk günlerine kadar uzanır. Bebeğin üçüncü ayında insan yüzünü tanımasıyla, kendi dışında var olan sosyal çevreyi de idrak etmeye başlar. Bu çocuğun çevresiyle ilişki kurması bakımından anlamlıdır. Yine üçüncü ayda gülen bir yüze gülerek cevap verir. Bu gülüş sosyal bakımdan “Bebeğin kendisini iyi hissetmesi” diye açıklanır. 

Hayatın başlangıcında görülen ilk sosyal davranış, bebeklerin annelerine olan bağlılığıdır. Bu bağlılığın sosyal uyum açısından önemi çok büyüktür. Bağlılık, bebeğin anneye yakın olmasını sağlar, böylece bebek hem beslenir hem de çevreden gelebilecek olumsuz etkilerden korunur. Ancak, bebek büyüdükçe anneye bu şekilde bağlı kalamaz. Çünkü çevreyi tanıma merakı anneden uzaklaşma nedenidir. Çocukların anneye bağlılık gösterdiği dönem, çevreyi tanıma yeteneklerinin de geliştiği döneme rastlar. Çevreyi araştırmak için anneden kopup ayrılmaları gerekmektedir. Bu nedenle 40 haftalık bebeklerin temel sosyal sorunlarından birisi, bağlılık ve kopma arasındaki çelişkiyi çözümleyebilmektir.

Bebekler ait oldukları aile ve toplumdan değişik seviyelerde etkilenirler. Fakat hayatın ilk iki yılında, nasıl görev alınacağı, biriyle nasıl konuşulacağı, birine istediği bir şeyi nasıl yaptırabileceğini öğrenir. Böylece sosyal iletişimin temelleri oluşur. Bu öğrenmenin büyük kısmı aile içerisinde şekillenir.

Birinci yaşın sonlarına doğru çocuğun kas ve hareket kabiliyeti hızla gelişir. Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek, çocuğun anne kucağından çevreye doğru açılması çocukta farklı yönlerin kendisinde geliştiğini görmesiyle kendine güven duygusunun temelleri oluşur. Hareket yeteneklerinin gelişimiyle çocukta bevletme ve dışkılama işlevlerini gören büzgeç kasları da gelişir. Büzgeç kasların olgunlaşması bevletme ve dışkılamanın artık isteğe bağlı olarak yapılabilmesi demektir. Yani çocuk isterse tutabilir, isterse bırakabilir. Böylece birbirine zıt iki istek, iki eğilim ortaya çıkar. Bu durum insanoğlu için yepyeni bir melekenin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak. Bevletme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme, giderek toplumsal anlam ifade eden davranışlara geçer ve genelleşir. Ve çocuk iki tür deneme ile toplumsal davranış sergiler: Tutmak, bırakmak. İlk toplumsal yetenek almak, almayı bilmektir. Bu evrede iki karşıt kavramın ilişkilere de yansımaya başlar: İnsanları, eşyayı, parayı, alışkanlıkları, sevgiyi vb. tutmak, ya da bunları bırakmak, bırakabilmek. Tutmak ve bırakmanın toplumsal uyum için birçok olumlu yönleri yanı sıra, olumsuz yönleri de gelişebilir.

2. yaşın başlamasıyla birlikte çocuklar, kendilerinden bağımlı bir kişi yerine, bağımsız bir varlık olmalarının beklendiğini öğrenirler. Yine onlar, birtakım davranış çeşitlerinin hangi ortamlarda uygulanabileceğini öğrenmeye başlarlar. Anne babanın da etkisiyle
Yazımız devam edecektir. Bir sonraki sayıda görüşmek ümidiyle Allah’a emanet olunuz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort