JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

6. CABİR B. ABDİLLAH (ra)

Sahabi Cabir b. Abdillah b. Amr b. Haram b. Kab b. Ganem b. Seleme. Künyesi Ebu Abdullah olan Cabir, Hazrec kabilesindendir.

Cabir’in babası, ikinci akabe beyatinde Müslüman olmuş ve Haramoğulları nakipliğine tayin edilmişti. Kâfirler Uhud Gazası’nda onu, burnunu ve kulaklarını keserek işkence ettikten sonra şehit ettiler. Dokuz kızı vardı, bunlara Hz. Cabir baktı. Hz. Cabir babasının şehadetini şöyle anlatır:

“Babam Uhud’da şehit oldu. Kızkardeşlerim bana bir deve vererek, ‘Git, babamızın cenazesini bu deveye yükle getir ve onu Selemoğulları kabristanına göm.’  dediler. Deveyi alarak gittim. Yanımda birkaç adam da vardı. Resûlullah (sav) babamı cihad meydanından taşıyarak aile kabristanına götürmek istediğimi haber aldılar. O, Uhud’da oturuyordu. Beni huzurlarına çağırarak dedi ki;

-Nefsimi elinde tutan Cenâbı Allah’a yemin ederim ki; Abdullah arkadaşları ile birlikte gömülecektir.

Rasulullah’ın bu sözü üzerine ben de babamı taşımaktan vazgeçtim ve onu Uhud şehitleri ile birlikte gömdüm.” (Buhari, II, 584)

Hz. Cabir, Hendek Savaşı’nda Resûlullah ile ashabının tam üç gün aç kaldıklarını, hendek kazan bazı sahabilerin rastladıkları kayayı yerinden oynatamadıklarını nakleder ve şöyle der; “Rasûl-i Ekrem’e bir kaya parçasına tesadüf ettiklerini söylemişler. Hz. Peygamber de onlara,

-Siz bu kaya parçasının üzerine biraz su serpiniz. buyurdu.

Su serpildi, sonra Resûl-i Ekrem kazmayı eline alarak besmele çektikten sonra kazma ile kayaya üç defa vurunca kaya tuzla buz oldu. Bu sırada dikkat ettim, Resûlullah’ın karnına (açlıktan) bir taş bağlanmıştı.”

Yine Hz. Cabir, şu hadis rivayetlerinde bulunuyor;

“Sizin biriniz farz namazı mescidinde kıldığında (dönüp evine gelerek sünnet, müstehap, kaza namazlarını evinde kılmak suretiyle) evini de namazın feyiz ve bereketinden nasibdar kılsın. Cenâbı Hak onun namazından evinde bereket yaratır.”
“Ey Cabir dikkat et! Sana Kur’ân’da nazil olan en büyük sureyi bildiriyorum. Bu Fatiha-i Şerif’tir. Zira onda her derde karşı bir şifa vardır.”

“Bir defa biz Rasûlullah (sav) ile birlikte Cuma namazı kılarken Şam tarafından yiyecek yüklü bir kervan geldi. Cemaat birer birer kafileye doğru yönelip on iki kişi kalıncaya kadar hep dağıldılar. O zaman şu ayet nazil oldu: “Onlar bir ticaret yahut bir eğlence buldular mı hemen oraya koşup dağılıyor ve Seni ayakta hutbe irad ederken bırakıp savuşuyorlar. Onlara de ki, namaz ve niyazları mukabili olarak Allah katında saklı duran sevap, eğlenceden de ticaretten de daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Cuma, 11)

“Benden evvel hiç kimseye verilmedik beş şey Bana verilmiştir:  Bir aylık yol kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmak ile zafere erdim. Yeryüzü Bana mescid kılındı. Onun için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış olan her kim olursa olsun namazını kılıversin. Ganimet Bana helal edildi. Hâlbuki Benden evvel kimseye helal edilmemiştir. Bana şefaat verildi. Bir de her peygamber özellikle kendi kavmine gönderilirken Ben bütün insanlara gönderildim.”

Hz. Cabir, hadis ilminde en çok hadis rivayet eden sahabiler arasına girmiş ve tam 1540 hadis rivayet etmiştir. Tefsir ve Fıkıh ilimlerinde de önemli bir yeri vardır. Ömrünün sonlarında gözleri görmez oldu. Doksan üç yaşında iken vefat etti. Hz. Cabir, Medine’de vefat eden son sahabi idi.


Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 343-345.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

5. ABDULLAH B. ABBAS (ra)

Hz. Rasûlullah’ın (sav) amcası Abbas’ın (ra) oğlu. Kesin olarak ne zaman doğduğu bilinmemekle birlikte onun hicretten üç yıl kadar önce, Müslümanlar Mekke’de Şi’b-i Ebu Talip’te ekonomik ve sosyal kuşatma ve baskı altındayken doğduğu bilinmektedir. Annesi Ümmü’l-Fadl Lübabe binti el-Haris olup Müminlerin annesi Meymune’nin (ra) kız kardeşidir. Ümmül Fadl, kadınlar arasında Hz. Hatice’ den (ra) sonra İslam’a girenlerdendir.

Babası Hz. Abbas (ra), Abdullah doğar doğmaz onu Hz. Peygamber’e götürmüş, Rasûlullah da onu kucağına alarak: “Allahım! Onu dinde fakih kıl. Kitab’ın açıklamasını ona öğret.” diye dua etmişti. İslam’ın yayıldığı ve hakim olduğu Medine toplumunda büyüyen Abdullah tam bir İslamî terbiye ve bilgi almıştı. Abdest almayı ve namaz kılmayı bizzat Rasûlullah’tan öğrenmişti. Gençliğinde de Peygamber Efendimiz tarafından birkaç kere başı okşanarak: “Allahım! Bütün ilim ve hikmeti bu başa ver, ona te’vil ve tefsiri öğret. Allahım! İnsanoğluna verdiğin her ilim ve hikmeti bunun göğsünde topla.” diye dua etmiştir. (Buhari, Vudu, 10; Müslim, Fadailu’s-Sahabe, 138.)

Abdullah sürekli olarak Rasûlullah’ın yanında bulunmuş ve O’ndan (sav) büyük ölçüde feyiz ve bilgi almıştır.
Hz. Abdullah hicretin sekizinci yılına kadar ailesiyle birlikte Mekke’de kalmıştı. Mekke fethi gününde, Huneyn ve Taif Gazveleri’nde ve Veda Hacc’ında Rasûlullah ile birlikte bulunmuştu. Mekke fethinden sonra o da ailesiyle birlikte Medine’ye hicret etmişti.

Birinci halife Hz. Ebu Bekir’in ve ondan sonra Hz. Ömer’in sohbetlerinde bulunmuş ve birçok sahabeden ders ve bilgi almıştı. Üçüncü halife Hz. Osman’ın şahsına çok bağlı olup onun zamanında devlet kademelerinde görev almıştı. Hz. Osman’ın şehadetinden önce evinin etrafında nöbet bekleyen büyük sahabilerin çocuklarıyla birlikte bulunmuş ve halifeyi isyancılara karşı korumaya çalışmıştı. Daha sonra Hz. Ali’nin hilafeti sırasında da aynı şekilde devlet kademelerinde önemli mevkilerde bulunmuştu. Cemel ve Sıffin Savaşları’nda Hz. Ali’nin yanında yer almış, Hakem Olayı’nda da Ebu Musa el-Eş’arî ile birlikte Hz. Ali’yi temsil etmiştir. Basra valiliği görevinde iken kendisine atılan bir iftiraya dayanamayıp görevinden ayrılarak Mekke’ye gitmiş ve ömrünün sonuna kadar burada ilimle uğraşmıştır.

Abdullah b. Abbas İslam tarihinde siyasi faaliyetlerinden çok, ilmi ve sağlam şahsiyeti ile tanınır. Asrısaadette yaşının küçük olmasından dolayı Rasûlullah’ın evine ve özellikle teyzesi olan Hz. Meymune’nin hücresine rahatça girip çıkar, diğer ashabın bilmediği ve ilk anda öğrenme imkanı bulamadığı konuları öğrenirdi. Bunun için o naklettiği hadis, tefsir ve fıkıh ilmine vukufu ile tanınır. Abdullah b. Mes’ud onun için ; “O Kur’ân-ı Kerim’in tercümanıdır, müfessirlerin sultanıdır.” demiştir. İlminin genişliğinden dolayı zamanında o, “ümmetin âlimi, ilim deryası” gibi lakaplarla anılırdı.

Abdullah b. Abbas İslamî anlayış ve edebinden dolayı yaşlı sahabilerin bulunduğu toplantı yerlerinde onlar konuşup bir konuda fikir belirtmeden o asla konuşmaz ve söz almayı pek uygun görmezdi. Onun bu halini fark eden Hz. Ömer; “Yaşının küçük oluşu konuşmana engel olmasın, haydi konuş dinleyelim.” demiştir. Böylece Abdullah b. Abbas yaşlı ve ileri gelen sahabilerle hep bir arada oturup kalkmış ve onlardan çok şey öğrenmişti.

İslam tarihinde, Garîbu’l-Kur’ân (Arap diliyle yazılı olan Kur’ân-ı Kerim’deki Arapça olmayan, Araplarca duyulmamış, bilinmeyen, civar dillerden alınan kelimeler) hakkında açıklamalar, bunlar hakkında en sahih rivayetler İbn Abbas’a dayanır. Müşkilü’l-Kur’ân (Kur’ân-ı Kerim’in derinliklerine inme, bulma, çözme ve güçlükleri giderme) konusunu da ilk ele alan yine İbn Abbas’tır.

İbn Abbas hadis ilminin de pirlerindendir. Kendisinden hadis rivayet eden pek çok âlim yetişmiştir. Efendimiz’den 1660 hadis rivayet etmiştir. Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır. Kendisinin rivayet ettiği hadislerden bazıları;

“Ümmetimden iki sınıf düzgün olursa bütün insanlar düzgün olur. Bunlar bozulursa insanlar da bozulur. Bu iki sınıf; âmirler ve âlimlerdir.”

“Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Allahu Teâlâ her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır.”

“Her binanın bir temeli vardır. İslam binasının temeli de güzel ahlâktır.”

Abdullah b. Abbas, Hz. Muaviye’nin vefatından sonra Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyin’i sevdiğini iddia edenler tarafından Kufe’ye davet edilince kendi gitmediği gibi, bu davete icabet etmek isteyen Hz. Hüseyin’i de ikaz ederek gitmekten alıkoymaya çalıştı fakat bunda başarılı olamadı. Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gitmek üzere yola çıkıp Kerbela’da şehit edilmesi Abdullah b. Abbas’ı o kadar üzdü ki, gözlerini kaybetti. Nihayet 68/687 yılında Taif’ te yetmiş yaşındayken vefat etti.

KAYNAK:  Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 41-43, Yunus Emre ÖZULU.  

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

4. HZ. ÂİŞE (R.ANHA)

Allah Rasûlü’ne ilk iman eden, O’nun (sav) en sadık arkadaşı Hz. Ebubekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in zevcesi. Hicretten dokuz veya on sene önce Mekke’de doğdu. Annesi Ümmi Ruman binti Amir ibn Umeyr’dir. Hz. Âişe çok küçük yaşta Müslüman olmuştur.

Rasûlullah, ilk zevcesi Hatice annemiz hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Onun vefatından sonra bir süre daha evlenmedi. Rasûlullah Hz. Hatice’nin vefatına çok üzüldü. Osman ibn Maz’un’un hanımı Havle binti Hakim, Rasûlullah’a gelerek Hz. Ebubekir’in kızı  Hz. Âişe ile evlenmesini teklif etti. Sonra da Rasûlullah adına Hz. Ebubekir’e giderek kızı Âişe’yi istedi. Rasûlullah ile Âişe annemizin nikahlanması hicretten iki veya üç sene önce oldu.

Âişe validemizden rivayet edilen bir hadiste, Hz. Cebrail Hz. Âişe’nin resmini ipek bir hırka içinde Rasûlullah’a getirmiş ve “Bu, senin dünya ve ahirette zevcendir.” demişti. Rasûlullah Hz. Âişe’yi çok severdi. Ona ‘Hümeyra’ lakabını vermiş ve; “Dininizin yarısını bu Hümeyra’dan alınız.” buyurmuşlardır.

Hz. Âişe on dört, on beş yaşlarında iken Beni Mustalık Gazası’na Rasûlullah ile beraber katıldı. Gaza dönüşü bir ihtiyaç için geride kalması sebebiyle iftiraya uğradı. Savaşa ganimet için katılan münafıklar Hz. Âişe’nin gecikmesi sebebiyle, kafilenin ardından, yanında ashabtan Safvan ile geldiğini görünce bunu kötü sözlerle ve çirkin bir şekilde yorumladılar. Yolda dedikodulara bazı Müslümanlar da karışınca Hz. Âişe çok üzüldü. Medine’ye gelince hastalandı. İftira, dedikodu etrafa yayılmıştı. Ateşi yükselerek yatağa düştü. Bir müddet babası Hz. Ebubekir’in evinde kaldı, sabırla bekledi. Aradan bir ay gibi uzun bir müddet geçinceye kadar danışmalarını sabırla sürdüren Rasûlullah, sonunda Hz. Ebubekir’in evine uğradı. Bu sırada Rasûlullah’ın yüzünde vahiy alametleri belirdi. Hz. Ebubekir, Rasûlullah’ın başının altına bir yastık koyup üzerine çarşaf örterek bekledi.

Vahiy tamamlanınca Rasûlullah terleyen yüzünü örtünün altından kaldırarak; “Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahu Teâlâ seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu.” deyip Kur’ân’daki Nûr Sûresi’nden, o an nazil olan on ayeti okudu. Hz. Ebubekir hemen kalkıp kızı Âişe annemizi başından öptü. İftirada bulunanlar zamanla hakir ve zelil oldular.

Peygamberimiz (sav) 632 yılında hastalanınca son gününü Hz. Âişe validemizin evinde geçirdi. Rebiü’l-evvel ayının on ikinci pazartesi günü öğleden önce mübarek başı, Hz. Âişe validemizin göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etti. Rasûlullah’ın vefatının ardından ashabı kiram, Âişe validemize müminlerin annesi adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir. Hz. Âişe de, sahabe içinde, kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir.

Küçük yaşlarda iken Âişe validemizin eğitim ve öğretimiyle babası Hz. Ebubekir efendimiz ilgilenmiştir. Bütün müminlerin annesi olan Âişe validemiz okuma yazmayı küçük yaşlarda öğrenmiş, zekası ve kabiliyeti ile etrafının dikkatini çekmiştir. Öğrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Hafızası çok kuvvetli idi. Pek çok konuyu şiirle anlatan sanatkarca bir ifadeye sahipti.

Ashab, karakter ve hafızasına güvendikleri, ayeti kerime ile övüldüğünü bildikleri için birçok meseleyi ondan sorar ve öğrenirlerdi.

Âişe validemiz Hz. Peygamber’den işittiklerini hep Müslümanlara anlattı. Fıkıh ve ictihadda keskin, kuvvetli görüşe sahipti. Fıkıh ilminin kurucularından sayılır. Devrinin üstün âlimlerinden ve “fukahâ-i seb’a - yedi büyük fakih” arasındandır. Âişe annemiz, güzel ahlaklı, merhamet dolu, cömert ve çok zeki bir sahabi idi. Müslüman bilginler arasında yaygın bir rivayete göre, fıkıh ve dini ilimlerin dörtte birini Âişe annemiz nakletmiştir.

Ebu Musa el-Eş’arî; “Bizler, müşkül bir mesele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe’ye sorardık.” demiştir. Abdurrahman b. Avf’ın oğlu Ebu Seleme; “Rasûlullah’ın sünnetini Hz. Âişe’den daha iyi bilen, dinde derinleşmiş, ayeti kerimelere bu derece vakıf ve sebeb-i nüzulleri bilen, feraiz ilminde mahir bir kimseyi görmedim.” demiştir. Hakkında İmam Zühri; “Eğer zamanın bütün âlimlerinin ve Rasûlullah’ın diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Âişe’nin ilmi yine daha ağır basardı.” demiştir.
Hz. Âişe, Peygamberimiz’den (sav) 2210 hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de ashab ve   tabiinden birçok kimse hadis nakletmişlerdir. Sahih hadis kitapları Hz. Âişe’nin fetvaları ile doludur. Ahmet b. Hanbel, Müsned adlı eserinde de Âişe validemizin rivayet ettiği hadislerden uzun uzun bahseder.

Âişe validemizin rivayet ettiği hadislerden bazıları şunlardır;
“Ey Âişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.”  
“Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur.”
“Resûl-i Ekrem’in en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olanı idi, az olsa bile.”
“Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır.”

Hz. Âişe validemiz hayatının son devrelerini müctehid olarak, bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etti. Cenazesini ashabtan Ebu Hureyre (ra) kıldırdı. Vasiyeti üzerine Medine’de el-Bâkî Kabristanı’na defnedildi.

*Şamil İslam Ansiklopedisi, c.1, s. 124-126, Yunus Emre ÖZULU.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

3.  ENES B. MALİK (RA)

Miladi 613 yıllarında Medine’de doğan ve Miladi 709 yılında vefat eden sahabi.

Annesi Ümmi Süleym Ensar’dandır. Ümmi Süleym Müslüman olunca, kocası onun İslâmdan dönmesi için çok baskı yaptı fakat bu baskılardan bir sonuç alamayınca kızdı ve Ümmi Süleym’den ayrılarak Şam’a gitti. Orada kısa bir süre ikamet ettikten sonra vefat etti.

Babasının ölümü üzerine Enes’in annesine Ebu Talha talip oldu o zamanlar Ebu Talha müşrik idi. Ümmi Süleym onunla evlenmek için islâmı kabul etmesini şart koştu. Ebu Talha bu şartı kabul ederek Hz. Ümmi Süleym ile evlendi. Hz Resûlullah’ın (sav) Medine’ye hicretlerinde Enes Bin Malik 10 yaşlarında bir çocuk idi. Resûlullahın Medine’ye gelişlerinde Medineli Müslümanların arasında meydana gelen heyecan ve coşkuyu Hz. Enes şöyle anlatmaktadır:

“Medine’nin çocukları hem koşuyorlar hem de Muhammed (sav) geldi, Muhammed (sav) geldi diye bağırıyorlardı. Ben de onlarla birlikte koşmaya ve bağırmaya başladım.  Bu şekilde koşup bağırırken etrafıma baktım bir şey göremedim, çocuklar ise bağırarak koşmaya devam ediyorlardı. Nihayet Resûlullah ile Hz. Ebu Bekir geldiler. Biz kendilerini gördükten sonra adını şu anda hatırlayamayacağım adamın biri bizi şehre gönderdi. Bize, Resûlullah’ın geldiğini haber verin diye tembih etti. Biz de şehre koştuk ve Müslümanlara haber verdik. Ensar’dan 500 kişi onları karşılamaya çıktılar ve: ‘Buyurunuz burada emniyete kavuşacaksınız, itaat ile karşılanacaksınız, dediler.”

Resûlullah kendisini karşılayanlarla birlikte şehre girdi, O sırada şehrin bütün halkı Resûlullah’ı karşılamak üzere evlerinden ve dükkânlarından dışarı çıkmışlardı, kadınlar da evlerinin damlarından Resûlullah’ın gelişini seyrediyorlardı.  

Resûlullah ile birlikte gelen Hz. Ebubekir’i de gördüklerinde hangisinin Nebiyyullah olduğunu etraflarına soruyorlardı. Ben hayatımda o güne benzeyen bir gün daha görmemiştim…

Resûlullah Medine’ye geldikten sonra bütün Ensar kendisine hizmet etmek hususunda yarışıyorlardı. Enes b. Malik’in annesinin hizmet yarışında yapabilecek veya verebilecek hiçbir şeyi yoktu. Bundan dolayı hemen Enes b. Malik’i çağırıp elinden tutarak Resûlullah’ın huzuruna çıktı:  “Ya Resûlullah ben fakir bir kimseyim. Sizlere yardım edecek bir şeyimiz yok. Bu oğlumdur, yardım etmek ve hizmetinizde bulunmak üzere sizlere bırakıyorum onu kabul ediniz.” dedi. Resûlullah bu içten gelen arzuyu kırmadı ve Enes b. Malik’i yanına aldı, tüm zamanlarında yanında bulundurdu.

Enes b. Malik Resûlullah’ın hizmetine girdikten sonra onun bütün emirlerini büyük bir dikkat ve itinayla yerine getirmeye çalıştı. Kendisi şöyle demiştir;

“Resûl-i Ekrem Efendimize dokuz yıl hizmet ettim. Onun bana bir kez bile, ‘Şu işi yapmasaydın da böyle yapsaydın’ dediğini yahut onun benim bir işimi ayıpladığı görmedim.”  

Enes b. Malik Resûlullah ile aralarında sır kalmasını arzu ettikleri şeyleri büyük bir dikkatle muhafaza eder ve onları annesine bile söylemezdi. Nitekim Hz. Enes şu olayı anlatır:

-Çocuklarla birlikte oynuyordum. Resûlullah olduğumuz yere teşrif buyurdu, bize selam verdi sonra benim elimden tuttu ve beni bir işe gönderdi. Kendisi de bir duvarın gölgesinde oturarak benim geri dönmemi bekledi. Ben onun emrini yerine getirmek için gittim emirlerini ifa ettim. Sonra dönüp gelerek neticeyi kendilerine bildirdim. Ardından evime döndüm. Annem Ümmi Süleym neden geciktiğimi sordu ben de:

-Resûlullah beni bir işe gönderdi. dedim.
Validem, “ Ne işi?” dedi. Ben de sırdır diyerek söylemedim. Annem benim bu tavrımı çok beğenmiş olacak ki bana, “Oğlum Resûl-i Ekrem’in sırlarını iyi sakla.” dedi.

Enes b. Malik Resûlullah’a o kadar sokulurdu ki adeta ikisinin dizleri birbirine değerdi.

Nitekim Hayber gazvesinde Resûlullah Enes b. Malik ile birlikle giderken dizleri birbirine dokunuyordu. Hz. Enes Resûlullah’a çok yakın olduğu gibi ailesi de çok yakındı. Nitekim Ümmi Süleym Hayber’ den sonra Hz. Safiye ile evlenen Resûlullah’ın evlenme işlerinde ona yardım etmiştir.

Yine Resûlullah Hz. Zeyneb ile evlendiği zaman Hz. Ümmi Süleym ona yemek yaparak hizmet etmiştir. Bu arada Hz. Enes de davet olunacak şahısları çağırmakla görevlendirilmişti. Enes b. Malik, Bedir gazvesinde henüz 12 yaşında olmasına rağmen savaş alanına gitmiş ve savaş esnasında mücahitlere hizmet etmişti. Bu arada Resûlullah’ın hizmetini de aksatmamıştı. Ayrıca Uhud ve Hendek gazvelerinde de yine Resûlullah ile beraberdi. Umretu’l Kaza’da Resûlullah’a eşlik ederek Mekke’ye gitmiştir. Hayber gazvesi, Huneyn gazvesi, Taif Muhasarası, Mekke’nin Fethi ve Veda Haccında da bulunmuştur.

Enes b. Malik güzel huylu idi. Son derece nazil, latif ve yumuşak huylu, güzel yüzlü, hoş sohbet bir sahabi idi. Resûlullah’a olan sevgisini her zaman ve her yerde açığa vururdu. Resûlullah’ın hizmetinde bulunmak onun için en mutluluk verici şeydi. Resûlullah ta onun halini her zaman takdir edip fırsat buldukça onu hayır ile yâd eder hizmetini dua ile karşılardı. Resûlullah’ın vefatından sonra ders vermeye başladığı zaman Hz. Peygamber devrini büyük bir zevk ve şevk içinde anlatır, onun sünnetinden ve yaşayışından söz ederken vecd içinde kendinden geçerdi.

Hz. Enes hadis ilminde en çok rivayette bulunan sahabeler arasına girmiş ve 2286 hadis rivayetinde bulunmuştur. Talebelerinin sayısı oldukça fazladır, bunlardan tanınmış birçok tabiin vardır. Hasan-ı Basri, Süleyman Temri, Katade, Muhammed b. Sirin el-Ensari, Said b. Cubeyr bunlardandır.

Hicretten sonra seksen seneyi geçen bir ömür süren Hz. Enes artık yaşlanmıştı. Hulefa-i Raşidin devrinde yaşadığı gibi Emevilerin de pek çok hükümdarı döneminde yaşadı. Basra şehrinde hastalandığı etrafa yayılınca, halk dalgalar halinde evine gelerek kendisini ziyaret etti, gece gündüz onu yalnız bırakmadı. Nihayet miladi 709 yılında Basra’da Rahmeti Rahmana kavuştu. Vasiyeti gereği Resûl-i Ekrem’in saçlarının bir kısmı kabrine kondu. Teçhiz ve tekfin işleri de yine vasiyeti üzere yapıldı.

Kaynak: Şamil İslâm Ansiklopedisi, s. 265-268.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

2.  ABDULLAH B. ÖMER (RA)

İkinci halife Hz. Ömer'in (ra) oğlu ve müminlerin annesi Hz. Hafsa’nın anne-baba bir kardeşi, fakih ve muhaddis sahabi. Ebu Abdurrahman künyesi ile tanınan Abdullah’ın annesi Zeynep bnt. Maz’un el-Cümeyhi’dir.

Abdullah b. Ömer’in, peygamberliğin üçüncü yılında doğduğu kaydedildiği gibi onun nübüvvetten bir yıl önce dünyaya geldiği söylenmektedir.

Babasıyla birlikte, küçük yaşta İslam’a girdi ve yine babası ile birlikte Medine’ye hicret etti. Tamamıyla İslam toplumunda ve İslam terbiyesiyle yetişti. Yaşı küçük olduğu için Bedir ve Uhud Gazaları'na katılmasına Hz. Peygamber (sav) tarafından müsaade verilmedi. Ancak on sekiz yaşlarında iken Hendek Gazvesi'ne ve daha sonra Hz. Peygamber (sav) zamanında meydana gelen bütün savaşlara katıldı. Mekke Fethi'nde, Mûte Savaşı'nda, Tebük Seferi'nde ve Veda Haccı’nda bulundu.

Abdullah b. Ömer, İslam devleti bünyesinde meydana gelen anlaşmazlıklarla ortaya çıkan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara karışmadı, tarafsız kaldı ve devlet kadrolarında vazife almadı. Zira oğlunu hilafete aday göstermesini tavsiye eden sahabilere Hz. Ömer: “Bir evden bir kurban yeter.” demişti.
Bir gün Hz. Osman, İbn Ömer’e kadılık yapmasını, Müslümanların arasındaki hukuki anlaşmazlıkları halletmesini teklif edince özür dileyerek kadılık vazifesini kabul etmemiş, Rasûl-i Ekrem’in (sav) bir sözünü hatırlatmıştı;

Rasûlullah (sav) buyurmuşlardır ki: “Kadılar üç çeşittir. Birincisi cahillerdir. Bunların yeri cehennemdir. İkinci zümre âlimlerdir, fakat dünyaya meyilleri vardır, ilimleri ile amelleri bir değildir, bunlar da cehennemliktir. Üçüncü zümre ise hem âlim hem de dünyaya meyilli olmayanlardır.” (Ebu Davud, Akdiye, 2.)

Hz. Osman, İbn Ömer’e (ra) dedi ki:

-Ama senin baban Hz. Peygamber (sav) zamanında kaza işleri ile uğraştı ve kadılık yaptı.

-Evet, doğrudur, fakat babam bir mesele ile karşılaşınca Rasûlullah’a müracaat eder, müşküllerini halletmede zorluk çekmezdi. Çünkü Rasûlullah müşkil bir mesele ile karşılaşınca O'nun da müşkilini vahiy hallederdi. Şimdi Rasûlullah (sav) aramızda yok ki problemlerimizi O'na götürelim. Allah şimdi bizim yardımcımız olsun.”

Hz. Osman da Hz. İbn Ömer’e bu konuda fazla ısrarda bulunmadı.
Rasûlullah (sav) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştu: “…Yıldızlar gökyüzünün emniyet kaynağıdır; onlar yok olup gittikleri zaman, gökyüzüne vadolunan şeyler gelir, çatar. Ben de ashabım için bir emniyet ve güven kaynağıyım; Ben gittiğim zaman, ashabıma vadolunan (tehlikeli) şeyler gelip çatar. Ashabım da ümmetim için bir emniyet kaynağıdır; onlar gittiği zaman ise, ümmetime vadolunan (fitne, fesat ve bid’at gibi) şeyler gelip çatar.” (Müslim, Sahih, IV, 1961.)

Rasûlullah’ın (sav) haber verdiği fitneler, O’nun vefatından çok kısa bir süre sonra vuku bulmaya başlamıştı. Abdullah b. Ömer bu zamanlarda birbirleriyle mücadele eden gruplara karışmadı, ancak bununla birlikte Hz. Ali (ra) tarafında yer aldı. Dâhili olaylara karışmadı. Sıffin olayından sonra da halifelik tekliflerini reddetti. 669 yılında Hz. Peygamber’in (sav) güvenini kazanmış ve bayraktarlığını yapmış olan Halid b. Zeyd [Ebu Eyyub el-Ensari (ra)] ile İstanbul surları önlerine kadar gelip, İstanbul’un ilk muhasarasına katıldı.

İbn Ömer'in (ra) muhit ve aile olarak tamamen İslami terbiye ile yetişmesi ve Rasûlullah’ın sohbetlerinde devamlı bulunması, O'na bizzat hizmet etmekle şereflenmesi, fıtraten üstün hallere sahip olmasından dolayı zamanının bütün ilimlerinde mahir ve üstad olmasını sağladı. Her konuda çok dikkatli araştırmayı, incelemeyi severdi. Sahabe içinde, dünyaya önem vermemesi örnek gösterilirdi. Haram ve şüpheli konularda çok titiz davranırdı.

İbn Ömer (ra) helal ve harama ait hadisleri en çok bildiren ravidir. O, ‘muksirûn’ içinde  Ebu Hureyre’den (ra) sonra en çok hadis rivayet eden ikinci sahabidir.

Genellikle işittiği hadisleri yanılgıyı azaltmak, unutkanlığı ortadan kaldırmak için yazardı. Bu yazmış olduğu hadisler, “Abdullah İbn Ömer İbni’l-Hattab’ın Sahifesi” olarak geçer. Elimizde mevcut hadis kitaplarında İbn Ömer’den iki bin altı yüz otuz hadis rivayet olunmuştur. İbn Ömer, Rasûlullah’ın (sav) sözlerini, fiillerini şevk ve zevk ile izlerdi. Çoğunlukla Rasûlullah’ın hizmetinde ve huzurunda bulunurdu. Bulunmadığı zaman da Rasûlullah’ın söz ve fiilini huzurda bulunanlara sorar, tetkik ederdi. Bir meselede şüpheye düştüğü yahut iyi anlamadığı takdirde hemen Rasûlullah’a gidip öğrenirdi. Bu suretle Rasûlullah’ın söz ve fiillerine ait hadisleri toplamış, hıfzetmişti.

İbn Ömer (ra) Rasûlullah’tan sonra altmış yıl yaşadı. Ömrü boyunca Rasûlullah’ın hadislerini İslam ümmeti arasında yaymakla vakit geçirdi. Nitekim elimizde bulunan hadislerin nakil silsilesinin çoğu Abdullah İbn Ömer’e dayanmaktadır.

İbn Ömer Medine’de ders halkası oluşturarak hadis öğretirdi. Bundan başka her zaman hac mevsiminde Mekke’de İslam dünyasının dört bir yanından gelen hacılara Rasûlullah’ın hadislerini öğretmek için büyük gayret sarf ederdi.

Abdullah İbn Ömer’den Nafi ve İmam Malik b. Enes’in rivayetleriyle gelen hadisler en sağlam rivayetler olarak değerlendirilmekte ve bu rivayet zincirine “Altın Zincir” adı verilmektedir.

Bir rivayete göre Abdullah b. Ömer hac mevsiminde bir adam tarafından, ucu zehirli bir mızrakla ayağından yaralandı. Vücudu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. Rivayete göre bu yaralama işi, ‘zalim’ lakabıyla meşhur Emevi valisi Haccac b. Yusuf’un tertibi idi.

İbn Ömer Medine’de vefat etmeyi arzu ediyordu. Zira son günlerde Mekke’de vaziyetin iyi olmadığını sezmişti. Cenâbı Hakk’a dua ediyor; “Allah’ım, beni Mekke’de öldürme!” diye yalvarıyordu. Oğlu Salim’e şöyle vasiyet etmişti: “Ben Mekke’de ölürsem beni Harem hududu civarında defnet, sen de buradan göçüp git!” İbn Ömer bu vasiyetinden birkaç gün sonra vefat etti. Vasiyeti gereğince halk toplandı. Haccac da suçluluğunu örtbas etmek için cenaze namazına katıldı. Hatta namazı Haccac’ın kıldırdığı bilinmektedir. Vefat ettiğinde on biri erkek on beş çocuğu vardı.

Ebu Seleme b. Abdullah onun için şöyle demiştir: “Abdullah İbn Ömer vefat etti. O fazilette babası Hz. Ömer’e (ra) çok benzerdi. Hz. Ömer kendisinin benzerlerinin çok olduğu bir zamanda yaşamıştı. Fakat Abdullah İbn Ömer ise kendisinin bir benzeri bulunmayan bir dönemde yaşamıştı.”

KAYNAKLAR
1- Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 51-54, Ahmed Ağırakça.
2- Hadis Tarihi, Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort