JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Öğrenme, öğretme sürecine ilişkin olarak eğitim başarısını artıran faktörler üzerinde yapılan araştırmalar, okul başarısı üzerinde okul-aile dayanışmasının önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Aile içi ilişkiler arasındaki uyumun, ailenin destekleyici yaklaşımının ve ailenin okul etkinliklerine katılmasındaki çeşitliliğin, okul başarısı üzerinde önemli etkileri vardır. Pedegog ve eğitim uzmanlarının yaptığı pek çok araştırmaların neticesi göstermiştir ki aile özellikleri, öğrencinin başarısındaki en önemli çevre faktörünü oluşturmaktadır. Bu araştırmalardan elde edilen bulgulara göre, okul başarısının yarıdan çoğunun, ailenin katkısıyla gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Çocuğun ilköğretime başlamasıyla birlikte, öğrencinin okul başarısı üzerinde rol oynayan çevresel etkiler toplumun daha geniş bir kesimine doğru genişler. Fakat aile etkisi bütünüyle ortadan kalkmaz. Günün 24 saati içerisinde okul saatlerinin miktarı göz önüne alınırsa, çocuk yaşamının dörtte üçünün bu dönemde de aile içerisinde geçirildiği gerçeği ortaya çıkar. Bu durum, okul yıllarında da çocuk-aile etkileşiminin önemini göstermektedir.   

Anne babalar olarak kendi açımızdan meseleye baktığımızda isteriz ki çocuklarımız eğitim gördükleri ortamlarda başarılı olsunlar. Bu ortamlar çeşitli aşamalardaki okullar olabileceği gibi Kur’an kursları da olabilir. Çocuğumuz öğretmeni ya da hocası tarafından olumlu notla değerlendiriliyorsa bu bizim için bir onur niteliği taşımaktadır. Çünkü çocuğumuzun notu kabul etsek de etmesek de biraz da bizim notumuzdur. Çocuğumuzun psikolojik gelişimi açısından meseleye bakacak olursak, dersleri başarılı olan çocuğun kendine güveni de yerinde olur, problem çözmedeki başarısı da daha çabuk ve isabetlidir.  çocuklarımızın eğitimde başarıyı yakalaması, gerekli şartların oluşturulmasıyla mümkündür. Çocuğumuzun eğitimi konu olunca elbette ki ilk şartta “çalışma ortamı”dır. Biz de bu bölümde eğitim başarısı üzerinde çalışma ortamının önemi üzerinde duracağız.

Özellikle evimizde ders çalışma ortamı olarak düşündüğümüz odalar  uygun olmalıdır. Bu uygunluğun belli kaideleri vardır. Öncelikle çalışma ortamı mümkün olduğunca sade ve düzenli olmalıdır. Çalışma ortamının yeterli ısı ve ışığa sahip olmasına dikkat edilmelidir. Çalışma ortamında dikkati dağıtacak poster, müzik ve televizyon, bilgisayar oyunları gibi uyarıcıların olabildiğince az olması dikkat dağınıklılığını önleyecektir.

Çalışmaların verimli olabilmesi için beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmelidir. Dengeli ve düzenli beslenilmeli, özellikle sabah kahvaltıları düzenli ve yeterli kalori alınacak şekilde yapılmalıdır. Uyku düzenine dikkat edilmeli ve günlük ortalama 8 saat uyunmalıdır.

Mümkünse her öğrencinin özel bir çalışma odasının olması önemlidir. Fakat şartlar müsait olmadığında bu durum, sadece ders çalışma saatlerinde kullanılacak özel dizayn edilmiş odanın bir köşesinde oluşturabileceğimiz ders çalışma ortamları ile telafi edilebilir. Unutulmamalıdır ki ders çalışma ortamları sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır.

Özellikle çalışma ortamında dikkat edilmesi gereken şey dikkati dağıtacak, motivasyonu bozacak gereksiz kalabalıklardan ve düzenlemelerden odayı arındırmaktır. Bu nedenle, çalışma ortamında televizyon, yatak gibi öğrencinin her an çalışmasını boza-bilecek, öğrencinin motivasyonunu bozup ona uyuma gibi şeyler hatırlatacak eşyalar bulunmamalıdır. Televizyon öğrencinin zamanını büyük ölçüde alan, bunu yaparken de pek fark ettirmeyen bir zaman hırsızıdır. Buradan elbetteki öğrenci hiç televizyon seyretmemeli anlamı çıkartılmamalıdır. Söylemek istediğimiz mümkünse öğrenci televizyon programlarında seçici olmalı, izlemesinin kendisine bir şeyler kazandıracağı programları seyretmeli, ama bu bir plan doğrultusunda yapılmalıdır. İzlenecek yayınlar ders çalışmalarını aksatmayacak şekilde planlanmalıdır. Kısaca burada dikkat edilecek şey öğrenci odaya girdiğinde sadece ders düşünmeli, zamanla o oda öğrencide ders çalışmaya bir uyarıcı olmalıdır.

Çalışma odasının rengi de çok önemlidir. Açık mavi ve açık yeşil renkler doğada çokça bulunan renk-ler olmakla birlikte gözü dinlendirici özelliktedir. Beyaz ise ışığı en fazla yansıtan renk olduğundan bilinenin aksine gözü yorar. Küçük bir kütüphane, çalışma odasının temel eşyalarındandır. Bu kitaplıkta sadece ders çalışma kitapları ve çalışma sırasında kullanılacak müsvedde kağıtlar ve diğer malzemeler de kütüphanede yer almalıdır. Ders çalışma masasının üstü de çok sade olmalıdır. Hatta kalemlik dahi masada değil kütüphanede olmalıdır.  Masa üzerinde o an çalıştığımız ders ile ilgili, yeterli materyaller dışında fazlalık hiçbir şey bulunmamalıdır.

Özet olarak diyebilir ki ders çalışma odası sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır. O oda öyle olmalıdır ki Öğrenci ders çalışmak için odasına girdiğinde doğal olarak, hiçbir zorlamaya maruz kalmada kendiliğinden ders çalışmayı aklına getirmeli, ders çalışmaya vücut kendiliğinden uyarlanmalıdır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Anne babaların çocuklarına karşı yerine getirmeleri gereken en önemli ebeveynlik görevlerinden birisi de onları dinlemektir. Anne-babalar, çocukların yaşı ne olursa olsun birey olarak onları dinlemelidir. İletişim kopukluğu, istenmeyen davranışların en önemli kaynağıdır. Her yaş döneminde tüm koşullar içerisinde çocuklarımızı teker teker karşımıza alıp mutlaka onları konuşturmalıyız. Onlarla sohbet ortamı oluşturarak kendilerini ifade etme imkanı vermeliyiz. Unutmayalım ki Çocuklarımızı bizler dinlemezsek; onlar kendilerini dinleyecek birilerini mutlaka bulur. Ama bu kişiler toplum için ve çocuklarımız için ne kadar yararlıdır, onu bilemeyiz. Köşe başlarındaki sokak çocuklarının en çok güvendiği kişiler kendilerini can kulağıyla dinleyen diğer sokak çocuklarıdır. Çocuklarımızı başkaları dinlemeden önce en çok güvenmek istedikleri anne babaları dinlemelidir. Çocuğumuz ilk anne babasına güvenmek ister bu nedenle içinde bulunduğu yaş döneminin olgunluğuyla anne babasına sürekli sorar ve aldığı cevapları yorumlar. Bu cevaplar şimdi ve ileride karşılaşacağı problemleri çözme yönteminin de temelini oluşturur

Anne ve babalar çocuklarını öncelikle bir ''birey'' olarak dinlemeleri gerekir. Ancak onları dinlerken savcı gibi bir rol üstlenerek sürekli sorgulayarak değil, onları anlamaya çalışarak dinlemelidirler. Ebeveynlerin en çok düştüğü hata buradadır. Testi kırıldıktan sonra, kaybedilen şeylerin hesabını sormak için konuşurlar çocuklarıyla. Halbuki kırılan testiden önce testinin nasıl taşınacağını anlatmak, öğretmek anne babanın temel sorumluluklarındandır

Çocuk eğitiminde iki temel unsurdan biri sevgi diğeri de disiplindir. Çocuk doğru bir disiplin uygulamasının içerisinde kendi kişiliğinin sınırlarını, sosyal sınırları ve sosyalleşme süreci içinde de bazı değer yargılarını öğrenir. Bütün bunlar çocuğa hayat becerileri kazandırır ve bu öğrenme sürecinde anne baba onun rol modelidir. Anne babanın tutarsız davranışları, iyi bir gözlemci olan çocukların dikkatinden kaçmaz. Anlatılanlardan ziyade gördüklerini uygulayan çocuk anne babanın davranışlarını model alır. Çocuk gözlemcidir; önce izler, sonra davranır. Anlatılanları değil yaşadıklarını öğrenir. Çocuğun gelişen ruhunu iyi etkilemek anne babanın elindedir, anne baba bir heykeltıraş gibi çocuğun kişiliği oluşturur. Ortaya çıkacak eserin iyi mi, kötü mü olacağını anne babanın tutumları belirler. Diğer bir ifadeyle ürünün yetişmesi, mahsulün iyi olması ekilen tohumun içinde yetiştiği toprağa, bulunduğu çevre koşullarına bağlıdır. Bu demektir ki anne-babanın tutumu, kişilik yapıları, ilişki kuruş tarzları çocuğun da nasıl bir insan olacağını belirler...

Toplumumuzda karşılaştığımız en büyük problemlerden biri aile içi iletişimsizliktir. Birçok problem başarılı bir iletişimle çözülebilecekken birbirini anlayamama yüzünden sorunlar çözümsüz hale gelir. Çocuklarımızla daha iyi iletişim kurabilmek için onları bilinçlice  dinlemeliyiz. Bunun için de:

Çocuğumuzu dinlerken bütün dikkatimizi ona yöneltmeliyiz. Konuşurken ona dönük olmalı göz temasıyla, mimiklerimizle adeta ona kendimizi odaklamalıyız. Konuşurken ona tepeden bakarak değil, ona doğru eğilerek aramızda büyük uçurumlar olmadığını beden dilimizle ifade etmeliyiz. Etkin dinleme yollarından birisi de anladığımız yada anlayamadığımız konularla ilgili karşımızdakine soru sorarak iletişim ortamını akıcı hale getirmektir.

Bilinçli bir anne baba, çocuklarının gün içinde yaşadığı sıkıntıları, can kulağıyla dinlemekten hiçbir zaman vazgeçmemelidir. İyi dinlemek pratik olmayı, empatiyi ve diğer kişi adına gerçekten saygı duymayı gerektiren bir beceridir. Unutmayalım ki iyi bir dinleyici anne baba olmak için öncelikle çocuğumuzun sözünü tamamlamasını sağlamalıyız, o konuşmasını tamamladıktan sonra konuşma sırası bize geldiğinde anlatmak istediğimiz şeyi çocuk için karmaşık hale getirmeden karşılıklı saygı, sevgi, takdir ve teşvik eder mahiyette konuşmalıyız

Son olarak  Çocuklarımızın beğenmediğimiz, hoşumuza gitmeyen yönleri kadar, beğendiğimiz takdir ettiğiniz taraflarını da öne çıkartmalıyız, bunlarla çocuklarımızı överek kendilerine güvendiğimizi, inandığımızı, onları takdir ettiğimizi hem aile içinde hem de gelen misafirlerin yanında zaman zaman dillendirmeliyiz ki çocuklarımız bizim onlar için hissettiklerimizi bilsinler, bize güven duysunlar. Ayrıca Çocuklarımız arasında asla ayırım yaparak onları yersiz kıskançlıklara itmemeliyiz. İnsanın en büyük gıdası olan sevgiyi çocuklarımızdan esirgememeliyiz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cumartesi, 15 Aralık 2012 21:12

GÖNÜL MEKTUBU

-Her şey değerini ait olduğu yerden alır. Mektup ta yürekten yazılmışsa kıymetlidir. Gönül bazen mektupla ulaşır sevdikleri-ne. Uzaklar yakınlaşır mektupla. Yeter ki mektubu gönül işlesin. Nakşetsin; özlemi, hasreti, vefayı, muhabbeti, aşkı, sevdayı…

Mektup sayesinde saflığı, temizliği temsil eden bembeyaz kâğıtlar gönülden doğan duygularla süslenir sevdiklerimiz için.


En değerli varlıklarımızdır yavrularımız bizler için. Çünkü Allah’ın bizlere emanetidir onlar. Asıl değerleri buradan gelir yavrularımızın. Kucağımıza aldığımız ilk anda anlarız kokusundan, güzelliklerinden… Haykırırlar adeta halleriyle geldikleri yeri. İlk andan itibaren hayallerimiz onun üzerinde yoğunlaşır; büyüsün, yetişsin, okusun, adam olsun, ah bir büyüse, konuşsa, koşsak, oynasak, ileriye dönük onunla ilgili daha nice hayaller…

Hiç düşündük mü acaba, onun için ileriye dönük kurduğumuz hayaller, hesaplar, plan ve programlar gerçekten çocuğumuzun Rabbine iyi bir kul olması için mi, ya da kendi heva ve hevesimizi tatmin etmek için mi? Acaba konuşup kendisini ifade edebilseydi O, bizden neler isterdi? Neler beklerdi?

Bu yazımızda çocuğumuzun minicik gördüğümüz ama hakikatte hiç de öyle olmayan dünyasından, iç âleminden bir mektup yazdık. Onu anlayabilmek ve ona faydalı olmak için bu mektubu anlamaya çalışalım.

Muhterem Anneciğim, Babacığım: Belki sizler farkında değilsiniz ama duygu düşüncelerimi sözlerimle anlatamıyor olsam da bunlar benim hissettiklerim ve sizlerden beklentilerim:

Bana işaret parmağınızı kaldırıp yasaklar koymak yerine o parmaklarınızı kullanarak bana Allah’ın yarattığı nesneleri işaret ederek onlarla yeni nesneler üretmeyi öğretmenizi tercih ederim. İnanın anlamını ve sebebini anlayamadığım yasaklar benim için büyük merak uyandırıyor. Yasakların sebebini benim anlayabileceğim seviyede anlatarak koymanızı istiyorum sizden.

Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olabilirim fakat lütfen kabul edin sizden ayrı bir kişilik geliş tiriyorum. Hayatınızda başaramadıklarınızı benim üzerimde uygulamaya çalışarak bana zulmetmeyin.

Sevgili anneciğim, babacığım; beni tanımaya çalışın, kapasitemi iyi bilin. Gücümün üstünde şeyler isteyip de beni ezmeyin. Aksi takdirde olabilecek başarısızlık ve olumsuzlukların sonucunda ezilmeler, yan tesirler, hayal kırıklıkları olur. Bu da belki bütün hayatımı etkileyecek sorunları beraberinde getirir.

Çocuk olduğumu unutmadan bana, büyük insanmışım gibi davranın. Fakat benden büyük insan davranışı beklemeyin. Unutmayın ki sizin bu yaklaşımınızla daha güçlü, huzurlu ve rahat bir birey olarak yetişirim.

Anneciğim, babacığım; benimle konuşurken söylediğiniz her kelime benim şahsiyetimi şekillendiren birer tuğla gibidir. Bu yüzden beni yetiştirmek için her şeyden önce çocuk yetiştirme meselesini lütfen ciddiye alın. Çünkü çocuk büyütmek başka, çocuk yetiştirmek ise çok daha başka bir şeydir. Beni okula göndermek, yedirip, gezdirmek asla beni yetiştirdiğinizi göstermez. Bu vaziyette beni büyütürsünüz ama Yüce Rabbim’in size emanet ettiği şekilde yetiştiremezsiniz. Yetişsem dahi beni yetiştiren ailem olarak sizler olmazsınız.

Benim nasıl olmamı istiyorsanız bana öyle davranın. Öyle konuşun. Kim olmamı istiyorsanız onların isimlerini yanımda çokça zikredin. Hayatlarından örnekler verin. Beni onlara hayran bıraktırın. Onlar gibi olmayı sevdirin, özendirin ki başka özentilere ve sevgilere fırsat kalmasın.

Ufak tefek hatta bazen büyük diyebileceğiniz yaramazlıklarım olabilir. Ama unutmayın ki sizin en küçük yaramazlığınız, benim en büyük yaramazlığım kadar değildir. Büyüğünüz size nasıl sabrediyorsa lütfen siz de bana öyle sabredin. Meyveler bile sabırla olgunlaşır. Bana da aile meyveniz olarak olgunlaşma fırsatı verin.

Anneciğim, babacığım; siz de benim gibiydiniz, ama şimdi nasılsınız? Ne olur bendeki güzelliği hep taze tutmak için asıl sahibim olan Rabbimi bana unutturmayın. Benim fıtratımı bozmayın. Beni, O’nun size verdiği gibi saf, temiz, samimi duygularla yetiştirin. Anne babanızın düştüğü hatalara annem, babam olarak sizler düşmeyin.

Size hayırlı evlat olabilmem için öncelikle hayırla yetiştirilmeliyim. Unutmayın ki ben bembeyaz bir kâğıt gibiyim. Üzerimdeki her harf sizin öncelikle rabbimize, sonra tüm insanlığa yazdığınız mektubu oluşturacak.

Sizi çok ama çok seviyorum.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

Terbiye; kelime manası olarak; gelişmek, çoğalmak veya büyümek ya da; bir şeyi ıslah etmek manasına gelen kelimeden türemiştir. Ferdin fıtratında, doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına kültür diyecek olursak terbiyeyi daha vecîz bir ifâdeyle; “Terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasitelerini geliştirme, inkişâf ettirme faaliyetidir.” diyebiliriz. Bu da ancak insanı bilen, nereden gelip nereye gittiğinden haberdar yaşayan, insan eliyle olabilir.

Rabbimiz kıyamete kadar insanı insanla meydana getirecektir. Her şeyin değişebildiği günümüz dünyasında değişmeyecek nadir olgulardan birisi de budur. Bu sebepledir ki insanın terbiyesi de çocukluktan tutun da ölünceye kadar yine bir kâmil insanın gönlünde tekâmül eder.

Büyüğümüz Hace Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Kâinatın mihveri insan, insanın mihengi İslam’dır.” Rabbimiz İnsanı yine bir insanda terbiye etmeyi uygun görmüştür. İnsanı tekâmül ettirecek tek okul yine bir insanın gönül rahlesidir.

Çocuk terbiyesine, evvelâ ana-babanın terbiyesinden başlamalıdır. Zira bu yüce terbiye, mürebbî (terbiye edici) sıfatını kazanabilen olgun anne ve babaların gerçekleştirebileceği bir eğitimdir. Çocuk küçük yaşından itibaren ebeveynlerce bilinçli ve kontrollü bir terbiyeden geçmiş ise bu adeta, taş üzerine yazılan yazı gibi olur ve kolay kolay silinmez. Şâirin:

Kendisi muhtâc-ı himmet bir derde,

Nerede kaldı gayriye himmet ede!..

Şeklinde tarif ettiği, kendi eğitimi noksan bir anne ve babanın evlâtlarına verebileceği terbiye ne olabilir ki? Onun için çocuk terbiyesi anne-babadan başlarsa, daha verimli neticeler elde edilir. Yani şairin yine bir diğer şiirinde dediği gibi:

Olmalı harcı sağlam, baba evin direği,

Olmalı sımsıcak gül, anne evin yüreği…


En vahşi hayvanlar bile terbiye ile ehlileştirilebilir. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin sohbetlerinde verdiği şu misal çok manidardır: “İslam fıkhında bir köpeğin ağzının değdiği yiyecek murdar iken, terbiye edilerek av köpeği olmuş bir diğer köpeğin ağzıyla sahibine getirdiği av helal olabilmektedir.”

Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat bir elma fidanını ehli olan bahçıvan, onun için lüzumlu olan aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç haline dönüştürebilmektedir. Bunun gibi, insan tabiatında bulunan pek çok heva ve arzular belki yok edilemez, fakat terbiye edilerek insanı takip eden gölgesi gibi kâmil bir insanın tabiiyetinde onun peşinde ona benzeyerek onunla şekillenebilir.

Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huylar, iyi huylarla karşılaşınca ona göre şekillenerek zararsız hale gelecektir. Bu bakımdan çocuklarımız, işleri ve ahlâkı iyi olan insanların bulunduğu ortamlara yönlendirilerek onlarla arkadaşlık ettirilirse, onlarda bulunan güzel huylar kendiliğinden diğerinin tabiatı haline dönüşür. Bu esaslar dâhilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahiret saadeti elde edilir.

Kıyamet günü, ana-baba, emanetinde bulunan evlatlarına vermesi gereken ilim ve terbiyeden mes'ul tutulacaktır. Eğer ki vazifesini yapmamış ise yahut kusur etmiş ise bundan hesaba çekilecektir. Anne-babanın aklından çıkarmaması gereken en önemli gerçek her dünyalık gibi, bedenimiz gibi, çocuklarımız da Rabbimizin bize emanetidir. Çocuklarını İslâm terbiyesi üzerine, ahlak-ı Muhammedi’ye (sav) üzere yetiştirmeyenler, dünyada huzursuz oldukları gibi, âhiret felâketlerine de maruz kalacaklardır.

İslâm dîninde çocuk terbiyesinden maksat, çocuğun Allah-u Teâlânın râzı olduğu, onun da Rabbinden razı olduğu, Resulullah’ın (sav) yolunu takip eden, günümüzde de onun yolunu takip eden varislerinin izinden giden, her amelini yalnızca Rabbini memnun etmek, ona beğendirmek kastıyla yapan, kulların emin olduğu, vatanına, milletine, âilesine, cemiyete ve insanlığa faydalı bir insan olarak yetişmesidir. Bunların tahakkuku için çocuk, çeşitli güzel vasıflarla donatılmalıdır. İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri çocuk terbiyesi hakkında eserlerinde şöyle buyurur: “Evlâd, ana, baba elinde bir emânettir. Büyük bir nîmettir. Nîmetin kıymeti bilinmezse elden gider. Çocukların temiz kalpleri, kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her şekli alabilir. Küçükken hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur.”

Ailenin veremediği ve eksik bıraktığı terbiyeyi ne okul ne de toplum verebilir. Ne konumda olduğunun idrakini taşıyan şuurlu anne-babalar adeta gülfidanı yetiştiren, her türlü hürmete layık bahçıvan gibidir. İyi eğitilmiş ve topluma kazandırılmış bir genç hem ailesi, hem de toplum için bir servettir. Bu servete ulaşmanın ilk şartı anne-babalar olarak sorumluluğumuzu idrak etmektir. Ebeveynlerin çocuk terbiyesindeki yerini ne toplumdaki eğitim kurumları ne de diğer toplumsal müesseseler dolduramaz. Allah’ın (cc) emaneti olan çocuklarımızın terbiyesinde anne-babanın ilk görevi çocuğunu keşfetmek, onda olan yeteneklerin gelişmesini sağlamaktır; yoksa onu her yaptığından dolayı eleştirmek değil.

Anne-babalar olarak çoğumuz, mükemmel olmadığımızın farkında olsak bile çoğu zaman başkalarından ve özellikle çocuklarımızdan mükemmel olmalarını isteriz. Olumlu çocuk yetiştirmenin ilk şartı, olumlu anne-baba olmaktır. Neysek onu öğretiriz. Anne-babalar özellikle çocuklarını tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmelidir. Aksi takdirde bu durumdaki bir çocuğun mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir. Yetenekleri yeterince işlenen her insan mutlu olur. Mutlu olan her insan da başarılı bir yol tutturur. Fakat başarılı olan her insan mutlu değildir.

Çocuk terbiyesinde Bunu yap, şunu yapma demek yerine, örnek olmak gerekir. “Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır.” Yani insanın hâl ve hareketi, sözünden daha etkili olur. Kendimiz, hâl ve hareketlerimizle güzel örnek olmaya çalışmalıyız. Daha sonra da başta Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiramın, din büyüklerimizin, özellikle de günümüzde yaşayan, Peygamber Efendimiz’in ahlakını yaşayan ve yaşatan Evliyaullah Hazeratının sevgisini aşılayarak, onlarla tanıştırmalıyız. Ebeveynlerin çocuklarına sağlayabilecekleri en büyük fayda budur. Bu sevgi verilirse, onların isim ve imzaları altında çocuklarımıza kazandırmak istediğimiz ahlak-ı Muhammediye’nin (sav) esaslarını anlatmak, dinimizin emir ve yasaklarına alıştırmak çok daha kolay olur. İnsan, tabi bir şekilde sevdiğine benzemek ister; insan, sevdiğinin sözlerine uyar. Büyüklerimizin bize rehber olacak hayatlarını incelediğimizde talebelerine, namazdan, oruçtan, haramlardan bahsetmezden önce sevgiyle gönüllerini fethettiklerini görürüz. Büyüklerin sevgisi, her derde ilaç gibidir. Onların sevgisi ve bereketi ile Rabbimizin en başta biz kullarında görmeyi istediği güzel ahlak ile ahlaklanmak ve dinimizin emir yasaklarını uygulamak çok daha kolay olur.

Peygamber Efendimiz’in (sav) terbiyesinde numune anneler hâline gelen sahabî hanımlar, Rasulullah’ı (sav) görmekte geciken ve uzun zaman görüşmeyen evlâtlarını ikaz ederlerdi. Nitekim Huzeyfe (ra) birkaç gün Efendimiz’i (sav) görmediği için annesi onu azarlamıştır. Kendisi bunu şöyle anlatır:

Annem bana sordu:

–Peygamber Efendimiz’le (sav) en son ne zaman görüştün?

Ben de:

–Birkaç günden beri onunla görüşemedim. dedim.

Bana çok kızdı ve fena bir şekilde azarladı. Ben de:

–Dur kızma! Hemen Rasulullah Efendimiz’in (sav) yanına gideyim, onunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem bana, hem de sana istiğfar etmesini ondan talep edeyim.” dedim. (Tirmizi, Menakıb, 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 391-2)

Ashabın hayatı bizler için mihenktir. Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Onlar, gökteki yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız sizi aydınlatır, yolunuzu buldurur, sizi kurtuluşa erdirir.”

Evet, belki Resulullah’ın (sav) bedeni aramızda değil ama O’nun nisbetini taşıyan, onların varisleri hep aramızda. Bizim en büyük yaşama sevincimiz ve tek izzet sebebimiz olan büyüğümüz Hâce Hazretleri’ne olan bakışımızı tekrar gözden geçirerek O’nun bizi görmek istediği yeri anlayıp oradan bir an dahi uzaklaşmadan, O’na firar ederek, O’nun terbiyesinde, O’nunla ebediyete dek yaşamayı Allah (cc) tüm ihvanımıza ve tüm insanlığa nasip etsin. Selam ve dua ile Allah’a emanet olunuz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Her anne ve baba için çocuğunun okula başlaması heyecan verici ve sevindirici bir olaydır. Günler öncesinden hazırlıklar başlar. Önlükler, çantalar alınır. Çoğu çocuk da anne babasının bu heyecanına katılır. Okula başlamadan önce çok istekli ve hevesli görünseler de bazı çocuklar için okula gitmek o kadar kolay olmaz. Okulların açıldığı ilk gün okulun bahçe kapısından içeri girmemek için direnen, bahçede annesinin eteğine yapışarak ağlayan ya da sınıfta annesini yanına oturtmuş, elini tutan çocuklara çok sık rastlarız. Bütün bunlar okulların yeni açıldığı ilk günlerde, gerek aile gerek öğretmen tarafından pek yadırganmaz. Asıl sorun günler geçmesine rağmen çocuğun, annesinin sınıftan ayrılmasına izin vermemesiyle ortaya çıkar. Artık ne gününü sırada oturarak geçiren anne memnundur ne de sınıfında bir anneyi misafir etmek zorunda kalan öğretmen.


Diğer yandan okuluna düzenli olarak devam eden, uyumlu ve derslerinde başarılı bir çocukta da günün birinde okula karşı isteksizlik ve bunun sonucu okula gitmeme isteği görülebilir. İşte okula gitmek istememe ve gitmeme durumuna; okul korkusu ya da okul reddi adını veriyoruz.


Okul korkusu, okul çağı içindeki çocuğun okula gitme ile ilgili direnmesi, arkadaşlarını kabul etmemesi ve ağlamak gibi tepkiler göstermesidir. Okul korkusu, kızlar ve erkeklerde farklı oranlarda görülebilir. Okul fobisinin, kız öğrencilerde görülme oranı %13, erkek öğrencilerde görülme oranı ise %9’dur. Bu korku, çocuğun eğitim alacağı ortama uyum sağlamasını engeller. Çocuklar için korku, yaşama adapte olabilmenin, kaygı veren durumlarla baş edebilmenin yöntemlerinden biridir. Okul korkusu, hızla ele alınıp gerekli müdahaleler yapıldığı takdirde çabuk atlatılabilir. Çocuklarda okula gitmek istememe ve gitmeme durumu olarak ortaya çıkan okul korkusu, okulların ilk başlama zamanlarında daha sık görülmekle birlikte okul yaşamının daha sonraki yıllarında da ortaya çıkabilir.


Okulların açılma zamanı geldiğinde, ev ortamı gibi rahat bir hayattan, kurallarla dolu okul hayatına adım atmaya hazırlanmak, her çocuk için problem teşkil etmektedir. Farklı elbiseler, yeni arkadaşlar, çeşit çeşit defterler, rengârenk kalemler, türlü oyunlar çocuklar için yeni bir dünyaya adım atmak anlamına gelmektedir. Çocuklarından önce ebeveynlerinin bu duruma hazır olmaları gerekmektedir. Zira çocukların bu dönemde karşılaşabilecekleri problemleri önceden kestirmek ve bilinçli bir şekilde onlarla baş edebilmenin yollarını aramak önemlidir.


Çalışmalar, özellikle ilkokul döneminde olan çocukların yaklaşık %5’inin okul fobisi nedeniyle okuldan geri kalmakta olduğunu göstermektedir. Çocuğun okula başlama yaşı olan 5-7 yaşlar ve yine ilköğretimin bittiği, daha büyük sınıflara başlama dönemi olan 12-14 yaşlar arasında en yüksek oranda okul fobisi görüldüğü saptanmıştır. Okul fobisinin, kız öğrencilerde görülme oranının erkek öğrencilerde görülme oranından daha fazla olduğunu daha önce de söylemiştik. Okul fobisinde aile faktörü; aşırı kollamacı, telaşlı, sarmalayan ailelerin çocuklarında, okula başlayana kadar ailesi dışında bir sosyal hayati olmayan çocuklarda, boşanan ailelerin bir ebeveynine bağlı olarak yaşayan çocuklarda, ailesinden birini ölüm, hastalık, taşınma gibi bir sebeple kaybeden çocuklarda daha sık görülürken; öğretmen ve okul faktörü ise; çok kalabalık sınıflarda, sert mizaçlı bir öğretmenin sınıfında, baskıcı, ezberci, hırpalayan ve aşırı kuralcı eğitim sistemleri olarak kendini göstermektedir.


Okul fobisi en çok eylül, ekim aylarında ve okulun ikinci yarı dönemi başlamadan önce kendini göstermekte olup en çok ilköğretim öğrencilerinde görülür. Okul fobisinin tipik belirtileri şöyledir:


Bu psikolojiyi yaşayan çocuklar “okul” kelimesini duyunca atağa geçerler. Okulla ilgili son derece ilgisiz ve isteksizdirler. Uyku düzeni bozulur. Genellikle aile bireyleri dışındaki kişilerle olan ilişkilerinde utangaçtır. Başarı ve takdir kaygısı taşırlar. Öğretmenden ve evinin dışındaki yapıdan korkar. Telaşlı, huzursuz ve içe dönük yaşamayı seçerler. Okula gitmemek için herhangi bir fiziksel nedene dayanmayan asılsız hastalıklar ortaya atarlar. Okul gereçlerine son derece itinasız davranırlar. Arkadaş edinmez, okuldan korkarlar.


Okul korkusunun sebeplerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:


Okul korkusunun temelinde çocuğun anne babaya çoğunlukla da anneye aşırı bağımlı olması ve anne babadan ayrılma korkusu yatar. Çocuk anne babası olmadığında kendisine veya anne babasına bir şey olacağından korkuyor olabilir.


Yeni bir kardeşin doğumuyla kardeş kıskançlığının ortaya çıktığı durumlarda görülebilir. Sorumluluğu almaktan korkabilir.


Anne babanın çocuğun okula başlamasıyla geliştirdikleri endişe ve kaygıları çocuğa yansıtmaları sonucu çocukta okul korkusu çıkabilir. Annenin de çocuğa bağımlı olması okul korkusunu tetikleyebilir.


Çocuğun geç saatlere kadar ayakta kalması okula gitmek istememesine neden olabilir. Performans kaygısı yaşayan çocuklar başarısız olma endişesiyle okula gitmek istemeyebilirler.


Öğretmenin ilgi ve sevgisi diğer çocuklara da yöneleceğinden çocuk kendisine gösterilen ilgi ve sevgiden tatmin olmayabilir.


Bu korkuya yakalanan çocuğa ailede yapılacak rehberlik çok önemlidir. Bunun için; çocuğun okula gitme ile ilgili bütün kaygıları dinlenmeli, okul ile ilgili duygu ve düşünceleri anlamaya çalışılmalıdır. Okul korkusunun çocuktan olduğu kadar okul ve öğretmen tutumlarından da kaynaklanabileceği, unutulmamalıdır. Okula gitme ile ilgili aile bireyleri ortak tutum içinde olmalı ve çocuğun okula gitmemesine izin verilmemelidir. Her anne ve baba çocuğuna kaygılarını anladığını, bu kaygıların zamanla geçeceğini ve okulda öğrendiklerinin kendileri için de önemli olduğunu vurgulamalıdır. Ayrıca uzun vedalaşmalardan, kişisel kaygıların yansıtılmasından kaçınılmalıdır. Ev içinde de çocuğun anne babaya bağımlı olması azaltılmaya çalışılmalı, kendi başına bulduğu uğraşlar konusunda destek olunmalı, tek başına da oynayabileceği oyuncaklar ve oyunlar alınmalıdır. Ebeveynler, okullar başlamadan önce okul alışverişini çocuk ile birlikte yapmalıdır. Anne baba dikkatli olmalı ve bu dönem içinde olabilecek bütün sorunlardan yayınlar vasıtası ile haberdar olmalıdır. Çünkü problemi çabuk fark etmek ve doğru müdahale etmek çözümü de çabuk getirmektedir.


Sonuç olarak okul korkusu olan çocuğa bağırıp çağırmadan, yalvarıp yakarmadan okula gitmekten başka çaresi olmadığını anlatmanız ve davranışlarınızla da kararlı ve tutarlı olduğunuzu bir şekilde göstermeniz yeterli olacaktır.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort