JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Sevginin ne olduğunu “ Aşkın peygamberi olsaydı ben olurdum.” diyerek gönlündekini bizlerle paylaşmakta en cömertimiz olan büyüğümüz Hâce Hazretleri (ks) en özet şekliyle anlatmıştır. Pek çok kavram vardır ki, kelimeler anlatmaya yetmez, sözler kifayetsiz kalır. Literatürde bu kavramlara soyut deriz. Yani elle tutulamayan, gözle görülemeyen, ancak hissedilebilen. Lezzet, acı, aşk, nefret gibi... İşte bunların en önemlisi olan “sevgi” de ancak sevenden öğrenilir. Ancak seven sevdirir.

Rabbimiz’in sıfatlarından birisidir sevgi. “el-Vedud” Diğer tüm sıfatları Rabbimiz’ce ihsan edilirken Rabbimiz hem sever hem de kullarından kendisini sevmelerini ister. En çok sevilmeye değer olan Rabbimiz’i de O’nun istediği gibi sevebilmektir asıl olan. Bu da şüphesiz sevmeyi O’ndan öğrenmiş İnsan-ı kâmilden öğrenmek ile mümkündür.    

Bir sohbetlerinde de büyüğümüz Hâce Hazreleri (ks): “Seven gözde, kusur aranmaz.” buyurdular. Sevgi tahammül getirir. Gelen imtihana, musibete şükürden başka bir şey dedirtmez. Aşık maşuğunun her hareketinden güzel olan bir şeyi mutlaka arar, bulur, görür.

İnsan sevdiği ile beraberdir. Aşık ile maşuk cismen ne kadar uzak olsalar da, gönülden hep bir yerdedirler. Ayrılmadan bir gönülde vahdeti sağlayanlar bereket kapısını aralamıştır. Zaten rabıta sevgi ve inancın meyvesi değil de nedir? Herkes ektiğini biçer. Tohum, tutmamışsa yeşermesini beklemek boşa kürek çekmektir. Ama bir de tutmuşsa, rahmet suyuyla rabıta meyvesi verecektir. Rabıta ise insanın gönlüne geleni işitebilmesidir. Eğer bizde büyüğümüzün sevgisi ve ona olan inanç mevcutsa, herhangi bir gedik yoksa rabıta meyvesi doğal olarak kendiliğinden oluşacaktır.

Büyüğümüz Hâce Hazreleri bir şiirlerinde şöyle buyurmuşlardır:

Şu fani aleme geldim geleli
Gülmedi gül yüzüm gülmedi gitti
Dostum diye nicesine yöneldim
Sevdiklerim beni bilmedi gitti

Hayatımızı gözümüzün önünden geçirdiğimizde belki de en acı duyduğumuz anlar sevdiklerimizin bizi anlayamadıklarını hissettiğimizde yaşadıklarımızdır. Yakın olduğumuzu iddia edip de gönülde çok uzaklarda olduğumuz insanlarla dostluğumuz ancak iddiadan ibarettir. Halbuki sevgi, yalanı kaldırmayan belki de tek şeydir. Büyüğümüz Hâce Hazreleri (ks) “Her şeyin yalanı olur da seni seviyorum demenin yalanı olamaz.” buyurmuşlardır. Evet yalan bile sevginin karşısında mahçup olur.

Hayatının her anında bizlere örnek olan Peygamber Efendimiz (sav)  bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Nefsimi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Tirmizi)

Hz. Muhammed’in (sav) sahabeleriyle olan sohbetleri, onlara hitapları, şakaları, çocuklara olan sevgi ve ilgisi, hanımlarına karşı adaletli, sevecen ve ilgili tavrı, hem ailesi hem de tüm Müslümanlar için örnek bir koruyucu olması, güler yüzü, neşesi, canlılığı, müminlere olan düşkünlüğü ve şefkati, güzel ahlakın ve ideal insan modelinin önemli bir örneğidir. Peygamber Efendimiz’in (sav) özellikle üzerinde durduğu en önemli konulardan biri, müminlerin birbirlerini hiçbir çıkar gözetmeden, içten bir sevgi ile sevmeleri ve birbirlerine karşı kin, öfke ve kıskançlık gibi kötü hisler beslememeleriydi. Peygamberimiz (sav) hem bu konuda müminlere en güzel örnek olmuş hem de onlara sık sık bu konularda tavsiyelerde bulunmuştur.

Allah (cc) bu konu hakkında Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: ‘Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.’ Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.” (Şura Sûresi, 23)

Peygamber Efendimiz’in (sav) sevgi, dostluk ve kardeşlik hakkındaki hadisi şeriflerinden bazıları ise şöyledir:

“Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular.” (Buhari ve Müslim)

“Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder." (Kütüb-i Sitte)

Müslümanları birbirine bağlayan bağ, sevgi ve kardeşlik bağlarıdır. Günümüzde Müslümanları güçsüz ve zillet içinde bırakan esas unsur, birbirlerini Allah için sevmekteki zaaflarıdır. Ya da sevdiğimizi zannederek sevgi adına yaptığımız anlamsız davranışlardır. Şunu akıldan çıkarmamalıyız ki: Eğer derdimiz hak davasıysa, Peygamber Efendimiz’in (sav) derdiyle dertlenmekse, O ve O’nu gerçekten sevenlerin izini sürmekse, İslamî hizmetlerde en büyük zarar, mü’minlerin birbirlerine karşı, kin ve düşmanlık beslemelerinde görülmektedir Mü’minleri, ancak mü’min olanlar sever. Mü’min olan kimseye buğzetmek, münafıklık alâmetidir.

Sevdiklerinin hasretini çekmek mi daha zor, yoksa sevdiklerinin sevgisinin hasretini çekmek mi? Allah için bu soruyu önce kendimize soralım. İnanıyorum ki bir çoğumuz duygu seline kapılıp derin bir “Ah” çekeceğiz. Aslında bunu çektireceğiz şeklinde yorumlasak çok daha anlamlı olur. Paranın, malın, dünyalığın cimriliğini anladık da ya sevginin cimriliği (!)... Sevgimizi; din kardeşimizden, ihvanımızdan hatta ve hatta melek hükmünden günahsız bedenleri minicik ama yürekleri dünyalar kadar olan can ciğer yavrularımızdan, evlatlarımızdan esirgemek, onlara sevginin hasretini yaşatmak ne büyük zulümdür.

Herkes anlaşılmak ister. Anlaşılmadığını ve anlaşılamayacağı hissine kapılan her kim olursa olsun anlaşılmayı ümit ettiği yerlere doğru hicret eder. Bunun sorumluları da bu hissi uyandıranlardır. Unutmayalım ki anlayan biz olmazsak, anlamak için gönüllerini açan birileri muhakkak ki olacaktır. Bu Sünnetullahtır. Ne mutlu gafletten uzak uyanık, Allah içen kıpırdayan tertemiz gönüllere.

Ebeveynler olarak çocuklarımızdan çoğumuz şikayet ederiz. Dinlemiyor, asi davranıyor, söylediklerimin tersini yapıyor, bunlarla bir yere çıkasım gelmiyor, beni her yerde mahçup ediyor…vb. Aslına inip sebebini gerçek manasıyla anlamaya yönelik pek bir çabamız olmaz. En iyi yaptığımız yakınmak, kendimiz gibi birilerini bulduğumuzda da “Oh! Bir ben değilmişim.” deyip rahatlamak olur. Çoğumuzun yaptığı budur. Halbuki, çocuklarımızı bizden uzaklaştıran bizim yanlışlıklarımızdır. Onlar gönüllerini ilk önce bize açtı. Karşılık bulamayınca da gönlüne hitap edecek ilk duyduğu sese kendini kaptırdı. Bu ses belki bir kötü arkadaştan çıktı, belki bir bilgisayar oyunundan, belki de sevgiyi onda bulduğunu sandığı televizyon dizilerinden. İlle sorumlu arayacaksak ki aramalıyız da, bunu herkes açık yüreklilikle vicdanına sormalı.

Yemeyip yedirdik, içmedik içirdik, onlar için çalıştık. Bunlar elbette fedakarlıktır. Fakat istenen ile bizim verdiklerimiz karşılanabiliyor mu? Buna bakmak gerek. Zaten bütün mahlukatın yavrusu için yaptığı temel davranışlar değil mi bunlar? İnsanoğlu eşrefi mahlukat olarak ne yapmalı ki farkı ortaya çıksın. Her şey insandan öğrenilir. Vefa, sevgi, arkadaşlık, terbiye en değerli paha biçilmez kazanımlardır. Her işi ehlinden öğrenirsek, başarı ve kalıcılığı sağlarız. Sevginin de öğrenileceği tek yer Allah dostu, gönül ehli, insan-ı kâmil ile yaşayacağımız gönül dergahımızdır.

Dünyaları sığdırdığımız, çer çöple doldurduğumuz gönlümüzde, “Yere göğe sığmadım mü’min kulumun gönlüne sığdım.” buyuran hâşâ ki mekandan münezzeh olan Rabbimiz Allah (cc) gönlümüzün neresinde, sormak lazım kendimize.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Yazımızın bu son kısmında iletişimin etkinliliğini artıran temel yaklaşım tarzlarını ortaya koymaya çalışacağız. Çünkü: Ailenin temeli karı-koca arasındaki ilişkidir. Sağlıklı bir ilişki, iki kişinin bilinçli olarak, düşünüp taşınıp, sorumluluk içinde aldığı karara dayanır. Sağlıklı ilişki içine giren bireyler, diğerini değerli ve onurlu görür, onu olduğu gibi kabul eder bu kişiler kendi sınırlarının farkındadırlar, sürekli etkileşim ve dayanışma içerisinde olmaktan çekinmezler, olgun insanlardır. Evliliğin yaşaması için, kendi gereksinimleri ile “Yuvanın” gereksinimleri arasında bir denge kurarlar bu disiplin sayesinde eşler uzun vadeli mutlulukları, kısa vadeli geçici doyumlara yeğlerler kendi davranış, düşünce ve duygularından kendilerini sorumlu tutarlar. Doğru bildiklerini söylemekte ısrar ederler ve gerçekçi olmaya özen gösterirler manevi yaşama zenginleştirmeyi, kendi bencil sınırları içine kapanıp kalmamaya özen gösteririler. İki olgun insan   anne- baba olmaya karar verdiği zaman, davranışlarıyla olgun insan modelini çocuklarına gösteririler. Bu kişilerin kendilerine ve diğerlerine saygıları vardır. Çocuk yetiştirmeyi dünyanın en sorumlu görevi kabul ederler. Böyle anne-babanın kurduğu aile içinde yetişen çocukların gereksinimleri doğal olarak karşılanır. Çocuklar bu güven ve sevgi ortamı içinde kendi benliklerini bulabilmek için değişik deneyimlere girebilme cesareti gösterirler. Bu ailelerde çocuklar, anne-babanın kendi gereksinimlerini gidermek aracı olarak kullanılmazlar. Sağlıksız ailelerdeki mutsuz anne ve mutsuz baba ise, kişisel becerileri ve girişimleri kendi gereksinimlerini karşılayamadıkları için, gereksinimlerini karşılamada çocuklarını araç olarak kullanırlar. Çocukların kendi gereksinimleri ve kişisel gelişimsel potansiyelleri böyle anne-babalar için önemli değildir. Bu tür ailelerde çocuklar gelişemezler ve kendi kişiliklerini bulamazlar.

Anne-baba ve çocuk arasındaki olumlu iletişim ailenin mutluluğunu artırır  Ayrıca çocuğun öğrendiği bu iletişim tarzı, model alarak hayatı boyunca sağlıklı sosyal ilişkiler kurmasına yardımcı olur. Aynı zamanda kendini ifade edebilme yeteneği ile özgüvenini güçlendirir. İletişim, iki yaşındaki çocuk için de, ergenlik çağındaki çocuk için de hem özsaygının hem de karşılıklı saygının anahtarıdır.

Aile içi iletişim ve ilişki, ailenin üyeleri arasında nasıl bir iletişimin ve ilişkinin bulunduğunu ifade eden bir kavramdır. Çünkü aile bir ilişkiler sistemidir. Bu sistemin yerli yerinde işlemesi de aile bireylerinin kendilerini ve birbirlerini anlamalarından geçer. Bunun için aile bireyleri kendi aralarında iletişim kurma ortamları sağlamalıdırlar. İletişim hemen her yerde kurulabilir. Bunun için örneğin; yürüyüşlere çıkmayı alışkanlık haline getirebiliriz. Bu farklılık aile içi ilişkilere yeni açılımlar katabilir. Özellikle eşlerin günde birkaç kez birbirlerini aramaları, alış-verişi beraberce yapmayı tercih etmeleri, pikniğe çıkma, çocukların sevdiği oyunları beraber oynama, karşılıklı sevgi ve güveni geliştirecek aktivitelerdir.

Gerçekçi olmak gerekirse ev içerisinde iletişimi engelleyen, bireyselliği sağlayan bazı davranışlar anlamsız bir şekilde öne çıkmıştır. Örneğin: Amacı haberleşmek olması gerekirken sohbet aracı olarak algılanan çok uzun telefon konuşmaları, karşısında boşa ömür harcadığımız televizyon programları ve bilinçsizce zaman israfından öteye gitmeyen bilgisayar ve internet ortamları, aile içi iletişimi düşünecek olursak her yere taşıdığımız iş hayatımız, iletişimin büyük bir bölümünü çalmaktadır. Bunlara ayırdığınız zamanı gözden geçirirsek iletişim kurma adına ne kadar çok zamanımız olduğunu görürüz.

Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve özgüven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.

Etkili bir iletişim aile üyelerinin karşılıklı olarak birbirlerinin düşüncelerini ve duygularını anlamalarını sağlar, işbirliği yardımlaşma ve paylaşma davranışlarına yol açar. çocukların gelişmesi için uygun bir ortam oluşmasına zemin hazırlar. İyi bir iletişimin gerçekleştiği aile ortamında çocuklar daha özerk ve bağımsız bir kişilik geliştirirler.

Düşünme düşünce ve duygularını açıklama özgürlüğü ve alışkanlığı kazanırlar. Ayrıca İletişim aile sisteminin işleyişinde,  işbirliği, karar verme gibi işlevler için gereklidir. Aileler ile yapılan çalışmalarda da iyi iletişimin bulunduğu ailelerde aile ilişkilerinden sağlanan doyumun daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. İyi bir iletişim; ailede kişilerin birbirlerine daha iyi tanımalarına, kaynakların kullanımına, beraberliğin sağlanmasına, davranışlarda koordinasyona, amaçların belirlenmesine, kişilerin kendilerine ve diğer kişilere saygı duymalarına olanak sağlamaktadır.

Buna karşılık etkili bir iletişimin oluşturulamadığı iletişim engellerinin yer aldığı bir ortamda çocukların gelişimi engellenir. Çocuklar özgürce düşünemeyen düşünce ve duygularını açıkça dile getiremeyen bağımlı birer birey olurlar. İleride de büyük sorunlarla karşılaşırlar. Bu nedenle aile bireyleri arasında özellikle anne-baba ile çocuklar arasında etkili bir iletişimin kurulması çok önemlidir

Anne, baba ve çocuklar arasındaki olumlu etkili iletişimin temel ilkeleri şunlardır:
* Empati kurabilmek: Empati, karşımızdakinin içinde bulunduğu hali hissedebilmek için kendimizi onun yerine koyarak onun penceresinden bakabilmek demektir. Mesela çocuk oynarken oyuncağını kırdığında “Üzülecek ne var?” diyeceğimize, o oyuncağın çocuğumuz için ne kadar kıymetli olduğunu anladığımızı belirten cümleler kurmamız gerekir. “Oyuncağını çok sevdiğini ve buna üzüldüğünü anlıyorum” gibi.
* Dinlerken fiziksel halimize dikkat etmek: Aile içerisinde eşimiz ve çocuklarımızla halleşirken onları konuşmaya teşvik etmeli, konuşabilmeleri yönünde cesaret kazandırmalıyız. Bunu sağlayacak beden duruşumuz, yüz ifadelerimiz, mimik ve jestlerimizdir.  
* İletişimde bulunduğumuz kişinin karşısına oturarak, yüzümüzü ona çevirmeliyiz. Onu rahatsız etmeyecek ölçüde göz teması kurmaya özen göstermeliyiz.
*Dikkatli dinleme: Aile bireylerinden biri bir problemle ilgili konuşurken diğer bireyin onu dikkatle dinlemelidir. Arada bir kendisini dinlediğimizi ifade eden mimikler kullanılmalıdır. Gazete, televizyon vs gibi başka bir şeyle ilgilenilmemeli, dinlendiği hissettirilmelidir
* Hiçbir şekilde dinlediğimiz kişinin sözünü bölmeden sonuna kadar düşüncesini ifade etme esnekliği vermeliyiz. Fikirlerini ifade ederken müdahale etmeden anlamaya çalışmalı, zorlandığımız yerde sorular sorarak aktif hale geçmeliyiz.
* Eğer eleştiride bulunacaksak bilmeliyiz ki kişiler değil, davranışları eleştirilir. Buna riayet etmeye özen göstermeliyiz. Aile bireylerinin kişilik konumlarına ve benlik kariyerlerine zarar vermeden doğruyu bulmaya yönelik yapıcı eleştirilere yönelmeliyiz.
* Eleştirirken kimseyi yargılamamalıyız. Asla önyargı ile iletişim kurulmamalıdır.
* Eleştiri yaparken geçmişte kalmış davranışları mevzu etmeden genelleme yapmadan iletişimi sağlamaya özen göstermeliyiz.
* Unutmamamız gereken önemli bir diğer yaklaşım tarzı şudur ki: İletişimde ne söylediğimiz değil nasıl söylediğimiz çok daha önemlidir.
Son olarak Aile içinde iletişimi ve etkileşimi etkileyen başlıca olumsuz davranışlara özet olarak değineceğiz. Bunlar kısaca şöyledir:
*Aileyi ve bireyleri ilgilendiren konular üzerinde, yüzeysel konuşmalar ile konunun ciddiyetini geçiştirme.
*Aşırı ve yersiz sorular sorarak lüzumsuz şüphe ve tereddütlerle aile içi huzuru kaçırma.
*İlgi gösterirken doğallıktan çok, yapaylığı hissettirme.
*Konuşma ve izah etme olmadan, karşı tarafın hareketlerini, düşüncelerini yorumlamaya ve tahmin etmeye çalışma
* Geçmişteki üzücü ve tatsız olayların sık sık gündeme getirme.
*Sorulan soruları cevaplamaya tenezzül etmeden havada bırakma.
* Aile bireyleri içinde söz ile baskı kurmaya çalışma.
*Abartılı bir şekilde onaylama veya reddetme
* Sık sık öneride bulunma veya kişisel düşünceleri kabule zorlama.
*Emir verme, tehdit etme, samimiyetten uzak kalma, yalan söyleme, alay etme, fikirlere değer vermeme, olayların olumsu yönlerini öne çıkarmaya çalışma, kaba …vb.
Sonuç olarak unutmayalım ki; aile içi iletişim denildiğinde ideal olanın bireyler arasında hiç çatışmanın olmaması olduğu düşünülür fakat çatışmanın olmamasından ziyade çatışmanın nasıl çözümlendiği daha önemlidir. Bu da ancak etkili ve doğru bir iletişimin sonucudur.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Büyüğümüz Hâce Hazretleri: “Kelimelerinizi inceltmeye çalışmayın, anlayışınızı inceltin.” buyurmuşlardır. Kaşımızdaki kim olursa olsun öncelikli konumu insanlığıdır. Aranacak öncelikli vasıf insan olmasıdır. Onun dışında belki eşimizdir, annemizdir, çocuğumuzdur, kardeşimizdir, elemanımızdır, müşterimizdir…vb. Bunların her biri kendimizi ayarlamamız gereken teferruat babından ikincil unsurlardır. Bizler için her şeyiyle en büyük örnek olan Allah Resûlü’nün (sav) hayatı seniyyelerine bir bütün olarak baktığımızda, O Rehberi Ekmel’in bütün ömrü boyunca hem toplumun ileri gelenleriyle meşgul olup ilgilendiğini hem de kendini ifade edemeyen, ezilen, parya muamelesi gören gariplere kucak açıp onlarla alâkadar olduğunu; bazen çocukların oyun arkadaşı gibi davranarak seviyelerine inip oyun oynarken onları eğittiğini bazen de kadınların sırdaşı, dert ortağı olup, onlara insan olarak ne kadar değerli olduklarını anlatmaya çalıştığını görürüz. Asıl olan karşımızdakinin seviyesine inebilmektir.

Efendimiz (sav) peygamberliği süresince hem mesaj ileten hem de ilettiği mesajın asıl kaynağını ahlâkı ile gösteren ulvi bir vazifenin sahibi olmuş ve gönderiliş gayesini, insanlarla kurduğu örnek diyalog ve iletişimle gerçekleştirmiştir. Olabilecek en etkili, en çeşitli iletişim yöntemlerini kullanarak İlâhî mesajları, insanlar tarafından algılanabilir, duyulup hissedilebilir, okunup konuşulabilir ve yazılabilir hale getirmiş; hayata döndürülebilir ve yaşanıp örnekleri çoğaltılabilir bir yapıya kavuşturmuştur. İslam’ın kabul görmesinde, Hz. Muhammed’in (sav) çevresindeki insanlarla her türlü sevginin üstünde cezbeden diyaloğu ve iletişim kurmadaki azim ve gayreti şüphesiz önemlidir. Nitekim O’nu (sav) peygamberlik göreviyle şereflendiren Allah (cc), mesajını insanlara korkusuzca duyurmasını emretmiştir. Mâide Sûresi 67. ayette: “Ey Resûl! Rabbin’den Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun...” buyrulmuştur.

Bir hadisi şerifte, Efendimiz (sav); “Anne babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınızda size itaat etsin ve saygı göstersinler.” buyurmuştur. En güzel eğitim metodu güzel örnek olmaktır. Güzel örnekler, çocuğun duygu ve davranış dünyasına doğal bir disiplin getirir. Ne ekersek onu biçeriz. Çocuğumuz ile iletişimimizde biz farkında olsak da olmasak da onun gözlemlediği her davranışımız, işittiği her kelime, çocuğun şahsiyetine konan bir tuğladır. Çocuğumuza taklit etmeye değer birer numune olmaya çalışmalıyız. Unutmayalım ki: “Taklit edecek örneği olmayanlar, nadiren tekamül ederler.” Gayrı ahlâki, yanlış davranışlar ve olumsuz özellikleriyle toplumun zarar gördüğü suç eğilimi gösteren çocukların, hatta yetişkinlerin bu hale gelmelerinde temel etken, ailedeki sevgi, şefkat eksikliği ya da bireylerin birbirini anlayamamalarından kaynaklanan iletişimsel eksikliklerdir. Maalesef ki gelecek nesilleri oluşturacak çocuklarımızı, anne babaları olarak kötü örnek oluşturduğumuz davranışlarımızla bozmaya devam ettikçe, Rabbimiz’in Kur’ân-ı Kerim’de müjdelediği, özlenen, saadet dolu nuru tamamladığı o güzel günler ertelenecektir.

Dünyaya gelen her çocuk bir anne baba vesilesiyle, bir topluma sebep kılınmıştır. Her bebek tertemiz mis kokusuyla cennet meyvesidir. Hiçbir günahtan eser yoktur. Çocukta suç aramak en büyük sahtekarlıktır. Onu o hale getiren muhakkak ya biri, ya bir aile, ya bir toplum vardır. Çocukta bir problem varsa, çözmek için önce kendimizde, sonra annesinde, eğer varsa, sonra abla ve ağabeylerinde, sırasıyla yakın temas halinde olduğu arkadaş, komşu ve akraba çevresinde ve en son olarak da çocukta aramak en dürüst ve en doğru yöntem olsa gerek. Bu sıralamayı önce çocuktan başlatmak meseleyi başta çözümsüzlüğe itmek anlamına gelir.

Çocuklar abla ve ağabeylerini taklit ederek onlar gibi olmaya çalışır. Önlerinde algılayabilecekleri en büyük idol onlardır. Bu taklit yöntemiyle büyük kardeşlerden çok fazla şeyler öğrenir. Bu öğretiler onun kişiliğini oluşturan önemli unsurlardır. Geçekte de işin özüne indiğimizde, ilk çocuğu ya da ilk çocukları iyi veya kötü yetiştirmek yalnız onları yetiştirmek demek değildir. Bu direkt olarak diğer kardeşlerinin yetişmesine de tesir eder; dolayısıyla da bu durum işimizi ya kolaylaştırır ya da zorlaştırır.

Çocuklarımızın ihtiyaçlarını en iyi kendilerinden öğrenebiliriz. Bazı istek ve ihtiyaçlar vardır ki bunların söz ile ifade edilmesi çok zordur. Fakat hissettirilebilir, yeter ki anlamaya açık gönüller olsun. İşte aile bireyleri arasında fırsat buldukça  -televizyondan fırsat kalırsa- yapılacak aile sohbetleri, hem aile içi kaynaşmayı artırır hem de problemlerin hallini kolaylaştırır. Aile içerisinde bireylerin en çok ihtiyaç duydukları şey sevgi ve güvendir. Bireylerin bir birlerini sevdiklerini hissettirmeleri ve bunu her fırsatta belli etmeleri gerekir. Hayattaki başarısızlıklarını asla sevgisizlikle cezalandırmamalıyız. Hiç bir zaman sevgi çocuklarımız ve eşlerimiz için silah olarak kullanılmamalıdır. Unutmayalım ki: “Sevdiklerimizin sevgisinin hasretini çekmek, sevdiklerimizin hasretini çekmekten çok daha zordur.”  

Aile içi iletişimde bir diğer önemli özellik şudur; kendi ilgi alanlarımızda ısrarcı olmak yerine eşimizin ve çocuklarımızın ilgi duyduğu alanlara bizim de ilgi duymamız aramızdaki diyaloğu geliştirir. Onların dünyasına girmemizi sağlar. Böylelikle aile bireyleri arasında karşılıklı bir güven ortamı sağlandığı gibi onlar üzerindeki tesirimiz de artar. Özellikle çocuklarımızın ilgi alanlarında yaptığı çalışmaları varsa teşvik etmeli, geliştirmeleri yönünde desteğimizi hissettirmeliyiz. Alanlarında başarı sağlamış her bireyin arkasında mutlaka sevgisini ve desteğini gösteren bir eş, bir anne, bir baba, bir arkadaş vardır.

Çocuklarımızla iletişimizde onlara büyük insanmış gibi davranmalıyız. Fakat asla onlardan beklentimiz büyük insan davranışı olmamalıdır. Bu yaklaşımımız onları çok daha kişilikli ve huzurlu yetiştirecektir. Çocuklarımızı çok sıkıştırarak onlardan kapasitelerinin üzerinde beklenti içerisinde olmamız, onları yanlış çıkış yolları aramaya itecektir. Çocuklarımızın hata yapmalarından değil hatada ısrarcı olmalarından korkmalıyız. Çünkü en kalıcı doğru davranışlar, yanlışın düzeltilmesiyle kazanılır.

Peygamberimiz (sav); “Kimin çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.” buyurmuştur. Onunla kuracağımız iletişim ancak onun seviyesine inerek olacaktır. Çocuk evde ilgi çekecek bir ortam bulamıyorsa ya da kendi halini anlayacak, kendisini dinleyen bir anne, baba, ağabey, abla bulamazsa bu ihtiyacını dışarıdan karşılamaya çalışır. Bunun doğal bir sonucu olarak da evden kopmalar başlar. Bilinçli anne baba çocuklarına küçük şeylerden zevk almasını ve bunlarla kanaat ederek mutlu olmasını öğretebilendir.

Aile bireyleri kaliteli zaman ve ortamlar içerisinde birbirlerine vakit ayırmalıdırlar. Özellikle çocuklarımıza kendi imkan ve şartlarımız içerisinde belki biraz da zorlayarak çocukluklarını yaşatacak ortamlar sağlamalıyız. Çocuğun deşarj olması güne ve geleceğe dönük büyük faydalar sağlayacaktır. Ailemiz ile birlikte yapacağımız aktiviteler sağlıklı ve kalıcı iletişimin kapılarını da açacaktır. Birlikte sohbete, konferansa, camiye gitmek, tarihi yerleri ve camileri, müzeleri ziyaret etmek, yaşayan ya da dünyasını değişmiş gönül ehli Allah dostlarının makam ve türbelerini ziyaret etmek, doğal güzellikleri görmek için imkanlar içerisinde seyahat etmek, piknik yapmak, spor yapmak, alışverişe çıkmak…vb.  Yapılan bu işler bir birimizin farklı yönlerini tanımaya da fırsat sağlayacaktır. Çocuklarımızı değişik özellikleriyle ayrıntılı olarak ne kadar iyi tanırsak, çocuk yetiştirmede isabetli hareket etmemiz de o derece kolaylaşır. Özellikle de çocuklarımızın yaradılıştan gelen bireysel özelliklerini ve yeteneklerini keşfederek, önlerinde engel olmadan, o özelliklerini en olumlu şekilde geliştirmeye çalışmalıyız.

Aile içi iletişimde en etkili yöntem, hayatı doğal yaşamaktır. Bireyler aile içerisinde doğal ortam nasılsa buna göre biçim kazanır. Çocuğun işitebileceği yerde söylenen her söz, görebileceği yerde yapılan her davranış onun karakterinin yapımında rol oynar. O yüzden iletişim konuşmaktan öte davranışlarımızla söyleyebileceğimiz her güzel kelamı tasdik edebilmek demektir. Etkili iletişim güzel ahlâk demektir. Güzel örnek olabilmek nasihatten çok daha etkilidir. Ancak dilin söylediğini davranışlar da söyleyebilirse insan ahkam kesmekten kurtulur ve sözleri tesir eder.

İletişimde dikkat edilecek bir diğer önemli özellik ise tutamayacağımız ya da unutabileceğimiz sözler vermemektir. Biz unutsak bile onlar asla unutmazlar. Unutarak ihmal ettiğimiz her söz bize karşı güvenlerini eksiltir. Aynı zamanda farkında olmadan onlara yalancılığı öğretmiş olabiliriz. Çocuklarımızı yalana alıştıracak bir diğer aile içi iletişim yanlışı da çocuğu yalana zorlayacak baskı ve aşırı tepkilerde bulunmaktır. Bir yanlış yaptıklarında, gerçeği söyledikleri vakit kızmamak, yani onları doğru söylediklerine bin pişman etmemek gerekir.
Yardımlaşma, iyilik yapma gibi temel güzellikleri, aile içinde iletişimsel örneklerle çocuğun  şahit olmasını sağlayarak öğretme yoluna gitmeliyiz. İyilik yapmayı öğretirken her fırsatta; “İnsan, kendisine karşılıkta bulunsunlar diye değil, vicdanının sesini dinleyerek, insan olmanın gereği olarak iyilik ve yardımda bulunmalı.” gibi ifadelerle bilinç kazandırmalıyız.

Konunun çok geniş ve önemli olması sebebiyle kısmet olursa bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden devam etmek üzere siz değerli okuyucularımızı Allah’a (cc) emanet ediyoruz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

En kısa tanımıyla iletişim, karşılıklı duygu ve düşünce alışverişidir. Günlük toplumsal hayatın insanlar, gruplar ve toplumlar arasında gerçekleşen ilişkilerin şeklini iletişim oluşturur. Diğer bir deyişle bireyler arası ilişkilerin kalitesini ya da kalitesizliğini iletişimdeki etkinlilik sağlar. Aile toplumu oluşturan en küçük sosyal kurumdur. Gelecek nesillerin sağlıklı gelişimi, gelecekteki toplumların da sağlam temeller üzerinde şekillenmesi demektir. Anne babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan iletişimi ve etkileşimi çocuğun toplumdaki kimliğini oluşturur. Aile çocuğa sosyal tecrübe kazandıracak ilk sosyal kurumdur.

Günümüz toplumunda özellikle de imanımızdan kaynaklanan dini duyarlılığa sahip ailelerin ızdırabını duyarak en çok şikâyet ettikleri konu çocuklarını istedikleri gibi yetiştirememeleridir. Çok istedikleri halde sahip oldukları, ya da özlemini duydukları ahlâkî değerleri, anlayış ve yaşam tarzını çocuklarına aşılayamamaktadırlar. Hatta belki nefret ettirerek ileriki hayatlarında abuk sabuk tercihler yapmalarına sebep olabilmektedirler. Bunları hepsinin altında yatan temel sebep aile bireyleri arasında etkili ve doğru iletişimin oluşturulamamasıdır.

Toplumda ebeveynlerini saymayan hatta yer yer onlardan nefret eden çocukların sayısı günden güne artmaktadır. Okullarda sorunlu öğrenciler üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına göre başkalarına zarar verici davranışları tercih etmelerinde bilinçaltına yerleşmiş temel sebep; ebeveynlerinden intikam alma dürtüsüdür. Anne babanın çocuklarına doğru diye usulsüzce telkin ettiği davranışların zıddını yapan çocuk, onları üzerek intikam dürtüsünü tatmin etmektedir.

Çocuğun aile üyeleri ile olan ilişkileri, diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırlar, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur. Aile aynı zamanda çocuğa, aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temellerini atar. Anne, baba, çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumuna bağlıdır. Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan birçok olaya, yeterli ve uygun olmayan ilk anne, baba, çocuk ilişkilerinin neden olduğu saptanmıştır. Anne ve babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimi şimdiki tutumlarında etkili olabilir.

Bir şeyin doğruluğunu bilmek gereklidir. Fakat doğrunun örneği olabilmek çok daha önemlidir. Asıl olan anlatırken sevdirebilmektir. Öğretirken merak uyandırabilmektir. Aileler çocuklarını yetiştirirken onların seviyelerine inebilmelidirler. Onlara tepeden bakan, nasihat edici yerden değil. Arkadaş canlısı, dostane tavır ve yaklaşımla, eğlenceli hale getirerek eğitmeye çalışmalıdır. Bunun adı aile içi etkili iletişimdir.

Çocuk eğitiminin anne karnında başladığını söyleyen pek çok kaynak olmakla birlikte bazı kaynaklara göre de eş seçimiyle başladığı söylenir. Aslında en doğrusu anne baba olmaya namzet her genç kız ve erkeğin eğitimiyle başlar. Söylendiğinin aksine, bu en önemli eğitim işi, annelerin görevi, babaların müdahale ve kontrol alanı değildir. Eşler bu görevde müşterektir, Rabbimiz’e verilecek hesap konusunda müşterek olunduğu gibi. Her ne kadar babalar çok etkili görünmeseler de eşler arasındaki eğitim tarzının uyuşmaması, işleri her zaman zora sokar. En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir. Aile içi uyuşmazlıklar özellikle çocuk eğitimi konusunda tamir edilmesi güç sorunlara yol açar. Bunu bertaraf edebilmenin yolu, eşler arası iletişim sorunlarını çocuk sahibi olmadan önce halledebilmekten geçer. Dolayısıyla evlilik gibi ciddi bir işe kalkışmadan önce kişilerin ilgi alanlarına, nasıl iyi eş olunur ya da evlilik içi hukukun incelikleri nedir, nasıl yemek pişirilir, konularının yanında, bu mukaddes birlikteliğin niteliğinin en can alıcı göstergesi, çocukların eğitimi de girmelidir. Çocuk eğitiminde en temel davranışın “kararlılık” olduğunu göz önüne alırsak, bu tip eğitim uyuşmazlıkları içinde olan ailelerin çocuklarının, ebeveynlerini çileden çıkartıcı sorunlar yumağı olduğunu söyleyebiliriz. Aile içi iletişim sorun olmaktan çıkmadığı sürece, eşler arasındaki fikir ayrılıklarının, özellikle çocuklar hakkında olanları, asgari müştereklerde birleşmediği sürece sorunlar halledilemez. Anne ya da baba kendini bu konuda yetiştirmiş olsa bile. Kısacası çocuğun annesinin yahut babasının kim olduğu, eğitiminin ne düzeyde olduğu, eş olmaya liyakatinin ne denli yeterli olduğu tek başına etkili olamıyor. Dolayısıyla karşımıza en az çocuk eğitimi kadar önemli, belki de daha önemli olan eşler arası iletişim sorunu çıkıyor. Bu konuda mahir olmayan eşler, sık sık karşılaşılan hayati kararlarda bir yığın sorun yaşarlar. Açıkçası onların yaşadığı sorunlar değildir önemli olan. Bu sorunların çocuklarının üzerinde bıraktığı tesirlerdir. Kişilik bozukluklarından, davranış bozukluklarına kadar geniş bir yelpaze işte bu sorunlu çocukları beklemektedir. Daha doğrusu “sorunlarını çözememiş ebeveynlerin” çocuklarını beklemektedir.

Muhakkak ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Bunda en ufak kuşku yoktur. Çocuklarına iyi niyetler taşıyarak, onlarla diyalog kurmaya gayret eder. Ama burada ailenin vereceği iyi bir eğitim, çocuklarıyla kurabildiği sağlıklı iletişim becerilerini kullanabilmesine bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocuklarla kurabilmek için öncelikle onları tanımak ve onların temel ihtiyaçlarına saygı duymak gerekir. Aile, ilişkiler sisteminden meydana gelir.

Aile, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılıklar gösterdiği gibi, aynı ülke içinde de kentten kırsal kesime, ekonomik duruma ve yörelere göre de farklılıklar gösterir. Bu nedenle ailenin kesin ve evrensel tanımını yapmak, sosyolojik, coğrafik ve ekonomik farklılıklar göz önüne alındığında pek olası görülmemektedir. Fakat iyi, doğru, dürüst diye kabul edilen aynı ahlâkî değerler ve davranışlar değişmez. Her toplumda benzer değer yargılarıyla kabul görür. Bu yüzden iletişim, tüm canlılar ve insanlar arasında yüzyıllardan beri süre gelen temel bir olgudur. İletişim hem bireysel, hem kurumsal düzeyde toplumsal yaşamın temel ve vazgeçilmez bir özelliğidir. Bireyin gelişiminde ve eğitiminde en önemli kurum olan aile, iletişim bakımından da çok önemlidir. Çocukların iyi bir gelişme gösterebilmeleri ebeveyn ile çocuklar arasında etkili bir iletişimin kurulmasına bağlıdır.

İyi bir iletişimin gerçekleştiği aile ortamında çocuklar daha özerk ve bağımsız bir kişilik geliştirirler. Düşünme, düşünce ve duygularını açıklama özgürlüğü ve alışkanlığı kazanırlar. Buna karşılık etkili bir iletişimin oluşturulamadığı, iletişim engellerinin yer aldığı bir ortamda çocukların gelişimi engellenir. Çocuklar özgürce düşünemeyen, düşünce ve duygularını açıkça dile getiremeyen bağımlı bir birey olurlar. İleride çeşitli sorunlarla karşılaşırlar. Bu nedenle aile bireyleri arasında, özellikle anne baba ile çocuklar arasında etkili bir iletişimin kurulması çok önemlidir.

Aile bireyleri olarak aramızda gerçekleşen iletişimde şu ilkelere riayet etmeliyiz:

Karşımızdakini dinlemesini bilmeliyiz; onu dinlerken olabildiğince sabırlı ve esnek olmalıyız. Asla karşımızdakini terslememeliyiz.

Şaka yapacağımız zaman iyi düşünmeliyiz.
Düşünmeden konuşmamalıyız.

Kaybetme ihtimalini de göz önünde bulundurmalıyız.

Gereksiz eleştirilerden özellikle kaçınmalıyız.

Öğütlediğimiz şeyleri evvela kendimiz de uygulamalıyız.

Adil davranmalıyız.

Görüşlerimizi başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmamalıyız.

Yüz ifadelerimizi kontrol etmeliyiz.

Gereksiz yere zıtlık yapmadan nerede konuşmak, nerede susmak gerektiğini bilerek hareket etmeliyiz.

Olduğumuz gibi görünmeye çalışarak doğal olmalıyız.

Bize akıl danışılmadıkça öğüt vermekten kaçınmalıyız.

Allah kısmet ederse dergimizin bir sonraki sayısında devam edeceğimiz konumuz bu sayıda iletişimi temel özellikleriyle ele almaya çalıştık. Özet olarak diyebiliriz ki iletişim sadece konuşmak demek değildir. Bazen bir bakış, mimik, sembol, işaret, duruş belki de bir kitaplık dolusu yazının ifade edemeyeceği etkiyi sağlar. Bunlara beden dili ya da vücut dili diyoruz. İletişimde bazen sükût altın değerindedir, bazen de söz. Fakat her zaman doğru olan bir şey var ki: neyi, nerede, ne zaman, nasıl söyleyeceğimizi bilmeliyiz. İletişimin etkinliği bu sırda gizlidir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Kâinâtın özü olan hazreti insan, hayatının her anını bilinçli yaşamalıdır. Hiçbir an boş ve anlamsız değildir. Her aldığı nefeste, attığı her adımda bir mana vardır. Bunun idrakinde olmak kulluğun gereğidir. Ancak böyle bir duyarlılık insana kemalatını hissettirir. Aksine olan bitenden bihaber, kalbiyle irtibatını kapalı tutan, kendinden gafil olan insan ise, her şeyden uzak sadece zahiri sebeplerle çevresinde olup biteni tasavvur etmeye çalışır. İçerisinde yaşadığı eşyanın manasını elinin değdiği, gözünün gördüğü kadarıyla anlar. Olan biteni bundan ibaret bilir. Halbuki büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) ifade ettiği gibi: “Öz, ilahi iradedir.” Her şeyin hakikatine, aslına varmakla ulaşılır. İşte yaşadığımız zahiri her şeyin asliyetini anlamak niyeti içinde olmak ve böyle davranmak mümin bir kula ait davranıştır. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerinde buyurduğu üzere: “İnsanın piyangosu, Rabbi’nin kişiyi görmek istediği yeri yakalamasıdır.”  Bunu anlamak ancak her anı Hak İle geçen insanı kamilin gönlünde olmak ile mümkündür. Onlarla yapacağımız istişarelerin neticesinde anlaşılır. Beraberlik mekan beraberliği değildir. Yanı başında olup çok uzaklarda olmak ne acıdır. Bir de çok uzak mesafeler içerisinde bir an dahi ondan ayrı gayrı olmamak vardır ki asıl olması istenen budur. Çok kıymetli hazinemiz olan “Rabıta” hasret ateşinin ızdırabını dindirir, gönüllere muhabbetin, aşkın hazzını verir. O’nunla olmanın istenen ilk adımıdır rabıta.

Rabbimiz bir hadisi kutside “Bana bir adım gelin, size on adım geleyim, Bana yürüyerek gelin, size koşarak geleyim.” müjdesini buyuruyor. Rabbimiz’e atacağımız en büyük adımın adı “Rabıtadır.” Rabıta kendi nefsimizden kaçıp Allah’a (cc) firar etmenin en ilk adımıdır. Rabbimiz’le vuslat etme isteğinin eylemidir rabıta. İnsanın kendisini fark edip, benliğinden Hakk’a sığınmasıdır. Hakk’ı nefsine tercih etmesidir. Alah’ın (cc) en büyük ayeti olan insanı tanıma, anlama gayretidir. İnsandaki ilahi sırrı keşfetmedir. İnsanı Rabbi’ne götüren yolun yolcusu olabilmektir. Tüm nebatatı ve mahlukatı olgunlaştıran güneş ne ise kalpleri vuslata yaklaştıran, insanın gönlünü ve ruhunu olgunlaştıran gönül güneşine dönmektir rabıta. Her şey sağlam bir niyet ile başlar. Ameller Rabbimiz indinde niyetlerimizden ibarettir. Niyetimiz ne ise onun karşılığını görürüz. Asıl gayemiz O’nun bizi görmek istediği yeri anlayarak orayı zahiri ve batıni yerimiz bilmek olmalıdır.

Rabbimiz, fıtratımızın doğal sonucu olarak insan zihninin ve gönlünün arayışı neticesinde kendisine kavuşma özlemi çeken kullarına kendisini takdim etmesi ve tanıtması, kullarını Rabbi’ne, Rabbi’ni de kullarına sevdirmesi için, sonsuz mutluluğun anahtarını kullarına Allah adına sunması için, O’nun (cc) emir ve yasaklarını bildirmek onların Kendisine nasıl kulluk edeceklerini, birbirlerine karşı nasıl davranacaklarını göstermek, istenilenleri hakkıyla yerine getirenlerin sonsuz cennet hayatıyla, karşılık göreceklerini duyurmak maksadıyla, insanların yine kendi içlerinden, seçkin bazı kullarını, onlara örnek bir öğretmen, birer yol gösterici ve rehber olarak seçmiştir. “Ey Peygamber! Biz, seni insanlara şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle yoluna davet eden bir peygamber ve aydınlık saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/44-46) Ayeti celilesinde buyrulduğu üzere  bunlar ilk peygamber Adem (as) ile ümmeti olma şerefine nail olmak ile ne kadar şükretsek az kalacak son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz arasında gelmiş tüm peygamber efendilerimizdir. Daha sonrada bunu takip eden o yolda onlara varis olmuş, irşad vazifesiyle hayatını ümmeti Muhammed’e adamış Hak dostu, Hz. Resûl (sav) aşığı insanı kamil, ehlullah hazeretı, mürşidlerdir. İnsan ancak seçilmiş bir insanın gönlünde Hakk’ı bulur. Bu Rabbimiz’in emir buyurduğu, Nebevi irşad yöntemidir. Başka yöntemler ile insanın dışında bir yol ile Rabbimiz’e vuslat çok tehlikeli ve çıkmaz sokaklarla dolu, şeytan tarafından mayınlanmış, tuzaklı uzun yollardır.

“Daha önce sana anlattığımız peygamberlere ve sana anlatmadığımız peygamberlere de (vahyetmiştik) ve Allah Musa ile de konuşmuştu. (Bütün bu peygamberleri) müjdeleyici ve uyarıcı resuller olarak (gönderdik) ki, peygamberler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah üstündür her şeyi yerli yerince yapandır.” (Nisa,4/164–165)

Peygamberlerin ve Efendimiz Resûl-i Ekrem’in  (sav) sünneti olan hicret dine hizmettir. Dışa açılımdır. Dışa açılırken çekirdek kadronun olgunlaşması, sağlam ve dimdik ayakta kalabilmesi için sırtındaki dünya kamburunu terk edip, terki terk edip her şeyiyle hizmete yönelmesidir. Belki de balığın suyu araması misalinde olduğu gibi, sudan bir an ayrı gayrı olmadığımızı fark edebilme fırsatıdıdr.

Hicret Rabbimiz’in pek çok peygamber efendilerimize (as) ve ümmetlerine emir buyurduğu, terbiye ve eğitim usulüdür. Hicretin daha iyi anlaşılması için Peygamber Efendimiz’in (sav) hicret öncesi yaptığı duayı burada dikkatinize sunmak istiyorum: “Hiçbir şey değilken Beni yaratan Allah’a hamd olsun. Allah’ım! Dünyanın zorluklarına, zamanın felaketlerine ve gecelerle gündüzlerin musibetlerine karşı Bana yardım et. Allah’ım! Bu yolculuğumda Benimle beraber ol. Arkada kalan ailemi kolla. Rızkımı bereketli kıl, Beni kendine itaatkar et. İyi ahlak üzerinde Beni güçlü kıl. Beni kendine sevdir, Beni insanların eline bırakma. Sen güçsüzlerin Rabbi’sin. Benim Rabbim’sin. Göklerle yeri nurlandırıp, karanlıkları aydınlatan, öncekilerle sonrakilerin, herkesin işini düzene sokan şerefli varlığına sığınıyorum ki öfke ve kızgınlığın üzerime inmesin. Nimetlerinin yok olmasından gazabının ansızın gelmesinden, verdiğin afiyetin kaybolasından sana sığınıyorum. Şikayetim Sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı Bendedir. Beni kötülüklerden alıkoyacak güç ve iyilikleri yapmayı sağlayacak kuvvet, ancak sendedir.” (AMİN!)

Hicret’te Peygamber Efendimiz’in irade sahibi ve sabırlı olma, Allah’a sonsuz güven duyma, ümitsizliğe kapılmama, sükûneti muhafaza, hoşgörü, bağışlama ve cesaret gibi vasıflardan her biri için davranış örnekleri bulunmaktadır. Bunlar her Müslüman için birer düsturdur. Sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık, İslam uğruna canını ve malını ortaya koyma, dünyevi ilişkileri ve menfaatleri bir tarafa bırakarak Kardeşliği ve Allah’ın rızasını düşünme, verilen sözde durma ve dostluk örneklerinden tabloları hem sahabilerin ve hem de Resûl-i Ekrem’in (sav) hicretinde görmek mümkündür. Ayrıca bir diğer açıdan değinecek olursak hicret, Müslümanların tarihe bakışını etkilemiştir. Hicretin öneminden dolayı Hz. Ömer zamanında (17/638) yani hicret senesi takvim başı olarak kabul edilmiştir.

Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerinde pek çok defa nasihat ettikleri üzere: “Birikinti su pislik tutar.” Temiz kalabilmek için akmak gerek. Zamanında belki de kadrini bilemediğimiz içerisinde bulunduğumuz nice güzelliklerin idraki artık daha net olacaktır. Hasret, muhabbet, özlem insanı olgunlaştıran, pişiren, sağlamlaştıran çok önemli ve gerekli vesilelerdir. Her birimiz için aranan sağlam ve güvenilir arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri, mekansal yakınlık belki hicret ile bazıları tarafından yeni başlarken, unutmayalım ki çok arkadaşlarımız bunların hasreti ve özlemi içinde bu günlere geldi. Şimdi belki onlar bizim yitirdiklerimize kavuştu bize düşen en büyük görev bir gönülde uzağı yakın etmek, hasreti, muhabbeti ve aşkı ilahi vuslat için sermaye bilip kabul etmek. Bu uğurda birbirimize sımsıkı sarılmak. Halimizle büyüğümüzü bizden memnun ve razı edebilmektir.

Sonuç olarak, geçmişten bugüne kadar, Hz. Adem’den (as) günümüze devam ede gelen hak, batıl mücadelesinin güzide insanları, her ne zaman doğup büyüdüğü çevrede hor görülüp baskı ve yıldırma çabalarıyla psikolojik ve sosyal yönden daraldıklarında veya emroldukları nebevi emanetin ulaştırılabileceği yeni ufuklara açılma ihtiyacı duyduklarında ya da imanın kök salacağı başka gönüllere ulaşabilmek uğruna yollara dökülmüş, hicret gibi kudsi bir eğitim ve terbiye metoduna başvurmuşlardır. Böylesine zorlu ve meşakkatli bir yola koyulabilmek her şeyden önce insanın gönül dünyasını tezkiye etmesine, Rabb’iyle irtibatını muhkem kılmasına ve kendisini yeniden inşâ etmesine bağlıdır. Zira gerçek muhacir, Resûl-i Ekrem’in (sav) de ifadesiyle, “Muhacir Allah’ın (cc) yasakladığı, haram kıldığı şeylerden uzak duran kimsedir.” Dolayısıyla hicret, önce niyet safhasında sağlam bir temele oturtularak gerçekleştirilmelidir. Hicret için onca zorluğu göze alan kimse, bütün bu fedakârlıkları dünyevî hiçbir beklentiye girmeden, sırf Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaptığının şuurunda olmalıdır. Nihai merhalede, Allah ve Resûlü’nün (sav) fermanı gereğince dininin gereklerine göre yaşamak ve dinine hizmet etmek gayesiyle böyle mukaddes bir yola koyulanlara Yüce Rabbimiz (cc) ilâhî lütuflarını sağanak sağanak yağdıracağını müjdelemiştir. Allah  (cc) inanmış gönüllere bu şerefli amaca hizmet edecek ameller yapmayı tüm ihvanımıza, tüm ümmeti Muhammed’e nasip etsin (Amin!)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort